Bundan sonra ne olacak?

02 Şubat 2011

GENEL

Balyoz davasının ortaya çıkardığı sahtecilik ve Ergenekon davalarında görülen benzer hukuksuzluklar, olayları soğukkanlılıkla değerlendiren herkesi endişeli kılmalı. Sorun sadece hakları ihlal edilen kişilerle sınırlı değil. Türkiye’nin yargı sistemi de bu süreçte ağır bir yara alıyor. Dahası, Türkiye yakın geçmişinin darbeci ve derin devlet geleneğinin gerçekleriyle yüzleşmek yerine üretilmiş ve/veya zorlama kanıtlar üzerinden inşa edilmiş suni davalarla oyalanıyor. Kurgulanmış suçlamaların, ortaya çıkması gereken gerçeklerin saklı kalmasına nasıl hizmet ettiğini görmek için Hrant Dink davasında (en azından) ihmalleri olan Emniyet görevlilerinin niye soruşturulmadıklarını düşünmek yeterli.

Peki o halde şimdi ne olacak? Ortada bir çıkış yolu yok mu?

Hükümet ve AKP ileri gelenlerinin son zamanlarda Balyoz davasına mesafeli kaldıklarını hissediyoruz. Gölcük’ten “çıkan” yeni belgelere ve seçimlerin yaklaşmasına rağmen, Erdoğan ve çevresi eskisinden farklı olarak Balyoz’u siyasi malzeme olarak pek kullanmıyor artık. Balyoz belgelerinin sahte olduğunun yeteri kadar ortaya çıktığını, Balyoz’da çok öne çıkmanın bu noktadan sonra bir siyasi maliyeti olacağını düşünüyor olmalılar.

Isterdik ki, Başbakan, Adalet Bakanı ve Içişleri Bakanı siyasi sorumluluklarını yerine getirip, sahte kanıt üreten çeteyi, yargı ve Emniyet teşkilatında bu çeteye hizmet edenleri ortaya çıkaracak çalışmaları başlatabilsin. Ancak gerçekçi olmak gerekirse, bunun pek olası bir senaryo olmadığını da biliyoruz. Bu noktadan sonra hükümetin kendisini bu olaylardan sıyırma olanağı pek yok. Her ne kadar suçu “çeteye” yüklemek isteselerse de bir ucunun kendilerine dokunduğunun pekala farkında olmalılar.

O halde, gitgide meşruiyetlerini kaybetmelerine rağmen bu davalar görülmeye devam edilecek. Gerçeklerin daha da fazla ortaya çıkmasını engellemek için davaları uzatma taktiklerine başvurulacak. Bu arada “çete” oradan buradan yeni “kanıtlar” üretecek ve bulacak. Örneğin, Gölcük’ten “ıslak imza” ve Poyrazköy gibi davalar için de ek belgeler çıktığını bunların da zamanı gelince o davaları uzatma amacıyla kullanılacağını Zaman gazetesi ve benzer yayın organlarının yaptığı “haberlerden” biliyoruz.

Bu taktik, hükümet için kısa vadede başarılı olabilir. Önümüzdeki seçimlerde yeterli oy aldığı taktirde zaten anayasal düzeni istediği şekilde değiştirip, çoğunlukçu olmakla beraber ne liberal ne de gerçek anlamda demokrat olan bir rejimi oturtabilecek siyasi güce sahip olabilecektir. Ancak bu Türkiye için otoriter ve baskıcı bir rejimin işaretçisidir ve bu yüzden hayli ürkütücü bir senaryodur.

Türkiye için belki artık çok geç oldu, ama başka olasılıkların da mevcut olduğunu görmemiz gerekiyor. Bunlardan biri şu: AKP ile TSK arasında bir uzlaşma ve siyasi mutakabat yapılabilir, AKP ve destekçilerinin orduyu siyasi olarak etkisizlestirme amacına demokrasiye ve ülkenin diğer kurumlarına daha az zarar vererek ulaşması sağlanabilirdi. Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.

Belki de AKP’nin tek amacı TSK’nin kendine bir engel teşkil etmesini önlemek olsaydı, bu olasılık gerçekleşebilirdi. Ancak AKP, Ergenekon-Balyoz davalarını bunun çok ötesine giden bir siyasal getiri kaynağı olarak kullandı. Ergenekon/darbe iddiaları oy toplamak ve özellikle referendum öncesinde kendilerini ileri demokrasinin savunucusu olarak göstermek amacına hizmet etti. Bu yuzden, TSK ile yukarıda genel hatlarını çizdiğimiz tarzdan bir anlaşmaya, TSK istemiş olsa dahi, AKP yanaşmamış olabilir.

En arzu edilecek senaryo, bağımsız bir komisyon tarafından ortadaki iddiaların tümünün incelenmesi olurdu. Böyle bir komisyon sadece Ergenekon-Balyoz iddialarını değil, bu süreçte savcıların ve Emniyet’in rollerini de araştırmak amacıyla kurulabilirdi. Örnek olarak başka ülkelerdeki “truth commission” adı verilen araştırma komisyonları alınabilirdi.

Türkiye’nin siyasen kutuplaşmış ortamında böyle bir komisyonun üyelerinin tarafsız olabileceği bile şüpheli. Belki benzer komisyonlarda hizmetlerle kendilerini ispatlamış uluslararası şahsiyetlere (Richard Goldstone?) başvurulabilirdi.

Ama bütün bunlar maalesef bu noktada hayal gibi görünüyor. AKP hükümeti gerçekleri ortaya çıkarmak değil, önümüzdeki seçimlerde yeterli oyu alıp, devlet kurumlarını istediği gibi şekillendirme derdinde. TSK, köşesine sindirilmiş, köstebekler tarafından içi oyulmuş, en ağır ithamlar karşısında dahi kurumsal itibarını savunamayacak durumda. Medyanın önemli bir bölümü çeteye hizmet etmekle meşgul. Ülkenin özgürlükçü düşünürlerinin bir çoğu ise, Balyoz-Ergenekon iddialarının doğru olmasını o kadar istiyor ki, gerçeklerle kurguyu ayırd edemiyor.

Gözümüzden kaçan daha iyimser olasılıklar var mı?

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

179 Yorum “Bundan sonra ne olacak?”

  1. en_meraklI Says:

    Tek baska bir iyimser olasilik, muhalefetin kendisine gelip, Haziran’daki secimlerde AKP’yi iktidardan dusurmesi. Sonra da bu sahteciligin bir parcasi olan kimselerin bulunmasi ve yargilanmasi.

    Cevapla

  2. merttalay Says:

    “TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.”

    Herhalde bu post’u Pinar Hanim yazmis, Dani Bey’in boyle bir yorumda bulunacagini dusunmuyorum. Pinar Hanim, boyle bir olasiligin neden imkansiz oldugunu anlamak icin Acemoglu Robinson (2006)’i oneririm. “Credible commitment” kavraminin gectigi bolumlere yogunlasabilirsiniz. Herhalde Dani Bey’de kitabin bir kopyasi vardir.

    Bu arada Balyoz davasiyla kisisel ilginizi anliyordum da, Ergenekon’a da gecis yapmissiniz. Merak ettigim “hukuksuzluk” endiseleriniz saniklar sadece asker oldugunda mi ortaya cikiyor? Saniklarin asker olmadigi davalar ilginizi cekiyor mu? Cekmiyorsa neden? Yukaridaki alintiladigim cumleyi okuyunca sanki Ergenekon/Balyoz davalari dusunce Turkiye’de hukuk tekrar yerine gelecek gibi bir dusunceniz var gibi, hukukla ilgili tek derdiniz bu davalar mi?

    Bu blog’da sadece Balyoz davasi kanitlarini tartisiyoruz diye acracia’nin da kulaklari cinlasin:)

    Cevapla

    • acracia Says:

      Merttalay,

      Selaminizi aldim. Hatta bir tebessum de ben gonderecektim neredeyse, ama o konuda cok laf ettim, yapamiyorum.

      Burada o kadar cok yorum donuyor ki, belki benim “Zaman gazetesi neyin arkasinda?” basligina (31 Ocak 2011)su yaptigim yorumu gormemissinizdir diye dusunerek (en sonlarina koydugum ekleri de metin icine tasiyarak) ekliyorum buraya:

      “Zaman Gazetesi’yle ilgili aklima takilan seyleri defalarca dile getirdim. Daha once de verdigim bir link uzerinden bir konuyu, bu baslik altina tasiyarak bunlari daha derli toplu ifade etmek istiyorum:

      Oncelikle farkli davalarin gazete ve gazetecilerce ele alinislarindaki fark uzerinde duracagimi belirtmek isterim. Yani asil konu gazetelerde degisik davalarin haber yapilmasina verilen hukuki tepkiler. Baktigim veriler de Cihaner’le ilgili davayi haberlestiren Radikal yazari Ismail Saymaz ile Zaman Gazetesi’nin Balyoz’u ele alis bicimleri.

      1. a) Bianet, 13.5.2010′da Cihaner Davasi’ni haberlestirmesi uzerine, Saymaz’a acilan davayi soyle veriyor:

      “Ergenekon”u Yazan Gazeteci Saymaz’ın 54 Yıl Hapsi İstendi

      Radikal gazetesi muhabiri İsmail Saymaz hakkında, tutuklu Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve eski Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’e gözaltındayken sorulan soruları haberleştirdiği için açılan davaların toplamı 6′yı buldu.”

      Tümü de Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan bu davalar kapsamında Saymaz, 18 Şubat 2010′da yayımlanan “Savcı Cihaner’e neler sorulmuş neler” haberi nedeniyle 23 Haziran’da, 12 Şubat 2010′da çıkan “Keneyle suikast çaycıyla darbe” haberi nedeniyle 15 Temmuz’da, 20 Şubat 2010′da yer verilen “Cihaner: Çiçek’i tanımıyorum, görmedim- Çiçek: Erzincan’da kimseyi tanımıyorum” ve “Çiçek’i tanımam bu sizin kurgunuz” haberleri kapsamında 21 Temmuz’da, 22 Şubat 2010′da yayımlanan “Dursun Çiçek ile buluştun mu?” haberi nedeniyle de 20 Eylül’de hakim karşısına çıkacak.

      Saymaz’ın yargılanma nedenlerinden biri de, Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘görevini kötüye kullanmak’ iddiasıyla yargılanan ve dosyanın gizli tanığı olduğu iddia edilen eski İliç Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt’un Adalet Bakanlığı’na gönderdiği savunmayı, “Ergenekon’un En Uçuk Kaçık Hali de Erzincan’da” şeklinde aktarması oldu.

      8, 13, 15, 16 ve 21 Nisan günlerinde açılan davalar kapsamında Saymaz’ın, Ceza Yasası’nın (TCK) 285 ve 288. maddeleri uyarınca ve “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ve “gizliliği ihlal” iddiasıyla 54 yıla kadar hapsi isteniyor.”

      1. b) Zaman’a donuyoruz. Bu blogda cesitli kereler yalan haber yaptigi ortaya konan, Balyoz konusunda Pinar Dogan ve Dani Rodrik olayin ustune gittikce agresiflesen Zaman’a. Burada daha once konu edilen haberleri bir de ben verecek degilim, Pinar Dogan ve Dani Rodrik zaten bir cok ornegini sundular. Ama, tekrar edeyim, daha ilk Baransu’nun bavulundan cikan Balyoz CD’leri hakkinda Pinar Dogan ve Dani Rodrik kamuda biraz seslerini duyurabilmeye basladiklari zaman, bir anda sanik avukatlarina verilmeyen CD resimleri Zaman gazetesine veriliyor ve Zaman bunu haber yapiyor dahasi meslegi artik gazetecilik olan Emrullah/Emre Uslu bu fotografi ne idugu belirsiz mechul bir grafologa gosterip bes harf uzerinden kesin kanit ve bulgu elde etmis oldugunu duyurarak CD’nin uzerindeki yazinin Suha Tanyeri’ne ait oldugunu duyuruyor; Zaman daha Golcuk’ten cuvallar cikar cikmaz yaptigi haberde binlerce sayfanin teferruati hakkinda bilgi sahibi ve dahasi, bunlarin hangi dava klasorlerine girecegini onceden haber veriyor. Bunlarin hepsini biraktim, goz gore gore yalan haber yapiyor.

      Soru: belli ki hem Saymaz orneginde hem de Zaman Gazetesi orneginde “iceriden” (? kim? Emniyet? Adliye?) bilgi sizdiran veya kendileriyle isbirligi yapan var. Tamam. Ne oluyor peki? Saymaz’a “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”ten 54 yil (simdilerde 79′a kadar cikmis o rakam sanirim) dava aciliyor, obur tarafa bakiyoruz, hicbir sey.

      2. a) Bianet’ten:

      “Bakanlık “kaynağın ne?” diye sordu

      Yaklaşık 20 gün önce, Erzincan Davası’nı Postmodern Cihad’ adıyla kitaplaştıran Saymaz’a, Adalet Bakanlığı’ndan gönderilen yazıda, haber kaynağının açıklanması istenmişti.”

      Haberin tumu burada:

      http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/121940-ergenekonu-yazan-gazeteci-saymazin-54-yil-hapsi-istendi

      2. b) Simdi, madem adli davanin seyrini etkiliyor sizmalar, Zaman’in gaipten haberciligine, sanik avukatlarinin sahip olmadigi imtiyazla CD resimlerinin yayinlamasi uzerine Emrullah/Emre Uslu’nun davaya disaridan mudahil olarak “bilirkisi” raporu alip kesin yorumlarda bulunmasi davanin adil bir sekilde seyrini etkilemiyor mu?

      Soru: Simdi, “kaynagini acikla” demek sizdiranin davanin seyrini degistirmek gibi bir motivasyonla hareket ettiginden suphelenildigini gosterir. Peki Zaman’a bunlari sizdiran kisi/ler/in motivasyonu nedir? Neden her iki davanin basinda ele alinis bicimine bu kadar farkli hukuki muamele yapiliyor?

      Bu arada ekleyeyim hemen, Ismail Saymaz pek tanidigim bir gazeteci degil, bazi haberlerine rastlamistim ama asil kendisine yapilan muamele IPI (Uluslararasi Basin Enstitusu) tarafindan kinaninca daha da dikkatimi cekmisti.

      Bunlarin isiginda da, sunu soyleyeyim, ben kimsenin basin ozgurlugu kisitlansin demiyorum. Ama madem Zaman Gazetesi’nden bahsediyoruz, basimi kaldirdigimda bir onceki girislerin yargi ve hukuk uzerine barolarin farkli duruslar almasindan bahsediyoruz, bunlarin ortustugu iki noktayi dile getirmek istiyorum:

      * Neden Zaman Gazetesi yaptigi haberlerde bir cok sahibe oldugu halde, hicbir hukuki yaptirim olmadan devam edebilirken, karsit bir davada kiyaslanabilecek bir durus sergileyen birisi hakkinda simdi 70 kusura varan yil istemiyle dava aciliyor? Bu farkli muamelenin sebebi nedir?

      * Bu durum, hukukun isine gelindigi gibi keyfi bir sorgulama, susturma amaciyla bastirma, obur taraftan isine gelinmediginde pekala goz ardi edilebildigini gosteriyor. O zaman da, insan merak ediyor, goz ardi edilen neden Zaman’dir?

      Bu tur tartismalardan sonra belki bugun Cetin Dogan’la ilgili mektup sizintisinda oldugunu gordugumuz gibi baska bir gazetede baska sekillerde karsimiza cikacak bu sizintilar. Ama bunlarin hicbiri Zaman’in altinda bulundugu sahibeleri degistirmeyecek; ortaya somut bulgular konmadikca.

      Son olarak sununla kapatiyorum:

      Eger Turkiye basin acisindan cok ozgur bir ulke olsaydi, belki bunlar bu kadar dikkat cekmezdi. Ama Turkiye oyle bir ortamdan cok uzak maalesef ve bu durum dikkat cekiyor.

      Tekrar edeyim: kullandigim her iki ornek de zaten acilmis davalarin uzerinden yapilan gazete haberlerinin hukuki surece tabi tutulup tutulmadigi. Soz konusu ilk davanin (Cihaner ve Balyoz) nasil acildigi, neden acildigi, icerigindeki farkliliklar, vs benim burada uzerine egildigim konu acisindan kapsam disi. Benim burada deginmeye calistigim, neden farkli bir hukuki muameleye tabi tutulmus iki tane gazetecilik ornegi ile karsi karsiya oldugumuz sorusu. Zira bir gazetecinin yaptigi haberle (Ismail Saymaz) suclandigi ihlaller, oburunde (Zaman) hayli hayli mevcut.”

      Burada kiyaslamayi ben yaptim; Balyoz’la dogrudan baglantili bir yorumdur, ama Ergenekon olayini da kapsadigi icin ortaya sorular cikmistir. Buna benzer bir suru baglanti hakkinda tartisildi son zamanlarda burada. Ama iyi ama kotu. Ben sadece dikkatinizi cekmek istedim.

      Cevapla

      • acracia Says:

        Ayrica sunu da ekleyeyim: farkli bir dava ele alinsa da sahsi gorusler, kisisel saldirilardan ziyade, somut haberler uzerlerinden gidilerek yapilmis bir yorumdur. Size daha once getirdigim elestirinin (konuyu dagitmanin) basite indirgenmesini bu yuzden istemem.

        Cevapla

      • merttalay Says:

        acracia,

        Zaman gazetesinin tavrini ne dogru ne de etik buluyorum. Eger bir sekilde hukuki olarak “kayiriliyorsa” o da bir o kadar yanlis. Ama takdir edersiniz ki iki yanlis bir dogru etmiyor. Benim dikkat cekmek istedigim su: Blog yazarlari son zamanlarda kendilerini demokrasi/hukuk/insan haklari gibi kavramlarin derdindeymis ve bunun icin bu davalarla ilgileniyorlarmis gibi gosteriyorlar (en azindan benim algim bu yonde). Halbuki size bir tahminde bulunayim: Balyoz ve Ergenekon davalari dussun, bu site de ortadan kalkar. O zaman Turkiye’de hukuk/demokrasi olmasi gereken noktaya gelmis mi olacak? Tabi ki hayir. Blog yazarlarinin yaptigi gibi sadece askerlerin yargilandigi davalara odaklanarak bunu elde edemeyiz. Yanlis anlasilmasin, blog yazarlari tabii ki istedikleri davalara odaklanabilirler ama hic olmazsa “biz sadece askerlerin yargilandigi davalarla ilgileniyoruz, derdimiz bu davalarin dusmesi, genel demokrasi/hukuk/insan haklari degil” deme samimiyetini gostersinler.

        Cevapla

        • acracia Says:

          Merttalay:

          Ben sizin ne demek istediginizi anliyorum. Daha genel konularda adalet isteyisinize ben ancak saygi duyabilirim.

          Ancak su noktada mutabik degiliz: bu davalar zaten cok daha genis bir yelpazeyi kapsiyor. Basin ozgurlugu, vs. Ancak Can Acar’in da dile getirdigi gibi Ergenekon davasi sirf askerleri kapsamiyor ki. Ben en cok neye uzuluyorum biliyor musunuz?

          Bu gibi usulsuzlukler, sahibelerle, aslinda Veli Kucuk gibi adamlarin agzina laf verilmesine.
          Yakinda Kemal Kerincsiz de konusmaya baslarsa, o zaman gorun. Asil istedigimiz adalet ise,
          bu davalarin gosterdigi ana yelpazeye isaret etmek, usulsuzluklere dikkat cekerek genel resme bakmak cok onemli. Bu sebeple eger Ergenekon’da dava edilen Okkir’i, Turkan Saylan’i vs de dusunursek, aslinda sizin istediginiz gibi genel diger hukuksuzluklara dikkat cekilmis olmuyor mu Ergenekon’a da isaret ederek?

          Tesekkur ederim.

          Cevapla

          • Ogretmen Says:

            acracia ve Can Acar,

            yorumlarınız benim için umut oldu. Bu doğrultuda sizin açıklamalarınıza da katkı sağlayacağına inandığım daha önce blog sahiplerine gönderdiğim kimi olaylara ilişkin tanıklıklarımı ifade eden bir mektuptan kesitleri burada sizlerle paylaşmak isterim. Bunu bir zorunluluk olarak görmeseydim paylaşmayacaktım.

            Mektubumdan pasajlar:

            “(…); ordunun rejimi koruma ve kollamasının öneminin siyasi olarak konumlanmış bulunduğum Atatürkçü-ulusalcı-laik kesimlerin bilinçaltında ne denli yer ettiğini anlatabilmektir. Şu da bir gerçek ki hukuk düzenimiz darbelere karşı net bir tavır almıyordu ya da biz bunun farkında değildik. Türkan SAYLAN’ın “Ne şeriat ne darbe!” çizgisine gelmesinin tarihi hiç de eski değil. 2003 yılında Türkan Hoca orduyu sivil toplum gibi gördüğünü söylerdi. 2008 yılında geldiği aşama ise bence çok değerli. Yaşlı- genç her birimiz bu gelişimi tartışarak, tarihsel bilinç açısından değerlendirerek gerçekleştirdik. Eklemek gerekirse, ideoloji olarak Atatürkçülük ile de ilişkimiz pek rasyonel değildi. Bugün anlıyorum ki aslında aklen bağlılık ile kalben bağlılık uyumlu olması gerekirken ne yazık ki duygusal tarafımız ağır basıyordu. Felsefeci Prof. Betül ÇOTUKSÖKEN’in “Aydınlanma-Romantizm Geriliminde Türkiye” sorgulamasını o nedenle çok anlamlı buluyorum (bkz. http://www.betulcotuksoken.com/aydinlanma-romantizm-geriliminde-turkiye/#more-103 )”

            (…)Atatürk İlke ve Devrimleri’ni, Cumhuriyet’i korumak için darbe yapılmasının suç olduğuna dair bir algı da yoktu son yıllara değin Türkiye toplumunda. Hatta orduya anayasalar ve yasalarla “Cumhuriyet’i koruma ve kollama” sorumluluğu verilmemiş miydi? Siyasi cephenin içtenlikle mücadele etmesi gereken ve ondan beklenen, Batı demokrasilerinde ve gelişmiş ülkelerde yeri olmayan bu uygulamaya zemin hazırlayan hukuk düzenini ve toplumsal paradigmayı değiştirmesiydi. Bunun yerine “cadı avı” ile ülkedeki tüm Atatürkçü ve muhalif kesimlerin duyarlıklarının önünün kesilmesi ve bertaraf edilmeleri projesi uygulamaya konuldu ne yazık ki. Sizin de bloğunuzda yazdığınız gibi eğer bu ülkede bir “askeri vesayet” varsa bunun toplumsal mutabakatla aşılması sırf bu hukuksuzluklar nedeniyle gecikecek. Çünkü bu bir “kan davası” haline gelmeye başladı. Darbe ve darbecilikle ilgili olmayan, yalnızca Atatürkçü duyarlık taşıyan sivil ya da asker insanlar sırf muhalif oldukları nedeniyle ve düzmece belgelerle, karalama kampanyalarıyla özgürlüklerinden yoksun bırakılıyorlar. Bu davaların siyasi manipülasyonlarla gerçekleştirildiğini anlamak için Habur’da yaşananlar, Deniz Feneri ve Ergenekon davalarındaki uygulama farklarına bakmak bile yeterli. En iç acıtıcı olan ise Zafer Bayramı’mızın, yıllarca terörle mücadele veren saygın komutanların tutuklu ya da tutuksuz olarak “terör örgütü üyeliğinden” yargılandığı bir iç karartıcı haksız-hukuksuz-pervasız döneme denk gelmesi. Tam da bu noktada Mümtaz Soysal’ın Zafer Bayramı nedeniyle yazdığı şu satırların içime ne denli işlediğini, beni nasıl utandırdığını belirtmek isterim (Cumhuriyet Gazetesi, 30 Ağustos 2010):
            “Bu Bayram, daha önceki 30 Ağustos’lardan farklı olmalı. Yalnız bir zaferin yıldönümü, olmaktan öteye geçilmesi ve son yıllar boyu kendi askerine haksızlık, nankörlük, hatta gaddarlık etme durumuna sürüklenmiş bir toplumun bu durumun izlerini silmesi, onarması, düzeltmesi, ayaklar altına alınmış değerleri tekrar yerli yerine oturtması gerekiyor…”

            Kraldan fazla kralcı, ordudan fazla orducu insanların varlığı hiç de az değil elbette ki. O nedenle babanızın darbe olduktan sonra “Allah kahretsin darbe oldu!” ve “Darbelerden en çok askerler zarar görüyor. Darbelerden faydalananların ise hep başkalarıdır” sözünü çok önemsiyorum. Türkiye’de ne yazık ki hala bu tür siyasi anlayışlar var. Bunun örneklerini öğrenciliğim sırasında görme fırsatım oldu. Katılmış olduğum (Ekim 2003) yaşamımdaki ilk mitingde kortejin önündeydik. Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanı ve Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul Üniversitesi’nde Rektör olduğu dönemdi. Onlar mitingin önder simgelerindendi. Kemalist Güçler Birliği diye anımsadığım bir grup “Ordu Göreve” diye pankart açmıştı. Bunlar; Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol ekibinin dünya görüşüne yakın bir öbekti ve emin olun bu pankart orda katılımcılar tarafından ciddi bir tepkiyle karşılaştı ve indirtildi. Açıkçası akademisyenlerin, yurttaşların, gençlerin orada toplanması aslında sivil ve demokratik mücadeleye verdikleri önemden ileri geliyordu. Yukarıda belirttiğim militarist yetişmişliğe karşın… Oysa şimdi o günler, darbeye hazırlık provaları olarak gösterilerek oradaki insanların demokratik duyarlıkları gözden kaçırılıyor. Bugün o “Ordu Göreve” pankartını açanlar siyasete müdahale açısından ne yazık ki sicili pek de parlak olmayan ordunun zor duruma düşmesine, “yine mi?” kuşkularının toplumun içinde yer etmesine neden oldular. Benzer kışkırtmaları geniş ölçekli sivil ve demokratik bir davranış olan Cumhuriyet Mitingleri’nde İşçi Partililer sergileyerek orduyu ve o güzelim mitingleri töhmet altında bırakmışlardı.

            Balyoz Davası’nda “dost unsur” olarak gösterilen TGB de ne yazık ki ordudan fazla orducu bir anlayışa sahip manipüle edilmiş İşçi Partili partizan gençlerden oluşuyordu. Bu süreçte askerlerin somut varlığına ilişkin aklımda kalan tek şey Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Abdullah Gül’ün seçilmesine karşı çıkılan DTCF’de gerçekleştirilen eylemde Ergenekon sanığı eski 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon’un eşi ve dostlarıyla orada bulunmasıydı. Şimdi propagandası darbe hazırlığıydı diye iddia edilen eylemlerin, sivil inisiyatifle gerçekleştirildiğinden öylesine eminim ki. Buradaki çarpıtmanın temelinde ordu ile bu eylemleri gerçekleştirenlerin ideolojik örtüşmesinin yattığını düşünüyorum. “Ordu=darbe” önyargısı nedeniyle bu örtüşme muhalif insanların bertaraf edilmesinde fazlasıyla istismar edildi. Üstelik emekli komutanların sivil ve demokratik tepkiye yaptıkları vurguya karşın. Bir de ne yazık ki Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Sevgi Erenerol, Doğu Perinçek, Kemal Kerinçsiz gibi insanların bu tür eylemlerde rol çalmaya çalışması nedeniyle sapla samanın ayırt edilemediği bir dönemdeyiz. Çünkü içtenlikle demokrat olan insanların bir çoğunun bu sap saman ayrımını yapamaması ve bilgi dezenformasyonu nedeniyle basın tarafından etki altına alındıklarını üzülerek izliyorum. Sizin bloğunuz ve Hanefi Avcı’nın kitabını bu nedenle çevremdeki herkesle buluşturmaya çalışıyorum.

            Yakın zamanda ne çok olgu ve olayın çarpıtıldığına tanık olduk birlikte. Örneğin defalarca okudum 27 Nisan Bildirisi’ni. Ona muhtıra demenin pek de olanaklı olmadığını düşünüyorum. Ama adını muhtıra koyup toplumsal bilinçaltımızı bu kavramın olumsuz çağrışımları doğrultusunda ele geçirdiler ne yazık ki. Bugün artık darbeler çağının kapandığı, halkın kendi işini kendisinin demokratik usul ve kurumlarla görmesi gerektiği bir dönemdeyiz. Ancak, açıkçası sivil vesayeti askeri vesayete tercih edecek denli de, bağışlayın kabalığımı, ahmak değilim. Yafta değil ilke merkezli tartışmak elbette ki önemli. Ama “size daha demokratik bir ülke vaad ediyorum” diyen siyasi iktidarın niyetine ilişkin göstergeleri de göz önünde bulundurmak gerek. Bugün haksız mıymış YÖK yasa tasarısına karşı çıkanlar? Haksızlar mıymış sokaklara dökülmekte? YÖK’ün bugünkü hali haklı olduklarını apaçık kanıtlıyor. Çelişkili görünecek belki ama üniversitede –yalnızca üniversitede- türban takılmasını hemen her tartışma ortamında onaylamama karşın “Türbana hayır” nedeniyle Anıtkabir’de toplanan insanlara destek vermek için oradaydım. Neden? Patalolojik bile görünebilir bu davranış  Korkularımızın ne kadar haklı olduğunu her geçen yıl daha iyi kavradığımız için belki de!!!

            Son olarak, inanıyorum ki siyaset ciddi anlamda algılamalar üzerinden yürütülüyor. O nedenle “söylenenlerin” bağımsız nesnel kişiliğine karşın, “söyleyenin kişiliği” de ayrıca öne çıkıyor bana kalırsa. Yıllardır okuyucusu olmaktan gurur duyduğum Cumhuriyet Gazetesi, muhalefet partileri ve kimi muhalif kesimler bu konuda sınıfta kaldıkları için yaşanan hukuksuzlukları toplumun çarpıcı bir biçimde görmesi ne yazık ki sağlanamadı. Hanefi Avcı bu kısır döngüyü kırmak için önemli bir adım attı. AKP düşmanlığı yapmadan da, olumlu yaptıklarını överek, olumsuz yaptıklarını eleştirerek daha ikna edici olunabileceğini düşünüyor ve bunu “gerçekliğe sadakatin” de çok önemli bir gereği olarak görüyorum. Sizin de bu konuda ne kadar duyarlı ve ilke merkezli konuştuğunuzu yaşanan somut mağduriyetinize karşın olgunca buluyor ve takdirle karşılıyorum.

            Cevapla

            • acracia Says:

              Ogretmen:

              Bu mektubunuzu paylastiginiz icin tesekkur ederim.

              Benimle gorusleri ayni olsun olmasin, degisik duruslarda olan bir cok sahsin olayi cok boyutlu gormeye calismasina ben sahsim adina cok kiymet veriyorum. Bu benim de her zaman yapmaya calistigim bir sey; her zaman becerebiliyor muyum bilemem, ama su blogda degisik seyleri dile getirerek bazi konularda ayni fikirde olalim olmayalim, bir seyleri tartisabiliyor olmamiza ben cok saygi duyuyorum.

              Cevapla

          • Bulent Murtezaoglu Says:

            Bu gibi usulsuzlukler, sahibelerle, aslinda Veli Kucuk gibi adamlarin agzina laf verilmesine. Yakinda Kemal Kerincsiz de konusmaya baslarsa, o zaman gorun.

            En kotu taraflarindan biri de o bu islerin. Nasil ki temiz delillere sahteleri eklenince tamami (ve surec) saibe altinda kaliyorsa bu da biraz oyle. Ben o yuzden bu isteki acayipliklerin ortaya cikmasina cevap olarak ‘yani darbe yapmazlar mi?’ ‘yani bu pasa iyi midir?’ ‘yani derin isler olmadi mi?’ denmesinden hoslanmiyorum. Hepsi birmis gibi yapilinca birindeki kusur otekileri hatta butun bu tur mucadeleleri sakatlaycak konuma geliyor.

            Cevapla

          • acracia Says:

            Merttalay:

            Yalniz su noktayi eksik birakmisim, ekleme yapmak isterim:

            Iste bu yuzden bu site gibi daha bircok site cikmali. Iste bu yuzden en azindan bir ucundan tutan insanlara ama siz her konuda bunu yapmiyorsunuz diyecegimize destek olmak, bu mucadeleyi daha yayginlastirmak adina onemli degil mi? Bazi insanlar aktivizmi profesyonelce yapiyor; kimisi amatorce; kimisi bir sekilde bir davanin icine cekiliyor ve daha once fark etmedigi seyleri fark edip –burada oldugu gibi– ortaya cikiyor. Ama bunun icin insanlari suclayamazsiniz ki? Bu bloga bir suredir ben de dadandim ve geri kalan bir suru isimi ihmal ettim, kaldi ki bu tarz bir mucadele icinde kisisel olarak bile degilim, bu bloga verilen emegi bu yuzden ancak tahmin ve takdir edebilirim.

            Haksizliga karsi mucadele bir maraton. Herkes maratonu bitirmek zorunda degil. Arada kosabildigi kadar birileri katilip tarihi bir davada somut bulgular koyuyorsa, ben ne kendilerini dogrudan sorgularim samimiyetsiz diye, ne de bu maratonu hep kosmalisiniz beklentisi icinde olurum. Gercekci degil cunku. Bunu da samimiyetsizlik diye gormem.
            Onun yerine bu maratona daha cok kisinin katilmasini isterim ki biri birakirsa oburu alsin. Ama devam etsin bu sesini cikarmak. Benim baktigim yerden gorunen bu.

            Bu yuzden blog yazarlarini o sekilde bir elestiriye ben tabi tutmuyorum. Onemli olan ne yapildigi. Ve su anda hukuksuzluklari, sahibeleri gorup “artik yeter” diyen bir grup insan en azindan bir sey yapmaya calisiyorlar. Neden baskalari da ayni sekilde gerceklerin pesine dusmeye calismiyorlar?

            Herkesin cesitli sahibelerle yontemlerle susturuldugu, susturulmaya calistigi bir ortamda, en azindan seslerini cikariyorlar. Bu azimsanacak sey degil ki.

            Cevapla

            • acracia Says:

              Bu arada aktivizm kelimesini sarf etme sebebime geleyim: uzun soluklu kosulara aktivistlerin katildigi gibi varsayimla dile getirdigim icin. Burada kimseye aktivist demeye calismiyorum. Bunu yazarken aklimdaki ornek Cumartesi Anneleri’ydi. O da bir aktivizm diye dusundugum icin. Netlestireyim.

              Cevapla

        • Bulent Murtezaoglu Says:

          Blog yazarlari son zamanlarda kendilerini demokrasi/hukuk/insan haklari gibi kavramlarin derdindeymis ve bunun icin bu davalarla ilgileniyorlarmis gibi gosteriyorlar (en azindan benim algim bu yonde).

          Ben ne — bu blog icin — oyle bir iddia gordum ne de oyle olmasi gerekiyor. Argumanlarini somut gerceklere/delillere dayanirip “demokrasi/hukuk/insan haklari gibi kavramlari” benimsemis olanlara hitap edecek sekilde ortaya koyuyorlar sadece. Gelen (basin araciligi ile) cevaplarin sakil ve tiksinti verici hali ise bu kavramlara atifla yukselenlerin cap ve tiynetlerini ortaya koyuyor.

          Mealen “babamiza yardim etmek istiyoruz ama bunu belirli sinirlar icinde, yalan soylemeden ve belirli (hesapta memlekette benimsenmis) kavramlara atifla yapacagiz” diyorlar en fazla. Bunda da — bazi argumanlari zayif bulsam da — buyuk olcude basarili gozukuyorlar. Ben bunda bir samimiyetsizlik gormuyorum. Bu insanlara mutemadiyen samimiyetsiz denmesinde bir mana da goremiyorum.

          Bu Zaman’in (veya neyse) yaptigi dogru degil dedikten sonra bunu soyleyene de filanca kusuru bulastirmaya calisma tarzi temelde manasiz degil tabii. Iki yanlis bir dogru filan girizgahindan anlayabiligim kadariyla ahlaki esitlik kurma cabasina benziyor. Oyle bir esitlik yok. Bir taraf yalan yaziyor, obur taraf icin ise en fazla gostermekte olduklari cabayi baska isler icin gostermeyecekleri (ki zaten isleri o degil) iddia ediliyor. Kastiniz bu mudur bilemem tabii, ama oyle gozukmesi cok kolay olan seyler soyluyorsunuz.

          Cevapla

          • Bulent Murtezaoglu Says:

            Halt etmisim ben!

            Merttalay’a yukarki cevabi yazdim ama altina yorum yaptigi girdiye bakmadan yazdim. Aklim karismis, yorumladigi girdi Zaman’la ilgili girdi zannetmisim, halbuki — benim dediklarim gibi olmayan — genel kapsamli bir girdinin altina birakmis yorumu. Benim kabahatim ve onyargim, ozur dilerim.

            Dedigimi kismen yine derim belki genel hatlariyla, fakat Mert beyin yazdigina cevap olmadigi gibi zaten yanlis bilgi iceriyor.

            Cevapla

        • Taylan Says:

          merttalay,

          Şu ana kadar okuduğum en dayanaksız ‘iftira’lardan birisini söylemişsin yorumunda. Sizin yorumlarınız her ne kadar subjektif ve evrensel hukuk ilkeleriyle bağdaşmasa da ben size hiç bir zaman bu kadar ağır ithamlarda bulunmadım. Neyse, demişsiniz ki;

          “Yanlis anlasilmasin, blog yazarlari tabii ki istedikleri davalara odaklanabilirler ama hic olmazsa “biz sadece askerlerin yargilandigi davalarla ilgileniyoruz, derdimiz bu davalarin dusmesi, genel demokrasi/hukuk/insan haklari degil” deme samimiyetini gostersinler.”

          TSK’yi en ağır eleştirenlerden biriyim bu blogda. Ayrıca askerleri savunmuyoruz. Yapılan hukuksuzluklara karşı bir duruş sergiliyoruz. Burada Balyoz’a ve kısmi de olsa Ergenekon’a odaklanmamız, darbecileri ya da askerleri savunuyoruz manasına gelmez. Bunu yorumlarımızda görmemenize imkan yok. Çünkü sadece hukuku savunuyoruz. Referansımız evrensel hukuk ilkeleri.

          Türkiye’de pek çok antidemokratik olay meydana gelmektedir. KCK davalarında da çok sayıda masum insan aylardır haksız yere tutukludur. Pankart açtı diye hapis cezasıyla yargılanan öğrenciler vardır. Türban takıyor diye okula alınmayan öğrenci arkadaşlarımın mağduriyeti için hangi evrensel hukuk ilkelerini savunuyorsam, protesto gösterisine katılan öğrenci için de aynı şeyleri savunurum. Daha onlarca örnek sıralayabilirim. Biz bu blogda demokrasi ışığında ‘Balyoz hukuksuzlukları’nı tartışıyoruz. Türkiye’nin diğer antidemokratik uygulamaları hakkında da sonuna kadar tartışırım. Ki, bunlarla ilgili başka platformlarda pek çok çalışmam vardır.

          Yeter artık yaptığınız demagoji! Kendinize demokrat yaftası yapıştırıp, bize ‘insan hakları istemiyorsunuz’ demek cüretiniz değildir.

          Sizin gibi ‘subjektif keyfi demokratlar’ darbe edebiyatından medet umarak nutuk atıyorsunuz. Balyoz delillerini Pınar Doğan ve Dani Rodrik çürütmeden önce 195 sanığın hepsinin sorgusuz sualsiz içeri atılması taraftarıydınız. Bilinçaltınıza o kadar fazla işlemişsiniz ki bunu, deliller çürüyünce bu sefer de bize utanmadan ‘antidemokrat’ diyorsunuz.

          Sizi Allah’a havale ediyorum. İnsanda biraz utanma olur…

          Cevapla

      • fenerant Says:

        Verdiğiniz örnek tabiri caiz ise” CUK OTURMUŞ”
        Bu durum ; Hukukun ve adaletin kişilere göre işlediği ülkelerin en bariz göstergesidir.
        Bu güne kadar hukuk ve adaletin farklı olarak uygulandığı çok görüldü, ama bunlar bir kaç istisna hariç kamu yöneticileri ve siyasi otorite bazındaki ve nezninde ki uygulamalardı. İlk defa Hukukçuların da ( bilerek veya isteyerek olmasa bile -ki böyle olmasını temenni ediyorum) kişilere göre hukuk ve adalet sağlamaya çalıştıklarına dair çok ciddi şüpheler oluşmaya başladı.

        Cevapla

    • Can Acar Says:

      Ergenekon’da sadece askerler yargılanmıyor. Eğer Türkan Saylan ve diğer ÇYDD üyeleri, Musata Balbay ve diğer gazeteciler, Mehmet Haberal ve diğer profesörler, Doğu Perinçek ve diğer İşçi partililer … Sahi, Ergenekon’a verilen ilk kayıp, Kuddusi Okkır, asker miydi?

      Ama haklısın, hiç askerlerin yargılanmadığı diğer davalara da bakmak gerek. Örneğin Hanefi Avcı ve devrimci karargah (nasıl aynı torbaya girdilerse artık) güzel bir başlangıç noktası olabilir.

      Saygılarımla …

      Cevapla

      • merttalay Says:

        Can Bey, Haberal profesorle (!) ilgili olarak su video hakkinda ne dusunuyorsunuz?

        Acamayanlar icin: Bir TV programinda reklam arasinda sunucu Kilicdaroglu ile konusuyor:

        -Simdi Haberal..Haberal..Bana su talimati verdi.Dedi ki, ne yaparsan yap..Ne yaparsan yap..Bunlarin (AKP’nin) oyunu azaltacak…Ne pustluk biliyorsan hepsini yap dedi.

        Cevapla

        • Taylan Says:

          Bu darbeci mi yapıyor Haberal’ı? Yahu adam beğenin beğenmeyin, aşırı muhalif AKP’ye.

          Cevapla

          • ihtimal Says:

            Taylan hakli Merttalay, bu sozler haberal’i darbeci yapmaz ama baya bir haysiyetsiz yapar 🙂 Ustelik mustakbel Cumhurbaskanimiza da cok yakismaz bu sozler!!!

            Cevapla

          • fmerakli Says:

            Saadet Partisi’ne muhalif degil yani Haberal?

            Cevapla

        • Can Acar Says:

          merttalay,

          Sizce bu video neyi gösteriyor? Buraya yazdığınıza göre bir darbe, veya darbecilerle işbirliği, veya hükümeti devirme çabası ima ettiğini düşünüyor olmalısınız.

          Ben size ne düşündüğümü aşağıda yazıyorum. Siz de ne düşünerek bu yorumu gönderdiğinizi lütfen bizimle paylaşın.

          Benim burada gördüğüm, Haberal kendi deyimiyle “puştluk” yaptığını düşündüğü hükümet yanlısı medyaya ve onların desteklediği AKP’ye karşı seçim sürecinde aynı şekilde “puştluk” yapılarak karşılık verilmesini istemiş. Bulabildikleri en büyük “puştluk” ise Saadet partisi başkanını ekrana çıkarmaları olmuş. Bunu Samanyolu’nun izinsiz kayıt edilen görüntüleri kesip biçip yayınlayarak yaptığı “puştluk” ile karşılaştırırsanız bence masum bile kalıyor.

          Benim merakımı cezbeden asıl konu, yandaş medya’nın hükümetten veya onu destekleyen gruplardan aldığı talimatlar. Keşke birisi de onları yayınlasa.

          Eğer burada bir darbe veya “hükümeti devirme” planı görüyorsan, öncelikle senin için üzgünüm. Bu henüz demokrasinin ne demek olduğunu anlamadığını gösterir. Hükümeti eleştirmek, eksiklerini ve hatalarını ortaya dökmek, seçimi kazanmak için taraftar toplamak, bu amaçla plan yapmak, toplantı düzenlemek, fikirleri açıklamak, propaganda yapmak serbesttir. Hatta bir demokrasinin işlemesi için bütün bunlar vazgeçilmez konulardır. Medyanın da tüm taraflara olabildiğince eşit yer vermesi zorunludur, başka türlüsü “puştluk” tur. Karşı fikirleri susturmanın sonu da diktatörlüktür.

          Saygılarımla …

          Cevapla

          • merttalay Says:

            Can Bey,

            Haberal AKP muhalifi oldugu icin tutuklu yargilanmiyor, bir cetenin onemli bir elemani oldugu icin yargilaniyor. Dikkat ederseniz Haberal bir sey istemiyor, TALIMAT veriyor. Tabii ki bu cete elemanlari AKP muhalifi olacak, ama bu onlarin bu yuzden tutuklu yargilandigi anlamina gelmez.

            Videonun ana noktasini kacirmissiniz. Haberal’in profesorluk vasfi one cikariliyor, siz de “Haberal gibi profesorler” demissiniz. Dunyanin herhangi bir yerinde medyaya mevcut mesru hukumete karsi her turlu pustlugun yapilmasi icin TALIMAT veren bir “profesor” var midir acaba?

            Cevapla

            • Can Acar Says:

              Haberal AKP muhalifi olduğu için yargılanıyor demedim. Hatta Haberal’ın yargılanması ile ilgili tek bir kelime bile yok yazdıklarımda. Akademik ünvanlarla siyasi kültürü ve siyasi görüşleri biribirine karıştırmanızı belki anlayabilirim, ancak herhangi bir akademisyenin profesörlük ünvanının “hükümete” veya başka bir otoriteye karşı çıkıp çıkmamasına bağlı olduğunu ima ediyorsanız, bu düşünce zaten sizi ortaçağ karanlığına itiveriyor.

              Mehmet Haberal ve Türkan Saylan çok değerli bilim insanlarıdır. Bu ülkeye ve insanlarına yaptıkları hizmetin değerini anlamak istiyorsanız biraz araştırma yapın derim.

              Saygılarımla …

              Cevapla

              • merttalay Says:

                Can Bey,

                Size Turkan Saylan’in turbanli genc kizlar hakkindaki Cumhuriyet gazetesinde cikan yazilarini okumanizi oneririm. Herhangi bir Bati demokrasisinde nefret sucu kapsamina girecek yazilardir.

                Cevapla

                • Can Acar Says:

                  “Herhangi bir batı demokrasisinde” okullarda dini sembol yasaktır. Ancak kişiler kendi bağımsız düşüncesi ile karar verebiliyorsa inanç özgürlüğünden söz edilebilir.

                  Cevapla

                  • merttalay Says:

                    Herhalde benim Amerika sokaklarinda gordugum ultra-ortodox yahudi cocuklari okula gitmiyor. Ya da surekli giydikleri simsiyah takim elbise-beyaz gomlek-kep-uzun,orulu saclar dini sembol degil. Ya da Amerika demokrasi degil. Hangisi?

                    Cevapla

                    • Can Acar Says:

                      Yukarıdaki yorumumdan dini sembol yasağının demokrasinin temel şartı olduğu anlamını çıkartmak gerçekten bir başarı.

                    • Can Acar Says:

                      Eğer sınıfta, simsiyah takım elbise-beyaz gömlek-kep giyen uzun,örülü saclı ultra-ortodox yahudi çocuğun yanına satanist semboller takmış bir arkadaşı oturabiliyorsa, bu çocuklar biribirlerinin evlerine oynamaya gidebiliyorlarsa orada demokrasi vardır.

                  • merttalay Says:

                    Yanlis bilgi veriyorsunuz Can Acar. Okullarda dini sembolun yasak oldugu demokrasiler vardir, olmadigi da vardir. En uc ornek Fransa’dir ki orada bile sadece devlete bagli liselerde yasaktir. Ozel lise ve butun universitelerde serbesttir.

                    Cevapla

                    • Can Acar Says:

                      Eğer arada yanlış bilgi vermek sizin genellemeler yerine somut bilgiler üzerinden konuşmanızı sağlayacaksa buna katlanabilirim sanırım.

                • Bulent Murtezaoglu Says:

                  Size Turkan Saylan’in turbanli genc kizlar hakkindaki Cumhuriyet gazetesinde cikan yazilarini okumanizi oneririm.

                  Bunlara nasil bakabiliriz?

                  Herhangi bir Bati demokrasisinde nefret sucu kapsamina girecek yazilardir.

                  Lafla islenen ‘nefret sucu’ olmayan bati demokrasileri var (ABD mesela). Ben boyle unya hakkinda yanlis fikirlerin galat-i meshur haline gelerek yayilmalarindan hic hoslanmiyorum. Evet Turkiye’de bir sekilde hoslanilmayan insanlari yok devlet iceri tiksin, yok bilmemkac tazminat davasina muhatap olsunlar seklinde arzular var. Belki bunu savunmak da mumkundur ama bu arzulari dile getirirken imrenilen duzenlerin hepsi boyledir diye iddialarda bulunuldugunda zaten bunlari teyid etme imkani olmayan vatandaslarimizin aklina bir sekilde ‘bunu baska yolu yok’ fikri de sokulmus oluyor. Zaten baska toplumlarin duzenlerini norm kabul etmek sakat, uzerine bir de ‘her yer’ ‘hicbir yer’ gibi ifadelerle cesitli ‘ileri’ denen toplumlarda mevcut olan tarz/yaklasim farklarinin ustunu ortecek fikirler yayilinca ortaya berbat bir hal cikiyor. Yapmasak bunu keske.

                  Cevapla

            • Can Acar Says:

              merttalay,

              Videonun ana noktasini kacirmissiniz. Haberal’in profesorluk vasfi one cikariliyor …

              Demişsiniz. Videoda “profesör” kelimesi bir kere bile geçmiyor. Sadece bir kez “hocam” tabiri geçiyor, o akademisyenler ve doktorlar arasında çok yaygın bir hitap tarzı. Bu mu profesörlük vasfını öne çıkartmak?

              Yazdığınız bir cümleyi bile kontrol etmeden doğru kabul etmek mümkün olmayacak mı?

              Saygılarımla …

              Cevapla

              • merttalay Says:

                Videoda profesorluk vasfinin one cikarildigini kast etmedim. Genel olarak Haberal ile ilgili yazi, soylemlerde bu vasfi one cikariliyor demek istemistim. Ama haklisiniz, yanlis anlamaya sebep olacak bir sekilde yazmisim, kusura bakmayin.

                Bugune kadar yazdigim hangi cumle dogru degil (objektif bilgiler acisindan tabi ki) onu da merak ediyorum.

                Cevapla

    • acracia Says:

      Bir itirazim da hukuksuzluk endiselerinin sirf bu tur davalar uzerine oldugu. Benim tartistigim ornekler uzerinden de goruluyor ki, dogrudan basin ozgurlugunu etkileyen surecler de soz konusu. Dolayisiyla bu davalarin merceginden bakildiginda, su anda genel tabloya dair bir cok ipucu, bir cok ihlal gormek mumkun. Sizin dediginiz kadar basit degil yani tek bu mu derdiniz demissiniz ya, ortada cok daha vahim bir tablo var. Balyoz bunun bir parcasi sadece.

      Bir de unutmadan, sunu da hatirlatayim:

      Fmerakli Sabah Gazetesi’nde cikan ve Cetin Dogan hakkinda yapilan ihbar mektuplarini haberlestiren bir yaziya dikkat cekerek, Balyoz davasi disinda bir yayina dikkat cekmisti. Kendisine size verdigim tepkiyi vermedim, cunku 1) sizin yaptiginiz gibi iftira, cirkin kisisel saldiri icermiyordu, 2) soru soruyordu. 3) Konu Balyoz davasiyla dogrudan baglantili olmamasina ragmen, mesru sorular sorup, sizin gibi bana son derece yakisiksiz gelen sahsi saldirilar ve karsisindakini susturmaya yonelik suclayici bir tonla saldirmiyordu. Ki kendisiyle ayni fikirde degiliz.

      Bunu da siz bir daha bir dusunun isterseniz; sonra eger benim getirdigim konuyu dagitmak, iftira, tutarsizlik elestirilerini hala “sirf konu Balyoz” baglamina indirgemek isterseniz, serbestsiniz.

      Cevapla

  3. Ogretmen Says:

    “Bundan sonra ne olacak?” sorusuyla geldiğimiz noktada sözün bittiği yerdeyiz artık. AKP bu kadar güçlüyken kesinlikle geri adım atmayacaktır. Aslında ellerinde toplumsal barışı sağlamak adına ciddi bir fırsat var, hukuk zemininde sağlanacak bir toplumsal barış ortamında, destekledikleri hukuksuzlukların ortaya çıkacağı düşünüldüğünde buna yanaşmayacakları açık. Yazınızda sorunun çözümü için muhatap olarak TSK ve AKP’yi göstermek zorunda kalışınız dahi insanı endişeli kılmaya yetiyor. Ötekiyi kucaklayan ve ötekinin hukukunu gözeten, çoğulcu bir alternatif siyasi paradigma olmadan AKP’nin bu konuda erdemli tavır göstermesini kesinlikle beklemiyorum. Bu paradigmanın yokluğu bizi çaresiz mi kılıyor?

    Ben bir ogretmen olarak ulusum ve ogrencilerim, ailem adina kaygılanıyorum. Seçime doğru, siyasi dengelerin bugunkünden farklı olacağını sanmıyorum. Hukuk arayışımızın, bu blog aracılığıyla Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in başlattığı mücadelenin ötesine geçmesi, meşru ve sağduyulu bir toplumsal eylemin başlatılması gerektiğine inanıyorum. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda yakinları öldürülenlerin hamasilikten uzak hukuk çağrılarından çok etkilendim. Kurdukları Toplumsal Bellek Platformu http://www.toplumsalbellekplatformu.com aracılığıyla hukuk arayışları hakkında toplumu bilgilendiriyorlar.

    Sozcuklerin ötesine geçen bir ilkesek, hukuksal birlikteliğin oluşturulması gerekliliğine inanmakla birlikte bunun nasıl başarılacağı konusunda hiçbir fikrim yok. Eskiden bomba ve barutla gerceklestirilen siyasi cinayetlerin şimdi gözlerimiz önünde hukuk(!) aracılığıyla gerçekleştirilmesine daha ne kadar seyirci kalacağız?

    Cevapla

  4. fenerant Says:

    Sevgili Pınar ve Dani;

    Bir yorumunuza katılmadığım gibi bu yorumunuz TSK lerini küçük düşürücü ifadeler içermektedir.

    ” Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.”

    “……TSK ile yukarıda genel hatlarını çizdiğimiz tarzdan bir anlaşmaya, TSK istemiş olsa dahi, AKP yanaşmamış olabilir.”

    TSK yetkilileri son on yıldır çeşitli defalar ve şekillerde açıklıyor ” TSK darbe yapmayacak ve TSK kanalı ile darbe yapılmayacak” hatta; TSK nın yetiklilerinnce; Devlet yönetimine müdahale edilmeyeceğine ve siyasi otoriteye karşı olmadığına dair benim bildiğim onlarca belki de yüzlerce açıklaması var.

    Hem TSK lerine haksız ve yalan suçlamalar yapıldığı söyleyecek ve yazacaksınız (ki aynı fikirdeyim) hem de bu işin destekçisi olduğu belli AKP ile TSK anlaşmalı diyeceksiniz.

    Siz kendinize suç uyduran kişilere her türlü desteği veren yönetimle anlaşırmısınız? Bu tür bir anlaşmayı TSK istemiş olsa dahi AKP yanaşmamış olabilir diyerek çelişiyorsunuz. Böyle bir anlaşmayı TSK ister mi sanıyorsunuz.

    Siz bana her türlü aşağılamaya destek vereceksiniz. psikolojik savaş açacaksınız, hatta sahte cdler ile darbe planı yapmakla suçlayacaksınız.Ondan sonra TSK nın uzlaşma istemiş olsa bile siyasi otorite kabul etmemiş olabilir diye yorumda bulunacaksınız.

    Umarım; bu yazdığınız yazıdaki (bence yanlış )yukarıdaki yorumla sevgili babanızı üzmemiş, yandaş medyaya yeni bir koz vermemiş olursunuz.

    Davanın düşmesinin bile cidden tartışıldığı bu günlerde cemaat medyasının manşeti şimdiden belli oldu (üstelik haber kaynağı da Çetin Doğan paşanın kızı ve damadı):
    ” TSK siyasi otoriteye boğun eğme karşılığında Balyoz davası düştü”

    Not: TSK nin siyasi otoriteyi tanımamak ve takmamak gibi bir sorunu yok ve olamaz. Ancak; Siyasi otoritenin ve malum cemaatin TSK ile sorunu var mı? Belki de onu tartışmak gerekir.

    Cevapla

  5. kenarındandolaşmayalım Says:

    -Sayın P. Doğan ve D. Rodrik,

    -İlk günden itibaren her yazılanı, belki defalarca okudum. Bir yorum yazma ihtiyacı hissetmedim. Bugünkü yazınızdan sonra hissettim. Küresel çete böyle olmasını istedi. Diğerleri de kendilerine biçilen görevleri(rolleri) yapıyorlar. Devletin zirvesinde(arka planında) böyle bir mutabakat olmasa, böylesine aleni bir kurgulama yapmak mümkün mü?. Küresel çete, 1960 da, 1971 de 1997 de askeri darbe yapın dedi ve yaptılar…şimdi de sivil darbe yapın dedi ve yapılıyor.

    -bundan sonranın cevabının burada aramyınız, orada arayınız.

    Cevapla

  6. ccgursel Says:

    Merttalay ve benzerleri savasi kaybetmekte olduklarini anlayip gerilla taktigine gectiler. Yeni yazilara derhal yorum girip (o yorum da genelde tahrik edici bir yorum oluyor) verilen cevaplarla polemik baslatip konuyu dagitmaya calisiyorlar. Iyi numaraymis, kullanmak lazim ama bizim isimize yaramaz, kullanacak yer bulamayiz biz.

    Bu arada bu son yazi didaktik kitaplarin sonuc kisimlarini andirdi bana. Sanki “simdiye kadar bolca anlattik, toparlarsak soylenmesi gereken budur” tadinda yazilmis.

    Cevapla

  7. fmerakli Says:

    Hem Dogan ve Rodrik’in yazisi hem de kimi yorumlar hakkinda me dusundugumu tek bir yorumda toparlamaya calisacagim.

    @Dogan ve Rodrik

    “AKP ve TSK arasinda bir uzlasma ve siyasi mutabakat yapilabilir”, bunun sonucunda da TSK siyasetten elini ceker, Ergenekon, Balyoz davalari da duserdi seklinde ozetlenebilecek bir noktada duruyorlar.

    TSK ile siyasi bir mutabakat yapilmasi, TSK’nin siyasi bir aktor olarak kabulu anlamina gelir ki TSK’nin siyasi mesruiyetini nereden aldigi bir muaama oldugu gozonunde bulunduruldugunda TSK ile sitasi mutabakat onerisi ozunde bir oksimoron olmaktan oteye gitmez.

    Bir de Dogan ve Rodrik Balyoz’un yanina Ergenekon’u da ekleyivermisler. Eger Veli Kucuk’un Sakarya-Adapazari-Golcuk olum ucgenindeki yargi surecinde ortaya cikmasindan rahatsizlik duymayacaklar ise, darbeperver egilimleri hem Ornek hem de Balbay gunluklerinde acikca ortaya konan; sarikiz, ayisigi, eldiven vs. gibi cesitli darbe planlari hazirladigi kuvvetli deliller ile one surulen pasalarin, “JITEM’i, Hizbullah’i ben kurdum” diyenlerin mahkeme onunde hesap vermemelerinden mutlu olacaklar ise, buna soyleyecek bir seyim yok.

    Ancak AKP ile TSK anlassin, TSK sivil otoriteyi tanisin, karsiliginda Balyoz/Ergenekon davalari dussun demek benim nazarimda cirkin bir pazarliktir ve mesru da degildir. TSK’nin sivil otoriteyi tanimasi pazarlik konusu olacak bir sey degildir; eger bu pazarlik konusu yapilir ve acilmis davalar AKP/TSK isbirligi ile dusurulurse basta Dogan ve Rodrik olmak uzere kimsenin bu surecten yarginin bagimsizlik ve tarafsizliginin guclenecegi beklentisi icerisinde olmamasi gerekir.

    ————
    @en merakli

    CHP’nin kendi anketlerinde bile AKP ile arasinda iki haneli rakamlar ile ifade edilen bir fark var ve CHP’nin yeni yonetiminin nasil bir Turkiye projeksiyonuna sahop oldugu konusunda ciddi bir karmasa var iken (bakiniz Hakikat komisyonlari ve Silivri saniklarinin milletvekilligi adayligi) CHP’den 4 ay sonra bir secim zaferi beklemek iyimserlik degil, kanimca hayalperestlik olur.

    ————-

    @merttalay

    Tespitinizde haklilik var, Turkiye’de hukuk sisteminin karsi karsiya oldugu sorunlari Balyoz ve Ergenekon davalarina indirgemek dogru degil, ama Dogan ve Rodrik’in Balyoz davasinin oncesinde hukuk sistemindeki aksakliklari, ordunun antidemokratik eylemlerini ya da asker-sivil iliskilerindeki sikinti yaratan dinamikleri kamuoyunun karsisina cikip yazdiklariyla, cizdikleriyle tartistiklari bir mesele olarak gorduklerini de pek hatirlamiyoruz. Eger Dogan ve Rodrik’in 28 Subat’i kinayan, o surecin arkasindaki isimleri elestiren ya da 27 Nisan’a karsi cikan bugun degil, o gunlerde yazilmis yazilarindan haberdar olanlar var ise haber versinler, biz de okuyalim o yazilari.

    ——————–
    @acracia

    Endiselerinizi paylasiyorum, bu blogtan Balyoz’la birlikte Ergenekon da dussun cagrilari Veli Kucuk, Muzaffer Tekin, Kemal Kerincsiz, Arif Dogan, Levent Ersoz gibi isimlerin sizin deyimizle “agzina laf verilmesine” neden olacaktir. Ama Dogan ve Rodrik’in Balyozla birlikte Ergenekon’un da kulliyen dusmesi gereken bir dava oldugunu soylemelerine bakilirsa, onlarin boyle bir endise tasimadigini goz onune almak gerekiyor sanirim.

    ——————–

    @Can Acar

    Haberal ile ilgili soyledikleriniz ile ilgili olarak merttalay’in yolladigi video ilginc tabii. Bir de Haberal’in hastanedeki odasinda laptop, cep telefonu ve internet bagantisi bulunmasi ve buna goz yuman gorevliler hakkinda sorusturma acilmasi da ilginc. Haberal hakkinda ayakta tedavi gorebilir raporunu mahkemeden gizledigi anlasilan bir profesorun hakkinda dava acilmis olmasi daha da ilginc. Ama en ilginci benim babamda da var olan tasikardi rahatsizliginin Haberal’in hastanede tutulmasi icin bir mazaret olarak kullanilmasidir. Ayrica isin ilginci babam ile Haberal yakin tanisirlar ve babamin Balyoz/Ergenekon davalarina bakis acisi ile sizinki arasinda hemen hic fark yoktur. Buna ragmen Haberal’in arkadasi olan, onun masum olduguna inanan babam bile Haberal’in hastanede kalmasi icin yapilanlari yanlis bulmakta, bunlarin Haberal’a yakismadigini dusunmektedir.

    Ayrica kendisini ulusalci/laik olarak tanimlayan ogretmen rumuzlu yorumcunun Turkan Saylan hakkinda yazdigi su satirlar da onemli diye dusunuyorum:

    “Türkan SAYLAN’ın “Ne şeriat ne darbe!” çizgisine gelmesinin tarihi hiç de eski değil. 2003 yılında Türkan Hoca orduyu sivil toplum gibi gördüğünü söylerdi.”

    ——————
    @fenerant

    Analizinize katiliyorum, egr surec Dogan ve Rodrik’in arzuladigi sekilde isler ise gazeteler “TSK siyasi otoriteye boğun eğme karşılığında Balyoz davası düştü” mansetleri ile cikacak ve bu haberler dogruyu yansitacaktir.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Fmerakli, bana hitaben yazdiginiz kisma yanit vereyim: evet en buyuk korkum bu. Birkac gun once Veli Kucuk’u gazetelerde yine gorunce kanim dondu; bu gercektir. Ancak Ergenekon davasi’ninin icine yasla kuruyu, isine gelmeyen herkesi katinca ortaya cikan sahibeli tablo da gercektir. Bu iki davayi (Balyoz ve Ergenekon) basinin ele alisinda (yukarida ornekledigim gibi) hukuk surecinin isletilmesindeki sorunlar da gercektir.

      Ancak Pinar Dogan ve Dani Rodrik Ergenekon kulliyen dusmelidir diye nerede soylediler, onu anlayamadim? Bir alinti paylasabilirseniz sevinirim.

      Cevapla

      • fmerakli Says:

        Yukaridaki siyasi mutabakat onerisinin sonrasinda su ifade vardi:

        “Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.”

        Tabii bu nokuya Dogan ve Rodrik bir aciklik getirmek isteyebilirler; ama yukaridaki cumleden Balyoz ile Ergenekon davasi arasinda bir fark gormedikleri anlasiliyor.

        Bir de yukaridaki ifadelerinde yer alan “bir sekilde” tabiri de aciklamaya muhtac kanimca. TSK ve AKP’nin anlasip yargiya bu davalarin dusmesi yolunda telkinde bulunmalarindan baska bir sekil var mi yukaridaki temennide. AKP ve TSK’nin boyle bir syiasi mutabakat yapmasi yanlistir, bunun sonucunda yargiya telkinde bulunulmasi yanlistir, bu telkinle acilmis davalarin dusurulmesi yanlistir, siyasetin yargiya tahakkuk kuracagindan endise ettiklerini yazan Dogan ve Rodrik’in davalarin dusmesi icin AKP ile TSK arasinda siyasi bir mytabakat temennisi icinde olmalari ise hem kulliyen yanlis hem de buyuk bir tutarsizliktir.

        Cevapla

        • acracia Says:

          Tesekkur ederim. Simdi ne demek istediginizi daha iyi anlamis oldum.

          Cevapla

        • fenerant Says:

          Son paragrafınızda belirtiğiniz durum gerçekten açıklanmalıdır. Bu paragrafta yazdıklarınıza ve bu konudaki tespitlerinize aynen katılıyorum.

          Pınar hanım ve Dani bey bu ifadeyi herhalde dikkatsizlikle veya emniyetin lisanı ile SEHVEN kullanmışlardır diye düşünmek istiyorum.

          Cevapla

          • fmerakli Says:

            Fenerant,

            Soylediginiz gibi sayin Dogan ve Rodrik bu ifadelerine bir aciklik getirmek durumundadirlar. Ben en cok aciklama gerektiren noktalarin altini bir kez daha cizecegim:

            1. TSK’nin sivil otoriteyi tanimasinin Balyoz ve Ergenekon davalarinin dusmesi ya da bir baska kosul icin siyasi bir pazarliga konu olmasi kabul edilebilir bir sey midir? TSK’nin sivil otoriteye itaati pazarliga tabi bir sey olabilir mi?

            2. Velev ki boyle bir pazarlik yapilmis ve ciddi mesruiyet sorunlari olan ‘siyasi bir mutabakat’ saglanmis olsa Balyoz ve Ergenekon davalarinin dusmesi icin AKP ve TSK’nin yargiya telkinde bulunmasi kabul edilebilir bir sey midir? Yarginin tarafsiz ve bagimsiz calismasi gerektiginin altini cizen ve secimler sonrasi yeni bir AKP doneminde yarginin siyasallasma tehdidi ile karsi karsiya olduguna inanan sayin Dogan ve Rodrik’in AKP ve TSK’nin anlasarak Balyoz ve Ergenekon davalarini dusurmeleri, yani ordu ve siyasetin yargiya mudahalesinden bahsetmeleri kendileri ile celistikleri anlamina gelmiyor mu?

            3. Balyoz ve Ergenekon davalarinin dusmesinin siyasi pazarlik konusu yapilmasindan sozde degil ozde liberal demokrat Dogan ve Rodrik hic rahatsizlik duymazlar mi? Boyle bir onerinin liberal demokratik anlayista asla yeri olamayacagi dusunuldugunde sayin Dogan ve Rodrik de mesum “Turkiye’nin ozel kosullari” limanina demir mi atmaktadirlar?

            4. Asker ve siyasetin mesruiyeti tartismali bir siyasi mutabakat ile yargiya mudahale etmeleri yarginin tarafsizligina ve bagimsizligina vurulacak agir bir darbe degil midir? Dogan ve Rodrik “yeter ki Balyoz davasi dussun, ordu ve siyasetin yargiya mudahalesi tali bir unsurdur” diye mi dusunmektedirler?

            5. Balyoz davasi ile birlikte Ergenekon davasinin da dusmesini talep ederken hangi gerekcelerle hareket etmektedirler? Kucuk, Eruygur ve Tolon pasalara, JITEM’i kurdugunu itiraf eden Arif Dogan’a, Kemal Kerincsiz’e vs. isnat edilen suclarin da fabrikasyon ve ayni sahte belge cetesinin urunu olduguna mi inanmaktadirlar? Bu yondeki kanit ve bulgularini kamuoyu ile paylasmayi dusunuyorlar mi? Ornegin, Kerincsiz ve Kucuk’un Hrant Dink’in 301 ile yargilandigi davada mahkeme salonunda teror estirmeleri de sahte belgeleri hazirlayan cetenin bir provokasyonu mu idi? Yer altindan cikan silah ve muhimmati da bu cete uyeleri mi gommustu? TSK ile AKP arasinda Balyoz’a ek olarak Ergenekon davasini da dusuren bir siyasi mutabakat saglanirsa, bu onerinin sahipleri olarak yukarida saydigim isimlerin mahkemeye hesap vermeden kurtulmus olmalarindan bir rahatsizlik duymayacaklar, kafalarini yastiga koyup ic huzuru ile uyuyabilecekler mi?

            6. Amerika’da Beyaz Saray ile Amerikan ordusu gorulmekte olan yuzlerce sanikli ceza davalarinin dusmesi icin siyasi mutabakat saglayabilirler mi? Bunu yaparlarsa bu mesru bir mutabakat muamelesi gorur mu? Boyle bir oneriyi dile getiren akademisyenlere nasil bir tepki verilmesi beklenir? Ornegin, Dani Rodrik bu blogta futursuz bir sekilde dile getirilen “ordu ve hukumet arasinda siyasi bir uzlasma sonucunda yargiya mudahale edilerek Ergenekon ve Balyoz davalarinin dusmesi, bunun karsiliginda da askerin sivil otoriteyi tanimasi” yonunde bir pazarlik iceren temenniyi ingilizce olarak Washington Post’ta gonul rahatligi ile yayinlatabilir mi?

            Cevapla

    • Can Acar Says:

      fmerakli,

      Bence Haberal’ın hastanedeki Internet bağlantısından fazla bahsetmeyin, yoksa size Hizbullah’ın hapishanedeki Internet bağlantısını hatırlatırlar.

      Türkan Saylan’ın önceki veya sonraki düşünceleri onu darbeci yapar mı? Hayatını adadığı hastaları, araştırmalarını, okutmak için hayatını verdiği çocukları daha az değerli yapar mı?

      Cevapla

      • merttalay Says:

        Burada Nazi bilim adamlarini da analim lutfen. Hayatlarini adadiklari hastalari, arastirmalari cok degerlidir. Ha tabi biraz irkci olduklari, Cingene ve Yahudileri gercek insan olarak gormedikleri (hmm..bugun de kimilerinin “turbanli kizlar ancak turbanlarini cikarinca gercek genc kiz olacaklar” ifadelerine ne kadar benziyor degil mi?) icin bugun fazla itibar gormuyorlar ama olsun.

        Cevapla

        • Can Acar Says:

          Anmak istediğiniz bir Nazi bilimadamı varsa lütfen söyleyin. İsim verin ona göre karşılaştırma yapalım.

          Cevapla

          • merttalay Says:

            Isimler uzerinden gitmenin ne faydasi var anlamadim. Wikipedia gibi kaynaklardan istediginiz kadar isim bulabilirsiniz.

            Cevapla

            • Can Acar Says:

              Onları anmak isteyen sizsiniz. Size sormalı.

              Cevapla

            • acracia Says:

              Ben eksik kalmayayim:

              Tam tersine isimler onemli degil mi? Afaki konusmamis oluruz.
              Dr. Mengene ile Turkan Saylan’i ayni kefeye mi koyuyoruz? Yapmayin lutfen.
              Nazi bilim adamlarinin yaptiklari arastirmalar “eugenics” dedigimiz kapsamda. Hayatlarini adadiklari hastalar daha iyi genler tasiyan insan prototipleri yaratmak uzerine. Digerlerini de zaten denek olarak kullaniyorlardi. Diger tarafta Turkan Saylan cuzzamli hastalara yardim etmeye calisiyordu. Bunlari siyasi fikirlerinden bagimsiz soyluyorum.

              Bakin, ben de bazi konularda butun biliminsanlarina katilmayabilirim. Ama onemli bir noktayi kaciriyoruz diye dusunuyorum: cete uyesi olmak ve hukumeti devirmekle suclanmak baska, tasvip etmediginiz fikirleri savunmasi ve o konuda konusmasi ve faaliyet gostermesi bambaska, calismalari ise apayri konular. Iste bu konularin bizi getirdigi tehlikeli cizgi bu: ordu sempatizani oldugu icin hukumeti devirmeye yeltenen cete uyesi oldugunu dusunebiliyoruz. Benim de katilmadigim fikirleri savunan bir cok kisi var ama onlarin demokratik hakki bu, seslerini kisamam ki. Tasvip etmem baska. Ama iste bu bakis acisiyla geldigimiz tehlikeli nokta beni endiselendiriyor.

              Cevapla

              • acracia Says:

                Bu konuda yasadisi faaliyet gosteren, baskalarinin hayatini tehlikeye atan, demokratik devlete karsi aleni tavir alan kisileri ayri tutuyorum. Ordu sempatizanligini da savunmuyorum. Ama cete uyesi olmak bambaska bir sey.

                Cevapla

              • merttalay Says:

                acracia,

                Haklisiniz ama zaten Turkan Saylan bir ceteye uyeligi oldugu icin sorgulandi/arandi vs. Simdi durum bu iken “Aman efendim cok iyi bilim insaniydi ama!” demenin ne anlami var? Ayni sekilde “Haberal dunyaca unlu profesor!” EE? Adam darbe planliyor olamaz mi profesor diye?

                Nazi uc ornektir tabii ki kabul, dikkat cekici olsun diye verdim. Yine de ornegin “Turkan Saylan cuzzam konusunda sunu iyi yapmistir, ama dunya gorusu baskicidir, kendi gibi dusunmeyenlerden nefret etmistir” diyebilmeliyiz. Sirf iyi bilim yapiyor diye bir insana saygi duyulmaz.

                Cevapla

                • acracia Says:

                  Haklisiniz. Ama cete uyesi oldugu kanitlandi mi? O kanitlar nerede?

                  Cevapla

                  • merttalay Says:

                    Sorgulandi/arandi dedim, suclu bulundu demedim ki. Her sorusturma sonucunda iddianin dogru cikmasi gibi bir zorunluluk yok, o zaman sorusturma denen seyin bir anlami olmaz zaten.

                    Cevapla

                    • acracia Says:

                      Darbe ortamlarinda bazi ogretim uyelerinin is birligi olmustur gecmiste, dogru. Universitelerde az tasfiye yasanmadi.

                      Ama benim serh koydugum “Turkan Saylan bir ceteye uyeligi oldugu icin sorgulandi/arandi vs.” cumlenizdi, cunku bundan benim anladigim cete uyesi oldugunun ortaya cikmis oldugu idi. Demek ki cikmamis. Bu durumda su anda yapmakta oldugumuz tartismanin odagi yine fikirlerini tasvip etmememiz noktasina geri mi donuyor? Yoksa ben mi yanlis anliyorum?

                    • acracia Says:

                      Bakin, tasvip etmedigimiz seyleri savunuyor olmasi demek, Ergenekon’la baglantisini aciklamiyor demeye calisiyorum. Ama Turkiye’de oyle bir guc alani savasi var ki, o kadar dayatmaci politikalar uygulandi ve uygulaniyor ki, bazen bu ayrimlarin birbirine karistigindan endise duyuyorum ben. Butun soylemeye calistigim bu idi.

                • Can Acar Says:

                  Eğer Türkan Saylan için “kendi gibi düşünmeyenden nefret etmiştir” diyebiliyorsan, o zaman aslı sen kendin gibi düşünmeyenlerden nefret ediyorsun demektir. Türkan Hanım hastalarını inançlarına veya düşüncelerine göre asla ayırmadı. Eğer hayatını insanların iyiliğine adamış birisi türbanı kadınların özgür bir yaşam sürmelerine engel olarak görüyorsa, bu konuda taviz vermek istemiyorsa, bunu “nefret” diye damgalamak yerine, “acaba neden bu sonuca vardı?” diye düşünmek gerekmez mi?

                  Cevapla

                  • acracia Says:

                    Can Acar:

                    82 anayasasinin getirdigi duzenlemeyle bir cok genc kizin magdur oldugu bir gercek. Bununla universitelerde kilik ve kiyafet duzenlemesi getiriliyor; erkekler kisa sacli ve trasli ve kravatli, kizlar diz alti etekli ve yanlis hatirlamiyorsam makyajsiz olarak tarif ediliyordu. Turban da oradan. Yani tektiplilik getirilmeye calisiliyordu universitelere. Tabii bir taraftan bu kilik kiyafet duzenlemesinin sadece basini ortenlere uygulanmasi, bir taraftan da Kenan Evren doneminde Turk-Islam sentezinin baskin bir sekilde okullara girmesi ne perhiz ve de lahana tursusudur bilinmez. Ama hassasiyetlerin daha da keskinlestigi bir ortam yaratildigi gercek.

                    Bunlari siz boyle soyluyorsunuz diye yazmiyorum; lutfen yanlis anlamayin. Ancak bu konudaki hassasiyetlere belki de bu acidan da bakmak onemlidir.

                    Cevapla

                    • Bulent Murtezaoglu Says:

                      Ne sayida kizin magdur oluklarini dahi bilmiyoruz. Bir kesim bu yok gibi yaparken obur kesim mutemadiyen abartip yalan soyluyor. Zannediyorum 2004’ten bir calisma var, orada korkunc bir manzara gozukmuyordu. O konuda rahatsizlik vermesi gereken sey, yapilandan cok yapilabilmesi olmali. Universitenin durumunu gosteriyor bu talimatlarin verilebilmeleri ve uygulanmalari.

                      Saylan konusunda cemaatin ve diger olusumlarin propaganda cabalarina bakmadan manali bir fikir alisverisi zor bence. Ayni insandan bahsedilmiyor zannedersiniz iki ayri kesimden dinleseniz. Turkiye ile ilgili yabancilarla konusurken de ucuncu bir resim cikabiliyor cunku mesela [bunu gordum] Ingilizce Zaman Turkce Zaman’in yaydigi ‘misyoner’ lakirdilarini yaymiyor. Bunlara baktim ben biraz, Saylan hakkinda fikir edinecegime propagandistlerin ahlaksizliklari konusunda bir fikir edindim.

                    • acracia Says:

                      Yok zaten benim dikkat cekmek istedigim konu tartismanin icindeki basortu baglama/baglamama konusuydu. Bu buyuk olcude bize 82 anayasasinin bir hediyesi. Yoksa bunun nasil ele alindigi, degisik kesimlerin bunu nasil soylemlestirdigi cok baska bir konu.

                      Diger taraftan Turkan Saylan bunun sadece bir ornegi. Fikirlerini begenirsiniz begenmezsiniz, ama Ergenekoncu diyemez kimse elde delil yoksa. Benim rahatsiz oldugum Ergenekoncu cok kolay bir sekilde yafta haline geldi: Kemalist, CHP’li, vs anlamlariyla esdeger kullaniliyor neredeyse. Insaf diyorum.
                      Ergenekon davasinin icini de bosaltiyor bunu soyleyenler. Fikrini begenmedigime ben Ergenekoncu diyemem ki oyle rastgele.

                      Ergenekon cok ciddi bir suclamadir: hukumeti devirmek icin cete kurmak anlamina gelir. Begenelim begenmeyelim, fikrini savunmak, o alanda konusmak ve muhalif olmak ne zaman hukumet devirmekle bir oldu? Bu kavram kargasasidir bizi bugunlere getiren.

                      Simdi Today’s Zaman’a gelince: Ingilizce okuyan ve hitap etmeyi planladiklari kitlelere tabir-i caizse satmaya calistiklari “bakin ne kadar acikfikirli ve hosgoruluyuz” tadindaki imgeleri artik tavsadi, bayatladi. Ancak o Turkce Zaman’da gordugunuz Turkan Saylan’a yapistirilan “misyoner” yaftalaridir kendilerini ele veren. Bunun hosgoruyle alakasi falan da yok. Ayrica misyoner olsa ne olacakti? Cemaatin yurtdisi okullarinda yaptiklari ne? Demokratik haklari ise, oburune niye laf ederler?

                      Son olarak Ogretmen rumuzlu okuyucunun hatirlattigi gibi Samanyolu TV’nin verdigi Grizu patlamasinin Ergenekon’a baglanmasindan tutun Madimak Oteli’nde goz gore gore sahit oldugumuz sahneyi de Ergenekon’a baglamak manidar tabii. Sizin gecenlerde Karsi Devrim rumuzlu sahsa hatirlattiginiz gibi Erdogan’in Irak tezkeresini gecirmeye calisirken AKP’lilerin degil, bazi AKP ve CHP’lilerin isbirligiyle gecmedigi gerceginin orneklendirdigi gibi, yakin tarihimizi yalanlarla yeniden yazmayi biraktim, ki hepimiz hatirliyoruz bu gunleri, Ergenekon’u da isine gelmedigi herkese kullananlara icerliyorum.

                      Hukumet devirmek ciddi suctur. Begenmedigimiz herkese Ergenekoncu dersek, o sucun adini cok fazla anarak icini bosaltip normalize etmis, Turkan Saylan’la Veli Kucuk’u ayni kefeye koymus, dahasi Veli Kucuk, Kemal Kerincsiz, Arif Dogan gibilerinin yargilanmasindaki hakli sebepleri onyargilarimizla cok rahat sarf ettigimiz Ergenekoncu kelimesiyle normalize etmis oluruz.

      • fmerakli Says:

        Ha anladim; siz “Hizbullah’a verildiyse Haberal’a da verilsin” diyorsunuz. Ben de iki yanlis bir dogru etmez, hukuk onunde herkes esittir, kimse ayricalikli muameleye tabi tutulamaz diyorum.

        Turkan Saylan’in politik dusunceleri ile mesleki uygulamalari birbirinden bagimsiz iki unsurdur. Ayni sey Haberal icin de, ya da ne bileyim Balbay icin de gecerlidir.

        Cok basarili bir cerrah da suc isleyebilir, cuzzamla basarili bir sekilde savasan bir doktor da suc isleyebilir, bir gazeteci, akademisyen de de suc isleyebilir. Bu islenen suc da darbe planlayan bir orgute uyesi olmak ya da orgute yardim etmek olabilir. Ben bu isimler sucludur demiyorum, haklarinda (Saylan haric) dava devam ediyor; ama mesleklerinde basarili bir cerrah, doktor, akademisyen ya da gazeteci vs. olmalari onlari kategorik olarak suc islemeyen/islemeyecek olan insanlar sinifina dahil etmez, bunu soylemeye calisiyorum!

        Cevapla

        • acracia Says:

          Kuddusi Okkir’i da ekleyelim; oldugunde neyle suclandigi tam olarak hala bilinmiyordu cunku ortada daha iddianame yoktu. Ne yapmistir bilemem, ama devam etmeyen bir dava daha ekleyeyim listenize.

          Cevapla

        • Can Acar Says:

          Yazılanları yanlış veya işinize geldiği gibi anlamaya devam ediyorsunuz. Ben de hukuk önünde herkes eşittir diyerek başka bir eşitsizliğe işaret ediyorum. Eğer hapishanede Internet kullanmak mümkün ise, en azından Balbay’a bir daktilo verilsin de yazılarını elde yazması gerekmesin diyorum. Eminim bazıları ise kalem-kağıt bulduğuna şükretsin diyordur. Dikkatinizi çekerim, bu insanların hepsi tutuklu yargılanıyor. Yıllardır. Kimileri ne ile suçlandıklarını bile bilmiyorlar. Savcıların bu soruya “sen iyi bilirsin ne ile suçlandığını” anlamında cevap verdikleri hangi hukuk sisteminde görülmüş. Balyoz benzeri sahtecilik iddiaları var, ama onları araştıran yok. Bu insanlar beraat ederse kaybolan yıllarını kim geri verecek? Hukuk önünde suçu ispat edilene kadar herkes masum değil miydi?

          Bu nedenle “hukuk önünde eşitlik” masalı okumayın. Ben “Deniz Feneri” davasından tutuklu yargılanan kimse göremiyorum. Delil karartmanın alası orada yapılmaz mı? Belki de tutuksuz yargılanmalarının nedeni ortada karartılacak delil kalmadığı içindir.

          Haberal kendi şartlarını biraz rahatlatmak için sistemi zorladıysa ayıp etmiş. Ancak ortadaki bariz eşitsizlikler karşısında “kendini kurtardığı” için onu gerçekten suçlayabilir misiniz?

          Evet, başarılı işadamları, bilim insanları, okumuş kişiler da suç işler, polisler, savcılar, avukatlar, hakimker, bakanlar da suç işler. Herkesin eşit şartlarda yargılanması şarttır. Ne kişileri kayırmak ne de kişiye göre şartları zorlaştırmak doğru değildir.

          Cevapla

  8. acracia Says:

    Merttalay:

    Yukarisi cok kalabalik olmus; buraya cekiyorum yukarida size yazdigimi.

    Yalniz su noktayi eksik birakmisim, ekleme yapmak isterim:

    Iste bu yuzden bu site gibi daha bircok site cikmali. Iste bu yuzden en azindan bir ucundan tutan insanlara ama siz her konuda bunu yapmiyorsunuz diyecegimize destek olmak, bu mucadeleyi daha yayginlastirmak adina onemli degil mi? Bazi insanlar aktivizmi profesyonelce yapiyor; kimisi amatorce; kimisi bir sekilde bir davanin icine cekiliyor ve daha once fark etmedigi seyleri fark edip –burada oldugu gibi– ortaya cikiyor. Ama bunun icin insanlari suclayamazsiniz ki? Bu bloga bir suredir ben de dadandim ve geri kalan bir suru isimi ihmal ettim, kaldi ki bu tarz bir mucadele icinde kisisel olarak bile degilim, bu bloga verilen emegi bu yuzden ancak tahmin ve takdir edebilirim.

    Haksizliga karsi mucadele bir maraton. Herkes maratonu bitirmek zorunda degil. Arada kosabildigi kadar birileri katilip tarihi bir davada somut bulgular koyuyorsa, ben ne kendilerini dogrudan sorgularim samimiyetsiz diye, ne de bu maratonu hep kosmalisiniz beklentisi icinde olurum. Gercekci degil cunku. Bunu da samimiyetsizlik diye gormem.
    Onun yerine bu maratona daha cok kisinin katilmasini isterim ki biri birakirsa oburu alsin. Ama devam etsin bu sesini cikarmak. Benim baktigim yerden gorunen bu.

    Bu yuzden blog yazarlarini o sekilde bir elestiriye ben tabi tutmuyorum. Onemli olan ne yapildigi. Ve su anda hukuksuzluklari, sahibeleri gorup “artik yeter” diyen bir grup insan en azindan bir sey yapmaya calisiyorlar. Neden baskalari da ayni sekilde gerceklerin pesine dusmeye calismiyorlar?

    Herkesin cesitli sahibelerle yontemlerle susturuldugu, susturulmaya calistigi bir ortamda, en azindan seslerini cikariyorlar. Bu azimsanacak sey degil ki.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Bu arada aktivizm kelimesini sarf etme sebebime geleyim: uzun soluklu kosulara aktivistlerin katildigi gibi varsayimla dile getirdigim icin. Burada kimseye aktivist demeye calismiyorum. Bunu yazarken aklimdaki ornek Cumartesi Anneleri’ydi. O da bir aktivizm diye dusundugum icin. Netlestireyim.

      Cevapla

    • Bulent Murtezaoglu Says:

      Buraya bir seyler yazmistim galiba ama link var diye cikmadi herhalde.

      Cevapla

  9. ihtimal Says:

    “Isterdik ki, Başbakan, Adalet Bakanı ve Içişleri Bakanı siyasi sorumluluklarını yerine getirip, sahte kanıt üreten çeteyi, yargı ve Emniyet teşkilatında bu çeteye hizmet edenleri ortaya çıkaracak çalışmaları başlatabilsin. Ancak gerçekçi olmak gerekirse, bunun pek olası bir senaryo olmadığını da biliyoruz.”…. Maden dusuk bir ‘ihtimal’ neden bahsetmeye gerek duyuyorsunuz?!?! Yanlis adamla pazarlik etmeye calisisyorsunuz Pinar Hanim, Tayyip bu sark kurnazliklarini yemez 😉 hem madem pazarlik etmek istiyorsunuz, taraflarinin istediginin alt ve ust limitleri arasinda cok fark olmamasina ozen gostermelisiniz!!!!

    Cevapla

  10. acracia Says:

    Bulent Murtezaoglu ve Can Acar:

    Yukarisi cok kalabalik olmus, cevapla kismi da kalmamis. Ben buraya tasiyorum yazdiklarimi:

    Yok zaten benim dikkat cekmek istedigim konu tartismanin icindeki basortu baglama/baglamama konusuydu. Bu buyuk olcude bize 82 anayasasinin bir hediyesi. Yoksa bunun nasil ele alindigi, degisik kesimlerin bunu nasil soylemlestirdigi cok baska bir konu.

    Diger taraftan Turkan Saylan bunun sadece bir ornegi. Fikirlerini begenirsiniz begenmezsiniz, ama Ergenekoncu diyemez kimse elde delil yoksa. Benim rahatsiz oldugum Ergenekoncu cok kolay bir sekilde yafta haline geldi: Kemalist, CHP’li, vs anlamlariyla esdeger kullaniliyor neredeyse. Insaf diyorum.
    Ergenekon davasinin icini de bosaltiyor bunu soyleyenler. Fikrini begenmedigime ben Ergenekoncu diyemem ki oyle rastgele.

    Ergenekon cok ciddi bir suclamadir: hukumeti devirmek icin cete kurmak anlamina gelir. Begenelim begenmeyelim, fikrini savunmak, o alanda konusmak ve muhalif olmak ne zaman hukumet devirmekle bir oldu? Bu kavram kargasasidir bizi bugunlere getiren.

    Simdi Today’s Zaman’a gelince: Ingilizce okuyan ve hitap etmeyi planladiklari kitlelere tabir-i caizse satmaya calistiklari “bakin ne kadar acikfikirli ve hosgoruluyuz” tadindaki imgeleri artik tavsadi, bayatladi. Ancak o Turkce Zaman’da gordugunuz Turkan Saylan’a yapistirilan “misyoner” yaftalaridir kendilerini ele veren. Bunun hosgoruyle alakasi falan da yok. Ayrica misyoner olsa ne olacakti? Cemaatin yurtdisi okullarinda yaptiklari ne? Demokratik haklari ise, oburune niye laf ederler?

    Son olarak Ogretmen rumuzlu okuyucunun hatirlattigi gibi Samanyolu TV’nin verdigi Grizu patlamasinin Ergenekon’a baglanmasindan tutun Madimak Oteli’nde goz gore gore sahit oldugumuz sahneyi de Ergenekon’a baglamak manidar tabii. Sizin gecenlerde Karsi Devrim rumuzlu sahsa hatirlattiginiz gibi Erdogan’in Irak tezkeresini gecirmeye calisirken AKP’lilerin degil, bazi AKP ve CHP’lilerin isbirligiyle gecmedigi gerceginin orneklendirdigi gibi, yakin tarihimizi yalanlarla yeniden yazmayi biraktim, ki hepimiz hatirliyoruz bu gunleri, Ergenekon’u da isine gelmedigi herkese kullananlara icerliyorum.

    Hukumet devirmek ciddi suctur. Begenmedigimiz herkese Ergenekoncu dersek, o sucun adini cok fazla anarak icini bosaltip normalize etmis, Turkan Saylan’la Veli Kucuk’u ayni kefeye koymus, dahasi Veli Kucuk, Kemal Kerincsiz, Arif Dogan gibilerinin yargilanmasindaki hakli sebepleri onyargilarimizla cok rahat sarf ettigimiz Ergenekoncu kelimesiyle normalize etmis oluruz.

    Cevapla

    • Bulent Murtezaoglu Says:

      “Ergenekon” denen olusumun yakin tarihteki bir suru cinayet ve katliamin da arkasinda olugunun iddia ediligi goz onune alinirsa boyle ona buna — ki bana dendi — Ergenekoncu diyen ve denmesini tesvik edenlerin aslinda ne demekte ve ne yapmakta olduklari belki daha iyi anlasilir. Yaygin soylem bu derece izansizca olunca sadece bahsettiginiz normallesme olmuyor, elimizdeki (dil vs.) araclar cok kaba/sig ve siyah-beyaz bir saf aidiyeti belirlemekten baska ise yaramaz hale de geliyorlar. Basimiza geleni veya olmakta olani konusamaz hale gelmenin veya getirilmenin bir yolu da bu.

      Cevapla

      • acracia Says:

        Evet. Cok cok ciddi suclar kapsami icine giriyor. JITEM dahil. Ama faili mechulleri arastirmaya AKP neden uc kere red oyu verir bir taraftan Ergenekon yargilamalari devam ederken, anlasilir gibi degil. Zira yukarida ornekte verdigim gibi, Ergenekon’un basinda ele alinisina bile hukuki yaptirimlar getirirken, faili mechulleri arastirmaya uc kez red oyu verilmesi, asil amacin Ergenekon’un arastirilmasindan, ortaya cikarilmasindan ziyade susturmaya mi yonelik bir hal aldigi sorusunu ciddi bir sekilde sorduruyor.

        Zaten ben Ergenekon adi nereden cikti, onu da hatirlamiyorum. Siz hatirliyor musunuz?

        Yaftalamak, susturmaya calismanin bir parcasi zaten. Sorun da bu. Cunku insanlar soylediklerinin aslinda ne kadar agir ithamlar oldugunun ayirdina varmiyorlar.

        Cevapla

        • acracia Says:

          Ya da variyorlar ve bilhassa yapiyorlar. Bilemiyorum.

          Cevapla

        • Bulent Murtezaoglu Says:

          Zaten ben Ergenekon adi nereden cikti, onu da hatirlamiyorum. Siz hatirliyor musunuz?

          Ben yoktum memlekette ama biraz bakindim zamaninda. Susurluktan sonra Can Dundar yaymis o ismi. Filmi bile var o zamandan kalma. Buyurun: http://video.google.com/videoplay?docid=4856904056172270595

          Cevapla

          • acracia Says:

            Cok tesekkur ederim.

            Bu arada sizin gibi herseyi cok boyutlu dusunmeye ozen gosteren birisi (en azindan burada gordugumuz kadariyla) de bu yaftayi yemisse, sasirmamak mumkun degil.

            Cevapla

            • Bulent Murtezaoglu Says:

              Rica ederim. Isitilen/savrulan laflar memleketin girdigi ortamla alakali benim ne olugumla degil. Hatirlarsiniz bir takim solcularin da mutemadiyen ‘fasist’ deme huylari vardi, bu da onun simdi olani gibi biraz. Bu hallere hic girmemek lazim ama goruyorsunuz iste, hemen hemen herkes biraz katki yapiyor ve boyle oluyor. Herhalde bir ise de yariyor. Bush da denemisti bunu, ya bizimlesiniz ya teroristlerle diyerek.

              Cevapla

              • acracia Says:

                Uzatmayayim ama “Fasist” yaftasi o kadar da kaybolmadi. Buyrun Yildiray Ogur’dan:

                http://haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=19095

                Cevapla

              • acracia Says:

                Bu da fasist yaftasinin bu kadar futursuzca yapistirilmasina verilen bir yanit Bulent Somay’dan geldi. Link koyamiyorum nedense ama “No More Mr. Nice Guy: Efendilik buraya kadar” baslikli yazisi Radikal Gazetesi’nin 26.12.2010 sayisinda bulunabilir.

                Geldigimiz konu yaftanin dayanilmaz hafifligi olduguna gore paylasmam uygun olur diye dusundum.
                Vaktinizi aldigim icin kusura bakmayin.

                Cevapla

                • Bulent Murtezaoglu Says:

                  Ikisini de okudum, tesekkur ederim. Daha da uzatayim ben de bari. O ‘fasist’ lafinin yaygin kullanimda oldugu zamanlarda (70ler) ben bu insanlar ne diyorlar kendi durduklari yer neyin nesidir filan diye merak ederdim ama malum hem kaynaklar kitti hem olanini da okumak/bulundurmak tehlikeliydi. O zaman bir sey anlamak mumkun olmadi. Su son senelerde biraz bakmaya calistim. Konular hakkinda pek bir sey kavramis degilim ama memlekette bu lakirdilari eden guruplar hakkindaki — teknik adam kibridir herhalde diye dusunegeldigim — bir takim suphelerimin cok da bos olmadiklarini dusunmeye basladim. Her kanattan basin ve ‘saygin’ isimlere ikrah duygusu ile yaklasmamin bir sebebi de o. Sadece tarihi bilgi naklediyor havasinda yalan yayilmasinin degil, kavramlarin da anlasilmamasinin musebbibleri bu isleri ustlerine almis gozuken insanlar/guruplar gibi duruyor. Kavramlarin isimlerinin yerli yersiz kullanilip [kusurlu veya degil] dusunsel araclara, insanlik birikiminin o tarafina ulasimi imkansizlastirmak herhalde topluma hizmet degil. Nasil ki yalan haberler onlara inanan kitlenin gercekle alakasini kesip yasanan dunya ile algilanip ustunde dusunulen dunyayi farklilastiriyorsa, kavramlarin isimlerini etiket halinde saga sola yapistirmak da belki isimize yaracak alet cantalarinin, ne bileyim, sapini kopartmak, ustune curuf dokmek gibi. Bu herhalde dunyada da yaygin ama burada abartili sekilde tezahur ettigi icin daha kolay goruyoruz.

                  Cevapla

                  • acracia Says:

                    Evet, bence bir cok yerde olan bir sey kavramlarin icinin bosaltilmasi. Sirf Turkiye’de degil. Bulent Somay’in yazisi bu yuzden cok anlamli bence. Yildirim Turker’e fasist demek icin insanin aklinin peynir ekmekle yenmis olmasi lazim. Bu yaziyi Ogur’a yazdiran da Yildirim Turker’in 13.12.2010 tarihli “Yumurta!” baslikli yazisindaki iktidar elestirisiydi.

                    Bu acidan kamu onundeki kisilere, hele ki gazetede yazanlara, televizyonlarda cikanlara (akademisyenler, gazeteciler, vs) cok buyuk bir etik ve profesyonel sorumluluk dusuyor.

                    Cevapla

          • acracia Says:

            Bulent Murtezaoglu:

            Cidden uzattigim icin kusura bakmayin ama ben bu belgeseli unutmusum; iyi ki gonderdiniz, hafizam tazelenmis oldu. Iceriginin cogunlugu asikar (ve zaten ben de bu yuzden hep israrla 12 Eylul deyip duruyorum), ama mesela Erol Mutercimler’i unutmustum ben gercekten. Ergenekon orgutunu ilk bahis konusu yapanlardan olup bu konuda bircok sey ortaya koyduktan sonra, bizzat kendisinin Ergenekon sorusturmasi kapsaminda goz altina alinmasi tam bir muamma.

            Ama dedigim gibi, Ergenekon davalari devam ederken, faili mechulleri arastirmaya AKP neden uc kere red oyu verir, bunu anlamak cok zor. Zira yukarida ornekte verdigim gibi, Ergenekon’un basinda ele alinisina bile hukuki yaptirimlar getirirken, faili mechulleri arastirmaya uc kez red oyu verilmesi, asil amacin Ergenekon’un arastirilmasindan, ortaya cikarilmasindan ziyade susturmaya mi yonelik bir hal aldigi sorusunu ciddi bir sekilde sorduruyor.

            Bu belgeselle bellegimi sayenizde tekrar tazeledikten sonra ayni seyin altini ciziyorum: su anki haliyle “hukumet devirmek-darbe” kapsaminda one surulen Ergenekon’un uzerine gitmekle faili mechulleri arastirtmamak uzerine uc defa oybirligiyle Meclis’te karar alinmasi ortaya celiskilerle dolu ve cok tuhaf bir tablo koyuyor.

            Cevapla

  11. Ogretmen Says:

    TRT Haber bizi duymuş olacak ki Türkan SAYLAN’ı itibarsızlaştırma çabasına hız vermişler. Buyuk Takip programindan inciler, yorumsuz bir bicimde aktarmak isterim:

    Kaynak: Vatan Gazetesi, 04.02.2011

    “TRT’nin en çok izlenen kanallarından biri olan TRT Haber’de yayınlanan “Büyük Takip” isimli haber programında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ile ilgili tek taraflı iddialara yer verildi. Derneğin bölücülük faaliyetlerinde bulunduğu öne sürülen programda, önceki yıl hayatını kaybeden dernek başkanı Türkan Saylan’ın “İstanbul Üniversitesi’ndeki başı örtülü öğrencilere hipnoz yaparak başını açtırdığı, Atatürkçülüğü bir maske olarak kullandığı, İslam düşmanı olduğu” iddia edildi.

    – Adnan Odabaş (Üsküdar Gazetesi sahibi): “Bu insanlar Atatürk’ü kalkan yaparak bölücülük yaptılar.”
    – Yılmaz Dikbaş (Araştırmacı): “Fakir, işsiz çocuklara Türk tarihine, Türk geleneklerine, Türk karakterine ters bir eğitim verdiler. Türkan Saylan bir Atatürkçü değildir.”
    – Adem Zencir (Güvenilir öğrenci olarak Saylan’ın en yakınına kadar yükselmiş bir isim olduğu, dernekte çalıştığı, ancak imam hatip kökenli olduğu anlaşılınca kovulduğu iddia edilen kişi): “Türk devletine, Türk askerine ne kadar düşman varsa, onlara üç katı para verirlerdi. Deniz Yıldızları diye bir programları vardı. Bu seminerlerin içeriği İslam düşmanı. Mağdur Kürt kızlarıyla, askeri okuldaki bozulmayan çocukları sosyal temasa geçirmek, batı felsefesiyle yetiştirmek amaçlı yapılan sosyal aktivitelerdi. Saf kızları, yoksul kızları konağa alır, hipnoz yapardı. Ve bunu Türkan Saylan yapardı ve ruh ikizi Kemal Alemdaroğlu yapardı.”

    Cevapla

  12. rana Says:

    [Yorum – Yard. Doç. Dr. Şükran Yaşar] Korkuyorum anne!

    Yard. Doç. Dr. Şükran Yaşar – Celal Bayar Üni. Tarih Bölümü – 18.09.2010

    Dört bir tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkenin vatandaşı olarak, bir zamanlar Avrupalıların çocuklarına yaptıkları gibi okullarda ‘bak Ruslar gelir, bak Bulgarlar gelir, bak Yunanlılar seni yer, o Araplar var ya, arkadan vuran pis hain Araplar, pisliğin ta tekidir onlar’ hipnozuyla beynimiz yıkandığı için korkuyorduk.

    Okuldan önce ise her ebeveynin ve bugün bizim de kendi çocuklarımıza yaptığımız gibi tehlikelerden korumak adına nelere dikkat etmemiz konusunda korkutuluyorduk. Haminneler de gulyabaniler, cinler ve perilerle aklımızı başımızdan alıyorlardı. Gece tuvalete gitmeye korkuyor, altımıza kaçırmayı göze alıyorduk.

    Okulda Ahmet Kaya şarkıları söylerken ya da kasetlerini elden ele dolaştırırken yakalanmaktan korkuyorduk. Tüm kasetler bana ait olmasına rağmen, salak kız kardeşimin üzerinde yakalanınca ben çalışkan, onur kurulu öğrencisi olduğum için kimse benden şüphelenmiyor, biraz tembel ve haylaz olan kardeşim tüm şimşekleri üzerine çekiyor, baskılar sonucu okuldan nefret ediyor ve eğitim hayatına son veriyordu. (Dışarıdan açıköğretimle liseyi bitirdi ama.)

    Sonra bürokrasi cenneti olan ülkemizde devletin memurlarından korkar olduk. Ya bir evrakımız eksik olur da memur ya da memure bizi paylayıverirse rezil olurduk. Bugün git yarın gel türküsüyle işimizi bitirmeyebilirlerdi, korkuyorduk. Peki ya kimliğimizi evde unutup sokağa çıkarsak ve hasbelkader bir kimlik kontrolünde gösteremezsek, nasıl ispat edecektik bu vatanı canımız pahasına sevdiğimizi? Ve unutkanlıktan başka bir kusurumuzun olmadığını nasıl anlatacaktık, korkuyorduk.

    Aklım başımda karşılaştığım ilk darbe 28 Şubat oluyordu. Televizyonlarda Brezilya dizileri seyreder gibi şeyhlerin aşk hayatları üzerinden ülkemizi nasıl yıkıp, bölüp, parçalayacakları nameleriyle korkutuluyorduk. (Bu arada biz korkudan donmuşken birileri de bankaları boşaltıyordu.)

    Jandarma okulunda okuyan kardeşim, babamın imam olduğu öğrenilirse okuldan atılmak ve tazminat ödemek korkusu yaşıyor, bir gün okul komutanına -komutanım benim babam bu işi yapıyor, ben sizden hiçbir şeyi gizlemedim, ben ne olacağım- diye sormak zorunda kalıyordu. Allah’tan komutanı aklı başında bir adammış ki, tamam evladım korkma, diyordu. Rahmetli annem ise kardeşimin kaydı için gerekli olan belgelerde kendisinin de bir fotoğrafına ihtiyaç duyulduğu için başı açık fotoğraf çektirmek zorunda kalıyor (zaten tavşan kulağı modeli bağlardı başını öyle onların korktuğu türbanlı cinsinden de değildi ama), başını açmanın verdiği üzüntüyle en kötü resmi albümümüze giriyordu. ‘Çok zoruma gitti, öyle üzüldüm ki!’, demişti bana daha sonra.

    BİRGÜN CHP İKTİDARA GELİRSE…

    Biz kızlar, ikimiz de açıktık. Başlarımız açıktı yani. Bugün de en sevdiğimiz giysilerimiz blucinlerimizdir. Ben daha çok eşofmancıyım mesela, mümkün olabilse işe de eşofmanla gidebilsem keşke. Giyimimize, kuşamımıza dikkat ederiz; severiz giyinmeyi. Ama kendimizce ölçülerimiz vardır. Dekolte ve vücuda yapışan şeyleri giymeyiz. Tercih meselesi. Babamızı mahcup edecek ya da yaşımız ve konumumuza uygun olmayan şeyleri giymeyiz. Neyse mesele bizim gardırop değil de, bu bilgi ileride lazım olacak.

    1000 yıl sürmesi beklenen, ama Allah’tan 10 yıl içerisinde atlattığımız, atlatmaya çalıştığımız; referandum sonucu itibarıyla iyice üstüne basıp çiğnediğimiz bu süreç, bizi korku dehlizlerinde bir o deliğe, bir bu deliğe hapsediyordu. Bir yandan faili meçhul cinayetleriyle kendi taraftarlarını öldürtüyor ve bizim, yani inançlı mütedeyyin kitlenin üzerine suçu atarak, hem bizi hem de kendi yandaşlarını karanlık korkulara sürüklüyordu bu güruh. Onlar bu sefer acaba bizden kim ölecek diye korkarken, biz de hiç suçumuz günahımız olmadığı halde, yine okkanın altına tüm inancımız, değerlerimiz, özgürlüğümüz gidecek diye korkuyorduk.

    Sözde laik ve ceberut devlet, halkı öyle korkutmuş ve sindirmişti ki, kimse şunun sana selamı var dendiğinde -aleykümselam- diyemiyor -şu işinizi Allah hayırlı etsin- dendiğinde -amin- diyemiyordu. Bu kelimelerin yerini sağ ol almıştı. Kimi dinle bir alakasının olmadığını gösterme kompleksiyle, kimisi de başıma bir şey gelir korkusuyla.

    Gencecik bir milletvekili hanımı sabaha karşı iki kız çocuğunun gözleri önünde götüren sayın cumhuriyet başsavcısının Allah muhafaza bizlere neler yapabileceğini tahmin bile edemiyorduk. Ki yukarıdaki giysi tanımlamasını uzun tutmamın ardında ojeli tırnakları ve makyajlı yüzüyle kimse benden korkmuyordu, ama ben korkuyordum. Ben takiyye mi yapıyordum hayır, beni tanıyan herkesin rahatlıkla söyleyebileceği şekilde pervasız ve patavatsızca hiçbir zaman görüşlerini gizlemeyen biri olmuşumdur. İşte bu yüzden korkuyordum. Ben demokrasiye, insanların kendilerini istedikleri gibi ifade etme özgürlüğüne, istedikleri gibi ibadet etme özgürlüğüne sahip olmasını istiyordum. Kürt arkadaşıma –Allah’ın Kürt’ü, o iş öyle mi yapılır- diye takılırken, onun da bana -Lazların kafası 12’den sonra çalışmazmış doğru galiba- diye takılmasını istiyordum.

    Neyse, dedik ya biz Atatürk değil, korku cumhuriyetinin çocuklarıydık. Hâlbuki Atatürk devrimlerini, tebayı-kulu birey yapmak için yapmamış mıydı? Kendimize güvenelim, kadınlar kendilerine öyle güvensinler ki diye herkesten önce kadınlara seçme hakkını vermemiş miydi? Peki, bu ecinni ve öcüler ağlarını hangi ara örmüşlerdi üzerimize?

    Kaba bir hesapla ülkenin % 58’i Tayyip Erdoğan’dan, AK Parti’den korkmuyor, % 42’si ise hâlâ korkuyor. İnsanlar yüksekten korkuyorlar, açık alanda bulunmaktan korkuyorlar, örümcekten, kediden, ottan, böcekten… her şeyden korkabiliyorlar, bu tıbbî bir durum, vaka. Demek ki bu yüzde 42’de de AK Parti fobisi var; iyi, güzel amenna. Bu fobi giderilebilir mi, bilmiyorum. Fobiyi giderme isteği ve görevi AK Parti’nin işi, beni hiç ilgilendirmiyor. Çünkü ben hiçbir şekilde etkili, yetkili ve sorumlu bir makamda değilim.

    Ben % 58’e dâhil olan bir yüzde, binde, her ne isem o olarak, geriye kalan % 42’nin anlayışından korkuyorum. Korkamam mı? Fobi işte nedeni, niçini yok!

    Mesela bir gün CHP iktidara gelirse, bir zamanlar yaptığı gibi camileri ahırlara, kışlalara, depolara dönüştürür mü diye korkuyorum.

    Çok bunaldığım, daraldığım, Allah’tan başkasının kelamının beni rahatlatmadığı gecelerde okuyacak bir Kur’an-ı Kerim bulabilir miyim, yoksa gecenin bir yarısı etrafı kolaçan ederek bahçedeki ağacın altına gömdüğüm kitabımı binbir güçlükle çıkarıp, alelacele okuyup, tekrar gömmek zorunda kalır mıyım diye çok korkuyorum.

    Peki, ya modernlik ve çağdaşlık adına mini etek giymeye zorlanır mıyım (laf aramızda bacaklarım çok da muntazam değil) diye, çok korkuyorum.

    Balolara katılmak zorunda bırakılıp, doğru düzgün tanımadığım bir iş arkadaşımın hafif alkollü bir şekilde yanıma yaklaşıp -benimle dans eder misiniz bayan-hanımefendi- teklifine muhatap olmaktan, çok korkuyorum. Çünkü elin herifinin bana dokunmasını tahayyül etmek bile beni delirtiyor. Peki, ben şimdi geri kafalı mı oluyorum? (Hani Onur Öymen Başbakan’ın çağdaş olup olmadığı noktasında böyle garabet bir örnek vermişti hatırlıyor musunuz? “Mesela Başbakan ben değiştim diyor ama balo düzenleyip bir kadını dansa kaldırabilir mi?” gibi modernlik ölçen muhteşem bir soruydu bu!)

    Ya yeğenlerim, ‘Teyze ben nereden geldim, nereye gidiyorum, ölüm nedir, ölünce ne olacağım, öbür dünya diye bir şey var mı, varsa orada muhtemelen ne var ola ki?’ diye sorduklarında, -bak güzelim seni yarın Kur’an kursuna yazdırayım orada bu konunun uzmanları senin bu sorularını daha iyi cevaplandırırlar- diyemeyeceğim diye, çok korkuyorum. (Ben bu soruları alimallah havada karada cevaplarım da, e cevaplayamayanlar da olacaktır.)

    Ya modernleşme, çağdaşlık, uygarlık adına turnusol kâğıdı olarak kullandıkları alkol, her yerde satılır ve içilir olursa, çocukların ellerinde biralarla sınıfa girmelerinden, gece dersinden evime dönerken sarhoş birileri tarafından taciz edilmekten, kısmet olur da evlenirsem çeşitli sosyal ortamlarda içkiye başlamak zorunda kalan eşim sarhoş olup da beni döver mi acaba diye, çok korkuyorum.

    Ya bizim mahalle, semt, şehir her neyse bir sebepten dolayı vergisini veremez ise CHP’nin Dersim’de yaptığı gibi bir sabah jet uçaklarının yaşadığımız bölgeyi bombalamasından çok korkuyorum. (Yani verirdik bir şekilde daha sonra, gerek var mıydı bu kadar şiddete?) Yine Dersim’de olduğu gibi 1 ila 13 yaşındaki çocuklar dere kenarlarında Kerbela’da olduğu gibi boğazlanırlar mı diye, çok korkuyorum.

    kıymeti kendinden menkul sosyolojik saptamalar!

    İnsanların af edersiniz eşeklerini vergi olarak verip kaybetmemek için yatağa yatırıp -babam hasta, içeride yatan o- deyip arkasından da yine af edersiniz eşeğin anırmasına binaen yaşanan trajikomik durumun benim başıma da gelmesinden çok korkuyorum. (Sahip olduğum biricik kediciğimi vergi olarak vermek zorunda kalır mıyım diye.)

    İşsizliği ve ekonomiyi düzeltmenin yolunun devletin Et Balık Kurumu açması olduğuna inanan bir zihniyetin, devletin ekonomisini berbat etmesinden çok korkuyorum.

    Korku devletinin tornasında yetişip karşıma gelen 2. sınıf tarih öğrencisine Hrant Dink bir vatanseverdi, Hrant’lar öldürülmemeli, onlar bu toprakların bakiyeleri idiler çocuklar dediğimde, çocukların -acaba bu hoca da hangi meşrepten, ne ki- der gibi yüzüme bakmalarından çok korkuyorum. Bir şey olacağı için değil, bu nesilleri nasıl bu hale getirdik diye, dehşete düşüyorum.

    Bizans İmparatorluğu’nun mezhep taassubu yüzünden doğu Hıristiyanlarına yaptığı katliamları, Bizans tarihi dersinde anlatırken, Mardin’deki Midyat’taki her bir Süryani’yi kucaklamak; üzülmeyin, korkmayın artık biz varız, istediğiniz gibi ibadet edin, kiliselerinizi yapın, diyememekten korkuyorum.

    “Türk-Kürt kardeştir cümlesinin geçtiği yerde kardeşlik yok demektir, bu sözün açılımı budur hocam, neden Türkler bize hak veriyor, biz niye veren değil de, siz isterseniz alan pozisyonundayız? Benim annemin iki dayısı Çanakkale’de şehit düşmüş” diyen öğrencime, benim de babamın iki dayısı Çanakkale’de şehit düşmüş demekten öte bir çözüm önerememekten, çok korkuyorum.

    Bizim korktuğumuzu fark eden grubun şunları gerçekten bir korkutalım da akılları başlarına gelsin diye düşünüp, bir gece orduyu gaza getirip, ertesi günü Hasan Mutlucan’ın “yine de şahlanıyor aman kolbaşının yandım da kır atı” türküsünü söyleyen davudi sesini duyarak uyanmaktan, çok korkuyorum.

    Ergenekon adı verilen terör örgütünün bu anlayış sayesinde serbest kalıp bizim gibi düşünen, yazan, çizenlere neler yapabileceklerini düşünmek bile istemiyorum. Çok korkuyorum.

    AK Parti ve bilinen bir cemaati çeşitli komplolarla yok etmeye çalışan bir cumhuriyet başsavcısının HSYK’nın isteğiyle önemli bir göreve, ya da benim yaşadığım şehre atanma ihtimalinden ise ödüm kopuyor.

    28 Şubat sürecinin belki de en başarılı sonucu olan -imam hatipleri- kapatma operasyonu nedeniyle, imam yetişmemesinden ileride belki 30-40 yıl sonra cenazemizi inandığımız dinin usullerine göre kaldırıp, arkamızdan bir Fatiha okuyamayacak nesillerin yetişmesinden, çok korkuyorum.

    Yani demem o ki, bu yüzde 42, ya da korkan kesim, her neden ise korkularından bir türlü vazgeçmemektedir. Aradan sekiz yıl geçmesine ve korkulacak hiçbir şeyin olmadığını görmesine ve bilmesine rağmen, neden bu korku paranoyasında ısrar etmektedir? Bu grup korkularının giderilmesini beklerken, bizim korkularımız neden görmezden gelinmekte ve ciddiye alınmamaktadır? Birileri de benim bu korkularımı gidersin canım. O zaman hiç şüpheniz olmasın ilk seçimde oyum CHP’ye olacaktır. MHP’ye atmam, çünkü -CHP-MHP kardeştir, ayrım yapan oyunbozandır- ayrıca oyum boşa gitmesin.

    Velhasıl bu korku edebiyatının, filminin ülkemizde çok uzun sürdüğüne inanıyor, kendi korkularımızda boğulmak yerine, korkularımızla yüzleşmeyi teklif ediyorum. Özellikle Türkiye’nin batısında beliren bu korku, trajik bir durumu da ortaya koyuyor. Malum medyanın kıymeti kendinden menkul sosyolojik saptamalarını hiç ciddiye almıyor (Eğitimi düşük olanlar evet demiş, yüksek olanlar hayır. Yok ya, çok merak ettim bu yüksek eğitimli şahsiyetleri, kim ki bunlar?) ülkenin batısında yaşayıp, batıya hem yaşam tarzı hem de fizikî olarak yakın olan bölgelerimizin maalesef zihniyet açısından 3. dünya ülkelerinin demokrasi anlayışından bir adım daha önde olamadığını görürken, beğenmediğiniz Diyarbakır, Erzurum, Çorum vesair Anadolu kentlerinin tam da Venedik’e yakın (kriterleri) şehirler gibi davrandığını gördüğüm için de hiçbir şeyden korkmuyorum!…

    Korkulara bir de bu yönden bakmaya ne dersiniz?

    Not:Hiçbir partinin fan’ı veya anti fan’ı değilim! Dikkat çekmek istediğim, ülkemin trajikomik durumunun

    yorumda harika bir şekilde tasvir edilmesi…

    Kimsenin ‘öteki’nden korkmadığı günlere…

    Cevapla

    • acracia Says:

      Buyrun size bir baska korku ornegi: Devrimci Karargah uyesi olmakla suclu Sevim Ozturk’un oldukca tuhaf gorunen bir iddianameyle iceri tikilmasi (bir baska orgut uyesi oldugu one surulen sahsin universiteden sinif arkadasi oldugundan yola cikilarak) yazdigi “Ey devletim! Açık beyanımdır ki senden dehşet derecesinde korkuyorum!” mektubu; Milliyet’ten:

      http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1171837

      Zaman Gazetesi’nin “otekisi” konumuna dustugunuzde de neler olabilecegini hep birlikte gorduk. Kimsenin “oteki”den korkmadigi, oteki olarak yaftalanarak susturulmaktan, karakter lincinden korkmadigi gunlere.

      Cevapla

  13. rana Says:

    Bu arada alıntı-yorum 18.09.2010 tarihli pek ‘hazzetmediğiniz’ Zaman Gazetesi’nden…

    Zîrâ doğru kimden ve nereden gelirse gelsin kabûlümdür… kayıtsız-şartsız…

    Cevapla

    • acracia Says:

      Kusura bakmayin da: Neyi ispatladiginizi saniyorsunuz ki bu ornekle? Zaman’da yazan bir kac tane duzgun insan olmasi, genel yayin politikasini, yalan yayin yapma aliskanligi ve yaftacilik agresifligini aklamaz. Aklamiyor da.

      Cevapla

      • Can Acar Says:

        Yalanları yaymanın en iyi yolu onları doğruların ve yarı-doğruların arasına serpiştirmektir. Aynen Balyoz belgelerinde yapıldığı gibi. Tavsiyem yazıyı cümle cümle veya paragraf paragraf okuyun bakalım doğruları iftiralardan ve haksız genellemelerden ayırabilecek misiniz?

        Bana göre, altına imzamı atacağım cümlelerin yanında, halkın neredeyse yarısını psikolojik hasta olarak gören, CHP ve MHP kardeştir gibi sığ propagandalara yer veren, AKP’nin araştırmak istemediği faili meçhul cinayetleri paketleyip askere havale eden, diğer korkulardan, örneğin polis korkusu, dinlenme korkusu, düşünme korkusu, Allah korkusu, hiç bahsetmeyen okuması güzel bir korku edebiyatı. Okuyucusunu memnun etmek için yazılmış sığ bir yazı.

        Saygılarımla …

        Cevapla

        • acracia Says:

          Can Acar:

          Tesekkur ederim. Sayenizde fark ettim ki benim yazdigim da yeterince acik olmamis. Ben dogrudan suna cevap vermeye calismistim:

          “Zîrâ doğru kimden ve nereden gelirse gelsin kabûlümdür… kayıtsız-şartsız…”

          Tam ifade edememisim: yazinin iceriginden ziyade herhangi bir konuda birisi gercekleri yaziyorsa veya hakli noktalara temas ediyorsa, o yaziyi nerede yayimlandigina bakarak butunuyle cope atmak dogru degilse de, soz konusu Zaman olunca, icinde yazan bir kac yazarin genel sorunlu tabloyu degistiremeyeceginden dem vurmaya calismistim. Sayenizde duzeltme ve netlestirme olanagi buldum. Sagolun.

          Cevapla

          • Bulent Murtezaoglu Says:

            Ben memlekette muhafazakarliga ne oldu diye merak ediyorum asil. Ilistiginiz cumle su:

            “Zîrâ doğru kimden ve nereden gelirse gelsin kabûlümdür… kayıtsız-şartsız…”

            Yukarki cumle yazi veya yazinin ciktigi gazete ile ilgili bir bilgi vermiyor aslinda, soyleyenin kendisini nasil gordugu ve gostermek istedigi konusunda bilgi veriyor. Bir kibir/boburlenme ifadesi o, cunku olunmasi gereken hali tarif etmiyor, yazanin o tekamul seviyesine varmis oldugunu iddia ediyor. Ustelik kibir denen insani zaafin nasil zararli oldugunu, dogru oldugu iddia edilen metnin ic tutarliginin dahi olmamasindan giderek gostermek kabil. Benim buyudugum memlekette insanin kendisi hakkinda boyle bir iddiada bulunmasi ayip, buna inanmasi da yanlis ve zararli bulunurdu. Besbelli ki o deger muhafaza edilememis. Iyi olmamis.

            Muhataplarina ‘benim hosuma gitti ama siz bu yazilanlara ne dersiniz acaba?’ turu bir sey demek — bahsedilen metin mukemmel dahi olsa — arzu edilen durum herhalde. Bize boyle ogretildi ve o tarzin yanlis bir tarz oldugunu dusunmek icin bir sebebim yok. Bilmem siz ne dersiniz?

            Cevapla

            • acracia Says:

              Bu yaziyla Zaman Gazetesi’ni Ergenekon davasiyla ilintili olarak o davanin cevresindeki korku duygularini dile getirme durusunda konuslandirarak, “Bu arada alıntı-yorum 18.09.2010 tarihli pek ‘hazzetmediğiniz’ Zaman Gazetesi’nden…
              Zîrâ doğru kimden ve nereden gelirse gelsin kabûlümdür… kayıtsız-şartsız…” yorumuyla bir arada okudugunuzda 1) Zaman’in cok da kotu olmadigi, bakin Ergenekon’dan insanlar nasil korkuyor alt mesaji, 2) Zaman’a karsi onyargilisiniz bakin onlar boyle yazilar yayimliyorlar tinili imalar ciktigi icin bu mesajdan, ben sanirim hala ayni sekilde dusunuyorum. Ancak yukarida kendimi cok da iyi ifade etmemis oldugumun ayirdina variyorum.

              Cevapla

              • Bulent Murtezaoglu Says:

                Yok yok gayet iyi anlattiniz bence. Ben laklaki vesile edip baska sey ekleyeyim demistim. Buranin ana konusu degil ama insanlarin davranislarindan, konulara yaklasimlarindan filan da bir seyler ogreniyoruz.

                Bunu da vesile edip sizin bahsettiginiz konuyla ilgili bir ucuncu sey ekliyorum. Evvelce konusmustuk. Susurluk vesilesiyle ‘Ergenekon’ isini anlatan ama sonra bu dalgalarda gozaltina alinan Erol Mutercimler ciktiktan sonra bir kisim basina giydiriyor: http://www.metacafe.com/watch/1474808/erol_m_tercimler_sorguyu_anlatt/

                (Bunun tamami da vardi, ben bakmistim galiba. Benim anladigim kadariyla kimse polisten filan kotu muamele gordugunu soylemiyor. Merakim biraz da onunla ilgiliydi.)

                Cevapla

                • acracia Says:

                  Estagfurullah. Onun (Mutercimler’in anlattiklarinin) tamamini ben dinledim sonra merak edip, google.video’da vardi sanirim.

                  Ancak emniyet icinde de guc cekismeleri var. Gecen sene hatirlarsaniz Ankara Emniyeti ve bir milletvekilinin aracini durduran polisler uzerinden patlak vermis bir mesele vardi. Nitekim Hanefi Avci’nin da degindigi buydu. Bunu da yeni gordum:

                  http://www.ntvmsnbc.com/id/25179029/

                  Yani aslinda kurumlar ici gibi gozuken ama kurumlar disina tasan 3. ve 4. grup aktorlerin kiyasiya bir cekismesi soz konusu olan gibi gorunuyor. Bu yuzden de muamma deyip duruyoruz, ama cok dikkatli okuyunca satir aralarindan bir suru ipucu tasiyor…

                  Cevapla

                  • acracia Says:

                    “Nitekim Hanefi Avci’nin da degindigi buydu.”–yani, emniyet ici ve disi olusumlar. Ve bu gruplarin cekismeleri.

                    Cevapla

  14. ilhank Says:

    bundan sonra ne olacak sorusunun cevabini az bucuk tahmin edebilmek icin,hanefi avci hakkindaki dava surecini tarafsiz olarak izlemek yeterlidir.pinar ve dani rodrik cifti,sonucun degismeyecegini bile bile verdikleri bu hakli caba ile,en azindan gelecek nesillerimize ibret olacak bir belge birakmis olacaklardir.kendilerine gayret kuvvet diliyorum.yilmasinlar,pazara cikacak cok iplik ucu gorunuyor daha.

    Cevapla

  15. rana Says:

    Acracia, Can Acar ve Bulent Murtezaoglu;

    Bu yorum; özünde bir ‘ironi’yi barındırıyordu, ve benim göstermek istediğimde aslında bu idi…

    Aslında yazının sonunda kendi görüşümü -arka plan arayışlarına karşılık!- de ifade etmiştim fakat yorum

    uzun gelmiş olsa gerek ki; kaçırılmış…

    ”Trajikomik…..”değil mi?

    Bana bu saatte, bu yaşta daha da ötesi bu çağda bunları yazdıran ve hissettiren ne, kim ???

    Adam sende… deyip geçmek varken?!

    Evet,ülkemin trajikomik hâl-i pürmelâli ve doğal olarak bizim…..

    Selamlar…

    Cevapla

    • ccgursel Says:

      Rana,

      Senin ulkende haklarindaki delillerin sahteligi ispat edilen insanlarin 20 yil hapisle yargilanmalari, savcilarin sahtecilik delillerini gormus olmalarina ragmen iddianameye bunlari koymamalari, ayni sahtecilik delilleri dosyada mevcutken insanlarin icerde 5 ay tutuklu yatmalari, yine ayni sahtecilik delilleri sanki yokmuscasina medyanin bu insanlari cocuk katilleri gibi lanse etmesi konularinda ne dusunuyorsun peki?

      Bu konularda bir fikrin var mi?

      Cevapla

  16. acracia Says:

    “Bundan sonra ne olacak?” sorusu cok onemli, bu yuzden bu konuya geri donmek istiyorum. Bu baslik altinda konu biraz dagilip gitmis oldugu goruntusu ciziyor olsa da, belki bunlari Pinar Dogan ve Dani Rodrik ile diger yorumcularin sorduklari sorular, yaptiklari yorumlar isiginda derli toplu su sekilde dusunebiliriz:

    Bir kere blog yazarlari tarafindan bundan sonra ne olacak diye soruldugunda ve bazi Ergenekon davalarinda da Balyoz’daki gibi sorunlara isaret edildiginde, sanirim on plana cikan seyler daginik gorunse de aslinda cok anlamli ve gorebildigim kadariyla su oldu bir cok yorumda:

    1) Hukuken su anda Turkiye’de cok sorunlu bir tablo oldugunun asikar oldugu (daha once yok muydu diye atlayacaklar icin hemen ekliyorum: vardi. Ama su anki tablodan bahsediyoruz simdi);

    ornegin:
    a) Yukarida Merttalay’in yorumuna karsilik vermeye calistigim ornek gibi Ergenekon davasi ve Balyoz’a baktigimizda, basin tarafindan ele alinislarinda
    cifte standartlar olustugunu goruyoruz; bu da iki yanlis bir dogru yapmaz deyip silkilenilecek bir sey degil, hukuken uzerine gidilmesi gereken bir konudur; hem hukuk sisteminin keyfi isletilisi hem de Zaman Gazetesi ciddi sahibe altindadir;

    b) “a” şıkkında sozu gecen tablo, konunun sadece Balyoz ve Ergenekon degil basin ozgurlugu ve diger kisisel haklarin ihlalini de gozler onune sermektedir;

    c) Balyoz davasi’nda blog yazarlarinin defalarca ortaya koyduklari tutarsizliklarin
    adli emniyete gomulerek savcilar ve hakimler tarafindan saniklardan saklanmasinin, baska hangi davalarda neler dondugunu dusundurtmektedir

    2) Ergenekon deyince buradaki yorumlardan ve paylasilan yazi ve linklerden anlasildigi uzere herkesin cok baska seyler anladigi;

    ornegin:
    a) bir sahis tarafindan savunulan fikirlerin yapilan faaliyetlerin begenilmemesinden mutevellit “ergenekoncu”nun bir soylem, bir yafta olarak cok kolaylikla kullanilmasi neredeyse begenirsiniz begenmezsiniz ama CHP’yle, Kemalist’le ayni anlamda kullanildiginin gorulebilmesi;

    Buna bagli bazi sorunlar, kisaca:
    *bu eger herhangi bir davadan yargilanmayan bir sahis icin kullaniliyorsa, her tur yafta gibi karsisindakini susturmaya ve konusma sahasi tanimamaya ve karsisindakinin hareket sahasini kisitlamaya calisma olmasi,

    *eger herhangi Ergenekon ile ilintili bir davadan yargilanan sahislar soz konusu ise, tabiri caizse kor parmagim gozune olmadikca—Arif Dogan, Kemal Kerincsiz, Veli Kucuk gibi ornekler disinda—masumiyet karinesinin burada cok kolay ihlal edildigi; mesela Merttalay’in koymus oldugu link’in Haberal’in Ergenekoncu ya da suclu olmasindan ziyade secimlerde donen oyunlari ve hesaplari ortaya serdigi gercegi gibi (ki ben buna tam secim oncesi Hizbullah’in serbest birakilarak Kurtlerin oylari mi bolunmek isteniyor sorusunu da paralel olarak koyarim—Cengiz Candar’in bile ustukapakli sordugu bir sorudur bu); ya da baska ornekler gibi, suren davalar sonuclanmadan o sahislari Ergenekoncu diye sucluymus gibi buraya eklemek istemezdim, mesela; sebebi de cok basit, bu kadar sahibelerin dondugu davalarda, Balyoz gibi herkes herseyi didik etmedigi icin baska ne tur usulsuzlukler oldugu ihtimalinin cok ciddi bir sekilde dusunulmesi gerektigi;

    b) daha once mevzu bahis edilen faili mechul cinayetler konusu (ki bunun anahtar unsur oldugu ve yabana atilmamasi gerektigi konusunda herkes hemfikir saniyorum);

    c) Ergenekon’un 2008’den beri acilan davalar furyasinda faili mechullerden ziyade “hukumeti devirmek-darbecilik” kapsamindaki suclarla gorulmesi ile eski Ergenekon ile yeni Ergenekon surecleri ayni mi sorularinin ortaya cikmasi (bunun icin Erol Mutercimler’in Ergenekon’u ilk ortaya cikaranlardan biri olarak, sonra Ergenekon’dan kendisinin goz altina alinmasi ve bundan hemen sonra yaptigi konusmada bu ikisinin arasindaki baglantiya kendisinin de sasirdigi ornegine bakmak mumkun);

    d) Ergenekon kapsaminda da bazi sahibeli hukuki muamelelerin ortaya cikmasiyla cok agir suc imasi tasiyan faili mechuller olsun, hukumeti devirmek olsun, ki faili mechuller zaten hukumeti devirmek icin zemin hazirlar gorusu hakim ise, yukarida blog yazarlarinin da dedigi gibi “Kurgulanmış suçlamaların, ortaya çıkması gereken gerçeklerin saklı kalmasına nasıl hizmet ettiğini görmek için Hrant Dink davasında (en azından) ihmalleri olan Emniyet görevlilerinin niye soruşturulmadıklarını düşünmek yeterli.” sorularinin ortaya cikmasi.

    Nitekim buna istinaden ben de neden gorulmemis bir ittifakla meclisteki partiler faili mechulleri arastirmak icin oneri verdiklerinde, madem Ergenekon aydinlatilsin istiyorlar bu kadar, AKP’nin neden uc kere red oyu verdigi celiskisinin ortaya cok sahibeli ve tuhaf bir tablo cikardigini soylemistim (tabii bir de AKP’nin 82 anayasasiyla, 80 darbesiyle hesaplasacagiz deyip hicbir sey yapmamasi gibi baska bir sahibe daha var);

    e) Ergenekon davalarindaki bazi tutarsizliklara kamuoyunda kuskuyla yaklasilirken bir anda Balyoz’un ortaya cikmasiyla bir infial ve korku ortaminda Ergenekon davasinin da tartisilabilir olmaktan cikarildigi (ki hukuki ve basinla ilgili orneklerini gazeteci Ismail Saymaz’a yapilanlardan da gorebiliriz; soylemsel olarak da kose yazarlarinin bazilarinin herkese yapistirmaya pek merakli oldugu yaftalardan da izleyebiliriz);

    simdi hele ki Balyoz’daki sahtecilikler, hukuki usulsuzlukler ciktikca, Ergenekon icin ama eger bu davaya ictenlikle yuklenilecektiyse, neden faili mechullere bizzat AKP’nin kendisinin siper olarak arastirilmasinin bloke edildiginin cok ciddi sorular ortaya koydugu gercegi;

    vs.

    3) Bu baglamda, bu blogda defalarca ortaya sahteligi ortaya konmus olan belgeleri hazirlayanlarin kimler oldugu sorusunun cok muhim oldugu halde, bir turlu o konuya gelemeyisimiz (zira blog girisinde gordugumuz bu tabloyu bir mikro ornek olarak dusunursek, makro bazinda da Turkiye kamuoyunda da bu konular acildiginda ayni kavram ve anlayis farkliliklari ve tartismalarin dondugunu farz ederek, buradaki tartismalarin gittigi noktanin aslinda daha buyuk bir kavramsal/hukuksal tartismanin da temsili olarak gorebiliriz) ve onun yerine Haberal’di, Ergenekon nedir ne degildir, neden Balyoz’la beraber ele alinir/alinmali midir, vs tartismalarina girdigimizi dusunursek:

    *aslinda bu konuda hem daha cok tartisilmasi icin onumuzde surekli yeni malzeme biriktigini,

    *hem de bu tartismalarin cok anlamli ve onemli olmakla birlikte, bizi bazi gercek sorulardan da uzak tutmaya devam ettigini,

    soylemek mumkun.

    Bu durumda da blog yazarlarinin da “Dahası, Türkiye yakın geçmişinin darbeci ve derin devlet geleneğinin gerçekleriyle yüzleşmek yerine üretilmiş ve/veya zorlama kanıtlar üzerinden inşa edilmiş suni davalarla oyalanıyor” da dedigi gibi, asil sorulara varamamak, bazi baska seyleri tartistiracak gundemler yaratarak bir seyleri ertelemek kimlerin islerine yariyor sorusu tekrar akla geliyor. Butun bu sorular isiginda, ben blog girisine bir daha genel yelpazede baktigimda, Fmerakli’nin okudugu gibi kulliyen Ergenekon dussun gibi bir kani edinmemistim (ama o atifta bulunan cumle muglak gorunuyor olabilir, ona bir sey diyemem), onun yerine bu sorunlara dikkat cektikleri intibasina kapilmistim.

    Zira dusundukce, Balyoz, Ergenekon davalarina enteresan sekillerde eklemleniyor goruntusu daha netlik kazaniyor zihnimde, bazi seyleri mesrulastirma, tartismayi erteleme, hukuki sureclerin uzatilmasi, kamuoyunun oyalanmasi, vs.
    Bunu da soyluyorum, cunku gercekten Ergenekon aydinlatilsin isteniyorsa, 80 darbesiyle neden yuzlesilmez referanduma ragmen (o zaman niye yapildi o referendum?) ve faili mechulleri arastirma ustuste AKP tarafindan neden bloke edilir, bu sorulara ben cevap bulamiyorum.

    Ben hafizami tazelemek icin ilk Ergenekon tutuklamalarina baktim internette (2008’den bahsediyorum), o zamanki kamuoyuyla Balyoz ortaya ciktiktan sonraki kamuoyu tartismalari cok cok baska. Bu acidan Balyoz’daki sahtelikleri kimlerin yaptiginin aydinlatilmasinin, kimlerin islerine yaradiginin arastirilmasinin elzem oldugu asikar.

    Bu sebeple asil sorular olan:

    * Bunlardan kim sorumlu? Bu sahte belgeleri duzenleyen kim?
    * Savcilar ve hakimler neden karsi delilleri adli emanete gomerek sanik avukatlarindan gizledi?
    *AKP mutlak cogunluk partisi olarak Ergenekon’un arastirilmasinda samimiyse neden
    faili mechulleri arastirmayi uc kere bloke etti?
    * Balyoz’daki sahteciliklerle kamuoyunu ve hukuk surecini etkilemek kimlerin isine geliyor? (ki daha once bu durumu bir olaganustu hale benzetmem olmustu benim de)
    * Bu hukuki surec isletilirken, Zaman Gazetesi–Gulen Cemaati neden bu kadar gozetiliyor? Hanefi Avci’nin kitabinda bahsettikleri bu davaya ait ipuclari olusturabilecekken neden bir anda basin ve kamuoyu onunden sesi kesildi?

    Vs.den,

    “Bundan sonra ne olacak?” sorusuna gelmek icin oncelikle bu sahtecilikleri yapanlarin arastirilabilmesi icin samimiyetle bu sorularin uzerine gidilecek hukuki bir surec baslatilmasi acilen gerekiyor. Ancak blog yazarlarinin da degindigi gibi, askeriyenin daha onceden var olan siyasi mudahaleler sicili de bu sureci etkiliyor. Ben yukaridaki onerilen olasi senaryolar icin bir sey diyemem, ama butun bunlar, Pinar Dogan ve Dani Rodrik’in ortaya koyduklari ile bu sayfaya baktigimda donen yorumcu tartismalarindan cikardiklarim bunlar. Bundan sonra ne olacagina dair senaryolari belki bu isikta tekrar gozden gecirmekte fayda vardir.

    Vakit ayirip okuyan herkese tesekkur ederim.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Bu arada bununla benim de Ergenekon’u topyekun gozardi ettigim dusunulmesin lutfen. Tam tersine, cok cok ciddiye aldigim icin bu davanin gorulus biciminde de bazi orneklerde (yukarida bol bol tartisildi) maalesef goze carpan tuhafliklar, celiskiler, etrafini cerceveleyen bu sorular ve Balyoz konusunun bir an once aydinliga kavusturulmasinin altini bir kez daha cizmek isterim.

      Cevapla

    • fmerakli Says:

      Acracia,

      Belli ki hayli zaman ve ismini simdi unuttugum bir yorumcunun birkac gun once beni kendince asagilamak icin kullandigi tabirle protein harcamissiniz (yanlis anlamayin, benim oyle bir amacim yok, bu kadar teferruatli yazdiginizi gorunce aklima geldi), elinize saglik…

      Analizinizde katildigim ve katilmadigim noktalar var. Ama onlari yazmayacagim, cunku hepsinin onune gecen bir sey var benim nazarimda…

      Dogan ve Rodrik benim hem yukarida hem de daha yeni tarihli bir baska blog girisi altindaki yorumlarda tekrar ettigim o tartismali ifadelerine bir aciklama getirmediler, getirmiyorlar. Bu anlamda “bundan sonra ne olacak” sorusunu ben Dogan ve Rodrik’in kacirmis olanlar icin asagida tekrarladigim o inanilmaz derecede sakat ifadelerinden bagimsiz olarak ele almanin mumkun olmadigini dusunuyorum:

      “Türkiye için belki artık çok geç oldu, ama başka olasılıkların da mevcut olduğunu görmemiz gerekiyor. Bunlardan biri şu: AKP ile TSK arasında bir uzlaşma ve siyasi mutakabat yapılabilir, AKP ve destekçilerinin orduyu siyasi olarak etkisizlestirme amacına demokrasiye ve ülkenin diğer kurumlarına daha az zarar vererek ulaşması sağlanabilirdi. Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.”

      Acracia, bu bloga yorumlari ile katki verenler arasinda fenerant’i disarida birakirsak hic kimse bu ifadelerden rahatsizlik duymadi. Fenerant gibi Balyoz davasinin tamamen uydurma olduguna inananlarin da yukaridaki cumlelerden bence ciddi sikinti duymasi gerekiyor. TSK ve AKP’nin, ordunun sivil otoritenin iradesini tanimasi kosulu ile Ergenekon/Balyoz davalarinin dusmesi icin bir siyasi mutabakat saglamasi ve bunun icin de yargiya mudahale edilmesinin bu kadar acik bir sekilde dile getirilmesinden hukukun ustunlugune inanan herkesin rahatsiz olmasi gerekirdi.

      Kusura bakmayin ama siz bile yukaridaki cumleler icin “Ergenekon dussun diye bir kani edinmedim, ama cumle biraz muglak” gibi bir sey yazdiniz. Dogan ve Rodrik siyasi mutabakat beklentilerini ortaya koyduklari o cumlelerini “Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.” diyerek bitiriyorlar; Allahaskina bu cumledeki muglakligi biri bana aciklasin lutfen, Ergenekon davalarin dusmesini iceren “siyasi mutabakata” daha acik bir sekilde nasil dahil edilebilirdi? Muglaklik bir yana, acilabilecek en acik sekilde, kor parmagim gozune derler aynen oyle yazilmis bence: “Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi…”

      Acik soyluyorum, degil Dogan ve Rodrik; yukaridaki cumleyi kim kurarsa kursun, ben o kisinin adalet arayisindan suphe duyarim.

      Adaleti kendisi icin talep edenlerin adalet mi imtiyaz mi talep ettiklerini bilmek cok zordur cunku. Cunku TSK ile bugun AKP’nin yargiya mudahale amacli siyasi mutabakat kurmasinda bir sakinca gormeyenler, ileride ordunun baska hukumetleri ile benzer gayrimesru (ve benim acimdan vicdanen kirli) mutabakatlar kurarak yargiya mudahale etmelerinin ve bu yolla neden olunacak adaletsizliklerin de suc ortagi konumundadirlar.

      Bundan sonra ne olacak, bilmiyorum. Fenerant’in aksine, ben Dogan ve Rodrik’in yukaridaki kabul edilemez ifadelerinin sehven soylenmis sozler olduguna en azindan gunler suren sukutun sonrasinda inanmadigim icin her sey olabilir diyorum.

      Dogan ve Rodrik gibi sozde degil ozde liberal demokratlarin bile Balyoz saniklarini gectim, Veli Kucuk, Eruygur, Tolon pasalar, Levent Ersoz, Kemal Kerincsiz, yok denilen JITEM’i ben kurdum diyen Arif Dogan ve benzeri isimlerin sanik oldugu Ergenekon davasinin da ordu ile hukumet arasindaki siyasi bir mutabakatla dusurulmesinden bahsedebildigi bir ulkede bundan sonra gercekten her sey olabilir…

      Cevapla

      • fmerakli Says:

        Sadece kucuk bir ek:

        “TSK ve AKP’nin, ordunun sivil otoritenin iradesini tanimasi kosulu ile Ergenekon/Balyoz davalarinin dusmesi icin bir siyasi mutabakat saglamasi ve bunun icin de yargiya mudahale edilmesinin bu kadar acik bir sekilde dile getirilmesinden hukukun ustunlugune inanan herkesin rahatsiz olmasi gerekirdi.”

        demisim….

        Hukukun ustunlugune ictenlikle inanan kisi/kisilerin, boyle bir dusunceyi birakin acikca yazmayi aklina bile getirmemesi gerekirdi diye eklemeyi unutmusum…

        Cevapla

        • acracia Says:

          Fmerakli:

          eh vallahi dogru; protein kalmadi desem yeridir. Ancak bu sozunu etmeye calistigim dinamikler bence daha buyuk bir resme dair ipuclari veriyor ve tarihi bir davayla yuzyuze oldugumuz hissiyle, bir seyleri anlamaya calisiyoruz hepimiz. Bu sebeple buna ayirmaya calistigim vakte su anda acimiyorum…

          Yaptiginiz yoruma gelince–ben pek katilamayacagim, sebeplerini de acikladim yukarida, ama eminim siz zaten ayni fikirde olmamizi bekleyerek yazmadiniz bunu. Ben genel resim cercevesinde sizin soylediginizden daha farkli bir anlam cikardigimi belirtmistim, ama bundan sonrasi icin zaten benim bir aciklama yapmam abes–baskalari adina konusamam. Benimki de nihayetinde sizinki gibi bir yorum; sizin de orada tam olarak ne kast edildigini bilemeyeceginiz gibi, ben de ancak fikir yurutebilirim–ki benim yuruttugum fikir sizinkiyle ayni degildi… her neyse, bunu yine blog yazarlarinin adalet duygusundan suphe edecek boyuta cekmek biraz abartili geldi yalniz; onu da soylemis olayim.

          Diger taraftan, masumiyet karinesi adina, yukarida yanyana dizdiginiz isimlerin hepsini ayni kefeye koymaya da simdilik serh koyuyorum; zira o isimlerden ancak bir kac tanesinin–ama Ergenekon ama degil–islemis oldugu bir cok suc var; bunlar kamuoyunda yapmis olduklari faaliyetler ve isledikleri suclarla ortada; ancak digerlerinin davalari henuz devam etmekte. Bu sebeple o isimleri yanyana dizdiginiz listeye de izninizle simdilik serh koyayim kendi adima. Zira o sahislarin AKP aleyhine konusmaktan baska gercekten ne suc islediklerini ispatlanmadikca sizin gibi ben de bilmiyorum. Bu da benim nacizane adalet duygumdan gelen bir cekince olsun.

          Cevapla

          • acracia Says:

            “Benimki de nihayetinde sizinki gibi bir yorum; sizin de orada tam olarak ne kast edildigini bilemeyeceginiz gibi, ben de ancak fikir yurutebilirim–ki benim yuruttugum fikir sizinkiyle ayni degildi…” bunu da insanlarin yorum yapamayacaklarini one surmek icin degil–yoksa soylem analizi yapilamazdi zaten hic bir sekilde–nispeten muglakca dile getirilmis bir cumleyi gorudugumuzde genel resme bakarak o cumleyi degerlendirmenin belki de daha dogru olacagini dusunerek soyluyorum.

            Bir de blog yazarlarinin “bundan sonra ne olacak?” sorusunu sormalarina ragmen, belki de bu konulari neden tartismaya bir turlu gelemedigimizin de ayrica bir isaretidir bu blog girisine yapilmis yorumlar… mesela savcilar aleyhinde suc duyurusunda bulunulmus. Ki gorunen tabloya gore olmasi gerekendir. Siz bundan bir sey cikacagini dusunuyor musunuz?
            Kimbilir boyle kac suc duyurusu vardir. Sirf bu dava da degil. Hukuk cinayetleri bu dava bu kadar buyuk oldugu icin gozumuze sokuldu. Digerleri de medya tarafindan onemsenmeyip boguldugu icin.

            Bu sebeple ben de icten bir adalet duygusuyla, bu davada yargilanan daha 200’e yakin baska sahsin da oldugunu, bunlarin arasinda belki de burada hepimizden daha hosgorulu bir tablo cizen Eminkk gibi insanlarin da oldugunu dusunursek, ben de ogrenmek istiyorum: bundan sonra ne olacak?

            Cevapla

          • fmerakli Says:

            Acracia,

            Vallahi acik soylemek gerekirse yukarida yazdiklarima katilacaginizi dusunuyordum. Sizi ikna etmek amaci ile yazilmis oldugu icin degil, nacizane diyerek tevazu gosterdiginiz ama yorumlarinizda bugune degin ortaya koydugunuz adalet duygunuza guvenerek.

            Genel resim cercevesinde beni soyledigimden farkli bir anlam cikarmis oldugunuzu soyluyorsunuz, yani Dogan ve Rodrik’in Balyoz davasi ile birlikte Ergenekon davasinin da TSK ve AKP arasinda yapilacak siyasi bir mutabakatla dusurulmesi anlami o ifadelerden size gore cikmiyormus.

            “Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi…” ifadesi ile biten bir cumleden nasil bir anlam cikacagi bence yoruma acik bir sey de degil. Kusura bakmayin ama, siyasi bir mutabakatla Balyoz ile birlikte Ergenekon davasinin “bir sekilde” dusmesi herhangi bir yoruma acik olmayacak sekilde ancak bu kadar net ifade edilebilirdi. Dogan ve Rodrik’in yukaridaki ifadelerinden bir sekilde dusurulecek davalarin icine Ergenekon’un dahil olmadigi anlami nasil cikar, inanin ben pek anlayamiyorum.

            Yukarida saydigim isimlere koydugunuz serh icin de soylemek istediklerim var. Ben demiyorum ki bu insanlar pesinen sucludur. Ama birilerin cikip siyasi bir mutabakatla Ergenekon davasinin dusurulmesinden bahsetmesi bu isimlerin ordu/hukumet mudahalesi ile beraat etmeleri anlamina geliyor ki, ben de nacizane adalet duygumun etkisi ile buna itiraz ediyor ve “birakin bu isimler haklarinda isnat edilen suclar icin mahkemeye hesap versinler, gayrimesru bir siyasi mutabakatla haklarinda acilmis davalar dusurulmesin” diyorum. Eger beraat edeceklerse de AKP aleyhine konusmaktan baska bir sey yapmadiklari icin beraat etsinler, kirli pazarliklar sonucunda degil, benim soylemek istedigim sey bu!

            Cevapla

            • Ogretmen Says:

              Sayın fmerakli,

              İtiraz ettiğiniz konulardaki anlaş(ıl)mazlığın temelinde; yaşananları, yalnızca kavramsal anlamlarıyla ele alış tarzınız ve güncel evrimi içersinde değerlendir(e)miyor oluşunuzu görüyorum.

              TSK normal bir demokratik hukuk devletinde olmayacak denli siyasal bir odaktı Türkiye’de ve açıkçası son yıllara değin bunun toplumsal ve hukuksal bir temeli ve karşılığı da vardı. AKP’nin bunu değiştirmeye çalışmasına kamuoyunun -marjinal kesimleri dışarda tutarsak- hiçbir itirazı yok. Ama AKP’li yöneticilerin söyleminden de anlaşılaşacağı üzere hala bir darbe korkusu ya da darbe korkusu üzerinden yürütülen propaganda var. Bu noktada benim blog yazarlarının “AKP-TSK mutabakatı” olarak ifade ettiği olasılığa verdiğim anlam sizden farklılaşıyor: Ordunun; AKP’ye, yeterince inandırıcı bir biçimde, hukuk ve demokrasi sınırları içinde kalacağını ifade etmesi beklentisi, dile geliyor o ifadelerde bana kalırsa. İlker Başbuğ’un demokrasi ve hukuk vurgusu, Işık Koşaner’in siyasi konularda yorum yapmaması ve kamuoyunun önüne fazla çıkmaması da bu anlamda aslında Türkiye’nin yeni yapısı ve darbelere karşı tutumları konusunda askerlerin konumlanmalarını çok net ifade ediyor. Hükümet ile asker kanadı arasındaki güven bunalımın aşılması ile ülkenin normalleşeceği beklentisini dile getiren bir olasılık ifadesi sizi neden bu kadar rahatsız ediyor, anlamak güç. Bu arada bir konuya daha dikkatinizi çekmek isterim. Büyükanıt ve Erdoğan’ın Dolmabahçe buluşması tüm gizemiyle değerlendirilmeyi, açıklanmayı bekliyor hala.

              Sizin de blog yazarlarından beklediğiniz; “demokrasi ve özgürlüklere içten ve tutarlı bir bakış” anladığım kadarıyla. TSK ve AKP arasında da yılların yaşanmışlığında böyle bir güven bunalımı yaşamaları ve bunun giderilmesine yönelik adımlar atılması önemli ve anlamlı değil mi? Blog yazarlarının ortaya koyduklarının nesnelliğini kabul etmenize karşın, neden bu ısrarlı sorgulama? Sizin bakış açınızla ele alsaydık bu sorgulamanız da anlamını yitirirdi. Yani varsayalım ki blog yazarları demokrasi konusunda içten değiller ve aile büyüklerini korumak için çabalıyorlar; ama ortaya koydukları da nesnel ve haksızlığa uğruyorlarsa sırf bu nedenle uğradıkları hukuksuzluklara sessiz, duyarsız ve seyirci mi kalacağız? Haksızlıklara uğrayanların meşru hak arama yolları yandaşlaştırılmış durumda. Toplumsal barışı sağlamak için bir öneriniz var mıdır?

              AKP’nin yeni bir toplumsal-politik-hukuki düzen oluşturma çabası oldukça meşru. Ama ne yazık ki, bu meşru amaç, bir sürü çiftestandartlı ve rovanşist uygulama olarak nitelendirebileceğim gayri meşru araçlarla kirletiliyor. Tüm itirazımız bunadır.

              Cevapla

              • fmerakli Says:

                Sayin ogretmenim,

                Toplaminda 70 yili askin bir calisma hayatindan sonra emekli olmus ogretmen bir anne babanin cocugu olarak size saygida kusur etmek istemem, ama soylediklerinize katilmiyorum.

                Diyorsunuz ki:

                “Hükümet ile asker kanadı arasındaki güven bunalımın aşılması ile ülkenin normalleşeceği beklentisini dile getiren bir olasılık ifadesi sizi neden bu kadar rahatsız ediyor, anlamak güç.”

                Bu olasilikta ifade edilen sey ordu ve hukumetin anlasarak Balyoz-Ergenekon davalarini dusurmeleri. Yani siyaseten yanlis, hukuken yargiya mudahale noktasinda suc teskil eden bir olasiliktan bahsediyorlar. Sivil-asker iliskileri de dahil olmak uzere ulkenin bir normallesme surecine ihtiyaci oldugu konusunda hemfikiriz, ancak normallesmeyi anormal seyler yaparak saglayamazsiniz. Siz de ordunun normal bir demokratik hukuk devletinde kabul edilemeyecek siyasi bir odak oldugunu ifade etmissiniz. Cok haklisiniz. Benzetmemi mazur gorun, ama bir pisligi baska bir pislikle temizlemeye kalktiginizda onunuzde sadece iki secenek vardir: ya iki pisligi birbirine bulastirip iyice sivazlarsiniz ya da alttaki pisligi ustteki pislikle ortersiniz… Asker ve hukumetin, TSK’nin sivil otoriteyi tanimasi karsiliginda Balyoz ve Ergenekon davalarinin dusmesi icin siyasi mutabakata varmasi en iyi ihtimalle alttaki pisligi ortmeye yarar, boyle bir girisimden normallesme falan cikmaz…

                Haklisiniz, benim blog yazarlarindan bekledigim demokrasiye ve hukukun ustunlugune dair icten ve tutarli bir bakis. Ayrica sadece Balyoz saniklarinin degil, suc isnat edilen herkesin adil yargilanmasi icin rovansizm, cifte standart vs sebebi ne olursa olsun yanlis uygulamalara karsi ses yukseltmek ve duyarlilik gostermek onurlu bir davranistir. Ama bu, sizin sozlerinizle ifade edersek gayri mesru araclarla kirletilmemelidir ve benim gozumde de Dogan ve Rodrik’in dile getirdikleri ordu ile hukumet arasinda kirli bir pazarlik ile Balyoz/Ergenekon davalarinin dusurulmesi gayri mesru bir aractir ve adalet arayisinin onunu acan degil, o arayisi kirleten bir tavirdir.

                Bu blogu Balyoz davasinda sanik konumunda olanlarin da takip ettigini biliyoruz, Emin bey ornegin duzenli olarak yorumlarini paylasiyor.

                Bilmiyorum onlar ne dusunurler ama eger ben bu davada sanik olsa idim ordu ile hukumet arasinda boyle gayrimesru bir pazarlik sonucu davanin dusurulmesi ile beraat etsem benim pek icime sinmezdi, zira boyle bir karar, fenerant’in gayet yerinde bir sekilde tespit ettigi su durumu kacinilmaz olarak beraberinde getirecektir:

                “Davanın düşmesinin bile cidden tartışıldığı bu günlerde cemaat medyasının manşeti şimdiden belli oldu (üstelik haber kaynağı da Çetin Doğan paşanın kızı ve damadı):
                ” TSK’nin siyasi otoriteye boğun eğmesi karşılığında Balyoz davası düştü””

                Cevapla

                • Ogretmen Says:

                  Sayın fmerakli,

                  kullandiginiz sozcukler oylesine agir tanimlamalar ve nitelendirmeler iceriyor ki Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in yazılarında ifade ettiği noktaları atlayarak yalnızca odaklandığınız ve karşı propagandaya en uygun yerlerden vurmaya çalışıyor olduğunuzu üzüntüyle karşıladığımı belirtmek isterim.

                  “Pisliği pislikle temizleme” ya “kirli pazarlık” nitelendirmeleriniz tartışmalarımıza kaynaklık eden “Bundan Sonra Ne Olacak?” yazısındaki “siyasi mutabakat” beklentisini anlatmaktan, açıklamaktan çok ama çok uzak. Şu an Balyoz ve Ergenekon davalarında suçu sabitleşmiş, kesin hükümlü kimse yok ve cezalandırılırcasına ya tutuklular ya da susturulmuşlar. Özellikle Balyoz Davası’nda sahtecilik iyice ortaya çıkmış durumda ve kamuoyu bu konuda yeterince ikna oldu. Biliyoruz ki bu davaların arkasında siyasi bir destek olmasaydı bu denli aymazlık, bu denli sahtecilik ve hukuksuzluk yapılamazdı. Bu anlamda Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in şu satırlarının altını çizmek istiyorum.

                  “Türkiye için belki artık çok geç oldu, ama başka olasılıkların da mevcut olduğunu görmemiz gerekiyor. Bunlardan biri şu: AKP ile TSK arasında bir uzlaşma ve siyasi mutakabat yapılabilir, AKP ve destekçilerinin orduyu siyasi olarak etkisizlestirme amacına demokrasiye ve ülkenin diğer kurumlarına daha az zarar vererek ulaşması sağlanabilirdi.”
                  Bu tümceden “suçlular affedilsin, TSK da artık AKP’nin yoluna taş koymasın” anlamı çıkmıyor kesinlikle. Benim buradan anladığımı en iyi; “ordunun siyaset dışına itilmesi hukuk ve demokrasi sınırları içinde yapılsın” ifadesi açıklıyor. Daha kısa ve açık bir söylemle ise, bu davalardaki sahtecilik ve hukuksuzluğun arkasındaki siyasi desteğin çekilmesine yönelik beklentiyi açıklıyor “siyasi mutabakat” ifadesi.

                  Sizin takıldığınız ve üzerinden tartışma açtığınız yukarıdaki tümceyi anımsatmakta yarar görüyorum ben de:

                  “Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı”

                  Ergenekon ve Balyoz Davalarındaki sahteciliği ortaya koyan bu blogun yazarları bu davalardardaki sahteciliğin arkasında yattıklarını düşündükleri “darbe korkusu”nun giderilmesine yönelik ordunun ikna edici bir duruşu ile, hükümetin de eğer niyeti gerçekten hukukun ve demokrasinin üstün olduğu bir ülke yaratmaksa, bu anlamda sahteciliğe desteğini çekebileceğine ilişkin iyimser senaryolarını ortaya koyuyorlar. Benim, sizin “gayrimeşru pazarlık” “kirli pazarlık” “pisliği pislikle örtme” diye tanımladığınız “siyasi mutabakat” senaryosuna yönelik algım budur. Zaten kendileri de bunun bir senaryo / olasılık hatta hayal olduğunu yazılarının sonunda şöyle açıklıyorlar:

                  “Ama bütün bunlar maalesef bu noktada hayal gibi görünüyor. AKP hükümeti gerçekleri ortaya çıkarmak değil, önümüzdeki seçimlerde yeterli oyu alıp, devlet kurumlarını istediği gibi şekillendirme derdinde. TSK, köşesine sindirilmiş, köstebekler tarafından içi oyulmuş, en ağır ithamlar karşısında dahi kurumsal itibarını savunamayacak durumda. Medyanın önemli bir bölümü çeteye hizmet etmekle meşgul. Ülkenin özgürlükçü düşünürlerinin bir çoğu ise, Balyoz-Ergenekon iddialarının doğru olmasını o kadar istiyor ki, gerçeklerle kurguyu ayırd edemiyor.”

                  Sanırım işin en çarpıcı yönü de yazılarının sonunda ortaya koydukları iç karartıcı tablo.

                  Saygı ve sevgilerimle

                  Cevapla

                  • Ogretmen Says:

                    Bu arada blog yazarlarının savunmanlığını üstlenmiş değilim; ama söylemek istediklerinin göz göre göre çarpıtılmasına sessiz kalmak istemedim.

                    Cevapla

                  • fmerakli Says:

                    Ogretmenim,

                    Kullandigim nitelemelerin agirligiindan bahsetmissiniz, asagida Acracia da usluba iliskin elestirilende benzer bir noktaya dikkat cekmis; her ikinizin bu yondeki goruslerini daha sonra hatirlamak uzere bir tarafa not ediyorum.

                    Uslubun bu derece agirlasmasinin nedeni, Dogan ve Rodrik’in tartistigimiz ifadelerinin son derece agir bir hukuk ihlalini iceriyor olmasi idi.

                    “Kirli pazarlik” nitelemesinin agir oldugu konusunda haklisiniz; ama ordu ve hukumetin, TSK’nin sivil otoriteyi tanimasi kosulu ile Ergenekon/Balyoz davalarinin bir sekilde dusmesini saglamalari yonunde siyasi bir mutabakat “temiz bir pazarlik” sonucu ortaya cikamaz. Kullandigim agir ifadeler, siyasi bir mutabakatla yargi surecine vurulacak darbenin agirligina karsilik gelsin diye secilmis, kullanilmis ifadeler idi.

                    Cevapla

            • acracia Says:

              Fmerakli:

              Adalet duyguma iltifat etmissiniz, tesekkur ederim. Lakin soyle:

              “Genel resim cercevesinde beni soyledigimden farkli bir anlam cikarmis oldugunuzu soyluyorsunuz, yani Dogan ve Rodrik’in Balyoz davasi ile birlikte Ergenekon davasinin da TSK ve AKP arasinda yapilacak siyasi bir mutabakatla dusurulmesi anlami o ifadelerden size gore cikmiyormus.”

              demissiniz, hemen yanit vermek isterim:

              bakin benim cikardigim anlam Ergenekon davasinin tamami degil dedim. Zira beni ikna etmeyen kisim su idi: sizin vermis oldugunuz tek bir cumleden cikan anlami ilk giris paragraflarinda sunu dedikleri icin beraber degerlendirmistim:

              “Balyoz davasının ortaya çıkardığı sahtecilik ve Ergenekon davalarında görülen benzer hukuksuzluklar, olayları soğukkanlılıkla değerlendiren herkesi endişeli kılmalı. Sorun sadece hakları ihlal edilen kişilerle sınırlı değil. Türkiye’nin yargı sistemi de bu süreçte ağır bir yara alıyor. Dahası, Türkiye yakın geçmişinin darbeci ve derin devlet geleneğinin gerçekleriyle yüzleşmek yerine üretilmiş ve/veya zorlama kanıtlar üzerinden inşa edilmiş suni davalarla oyalanıyor. Kurgulanmış suçlamaların, ortaya çıkması gereken gerçeklerin saklı kalmasına nasıl hizmet ettiğini görmek için Hrant Dink davasında (en azından) ihmalleri olan Emniyet görevlilerinin niye soruşturulmadıklarını düşünmek yeterli.”

              Yani ortada ciddi hukuksuzluklar var, sahibeler cikti ve bunlarin arastirilmasi lazim. Oysa bunlar arastirilacagina, gercek suclar ortuluyor ve arastirmak geciktiriliyor.
              Sonra sunu da soyluyorlar:

              “Isterdik ki, Başbakan, Adalet Bakanı ve Içişleri Bakanı siyasi sorumluluklarını yerine getirip, sahte kanıt üreten çeteyi, yargı ve Emniyet teşkilatında bu çeteye hizmet edenleri ortaya çıkaracak çalışmaları başlatabilsin. Ancak gerçekçi olmak gerekirse, bunun pek olası bir senaryo olmadığını da biliyoruz. Bu noktadan sonra hükümetin kendisini bu olaylardan sıyırma olanağı pek yok. Her ne kadar suçu “çeteye” yüklemek isteselerse de bir ucunun kendilerine dokunduğunun pekala farkında olmalılar.

              O halde, gitgide meşruiyetlerini kaybetmelerine rağmen bu davalar görülmeye devam edilecek.”

              Yani, her ne kadar bu davalardaki sahibeler ortaya ciksa da, hukumet de bir siyasi sorumluluk altinda, bundan da kacamayacagi icin sirf bunun geciktirilmesi adina mesruiyetini kaybetse de bu davalar uzayacak.

              Sizin iste cikardiginiz o bir cumleyi ben bu yukaridaki paragraflar kapsamda yapilmis bir yorum olarak okudugum icin, ben sizin dediginiz gibi bir anlam cikarmiyorum dedim. Benim anladigim, mesruiyetini kaybetmis ancak sonuclariyla yuzlesmemek icin uzattikca uzatilacak davalar idi. Ve nitekim sunu da soyluyorlar:

              “Türkiye için belki artık çok geç oldu, ama başka olasılıkların da mevcut olduğunu görmemiz gerekiyor. Bunlardan biri şu: AKP ile TSK arasında bir uzlaşma ve siyasi mutakabat yapılabilir, AKP ve destekçilerinin orduyu siyasi olarak etkisizlestirme amacına demokrasiye ve ülkenin diğer kurumlarına daha az zarar vererek ulaşması sağlanabilirdi.”

              O sizin soylediginiz cumle de bu yukaridaki uzun cumlenin kisaca aciklanmis hali–hemen arkasindan geliyor. Malum, ordunun yapmasi gereken bir ic hesaplasmasi var. Ha bu senaryoya katilirsiniz katilmazsiniz o ayri. Ama AKP bu mudahale gecmisiyle hesaplasmada ictense, 12 Eylul’u boyle erteletmemelidir.

              Acikcasi ben bu davalari gecen sene bu davalarla AKP, ordu uzerinden muhalefet yapiyormus hissiyle izledim. Iktidar partileri yorgun olur, siz siyaset bilimci olarak cok iyi bilirsiniz, ama muhalefette olmak guclendirir genellikle siyasi pozisyonu, bu uzatilan davalar ve infial ortami ile yaratilan gayri resmi “olaganustu hal”i aratmayacak kamuoyu destekli tasfiyeler, degisimler, sansurler, duzenlemeler bununla beraber ele alindiginda bana gore son derece sahibeli tablolar.

              Diger taraftan dedigim gibi TSK’nin kendi kendisiyle bir kurum olarak hesaplasmaya gitmesi lazim. Bu sebeple hukuk cinayetleri islenmeye devam edilip eziyet edilecegine, dogru durust seffaf hukuki islemlerin yapilmasi hepimizin istedigi sey olmamali mi?

              Ancak bunlari soyledikten sonra ekleyeyim ki: blog yazarlarinin soyledigi veya yaptigi her yoruma katilmak gibi bir yukumlulugumuz de yok. Ben sizin cikardiginiz anlami cikarmasam da, Turkiye acisindan vesayet ortaminin bitebilmesi icin gercek sorunlara bir an once egilinmesi gerektigini dusunuyorum. Bu baglamda, blog yazarlarinin ortaya koyduklari bulgularsa genel olarak yeterince acik.

              Diger taraftan, hosgorunuze siginarak bir sey not etmek isterim:

              eger burada herkes gercek bir adalet duygusuyla yaziyorsa ki oyle olduguna inanmak isterim, asil bu davayi cerceveleyen etik sorunlara, kavramsal kargasalara aciklik getirmek ve bundan sonrasi icin suc duyurusu gibi somut adimlari dusunmek daha verimli bir yaklasim olmaz mi? Neden blog yazarlarinin bazi yorumlari ile ayni fikirde olalim ki? Ortaya koyduklari bulgular yeterince seffaf ve acik. Bu benim icin yeterli. Onlar da zaten bir soruyla bitirmisler yazilarini. O soruya bakarak belki de sorunlu gordugunuz bir yorum ve nokta varsa bunu kibarca hatirlatmak belki de daha verimli bir dusunme sureci olabilir.

              Sonucta can derdinde bir suru insan bu davada, somut sıkıntılar yasayan, onlari aklimizda tutarak, blog yazarlarini her seferinde topa tutmaya calisacagimiz yerde, katilmadigimiz noktalarda itham edecegimize “su noktada bu sorunlu bir oneri, cunku….” gibi bir yorumla sorunlu gordugumuz yerde kendi fikrimizi paylasmak daha makul degil mi?

              Obur turlusu olayi davadan, asil sorundan alip surekli blog yazarlarini sorgulamaya donusturmuyor mu? Oysa dedigim gibi, bu sahtelikleri ortaya cikarmasalar kimsenin belki de ruhu duymayacakti.

              Bu davalari lekeleyen usulsuzlukleri, hukuksuzluklari gorunce, bunlar bir an once asilsin da asil sadede gelelim hissi icindeyim ben de. Umarim meramimi anlatabilmisimdir bu sefer.

              (bu da uzun oldu, vaktinizi aldigim icin kusura bakmayin, ama baska turlu meramimi anlatamadigimi goruyorum ben. o zaman da hep ayni sey etrafinda donuyoruz bazen hissiyati icine giriyorum. yani kisacasi, fmerakli, gitti yine benim proteinler. saka yapiyorum tabii, lutfen ciddiye almayin bu protein meselesini).

              Cevapla

              • acracia Says:

                Netlestireyim:

                “Diger taraftan dedigim gibi TSK’nin kendi kendisiyle bir kurum olarak hesaplasmaya gitmesi lazim. Bu sebeple hukuk cinayetleri islenmeye devam edilip eziyet edilecegine, dogru durust seffaf hukuki islemlerin yapilmasi hepimizin istedigi sey olmamali mi?”

                Yani bu hesaplasmanin bir an once baslayabilmesi icin davalar uzatilip sahibeli deliller saklanacagina, hukuk cinayetleri islenecegine, seffaf bir bir sekilde
                12 Eylul’den baslayarak hukuki surecin baslatilmasi, oradan yola cikarak bazi seylerin aydinlatilmasi, bu asamada da TSK’nin bir kurum olarak bir kendi gecmisiyle bir hesaplasmaya gitmesi gerekir diye dusunuyorum. Ancak o zaman kendi bunyesinde var olan sorunlu unsurlarla saglikli bir sekilde, saglam deliller uzerinden adil bir hukuki islem yapilabilir kanaatindeyim.

                “Ben sizin cikardiginiz anlami cikarmasam da, Turkiye acisindan vesayet ortaminin bitebilmesi icin gercek sorunlara bir an once egilinmesi gerektigini dusunuyorum. Bu baglamda, blog yazarlarinin ortaya koyduklari bulgularsa genel olarak yeterince acik.”

                Yukaridaki bir ve ikinci cumle arasinda dusukluk olmus. “Bu baglamda, hem askeri vesayetin bitmesi, hem de onun yerine olusmakta olan polis devleti ve hukuk sorunlari goruntuleriyle baska bir otoriter yapilanmanin ve vesayetin de sorgulanmasi icin, su icinde bulundugumuz sahibeli davalarla dolu gundemden bir an once siyrilmak gerekir. Bu baglamda, Balyoz gibi bir davadaki sahibeleri ortaya koymalariyla, blog yazarlarinin one surdukleri bulgular genel olarak yeterince acik” olacakti.

                Cevapla

                • fmerakli Says:

                  Acracia,

                  Size kiyasla anlasilan hem nefesim dar hem proteinim az, sizin kadar detaya giremesem de hemfikir oldugum ve olmadigim noktalara kisaca isaret edecegim.

                  Dogan ve Rodrik’in kabul edilemez sozlerini sizin yaptiginiz gibi onu ve arkasi ile birlikte okuyunca da ben genel resimde cok farkli bir goruntu ile karsilasmiyorum. Ornegin Balyoz davasindaki sahteciliklere ve Ergenekon davasindaki hukuksuzluklara atif yaptiktan sonra sizin de alintiladiginiz soyle bir ifadeleri var:

                  “Türkiye’nin yargı sistemi de bu süreçte ağır bir yara alıyor.”

                  Bunu soyleyen bir kisinin, yargi sistemine agir darbe vuracak bir baska oneri ile ortaya cikmasi normal midir? Eger TSK ve AKP’nin siyasi bir anlasma yapiip suren davalari dusurmesi yargiya vurulacak bir darbe degildir diyorsaniz, o ayri mesele.

                  Ama Dogan ve Rodrik yine yukarida ve bir baska blog yazisinda AKP’yi Balyoz davasinin siyasi sorumlusu olarak tanimliyor ki bunu yaparken de bu blogta ortaya konan dava ile ilgili hukuki sorunlarin siyasi faturasini AKP’ye cikartiyorlar. Buna hic itirazim yok, ama saniklarin aleyhine sonuclar dogurduguna inanilan siyasetin yargiya mudahalesini/tahakkumunu elestirip, ayni anda saniklarin lehine sonuclar doguracak icinde yine hukumetin oldugu yargiya bir baska siyasi mudahaleyi/tahakkumu gundeme getirmenin benim nezdimde tek bir aciklamasi var: tutarsizlik…

                  Bakin bunu da sadece o sikintili ifadeler degil, yazinin butunune bakarak soyluyorum.

                  Soylediklerinizde katildigim noktalarin basinda da acilen gercek sorunlara egilme gereksinimi ve ayrica darbelerle hesaplasma gerekliligi geliyor. Siz miladi 12 Eylul olarak vermissiniz, ama bence 1960’tan itibaren ordunun siyasate mudahalelerini yargi onune cikarmak gerekiyor. Buna 28 Subat ve 27 Nisan da dahil. Ama gercek sorunlara egilirken, o sorunlara ve onlara iliskin sorulara gelecek kusaklara soru isareti birakmayacak cevaplar arama noktasinda kararli olalim.

                  Balyoz ile birlikte Ergenekon ve en son gundeme gelen Hanefi Avci’nin da sanik oldugu Devrimci Karargah Orgutu davalarini ciddiye alanlar ve onlarin karsisinda bu davalarin bir takim odaklarin uretimi olan tezgahlar olduguna inanan insanlar var. SU anda uclarda ve uzlasmaz gorunen bu kalabaliklari birbirine yaklastirmaya gucu yetecek tek sey de gercekler, gerceklerin ortaya cikmasi; Dogan ve Rodrik’in onerdigi gibi kirli pazarliklarla davalarin dusurulmesi degil ki bununla ne demek istedigimi yukarida ogretmen’e verdigim cevapta daha ayrintili yazdigim icin, burada tekrar etmeyeyim…

                  Cevapla

                  • acracia Says:

                    Fmerakli:

                    Cevabiniz icin tesekkur ederim. Ne demek istediginizi de anliyorum. Dikkat cektiginiz noktalarin, onemsiz oldugunu da asla soylemiyorum. Bu noktaya vurgu yapmis olmaniz, bundan cikabilecek anlamlara dikkat cekmeniz “bundan sonra neler olacak?” senaryolarinin bu isikta da degerlendirilmesi gerekebilecegi konusunda ipuclari tasiyor.

                    Benim dikkat cekmeye calistigim iki sey vardi:

                    * Bu sikintilari paylasmaniz onemli, icerigi soylemiyorum, ancak bunu yapis bicimimiz daha yapici olabilir–blog yazarlarinin ictenligini surekli sorgulama konusu yapmak yerine, soylenmis bir yoruma elestirinizi dile getirip buna dikkat cekmek, bunun gidebilecegi yerlere isaret etmek ve bundan sonra neler olabilecegi ya da olamayacagi konusunda bu sekilde katkida bulunmak bana burada isaret edilen hukuki sorunlara nasil yaklasilmasi gerektigi acisindan daha yapici olabilir gibi geliyor.

                    * Ben senaryolar yerine Ergenekon ve Balyoz konularinin icerdigi anlamlara yogunlasmayi tercih ettim. Sebebi de su:

                    Ben genel hatlariyla burada donen tartismalari, vs toparlamaya basladigimda, ilk 16 nolu giriste yaptigim gibi, hepimizin Ergenekon’dan farkli seyler algiladigini gorerek ve gostermeye calisarak soyle bitirmistim yazimi:

                    ““Bundan sonra ne olacak?” sorusuna gelmek icin oncelikle bu sahtecilikleri yapanlarin arastirilabilmesi icin samimiyetle bu sorularin uzerine gidilecek hukuki bir surec baslatilmasi acilen gerekiyor. Ancak blog yazarlarinin da degindigi gibi, askeriyenin daha onceden var olan siyasi mudahaleler sicili de bu sureci etkiliyor. Ben yukaridaki onerilen olasi senaryolar icin bir sey diyemem, ama butun bunlar, Pinar Dogan ve Dani Rodrik’in ortaya koyduklari ile bu sayfaya baktigimda donen yorumcu tartismalarindan cikardiklarim bunlar. Bundan sonra ne olacagina dair senaryolari belki bu isikta tekrar gozden gecirmekte fayda vardir.”

                    Sonuc olarak dedigim gibi ben blog yazarlarinin her yorumuna katilmakla yukumlu oldugumuzu dusunmuyorum. Siz baska bir tarafindan tuttunuz, ben baska. Ben onerilen senaryolar hakkinda degil, hep topyekun Ergenekon’un dusmesi kismina odaklandim yazdiklarimda ve Ergenekon uzerine tartismalari topladim.

                    Yukarida da sunmaya calistigim gibi bu konu cok karmasik ve farkli anlamlarda yorumlandigi icin, herhangi bir senaryodan once niye bu konuda bir turlu konusulamadigini, bunun bizi asil sorunlara odaklanmaktan alikoyup koymadigini sorgulayarak teshis etmeye calistim. Bu kadar farkli anlamlar verilmesi isiginda da “topyekun Ergenekon dussun” anlamini ben cikarmadim, cunku bundan anladiklarimiz cok karmasik. Buna da dikkat cekerek, senaryo boyutunda yeniden dusunulebilecek noktalar oldugunun onemli oldugunu soylemeye calistim. Ama bunun diger boyutlarina siz egilmis oldunuz, boylece daha kapsamli bir yeniden dusunme tablosu cikacak. Bu kotu bir sey degil ki. Dedigim gibi yapilmis veya yapilabilecek elestiri de degildi itirazim olan, bunun olmamasi tuhaf olur zaten. Anlatabildim mi?

                    Senaryolara deginmeme sebebime gelince: 1) O konuda sizin isaret ettiginiz bazi cekinceler mevcut, 2) Yukaridaki senaryolar hakkinda kafa yoracagima Ergenekon-Balyoz baglantilarina kafa yormaya calisip, bu konuda neden konusamiyoruz saglikli bir sekilde diye dusunerek enerjimi oraya sarf etmeyi tercih ettim–belki bu yukaridaki senaryolari bir daha dusunmemizi saglar diye de bitirdim, 3) Yani o senaryolara gelmeden once bir baska noktada daha genis bir soruna deginmekti amacim. 4) Zira su asamada ortaya konmus somut bulgular var, sahtecilikler var, bunlari kimin yaptigini tartismaktan bizi alikoyan ve konuyu dagitan faktorleri ortaya koymayi, katilip katilmayacagim bir yorum uzerine tartismaktan on plana aldim; zira
                    bu sayfada tartisilabilecek cok sey var, ben de konuyu blog yazarlarinin ne dusundugu/dusunebileceginden ziyade, 200’e yakin kisinin yargilandigi, bariz usulsuzluklerin ve sahteciliklerin oldugu davanin eklemlendigi soylemler, hukuki yaptirimlar, vs gibi daha somut seylere enerji harcamayi tercih ettim.
                    5) Asagida Bulent Murtezaoglu’nun dedigi gibi kimsenin rahatsizlik duymadigini soylemek bence de yanlis olur. Bunu dillendirmemenin cesitli sebepleri olabilir ki Bulent Murtezaoglu bazilarina dikkat cekti. Ben de bu kadar zaman harcayip bir tablo ortaya koyduktan sonra, sizin isaret ettiginiz okumalara fazla girmedim. Bu da uzun soluklu olmamdan degil, nefesimi harcamam gereken yeri farkli bir noktadan sectigim icin. Yoksa sizin elestiriniz gecersizdir demedim.
                    Farkli elestirileri de birisinin soylemesi lazim. Sadece bu elestirileri blog yazarlarini sorgulamak icin kullanacagima ben bu tarz sorunlara isaret edip bu senaryoyu tekrar dusunun derdim.

                    Elestirinin iceriginden ziyade, aldigi bicimdi bir onceki yorumumda soylemeye calistigim. Umarim ne demek istedigimi anlatabilmisimdir. Lutfen bundan da sizin isaret ettiginiz sorunlarin dile getirilmemesi gerektigi anlami cikmasin. Sadece ben bu davayi ve bu davadaki sahtecilikleri, onu cerceveleyen dinamikleri ve bu konuda bizi asil konulari tartismaktan alikoyan anlam farkliliklarina isaret etmeyi, burada 200’e yakin kisinin yargilandigini goz onune alarak on plana alarak konustum.

                    Cevapla

                    • fmerakli Says:

                      Acracia, bicimle ilgili elestirinizi not ettim, benzer bir elestire Ogretmen’den de gelmisti, orada uslubun agirliginin arkasinda yatan nedeni aciklamaya calistim, burada tekrar etmeyeyim.

                      SOylediginiz gibi bu davada yargilanan 200’e yakin isim var ve Dogan pasa dahil hepsinin adil yargilanma hakkina saygi duymak ve bu hakkin ihlal edilmesine ses yukseltmek lazim. Ben de surekli bu blogta ortaya konulan tutarsizliklarin mahkeme surecinde dikkate alinmasi gerektigini, bunun yapilmamasinin adil yargilanma hakkinin ihlali olacagini soyleyip duruyorum, bu noktalarda hemfikiriz zaten.

                      Ama Dogan ve Rodrik’in tartismaya konu ifadelerinden benim gibi bir suru insan (ki Balyoz’un fabrikasyon oldugunsa inanan fenerant dahil), Balyoz sahte o zaman Ergenekon da sahtedir, AKP-TSK anlassa yargiya mudahale ederek Balyoz’la birlikte Ergenekon da dusurulse diye bir anlam cikaracaktir.

                      Sizin “bu davayi ve bu davadaki sahtecilikleri, onu cerceveleyen dinamikleri” tartismaya odaklanmak istemenizi anliyor ve buna hak veriyorum. Ama Dogan ve Rodrik, ordu-hukumet mutabakit marifetiyle yargiya mudahale ederek “Ergenekon-Balyoz davalarinin bir sekilde dusmesi”nden bahsederek, Balyoz davasini Ergenekon davasi ile ayni potaya yerlestirerek tartismayi sizin ifade ettiginiz odagin uzagina tasiyorlar ve acikcasi bunu nicin yapiyorlar bilmiyorum. Ben sizin yukarida ifade ettiginiz ve “bunlari da bir dusunun” dediginiz hususlari gercekten onemsedim ve soylediklerinizin bugunu ve bundan sonra olacaklari anlamama yardimci olacagini ictenlikle ifade etmeliyim.

                      Ben de sizi takip ederek “bunlari da bir dusunun” cercevesi ile cevabimi sonlandirayim:

                      Dogan ve Rodrik’in Balyoz davasi ile birlikte Ergenekon davasinina bir sekilde dusmesinden bahsetmelerinin bugune ve bundan sonraya yansimalarini,

                      Adalet arayisinin gayrimesru siyasi mutabakatlar gibi araclarla yapilmasinin ordu siyaset iliskileri ve yarginin bagimsizligi uzerinde kisa, orta ve uzun vadeli etkilerinin neler olacagini da bir dusunuz…

                      (yanlis anlamayin, bunlari goz ardi ettiginizi soylemiyorum, acaba baskalari neden bu kadar cok onemsiyorlar acaba diye kendinize sorarak dusunmenizden bahsediyorum)

                    • acracia Says:

                      Fmerakli:

                      Cevabinizi simdi gordum. Ayni anda yazmisiz sanirim.

                      Simdi az once 12 Eylulle ilgili yazmis oldugumu size yanit olarak dusunmeyesiniz diye hemen yaziyorum: soylediklerinizi not ettim. Elestirideki uslup ve bicim konusunda bu ilk yazismamiz degil biliyorsunuz; ben hosgorunuze siginarak daha once de blog yazarlarini belirli varsayimlar uzerinden TSK’nin sesi olmakla, yani neredeyse onlari temsil etmekle itham ettiginiz zaman mudahil olma ihtiyacini hissetmis ve blog yazarlari da bazi belgeleri yukledigi vakit ortaya ciktigi gibi, sizin o vakitki varsayimlariniz uzerinden yapmis oldugunuz ithamlarinizin asilsiz oldugu ortaya cikmisti. Siz de cok saygi duydugum bir acikgonullulukle o zamanki elestirimin hakkini teslim etmistiniz. Dolayisiyla, elestirinizin bicimi konusuna geri donersek, bunu sirf munferit bir olay uzerinden soylemedim. Bu yuzden Ogretmen rumuzlu okuyucu/yorumcuya yapmis oldugunuz aciklamayi okumakla beraber, benim elestirim daha genel idi.

                      Diger taraftan, tam da sizin dediginiz gibi ayni potada olamayacak karmasiklikta bir Balyoz – Ergenekon durumu mevzu bahis oldugu icin, bu kadar vakit harcayip 16 nolu girdiyi yazdim ben. Baktim ki hepimiz bambaska birseylerden konusuyoruz, hani derler ya, kakafoni, aynen oyle. Balyoz sahtedir oyleyse Ergenekon da oyledir degil, sahibeli ve usulsuz gorulen davalari dusundum ben–Ergenekon’u kapsayan tuhaf bir tablo oldugu asikar; yukarida da degindigim gibi. Bu yuzden sizin yaptiginiz o “topyekun butun Ergenekon davasi” cikarsamalari kismina itirazim oldu. Ve yine bu yuzden o kadar vakit (ve de protein) harcayip sizin bu sozunu ettiginiz sorulari toparlayarak durumun karmasikligini gozler onune sermek istedim ya zaten. Icerikte, size katilmadigim nokta bu idi bu yuzden. Ama aciklamaya calistigim bu sebepler yuzunden.

                      Yoksa dedigim gibi, elestiri cok onemli, goz gozden ustundur mu derler, oyle bir yapici tarafi var. Ama saydigim sebeplerden, ben surekli blog yazarlarini tartismak yerine, bir elestirim varsa soyleyip nacizane katkida bulunup, ondan sonra asil konuya yani bu somut davaya ve sahibelere odaklanmayi tercih ediyorum. Bu da bazi yorumlar uzerinden elestirileri kucumsedigimden degil, ne olur yanlis anlamayin, asla degil–tam tersine, sadece yapici olmalari gerektigini ve ana tartismayi, yani etten kemikten 200’e yakin kisinin sahibelerle dolu Balyoz davasindan bizleri uzaklastirmamasi gerektigini dusundugumden.

                      Siyasi cozumden, sizin son yanitinizi daha okumadan evvel dedigim gibi, Bulent Murtezaoglu’nun sozunu ettigini anliyorum ben de. Gayrimesruluklarla dolu davalarda siyasi sorumluluklar neler olmali, hukuki cinayetler, vs sorularinin ele alinmasi yolunda bir cabada somut adimlar ne olabilir, bunun alternatifleri neler olabilir, bunlar onemli. AKP’nin daha once de isaret edildigi gibi, siyasi bir sorumlulugu var. Tekrar etmeyeyim simdi, ama kabaca hukuki surecin bir an once adillestirilmesi, seffaflastirilmasi icin guc onlarin ellerinde… Daha onceki politikalari ve isleri gelince ben bu davanin savcisiyim, yok su adalet kurumu bizi kumpas altina aldi diyecekler, islerine gelmeyince adli bir durumdur karisamayiz diyecekler. En basta kanun yapmakta, duzenlemelerde mudahiller ve bu da onlari sorumluluk altinda dogrudan birakiyor.

                      Bu sebeple su soylediginiz:

                      “Adalet arayisinin gayrimesru siyasi mutabakatlar gibi araclarla yapilmasinin ordu siyaset iliskileri ve yarginin bagimsizligi uzerinde kisa, orta ve uzun vadeli etkilerinin neler olacagini da bir dusunuz…

                      (yanlis anlamayin, bunlari goz ardi ettiginizi soylemiyorum, acaba baskalari neden bu kadar cok onemsiyorlar acaba diye kendinize sorarak dusunmenizden bahsediyorum)”

                      Konusunu asla azimsamiyorum. Bunu niye baskalari bu kadar onemsiyorlar diye de sormuyorum bile. Anlamsiz bir soru olurdu, zira elbette gayrimesruluk, *bazi* Ergenekon davalari olsun, Balyoz olsun, imzasiz mektuplari ihbar kabul etmek olsun, delilleri adli emanete gommek olsun, TSK mudahaleleri olsun, hep sorgulanmalidir. Bu konuda bir itirazim yok. Sizin isaret ettiginiz konuda da olasi senaryolarin gidebilecegi noktalar, oradan cikabilecek anlamlari not etmek de cok onemli–fikirler bu sekilde gelisip aciklik kazanir diye dusunuyorum ben. Bunu yaptiktan sonra da yine ana noktaya geri donup, ayni soruyu dusunuyorum: bu isin arkasinda kimler var? Cikarlari nedir? Bunlar gercekten olaylarin tam kalbinde yer aliyor. Nasil ortaya cikar? Sorun da bu zaten.

                      Ben su noktada birbirimizi anladigimizi umuyorum/zannediyorum.

                  • acracia Says:

                    Fmerakli:

                    unutmadan ekleyeyim: 12 Eylul’u milad olarak koymamin cok onemli bir sebebi var–bu kadro buyuk olcude halen hayatta, Guneydogu ve diger cok yakin tarihte gidilen yapilanmalari, oncesinde ve sonrasindaki bazi faili mechulleri aciga kavusturmak acisindan cok onemli buldugum bir kilit nokta. Diger tarihlere gelene kadar, oncelikle bunun uzerine ciddi bir sekilde gidilmesinin bir cok seye isik tutacagini dusunuyorum. (28 Subat ve 27 Nisan’i ayrica bir demokrasi sorunu olarak goruyorum–o ayri). Ancak 12 Eylul’un oncesi ve sonrasi, bugunlere gelen faili mechuller, bazi teskilatlar/yapilanmalar, Guneydogu, vs ile ilgili cozulebilecek ilmeklerin baslangic noktasinin burasi olabilecegini dusunuyorum.

                    Son olarak, siyasi cozum konusunda Bulent Murtezaoglu’na da katiliyorum; benim anladigim boyut da bu. Davalarin dusurulmesi degil, usulsuz ve sahibelerle dolu davalarin dusurulup yerine asil davalarin uzerine gidilmesi.

                    Cevapla

        • fenerant Says:

          Aynen katılıyorum bu ifadenize.

          Öncelikle dün yazdığım “yalancının mumu misali” ifadem yanlış anlaşılmış, ben sizin cevapladığınız şekilde sizi yalancı olarak itham etmedim. etmek de istemedim. Bu şekilde anlaşıldı isem çok özür dilerim.

          Benim ifade etmek istediğim konu ” konu ile alakasız cevaplar ve yorumlar yazar iseniz sizin yazdığınız argümanlara kimse dikkat etmez.” anlamında kullanmak istedim.

          Bazı fikirlerimiz farklı da olabilir bazı fikirlerimiz aynı da olabilir ama kimsenin kimseye hakaret etme veya saygısızlık etme hatta yalancı deme hakkı yoktur. Benim de, sizin de, buradaki diğer arkadaşlarında böyle bir hakkı ve düşüncesi yoktur. Yanlış anlaşılmış veya değerlendirlmiş isem tekrar özür dilerim.

          Cevapla

          • fmerakli Says:

            Fenerant,

            Yorumunuz icin cok tesekkur ederim, daha once kullandiginiz “yalancinin mumu” ifadesine aciklik getirdiginiz ve ozur dileme inceligini gosterdiginiz icin ayrica tesekkur ederim, simdi o ifadeyle ne demek istediginizi anlamis oldum, hic bir sorun yok…

            Bu arada sizin bu ornek cevabinizda goruldugu gibi insanlar yanlis anlasildiklarini dusundukleri ifadeleri icin bir aciklama yapma ihtiyaci duyarlar. Benzer yorumlari soylediklerimin daha iyi anlasilmasi icin, yanlis anlasilmadan kaynaklanabilecek sikintilari ozur dilemek dahil telafi etmek icin ben de yazdim bu blogta.

            Ama Pinar ve Dogan’in bu tartisilan ifadelerine, bazi yorumcular aslinda onlarin ne demek istedigini aciklama gayretine bile girismislerken (bu yanlistir anlaminda soylemiyorum) suskunluklarini surdurmelerini de gayet manidar buldugumu soylemeden gecemeyecegim.

            BU ifadeleri sizin deyiminiz ya da beklentinizle sehven kullanmis olsalar bugune kadar bir aciklama yapma ihtiyaci duyarlardi herhalde diye dusunuyor insan!

            Cevapla

      • Bulent Murtezaoglu Says:

        Acracia, bu bloga yorumlari ile katki verenler arasinda fenerant’i disarida birakirsak hic kimse bu ifadelerden rahatsizlik duymadi.

        Nereden biliyorsunuz bunu? Ben farkinda bile degildim onu yazdiklarinin — hatta yazmamislardir diye dusunup yanlis bir cevap bile yazdim. Genelde, ifade ve fikirler icin ‘ayipla, niye ayiplamadin, ayiplasana, ayiplamadigina gore zimnen kabul ettigin sudur’ filan tavirlarina sicak bakmiyorum zaten. Bunu bir tur baski olarak goruyorum ki gordugunuz gibi calisti, ilismeye niyetim olmayan ve boyumu cok asan bir seye ilisiyorum. Neyse, vakit kitligi disinda bulasmama sebeplerimi soyleyeyim:

        — Genis anlamda problemin ne oldugunu kavrayamadigim icin cozumun ne olabilecegi konusunda bir sey diyemiyorum. Problem sudur diye (herhangi bir kanattan) iddialarla gelenler beni ikna edemedikleri gibi, baski dili/propaganda/ezber vs. metodlari kullandiklari icin kendilerini ve ikna ettiklerini bu anlama cabasinin disina hatta karsisina cektiklerini goruyorum. Bu sekilde probleme egilen beyinleri eksiltiyoruz devamli galiba. Insanlar anlamadiklarini dusundukleri seyleri anlama cabalarina devam ederler, ‘anladim sudur’ dedikleri zaman o caba da biter o anlasilanin uzerine bir seyler insa edilmeye calisilir. En azindan bana oyle geliyor. Bir gucumuz olmadigi, o yuzden somut bir sey yapmak icin acele karar vermemiz gerekmedigi icin bir poziyona angaje olup su veya bu koroya katilamamiz o acidan da yerinde olmaz bence.

        — Yukarkinden farkli ama benzer genislikteki bir acidan baktigimizda TSK ile anlasma ‘cozumu’ bana manali gelen hicbir isi gormuyor. Asker veya degil devlet personelinin rol aldigi kousunda suphelerimiz olan bir suru karanlik is var, bunlar ‘soz karismayiz artik’ diye arkaya atilamayacak bir probleme isaret ediyor. O acidan muhatabin genelkurmay oldugundan dahi emin degilim ben. Olmazsa olmaz yardimci TSK olabilir ama ondan ilerisini soyleyebilmem icin hic hazzetmeigim bir suru komplo veya indirgemeci lakirdiyi dogru kabul etmem lazim.

        — ‘Siyasi cozum’den benim anladigim oncelikle adliyenin bu is (neyse o is) icin yanlis arac oldugunu kabul edip kanunlari degistirerek devletin — sectigi insan ve guruplara — uyguladigi baskiyi mumkun kilan mekanizmalari kaldirmak. Icabinda pismanlik/af turu kanunlar da cikartilip bu memlekette aslinda ne oldugu konusunda oyuncu olmuslarin ses cikartmalari saglanabilir. Ben bunun su anki konjonkturde olacagina inanmiyorum. Bu kanuni araclar PKK ile mucadelede de kullaniliyorlar cunku. Ergenekon davalarinda atifta bulunulan bazi kanun maddeleri (orgut uyeliginin genis tanimi, uye olmadan yardimci olma kavrami vs.) benim anladigim kadari ile PKK ile mucadele icin varlar. Benzer sekilde, kullanildiklari goruldukce ‘hiii ne yapmislar’ tepkilerini doguran fisleme/dinleme/takip vs. kanuni veya yari-kanuni araclarin ve aliskanliklarin sert tedbirlerle (jandarma dahil) kolluk kuvvetlerinin ellerinden alinmalari su anda mumkun olmayabilir. Acracia bey bu olaganustu durum ve belki yakin tehdit algisinin (veya olgusunun) nasil bu — baska islerde de pek kullanisli olan — araclari uretmeye yaradigina isaret ediyor arada sirada. Sirf isin o acisi (goz yumulan illegal metodlar, DGMlerin varliklari dahil) tugla buyuklugunde kitap konusu bence.

        Simdi aklima gelen ana hatlar boyle. Bunun dis politika, bolge/dunya konjonkturu, dis gucler vs. boyutlari da var ama o konularda soylebileceklerim yukarida dediklerimden de daha belirsiz olacagindan ellemiyorum.

        Cevapla

        • fenerant Says:

          Bülent bey;
          ” Acracia, bu bloga yorumlari ile katki verenler arasinda fenerant’i disarida birakirsak hic kimse bu ifadelerden rahatsizlik duymadi.” diye yorumda bulunmuşsunuz.

          Blog sahiplerinin yazmış olduğu ” Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.”

          ifadesini bırakın siyasi düşünce bazında hukuken de kabul etmem mümkün değildir.

          Bu ifadeyi kabul ediyor isek;
          a. TSK mensubu bazı subayların Balyoz davasından suç işlediğini peşinen kabul etmiş olmuyormuyuz?
          b.Siyasi otoritenin varlığını tanınmasını sağlamak için siyasi otoritenin size asılsız suçlar içeren uyduruk dava açılmasını sağlamak için suç uydurduğunu peşinen kabul ediyormuyuz?
          c. Siyasi otorite ile sanıklar arasında hukuk dışı anlaşma yapmasını kabul ediyormuyuz?
          (Yasal düzenlemeler ile yapılmış anlaşmalar hariç örneğin itirafçılar için çıkan yasalar )
          d. Hukukumuzda devam eden bir davada taraf olmayan kişi ve kurumların sanıklarla anlaşması ve davanın düşmesi hukuken mümkün değil iken böyle bir anlaşmanın mahkemeyi bağlamayacağı da bir gerçektir.

          Bununla ilgili o kadar çok gerekçe yazabilirim ki, uzatmak istemem.

          Sonuç olarak; Böyle bir ifade; Hem TSK, hem siyasi otorite, hemde yargı açısından, hem hukuki hemde etik açısından doğru olmamıştır. Hukuk devletinde yaşıyorsak ve öyle olduğunu iddia ediyorsak böyle bir ifade bir hukuk devletinde kullanılamaz ve bunun ifade edilmesi bile çok ayıp olmalıdır.

          Üstelik böyle bir ifade; hem TSK, hem siyasi otorite, hemde yargıya karşı en azından saygısızlık olmaz mı?

          Cevapla

          • Bulent Murtezaoglu Says:

            Fenerant bey, bey yazmadim o ifadeyi. Fmerakli’nin cevap verdigim yorumundan alintiydi, italik alinti oldugunu gostermek icin. Dediklerinizi anliyorum, buyuk bir itirazim veya ekleyecegim bir sey yok.

            Cevapla

  17. fmerakli Says:

    Trekking blog girislerinin altina yazi ile ilgisiz haberler girilmesine hakli tepki gosteriyor. Ben de asagidaki haberi bloga tasimak icin en uygun baslik neresi olur diye dusunurken, basligindan esinlenerek buranin uygun olacagini dusundum.

    Emre Uslu bugunku yazisinda Kosaner’in istifa baskisi altinda oldugunu ifade etmis, cok sasirmam asli varsa….

    ——————————-

    AKP tek başına iktidar olursa Koşaner istifa edecek
    Emre Uslu, Taraf

    Geçen hafta içinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in, Harp Akademileri Komutanı Org. Bilgin Balanlı ile birlikte sekiz subayın ifadeye çağrılmasına ilişkin Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) görev yapan orgeneral ve oramirallerin görüşlerini aldığı basına yansımıştı. İddiaya göre Koşaner, “Aksi ispat edilene kadar herkes masumdur. Sürecin hassasiyeti ortada. Titiz olun” uyarısında bulunmuş.

    Ankara’da Or’lar toplanınca huylanırım ben. Yine öyle yaptım. Bana 20 Şubat 2010’da (sondan bir önceki hamle) toplanan orgenerallerin çektiği istifa restini haber veren dostum ile konuştum. “Or’lar toplanmış, yine istifa resti mi çekecekler” diye sordum. Haber birkaç gün önce geldi: “Evet, kritik bir durum var Ankara’da.”

    Dostumun anlattığına göre durum şu: “Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner tam bir karartma ve manüplasyon ablukası altında. ‘İstifa et’ baskısı had safhaya gelmiş durumda ve Koşaner’in istifa etmeyi düşündüğü ciddi ciddi bir ihtimal olarak değerlendiriliyor.”

    Dostum olayın arkaplanını da anlattı. Normalde Koşaner yakın çevresine göre dikkatli bir legalist. Ben de aynı görüşteyim. Bu görüşümü 1 Temmuz 2010 tarihli Today’s Zaman’daki köşemde Koşaner analizi yazıp ifade etmiştim. Ancak şimdilerde Koşaner için durum biraz farklılaşmış gibi görünüyor.

    Anlatılana göre İlker Başbuğ dönemindeki son YAŞ toplantısında alınan kararların etkisi şimdilerde görülmeye başlamış. Başbuğ kendisinden sonrasını garantiye almak için, özellikle İrtica İle Mücadele Eylem Planı’nda beraber hareket ettikleri iddia edilen Hasan Iğsız’ı Kara Kuvvetleri Komutanı yapmak istemişti. Ancak hükümet direnince Başbuğ Iğsız’ı atayamamıştı.

    Koşaner’in Genelkurmay Başkanlığı dönemi için Başbuğ’un Aslan Güner ile birlikte hareket edip bir B Planı yaptığı iddia ediliyor. Buna göre Koşaner’in Genelkurmay Başkanlığı kontrol altında tutulmalıydı. Bu nedenle de Koşaner’in en yakın arkadaşı, demokrat kişiliğiyle bilinen Atilla Işık istifa ettirilmeliydi. Işık’ın Karargâh’ta yapılan birtakım siyasi müdahaleler konusunda Başbuğ ve ekibinin tersi bir tutum aldığı biliniyordu. Hatta başlatılacak hukuki sürece yardımcı olabileceğinden çekiniliyordu. Bu nedenlerle o dönem “karargâh medyası” devreye sokuldu ve Atilla Işık hükümet yanlısı birisi olarak lanse edildi. Böylece hem Koşaner hem de Işık baskı altına alınmış oldu. Koşaner en yakın arkadaşına sahip çıkmaktan, kurum içi dengeler nedeniyle vazgeçmek durumunda bırakıldı. Başbuğ’un dümen suyuna girerek, “Atilla Paşa’nın kamuoyunda hükümet yanlısı bir komutan görüntüsü çizdiğini, bundan dolayı da Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmak istemeyeceğini” ilgili makamlara söyledi. Böylece Atilla Işık da istifa ettirildi.

    Planın ikinci aşamasında Necdet Özel Kara Kuvvetleri Komutanı, Aslan Güner ise Jandarma Genel Komutanı yapılarak Aslan Güner’in Genelkurmay Başkanı olmasının önü açılmış olacaktı. Buna da hükümet direndi. Bu durumda planın üçüncü aşması kritikti: Işık Koşaner yakın markaja alınacaktı. İlker Başbuğ, 2. Başkanlığa en güvendiği adamı koyarak Işık Paşa’yı tam markaja almış oldu.

    Dostuma göre şimdilerde Ankara’da konuşulan “Işık Koşaner seçimden sonra istifa edecek” senaryosunun arkaplanında böylesine ince dokunmuş bir plan çalışması var. Dostumun değerlendirmesine göre, Işık Koşaner’e yürüyen hukuki süreçleri sahiplenme hususunda hiçbir zaman güvenmeyen İlker Başbuğ, Koşaner’i her yönüyle yakın markaja aldı.

    Örneğin Koşaner’e 30 Ağustos Resepsiyonu’nda Cumhurbaşkanı’nın eşli davetine katılmaması hususunda telkinler yapıldı. Telkinleri yapan Başbuğ’un Koşaner’in çevresine yerleştirdiği ekipti. Hatta bu telkinler Hurşit Tolon’un oğlunun düğününde, bir kısım Fenerbahçe Orduevi sakinleri tarafından da yapıldı ve amaca ulaşıldı. Sonuç da Koşaner Fenerbahçe Orduevi sakinleri tarafından ve kendi karargâhı tarafından resepsiyona katılmaması gerektiği telkinleriyle bu resepsiyona katılmadı.

    Böylece Koşaner ile hükümet yavaş yavaş karşı karşıya getirilmeye başlandı. TSK personeli ile ilgili yeni yargı süreçleri Koşaner’in üzerindeki baskıyı iyice arttırdı. Kurum içinde İlker Başbuğ’un tutuklamaların önüne geçtiği fakat Işık Koşaner’in bu işi yapamadığı gibi bir algı oluşturularak Koşaner psikolojik baskı altına alınmaya çalışıldı.

    Bu süreç sonunda Işık Koşaner’in bir istifa kararı aşamasında olduğu iddia ediliyor. Hatta bazı çevreler Koşaner’in istifa kararını çoktan verdiğini, sadece uygun zamanı kolladığını söylüyor. Uygun zamanın seçim sonrası olduğu, uygun şartların da seçim sonuçlarına göre değişeceği söyleniyor. Eğer AKP tek başına iktidar olursa Koşaner seçim sonrasında istifa edip hem AKP’yi zor duruma düşürmeyi hem de seçim sonrası başlayacak olan Anayasa değişikliği çalışmalarına balta vurmayı düşünüyor değerlendirmesi yapılıyor. Çünkü TSK’nın yeni anayasa içinde şu anki konumunu koruyamayacağı, bunun sorumlusunun da Koşaner’in olacağı Karargâh çevrelerinde fısıldanıyor. Kuşkusuz bu fısıltı da Koşaner’i baskı altında tutma stratejisisin bir parçası. Koşaner ise kendi başkanlığı döneminde TSK’nın konum kaybetmesini istemiyor.

    Ayrıca Koşaner’in Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı’nın MİT’e devri ile ilgili süreçten de oldukça rahatsız olduğu, buna bir tepki olarak da istifasını vereceği konuşuluyor. Hatta Hakkâri’deki şehit yedi subayın telsiz kayıtlarının “sehven silinmesinin” de GES’in MİT’e devrine tepki olarak yapılmış bir hareket olabileceği konuşuluyor.

    Diğer taraftan Koşaner’in seçimden çıkabilecek bir koalisyonu dört gözle beklediği, kurulacak bir koalisyonda ise kesinlikle istifa etmeyi düşünmediği ifade ediliyor. İlginçtir ama Koşaner’in hangi veriye dayanarak böylesi bir beklentiye girdiği de merak konusu. Koşaner’in böylesi bir beklentiye girmesini mümkün kılacak bir son dakika operasyonu beklentisi de oluşmuş durumda. Karargâh çevrelerinin koalisyon umudundaki ana motivasyon, bugüne kadar TSK’nın zayıf koalisyon hükümetlerinde istediği gibi hareket etmiş olması ve süreçleri istediği gibi yönlendirmeyi başarması. Eğer koalisyon hükümeti kurulur ise yargı süreçlerine müdahale edilip personelin hepsi kurtarılmış olacak.

    Bu görüşü dile getiren çevreler –ki oldukça önemsenmesi gereken ve Koşaner’e yakın çevreler bunlar- Koşaner’in istifa kararını verdiğini ve şu anda sadece seçim sonuçlarını beklediğini belirtiyor. Seçim sonucunda eğer AKP tek başına gelirse Koşaner istifasını verecek. AKP’ye seçimi kazanma sevinci yaşatmayacak. Eğer koalisyon gelirse Işık Paşa’yı iki yıl daha TSK’nın tepesinde görmeye devam edeceğiz.

    Cevapla

    • trekking Says:

      Bilgi vermekten çok yönlendirme amaçlı bir yazı. Sanki biri sipariş etmiş yaz demiş yazmış gibi. Sakın TGB li gençler işletmiş olmasın yine kendisini.

      Cevapla

  18. demokrat Says:

    Geçmişte yaşanan bin türlü rezalete karşın hiçbir istifa görülmedi.Sayın Işık Koşaner’in ise istifa etmesini gerektirecek hiçbirşey yokken nereden çıkmış böye bir duyum anlamadım.
    Bu yazının yazılış amacını da anlamadım.
    Elalemin yabancı akademisyenleri bile AKParti yine tek başına iktidar ama umarız dengeleyici bir muhalefet yapısı çıkar,yoksa AKParti zaten kazanacak derken ve artık bu çok açıkken ve istifadan en fazla faydanın seçim öncesi alınabileceği malumken,neden seçim sonucunu beklesin ki?Saçmalığa bakın ne kadar devam edecek o zaman bu istifalar,İktidarla uyumlu birisi çıkana kadar mı?Ya da seçilene hemen iktidar yanlısı yaftası mı yapıştırılacak?Sayın Koşaner buna müsaade eder mi? Olacak şey değil,demokrasi tecelli edecek,ister tek başına iktidar,ister koalisyon herkes saygı gösterecek.

    Cevapla

    • fmerakli Says:

      Demokrat,

      Kosaner’in istifa etmesini gerektirecek bir durum olmadigi yonunde haklisiniz. Ama muvazzaf orgenerallere uzanan son tutuklama kararlarindan ve eski genelkurmay baskanlari Basbug ve Buyukanit’in da ifadeye cagrilacagi soylentilerinin ayyuka cikmasindan sonra karargah icinde bir takim guclerin Kosaner’e istifa baskisi yapmasi, hatta belki komuta kademesinin toplu istifa etmesi gibi seveneklerin gundeme getirilmesi bana cok ihtimal disi gelmiyor. Ozellikle de Kosaner’in legalist tavri ve ondan kaynaklanan suskunlugu iceride tazyigi artiriyor olabilir. Secim oncesi istifa etmenin sizin ifade ettiginiz gibi en cok faydanin alinacagi secenek oldugu kanaatinde de degilim. Secim oncesi istifa, secimlere bir kac gun kalmisken AKP’ye zarar degil, yarar verebilir; zira AKP egilimli medya bunu askerin demokratik sisteme bir mudahalesi olarak yorumlayip yuksek sesli magduriyet soylemini hemen devreye sokacaklardir. AMa eger gercekten var ise Kosaner’e istifa baskisi yapan cevrelerin temel amacinin anayasa hazirlik surecini sikintiya sokmak oldugunu dusunuyorum, secim sonrasi istifa bu nedenle ‘daha faydali’ bir secenek olarak degerlendirilmis olabilir.

      Demokrasi teselli edecek, buna da herkes saygi gosterecek demissiniz, ne kadar dogru soylemissiniz. Ama maalesef bu olgunluga erisememis asker ve sivillerden tesmil bir guc odagi var ulkemizde, son yillardaki dava surecleri ile hayli guc ve mevzi kaybetmis gibi gorunmus olsalar da sivil anayasa surecini baltalamak iin ellerinden geleni artlarina koymayacaklarini da dusunuyorum…

      Cevapla

      • demokrat Says:

        Benim aşağıdaki tahminlerime göre sanırım AKP Anayasa’yı rahatça değiştirecek bir çoğunluğa erişemeyecek gibi görünüyor.Çok mu iyimserim bilmiyorum ama seçim sonrası,en az iki partinin (akp-chp) asgari müşterekte birleşerek (çok çetin tartışmalar yaşancak ve süreç uzayacak ama) toplumsal mutabakat zemininde Anayasa değiştirme çalışmalarına başlayacağını düşünüyorum.Tüm temennim başarılı olmaları.
        Tabiidir ki bir kısım güç odakları böyle bir ortak payda da bile engellemelere ve baltalamalara kalkışacaktır.Hem de iki tarafa da oynayarak.Onlar için ülkenin falan önemi yoktur,en önemli etken çıkarları ,ikinci sırada ise haris egoları yatmaktadır.Düşününce ve benim yukarda söylediklerim (zaten açık değil mi AKP’nin kazanacağı yönünde) ile sizin sözlerinizi harmanlayınca ;bu çevrelerce asıl önemli olanın Anayasa çalışmalarını sekteye uğratmak olduğu fikrine biraz daha yaklaştım.Kimbilir belki de böyle bir mutabakattan da korkuyor olabilirler.Sayın Kılıçdaroğlu demokratik hak ve özgürlükler konusunda uyumlu olacağı sinyallerini veriyor çünkü.Mevcut sertliği yapay ve seçimsel görüyorum ben.Herşeye rağmen sayın Koşaner’in istifa edeceğini düşünmüyorum,dediğiniz gibi legalist ve realisttir ,etmemelidir.

