Baransu’nun bavulundan çıkan Balyoz CD’si gerçekte ne zaman oluşturuldu?

Başlığımızdaki sorunun cevabı şöyle: Balyoz CD’sinin Baransu’ya verilmesinden önceki beş aylık zaman diliminde. Bu yazımızda bu sonuca nasıl vardığımızı açıklıyoruz.

Öncelikle, Balyoz davasına adını veren Balyoz planı dahil, tüm suç unsuru içeren belgelerin kayıtlı olduğu Balyoz CD’sinin tek oturumda oluşturulduğunu (yani, bir kez oluşturulduktan sonra CD’nin içine ekleme-çıkarma yapılmadığını) hatırlatalım.

Yine hatırlatalım ki, iddiaya göre bu CD, 5 Mart 2003’de Çetin Dogan için özel olarak oluşturulmuş.

Bu blogda Balyoz belgelerinin sahte olduğunu, CD’nin çok daha ileriki bir tarihte hazırlandığını gösteren bulguları defalarca yayımladık. Ayrıca, CD’nin 2003’de oluşturulmadığı içeriğinden bağımsız olarak, teknik bilirkişi incelemesi ile de saptandı. Zira Balyoz planı dahil olmak üzere, CD içindeki suç unsuru içeren belgeler 2003 programları ile hazırlanmış gibi görünmelerine rağmen, 2003’de var olmayan ve ilk defa Microsoft Office 2007 ile piyasaya sürülen (Calibri ve Cambria fontu, XML şemaları) ögeler içeriyor. “Balyoz Mahkemesi,” sanıkların tüm ısrarlarına rağmen sahtecilik bulgularını teyit edebilecek taraflı/tarafsız bir bilirkişi atamayı reddederek sanıklara ceza kesti.

Bugün soracağımız soru, Balyoz CD’si gerçekte ne zaman oluşturuldu? Aşağıda vereceğimiz belge bu CD’nin gerçekte en erken 18 Ağustos 2009’da oluşturulduğunu gösteriyor.

Daha önce blogumuzda örneklerini vermiştik; sahte belge çetesi eski tarihli belge üretmeye çalışırken bolca hata yapmış. Mesela, bir listeye sadece 2003’den önce kurulmuş hastaneleri dahil eden çete, 2003’den sonra ismi değişen üç hastaneyi yanlışlıkla yeni isimleriyle listelemiş. Yine, darbecilerin el koyacağı 4×4 araçları listeleyen çete, listeye hep 2003 yılı öncesi model araçları koymuş, ancak bir aracı yanlışlıkla 2006’da nakil sonrası değişen plakası ile listelemiş (yani listede gecen araç 2003’de başka şehirde başka plakayla kayitli). Benzer olarak çete, hazırladığı ilaç depoları listesinde 2003’de adı Yeni İlaç olan bir firmayı, firmanın İtalyan Recordati firması tarafından satın alınması akabinde, 30 Temmuz 2009 tarihli yönetim kurulu kararı ile değişen adı (Yeni Recordati İlaç) ile listelemişti. Şirketin bu yeni adı 4 Ağustos 2009’da tescil edilmişti.

Bugün bahsedeceğimiz belgedeki hatayı adı iki Word belgesinde geçtiği için “mahkemenin” müebbet hapisten iskontolu 16 yıl hapis cezası reva gördüğü Öğretmen Albay Belma Dönmez, savunmasında belirtmişti.

Balyoz CD’sinde kayıtlı olan ve sözde Oraj planına bağlı olarak 2003’de hazırlanmış bir görevlendirme listesinde (EK I LAHIKA-4.doc) herkes, 2003 tarihindeki rütbesiyle listelenmiş. Ancak subaylardan biri, 2003 yılındaki rütbesiyle listelenmesine rağmen, 2003’deki sınıfı (Piyade) ile değil, 2009 yılında değişecek olan sınıfı (Mühendis) ile listelenmiş. Yani çete, eski tarihli belge üretirken, yukarıda verdiğimiz örneklerdekine benzer bir hata yapmış.

EKILahika4

Söz konusu subayın sınıf değişikliği 18 Ağustos 2009 tarihinde gerçekleşiyor. Demek ki, Balyoz planı dahil tüm suç unsuru içeren belgelerin kayıtlı olduğu bu CD en erken 18 Ağustos 2009’da oluşturulmuş olabilir. Sahte Balyoz CD’si bir bavul içinde Baransu’ya Ocak 2010’da verildiğine göre, Ağustos 2009 – Ocak 2010 arasındaki 5 aylık bir zaman dilimi içerisinde oluşturulmuş.

