Balyoz mahkemesinin gerekçeli kararında delillerin değerlendirildiği kısmına buradan ulaşabilirsiniz. Mahkemenin gerekçeli kararında açıklığa kavuşturması gereken ana konular şunlardı:
- Mahkeme, Balyoz CD’sinin 2003 de değil, çok daha ileri bir tarihte (en erken Ağustos 2009‘da oluşturulduğunu gösteren kanıtları niye gözardı etti?
- Mahkeme onca ısrara rağmen, sahtecilik konularını açıklığa kavuşturabilecek bir bilirkişiyi neden atamadı?
- Türkiye’de darbe amaçlı Word belgesi hazırlamakla suçlanan, ancak belgeyi kaydettiği iddia edilen tarihte yurt dışında, denizde tatbikatta, annelik izninde vs. olduğunu ispatlayan sanıklara ceza veren mahkemenin gerekçesi neydi?
- Madem dijital Balyoz belgelerinin gerçek olduğu kabul ediliyor, neden bu belgelerde ismi geçen herkes sanık değilken ya da bir kısım sanıklar beraat ederken, aynı belgelerle suçlanan başka sanıklar 16-18 yıl ceza alıyor?
- Ankara’dan gönderilen 15 gözlemci nezdinde yapılan ve Doğan’ın emri ile baştan sonra ses kaydı alınan 1nci Ordu Seminerinde balyoz’un b’si bile geçmediği ve tüm gözlemciler darbe planı tartışılmadığı yönünde tanıklık yaptığı halde, Mahkeme seminerde Balyoz planının müzakere edildiğine nasıl kani oldu?
- Madem Seminerde Balyoz planı müzakere edildi, 162 seminer katılımcısından neden sadece 52’si Balyoz davasında sanık?
- Madem Balyoz darbesine hazırlık olarak yüzlerce dijital belge kaydedildi, niye darbe gerçekleşmedi?
Bakın, Balyoz mahkemesi bu konulara nasıl “gerekçeler” buluyor.
1. Mahkeme, Balyoz CD’sinin 2003 de değil, çok daha ileri bir tarihte (en erken Ağustos 2009’da) oluşturulduğunu gösteren kanıtları niye gözardı etti?
Balyoz belgeleri iddia edildiği gibi en son 2002 ve 2003’de kaydedilip Mart 2003’de (tek oturumda) CD’ye kaydedildiyse, CD’nin içine sonradan ekleme-çıkarma yapılmadığına göre:
i. Cami bombalama krokilerinde 2003’de var olmayan ve ilk defa Office 2007 ile kullanılmaya başlanan XML şemaları ne arıyor?
ii. Ayni şekilde, Balyoz’un ana belgesi Balyoz harekat planı dahil, diğer Balyoz belgeleri nasıl oluyor da ilk defa Office 2007 ile kullanılmaya başlanan Calibri, Cambria gibi fontlara referans taşıyor?
iii. Belgelerde sadece 2003 öncesinde var olan araçlar, hastaneler, firmalar listelenmesine rağmen, nasıl bir aracın 2006’da değişen plaka numarası, bir hastanenin 2008’de ve bir firmanın 2009’da değişen yeni ismi geçiyor?
Mahkemenin gerekçeli kararında bu konuya yanıtı şu: belgeler güncellenmiş! Mahkeme alenen, çetenin yaptığı hataları “güncelleme” iddiası ile örtbas ediyor.
Onca ısrara rağmen bilirkişi atamayan mahkeme, Microsoft’un açık kaynaklardan araştırmış ve görmüş ki, 2003 yılında düzenlenen bir Word belgesi 2007 yılında yeni Office versiyonu ile açılırsa belge 2007’de yazılmış gibi görünürmüş (sayfa 1039). Huzurda dinlenen uzman kişiler de bunu doğrulamış!
Oysa Balyoz belgelerinin son kayıt (son değişiklik) tarihleri hep 2003 ve öncesi. Eğer Mahkemenin ileri sürdüğü gibi bir durum olsaydı, belgelerin son değişiklik tarihi 2007 ya da sonrası olarak gözükürdü, 2003 değil. Huzurda dinlenen uzman kişilerin bu saçmalığı doğruladığı ise kesinlikle doğru değil.
Güncelleme iddiası üzerine daha önce defalarca yazdığımız için (buraya tıklayın) tekrar uzun uzadıya yazmıyoruz. Ama belgeler güncellenseydi, belgeleri 2003 yılında görevli subaylar, 2003 yılındaki rütbeleri ile hazırlamış gibi görünmezdi. Belgelerin son kayıt tarihi 2003’u değil, güncellendiği tarihi gösterirdi. Bir kerede oluşturulan yani sonradan hiç değiştirilmeyen Balyoz CD’sinin kayıt tarihi 2003 olarak gözükmezdi.
2. Mahkeme onca ısrara rağmen, sahtecilik konularını açıklığa kavuşturabilecek bir bilirkişiyi neden atamadı?
Mahkemeye göre, ceza muhakemesinde bilirkişiye başvurma mecburiyeti bulunmuyormuş. Mahkeme bir de ekliyor: “kesin olarak kabul edilmesi gerekli sonuç hiçbir bilirkişi raporunun yargıcı bağlamayacağı hususudur” (sayfa 1041).
3. Türkiye’de darbe amaçlı Word belgesi hazırlamakla suçlanan, ancak belgeyi kaydettiği iddia edilen tarihte yurt dışında, denizde tatbikatta, annelik izninde vs. olduğunu ispatlayan sanıklara ceza veren mahkemenin gerekçesi neydi?
Mahkeme, ilgili dijital belgelerin içeriğinden bahsettikten sonra “yukarıdaki belgeler karşısında savunmasına itibar edilmemiştir” diyor. Yani mahkeme sanıkların sunduğu somut bilgilere (pasaport giriş-çıkış kayıtları) değil, kolaylıkla manipüle edilebilen dijital belgelerin üstverilerine itibar ediyor.
4. Madem dijital Balyoz belgelerinin gerçek olduğu kabul ediliyor, neden bu belgelerde ismi geçen herkes sanık değilken ya da bir kısım sanıklar beraat ederken, aynı belgelerle suçlanan başka sanıklar 16-18 yıl ceza alıyor?
Mahkeme kimi sanıklar için, isimleri belgelere haberleri olmadan yazılmıştır diyerek beraat kararı veriyor. Bu güzel. Ancak mahkeme diğer sanıkların isimlerinin belgelere yazıldığından nasıl haberi olduğunu açıklamıyor, açıklamak zorunda da hissetmiyor.
5. Ankara’dan gönderilen 15 gözlemci nezdinde yapılan ve Doğan’ın emri ile baştan sonra ses kaydı alınan 1nci Ordu Seminerinde balyoz’un b’si bile geçmediği ve tüm gözlemciler darbe planı tartışılmadığı yönünde tanıklık yaptığı halde, Mahkeme seminerde Balyoz planının müzakere edildiğine nasıl kani oldu?
Mahkemenin (daha doğrusu emniyetin) yürüttüğü mantığa göre, CD’lerdeki Balyoz planları ile seminer ses kayıtlarındaki ifadeler arasında benzerlikler var, demek ki seminer katılanların bir kısmı Balyoz planından haberdar ve bu planı konuşuyorlar!
Bu mantığa göre, çeşitli seminer katılımcıları, seminere gelmeden önce Balyoz belgelerinden kimi bölümleri ezberlemişler ve seminerin çeşitli yerlerinde bu ifadeleri birebir kullanmışlar! Örneğin, Çetin Doğan’ın hazırladığı iddia edilen Balyoz planındaki “irticai, yıkıcı ve bölücü faaliyetleri desteklediği bilinen veya çeşitli yolsuzluk ve usulsüzlüklere karışmış bütün kamu personelinin (…) yerine güvenilir, liyakatli (…) sivil veya emekli olmuş askeri personelin görevlendirileceği” bölümünü ezberleyen bir subay seminerde birebir bu ifadeleri kullanmış. Bir diğer subay, İbrahim Fırtına’nın hazırladığı iddia edilen Oraj planından bir pasajı ezberleyerek seminere gelmiş!
Mahkeme, çetenin kurguladığı, Emniyet’in jet hızıyla bulduğu bu bağlantıyı, ‘Balyoz belgeleri gerçek’ demek için kullanıyor. Bu arada, mahkemenin hiç dikkate almadığı dosyadaki en kapsamlı Genelkurmay bilirkişi heyet raporu (Haziran 2010 tarihli), Balyoz ve diğer planlarındaki sahtecilik bulgularını ortaya koyuyor ve de “ses kayıtlarından yapılan alıntıların Eylem Planları ve Eklerinin oluşturulmasında kullanıldığını” değerlendiriyor.
6. Madem Seminerde Balyoz planı müzakere edildi, 162 seminer katılımcısından neden sadece 52’si Balyoz davasında sanık?
Mahkemeye göre, sadece dijital bir görevlendirme listesinde olanların bulunduğu ufak bir katılımcı gurubu, seminerde Balyoz darbe planının tartışıldığını biliyor, ama katılımcıların geri kalanı (100 kusur kişi) saf saf normal bir seminere katıldığını zannediyor! Bu durumda Ankara’dan gönderilen gözlemciler de seminerde darbe müzakere edildiğini fark etmemiş!
7. Madem Balyoz darbesine hazırlık olarak yüzlerce dijital belge kaydedildi, niye darbe gerçekleşmedi?
Mantık sınırını yeterince zorlayan Mahkeme, bu konuda serbest atışın sınırını da zorluyor. Mahkemeye göre Balyoz darbesinin gerçekleşmemesinin nedeni Çetin Doğan’ın geçirdiği kalp ameliyatı imiş!
İddianamede darbeyi Aytaç Yalman’ın engellediği yazıyordu. Ancak, Mahkeme Yalman’ı tanık olarak dinlemeyi reddettiği için gerekçeli kararına bunu yazamamış. Onun yerine iddianamede bile olmayan bir neden bulmuş: kalp ameliyatı (sayfa 1022)!
- Bir kere, ameliyatın Mayıs 2003’de gerçekleştiği doğru değil. Madem bu kadar ciddi bir iddia var (aksi takdirde sanıklar darbeden gönüllü vazgeçmiş olacaklar!) doğru ameliyat tarihini kayda geçelim: 31 Mart 2003.
- Mahkeme 31 Mart’ta darbeden “gönülsüzce” vazgeçildiğini iddia ederken, neden sanıkların harıl harıl dijital darbe belgesi hazırlamaya devam ettiklerini açıklamıyor. Örneğin, Eskişehir’de “bulunan” flaş bellekteki bir Oraj belgesi sözde en son 6 Kasım 2003’de kaydedilmiş (son kaydeden kullanıcı adında adı geçen kişi o tarihte İngiltere’de, o da ayrı bir konu!)
- Ayrıca Mahkemenin yazdığı gibi Ağustos 2003’de Doğan emekli edilmedi, emekli oldu. Mahkemenin ima ettiği, göreve devam etmesi gerekirken emekli edildiği yönünde. Oysa Doğan’ın Ağustos 2003’de Ordu Komutanlığı’nın tamamlamasının ardından açık kadro (Kara Kuvvetleri Komutanlığı) bulunmaması nedeniyle emekli olacağı seneler öncesinden biliniyordu.
***
Mahkeme bütün bunlara ek olarak bir dizi yanlış bilgi aktarıyor ve bariz mantık hataları yapıyor. Burada sadece bir kaç örnek sunuyoruz:
i. Genelkurmay tarafından belgelerin bir kısmının aslının askeri birimlerde bulunduğu belirtildi!
Söz konusu belgeler Eskişehir’de bulunan flaş bellekten çıkan istihbarat belgeleri ve Balyoz’la bir ilgileri yok. Bu konuda detaylı iki yazımız için buraya ve buraya tıklayın. Baransu’dan gelen bavulda olduğu gibi, sahtekarlar gerçek belgeleri sahte belgelerle beraber paketlemişler.
