1. Ordu’dan sızdırılan belgelerle ilgili iddianame

Balyoz’da gerçek askeri belgeler sahte darbe planları ile birlikte harmanlanmıştı. Amaç, sahte planlara inandırıcılık katmak idi. 1. Ordu’dan sızdırılan “gizli” askeri belgeleri yayınladıkları icin Tuncay Opçin, Mehmet Baransu, Ahmet Altan, Yasemin çongar hakkında dava açıldı. Iddianameye buradan erişebilirsiniz.

Biz Balyoz “kumpasının” bu yönüyle fazla ilgilenmiyoruz. önemli olan, sahte belgelerin kimler tarafından düzenlendiğinin ve dolaşıma sürüldüğünün ortaya çıkması. Yani, sahte belge çetesinin bulunması.

Bizce Baransu ve diğerlerinin yeri, gazeteciler çöplüğü — hapis değil. En azından sahte belgelerin hazırlanmasına ve yayınlanmasına bilerek katkıda bulundukları kanıtlanmadığı sürece – ki bu iddianame öyle bir iddia taşımıyor.

Bu şahısların gazetecilik sorumluluklarını ne derece yerine getirdiklerinin anlasılması amacıyla burada iddianamedeki ifadelerinden kısaca alıntıda bulunmakla yetiniyoruz.

Ahmet Altan:

“Gelen CD ve DVD ler çözüm yapıldıktan sonra tahminime göre 1-2 gün içerisinde inceledik. Sadece darbe planına bağlı olanları ayırıp inceledik hatta belgelerin doğruluğunu teyit amacıyla internetten belgelerde yazılı isim ve sicil numaralarını ve görev yerlerini inceledik. Hepsi doğru çıkınca belgelerin doğruluğuna ve bir darbe planı olduğuna inanarak yayınladık. Çünkü dışarıdan herhangi birinin bu bilgilere sahip olma ihtimali yoktur. O belgelerde çavuşların bile isimleri ve sicil numaraları bulunuyordu.” (Iddianame, s. 243)

Yıldıray Oğur:

“Yaklaşık 3 saat civarında yazı işlerinde Mehmet BARANSU nun getirdiği dijital verilerdeki bilgiler yazı işlerinde incelendi, Mehmet BARANSU daha önce birden çok önemli habere imza atmıştı, bu nedenle Mehmet BARANSU nun kaynağına güvendik, genel yayın yönetmenimiz Ahmet Hüsrev ALTAN haberin basılmasına karar verdi, bu konuda gazetede karar mercii genel yayın yönetmenidir, haberin çok acele bir şekilde gazetede haber konusu yapıldığını düşünüyorum, 1. Ordu Komutanlığının bütün arşivinin bize geldiğini ve çok sayıda gizli belgenin bulunduğunu ve plan seminerine ilişkin ses kayıtlarını da gördüğümüz için Mehmet BARANSU tarafından getirilen balyoz darbe planına ilişkin dijital verilerin de doğru olduğunu düşündük.

Mehmet BARANSU nun balyoz darbe planı ile ilgili anlattıkları ve DVD içindeki bilgi notu ile balyoz darbe planını örtüştürdüğümüz için bunların gerçek olduğuna kanaat getirmiştik. ” (Iddianame, s. 250)

Ahmet Altan ve Yasemin çongar’ın belgelerin gerçek olduğuna nasıl kani olduklarına dair daha evvel söylediklerine ise buradan erişebilirsiniz.

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

4 Yorum “1. Ordu’dan sızdırılan belgelerle ilgili iddianame”

  1. Efe Demir Says:

    Balyoz davasında yargılanıp hüküm giyenlerden biri benim 25-30 yıllık arkadaşım, kendisini çok iyi tanımasam inanırdım lakin başına bunların gelmesine de çok şaşırdım, hiç böyle işlere girecek cesareti olmadı, tesadüfen subay oldu diyebilirim! yargılandığını öğrenince bu dava kesin saçmalık zira bizim oğlan değil bu tarz işlerde olmak duysa istifa edecek kadar korkaktır dedim!

    Ayrıca bu bahsi geçen planın bu kadar detaylı olmasına gerek yoktu, askerler bu kadar detaylı plan yapmaz zira zayiat her zaman kabul edilebilir bir şeydir, kabul etmezlerse asker olamazlar! Plan o kadar detaylı ki değil subay sivil memurlara bile görev verilmiş! halbuki benim babam asker ve 12 eylülde ne yaşadığımızı biliyorum, 12 eylülün böyle uzun bir planı falan yoktu, bir kaç albay rütbesindeki yavaeri saymazsak generaller dışında bilen bile yoktu hatta bütün generallerin bildiğini de sanmıyorum! bu açıdan saçmaydı…

    Altan,Çongar ve diğerlerinin yargılanması gereklidir ve hapsede girmeleri gerekir, gazeteciler çöplüğü hafif bir ceza hatta ceza bile değildir zira bizim halkın balık kadar hafızası bile yoktur, işine gelen her şeyi unutur gelmeyeni unutmaz!