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

2 Yorum “Baransu’nun bavulundan çıkan Balyoz CD’si gerçekte ne zaman oluşturuldu?”

  1. Murat ESEN Says:

    Sakın yılmayın. Biz sizlerden güç alıyoruz. Hep birlikte aydınlık günlere çıkacağız. Selamlar.

    Cevapla

  2. trekking Says:

    Bu gece haber bültenleri 1. haber olarak muştuladılar. Öcalan’la görüşülmüş. Oslo surecinde aracılardan sonra ilk kez direk temas sağlanmış.

    Analar artık ağlamasın mış ? Başka adres mi varmış? Varsa söyleyin?

    40.000 şehit daha mı verelim miş? Başka kimle görüşülebilirmiş? Varsa söyleyin. Böyle diyorlar şimdi.

    Gözümüzün içine baka baka. Hiç utanmadan, sıkılmadan.

    On yıldır bu adamla görüşüyorsunuz. Ama öyle, ama böyle. Ama direk ama endirekt.

    Görüştüğünüzün Yanlış adam olduğunu anlamanız için daha kaç yıl geçecek?

    Eğer çözüm şimdi gelecekse, 10 yıldır neden çözemediniz. Nasıl hesabını vereceksiniz. 10 yıldır verilen şehitlere ne anlatacaksınız?

    Onları ölüler sanmayın.Sizden daha diriler. Şey biz toplumu çözüme hazır edebilmek için siz ölmek zorundaydınız mı diyeceksiniz?

    Bizden önce de görüşülmüş diyen siz değil miydiniz? Sizden öncekiler de ses çıkarmadı zaten.Kabul ettiler görüştüklerini öcalan’la. Hatta İnönü Meclise taşıdı SHP içinde. Ne çözüldü? Neyi çözdük?

    Öcalan, kenya dan getirildiğinde kendisini ilk sorgulayan Atilla Uğur, “Ankara merkezli çözüme varmı sın” diyen Hasan Atilla Uğur tertiple içerde.

    Ergenekon iddianamesi baştan sona PKK’yı derin devlet kurdu. Ergenekon kurdu demiyor mu? Niye gidersiniz Öcalan’a gidin adres Ergenekon. 1.Numarasıyla görüşün Ergenekonun.

    Yerseniz. Yedirirseniz tabii…

    Sakın bu işi Oslo dan, Brüksel den, Washington’dan çözmeye kalkmayın. Yanlış hesap mutlaka döner. Çözüm Ankara merkezli olur. Ankara merkezli çözüm Emperyalist Batı’ının işine gelmediği için bu iş çözülmüyor zaten.

    Not : İlker Başbuğ’dan sonra Genelkurmay Eski Başkanlarından Karadayı’da gözaltına alınıp tutuklanma talebiyle mahkemeye sevkediliyor. Mahkeme serbest bırakmış.Avukatı’nın açıklamalarına göre kendisine 83 soru soruluyor. Savcı, Genelkurmay Başkanı nın haberi olmadan 28 Şubat sürecinin, postmodern darbenin,BÇG nin olamayacağını belirterek tutuklanma istiyor. Ama Kasaptaki ete soğan doğramayanlar sözkonusu olduğunda Genekurmay Başkanı’nın haberi olmadan pekela darbe hazırlığı olabiliyor. O hiç gözaltına alınmıyor, Hiç tutuklanma talebi ile Mahkemeye sevkedilmiyor.

    Yerseniz…………

    Arslan Bulut’un Yeniçağ daki yazısı bunun detaylarını veriyor. Tarihe not düşmek adına alıntılıyorum.

    “Rusya medyası, Genelkurmay Başkanlığı’nın yalanlamasına rağmen Halep’te Türk pilotlarının tutuklandığı iddiasını “Şam, Türk pilotların tutuklandığını teyit etti” başlıklı haberlerle sürdürüyor.
    Genelkurmay, gerçek dışı bir açıklama yapmayacağına göre, Halep’te tutuklananlar kim?
    Bu soruya cevap verebilmek için, Libya’da muhaliflere eğitim veren Türkleri hatırlamak gerekir. Libyalı muhalifleri eğiten emekli özel harekatçılar, büyük bir iş yapmış gibi televizyonlarda faaliyetlerini anlatmıştı. Şimdi ise Suriyeli isyancılar Türkiye’den her türlü desteği aldıklarını söylüyor. Tayyip Erdoğan da “lojistik destek sağlıyoruz” itirafında bulunmuştu. Esasen, Suriye ve Yemen’deki isyancılara Türkiye’den silah gönderilmesi, Mısır ve Tunus’taki ayaklanmaların desteklenmesi dahil bütün bu olaylar, 2005 yılında İstanbul’da İslam Ülkeleri Sivil Toplum Kuruluşları toplantısı ile başladı.