Genelkurmay, suç içeren ve 11 nolu CD’den çıkan Balyoz belgelerini detaylı bir şekilde inceleyip, bu belgelerin sahte olduğu sonucuna varmıştı (Haziran 2010 tarihli rapora buradan erişebilirsiniz). Mahkeme bu hususu tabi ki atlıyor.
ii. 11 nolu CD içinde yer alan belgelerin dijital yolları tanık beyanları ile doğrulandı!
Dijital yolların tanık beyanları ile doğrulandığı kesinlikle doğru değil.
Belge çetesi Balyoz belgelerinin çoğunu sıfırdan bir Word dokumanı açarak kaydetmek yerine, orijinal bir dokumanı “save as” komutuyla kaydediyor. Bu nedenle belgeleri oluşturan kullanıcı isimleri, kullandıkları orijinal belgeler ile aynı. Ancak çetenin belgelerin son kaydı için kullandığı kullanıcı isimleri (örneğin SUHA TANYERI) hiçbir gerçek belgede mevcut değil. Çete, suçlamak istediği insanların isim ve soyadını bilgisayar kullanıcı adı olarak tanımlıyor (bazen kişinin soyadını yanlış yazdığı da oluyor; örnekleri için buraya ve buraya bakın). Oysa sanıklar, bu şekilde kullanıcı adları olmadığını mahkeme önünde belgelerle ispatladı.
Mahkeme orijinal dokümanların üstverisindeki kullanıcı isimlerinin sahte belgeler üzerinde (belgeyi ilk oluşturan olarak) gözükmesini belgelerin gerçek olduğunu ispati olarak gösteriyor!
iii. Balyoz planı 1980 Bayrak Planından esinlenerek hazırlanmış, öyleyse gerçek!
Balyoz planını Bayrak Planından esinlenerek hazırlanmış olması bu planı sanıkların hazırladığını ispatlamıyor ki. Zira Bayrak Planı, Balyoz CD’leri ile birlikte Baransu’nun bavulundan çıktı.
iv. Çetin Dogan, tutuklandıktan sonra kaleme alıp basına dağıttığı 5 Nisan 2010 tarihli mektupla suçu ikrar etmiş oluyor!
Hilmi Özkök’ü tanık olarak dinlemeyi reddeden mahkeme, Doğan’ın, Hilmi Özkök ile arasında 2003’de geçen bir diyalogu aktardığı mektubundan Özkök’ün ifadelerini aleyhte delil olarak gösteriyor.
v. 11 nolu CD’nin neredeyse birebir kopyasının Gölcük’ten çıkması CD’nin gerçek olduğunu ispatlıyor!
Mahkeme ‘iki farklı yerden iki sahte CD’nin çıkması, iki CD’nin de gerçek olduğunu ispatlar’ gibi akıllara ziyan bir mantık yürütmekle kalmıyor, dosyada bulunan ve Gölcük’ten çıkan CD’nin sahte olduğunu bilimsel olarak kanıtlayan bilirkişi raporunu tamamen gözardı ediyor.
Benzer olarak, Mahkeme bir dijital belgede adı geçen kişilerin belgeden haberdar olduğuna kanıt olarak, aynı CD’den çıkan ve kimin hazırladığı belli olmayan bir başka dijital belgeyi gösteriyor!
***
Sonuç olarak mahkeme heyeti, inandırıcılığı olmayan, mantıkla bağdaşmayan, eksik ve yanlış bilgi içeren bir gerekçe hazırlamış bulunuyor. Balyoz CD’lerinin sahteliği matematiksel bir kesinlik taşırken başka türlüsü pek mümkün değildi. Ama bu gerekçesiyle mahkeme, hukukun ve gerçeklerin yanında olmak yerine bir çetenin amaçları doğrultusunda hareket ettiğini bir kez daha alenen tescil etmiş oluyor.
08 Ocak 2013 07:27
Öncelikle tekrar geçmiş olsun. AKP Müslüman Kardeşler Örgütünün Türkiye kolu. Ve AKP’nin kuruluş amacı Müslüman Kardeşlerin de desteğiyle Laik Cumhuriyeti yıkıp yerine Türkiye İslam Cumhuriyetini kurmak. Bu yapılan operasyonun senaryosu belli ki Suudi Arabistan’ın yol göstermesiyle “subcontractor” denilen uluslarası profesyonel bir istihbarat şirketine yaptırılmış (büyük ihtimalle İngiltere merkezli) ve son noktalarda TSK içerisinden yardım alınmış. Hepsi çıkacak zamanı gelince. Tanrı adaleti sever. Ben bu yaşananları Türkiye Cumhuriyeti’ne İslam Dünyasının açtığı savaşın bir parçası olarak görüyorum. Savaşlarda esir düşmek de var şehit olmakta. Eminim ki Türkiye Cumhuriyeti değerleriyle yetişmiş Komutanlarımız herhangi bir sivile göre daha farklı bir konumdalar. Ben onları cephede olarak farz ediyorum. Bugün ülkeyi işgal ettiğini zannedenler geldikleri gibi gidecekler.
09 Ocak 2013 13:29
Türkiye Cumhuriyetini yıkılıp yerine islam cumhuriyeti veya şeriat yönetimi getirileceği bence bir paranoya. Adam zaten 10 yıldır başbakan/kral/imparator/padişah ne dersen de. Cumhuriyeti yıkıp yerine şeriat getirmek gibi bir riske neden girsin? Bu kadar gerizekalı mı bu adam? Böyle birşey yapmaya kalktıgında ülkenin bölüneceğini, iç savaş çıkacağını ve dolayısıyla da kendi sonunun geleceğini bizden çok daha iyi biliyordur. Eğer tamamen kafayı yer de ne olursa olsun ben şeriat getirecem derse, buyursun hadi görelim bakalım yapabiliyor mu?
08 Ocak 2013 09:22
I invite everybody to forget about; the fabricated documents, the power of the Gulen Movement and its followers, has there really been an attempt for a coup?, have these army officials been involved in these kind of actions?, Turkish Military had done it before so why not now?, etc…. Forget about all this. In any country, any prosecuter can bring about charges against anybody for anything. The difference is that in a country that has the real Justice with due process, presumption of innocence (innocence until proven guilty), shady evidence against the defendant works in favor of the defendant, and etc., this is what would have been happened: After the first hearing, in light of all the facts of the evidence being shady, the judge would have dismissed the case and told the prosecutor to come back with unquestionable evidence and ask for another trial. To me the questions below are vital: 1. Are these trials just? 2. Could the prosecuters have gone this far with these allegations in any other country that has real Justice or could these trials would have been dismissed as soon as it was revealed that the evidents the prosecuters brought about were shady. 3. In no democratic country with civilized society today, nobody in law practice or interested in law practices and/or press/media would say this: “Yes there are big discrepencies within the allegations, yes there are due process problems, yes some evidences are shady, yes the defendants were not given the right to defend themselves propoerly, yes they should have not been kept in jail for all these years with this kind of long trial process without judgement, yes I feel for the defendants, yes, yes, yes, yes BUT you can’t say nothing happened”. If there are people in a country who say all these things but still trying to justify these allegations and trials, nobody could say there is LAW in that country. 4. The last and the most important thing is that; could this have happened in any other country with a modernized society living under law that is just for everybody and anybody? And if it did would we have seen millions of people marching on the streets for due process and justice because of the shady evidence. The real problem is the society in Turkey. Turkish society in general believes in democracy, liberty, law, human rights, democratic rights and scuh only if it works in their favor. Most of them have no social awareness, no social reactions unless it’s against them. There is a real authoritarian regime in Turkey with few rights given to its citizens and that government still can go out and say that there is not even Democracy but Advanced Democracy in their country and they can have the support and the votes of the 50 percent of the voting population. The governments in Turkey has never, is not and never will want to educate its citizens in light of democracy, personal liberties, law, etc. because in that case, they would never be able to run the authoritarian regime that’s in their favor. So the real problem for me is that; If the citizens of a country do not realy know what democary, personal liberties, freedom of speech, freedom of religion, law, justice mean they will not care about any of these trials and keep believing – blindfolded- the goverments that they’ve voted for.