        Cevapla

      • trekking Says:

        “Demokrasi teselli edecek” herhalde “tecelli” edecek olucaktı. Evet keşke demokrasi tecelli etse de hepimiz saygı göstersek.

        Ama sandığın önümüze getirlmesi ile demokrasi arasında bir bağ kuramıyorum. Sandık temsili sistemin gereğidir. Demokrasi için ise talep te bulunmak gerekir. Bugün sandık hepinizin bildiği gibi ve yakın zamanda gördüğümüz üzere Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde de var. Ama demokrasi yok. Hadi size demokrasi getirdim demekle de demokrasinin gelmediğini bir çok ülke de gördük.

        Bize gelince, 4 kişinin 550 kişiyi belirlediği bir sistemin adı nasıl demokrasi olur bunu da anlayabilmiş değilim. Sevgili demokrat geçenler de M.Ali Birand’ın özeleştiri yaptığı yazısını alıntılamıştı. Orda diyor du ki Birand “İlk defa Demokrasi Parlemento- Genelkurmay arasındaki sıralama değişti. Demokrasi öne çıktı”

        Emret Komutanım adlı kitapla uyandığını ve başına gelmeyen kalmadığını andıçlandığını yazıyor.

        Askeri vesayete karşı verdiği mücadeleyi parlemento nun ruhunun korunmasına vermiş olsalardı keşke. Eskiden partiler de önseçim yapılırdı. O beğenmediğimiz yıllarda yahu. Örgütler güçlüydü. Şimdi sosyal demokrat olan CHP 29 ilde önseçim yaptı. Verilen mücadele yanlış hedef yanlış. Donkişot gibi yeldeğirmenlerine saldırdılar.

        Gerçek bir parlementer sistemin oluşması için verilseydi bu mücadeleler, o zaman vesayeti falan konuşuyor olmazdık.

        Konu dışına çıktığım için blogdakilerden de özür dilerim.

        Cevapla

        • demokrat Says:

          Trekking ,
          tabii ki haklısınız,en adil olanı tüm seçim sathında partilerin önseçim yapması,hatta dünyada bunun bile yeterince demokratik olup olmadığı tartışılıyor.Beğenmediğimiz yıllarda demişsiniz ,bence o yıllara haksızlık etmişsiniz.Bir dönem en azından insanlar bu kadar depolitize değildi.

          ”Emret Komutanım adlı kitapla uyandığını ve başına gelmeyen kalmadığını andıçlandığını yazıyor.”
          M.Ali Birand benzeri şeyleri kitabı hazırlarken ziyaretinde de söylemişti,doğru söylüyor, ‘endişeleri’ vardı ama abartmış biraz.O zaman da abarttığını düşünmüştük öğrenci kafa yapımızla.Ama işin doğrusu sakıncalı olduğu düşünülse zaten izin verilmezdi askeri okul ziyaretlerine.Dürüsttür kendisi ama arada böyle abartıları vardır.

          Ne acıdır ki haklısınız:
          ”Gerçek bir parlementer sistemin oluşması için verilseydi bu mücadeleler, o zaman vesayeti falan konuşuyor olmazdık.”

          Cevapla

  19. demokrat Says:

    Tahminimi de yazayım bari tam olsun;
    AKP % 40-42
    CHP % 31-33
    MHP % 11-13
    BDP % 7-9
    bunlar benim tahminim yani araştırma şirketlerini gözönüne almadan.

    Cevapla

    • trekking Says:

      sağdaki rakamlara göre %3 , soldaki rakamlara göre %11 kalıyor geriye. Kim alır peki bu oranları?

      Cevapla

      • demokrat Says:

        Bu kez küçük partilerin toplamda etkili olamayacağını düşünüyorum, bir birleşme havası var çünkü.Diğer bağımsızlar,küçükler,geçersizler.HAS Parti de etkili bir oy alabilir.MHP konusunda şüphelerim var kestiremiyorum açıkcası,BBP belki durumdan %2-3 fayda sağlayabilir.

        Cevapla

    • fmerakli Says:

      Ben de eksik kalmayayim:

      AKP %48-50
      CHP %26-28
      MHP %10-12
      BDP 27-29 milletvekili

      Kamuoyu yoklamalari aksini soylese de MHP’nin kucuk bir marjla baraja takilmasi beni cok da sasirtmaz. AMa umarim bu yasanmaz, zira sivil anayasa surecinde MHP’nin mecliste temsili gayet onemli. Gerci Baykal’a kaset operasyonu sonrasi Kilcidaroglu’nun yeni CHP’sinin demokartik soylemini derinlestirip biraz AKP’lilestigi yorumu yapiliyor ki bence kismen haklilik payi var. MHP’de kaset operasyonu, kasetleri yayinlayanlarin iddia ettigi gibi secimden sonra surerse yeni MHP’nin nasil bir politik durus getirecegini bilmek simdiden pek olasi degil. Secim sonrasinda ilginc gunler yasamaya devam edecegiz diye dusunuyorum

      Cevapla

      • demokrat Says:

        Hazır konu açılmışken buraya müdavimler tahminlerini yazsa iyi olacak,seçim sonrası değerlendiririz.

        Cevapla

      • demokrat Says:

        Şimdiden tebrik ederim sayın fmeraklı,demek ki yurtdışından daha iyi okunuyormuş.Peşinen kabul ettim yenilgiyi.Saat 19 00 itibariyle yazıyorum ama,artık belli sayılır.AKP biraz düşecek,CHP de artacak eğiliminde.

        Cevapla

        • fmerakli Says:

          Diger tarafta hatirlattiginiz iyi olmus, ama aklimdaydi zaten. Anlasilan en yakin tahmini ben yapmisim, ama BDP konusunda yanildigimi ben de itiraf edeyim. Acikcasi BDP yaklasik oark bekledigim oy oranina ulasti, am biliyorsunuz ayni secim bolgesinde birden fazla bagimsiz adah gosterdiginizde yeterli oy almak kadar, verilen oylari adaylar arasinda dengeli dagitmak da gerekiyor. Ben bu tur organizasyon kazalari olabilecegini dusunmustum, ama bu tur bir aksaklik neredeyse hic yasanmadi. Bu da BDP orgutunun ne kadar iyi calistiginin,, ne kadar iyi organize oldugunun acik bir gostergesi,

          Gerek anayasa surecinde gerek onunla baglantili ama otesinde kararlar da gerektiren Kurt meselesinin cozumunde BDP’nin guclu temsili cok onemli. Umarim siddet kartini degil aldiklari oya ve artan temsil kabiliyetlerine dayanan mesruiyet kartini one cikartirlar onumuzdeki aylarda. Erdogan’in da secim oncesi tavrini surdurmemesi ve balkonda verdigi sozlere sahip cikmasi gerekiyor.

          “Kurt meselesi yoktur, Kurt kardeslerimin sorunlari vardir, onlari da cozecegiz” seklinde bir yaklasimla TUrkiye’de Kurt meselesi cozulmez, neden cozulemeyecegini gormek isteyen onyillarca suren inkar politikasinin sonuclarina bakmak zorunda.

          Cevapla

          • demokrat Says:

            Katılıyorum,ama o son yaklaşım tarzının biraz milliyetçi oylara gözdikilmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.Şu andan sonra yaklaşım daha farklı olacaktır.Bu arada BDP tahmininin biraz teknik bir konu olduğunu görüyoruz,hata sayılmaz bence,diğerlerinde tam isabet,tekrar tebrikler.

            Cevapla

  20. fenerant Says:

    Akp :% 40 (269 MV)
    Chp: %32-33 (155 MV)
    Mhp: % 15-17 (90 MV)
    Diğerleri: % 13-10
    BDP: 29
    Diğer bağımsızlar: 7

    Cevapla

    • demokrat Says:

      Daha detaylı bir tahmin olmuş,milletvekili sayısı da vermişsiniz,güzel olmuş.
      Buradan istikrarsızlık da çıkabilir ,koalisyonda diyorsunuz yani.

      Cevapla

      • fmerakli Says:

        Sayin Fenerant’in verdigi rakamlardan ciddi bir istikrarsizlik cikar, bu oy oranlari ile olusan meclis aritmetiginin bir erken secim dogurmasi kanimca kacinilmaz olur, zira fenerant’in ongordugu 269 milletvekili AKP hukumetinin guvenoyu almak icin ihtiyac duydugu 267’nin hemen ustunde. Meclis baskani’nin AKP’den secilmesi durumunda oy kullanabilecek milletvekili sayisi da 268’e dusuyor.

        Ama acik soylemek gerekirse AKP’nin hem sizin hem de fenerant’in ongordugu %40-42 oraninin uzerinde oy alacagini tahmin ediyorum. 12 Eylul’de referandumu neredeyse AKP vs digerleri nezdinde gecmisti ve 6 ayda AKP’nin bu denli bir erime yasayabilecegi bir surec yasanmadi diye dusunuyorum. AKP’nin milletvekili sayisinda 300’un altina dusecegine hic ihtimal vermiyorum, ama sivil anayasa acisindan kritik esik olan 330’un altinda kalma ihtimali ozellikle %44-47 bandinda bir oy alirsa tabii ki var.Ama benimkiler de tahmin sadece, yanlis anlasilmasin siz yanlis soyluyorsunuz demek gibi bir amacim yok. Demokrat, tahminleri yazalim secim sonrasi degerlendiririz demis; ben pazari beklemeden baslamis oldum… 🙂

        Cevapla

        • fmerakli Says:

          Demokrat,

          Burada sewcim tahminleri uzerine iki kelam ettikten sonra gazetelere bakarken pek sevmedigim ama okumadan da edemedigim Engin Ardic’in yazisina rastgeldim. Secim sonrasi degerlendirmek uzere onu da buraya tasiyorum…

          ———————-

          Engin Ardic, Sabah

          Hangi holdingin hangi ticari kavgasında nasıl bir “piyon” olarak kullanıldığını farkedemeyip “solculuk ettiğini” sananlar, seçim sonucu ufukta göründükçe zavallı durumlara düşüyorlar…
          Üfürdükleri Kılıçdaroğlu balonunun, umdukları oy oranına yükselmek şöyle dursun, ona yaklaşamayacağını anladılar.
          Düzmece anketlerin kimseyi etkilemediğini de farkettiler. Halk yutmuyor, gülüp geçiyor.
          Bu anketlerden bazıları “kör kör parmağım gözüne” düzeyinde öküzce düzenlenmişti.
          Hükümete tarafsız görüntüsü altında çakmaya çalışanlar daha akıllıca bir yol da denediler: Geçen seçimin sonucunu olduğu gibi yeni anket kisvesiyle yayınlayıp şişi de kebabı da yakmadan kazıklarını atmaya kalktılar. Bunu da kimse ciddiye almadı.
          Çevirmeye çalıştıkları “siyasi kombinasyonlar” da tutmadı: Ölüsünü sürükleyen “eski partilerden” (DYP, ANAP, şu bu) onlara hiçbir hayır yok, birleşseler de yok, ayrılsalar da yok.
          CHP içine “ankastre ettikleri” birtakım sağcılar da (Demirel’in adamları, Ergenekon zanlıları, postal düşkünleri) ancak bu partinin kendi içinde iktidara oynayabilecekler, yani ülkeyi değil ancak ana muhalefeti yönetmeye talip olabilecekler, bunu da seziyorlar…
          Peki ne halt edecekler?
          Küfür etme yolunu deneyenler var, hep de olmuştu. Ancak bu yol yalnızca yürek soğutmaya yarıyor, adamlarını iktidara getirmeye değil!
          Bize bulaşmayı da denemişlerdi, istediklerinin tam tersini elde ettiler. (İtin biri benim için “kovun bunu” demişti, sağolsun, maaşım zam gördü.)
          Zavallılığın iki boyutu var artık. Bir: Temenni.
          “Hani içimden bir ses bu seçimde bir sürpriz olacağını söylüyor, hele durun bakalım…” gibilerden çok “bilimsel” tahliller…
          İkincisi de, çarçurdan medet ummak.
          Örneğin, namlı bir faşisti kodesten kurtarmak için “sesini duyun” diye yazı yazmak.
          Duyun tabii. Adolf Hitler’in “Kavgam” adlı ölümsüz eserini(!) de okuyun, o da bir sestir. Karga sesine benzer ama olsun, sestir işte.
          Bir komünist kızcağızın ekran hevesini “gençlik ne diyor” diye pazarlamak örneğin…
          Yüzde bir oy alacağı şüpheli birtakım adamcağızların gereksiz görüşlerine yer vermek örneğin (demokrasi var ya efendim)…
          Yaptıkları, kâğıt ve mürekkep ziyanlığıdır. Kendi mezarlıklarından geçerken ıslık çalıyorlar.
          Sonbahardan başlayarak, bu çok ilerici, çok demokrat, çok solcu arslanların takınacakları tutucu tavırları da ibretle izleyeceğiz.
          Pantalon uyduramadık gömlek verelim felsefesiyle, “iktidarda kalmalarını önleyemedik, bari anayasa yapmalarını önleyelim” çabası bakalım onları daha nerelere düşürecek?
          Naçizane tavsiyem, yeni Türkiye’de kendilerine Bodrum’da bar açmak, patlıcan sulamak, tavuk yetiştirmek gibi yeni uğraşlar aramalarıdır.
          Herkes eninde sonunda layığını bulur çünkü.

          Cevapla

        • xyzzy Says:

          Erdoğan eğer yeterli meclis çoğunluğu olursa Anayasayı referanduma götürmeyeceğini söyledi (Cumhurbaşkanına talimat verecek herhalde götürmesin diye). Buna rağmen AKP’den sivil ve demokratik bir anayasa çıkabileceğini düşünenler ya hayal görüyorlar ya da hedefleri farklı. AKP ile sivil anayasayı aynı cümle içerisinde kullan kişi “istikrar” deyince de “statüko” kastediyor herhalde. Mevcut düzen bozulursa erken seçim ve felaket senaryoları devreye giriyor. Korkut, böl ve yönet …

          Cevapla

          • fmerakli Says:

            xyzzy,

            Blogu uzun suredi takip ediyorum, yanilmiyosam bu ilk yorumunuz, oncelikle hosgeldiniz diyorum. Ben yeni, sivil ve demokratik anayasa hazirlanmasina iliskin surecin bir AKP projesi olduguna degil, toplumun genis bir kesiminin bekentisi ve talebi olduguna inaniyorum. Bu anlamda da anayasa hazirlik surecinin genis bir toplumsal katilim ile surdurulecegi beklentisindeyim ki yenilenen CHP diskurunun dahi bu toplumsal talebi karsilamaya yonelik mesajlar verdigini goruyoruz. Secim sonuclarinin AKP’ye 367 uzerinde milletvekili saglayacak sekilde tecelli edecegi kanaatinde degilim ama velev ki oyle bile olsa genis bir toplumsal katilim ile hazirlanmasi ve cagdas demokratik ilke ve prensiplere uyumlu olmasi kaydi ile 367 ya da ustu oy ile Meclis’te kabul edilecek ve karsitlari tarafindan AKP anayasasi diye nitelendirilecek bir anayasa metnini, onca degisiklige ragmen darbenin izlerini tasiyan ve ruhunu koruyan bugunku anayasaya kisisel olarak bin defa tercih ederim. Ama dedigim gibi, AKP’nin 367 ve ustu milletvekili cikaracagina akliselim AKP’lilerin bile inandigini zannetmiyorum. Tabii sunu da soyleyeyim eger cagdas demokratik ilkelerle uyumlu ve bireyi devlete karsi koruyan degil, 12 Eylul anayasasi gibi devleti bireye karsi koruyan bir anayasa metni referandumda onumuze gelirse ona da en yuksek sesle hayir demekten de cekinmeyiz, cekinmemeliyiz.

            Cevapla

            • xyzzy Says:

              Sayin fmerakli,

              Ben kısa zaman önce bu blog ile tanıştım. Radikal gazetesindeki Harun Tekin röportajını okuduktan sonra araştırma ihtiyacı duydum. Hala yazıları okumaya devam ediyorum. Açıklanan hukuk dışı uygulamalar kanımı dondurdu. Okumayı tamamladıktan sonra umarım konu ile ilgili yorumlarım da olacak.

              Ne yazık ki bana yazdığınız cevap “sivil anayasa acisindan kritik esik olan 330′un altinda kalma ihtimali” cümlenizi açıklamıyor. 330 üzeri milletvekili çıkartan AKP’nin hazırlayıp referanduma sunacağı bir anayasa metni korktuğunuz gibi “cagdas demokratik ilkelerle uyumlu ve bireyi devlete karsi koruyan degil, 12 Eylul anayasasi gibi devleti bireye karsi koruyan bir anayasa metni” olursa, siz hayır deseniz bile %50 ye yakın olduğunu düşündüğünüz AKP tabanı tarafından sorgusuz sualsiz kabul edilecektir zaten. AKP’nin şimdiye kadarki tutumu, bu anayasa metni konusunda da kimse ile uzlaşma arayışına girmeyeceğini açıkça gösteriyor. Olsa olsa belirli kesimlere “yetmez ama evet” dedirtecek bir iki tutam havuç yerleştirirler içerisine.

              Cevapla

              • fmerakli Says:

                Goruslerinize saygi duyuyorum, ama ayni kanaatde degilim. Demokrat’in da ifade ettigi gibi yeni bir anayasa partilerin halkin bir ozlemi. Partiler bu surece verdikleri katki oraninda siyasi fayda etme durumunda olacaklar onumuzdeki donemde, CHP’deki diskur degisikliginin temel nedeni de bence bu.

                Cevapla

                • xyzzy Says:

                  Sayın fmerakli,

                  Eğer bahsettiğiniz gibi partiler sivil anayasaya katkı verdiği miktarda siyasi fayda sağlayacaksa bu durumda 330 kritik bir sayı olmaktan çıkıyor zaten. Tüm partiler katkı verip uzlaştığı sürece sorun da yok. Benim itirazım “sivil anayasa acisindan kritik esik olan 330” cümlesi ile topu AKP’ye atmanıza. Bu şekilde söylediğinizde sanki AKP 330’u geçemezse sivil anayasa yapılamaz gibi bir sonuç ortaya çıkıyor. Tam tersi, daha önce de bahsettiğim gibi, eğer AKP 330’u geçerek anayasa yaparsa uzlaşma aramasına da gerek kalmayacaktır. Halkın sivil anayasa özlemi konusuna da bir parça şüphe ile yaklaşıyorum doğrusu. Unutmayın 12 Eylül anayasası da %97 oy ile kabul edilmişti.

                  Cevapla

                  • fmerakli Says:

                    Sayin xyzzy

                    Ben de darbe anayasasina verilen %97 kabul oyuna suphe ile bakiyorum. Icini gosteren zarflarin kullanildigi, icinde mavi renk gecen karikaturlerin bile hayir mesaji olarak kabul edilip sansurlendigi, askeri cezaevlerinde binlerce kisinin iskenceden inim inim inledigi, b.k yedirildigi, darbenin cenderesinin halkin kursagini bogum bogum siktigi, anayasayla birlikte darbeci pasanin devlet baskani olarak oylandigi bir referandumdan bahsediyoruz zira.

                    Ben 330’u hala kritik esik olarak goruyorum, zira cagdas ve demokratik bir anayasa metni genis bir sivil katilimla hazirlansa dahi eger AKP 330’un altinda kalirsa mecliste taslagin bloke edilme ihtimali bulunuyor. CHP’nin su asamada son derece karisik mesajlar verdigini kabul etmemiz lazim, Canan Aritman ornegin yeni CHP’nin bir Amerikan projesi oldugunu soyluyor. CHP’nin Ergenekon ve Demirel kontejanindan aday olan milletvekillerinin de demokratiklesme perspektifi sunan bir anaysa taslagini engellemek icin ellerinden gelen herseyi yapacagini dusunuyorum. 330 o yuzden hala kritik esik…

                    Cevapla

                    • xyzzy Says:

                      Sayın fmeraklı,

                      Umarım karşı ses ve düşüncelerin sindirildiği, medyada yer bulamadığı, seçim yasaklarının sadece muhalefete uygulandığı, medya, devlet ve belediye olanaklarının tek bir parti için sonuna kadar seferber edildiği, bel altı söylemlerin tavana vulduğu, seçmen sayılarında açıklanmayan artışların bulunduğu bir seçime de aynı şüphe ile yaklaşırsınız.

                      330 konusunda son yazdıklarınızdan anladığım kadarıyla daha önce yazmış olduğunuz “Demokrat’in da ifade ettigi gibi yeni bir anayasa partilerin halkin bir ozlemi. Partiler bu surece verdikleri katki oraninda siyasi fayda etme durumunda olacaklar onumuzdeki donemde, CHP’deki diskur degisikliginin temel nedeni de bence bu.” cümlesinin arkasında durmuyorsunuz.

                      Keşke CHP ve diğer partilere güvenmediğiniz kadar AKP’ye de güvenmeseniz. Bakın, referandum sonrasında yargı bağımsız olacaktı. HSYK, Yargıtay ve Danıştay seçimlerinin sonucunda AKP’nin arka bahçesi bir yüksek yargı oluşturuldu. Yeni atanan üyeler blok oy kullandı, Bülent Arınç sevinçten uçtu. AKP ne yazık ki herkesin duymak istediğini söyleyen, ancak uygulamaya gelince her koşulda kendi bildiğini okuyan bir parti. Son olarak 27 Nisan’ın da aslında muhtıra olmadığını öğrendik. Bu nedenle AKP bana hiç güven vermiyor. Bir gün işlerine gelirse 12 Eylül’ün de aslında darbe falan olmadığını açıklayacaklarından eminim. Sivil anayasa mümkün olduğu kadar geniş bir katılımla yapılmalı. Bunun yolu da tek partiye 330 sandalye vermekten geçmiyor. AKP’nin 330 üzeri sandalye ile yapacağı bir anayasa sivil değil parti anayasası olacaktır. Şimdiye kadarki icraatları da bunun kanıtıdır.

                    • fmerakli Says:

                      Xyzzy,

                      Sanirim anayasa surecine biraz farkli bakmaktayiz. Benim acimdan iki farkli surec var : (genis bir toplumsal katilimla) anayasanin hazirlanmasi sureci ve anayasaninn onay sureci. Sizin yorumlarinizdan cikarsadigim kadari ile siz bu surecin ikinci kismina odaklanmaktasiniz.

                      Anayasa hazirlik surecine mumkun oldugunca fazla sayida partinin katilimda bulunmasi tabii ki onemli bir sey, ama ornegin MHP ve CHP’nin surecte yer almamayi secmeleri benim acimdan anayasa hazirlik surecini durdurmamali. Eger genis bir toplumsal katilimla/diyalogla/muzakere ile, ki bunun altini defaten onemle ciziyorum, anayasa metni hazirlanir ve ortaya cagdas bir anayasa metni cikar ise CHP ve MHP’nin onay surecindeki direbclerini kirmak icin 330 onemli bir esiktir.

                      Siz uzlasmayi AKP ile CHP arasinda onay surecinde bir uzlasmaya indirgemektesiniz, ben daha genis bir anlam yukluyorum ve hazirlik surecinde metnin toplumsal uzlasi hedefleyen bir diyalog sureci ile hazirlanmasini daha onemsiyorum. Dedigim gibi boyle bir anayasa metninin 330 ustu oy ile AKP tarafindan referanduma sunulmasi acisindan bahsettigim rakam bir esik niteligindedir.

                    • xyzzy Says:

                      Sayın fmeraklı,

                      Aldıkları oylara bakarsanız, CHP ve MHP ve diğer muhalafet partileri toplumun en az yarısını temsil ediyor. Başta da söylediğiniz gibi siyasal fayda elde etmek için bu işin içerisinde herkes. Eğer bu partilerin bir itirazları varsa bu tabanlarının kaygılarını yansıtmaz mı? Bu partileri süreç dışı bırakarak yapılacak bir anayasa toplumu kucaklamış sayılır mı?

                      Yazdıklarınızdan anladığım kendi görüşünüze uymayan kesimleri bu sürecin dışında bırakmakta bir sakınca görmüyorsunuz.

                      Bu arada AKP ile ilgili yazdığım haklı çekincelere herhangi bir yanıt vermediğinize göre, ya sizin anayasa hedefiniz AKP ile tamamen örtüşüyor, ya da önümüzdeki dönemde büyük hayal kırıklıkları yaşayacaksınız. AKP’nin kendi çıkarlarına hizmet etmeyen bir anayasayı çıkartmasi mümkün değil.

                    • xyzzy Says:

                      Sayın fmeraklı,

                      Blog yazılarını, gittikçe artan bir endişeyle okumaya devam ediyorum. Zaman gazetesi yalanları ile ilgili yazıları okurken yazdığınız “Canan Aritman ornegin yeni CHP’nin bir Amerikan projesi oldugunu soyluyor.” ifadesi aklıma geldi. Bu cümlenin kaynağını gösterebilir misiniz? Benim bulduğum bütün kaynaklar CIHAN haber ajansından alınma, ve başlık haberi yazanın yorumunu yansıtıyor. Canan Hanım’ın sözleri ise oldukça farklı. Eğer daha somut bir kaynağınız yoksa siz de dezenformasyona maruz kalmışsınız ve bunu yaymaktan da çekinmiyorsunuz diyeceğim.

                    • fmerakli Says:

                      xyzzy,

                      Haber pek cok farlli yerde mansete tasindi, Ben saniyorum Vatan gazetesinin internet sitesinde okumustum ilk olarak. Asagida okudugum haberin uc asagi bes yukari aynisi olan bir baska haberi kaynak olarak veriyorum. Bugune degin Aritman’in sozlerini tevil ya da tekzip ettigini ifade eden bir habere hic gocum ilismedi, eger ARitman bunu yapti ise siz de o haberin kaynagini paylasirsaniz memnun olurum.

                      ——————

                      (http://www.ensonhaber.com/aritman-yeni-chp-abd-projesidir-2011-06-04.html)

                      Arıtman: Yeni CHP ABD projesidir

                      İngiliz The Economist dergisinin, son sayısındaki CHP ile ilgili yazı partide de derin çatlaklara neden oldu.

                      Şimdiye kadar hiçbir partinin yapmadığı yapılarak, seçim beyannamesine halktaki Amerikan karşıtlığını giderme vaadi koyulduğunu hatırlatan CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, yeni CHP’nin bir ABD projesi olduğunu söyledi.

                      ECONOMİST’İN ÇAĞRISI ÜZDÜ

                      ABD’den destek alındığını iddia eden Arıtman, “CHP’yi Atatürk kurdu, ilk genel başkanı da Atatürk’tür. ‘Benim iki önemli eserim vardır. Biri cumhuriyet, öteki Cumhuriyet Halk Partisi’dir.’ demiştir. ‘Bağımsızlık benim karakterimdir.’ demiştir, yani CHP’nin en önemli ve vazgeçilmez özelliği, bağımsızlık ülküsüdür. Bugün bunu yitirdiğimiz görüyoruz. Yeni CHP söylemi, bir anlamda Atatürk’ü ve onun ilkelerini, devrimlerini reddetme olarak da karşımıza çıkmaktadır.” şeklinde konuştu. Arıtman, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sena Kaleli’nin, Atatürk ilke ve devrimlerinin savunucusu ve bekçisi olmayacağını, olmak istemediğini söylediğini de hatırlatarak, “Bu bir parti suçudur. CHP’li olmakla da bağdaşmaz ama yeni CHP başka bir şeydir.” dedi. Canan Arıtman, gazetelerden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, The Economist’in çağrısından rahatsız olmadığını, aksine gurur duyduğunu okumanın kendisini çok üzdüğünü de söyledi: “Bundan dolayı hiçbir rahatsızlık duymamıştır, bu da işbirliğini gösterir. Yoksa bir CHP genel başkanının, Atatürk’ün koltuğunda oturan birinin, emperyalizmin ve kapitalizmin böyle bir desteğinden üzüntü ve utanç duyması, reddetmesi gerekirdi.” Arıtman, yeni CHP ile Atatürk’ün kurduğu arasında çok büyük bir fark ve derin bir uçurum olduğunu sözlerine ekledi.

                    • fmerakli Says:

                      xyyz,

                      Bir noktayi duzelteyim, yazdiklarimdan soyle bir anlam cikartmissiniz:

                      “Yazdıklarınızdan anladığım kendi görüşünüze uymayan kesimleri bu sürecin dışında bırakmakta bir sakınca görmüyorsunuz.”

                      Eger benim gorusume uymayan kesimleri surecin disinda birakilirsa, en iyi ihtimalle bir kac yuzbin kisinin goruslerini yansitan bir anayasa metni ortaya cikar. Benim AKP’li oldugum noktasindan hareket ediyorsunuz herhalde, ama son referandumda “yetmez ama evet” oyunu AKP’ye verilmis bir oy olarak almazsaniz, ben bugune degin AKP’ye hic oy vermedigim gibi, AKP’yi ozellikle AB surecinde ayak surumeye baslamis olmasini, ilk baslardaki reformist tavrinin ozellikle ordudan gelecek tehdidin minimize edildigi inancinin yerlesmesiyle birlikte konformist bir hale donusmesini vs hayli elestirmis biriyim. Ayrica bu nedenlerle check and balance islevi gorecek genis bir sivil katilim olmaksizin AKP’nin olusturdugu bir anayasa metninin sikintili olacagini/olabilecegini gorecek kadar da akliselim sahibi oldugumu dusunuyorum. Zaten o yuzden , defaatle ve bir kez daha anayasa hazirlik surecinde genis bir toplumsal katilimi ne denli onemsedigimin altini ciziyorum.

                      Tekrar yukaridaki ifadenize donersek benim soyledigim su; eger CHP, MHP ya da BDP kendi istekleri ile bu surecin disinda kalmayi secerler ise bu onlarin secimidir, ancak boyle bir tavir surecin durdurulmasi gibi bir sonuca yol acmamalidir. AKP’yi destekleyenler dahil benim ayni goruste olmadigim pek cok farkli kesimi de icine alacak sekilde genis bir toplumsal katilima dayali bir surec icerisinde hazirlanan anayasaya CHP/MHP’nin destek vermemesi bence onem teskil etmiyor, bu yuzden de zaten 330 kritik esiktir demekteyim

                    • xyzzy Says:

                      Sayın fmeraklı,

                      Arıtman ile ilgili aynı yazıyı görmüşüz. Üşenmeyip buraya da yapıştırdığınız için teşekkür ederim. Bu yazıda Sayın Arıtman bir “işbirliğinden” bahsediyor, ancak bir projeden bahis göremiyorum. Arıtman’ın argümanı bile zorlama iken, bunu bir adım daha ileri götürüp “Yeni CHP bir ABD projesidir” başlık atabilen muhabirin yaratıcılığını tebrik ediyorum. Ancak sizin benim sorum üzerine cevap olarak bu yazıyı yapıştırmanız doğrusu beni hayal kırıklığına uğrattı. Okuduğunuzu anlama ve değerlendirme zahmetine girmediğinizi düşündürdü.

                    • xyzzy Says:

                      Sayın fmeraklı,

                      AKP’li olduğunuz düşündüğümü sanmışsınız. Ben ise sadece basit bir soruya cevap arıyordum. AKP’ye güvenmiyorsanız onların 330 oy almasının sizi beklediğiniz sivil anayasaya nasıl ulaştıracağını anlamaya çalışıyorum. AKP’nin geniş katılım aramayacağı, kendi değişikliklerini dayatacağı ortada. Halkın bir yarısını temsil eden CHP,MHP, BDP vb. partileri kolaylıkla dışarda bırakıveriyorsunuz ancak AKP’den vaz geçemiyorsunuz. Bunun nedenini merak ediyorum.

                      Yetmez ama evet diyen birisi olarak beklentilerinize ulaşabildiniz mi gerçekten? Ben ulaşamadım. 12 Eylül yargılanmadı. Hukuk bağımsız olacağına AKP’ye bağımlı hale geldi. Özgürlükler artacağına daha da kısıtlandı. AKP’ye bir kez daha inanırsanız bu sefer uğrayacağınız bu hayal kırıklığının sorumlusu da siz olursunuz. Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuç beklemek sağlıklı değil.

        • demokrat Says:

          276 olacak ,sehven rakamlar yerdeğiştirdi herhalde.Yani istikrarsızlık kesin gibi.

          Cevapla

  21. fmerakli Says:

    Asagida Basbakan’a hakaret davasindan hakim onune cikan Ahmet Altan’in bugun yaptigi savunmasi var.

    Yeni bir zafere hazirlanan Basbakan’in ve AKP’lilerin bu savunmayi sindirerek okumalari ve soylenenler uzerine dusunmeleri, tartismalari gerekiyor kanaatindeyim.

    Bana f tipi, fetocu vs. yaftasi asan, benim cemaat uyesi oldugum yanilgisina inanmayi secmis olanlari biraz hayal kirikligina ugratma pahasina sunu da soylemeden gecemeyecegim.

    AKP’nin gecmis ve bu yaklasan zaferlerinde cemaatin payi oldugunu dusunen Gulen’in ve Gulen cemaati uyelerinin de bu savunmayi dikkatlice okumasinda buyuk fayda var. Tabii ki de Gulen ya da cemaat uyeleri Basbakan’in Altan’a actigi davadan ya da heykelin yiktirilmasi kararindan sorumlu tutulamazlar, soylemeye calistigim sey bu degil. Altan Basbakan’in yenilgiler karsisinda guclu durdugunu ama kendi zaferlerinden yaralandigini ifade ediyor. Gulen’in ve cemaat uyelerinin dikkate almasi gereken nokta burasi. Kuvvetle muhtemel AKP’nin yeni bir secim zaferi cemaat icerisinde bir zafer hissi uyandiracaktir, Altan’in dikkat cektigi uzere mesele, bu zaferi tasiyabilme meselesi. Umarim bu zafer sarhoslugu Turkiye’nin normallesme ve Balyoz/Ergenekon yargilamalari da dahil demokrasiyi konsolide etme surecinde ihtiyac duydugu seyin adaletin tesis edilmesi oldugunu gormelerini engellemez. Umarim sureci ofke ile beslenen bir dille surdurmek ve adalet degil intikam gudusu ile hareket etmek gibi bir yanlisa dusmezler…

    ———————

    Sayın Yargıç,

    Beni buraya, hapse atılmamı isteyerek gönderen adam, bu ülkeye çok yararlı hizmetleri olmuş, değerli bir adamdır.

    Kendisi de sıkıntı çekmiş, yargılanmış, hapis yatmış biridir.

    Benim hapsedilmemi isteyen adam, bu ülkenin başbakanıdır.

    Çeşitli acılar, zulümler, düşmanlıklar, yenilgiler görmüş, hepsinin altından kalkabilmiş bir adamdır.

    Ne yazık ki yenilgiler karşısında güçlü duran nice insan, zaferlerin ağırlığını taşıyamamış, sarsılmış, yolunu şaşırmış ve kendi galibiyetiyle yaralanmıştır.

    Benim hapsedilmemi isteyen bir zamanların mahkumu, şimdinin başbakanı da kendi galibiyetinin yaralarını taşıyor bugün.

    Bir zamanlar şiir okuduğu için sistemin efendileri tarafından hapsedilmiş bir kurbanın, kendisi iktidara geldiğinde yazarların hapsedilmesini isteyen birine dönüşmesi, o adamın geçtiği yollarda yaşadığı yenilgilerden değil, zaferlerden dolayı yolunu şaşırdığını gösterir.

    Bugün bu gerçek, bu davanın kendisinden de, benim hapsedilmemden de daha büyük bir önem taşıyor, çünkü bu başbakan yeni bir zafer kazanmaya hazırlanıyor.

    Taşımakta zorlanacağı yeni bir zaferi daha olacak.

    Ben, bunun bedelini, başta kendisi olmak üzere bütün ülkenin ödemesinden çekindiğim için kendisini uyarmak istedim.

    Bugün benim burada yazdığım bir yazıdan dolayı sanık sandalyesinde oturmama yol açan mesele, başbakanın bir heykel hakkındaki haksız, yersiz, haddini fevkalade aşan bir hüküm vermesiyle başladı.

    Kars’taki bir heykele “ucube” diyerek yıkılmasını istedi.

    Kendisi hakkında yazılmış bir yazı karşısında gösterdiği tepki, o yazıyı yazanın hapsedilmesini istemek olacak kadar kendisini önemseyen biri, bir başkasının eseri hakkında bu kadar rahatça aşağılayıcı sözcükler kullanabiliyorsa ve bunu doğal buluyorsa, o adam kendisini kutsallaştırmaya, başkalarını ise saygıyı hak etmeyen insanlar olarak görmeye başlamış demektir.

    Ölçüleri böylesine şaşmış biri başbakansa, bu ölçü şaşırması herkes için bir sorun anlamına gelir.

    Ülkemiz çirkin heykellerle, çirkin binalarla dolu, şehir meydanlarında fevkalade kötü yapılmış Atatürk heykelleri, her yanda inançlı insanların da yakınmasına neden olan estetik yoksunu camiler var.

    Başbakan, çirkin bulduğu herhangi bir Atatürk heykeline ya da camiye “ucube” diyebilir mi, onları yıktırtabilir mi, cesareti buna yeter mi?

    Onlara dokunamayan birinin sahipsiz bir heykeltıraşın heykelini aşağılayarak yıktırtması nasıl tarif edilebilir?

    İçi boş gösterişçi bir yiğitlik, kof bir kabadayılıktır bu, kolay bir hedef seçip onun üzerinden çıkar sağlamaktır.

    Ayıplanması, kınanması, eleştirilmesi gereken bir davranıştır.

    Bir başbakan “beğenmedim” diyerek bir heykeli nasıl yıktırır?

    Hangi hakla yıktırır?

    Allah muhafaza bu başbakan roman okumaya başlarsa ne olacak, bir düşünün.

    Başbakan beğenmediği için Madam Bovary’i, kocasını aldatan bir kadını anlattığı için Anna Karenina’yı meydanlarda mı yakacağız?

    Sokaklarda henüz kitap yakmamayı, başbakanın roman okumamasına mı borçlu olacağız?

    Başbakan kendini her türlü eser hakkında hüküm verecek kadar yetkin ve beğenmediği her şeyi yok ettirecek kadar güçlü görüyorsa, Türkiye’de bütün sanat eserlerinin kaderi başbakanın iki dudağı arasına mı sıkışacak?

    Buna itiraz etmeyecek miyiz?

    Buna isyan etmeyecek miyiz?

    Boyun mu eğeceğiz böyle bir hoyratlığa?

    Kendini tek merci olarak gören biri mi belirleyecek bütün sanatçıların ve eserlerinin kaderini?

    Ben bunu kabul etmem.

    Bunu kabul edeceksin, sineye çekeceksin, buna öfkelenmeyeceksin, karşı çıkmayacaksın diyerek beni hapisle tehdit eden başbakanla savcı, korkutmak için kendilerine başkasını bulsunlar.

    Onların gücü yetmez beni korkutmaya.

    Ben bu ülkede kimsenin kaderi, bir insanın iki dudağı arasına sıkışmasın istiyorum, ben bu ülkede herkesin özgür olmasını, fikirlerini söylemesini, ibadetini yapabilmesini, eserlerini yaratabilmesini, dilini konuşabilmesini, istediği gibi giyinip, istediği gibi fikirlerini söyleyebilmesini savunuyorum.

    Başbakan neyi savunuyor?

    Bir heykeli tek emirle yıktırabilen biri neyi savunabilir?

    Heykeli yıktırılan heykeltıraşı kim savunacak bu ülkede, kim ona sahip çıkacak, kim adalet isteyecek, kim güçsüz birinin gadre uğramasına engel olacak?

    Bir zamanlar bu soruların cevabı olarak bu ülkede çok insan bu başbakanın adını söylüyordu, bugün bunu söylemek çok zor.

    Referandumu öylesine büyük bir zafer kazandı ki başbakan, omuzları o zaferin ağırlığını taşımaya yetmedi.

    Aradan daha altı ay geçmeden heykelleri yıktırtmaya başladı.

    Eskiden durduğu yerden öylesine savruldu ki bu insan, bütün dindarlığına, bütün inancına, yaptığı bütün dini vurgulara rağmen bugün Hazreti Muhammed’in bir hadisi söylendiğinde bunu hakaret olarak kabul ediyor.

    Bir hadisten gocunan dindar Müslüman, ne o hadisten, ne o hadisi söyleyenden kuşku duymalı.

    O insanın kuşku duyacağı tek varlık, kendisidir.

    Başbakan bunu bile fark edemiyor artık.

    O dindar başbakanın hakkımda yazdırdığı iddianamede, aleyhime delil olarak peygamberin bir sözünü söylemem gösteriliyor.

    Kendi zaferiyle yaralanmak budur işte.

    Gücünü öyle yanlış kullanırsın ki sonunda peygamberinin sözü sana hakaret gibi gözükmeye başlar.

    Peygamberinin sözünden korkan, peygamberinin sözünden gocunan dindar biri, bir ülkeyi yönetmekten ziyade trajik bir romana başkahraman olmaya daha uygundur.

    Acıklıdır durumu çünkü ve bu acıklılık, güçle, iktidarla birleştiğinde ortaya çok tehlikeli biri çıkar.

    Ben, bu ülkenin tarihi liderlerinden biri olabilecek bir insanı, kendi varlığını, düşüncelerini, inançlarını yok sayan bir zafer yorgunu olmaktan kurtarabilmek, kişisel bir trajedinin ülkenin bütününe yayılmasını engelleyecek bir uyarıda bulunabilmek için yazdım o yazıları.

    Hakaret etmedim.

    Başbakanın bana karşı kullanmaya kalktığı hırpalıyıcı dili, yazdıklarımı daha iyi kavrayabilsin diye ona karşı kullandım.

    Ama tarihi bir lider olmakla bir trajedi kahramanı olmak arasında sallanan bu başbakan, her şeyin sadece kendisine mübah olduğunu sandığından, bunun hakaret olarak görülüp cezalandırılmasını istedi.

    Sayın Yargıç,

    Vereceğiniz karar benimle ilgili olmayacak.

    Siz bu ülkenin hukukunun, keyfi davranışlara, gücün hoyratça kullanılmasına, güçsüzlerin ezilmesine cevaz verip vermediğine karar vereceksiniz.

    Beni mahkum ederseniz, başbakan daha çok heykel yıktırır.

    Mahkum etmezseniz belki hata yaptığını fark eder.

    Bunu fark ederse, hem bu ülke, hem de kendisi kazanır.

    Ben, kendi zaferlerinin ağırlığıyla yolunu şaşırmış bu başbakana yardım etmenizi isterim.

    Cevapla

    • demokrat Says:

      Sadece Ahmet Altan’a karşı yapılmış değil tabii, daha başka örnekleri de var süreç içinde yaşadığımız.İsterdim ki Ahmet Altan onlardan da kısa kısa örnekler versin.Savunma kişisel olmalı düşüncesiyle bahsetmedi sanırım.Etkileyici bir savunma, ulaşması gereken yerde de ses getirmesi gerekir düşüncesindeyim.

      Cevapla

    • Bulent Murtezaoglu Says:

      Valla ben o dava acilinca kikirdedim burada. Bu kadar ozgurlukcuyuz diye dolasan insanin oldugu bir memlekette Taraf gazetesi ifade hurriyeti konusunda ilkeli bir pozisyon almadigi gibi pesine taktigi kalabaligin da ufkunu acacagina aklini karistirdi. Mahkeme savunmasina bir sey diyecek degilim, elbette cari kanuna gore yapacak ama okuyucularina ‘hakaret’in yasak olmasinin veya dava konusu olabilmesinin [devlet veya ozel] muktedirlerin ellerine nasil bir sopa verdigini anlatmadi bu insanlar. Ben ara sira bakiyorum saniklarin yaninda yer aldiklari zaman dahi ‘dedigi hakaret degildi’ turu laflar bastilar. ‘Hur bir memlekette hakaret dava konusu olmaz’ demediler veya diyemediler. Bugun Turkiye’nin iyi niyetli okumuslari hala ‘dunyanin hicbir yerinde’ filan diye karsimiza gecip ifadeyi kisitlayan kanunlari mudafa edecek kadar capsizlasmislarsa Altan ve surekasinin yapar gibi yaparken aslinda yapmadiklari islerin bunda bir rolu var. Onlar anlatsaydi da millet ‘biz boyle sey istemiyoruz, birisi birisine esek derse ona mahkeme karismali’ deseydi diyecekse. Sunu da soyleyeyim ben baska bir vesile ile Altan ailesinin bir ferdinin Twitter’da ‘internet mufettisleri’ araciligiyla insan bulup dava etme tehtidi savurdugunu, altan’in gazetesinin personeli Baransu’nun da benzer sekilde bu hakaret kanunlari ile insan tehdit ettigini gordum. (OKC de tehdit ediyor boyle onu da gordum ama ayni cevre degil.) Ben Ahmet Altan’a garezim oldugu icin degil, bu kanunlarin ortamlara neler yaptigi ortaya ciksin diye mahkum olmasini istiyorum. Bundan rahatsizsak bu kanunlari kaldiralim/kaldirtalim. Mahkum olmazsa Ahmet Altan oldugu icin olmayacak, ‘yuh’ diyen genc de, baska sey diyen — unsuz — de takibata ugramaya ve mahkum olmaya devam edecek cunku.

      Cevapla

      • demokrat Says:

        İstediklerinde efendim işte yargının işine karışmıyoruz savunması çok yapıldı,bunlara karşı Ahmet Altan yaklaşımı tam olarak nasıldı takip edemedim.Bazan kaçırıp insanlara haksızlık ettiğimiz de oluyor.Mesela pankart davasında,Hopa olaylarında,Çeber olayında vs duruşunu da bilmiyorum.
        ”Altan ve surekasinin yapar gibi yaparken aslinda yapmadiklari islerin bunda bir rolu var.” tahlilinde haklı olabilirsiniz.Onun için bende benzeri durumlardan da örnekler verseydi dedim ama sonra düşününce şahsi savunma kapsamında değerlendirdim.Bu tabii sadece yaptığı savunma için geçerli argüman.Twitter örneğiniz vahim.Geçenlerde de ayrılan bir muhabirin benzer serzenişleri vardı hatırlarsınız.Onu da sanırım savunma hakkı konusunda yalnız bıraktıkları söylenmişti.

        Cevapla

  22. demokrat Says:

    Sivil Anayasa,
    Sadece partilerin değil halkın bir özlemi,bu isteğin karşısında ne AKP durabilir ne de CHP.Seçim sonucunda partilerin ,halkın gözü ve gönlündeki asıl yerlerini sorgulatmamak adına bu gelişimi göstereceğini düşünüyorum.Sonuta ise mutlaka referanduma gitmesi gerekir.
    Burada sayın fmeraklı’ya da gönderme yapayım,ben referandumun bu seçim için ölçü olamayacağını sanıyorum.Referandumda evet kullanan CHP’li, MHP’li hatta (bağımsız) görüşlü insanlar tanıyorum.Bunlar aslında referandumun bir seçim olmadığının ayırdında olan insanlar.Mesela yetmez ama evetciler,marksist tutum,DSİP ,bağlantısızlar vs vs.Bu seçimde herkes kürkçü dükkanına döner.Küçük partiler çok fazla atılım yapamayacak ama AKP’yi de referandum sürecinde olduğu gibi desteklemeyecek sanırım.
    Engin Ardıç benim de okumadan duramadığım bir yazar.Şöyle söyleyeyim ,kısa zaman aralıklarında kendisine hem rahmet okutmayı hem de hah işte doğru söylemiş dedirtmeyi başaran bir yazar.Kimbilir belki de bundan besleniyordur.Hatta öyle ki bazan aynı yazısında bile bu duyguyu yaşayabiliyorsunuz.:)

    Cevapla

  23. trekking Says:

    Anayasanın halkın bir özlemi olduğu ve bunun önünde ne akp nin ne chp nin duramayacağı, fikrinize maalesef katılamıyorum. Ben İzmir de yaşıyorum. Partilerin bir çoğunun mitingine gözlem yapmak amacıyla katıldım. Güçbirliği yürüyüşlerine, toplantılarına, mitingine de katıldım. 1Mayıs etkinliklerine de katıldım. CHP ‘nin sitesinde yayınlanan mitinglerin birçoğunu izledim. Ve sokak ta, çarşı da pazarda esnaf ve arkadaşlar arasında hiç kimsenin, bir Anayasa özlemi içinde olduğunu gözlemlemedim. Ne bir panlkart, döviz, veya mitinglerde böyle bir slogan görmedim.

    Ben tabi dediğim gibi İzmir’i gözlemledim. Bütün İzmir veya bütün Türkiye de durum benim dediğim gibidir diyemem.

    Ha, Böyle bir ihtiyaç yokmudur? Elbette vardır. Ancak bence,( daha önce yine blogda tartışmış idik bu konuyu) Anayasayı kimin yaptığından çok Anayasa da ne yazdığı ve ihtiyaçlara ne ölçüde cevap verdiği önemlidir. Tabiki normali Anayasa’yı toplumun tüm kesimlerini içine alacak ve ihityaçlarını karşılayacak şekilde hazırlamaktır. Ve yine doğaldır ki, Sivillerin hazırladığı bir anayasa olmasıdır. Aslında bunu söylemek bile abestir. Ama yanlış anlaşılmasın diye vurgulamak istedim.

    Eğer Halk ta(benim gözlemlemediğim) gerçekten böyle bir talep var idiyse, bu seçim döneminde İktidar partisininde buna katkıda bulunması gerekmezmiydi. Şu ana kadar ben AKP ‘nin hazırlamakta olunan taslağı ile ilgili bir bilginin kamuoyu ile paylaşıldığını görmedim, duymadım. Prof. Binnaz Toprak ve Ulusal Kanal da Süheyl Batum’un yaptığı açıklamalardan anahatlarıyla CHP ‘nin taslağını öğrenmiş olduk. Bu durum sizce de garip değilmi. Eğer böyle bir talep var ise biz bugün Anayasa taslaklarını tartışıyor olmamız gerekirdi diye düşünüyorum.

    Şahsi fikrim, ihtiyaç olmakla birlikte bu talebin Küresel Sermaye ve Küresel Demokrasi dedikleri Emperyalizmin talebi olduğunu düşünüyorum. Beynimizi yıkadılar. kamuoyu oluşturdular. Hepimizi bu duruma alıştırdılar. 9 yıldır iktidarda olan bir zihniyet neden bu zamana kadar bu konuda somut adımlar atmadı. Üstelik ilk döneminde de , bu dönemde de AB ile ilgili bir çok yasa muhalefetin de desteğiyle geçtiği halde. Komisyonlar kurulsaydı, Hatta kimilerinin dediği gibi kurucu bir meclis oluşturulsaydı bugüne kadar çoktan tamamlanmış olurdu.

    Anayasa bir ihtiyaçtır, ancak Brüksel ve Amerika istediği için değil Ankara istediği için yapılmalıdır. Ben maalesef böyle bir ortam göremiyorum. Ve bu durumdan da fena halde rahatsızım. Rehin alınmış bir ekonomimiz var ve yalanlarla bugüne kadar getirdiler. Aklı başında olanlar durumun vehameti görüyor. Cari Acık %8 ‘i aşmış. Eskiden %1.5-2 oldu mu IMF ışıkları yakardı. %5 e ulaştığında bütün raporlar olumsuz yazılırdı. Yakın zamana kadar seçimlerden sonra not artırımı bekliyordu tuzu kuru olanlar, borsacılar. Ayaklar yere basmaya başladı. Vazgeçtiler not artırımından indirmesinler diye Mooddys, S&P , Fitch gibi kuruluşların bir taraflarını yalamaktalar. gerçi bu reyting kuruluşlarına inanan hala var ise ve onlara inanıp da yatırım yapan var ise. Sözün özü, Rehin durumda bir ekonomi ile bize dayatılan Anayasa talebi içimi acıtıyor.

    Cevapla

    • Bulent Murtezaoglu Says:

      Trekking bey,

      Anayasanın halkın bir özlemi olduğu ve bunun önünde ne akp nin ne chp nin duramayacağı, fikrinize maalesef katılamıyorum.

      Ben de bu dediginize katiliyorum. Istanbul’da da durum Izmir icin soylediginiz gibi gorebildigim kadariyla. Dogrudan politikayla ugrasanlar, partililer filan haric kimse boyle bir ozlem belirtmiyor. Hele ‘ozgurlukcu’ anayasa isteyen pek yok. Bu ozgurlukculuk de bir acayip bence, herkes ozgurlukcu ama biraz bildigim konularda (internet, ifade vs.) desince hic de ozgurlukcu filan olunmadigini goruyorum. Ahmet Altan bahsinde de dedim — savunma disinda da — ‘fesmekan hakaret degildir’ filan seklinde yaklasiliyor, ‘hakaretse hakaret, burasi hur bir ulke, buna kanun ne karisir?’ seklinde degil. Bunu dememek ayip degil, bunlarin hicbiri gokten inmis, degismez, kabul etmeyenin fena olduguan hukmedecegimiz seyler degil cunku. Bunu yapamayanlarin/anlatmayanlarin ‘ozgurlukculuk budur’ havasina girmeleri ise ayip.

      Ha, Böyle bir ihtiyaç yokmudur? Elbette vardır. Ancak bence,( daha önce yine blogda tartışmış idik bu konuyu) Anayasayı kimin yaptığından çok Anayasa da ne yazdığı ve ihtiyaçlara ne ölçüde cevap verdiği önemlidir. Tabiki normali Anayasa’yı toplumun tüm kesimlerini içine alacak ve ihityaçlarını karşılayacak şekilde hazırlamaktır. Ve yine doğaldır ki, Sivillerin hazırladığı bir anayasa olmasıdır. Aslında bunu söylemek bile abestir. Ama yanlış anlaşılmasın diye vurgulamak istedim.

      Tedrici degisiklik yoluna nicin gidilmiyor onu da anlamiyorum. Simdiye kadar boyle oldu ‘genislemesi’ gerektiginde. Hatta daha da iyi olur. Insanlar bunu sorunca iste bir butun olarak birbirine yaslanan maddeler var filan diyorlar ama bu nicin iyi bir itiraz anlamiyorum. Bence o yaslanmayi da inceleyip yavas yavas ayiklamak. paket paket gecirmek basli basina cok faydali bir sey olur. Surada bazen iki cumle, belki sekilde kalan bir carpitma icin mesai yapiyoruz bazen. Biz ‘ozel’ bir kitle degiliz o kadar, memlekette boyle insanlar var. Yavas yavas hazmede hazmede, inceleye inceleye yapmak da bir yol. Degil mi?

      Eğer Halk ta(benim gözlemlemediğim) gerçekten böyle bir talep var idiyse, bu seçim döneminde İktidar partisininde buna katkıda bulunması gerekmezmiydi. Şu ana kadar ben AKP ‘nin hazırlamakta olunan taslağı ile ilgili bir bilginin kamuoyu ile paylaşıldığını görmedim, duymadım.

      Ben evvelki icin duydum simdiki icin ben de duymadim. Secim doneminde iktidar partisinin (ve digerlerinin de herhalde) vaadleri icin LDP baskanindan bir (komik olmasi aci olan) link vereyim: http://www.yildiz.tv/?act=dvr&chan=trt1&seekTime=05-06-2011%2018:27

      Cevapla

      • Nihat Says:

        Mudurnu Tavukculuk’tan Tavuk Haklari Bildirgesi! Mukemmel benzetme olmus.

        Bob McIntosh Won A Free Speech Argument After Speeding, Cursing Out An Officer
        http://www.huffingtonpost.com/2011/06/08/bob-mcintosh-won-a-free-s_n_873580.html

        Cevapla

        • Bulent Murtezaoglu Says:

          O polise kufretme isi iyi ornek olmus, tesekkur ederim. Gerci herhangi bir ABD baskaninin ismi ve bilinen kufur kelimelerini aratmak da bezen duzeni isteniyormus gibi yapilan o memlekette nelerin denebildigini gosterir. O polis isinin mahkemeye dahi gitmemesi lazimdi tabii, zaten dogrudan ifadeden de gitmemis. Simdi de Turkiye’den ornekler verelim.

          OKC: http://twitter.com/#!/orkece/status/62228251652796417
          Baransu: http://twitpic.com/4unydj

          Insanlari yeni tabirle ‘dava manyagi’ yapan devletlulari, Gulencileri, politikacilari filan saymiyorum. Burada bile ifade ile ilgili konularda birkac kere o sopa gosterildi ima yoluyla. Hal bu.

          Cevapla

          • Ilhan Kemal Says:

            Bulent Bey,

            Maalesef oyle. Bizde herkes ozgurlugu kendi kabilesi icin talep eder. Ustelik Basvekil’in soyledigi gibi oyle sinirsiz ozgurluk falanda olamaz. Herkesin ozgurlugunun sinirini bilmesi beklenir, bilmeyene de mahkemede ogretirler.

            Baska yerlerde ise ifade ozgurlugu anlayisinin nerelere kadar ulastigina bir ornek olarak ben de Westboro Baptist Church mensuplarinin (ya da meczuplarinin mi demek lazim?) Irak’da olen ABD askerlerinin cenaze torenlerindeki nefret gosterilerini ornek vereyim. Daha once sanirim Acracia bey de bahsetmisti Westboro Church gurubundan. Bu adamlar ifade ozgurluklerini Irak’da olen ABD askerlerinin cenaze torenlerine gidip orada cenazesi kaldirilan askerlere yonelik nefret dolu ifadelerle numayis yapmaya kadar goturuyorlar. Bu askerlerden birisinin babasi bunlarin oglunun cenaze torenindeki gosterileri nedeniyle bu gurubu dava etti ve konu Supreme Court’a kadar cikti. Ve de Supreme Court bu onlarin ifade ozgurlugudur diye davayi reddetti.

            NYTimes haber linkleri sunlar eger ilginizi cekerse.

            http://www.nytimes.com/2011/03/03/us/03scotus.html?_r=1 http://www.nytimes.com/2011/03/03/opinion/03thu2.html?ref=us

            Demem o ki bircok konuda oldugu gibi “Ozgurluk” konusunda da Bati dunyasi ile ayni kelimeleri kullanarak konusuyorsak da bizdeki icerikleri farkli oluyor bu kavramlarin.

            Cevapla

      • Nihat Says:

        Bulent Bey, tedrici degisiklik falan da degil. Degistirilemez baslangic maddeleri bir yana koyarsak, mevcut anayasanin bize ettigi, malum, hak ve ozgurlukleri bir eliyle verip, diger eliyle ‘bunlar, su veya bu ali amaclar icin kisitlanabilir’ demektir. (Fazla basitlestirdiysem affola.) Bunlar illa da, billa da kisitlanacaktir diye emretmekte midir? Etmiyorsa, neden anayasa izin verdi diye varolan ama artik istenmeyen kanun ve duzenlemeler kaldirilmiyor, oncelikle ve kolaylikla? Bir ‘darbe anayasasi’ sikayetidir, yillarda kafamiz dütüldü. Ezber laf bence.

        Cevapla

        • Bulent Murtezaoglu Says:

          Nihat bey,

          Degistirilemez baslangic maddeleri bir yana koyarsak, mevcut anayasanin bize ettigi, malum, hak ve ozgurlukleri bir eliyle verip, diger eliyle ‘bunlar, su veya bu ali amaclar icin kisitlanabilir’ demektir.

          Avrupa konvansyonunun belgeleri de oyle. Hatta ifade ile ilgili maddenin kisitlama paragrafindan da evvel ruhsat mecburiyetini acikca koruyan bir cumle var. Burokrata ‘hak’ belgesi yazdirinca boyle oluyor galiba. Onlar yapmis, pekiyi, bunu Turkiye’de ‘evrensel’ diye pazarlayanlar neci?

          Etmiyorsa, neden anayasa izin verdi diye varolan ama artik istenmeyen kanun ve duzenlemeler kaldirilmiyor, oncelikle ve kolaylikla?

          Kaldirilmak istenmiyor da ondan. Bunun izah edilebilir (ama belki herkesin katilmayacagi) sebepleri olabilir. TMK’nin genis maddeleri bir ise yariyor mesela. Devlet PKK veya uzantilari ile o tarz kanunlarla ugrasiyor (zannetmiyorum bu Ergenekon is icin dusunulduklerini).

          Hakaret vb. kanunlarin ne ise yaradiklarini basbakanin elinde 8-9 Internet baglaminda da herhalde 5-6 senedir seyrediyoruz. 301 de kalkmadi aslinda. Basbakan daha yeni miting meydanindan gaztecilere giydirirken ifadenin sinirlarini da cizivermis galiba. Ben bu politikacilara cok kizmiyorum, icraatlari da gosteriyor ki bu kanunlari istiyorlar, seviyorlar ve genelde degil de olay bazinda soruldugunda zaten kanunlarla uyumlu ilkeler dillendiriyorlar. Mesele politikacidan ibaret degil, bir de bunun ‘ozgurlukcuyuz’ diye gezen basin/okumus ayagi var. Onun hali de malum. Durum bu.

          Cevapla

  24. trekking Says:

    Sayın Bülent Murtezaoğlu, tedrici değişiklik konusu ile ilgili referandum döneminde Eser Karakaş’ın bir yaklaşımı olmuştu. “100 tane estetik ameliyat olsam da benden Brad Pitt çıkmaz”. Ben de sizinle aynı kanaatteyim. Ancak şu da var, bizim kanunlarımızın dili çok bozuk ve muğlak. İlhan cihaner olayında HSYK ‘nın aldığı karar sonrasında yaşanmıştı böyle bir durum. Çok ca yaşandı da. Aklımda kaldığı için onu söyledim. Aynı kitaba bakan lar aynı maddenin bir bendine göre kendilerini haklı göstermeye çalışıyorlardı. Bir başka bendine bakanlar da kendilerini.Yani herkes kendi pozisyonuna göre, kendi açısından bakıyor. Bizim işimiz bu yüzden geröekten çok zor. Dilimizde kısıtlı biraz. Yasa diline uygun bir dil değil. O yüzden aynı metine bakanlar farklı farklı yorumluyor.

    Akp ‘nin Anayasa Eski Raportörü (ismini şimdi hatırlayamadım) soyismi CAn ‘a hazırlattığını Süheyl Batum söylemişti TV!de. Onun dışında ben de bilgi sahibi değilim.

    LDP Başkanını bu seçim döneminde bir kez TV izledim. 7 yıldır sanırım Genel Başkanmış. Benim yeni haberim oldu. Kendimden utandım. Ancak müthiş bir insan. Farklı bir siyasetçi. Tarzını çok tuttum.

    Cevapla

  25. fmerakli Says:

    Trekking,

    Son donemde gozume bir kac kamuoyu yoklamasi carpmisti, herbirinde yeni bir anayasa gerekli midir? mealindeki soruya evet cevabi verenlerin orani hafizam beni yaniltmiyorsa %70’in uzerinde idi. Su an biraz yogunum, bir ara o arastirmalarin linkini de bulur, veririm. Bir de anayasada koklu degisiklik talebine halkin nasil yaklastigina ilinkin son yillarda yapilan iki referandum da kamuoyunun tavri acisindan bir olcu olabilir. Cumhurbaskani’nin halk tarafindan secilmesi ile ilgili referandum yaklasik %70, son referandum da %60 civarinda evet oyu ile kabul edildi. Ama tabii, sizin de ifade ettiginiz gibi bir Izmir sakini olarak gozlemleriniz gecerliligini merkez Izmir ile sinirlandirmak lazim.

    Bugun anayasa taslaklarini tartisiyor olmak belki daha iyi olabilirdi, ama ben tartisilmiyor olmasindan aslinda memnunum. Secim sonrasi yumusayacagini bekledigim bir siyasi dil/tavir ekseninde, bir kac gun/hafta sonra verilecek oylara endeksli olmadan yapilacak bir anaysa tartismasinin daha yerinde ve saglikli olacagini dusunuyorum. Yanlis anlasilmasin yalniz, soylediginiz yanlis demiyorum, siz ideal olani dile getirmissiniz; ama secim surecindeki tartismalarin cirkinlestigini ve kullanilan dilin kirlendigini dikkate aldigimizda uzlasi ortami yaratmaktan uzak bir dilin hakim oldugu bu surecte anayasa taslagi tartismiyor olmak belki de daha iyi oluyor diyorum.

    Bu arada ozellikle AB’nin su anki anayasadan duydugu rahatsizlik kanimca mesru bir rahatsizlik, zira bizim kendi istegimizle yaptigimiz bir uyelik basvurusu var ve basvurular da AM tarafindan Kopenhag kriterleri ekseninde degerlendiriliyor. Su anki anayasanin basta azinlik haklari olmak uzere temel insan hak ve ozgurlukleri baglaminda yapilantum degisikliklere ragmen hala sikintili bir metin oldugu asikar. Buna ragmen, en azindan kisisel olarak benim sivil demokratik anayasa talebim AB uyeligi surecinden bagimsiz bir surec. Ben 21. yuzyilda mahkemeye hesap verme noktasina gelen darbecilerin yapyigi bir anayasa ulkenin yonetilmesini, yapilan tum iyilestirici degisikliklere ragmen, icime sindiremiyorum.

    Cevapla

    • demokrat Says:

      Aynen katılıyorum,

      Bir kere işin en rahatsız edici boyutu bu sindirme meselesi.Hala modern dünyada darbecilerin anayasasıyla yönetilen bir ülke olarak yer almak kimseyi rahatsız etmiyorsa diyecek bir şey yok.Ama biraz bakınca halkı rahatsız ettiğini göreceksiniz.Bu konuda değişik kamuoyu araştırmalarında sorulan ara sorular var.(O nedenle bulmak biraz zaman alacak) Benim hatırladığım en yüsek oranlar ise CHP veBDP ‘lilere aitti.
      Zaten her partinin seçim programında ve önerilerinde var.Mesela CHP yaptığı reklamlara binaen verdiği sözleri ‘insan hakları ve özgürlükler boyutunda’ bu anayasa ile mi yapacak?

      Mevcut iktidarın en çok eleştirildiği noktalardan birisi de şuydu; madem elinizde olanak vardı neden 9 senedir sivil anayasa konusunda çalışmalar yapmadınız,neden anayasayı değiştirmediniz/yenilemediniz.Bu eleştiriler her ortamda ve her görüşe sahip taraflarca sık dile getiriliyor.En son dün Numan Kurtulmuş eleştirilerini sıraladı.Daha önce de Erkan Mumcu yapmıştı benzer eleştirileri.CHP’de yaptı sık sık,özellikle 301 ve 35. madde üzerinden,bunları unutmayalım.Talep yoktur demek aslında biraz da halka ‘bidon’ demekle eşanlamlı bence.Bu halk bu kadar depolitize edilmeyi ve aşağılanmayı haketmiyor

      Cevapla

  26. fmerakli Says:

    Bugun bir arkadasimdan email aldim, basina yansimadi herhalde, yansidiysa da ben kacirmisim. 27 Mayis’in yildonumunde Cetin Dogan Kemalist genclere hitaben bir mektup yazmis, TGB’nin sitesinden aktariyorum:

    ———————-

    27 Mayıs 1960 Devriminin 51. yıldönümünde görev ve sorumluluğunun bilincinde olan her yaştan “Kemalist Gençler”e gönül dolusu sevgi ve selamlar.

    27 Mayıs Devrimi sivil-asker- Kemalist Gençliğin eseridir. Bu devrimin kazanımlarını unutturmaya çalışanlar Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma Meşalesini söndürmek isteyenlerden başkası değildir. Ulu Önder Atatürk’ün ideolojisi etrafında kümeleşen gençler her zaman Cumhuriyetimizin güvencesi karanlık güçlerin korkulu rüyası olmuştur. Anadolu ihtilalinin ateşini yakan Mustafa Kemal’in Aydınlanma Meşalesi bugün karanlık güçlere karşı verdiğimiz savaşta en önemli dayanağımızdır.

    Bugün bu meşale siz gençlerin, hepimizin gönüllerinde ulus ve ülke sevgisinin çoşkulu kaynağı, beynimizde gideceğimiz yolu gösteren şaşmaz rehberidir.

    Bugün bu meşalenin bütün yurdu aydınlatma zamanıdır. Anadolu’da ülkemizin birlik ve dirliğine tasallut eden güçlere karşı verilen savaşta, parmaklıklar ardına konulmuş olsam da 70’lik bir genç ve Kemal’in askeri olarak dimdik ayakta, ulusumuzun yaşam ve öncü gücü siz Kemalist Gençlerin yanıbaşındayım… Başarı ve esenlik dileklerimle, Anayasa ve Özgürlük Bayramınızı kutlarım.

    Çetin Doğan

    ———————-

    37 cunta uyesi subayin basinin altindan cikan, 235 general ve 3500 subayin ordudan ihrac edildigi, emir komuta sisteminin irzina gecilip, cunta uyesi genc subaylar tarafindan asagilanarak Genelkurmay Baskani’nin bile tutuklanip, Yassiada mahkemelerinde idama mahkum edildigi, sadece demokrasinin degil, hukukun da igfal edildigi 27 Mayis sivil-asker Kemalist genclerin eseri imis.

    Hadi ordan Cetin Dogan!

    Genc bir harbiyeli olarak katildigin 27 Mayis da, omzu kalabalik bir subay olarak katildigin 28 Subat sureci de damarlarinizda dolasan ittihatci kanin eseridir. Ataturk’e sozde degil ozde saygi duyuyor olsa idiniz onun ismini alcak bir darbe olan 27 Mayis’i (ve tabii sonrasinda 12 Eylul’u, 28 Subat’i vs) mesrulastirmak icin agziniza almazdiniz…

    Cevapla

    • ihtimal Says:

      Henuz yazigi TGB den okuyamadim ama bu yaziyi Cetin dogan harbiden yazdiysa icler acisi bir durum ortada demektir. Yeni geldiginde hep bahsediyorum. Ruhu darbelerle yogrulmus bir insan, Cetin Dogan. Eljazeera ya verdigi roportajta hastalikli ruh halinin ne kadar da ileri bir durumda oldugunu rahatca gorebilirsiniz. Rahmetli erbakan ile cetin dogan arasinda kalite ve hayata bakis acisindaki farki gormek icinde mukemmel bir firsat olmus bir program.

      http://english.aljazeera.net/programmes/peopleandpower/2011/01/201111211132093315.html

      Cevapla

    • demokrat Says:

      Bu ülke ONURUNU Mustafa Kemal Ataürk’e borçlu.Hatta NAMUSUNU ve ÖZGÜRLÜĞÜNÜ de .Borcumuz çok yani,ödenmeyecek kadar…

      Dürüst,yalın,saf ve dejenere edilmemiş Atatürk sevgisini halkın yüreğinden kimse söküp atamaz.Bu yazılar her ne kadar içimizdeki gerçek Atatürk sevgisini silmeye yönelik olsa da başarılı olamayacak ,tarihin çöplüğüne ayıplarıyla beraber gidecek ama saflık baki kalacaktır.

      Cevapla

      • demokrat Says:

        Unutanlar ve darbe meraklıları için ;

        İdare usulümüz KAYITSIZ ŞARTSIZ hakimiyet’ine sahip olan HALKIN, mukadderatına bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.Türkiye Devleti bir HALK DEVLETİ’dir, HALKIN DEVLETİ’dir!..

        Korku üzerine hâkimiyet bina edilemez. Toplara istinad eden hâkimiyet pâyidar olmaz. Böyle bir hâkimiyet ve diktatörlük ancak ihtilâl zuhurunda muvakkat bir zaman için lâzım olur.

        Hürriyetten doğan buhranlar ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir zaman fazla tazyikin temin ettiği sahte güvenlikten daha tehlikeli değildir.

        Unutulmamalıdır ki, milletin hâkimiyetini bir şahısta veyahut mahdut eşhasın elinde bulundurmakta menfaat bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır.

        Atatürk…

        Cevapla

        • fmerakli Says:

          Vardirlar, ve hala darbeperver hezeyanlar alcak bir darbeyi Ataturk’u payanda ederek mesrulastirmaya calismaktadirlar. Cahillik ve gafillik de kifayet etmez, bedhahligi da eklemek lazim…

          Cevapla

Yorum bırakın