    Altan yada diğerlerinini 1-2 gün incelemeyle belgelerin doğruluğuna karar vermeleri çok enteresan, belge sayısı inanılmaz çok ve siz konunun uzmanı değilsiniz, en azından bir emekli askere dahi sorsalar incelemeden bir şey söylenemeyeceğini söylerdi… böyle bir karar verildiği zaman yinede teyit gerekir, nasıl teyit etmişler? etmemişler…

    Bir diğer durum ise bu tarz senaryolar 1.orduda yapılmaz, askeri teamüle aykırıdır! eğer bir general askeri şurada 1.orduya atanıyorsa bunun anlamı emekli edilecektir, bunu bütün TSK bilir keza aynı şey Ege ordu içinde geçerlidir! Bu tarz senaryolar 2. veya 3.ordunun işidir, çünkü en diinamik subay ve askeri personelle teçhizat bu iki ordudadır.

    Bu davada saçma olan bir diğer şeyde; seminere katılan herkes suçlanmadığı gbi katılmayan hatta haberi bile olmayanların suçlanmasıdır. Örneğin yazının başındaki arkadaşım o dönemde eşinin çok ağır bir hastalık geçirmesinden muzdarip olduğu için pasif göreve kaydrılmış ve gününün yarısını hastanede geçiriyordu, değil seminere katılmak için İstanbula gitmek yaşadığı yerdeki birliğine gidemiyordu ama CD lerde bir kez adı geçmişti! yine bir başka tanıdığım subayında adı geçiyordu ama bu arkadaş g.doğuda gazi olmuş ve %70 oranında maluliyetten emekli edilmişti… belgeleri hazırlayanların bütün bu gelişmelerden haberleri olmaları mümkün değildi…

    Balyoz davasının en kötü yanı ise yüzlerce yetişmiş değerli subayın elimine edilmesi yada kendisinin emekliliğini istemesidir. Öyleki Hava ve Deniz kuvvetlerimiz de kuvvet komutanı olabilecek nitelikte general kalmamıştır ve kendilerine gelmeleri için en az 5 yıl lazımdır üstelik onyıllardır edinilen bir çok tecrübe alt kadrolara aktıralamadan heba edilmiştir. Kara kuvvetleri nispeten daha az zarar görmüştür, bunda büyüklüğünün yanında cemaatin yeterli bilgi edinememesi de bir teselli olabilir.

    Cevapla

  2. Macitbay Says:

    Reblogged this on macitbay.

    Cevapla

  3. Kemal Says:

    Merhabalar,

    Uzun zaman oldu görüşmeyeli.

    En son sanırım 17-25 Aralık döneminde Sayın Dani-Pınar Rodrik’in bir gazeteye verdikleri demecin ardından bir kaç yorumda bulunmuştum.

    O zaman 2011-2013 yılları arasında Ak Parti’nin Cemaat’in devlet içerisindeki kadrolarına yönelik bir temizleme operasyonu yapmasına ikna edebilmek için el-yükseltme oyunu (entrapment game) süreci yaşandığını düşünüdüğümü, bunun ise bir kurmay zekanın planı olabileceğine inandığımı (belki de inanmak istediğimi) yazmıştım özetle.

    Dün yapılan gerzek darbe girişiminin ardından bu görüşlerimi bir dereceye kadar revizyon etmem gerektiğine karar verdim.

    Aynı çizgiden devam etmek aslında mümkün. Sonuçta develet içerisinde (yargı – emniyet – Mit – TSK – Üniversite – YÖK – Sağlık – vb.) bir temizlik operasyonu Sn. Numan Kurtulmuş’un deyimiyle “rutinin dışına çıkılmadan” birilerinin bilinçli ya da bilinçsiz direnişi ve tepkisiyle karşılanıyordu. Bu birilerinin artık gıkının dahi çıkmayacağı bir zemin sağlanması için bu darbe girişimi güzel bir fırsat yaratıyor doğal olarak. Yani aynı kurmay zeka ikinci perdeyi açtı, artık dikensiz gül bahçesinde bu temizliğin yapılabilmesini sağladı. Arada yüzler ölmüş kimin umurunda. Daha büyük yangını engellemek için görece kontrollü bir yangın tercih edilebilir, demek hala mümkün.

    Emniyet istihbarat içerisinde -bir zamanlar- cemaat örgütlü denildiğinde, hep aklıma demek ki emniyet istihbarat da cemaat içerisinde örgütlü cümlesi gelirdi. Aynı şey TSK için de geçerli. Yani aslında kimin cemaatçi TSK mensubu kimin ise TSK’nın cemaatteki mensubu bilmek zor. Öyle olunca cemaati yönlendirebilecek seviyede birileri -cemaatçi görünen ama aslında dışından birileri- olması da gayet makul bir varsayım gibi görünüyor. Eğer bu durum söz konusuysa dünkü darbe girişiminin adı kanımca “sezeryan darbesi” olmalı. Yani zorla doğurtturma…

    Ama olayların boyutunun beklediğimden çok büyük olması, cemaat mensubu TSK üyelerinin sayıca inanılmaz olması, ve çok üst düzey rütbelere yükseltilmiş olmaları beni bu görüşlerimi revize etmeye zorluyor.

    Aslında tam da bu değil. Yani cemaat mensubu TSK’lıların sayısı değil beni rahatsız eden.

    TSK’nın, 3-5000 askerle, akşam gün kararmadan, Türkiye’ye el koyabileceğini zanneden kaz kafalıların general rütbesine yükselmesine izin veren bir kurum olduğunun ayan beyan ortaya çıkmış olması, aynı kurum içerisinde yukarıda özetlemeye çalıştığım kurmay zekayı da barındırabilir mi sorusunu sormama yol açıyor. Böyle bir yapıyı kim hangi üst yönetim destekliyor olabilir ki? Eğer böyle bir üst yönetim varsa bu darbe girişimini yapan kaz kafalıların bu kadar yükselmesine kim göz yumdu o halde?

    Hala bir kurmay zekadan bahsetmek mümkün ama bunun karargahının MİT olma olasılığı daha yüksek sanırım. Sonuçta MİT içerisinde TSK’nın varlığı halen var. Üstelik gözlerden uzakta tutulmaları daha da kolay olabilir. Bana bunları düşündüren şeylerden bir tanesi bütün bu gerzek darbe teşebbüsünün hazırlık aşamasında MİT ne yapıyordu? sorusunu sormam.

    Ya biliyordu ya da bilmiyordu.

    Bilmiyorsa Hakan Fidan niye görevden el çektirilmiyor halen. Peki biliyorsa…

    İşte o zaman, aktörleri cemaatte olsa, TSK’da olsa, Erdoğan da olsa asıl bu sezeryan darbe senaryosunun yazarlarının karargahının MİT olması bir olasılık.

    Bir diğer olasılık ise gerekli bilgilendirme yapıldı, iktidar böyle bir süreci uygun gördü.

    Öte yandan Occam’s Razor’ı temel alıp, kaza kafalı cemaatçiler, toptan imha’nın kaçınılmaz olduğunu görüp ya herru ya merru deyip altın vurş yaptılar demek de mümkün. Hatta açıkçası -görünen o ki- akla yatkın olan senaryo bu. Yani MİT uyuyordu. Herhalde Hakan Fidan da yakında görevden el çektirilir bu durumda.

    Sn. Numan Kurtulmuş’un olaylar henüz sıcakken, gayet güzel formüle edilmiş “rutin dışına çıkma ihtiyacını” bu kadar kısa zamanda dile getirmesi, bir de elbette yıllardır yukarıdaki gibi düşünüyor olmaya yapmış olduğum yatırım, beni gene de komplocu düşünmeye yönlendiriyor. Sanırım bir de ortamda böyle kurmay bir zekanın var olmasının beni daha güvende hissettirecek olmasının yarattığı bir başka etken de var…

    Zaman içerisinde göreceğiz.

    Sevgiler.

    Cevapla

    • Kemal Says:

      Yukarıdaki yorumumdan alıntı:

      “…Emniyet istihbarat içerisinde -bir zamanlar- cemaat örgütlü denildiğinde, hep aklıma demek ki emniyet istihbarat da cemaat içerisinde örgütlü cümlesi gelirdi. Aynı şey TSK için de geçerli. Yani aslında kimin cemaatçi TSK mensubu kimin ise TSK’nın cemaatteki mensubu bilmek zor. Öyle olunca cemaati yönlendirebilecek seviyede birileri -cemaatçi görünen ama aslında dışından birileri- olması da gayet makul bir varsayım gibi görünüyor. Eğer bu durum söz konusuysa dünkü darbe girişiminin adı kanımca “sezeryan darbesi” olmalı. Yani zorla doğurtturma…”

      ***
      Piyade Yarbay Levent Türkkan (Hulusi Akar’n yaveri) ifadesi:

      http://www.hurriyet.com.tr/ve-orgeneral-akarin-yaveri-40155810

      İfade başlı başına çok ilginç. Ağın ne derece sık kurulmuş olduğunu gösteriyor. O kısımlara söyleyecek bir şeyim yok.

      Ama bu kadar “kullanışlı” ve bu kadar “kafama saksı düştü aydınlandım” ifadesi makul gelmedi bana…

      ***

      Bakalım yargılama sonucunda ne ceza alacak.İleride bir gün hatırlarsam bakayım diye buraya not düşüyorum. Artık kusura bakmayın. 🙂

      Sevgiler.

      Cevapla

Yorum bırakın