08 Ocak 2013 15:23
Probably so, and of course similar to how they kept (blindfolded) believing the army back in those old days… Just to make another comparison, you wrote:
“The real problem is the society in Turkey. Turkish society in general believes in democracy, liberty, law, human rights, democratic rights and such only if it works in their favor. ”
One can also say that:
The real problem is the army in Turkey. The generals in Turkish society believes in democracy, liberty, law, human rights, democratic rights and such only if it works in their favour.
Of course both statements can only be partially true, as they are just useless streotypings. Yet the Balyoz trial can be seen as an evidence of the latter statement , at least for some of the figures that we know from the 1990s (i.e Cetin Dogan).
09 Ocak 2013 12:08
Dear fmerakli,
I’d like to invite you to read my comment again in its entirety.
When I say Turkish society in general definitely includes military personal as they are a part of Turkish society. What I question here (not scientifically nor philosophically but in my own opinion based on my observations and experiences in the Turkish society which means I may be totally mistaken or wrong) is the way Turkish people understand what JUSTICE is.
I don’t care who does what under what ideology as long as trials are fair and justice prevails which means just because most of the top military personnel in Turkey throughout the history of Republic of Turkey has been coup inclining based on their belief of protecting the Secular Repuplic cannot and should not justify allegations based on technologically proven fabricated documents.
08 Ocak 2013 11:35
lhan Seluk,mu tam hatrlayamyorum birini polis dinliyor dinlenende polisin dinlediini biliyor her telefon konumasnda dinleyene ana avrat kfr ediyor. yine byle bir kfr esnasnda polis dayanamay artk yeter be diyor biz dinliyorsak emir ile dinliyoruz. Ksadan hisse. 08 01 2013 tarihinde “Balyoz Davas ve Gerekler”
08 Ocak 2013 16:41
Gerekçeli kararı yazan hakimler,ayıklayın şimdi pirincin taşını…
TSK Balyoz davasında gerekçeli kararında belirtilen ”delillerin esasının Genelkurmay’da olduğu ”iddialarının asılsız olduğunu açıkladı.
08 Ocak 2013 18:52
Bu derece korkunc haksizlik, gozu donmusluk ve insanlarla dalga gecercesine hukuk kisvesi altinda yapilan soytariliklar karsisinda bizler bile bu derece ofkelenirken sucsuz yere icerde yatanlara ve ozellikle de ailelerine sabir diliyorum, bunun mumkun olmadigini bilsem de. Bu sacmalik bir noktada bitecek, bitmek zorunda; ciddi olma iddiasi tasiyan hicbir ulke bu yuku uzun sure tasiyamaz. O zaman bu sacmaliklarin taseronlugunu yapanlar nasil insan icine cikacaklar merak ediyorum.
Sizin ceteyle mahkemeyi ayirmaya dikkat eden uslubunuzu anliyorum ama hepimiz biliyoruz ki emniyet savcilik ve mahkeme bir ve ayni yapi, hicbiri digerinden ayirt edilemez.
11 Ocak 2013 17:13
Saman Gaztesi yazarı “Bu memleket için mermi atana da,yiyene de selam olsun” diyen Mümtaz’er Türköne akıllara zarar, kendi kurgusu içinde hatalı,hezeyan dolu bir yazı kalme almış. Blog sahiplerinin ve yorumcu arkadaşların affına sığınıp ibreti alem olması açısından, tarihe not düşmek adına yazısının bir bölümünü alıntılıyorum.
Bunlar gerçekten aydın sıfatını haketmiyorlar. Bunların köşe yazarı olduğu, TV’ler de boy gösterdiği bir ülkede yaşamak gerçekten ağrıma gidiyor. Bunları haketmiyoruz biz. Böyle pespaye, fikir fahişesi, utanmadan olayları bu kadar çarpıtarak yazabilen kalemşörler ile biz kesinlikle Demokrasi ‘nin “D”sini bile kuramayız. Yazıklar olsun.
“İmralı’nın önünü Balyoz kararı açtı. Darbeciler Silivri’de olmasaydı İmralı’da müzakere yürütülebilir miydi?” diye yazdı.
Türkiye PKK lideri Öcalan’la yapılan müzakereleri tartışırken, Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne çok konuşulacak satırlar kaleme aldı. Zaman yazarı Türköne “Silivri ve İmralı” başlıklı yazısında; “Sakin, soğukkanlı ve sabırlı olmalıyız” diyerek şunları kaleme aldı:
“(…) Mayınlarla, tuzaklarla dolu bir yolda ilerliyoruz. Balyoz davasının gerekçeli kararına, politika yapıcıların geçmişte ve bugün ne belalı bir zeminde ilerlediğini anlamak için müracaat edebiliriz. Gerekçeli karar metni sağlam bir hukuk metni; çok dikkatli ve özenli kaleme alınmış. Hukuk fakültelerinde “olay incelemesi” olarak okutulmalı. Bu arada bizler de Türkiye’nin geçmişte ne badirelerden geçtiğini, ne ihanetlere maruz kaldığını ibretle hatırlamalıyız. (…)”
“HAİNLER”
“Bu ülke açıkça ihanete uğramış. PKK terörünü sona erdirmek için altın fırsatlarla dolu bir yılı, askerlerinin bir kısmı darbe hazırlıkları ile harcamış.” diyen Mümtaz’er Türköne, Balyoz davasından tutuklu komutanları şu satırlarla ”hainlikle” suçladı:
“(…) PKK’nın değil, İstanbul’un üzerine nasıl “çökecekleri”ni planlayan, tankları Kandil’e giden yollara değil İstanbul’un meydanlarına yerleştirmek için hazırlık yapan, PKK’lı teröristleri değil sıradan vatandaşları stadyumlara doldurup tutuklamaya niyetlenen hainlerden bahsediyoruz. İhanetin çapını kavrayabilmek için şöyle düşünün: Allah korusun bu darbe 2003 yılında gerçekleşseydi, Türkiye bugün ne durumda olurdu? En hafifinden tek parça halinde kalabilir miydi? (…)”
12 Ocak 2013 12:02
Bir sorum var burada yazanlara, samimi cevap bekliyorum. Diyelim ki genel bir af çıkaracağız dediler, buna apoya ev hapsi, çatışmalara katılmayan pkklıların affı, kcklıların affı, ergenekoncular ve balyozcuların da affı dahil olacak. Kabul eder miydiniz?
14 Ocak 2013 01:01
Bu ülke içinde apoya ev hapsi verenler bu ülke için canını veren birnlerce şehide en büyük ihaneti işlemiş olurlar. Apoya ev hapsi verilecekse bile Serengeti düzlüklerindeki ahşap bir kulübe olmalıdır. Orada da sineklerinden müzdarip olur inşallah.
Suça karışmamış PKK’lılara af olabilir. Çocuğu suç veya cezayı ayıredemeyecek, çocuk sayılacak yaşlardalar.
Ergenekon veya Balyoz gibi davalar için af söz konusu olmamalıdır. Bu davalarda yargılananların büyük çoğunluğu için af dolaylı bir cezalandırma olur. Çünkü bunların hakkı beraattir.
14 Ocak 2013 11:37
Böyle bir af planının Oslo görüşmelerinde olduğunu söylememe gerek var mı acaba? Zamanla anlarız gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini.
14 Ocak 2013 17:13
Sevgili Olasılıksız, verilecek cevabı vermiş. Samimi olarak inancım Olasılıksız’ın yazdıklarına aynen katılmamdır.
Zaten hedefledikleri nokta o. Artık bir daha geri gelmeyecek şekilde aşdık dedikleri Ulusalcı dalga’dan(Ki öyle olmadığını, Üstad, Ölümsüz Attila İlhan’ın dediği gibi, Bir dip dalgasının geldiğini, 29 Ekim de, 10 Kasım da ve 13 Aralık da Silivri de gördüler) çekinecekleri bir şey kalmasaydı, Bu Genel Af süreci belki yürürlüğe bile girmiş olurdu.
Şimdiki oyun planları değişti. Hani bir süredir seslendiriyorlar kalemşörlerine, “Ne bölünmesi biz büyümeyi düşünüyoruz, Küresel Güçler de biliyor ki yol Ankara’dan geçiyor” diyorlar ya, İmralı ile bu tür bir mutabakat yapmış olabilirler.
Zira çok değil, bir-iki ay önce ip’ten, İdam’dan, Dokunulmazlıkların kaldırılmasından bahsediyorlardı.
E Esed’le uğraşmaktan da vazgeçmiş gibi görünüyorlar şimdilik.
Büyüyoruz, Osmanlı yeniden diriliyor naraları altında atılacak adımlar ile o hengame içinde Genel bir Af’fı geçirebilirler. Başka türlü de olamaz gibi geliyor bana.
Zira Ergenekon, Balyoz ve benzeri ıvır zıvır davalardan yargılananlar kesinlikle böyle bir Affı kabul etmez.Olasılıksız’ın dediği gibi ancak Beraat’ı kabul ederler.
12 Ocak 2013 14:18
Bak sen!Bizlerin parasıyla yaptırdıkları üstelik ismini de arena koydukları “50 bin kişilik tam techizatlı statlarla”bir de sıradan vatandaşı mı tehdit ediyorlar .Emperyaller bu adamlarla mı halkı dönüştürdüklerini zannediyor.Bu yazıya verilebilecek iki cevap var.
Ne Mutlu Türküm,
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Tekrarladığım andımızdaki bu sözler yukarıdaki yazı sahibinin üzerinde deforme etmek için çok çalışıp ta başaramadığı konulardır.”
12 Ocak 2013 14:21
Balyoz Harekat Planı adını devletin kolluk kuvvetleri vermiş. Harp Oyunları, Plan Tatbikatları ve Plan Seminerleri bir devletin askeri gücünü yöneten Komutanlıklarının HARBE HAZIRLIK sorumluluklarının yerine getirme gereğidir. Bu tatbikatlarda kullanılan askeri terimlerin anlaşılması, askeri eğitimin de ötesinde Tatbikat Planlayıcılarının terminolojisine hakim olmakla gerçekleşebilir. Bu davada, NATO’da görev yapmış ve Plan Tatbikatlarını planlamış kişilerin bilirkişiliğine dahi ihtiyaç vardır. Bu davanın teknik boyutlu Bilgisayar yazılımcılarının oluşturacağı bilirkişi ihtiyacı ise yadsınamaz.
Her tatbikatta, senaryo yazımı ve senaryonun jenerik ülkeler ve jenerik düşman kuvvetlerine dayandırılması NATO ‘nun yeni tehdit algılamasının da bir gereğidir. Önceden hazırlanan ”Olay Sıra Çizelgeleri’ de Müdür-i Harekat veya Kontrol Karargahlarının olay enjeksiyonları ile iki taraflı tatbikatların yürütülmesinde standart bir uygulama geleneğidir.
Geri Bölge Emniyet Planları ve Bölge Hasar Kontrolu da lojistik faaliyetler gibi Plan Tatbikatlarının bütünleyici bir yönüdür. Bu faaliyetlerde ise ülkenin gerçek coğrafyası ve haritaları ile kendi Kuvvetleri ( Askeri ve Ekonomik Gücü) kullanılır. Bu davanın yargılanmasında esas olan husus, olayları algılama ve hukuksal çözümleyici yeteneklerle donatılmış haiz yargı erkinin hangi düzeyde olması gerektiğidir. Bu davanın 1 inci Kademe Mahkemesi olarak görünen ”Özel Yetkili Mahkemeler” mi yoksa ”Yargıtay”mı veya ”Askeri Yargı” mı olması gerektiği tartışma gerektiren bir olgudur.
Başından beri izlenen bu davanın Türk Ceza Muhakemesi Usullerine tam uyumluluğunun sağlanması Adalet Duygusunun zedelenmemesini temin edecektir. Ülkece bu durumun hepimizi yaralamakta olduğu gerçeği anlaşılmalıdır. Milli menfaatlerimiz ve milli güç unsurları bu dava süreci içinde en büyük zararı görmektedir. İyilik dileklerimiz mağdurlar ve aileleri ile birlikte olsun.
12 Ocak 2013 15:10
Yanlış anlamalara meydan vermemek için bir eksiğimi hemen düzelteyim.”Ne Mutlu Türküm Diyene”