    ***

    Sürdürülecek politikanın ne olduğunu, Arap Baharı’nın temelleri İstanbul’da atıldıktan iki yıl sonra 5 Ocak 2007’de dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner açıkladı.
    Taner, “Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus-devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır” dedikten sonra “Süreç, Balkanlar, Kafkaslar Orta Doğu ve bağlı olarak Orta Asya’ye uzanarak gittikçe genişleyen bir alanda Türkiye’nin merkezî pozisyon kazandığını/kazanacağını göstermektedir. Bu süreç içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma, ya da ‘bekle-gör-tavır al’ taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir” sözleriyle, Türkiye’nin yeni yönelimini ortaya koydu.
    Suriye’nin bir Türk uçağını düşürmesine kadar varan süreç işte böyle başlatıldı. Nitekim, şehit pilotların yakınları, uçuşun MİT tarafından istendiğini öne sürerek, Müsteşar Hakan Fidan hakkında suç duyurusunda bulundu..
    “Aktif dış politika” öyle bir hal aldı ki Ankara’daki 5. Büyükelçiler Konferansı’nda, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Tarihin peşinden koşulmaz, ya içinde ya önünde koşulur. Bekleyelim, elimizdekini muhafaza edelim, onu o zaman değerlendirelim demek iradesizliktir. Küresel güçler biliyor ki, tarih artık Ankara’dan gidiyor” diye konuştu.
    Burada sorun şu ki, Türkiye, bölgedeki bütün politikasını, Büyük Orta Doğu Projesi’ne uyum içinde ve ABD’nin her talebini harfiyen yerine getirerek sürdürüyor.

    ***

    Mehmet Bican, “Terörle Sınanmak” kitabında, 1995 yılında, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Fransa Dışişleri Bakanı Juppe’yi kabulünden sonra yaptığı açıklamaları hatırlatıyor. Demirel, Juppe’nin, kendisine, “Galiba sizin yanlışınız üniter devlet yapısından kaynaklanıyor” dediğini söylüyor ve ilave ediyor:
    “Avrupa, Türkiye’nin yapamayacağı şeyleri istiyor. Bize, ’kendisini Kürt sayan insanlara azınlık hakkı verin, üniter devlet olayından vazgeçin’diyorlar. Sonra mesele federasyona gelsin.. Daha sonra parçalanmaya.. Osmanlı’dan 25 devlet çıkmış. İki tane çıkmamış. Biri Ermeni, diğeri Kürt devleti. PKK’nın bizden istediği, ne Kürtçe televizyon, ne okul, ne dildir. Onun istediği bir tek şey vardır: Bayrak.. Fırat’ın doğusu meselesi ta Sevr’den beri var Batı’nın kafasında. ’Uzat kolunu keseceğim’diyor. Olur mu hiç.”
    İşte MİT, bu gibi tarihi yaklaşımları, Emre Taner’in ağzından “20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan iki kutuplu dünya düzeninin uzun süre devam etmeyeceği önceden öngörülebilir bir olgu olmakla birlikte, 1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanılmıştır. Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin, statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır” diyerek eleştirmiş ve aktif dış politikanın işaret fişeğini yakmıştır.

    ***

    Peki Tayyip Erdoğan’ın buradaki rolü nedir?
    Graham Fuller, 1997 yılında Henri Barkey ile birlikte “Kürt sorunu” başlıklı bir rapor hazırlamıştı. Raporda, sorunun çözümü için PKK’ya af getirilmesi ve örgütün siyasete girmesi gerektiği belirtiyordu.
    Raporda ayrıca ABD’nin PKK sorununu çözmek için askerleri ikna ettiği, ancak sivil politik liderlerin çok zayıf olduğu ve Kürt sorununa girmeyi istemedikleri belirtilerek “cesur bir lider aranıyor” deniliyordu. Aranan o lider, 28 Şubat süreci ile düşürülen ve kayıp trilyon davası ile üzerine “beton” dökülen Erbakan’ın talebeleri arasından bulundu..
    İşte, komşuları kendi içlerinde birbirine düşüren Amerikan güdümlü aktif dış politikanın, ayrıca PKK ve Barzani ile sürdürülen görüşmelerin hikayesi böyle gelişmiştir..
    Kısacası Türkiye otomatik pilota bağlanmıştır, pilotsuz uçmaktadır…”

    Cevapla

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: