TV’de bir Balyoz tartışmasından notlar

03 Haziran 2012

CEMAAT, GENEL, VIDEOLAR

Pınar, 1 Haziran’da TV8’de Gökmen Karadağ’ın yönettiği Haberaktif programına çıktı. Karşısında Faruk Mercan vardı. Mercan’ın söylediği bazı şeyler insanı hayretler içersinde bırakan cinstendi. (Programı izlemek için buraya tıklayın.)

Önce bizi şaşırtmayan konulardan bahsedelim. TV8 program yöneticileri, Mercan’ı programa davet etmeden evel Mehmet Baransu ve Alper Görmüş’ü çağırmışlardı. Baransu da, Görmüş de programa çıkmak istemedi. Buna şaşırmadık; Görmüş, savunulmaz savlar üretmiş (1, 2), Baransu ise bunun da ötesine giderek bilerek yalan yazılar yazmıştı (1, 2). Herkesin gözleri önünde zor durumda kalmak istememelerini anlamak zor değil.

Program yapımcıları sonra Tuncay Opçin’i çağırdılar. Ondan önce olumlu cevap geldi. Program ayarlandı, fakat son anda Opçin’de mazeret göstererek katılmayı kabul etmedi. (Çalıştığı iş yeri müsaade etmememiş!) Buna da şaşırmadık.

Faruk Mercan programa katılmayı kabul etmeseydi, TV8 büyük olasılıkla bu koşullarda karşımıza kimse çıkmadığı için bu programı yapmayacaktı. Bu yüzden, olumlu yanıtı için Mercan’a teşekkür ediyoruz.

ŞImdi gelelim programın içeriğine. Mercan, en baştan bizi çok şaşırtan bir şey söyledi. “Bu dava siyasi bir davadır, sanıkların da siyasi müdaafa yapması gerekirdi,” dedi. Davanın siyasi olduğu doğru, bunu biz en başından söylüyoruz. Bizi şaşırtan, davayı savunan birinin bunu açıkça beyan etmesi.

Bizim “siyasi dava”dan anladığımız, siyasi amaçla açılmış, siyasi iktidarın güdümünde yürütülen, ve hukuk kurallarının ancak siyasi amaçlarla bağdaştığı sürece işletildiği bir davadır.

Faruk Mercan ise davayı Çetin Doğan gibi iktidarla hoşnut olmayan subayların siyasi faaliyetlerinin yargılandığı bir dava olarak görüyor. Nitekim, programdan sonra Dani’ye attığı bir twit’de “Balyoz davasının özü; kayınpederinizin Ordu Komutanı olarak yaptığı siyasi faaliyetler” diye yazdı. Yani Mercan sözü şuraya getirmek istiyor: bu davada önemli olan Balyoz darbe planları ile buna kanıt gösterilen belgeler filan değil, Çetin Doğan ve kimi diğer subayların AKP düşmanlıklarıdır.

Bir hukuk devletinde insanlar soyut iddialar üzerinden değil, kanunda suç olarak tanımlanmış somut faaliyetler yüzünden yargılanır. Sanıkların bu faaliyetlerde bulunduklarının delillendirilmesi gerekir. Balyoz davası da (görünürde) öyle. 365 sanık 2003 senesinde bir darbe planladıkları iddiasıyla yargılanıyor. Savcılara göre bu darbenin kod adı Balyoz. Darbe girişiminin ana delilleri de 11 no.lu CD’deki Balyoz belgeleri.

Bunlar ortadayken, savcıların iddianamesinde ve mütalaasında açıkca yazılmışken, Mercan’ın davanın özünü kendi keyfine göre tanımlaması insanı hayretler içinde bırakıyor. Mercan’ın soyut formülasyonunun aksine, iddianame sanıklara somut suçlar atfediyor ve delil olarak somut belgeler gösteriyor. Bu belgeler sahte ise, davanın düşmesi ve sahte belgeleri oluşturulanların bulunması gerekir. Faruk Mercan’a gerçekten bunları hatırlatmamız gerekiyor mu?

Üstelik Mercan istiyor ki, sanıklar “evet biz bu işi yaptık ama günün koşullarında zorunlu gördüğümüz için yaptık” desinler. Yani şiddetle redettikleri bir suçlamayı üstlenmelerini talep ediyor. Bu öyle olsaymış, herkes için daha iyi olurmuş diyor. Hakkını verelim, sanıklar böyle yapsaydı, savcıların, mahkemenin, Zaman, Taraf gazeteleri ve diğer dava destekçilerinin işi gerçekten daha kolay olacaktı.

Mercan’ın davayı siyasileştirme ve soyutlaştırma gayreti, amacın konuyu Balyoz belgelerinden uzaklaştırmak olduğunu düşündürtüyor. Zira Mercan, ne derse desin, davanın özünü teşkil eden Balyoz darbe belgelerinin — en hafif deyimiyle — sorunlu olduğunu biliyor olmalı. Zaten kendisinin Balyoz’a kanıt olarak gösterdiği tek olgu, Balbay’ın günlüklerinde geçen “1. Ordu ihtilale hazırlanıyor” şeklinde MİT kaynaklı bir söylenti.

Bir davanın bu nevi söylentiler üzerinden yürütülemeyeceğini de Mercan’a hatırlatmanın gerekli olduğunu sanmıyoruz. Kaldı ki, Pınar’ın da programda söylediği üzere, MİT’in Balyoz konusunda aslında herhangi bir bilgisi olmadığı mahkeme dosyasındaki yazışmalarla sabit. Savcılık, MIT’e yazı yazıp, “Balyoz diye bir darbe planından haberiniz var mi?” diye soruyor, MİT’de “hayır, haberimiz yok” diye cevap yolluyor.

Pınar’ın program boyunca sunduğu sahtecilik kanıtlarına Mercan’ın verdiği cevap ise başka türlü şaşırtıcı. Savcıların 2003’te son kaydı yapıldığını iddia ettiği belgelerden yüzlerce “geleceğe yolculuk” tarzı zaman çelişkileri, 2007’de piyasaya sürülmüş Microsoft öğeleri çıkıyor. Mercan’ın verdiği karşılık: “Ben dijital uzmanı değilim.”

Oysa bu davadan gelen kötü kokuları almak için dijital uzman olmak gerekmiyor. 2007’nin 2003’ten sonra geldiğini bilmek, zaman makinesinin henüz icat edilmediğinin farkında olmak yeterli.

Sahte belge üretenlere, yerleştirenlere, ve bu faaliyetlerin destekçilerine biz çete diyoruz. Pınar, “çete” kelimesini her telaffuz ettiğinde Faruk Mercan tepki gösterdi. Ancak olgular tüm çıplaklığıyla ortada. Sadece Balyoz’da değil, Özel Yetkili Mahkemelerin baktığı birçok davada oynanan kirli oyunlar artık belgelenmiş durumda (1, 2, 3, 4, 5, 6). Bu kirli oyunlarda cemaat mensupları ve taraftarlarının oynadığı rol de keza.

Türkiye’nin vesayetten arınması emniyet ve yargıyı bir çeteye teslim etmekle gerçekleşemez. Demokratik rejime giden yol üretilmiş deliller üzerine döşenemez. Demokrasiyi ve hukuk devletini savunanların bu basit gerçekleri göreceklerini ümit ediyoruz.

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

43 Yorum “TV’de bir Balyoz tartışmasından notlar”

  1. muzo657 Says:

    Faruk Mercan bildiğim kadarıyla Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun. Delillerin sahte olmasını datay olarak görüp, sanıkların kendilerine atılan iftirayı kabul etmesini “en iyi savunma stratejisi” olarak savunan bir avukat. Israrla hukuksuzluğu savunanların aynı şekilde yargılanıp aynı muameleyi görmeden olayın vahametini anlamalerı mümkün görünmüyor.

    Cevapla

  2. BM Says:

    “Türkiye’nin vesayetten arınması emniyet ve yargıyı bir çeteye teslim etmekle gerçekleşemez. Demokratik rejime giden yol üretilmiş deliller üzerine döşenemez.”

    Yani ortada bir askeri vesayet var, Türkiye henüz vesayetten arinmis degil, ve cetenin nihai hedefi aslinda demokratik rejim?

    Cevapla

    • demokrat Says:

      Evet böyle bir sonuç çıkıyor,iyi yakalamışsınız.

      Cevapla

      • BM Says:

        Ahmet Hakan:
        […]
        Ama bildiğim bir şey var:
        Eğer birileri “Gelin size tahrifatı, sahteciliği, eklemeleri gösterelim, kanıtlayalım” diye meydan okuyorsa, bu meydan okumanın muhataplarının, durumu sessizce geçiştirmeyi tercih etmelerinden daha tuhaf bir şey olamaz.
        Racon şudur: “Balyoz Davası” hakkında ahkâm kesenler, Dani Rodrik ve Pınar Doğan’ın ortaya koydukları bulgular ile esaslı bir hesaplaşmaya gitmezlerse ahkâm kesme haklarını yitirmiş olurlar.
        Yani sloganımız şu: Ya hesaplaş ya da sus.
        […]
        http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16600438&yazarid=131

        Cevapla

    • Olasılıksız Says:

      Sn. BM,

      Lafı neresinden anladınız gerçekten merak ettim.

      Türkiye’de askeri vesayet olsaydı son 3 yıldır yaşananlara bakınca bugün ya bu hükümet gitmiş olurdu, ya da askeri rejimde olurduk.

      Demek ki öyle askeri bir vesayet falan yok.

      Ama Türkiye’nin vesayetten kurtulmadığı kısmı doğru! Kimin vesayeti olduğunu anlamak için kimin kime “hizmet” ettiğine bakmak lazım.

      Cevapla

  3. trekking Says:

    Sevgili Blog yazarlarına sitemim var. Blog’a girmesek ve yorumlayan arkadaşlar sağolsun lar bahsetmeseler TV8 deki programdan haberim olmayacaktı. Bu tür yayınları önceden blogda duyurabilirdiniz.

    İnternet’ten tamamını izledim.Programın moderatörü başlarken, bazı isimlere programa katılmak için çağrı yaptıklarını ama kabul etmediklerini söylemişti.Kim acaba bu isimler diye düşünüyordum ki, S3evgili Dani tweet’lerinde açıklamış. Alper Görmüş, Mehmet Baransu ve Tuncay Opçin. Mahşerin 3 atlısı!!!!!

    Program da bir ara Modaratör izleyicilerden gelen yorumları okudu. Bir izleyici, Alper Görmüş, Pınar hanım’ın tezlerini tek tek çürüttü diyordu!!!!!! oysa Alper Görmüş tezlerini tek tek çürüttüğü Pınar Hanım’ın karşısına çıkmamış anlaşılan. Buda ilginç bir nottu benim açımdan.

    Cevapla

  4. Ceyda Says:

    Baransu, Görmüş tamam da Tuncay Opçin’de kimin nesi? Doğrusu anlamadım? Bilen varsa izah edebilir mi?

    Cevapla

    • Solmaz Türk Says:

      Baransu ile beraber kitap yazan birisi,ben de ismini kitabın üzerinde görünce kendi kendime bu da kimin nesi dedim.

      Cevapla

    • Olasılıksız Says:

      http://www.odatv.com/n.php?n=kim-bu-tuncay-opcin-0104121200

      [i]Aydınlık Gazetesi yazarı Hikmet Çiçek, köşesinde Mehmet Baransu ile birlikte “Pirus” isimli kitabı yazan Tuncay Opçin’e değindi. Çiçek “Opçin de Amerika Birleşik Devletleri’nde tıpkı Baransu, Faruk Mercan gibi tedrisattan geçti. Ürettiği belgeleri “ilgili” dağıtımlara vermesiyle biliniyor” dedi ve Opçin’in haberlerinden çok kaynaklarıyla bilindiğini belirtti.

      İşte Çiçek’in yazısının ilgili bölümü:

      “Taraf yazarı Mehmet Baransu’nun yeni kitabı “Pirus” piyasaya çıktı. Kitabın yine TSK’yı hedef aldığını söyleyebiliriz. Bir dezenformasyon faaliyeti olduğunu da.

      Ancak bu sefer bir fark var. Baransu kitabını Tuncay Opçin ile birlikte yazdı.

      Opçin, Deniz Kuvvetleri’nden atılma eski bir asker. Cemaate yakınlığı ile biliniyor.

      Bir dönem Nokta dergisine girip çıkarken daha sonra Mehmet Baransuile irtibatlandı.

      Opçin de Amerika Birleşik Devletleri’nde tıpkı Baransu, Faruk Mercangibi tedrisattan geçti.

      Ürettiği belgeleri “ilgili” dağıtımlara vermesiyle biliniyor.

      Baransu kitabını bu kez açıkça Opçin ile hazırladığını söyleyerek Opçin’i sahneye çıkardı.

      Haberleriyle değil kaynaklarıyla bilinen Opçin böylece önümüzdeki günlerde daha çok tanınacak gibi görünüyor.”[/i]

      Cevapla

  5. canislupus Says:

    Az evvel NTV’de bir haber geçti, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Balyoz belgelerinin orijinallerini mahkemeye gönderdi diye…

    Cevapla

    • Solmaz Türk Says:

      Boraxin,tercüman,şimdi de canislupus ,”aklınsıra bozkurt”Hiç vazgeçmiyeceksin değil mi,dezenformasyondan ?Mahir Kaynak yorumundan açık vermişsin yine.Mahkemede öyle bir belge olayı yok,saçmalamayı bırakın artık.

      Cevapla

  6. Tuncay Opçin Says:

    Pınar Doğan durduk yere benim adımı bu olaya niye karıştırdı bilmiyorum. TV8’den bir arkadaş aradı. Ben prensip olarak katılabileceğimi söyledim. Bir kaç defa görüştük. Program tarihini kesinleştirdikten sonra tekrar aradılar. Programın saatini söylediler. Yanlış hatırlamıyorsam 17-18 saatleri arasındaydı. Ben günlük bir gazetede editör olarak çalışıyorum. Günün en yoğun olduğu saatler. Sayfayı hazırladıktan sonra bir başka editör arkadaşım onaya götürebilir mi diye izin istedim. Çalıştığım kurum izin vermeyince de programa katılmamın sadece bu nedenden dolayı mümkün olamayacağını TV8’den arayan gazeteci arkadaşa belirttim. Yoksa ne Pınar Doğan’dan, ne de başka bir kimseyle bu konuyu tartışmaktan çekinecek durumum yok. Kaldı ki programa Pınar Doğan’ın mutlaka programa bağlanmasını da ben istedim. Tuncay Opçin

    Cevapla

    • Can Acar Says:

      Tuncay Bey,

      Yukarıda bu konuyu tartışabileceğinizi söylemişsiniz. Balyoz davası konusunda ne düşündüğünüzü öğrenebilir miyim?

      Yüzlerce insanın özgülüklerini şaibeli delillerle ellerinden almak kabul edilebilir mi?

      Saygılarımla …

      Cevapla

      • Tuncay Opçin Says:

        Ben CD’leri teknik anlamda inceleyemem. Ama Balyoz Darbe Planı’nın hazırlandığı dönemde gazetecilik yapıyordum. O dönemde adının Balyoz olduğunu bilmiyordum ama 1. Ordu’da darbe hazırlığı yapıldığıyla ilgili bilgilere ulaşmıştım. Sadece ben değil basındaki hemen herkesin bu konuyla ilgili bilgisi vardı. İsmet Berkan’ın yeni çıkan kitabına bakabilirseniz benzer şahitlikleri orada da görebilirsiniz.
        Daha sonra Balyoz belgeleri arasında çıkan üç belgeyi de 2003 yılında yayınladım. Ama dediğim gibi darbe girişiminin adının Balyoz olduğunu bilmiyordum. Bu olaylardan dolayı da Aktüel’deki işimden atıldım. Birileri (kimlikleri bende saklı) TSK adına çalıştığım kuruma baskı yaptı. Benimle de gelip görüştüler. Benim Balyoz’la ilgili bildiğim budur. CD’lerin delil olup olmayacağına mahkeme karar verir.
        Şu anda tutuklu yargılanan subaylar, general ve amiraller arasında birebir tanıdığım insanlar var. Bu insanlar için sadece iyilik dileyebilirim. İnş. bir an önce aklanır ve serbest bırakılırlar. Ama bir kısmının da ne yaptığını o dönemde herkes biliyordu. Onlar da umarım cezalarını bulurlar.
        Bu olaylar olduktan sonra şimdi yargılanan bazı isimlerle de birebir görüşme şansım oldu. Onlar çıkan belgelerden çok daha fazlasını anlattılar. Biraz daha bekleyip davayı takip etmekte yarar var. Sağlıcakla kalın.

        Cevapla

        • trekking Says:

          Hele bakın, Özel görevli gazetecilerden biri bloga gelmiş. herşeyi Bilen lerden biri.

          Gazetecilik yapıyormuş o dönem.Balyoz adını bilmiyormuş. Hemen herkesin konuyla bilgisi varmış.Şimdi yargılanan isimlerle birebir görüşme şansı olmuş!!!! Çıkan belgelerden daha fazlasını anlatmışlar.

          Kime anlatmışlar. Opçine Özel görevli Gazeteciye anlatmışlar. Ama nedense gidip mahkemeye anlatmamışlar.

          Mahkemeler ne için yapılıyor Allahaşkına. Çocuk mu kandırıyorsunuz siz. herkes herşeyi biliyor konu mahkemeye intikal ediyor ama mahkeme de anlatılmıyor.

          Tabi yukarıda Can Bey’in sorduğu soruyu pas geçmiş Opçin beyimiz.

          “Yüzlerce insanın özgürlüklerini şaibeli delillerle ellerinden almak kabul edilebilir mi?”

          Şu züccaciye dükkanındaki heryeri kırıp döken fil’i neden görmüyorsunuz? Görmek istemiyorsunuz? İçlerinde birebir tanıdığınız insanlarda varmış madem.

          Bu dava Darbeyi soruşturmak için değil, sahte belge çetesinin ve uluslararası uzantılarının nerelere uzanabileceğini, neleri kotarabileceğini göstermektedir anlayana.

          100.yıl Üniversitesinde başlayan sahtecilik çetesi işleri büyüterek, organizasyonunu genişleterek devleti teslim alma noktasına kadar gelmiştir. Burada benim dahlim nedir diye durup düşününüz Opçin bey.

          Wekeleaks belgeleri ortada. Ben yazmadım o kriptoları. O dönem ordu içinde 3 grubun olduğunu o kriptolarda merkeze geçiyorlar.

          90’lı yıllarda ABD’nin bölgeye gelme niyetinde olduğunu bu politikalara karşı hangi argümanların,politikaların geliştirilebileceği konusunda kafa patlatan insanlar var. Avrasyacılar olarak nitelendiriliyor belgelerde. İçlerinde gerçekten sınırlarını, yetkililerini aşanlar olabilir. Ama bugün Ülkenin tam bağımsızlığını savunmak , yurtta sulh cihanda sulh ilkesine bağlı kalmak tehlikeli ve yok edilmesi gereken bir düşünce haline getirildi.

          Bildiklerinizi gidip mahkemede anlatmayı neden denemediniz? Neden müdahil olmadınız?

          Bunlara cevap verinde samimiyetinize inanalım.

          Cevapla

          • Tuncay Opçin Says:

            Balyoz iddianamesini okursanız, benim Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne gidip ifade verdiğimi görürsünüz. Mahkeme çağrı yaparsa gider ifade veririm. Benim Balyoz Davası’na giren avukatlardan öğrendiğim, ne sanıkların ne de savcılık makamının benim mahkemede dinlenmemle ilgili taleplerinin olmadığı. Davayla ilgili belgelerde belgeleri 2003’te kimden aldığımı da söyledim. Mahkeme isterse yine gider, yine anlatırım.
            Müdahil olmama gelince, Türk hukuk sisteminde müdahilliğin tanımı var. Benim hukuken müdahil olma durumum yok.

            Cevapla

        • trssby Says:

          Tuncay Bey,

          “Daha sonra Balyoz belgeleri arasında çıkan üç belgeyi de 2003 yılında yayınladım.”

          Çıkan üç belgeyi 2003 yılında nerede ve ne zaman yayınladığınızı burada referans olarak paylaşırsanız eğer benim gibi bu blogu izleyenler bilgi sahibi olurlar.

          Size göre bu belgeler ile kişileri darbe yapma suçu ile itham edebilirmisiniz?

          Cevapla

          • Tuncay Opçin Says:

            2003’te mart ve aralık ayları arasında, “Gazeteciden Özkök’e Muhtıra”, “Naziler Gibi Geliyorlar” ve “Fişlenirdi Karadeniz” başlıklarıyla yayınladık. Ayrıca aynı belgeleri 2004’te yayınladığım “Şubat Uzar Bin Yıl Olur” isimli kitabımda da yayınladım.
            İkinci sorunuzda da söyleyebileceğim şu; O tarihlerde savunma muhabirliği yapan ya da bu tür konularla ilgilenen hemen herkes TSK içinde bir hareketlilik olduğunu biliyordu. Benim hazırladığım haberler de bu hareketliliği gösteren belgelerdi. Bu hareketlilik darbe hazırlığı mıydı? Bunu ancak yıllar sonra Balyoz Davası açıldığında öğrenebildik. Benim şahsi kanaatim davayla ilgili hiçbir şeyi değiştirmez. Mahkeme açıldığına göre yapılan hazırlık darbe planı olarak değerlendirilmiş.

            Cevapla

            • trssby Says:

              Sayın Opçin,

              “Gazeteciden Özkök’e Muhtıra” yazınızı Googledan arayarak buldum.Tümünü okuma fırsatını bulamadım.http://www.yeniaktuel.com.tr/tur102-2,210@2100.html linkinde bir kısmına erişilebiliyor. Okuduğum kadarı ile, belge niteliğine gelebilecek herhangi bir şeye rastlayamadım. Bana internet’ten bu belgeleri tümünü okuyabileceğim bir link vermenizi rica ederim.

              Yapamıyor iseniz eğer, belge diye adlandırdığınız haberlerinizin içinden, özet olarak suçlamada kullandığınız belge olarak adlandırdığınız somut alıntıları, varsa orjinal belgelerinizi burada yayınlar iseniz sevinirim.

              “Benim hazırladığım haberler de bu hareketliliği gösteren belgelerdi.”

              Haberlerin mahkemelerde belge olmaları çok havada olan kavramlar, biraz yere basalım.. Haberlerinizin mahkemelerde suçlama için kullanılabilecek orijinal belge olma niteliği nedir, nerden kaynaklanmaktadır? Mahkeme yaptığınız haberin hangi kısmını nasıl bir delil olarak kullanmıştır, kişileri darbe ile suçlayacak ilinti nedir? Sizin yazdığınız haberin belge olma niteliğini bir açıklarmısınız?

              Ayrıca, savcının sizin haberinize bağlı olarak yapmış olduğu suçlamayı buraya koymanız gerektiği kanısındayım.

              Teşekkürler

              Cevapla

          • trekking Says:

            Sevgili trssby

            Cevapla

            • trekking Says:

              Aktuel de çalışıyormuş o dönem. Mehmet baransu Balyoz ve gerçekler adını verdiği 13 yazı yayınlamıştı. Orada değinmişti bu belgelere.

              Açıklasın Opçin bakalım o bilgileri belgeleri nasıl edinmiş. Açıklayamaz.İsimleri bende saklı der geçer.Bunlar gizemi severler. Örtü tamamen kalkınca kelleri ortaya çıkar çünkü.

              Cevapla

              • tuncay opçin Says:

                Haber kaynağını gizli tutmak gazetecilere bütün dünyada tanınan bir haktır. Mehmet Baransu’nun ne dediği beni ilgilendirmez. Ben kendi adımla size cevap yazıyorum. Belgeleri nereden aldığımı da Terörle Mücadele Şubesi’nde verdiğim ifadede belirttim. Balyozla ilgili iddianameyi okursanız orada belgelerin nereden çıkıtğıyla ilgili yeterince ipucu bulursunuz.

                Cevapla

                • trekking Says:

                  Haber kaynağını gizli tutmak bir hakdır biz de biliyoruz herhalde. karnından konuşmakta mı haktır.

                  ikide bir de “iddianameyi okursanız” diyip duruyorsunuz.iddianemyi okudum efendim. Bahsettiğiniz bölümü de biliyorum.Benim asıl takıldığım

                  “Bu olaylar olduktan sonra şimdi yargılanan bazı isimlerle de birebir görüşme şansım oldu. Onlar çıkan belgelerden çok daha fazlasını anlattılar. ”

                  Kim bunlar Opçin bey?Karnınızdan konuşmayın allahaşkına. Ne biliyorsanız anlatın da bizde rahatlayalım,Mahkeme de Türkiye de.

                  Belgelerden fazlasını anlatmışlar. O Belge dediğiniz şeyler in hepsi bilgisayar da kayıtlı belgeler. Altlarında ıslak imza yok.hatta kurusu bile yok. Hangi Bilgisayarlarda,server larda olduğu kanıtlanmamış,kanıtlanamamış.

                  Ne belgesi neyin belgesi?

                  “Bu insanlar için sadece iyilik dileyebilirim. İnş. bir an önce aklanır ve serbest bırakılırlar. Ama bir kısmının da ne yaptığını o dönemde herkes biliyordu. Onlar da umarım cezalarını bulurlar.”

                  Kim bu herkes? Kim neyi biliyordu?ve neden mahkeme safhasında bu zamana kadar kanıtlanamadı?

                  “Onlar da umarım cezalarını bulurlar.”

                  Neye göre cezalarını bulacaklar sizin keyfiniz öyle istiyor diye mi?Hani Maddi delil,kanıtlar,itiraflar var mı?

                  Karnınızdan konuşmayıp cevap verebiliyorsanız verin.

                  Ayrıca ne oldu Can Bey’in sorduğu sorunun cevabı?

                  Şu züccaciye dükkanındaki fili de göremiyormusunuz hala? Hala tek tarafı mı çalışıyor beyninizin lobu?

                  “Naziler Gibi Geliyorlar” Başlğıyla yayınlamışsınız.Geldi Naziler gibi sayenizde.Sizlerin sayesinde. Birmusibetten kaçarken daha büyük musibete düştük sizler gibilerin sayesinde.Bu olaylarda benim dahlim nedir diye oturup düşününüz?

                  Son söz: Bir ülkede siyasetin finansmanını kim yaparsa siyaset ona hizmet eder.Halk yaparsa halka hizmet eder. Kapitalistler yaparsa kapitalizme ve bizim gibi 3.dünya ülkelerinde faşizme hzimet eder.Askeri vesayet falan filan bunlar tali sorundur.Asıl sorulması gereken soruyu görmeyen eblekler yüzünden bu haldeyiz bugün.Zira Askeri vesayet veya bürokratik vesayet, siyasetin finansmanının halk tarafından yapılmadığı sistemleri Halktan korumak korumak için yaratılmıştır.

                  Cevapla

                  • trekking Says:

                    Buyrun bu da ifadeniz, Bu ifadenizle ilgili öyle çok sorulacak soru var ki ama ben ne hakimim nede savcıyım.

                    25.06.2010 tarihinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde beyanı alınan gazeteci Tuncay OPÇİN’in ifadesinde yer alan hususlar ve ifadesine ek olarak sunduğu 27 belgeden 23’ünün dosyada mevcut dokümanlar ile birebir aynı olduğu, diğer 4 dokümanın ise dosyada yer almadıkları tespit edilmiştir.
                    İfadesinde; gazeteci olarak üzerinde çalıştığı bir konu ile ilgilendiği esnada, haber kaynaklarından olan Ege Ordu Komutanlığı bünyesinde görevli bir subay, her ne kadar ilgilendiği konu ile alakası olmasa da o dönem kendisine Çetin DOĞAN imzalı 29 Kasım 2002 tarihli bir belgenin suretini verdiğini, hatta o dönem 1. Ordu Komutanlığında bazı hareketliliklerin olduğunu da belirttiğini, o dönem Genelkurmay Başkanını hedef alan bazı köşe yazıları, ayrıca Çetin DOĞAN ile ilgili yazı dizisini incelediğinde, haber kaynağından kendisine ulaşan belge ve medyada Genelkurmay Başkanını hedef alan yazılar ile Çetin DOĞAN’a yönelik yazılmış sempatik yazıların bir bütünlük arz ettiğini değerlendirerek bu konuda haber yapmaya karar verdiğini, önce dönemin Genelkurmay Başkanına değindikleri haber içeriğinde sonra Çetin DOĞAN imzalı belge ve bahse konu köşe yazılarına yer verdiklerini, 2003 Nisan ayının ilk haftasında yayınlanan Aktüel Dergisinde “Gazeteciden ÖZKÖK’e muhtıra!” ismi ile haberi yayınladıklarını beyan etmiştir.
                    İfadesinde belirttiği haber ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda, Aktüel dergisinin 2003 yılı Nisan ayında yayınlanan sayısında yer alan Tunçay OPÇİN’in kaleme aldığı yazıda kullanılan Çetin DOĞAN imzalı belgenin dosyada mevcut 1384 ile numaralandırılan belge olduğu anlaşılmıştır. Belge incelendiğinde; KARA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI 1NCİ ORDU KOMUTANLIĞI SELİMİYE/İSTANBUL başlıklı, 29 Kasım 2002 tarihli, “Laiklik Cumhuriyet İlkelerine Karşı Son Zamanlardaki Davranışlar” konulu, HİZMETE ÖZEL ibareli 1nci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin DOĞAN imzalı, Hrk.Kur.Ybşk.Emir Astsubaylığına hitaben yazılmış bir yazı olduğu görülmüştür. Belge içeriğinin;
                    1-Son zamanlarda bazı çevrelerin Anayasal devlet düzenimizin temelini oluşturan laiklik ilkesini kendi çıkar ve amaçlarına göre yorumlayarak kamu hizmetlerinin yerine getirildiği başta öğretim kurumlan olmak üzere, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında, türban ve başörtüsü kullanılmasında ısrarlı davrandıkları gözlenmektedir. Bu yoldaki ısrar, masumane bir tercihten ziyade, laik Cumhuriyet ilkelerine karşı dine dayalı bir Devlet düzeni kurmaya yönelik din ve vicdan hürriyettir aşan sistemli çabaların bir parçası olarak değerlendirilmektedir…” Şeklinde olduğu görülmüş belge önceki bölümlerde ilgili kısımda verilmiştir.
                    Tuncay Opçin ifadesinin devamında; Çetin DOĞAN ile ilgili haberi yaptıktan sonra haber kaynaklarından kendisine bilgilerin gelmeye başladığını, bunlardan birisinin “Almanya’da 932 seçimleri” başlıklı belge olduğunu, belgenin üst kısmında 1.Ordu Komutanlığı Özel Kalem Müdürlüğünün faks numarası ve 15 Ocak 2003 tarihinin yer aldığını, belge içerisinde Almanya’da yapılan 1932 seçimleri ve Nazilerin iktidara geliş süreçleri ve sonrasının işlendiğini, 4 sayfalık metnin “İşte böyle. Fakat bu anlatılanların Türkiye ve bizim ülkemizle herhangi bir ilgisi ilişkisi olabilir mi ki!…” şeklinde son bulduğunu, daha sonraki süreçte 2003 yılı içerisinde Mayıs-Haziran dönemlerinde bu belgede yer alan bilgileri “İKTİDARA NAZİLER GİBİ GELİYORLAR” başlığı ile haberleştirdiklerini beyan etmiştir.
                    Şahsın ifadesine ek olarak sunduğu ve emniyette 1-4 arası numaralandırılmış belge incelendiğinde, belgenin “Almanya’da 932 Seçimleri…” başlıklı olduğu, belgenin “iki numaralı Nazi lideri Göring, savaş suçlusu olarak yargılanacağını anlayınca şöyle der: ‘Biz halka gerçeği söylemiştik. Sadece iktidara gelene kadar demokratik yollara başvuracaktık…” şeklinde başladığı, belge içeriğinde Nasyonal Sosyalist İşçi Partisinin kuruluşu, Adolf Hitler’in darbe girişimi ve ardından üç ay bir kalede kalmaya mahkum edilmesi, bu esnada Kavgam adlı eseri yazması, Hitler’in kalede kaldığı sürede değiştiğini, artık iktidara kanlı değil demokratik yollardan gelmek istediğini söylediği ve ona inanların sayısının hızla arttığı, Hitler’in partisinin politikaları ve iktidara geliş süreci, kamuoyunun Nazilerin iktidara geliş sürecini normal karşılayacak biçimde hazırlandığını, yaygın inancın, “Madem demokrasi var. Seçmen iradesine saygı göstermek gerekir. Bir kere de bu partiye bir şans verelim. Adam zaten değiştiğini söylüyor, hem bu ülkede yasalar var, kurumlar var, hele hele ordu var. Ayrıca on iki kişiden ibaret hükümete sadece üç Naziyer yer alıyor: Hitler,Göring bir de içişleri bakanı Frick. Onlar da asla olumsuz şey yapamaz on ikide üç kişiler. Hem zaten üç ay içinde bunlarda başarısız olur ve çekilirler. O zaman yeni seçimlere gidilir, halk da bunları görmüş olur ve bu iş biter” şeklinde olduğu, seçimlerden bir ay sonra ülkede toplama kamplarının kurulması, parti liderleri, solcular, liberaller, Yahudilerin bu kamplara doldurulması, liderlerin işkence ile öldürülmeleri, sonra yeni seçimlerin yapılması vb. bilgilerin yer aldığı, 4 sayfalık metnin “İşte böyle. Fakat bu anlatılanların Türkiye ve bizim ülkemizle herhangi bir ilgisi ilişkisi olabilir mi ki!…” şeklinde son bulduğu görülmüştür.
                    Belgenin 3 ile numaralandırılan sayfası üzerinde okunabilen kısmı “LIĞI ÖZEL KALEM MD.LÜĞÜ FAX NO: 02163437329 Jan. 15 2003 14:43” şeklinde olan ibarelerin yer aldığı, belgenin 4 ile numaralandırılan sayfasında metnin sonunda; “Jandarma Kom. Jandarma Bölg. İsh.bölge k komutanlarına dağıl ve Donanma İsh Baş masasında bulundu. Jandarmadan donanmaya çekilen fax. Fax no:216 3437329 (gönderen fax)” şeklinde el yazması notların yer aldığı tespit edilmiştir.
                    Şahıs ifadesinin devamında; Aynı süreçte Kuzey Deniz Saha Komutanlığındaki bir haber kaynağı vasıtasıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karadeniz Bölge Komutanı Tümamiral Deniz KUTLUK’un Karadeniz Ereğli’deki fişlemeleri ile ilgili bazı belgelerin kendisine ulaştığını, bu belgelerde yer alan bilgileri de yine Aktüel dergisinde 642. sayıda “BATI ÇALIŞMA GRUBU YENİDEN FAALİYETTE” başlığı ile haberleştirdiğini, ancak bu haberde kendi ismini değil mahlas olarak Tolga ARDA ismini kullandığını, zira bu konularda haber yapmaması için yönetim kademesinden baskı gördüğünü ve bu yolu tercih etmek durumunda kaldığını beyan etmiştir.
                    Şahsın ifadesine ek olarak sunduğu ve emniyette 5-27 arası numaralandırılmış belgeler incelendiğinde;
                    5-6-7 ile numaralandırılan belgelerin, DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI KARADENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI KDZ. EREĞLİ/ZONGULDAK başlıklı, 13 Mart 2003 tarih ve Rapor Sistemi konulu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na hitaben yazılmış, imza kısmında Karadeniz Bölge komutanı Tuğamiral Deniz KUTLUK isminin yer aldığı görülmüş, bahse konu belgelerin dosyada mevcut 16 nolu CD içerisinde yer alan Karadeniz Bölge isimli klasördeki “1.1” isimli belge ile aynı olduğu tespit edilmiştir.
                    8-9 ile numaralandırılan belgelerin, CAMİLERE İLİŞKİN ELDE EDİLEN BİLGİLER başlıklı, GİZLİ ibareli, imza kısmında İsth.İKK ve Güv.Ş.Müdürü İsmail TÜMER isminin yer aldığı görülmüş, bahse konu belgenin dosyada mevcut 16 nolu CD içerisinde yer alan Karadeniz Bölge isimli klasördeki “1.2” isimli belge ile aynı olduğu tespit edilmiştir.
                    10-11-12-13 ile numaralandırılan belgelerin, OKULLARA İLİŞKİN ELDE EDİLEN BİLGİLER başlıklı, GİZLİ ibareli, imza kısmında İsth.İKK ve Güv.Ş.Müdürü İsmail TÜMER isminin yer aldığı görülmüş, bahse konu belgelerin dosyada mevcut 16 nolu CD içerisinde yer alan Karadeniz Bölge isimli klasördeki “1.3” isimli belge ile aynı olduğu tespit edilmiştir.
                    14-15-16-17 ile numaralandırılan belgelerin, ERDEMİR’E İLİŞKİN ELDE EDİLEN BİLGİLER başlıklı, GİZLİ ve EK-C ibareli, imza kısmında İsth.İKK ve Güv.Ş.Müdürü İsmail TÜMER isminin yer aldığı görülmüş, bahse konu belgelerin dosyada mevcut 16 nolu CD içerisinde yer alan Karadeniz Bölge isimli klasördeki “1.4” isimli belge ile aynı olduğu tespit edilmiştir.
                    18-19-20-21-22 ile numaralandırılan belgelerin, BÖLGEDEKİ İRTİCAİ YAPILANMAYA İLİŞKİN ELDE EDİLEN BİLGİLER başlıklı, GİZLİ ibareli, imza kısmında İsth.İKK ve Güv.Ş.Müdürü İsmail TÜMER isminin yer aldığı görülmüş, bahse konu belgenin dosyada mevcut 16 nolu CD içerisinde yer alan Karadeniz Bölge isimli klasördeki “1.5” isimli belge ile aynı olduğu tespit edilmiştir.
                    23-24 ile numaralandırılan belgelerin, YILDIRIM KOLEJLİLER DERNEĞİ’NİN DÜZENLEDİĞİ KONFERANS HAKKINDAKİ RAPOR başlıklı, GİZLİ ibareli, imza kısmında İsth.İKK ve Güv.Ş.Müdürü İsmail TÜMER isminin yer aldığı görülmüş, bahse konu belgelerin, dosyada mevcut 16 nolu CD içerisinde yer alan Karadeniz Bölge isimli klasördeki “2. Rap Ek” isimli belge ile aynı olduğu tespit edilmiştir.
                    25 ile numaralandırılan belgenin, IVEDI ibareli 03 MAY 03 Tarihli KARADENBLGKOM’dan DENKOM’a hitaben yazılmış, üzerinde yalnız DENKOM VE ISTH.BSK VE KUZDENSAKOM KUR.BSK. ACABILIR ibaresi yer alan, Rapor Sistemi konulu belgenin dosyada mevcut 16 nolu CD içerisinde yer alan Karadeniz Bölge isimli klasördeki “Yedinci Rapor” isimli belge ile aynı olduğu tespit edilmiştir.
                    26-27 ile numaralandırılan belgenin DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI KARADENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI KD Z. EREĞLİ/ZONGULDAK başlıklı, 23 MART 2003 tarih ve Kdz. Ereğli’deki İrticai Kadrolaşma Çalışmaları Hk. Konulu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na hitaben yazılmış, imza kısmında Karadeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Deniz KUTLUK isminin yer aldığı görülmüş, bahse konu belgelerin dosyada mevcut 16 nolu CD içerisinde yer alan Karadeniz Bölge isimli klasördeki “Üçüncü Rapor” isimli belge ile aynı olduğu tespit edilmiştir.
                    Şahsın ifadesine ek olarak sunduğu 05-11 Kasım 2003 tarihli 642 sayılı Aktüel Dergisinin 36-37-38. sayfalarında Özel Haber ibaresiyle Batı Çalışma Grubu Yeniden Faaliyette başlığı ile bahse konu belgelerin haber olarak verildiği görülmüştür.
                    Yine Karadeniz Bölge Komutanlığı ile ilgili (5-27 arası numaralandırılan) bu belgelerin şahsın kaleme aldığı 2004 yılında basımı yapılan ŞUBAT UZAR BİN YIL OLUR isimli kitabın arka bölümünde de yer aldığı tespit edilmiştir.
                    Şahsın ifadesinin ilerleyen bölümlerinde; “Bu haberin yayınlanmasından kısa bir süre sonra Aktüel Dergisindeki görevime son verildi. Yaptığım haberlerden dolayı açılan davalar sebebiyle işten çıkarıldığım bana söylenen gerekçeydi. İşten çıkarılma sürecim derginin TMSF’den fiili olarak CİNER grubuna geçişinin ertesi haftasına rastlamıştı.
                    Benim kaleme aldığım bu yazılar sebebiyle hem ben baskı gördüm, hem derginin genel yayın yönetmeni Mehveş EVİN baskı gördü hem de derginin sahipleri Ciner yöneticileri baskı gördü ve tabi ki patronaj seviyesinin karşılaştığı baskı benim görevime son verilmeme sebep oldu.
                    Çetin DOĞAN imzalı 29 Kasım 2002 tarihli belge o dönem Ege Ordu Komutanlığı’nda görevli bir personel tarafından bana verilmişti. 1.ordu Komutanlığı tarafından farklı birliklere gönderilen faks metni Kuzey Deniz Saha Komutanlığındaki haber kaynaklarımdan olan bir personel tarafından bana ulaştırılmıştı. Karadeniz Bölge komutanlığı ile ilgili belgeler ise Kuzey Deniz Saha Komutanlığındaki başka bir haber kaynağım tarafından bana getirilmişti. Kısacası haber konusu yaptığım üç husus ile ilgili belgeler üç ayrı haber kaynağı vasıtasıyla elime ulaşmıştı.” Şeklinde beyanlarının olduğu görülmüştür.
                    Şahsın ifadesinde haber kaynakları tarafından kendine ulaştırıldığını söylediği belgeleri 2003 yılında habere dönüştürmüş olması ve sonrasında 2004 yılında yazdığı kitabın sonunda bu belgeleri kullanması, ayrıca bu belgelerin dosyada mevcut 16 Nolu CD içerisinde de yer alması, belgelerin hazırlandığı tarihlere yakın zamanlarda da kamuoyunda yer aldığını ortaya koyan ve CD’lerin sonradan oluşturulduğu iddialarını çürüten bir gerçektir.
                    Ayrıca 1.Ordu Komutanlığı özel kalem müdürlüğüne ait bir numaradan, farklı birimlere çekilen bir faks metni içerisinde iktidar partisinin Alman Nazi Partisi ile benzerliğinin kurulmaya çalışılması ve bu faks metninin seçimlerin ardından henüz 3 ay bile geçmemiş iken gönderilmiş olması, ayrıca şahsa ulaşan belgelerin farklı haber kaynakları tarafından getirilmiş olması da dikkat çeken hususlardandır.

                    Cevapla

                  • tuncay opçin Says:

                    Sayın Trekking, karnından konuşmaktan neyi kastettiğinizi anlamadım. Ben sadece yazdığım ve şahit olduğum konularda sorduğunuz soruları cevaplamaya çalışıyorum. Siz 2003’te ne yapıyordunuz bilmiyorum. Ben o tarihlerde muhabirdim, bir yolsuzluk olayını takip etmek üzere İzmir’e gittim. İzmir’de haber kaynaklarımla görüştüm. Hem yolsuzluk dosyasıyla ilgili bilgiler aldım, hem de yeni bir kaç olay öğrendim. Öğrendiklerimden bir tanesi yukarıda ifadede geçen metindi. Bu metin tek başına bir gazete haberi olmaya yeterdi ama dergide haber olabilmesi için başka bir takım bilgilere ihtiyaç vardı. Haber toplantısında konuyu tartıştıktan sonra Emin Çölaşan, Mustafa Balbay ve Leyla Umar’ın yazı ve söyleşileri yayınlandı. Ben de bu yorum ve söyleşilerle birlikte, Hilmi Özkök Paşa’nın biyografisini de yazarak konuyu haberleştirdim.
                    Ancak daha önce de söyledim, şimdi de söylüyorum, benim ne o zamanki yazılarımda ne de Şubat Uzar Binyıl Olur isimli kitabımda darbe ya da darbeci subaylarla ilgili bir şey yok. Bu konuyu farklı haber kaynaklarımla konuşmuş olsam da yazıya dökecek somut bir belge olmayınca yayın yapmadım. Ancak ulaştığım belgeler o tarihlerde silahlı kuvvetler içinde daha önce alışık olmadığımız tarzda bir hareketlilik olduğunu gösteriyordu. Ankara’ya gittiğimde görüştüğüm isimler bu bilgileri teyit ettiler.
                    Öğrenmek istediğiniz için anlatıyorum, yine aynı tarihlerde başka bir haber için “Kor” rütbesinde bir subayla görüştüm. Onunla uzun uzadıya bu konuları da konuştuk. O sırada görevdeydi. Ben de birliğinde ziyaret ettim. Yine aynı isimle Ergenekon Operasyonları başladığında, emekliliğinden sonra da görüştüm. İlk başta Ergenekon Operasyonu’nu çok fazla ciddiye almamıştı. Biraz konuşunca olayın tahmin ettiğinden daha farklı boyutları olduğunu düşündüğünü söyledi. Ben de savcıların Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği muvazzaf generalleri sordum. Biliyorsunuz o zamanın en önemli tartışma konusuydu. Ne yazık ki bu isim şimdi Balyoz Davası’nda tutuklu yargılanıyor. Yine daha önce telefonla görüştüğüm, bir defasında Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı’yken aradığım Özden Örnek Paşa, yine gemisinde gazeteci olarak tatbikata katıldığım, Güven Erkaya’nın yanılmıyorsam genel sekreterliğini yapan Feyyaz Öğütçü Paşa gibi isimleri de 1990’lı yıllardan tanırım. Onların beni hatırlayıp hatırlamadığını tabii ki bilemiyorum. Yine Lütfi Sancar Paşa’nın ailesini de İzmir’den tanıyorum. Tabii ki bu insanlar için sadece iyilik isterim. Bu çok anlaşılabilir ve insani bir durum. Sadece tanıdığım değil, tanimıyıp da sadece görev icabı o toplantıda bulunduğunu düşündüğüm kişiler var. Zaman zaman avukatlarıyla da görüşüyorum. Umarım suçsuzlukları kanıtlanır ve salıverilirler. Bunlar benim kendi subjektif düşüncelerim. Dolayısıyla temenniden öteye gitmiyor.
                    Bir de hem o tarihlerde olayların içinde olduğunu düşündüğüm kişiler var. Bunlar da bilgi ve duyumlara dayalı, onlar için de söyleyecek olumlu bir sözüm yok.
                    Poyrazköy Davası ile ilgili isimleri çıkan, şimdi de yargılanan iki kişi ile görüşme şansım oldu. Daha doğrusu onlar beni aradılar. Sadece bir tanesiyle 45 dakika telefonda görüştüm. Bu kişi yer, zaman ve tarih vererek o güne kadar duymadığım ve bilmediğim, ama daha sonra teyit ettirdiğimi olaylar anlattı. Bu görüşme devletin kayıtlarında vardır. Ben vermedim ama dinledikleri için mutlaka kayıt altına almışlardır diye düşünüyorum.
                    Terörle Mücadele Dairesi’nde verdiğim ifademle ilgili de ne sormak isterseniz sorun. Ben bildiğimi anlatmaktan çekinmem. Bilmiyorsam da bilmediğimi zaten söylüyorum. Yorum yaptığımda da ne kadarının yorum, ne kadarının bilgi olduğunu belirtiyorum. Gerisi size kalmış.
                    Ben olayı AKP ya da başka bir parti çerçevesinde görmüyorum. Siyaseten de büyük laflar edebilecek durumda olduğumu düşünmüyorum. Dolayısıyla kime, neye hizmet edildiğiyle ilgili büyük laflar etmek istemem.
                    Bu arada bir şeyi not edeyim. Ben belgelerin orjinallerini, – bir tanesinin arkasında el yazısı vardı – ifadeyi verdikten sonra aynı şubeye teslim ettim. Bir de Şubat Uzar Bin Yıl Olur isimli kitabımı bıraktım. Herhalde davanın eklerinde vardır.

                    Cevapla

                    • trekking Says:

                      Opçin Bey,

                      “Bu olaylar olduktan sonra şimdi yargılanan bazı isimlerle de birebir görüşme şansım oldu. Onlar çıkan belgelerden çok daha fazlasını anlattılar. ”

                      Bu cümlenizi alıntılayıp takıldığımı belirtmiştim.Karnınızdan konuşmayın derken bunu kastediyordum.

                      Zira bu blog kurulduğundan bu yana ve dava başladığından bu yana blogda, birçok yorumcu bu konular ile ilgili görüş beyan ettik.Ben hepsöylüyorum.Bu blog çok çok önemli bir işlev görmüştür.Ne basında ne medyada ne sosyal medya da bu blogda tartışıldığı kadar tartışılmadı bu konu. Sağolsunlar pek çok arkadaş çok önemli katkılar sundular.Çok şeyler öğrendik sayelerinde. Fmeraklı, demokrat,acracia,bir diğer ihtimal,ilhan kemal,olasılıksız,Can acar,Solmaz Hanım,Kemal,trssby,ata,öğretmen,bulent murtezaoğlu gibi (unuttuklarım affetsin) bir çok arkadaş çok önemli katkılar sundular.

                      Blogda duruşma tutanakları yayınlandı.Onları okuduk.Ben şu ana kadar sizin ima ettiğiniz türde “belgelerden çok daha fazlasını anlattılar” kısmına şahit olmadım.

                      366 kişi yargılanıyor. Bir tanesinden duymadım, ya biz bu işlerde yoktuk ama falan falan kişiler bu işlere kalkıştılar desin.

                      Ancak şimdi daha dikkatlice okuyunca sanıyorum sizin “Onlar çıkan belgelerden çok daha fazlasını anlattılar. ” demeniz sizin 2003 de yayınladığınız 3 haberle ilgili.Yani 5.000 sayfalık balyoz belgeleri ile ilgili değil gibi.Öyle mi?

                      ” Bir de hem o tarihlerde olayların içinde olduğunu düşündüğüm kişiler var. Bunlar da bilgi ve duyumlara dayalı, onlar için de söyleyecek olumlu bir sözüm yok.”

                      Ama şu kısım yine işi başa döndürüyor. Hangi bilgilere dayalı?Ben de diyorum, 90 kusur oturum oldu neden olayların içinde olduğunu düşündüğünüz kişiler hakkında itiraflar yada maddi deliller ortaya konamadı.

                      “onlar için de söyleyecek olumlu bir sözüm yok.” Peki onlar için olumlu sözünüz yok da, sizinde yakından tanıdığınız ve iyilik dilediğiniz insanlar da yargılanıyor bu davada. Onların da bu işin içine dahil edilmesinde kimlerin ne gibi rolu var? onlar hakkındaki görüşleriniz hakkında tek satır yok. Mayınlı sahamıdır ısrarla kaçınıyorsunuz.

                      Yani açıkca soruyorum. 366 insanı bu işlere bulaştırıp 5.000 sayfalık tamamı bilgisayarda oluşturulmuş belgelerle suçlamaya çalışan çete hakkındaki görüşünüz nedir?

                      Yokmu diyorsunuz yoksa? Merak ediyorum.Bir türlü bu konulara nedense yorum getirmiyorsunuz.

                      Zira artık bir sahte belge organizasyonun olduğu açıkca ortadadır. 1,3,5 değil binlerce maddi hata,çelişki,tutarsızlık olduğu ortadadır.Bunlara hiç bir mantıklı açıklamada getirilememektedir.

                      “Terörle Mücadele Dairesi’nde verdiğim ifademle ilgili de ne sormak isterseniz sorun. ”

                      Günah benden gitti. Terlemeye hazır olun o zman.

                    • trekking Says:

                      Birde bu konu var. Arada kalmasın diye alıntılıyorum Opçin bey’den.

                      “Sadece tanıdığım değil, tanimıyıp da sadece görev icabı o toplantıda bulunduğunu düşündüğüm kişiler var.Zaman zaman avukatlarıyla da görüşüyorum. Umarım suçsuzlukları kanıtlanır ve salıverilirler. Bunlar benim kendi subjektif düşüncelerim. Dolayısıyla temenniden öteye gitmiyor.”

                      Toplantı dediğiniz acaba Seminer mi?Eğer seminer ise o seminere katılanların hepsi sanık değil. Yani seminere görev icabı katıldıkları için sanık değiller. Eğer öyle olsaydı seminere katılanların hepsinin sanık olması gerekirdi.

                      Bizimde başından beri cevabını bulamadığımız soru bu?Neye göre seçildi bu insanlar?

                      “Pınar Doğan durduk yere benim adımı bu olaya niye karıştırdı bilmiyorum. TV8′den bir arkadaş aradı. Ben prensip olarak katılabileceğimi söyledim. Bir kaç defa görüştük. Program tarihini kesinleştirdikten sonra tekrar aradılar. Programın saatini söylediler. Yanlış hatırlamıyorsam 17-18 saatleri arasındaydı. Ben günlük bir gazetede editör olarak çalışıyorum. Günün en yoğun olduğu saatler. Sayfayı hazırladıktan sonra bir başka editör arkadaşım onaya götürebilir mi diye izin istedim. Çalıştığım kurum izin vermeyince de programa katılmamın sadece bu nedenden dolayı mümkün olamayacağını TV8′den arayan gazeteci arkadaşa belirttim. Yoksa ne Pınar Doğan’dan, ne de başka bir kimseyle bu konuyu tartışmaktan çekinecek durumum yok.”

                      iyiki katılmamışsınız o programa. Daha bu konunun en temel direği seminer konusundan tam haberiniz yok. madara olmayamı çıkacaktınız Pınar hanımın karşısına.

                      Çevirin kazın yanmasın bakalım Opçin bey.

                    • Tuncay Opçin Says:

                      Günlük koşuşturma içinde arada fırsat buldukça yazıyorum. O yüzden bazı konuları atlamış olabilirim. Görev icabı dediğim mesele şu; Darbe, muhtıra vb. konularla ilgili çalışmalar çok dar bir kadro tarafından hazırlanır. Dolayısıyla karargâhta olsanız bile, hatta çalışmanın bir tarafından yer alsanız bile bütün resmi göremediğiniz için ne olduğunu anlayamazsınız. Mesela sizden bir ilçedeki derneklerin adresleri, faaliyetleri vb. şeyler rapor olarak istenir. Sizde hazırlarsınız ama bunun neden yapıldığını bilmeyebilirsiniz. Bu tür durumda olan subaylar varsa ben bu kişiler için söyledim. Yoksa seminere katılımcılarıyla ilgili konuşmadım.
                      Program davetini kabul etmemdeki sebepte bildiklerimi, gördüklerimi ilk elden anlatmaktı. Yoksa kör dövüşü içinde bir tartışmayı sürdürmenin mantığı yok. Ya da birilerini madara edeyim, madara olayım gibi bir sıkıntım yok.
                      Belge organizasyonu ile ilgili de kanaatimi söyleyeyim, Balyoz’la ilgili belgeler yayınlanmadan önce de biliyorsunuz Taraf’ta pek çok askeri belge haberleştirildi. Bu konuyu o zaman görüştüğüm askerlerle de tartıştım. Bana göre böyle bir organizasyonun olması mümkün değil. Bu tarz bir çalışma mutlaka istihbaratın ağına takılır. Türkiye’nin her yerinden, her birlikten bilgi, belge yayınlandı. Bunu bir grubun işi olarak görmek mümkün değil. O yüzden başlangıçta bu tezi savunan Genelkurmay Başkanlığı, daha sonra işi “bilgisayardan bilgisayara aktarılırken bir dış ülkenin üstün teknolojisiyle çalındığı” noktasına getirdi. En azından Genelkurmay adına gazetecileri bilgilendiren subaylar böyle söylüyorlardı. Bu konu dediğim şekliyle bir kaç köşe yazısına da konu oldu.
                      Ben Balyoz Davası’na konu olan belgelerin üst düzey bir komutan tarafından sızdırıldığını düşünüyorum. Bu kadar kapsamlı belgeyi sızdırmaya başkası cesaret edemez. Bunu Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin de yazmıştı hatırlarsanız.

                    • trekking Says:

                      Opçin Bey,

                      İddianame sizin görev icabı dediğiniz tanımı kabul etmiyor.

                      Ne diyor iddianame?

                      “Soruşturma konusu BALYOZ GÜVENLİK HAREKAT PLANI ve ORAJ HAVA HAREKAT PLANI içeriğindeki açıklamalardan, soruşturma konusu yapılan Hükümete karşı eylemlerin şüphelilerin görevli oldukları askeri birliklerin tüm personeli tarafından değil, özel olarak seçilmiş, görevlendirilmiş personelinin katılımıyla planlandığı, gerçekleştirilmesi planlanan harekatın icra safhası ve sonraki aşamalarında kilit görevlere seçilmiş bu personelin getirileceği, bu personelin aynı zamanda görevlendirme konusunda yetkili olduğu, şüpheliler arasındaki bu yönde önceden anlaşma emir komuta zinciri, iş bölümü ve görev bölümü bulunduğu hususlarında yeterli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu anlaşılmıştır.”

                      Yani iddianameye göre Karargahta olsanız bile anlayamazsınız durumu sözkonusu değil. Önceden anlaşma,emir komuta zinciri,iş bölümü ve görev bölümü var diyor iddianame.

                      Yeterli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular bulunuyor diyor iddianame.

                      Hani Nerede? neden mahkeme safhasında bu olgular somut hiç bir şüpheye yer verilmeyecek şekilde kanıtlanmadı.

                      Sadece fişleme için liste hazırlamak la falan suçlanmıyor insanlar. Sen bilerek isteyerek bu görevi kabul ettin bak yararlanılacak personel listesinde adın var diyorlar.

                      Hani kanıtı? yok?

                      Yazdıklarınızdan anlaşıldığı üzere sahte belge organizasyonuna inanmıyorsunuz.Bu belgeler sizce gerçek. Ve üst düzey bir komutan tarafından sızdırıldı diyorsunuz.

                      Mahkeme safhası neden yapılır Allahaşkına.Gerçeklerin ortaya çıkması için değil mi? Peki böyle bir üst düzey komutan belgeleri sızdıran komutan neden Mahkeme safhasında ortaya çıkmaz?neden?

                      Bu Komutan tek başına mı bu belgeleri toplamıştır? Sizinde dediğiniz gibi sadece 1.Ordu dan değil başka birliklerden de belgeler çıktı. örn.Hava Kuvvetlerinden.Peki bu komutanın eli nasıl uzandı bu belgelere. Bu bir organizasyon işi değilmidir?

                      Bunu kabul edecek olsak bu kez başka sorular gündeme gelecek.

                      Bu belgeler bilgisayarlardan çalınmış olsalar dahi,silinmiş olsalar dahi mutlaka kalıntıları olurdu. izleri olurdu. Hakan Erdoğan’ın raporu var bu konuda.Mahkeme de kaybolan.

                      Belgelerin izine 1.Ordu Bilgisayarlarında ve server’larında rastlanmadığına dair.Ne yapacağız bu raporu yok mu sayacağız. Aksini de kimse kanıtlayamadı şu ana kadar.

                      Bu belgeler 2003 de tek oturumda hazırlanıyor ve Komutana veriliyor güya. İddianamenin ve basındaki kalemşörlerin savı buydu. Ancak 2003 de olmayan bilgilere raslanınca bu CD’lerin içeriğinin 2003 yılında hazırlanmış olamıyacağı ortaya çıktı. Gölcük te bulunan belgelerle güncelleme masalını ortaya attılar. Bu da açıklamaya yetmedi durumu. Zira güncelleme yapılsa neden hala örn.Emekli olan Çetin Doğan’ın adı komutan olarak yazılı kalsın belgelerde.Neden ısrarla 2007,2008,2009 da güncellenmiş belgeler 2003 de kaydedilsin bilgisayar tarihi değiştirilerek?

                      Ve en çarpıcısı şu yazdıklarınız içinde? Bence Balyoz dan daha büyük rezalet.

                      “Genelkurmay Başkanlığı, daha sonra işi “bilgisayardan bilgisayara aktarılırken bir dış ülkenin üstün teknolojisiyle çalındığı” noktasına getirdi. En azından Genelkurmay adına gazetecileri bilgilendiren subaylar böyle söylüyorlardı.”

                      Böyle bir şey kabul edilebilecek bir şey değildir.Esas Savcılar bence Balyozu darbe hazırlığını falan bırakıp bu olayı soruşturmalıydı.Çünkü bu Ulusal Güvenliğimiz ile ilgili. Ve içeriden yardım almadan böyle bir şey gerçekleştirilemez.

                      istihbarata takılırdı demişsiniz. ya istihbarat ta oyunun parçası ise.

                      Türkiye de Gladyo kimin eseridir? Kim desteklemiştir?Türkiye yi dönüştürmeye çalışan, ortadoğu daki kendi planlarına ve çıkarlarına uygun bir yapıyı iktidara taşıyan güç için zormudur istihbaratı kontrol etmek.

                      Bugünkü İkitidar iki cephelidir. RTE ve Fettullah Gülen.Bu iki odak iktidarı paylaştılar. Bir yere kadar. odaklardan biri kendi alanına daha fazla tecavüz edilmesine dayanamadı ve baltalar çekildi.Yakın zamanda oldu bunlar.Mit krizi,izin istenmesi ve ÖYM’lerin kaldırılmasına kadar uzandı.Ama ilk başta odaklar böyle bir temizlik ve dönüşümden hoşnuttular.Kendi işlerine de öyle geliyordu.

                      Bu sahte belge organizasyonu 100.yıl Van Üniversite si ile başladı.Ergenekon,Balyoz,Askeri Casusluk,poyrazköy,kafes,ıslak İmza ile yürüdü gitti.

                      Züccaciye dükkanındaki fili bir türlü görememek. Evet işin bu yönü de olabilir diyememek:

                      Ne denilebilir bu duruma acaba?

              • trssby Says:

                sevgili trekking,

                Opçin, dikkat eder isen, sorduğum sorunun yanıtı yani nerde yayınladığını – Aktüelde yayınladığını_ açıklamamıştır. Oysa, soru açık ve seçik idi. Niye aktüelden bahsetmiyor? Sadece yayınlamış olduğu kitabı referans veriyor. Dikkatinizi çekerim, sorulan soruyu 2012 yılında yayınlamış olduğum kitapta, 2003 yılında bu belgeleri yazdım şeklinde yanıtlıyor. İyide ben 2003 yılında yayınladığını nasıl tahkik edeceğim?

                Alegorilerin arkasına saklanarak insanları suçlamak basittir. Belgelere dayalı olarak suçlamak daha da basit olmasına ragmen her şeyi bir sır perdesinin arkasından ima ederek alegorileri tercih etmek niye?

                Suçlayan kişinin en azından bugunlerde bir blogu olması gerektir. Kendi blogunda yayınlamış olduğu iddia ettigi belgeleri, herkes ile paylaşması gerekir idi. Ben google de böyle bir bloga rastlayamadım.

                Cevapla

              • BattleField3 Says:

                Bir gazetecinin benim bildiğim kaynağını gizli tutma hakkı vardır, açıklamak zorunda değildir…

                Cevapla

                • Tuncay Opçin Says:

                  Sayın trssby, ben sorduğunuz ve soracağınız bütün sorulara olabildiğince açık cevaplar vermeye hazırım. Ama yukarıda Aktüel’de yazdığımı söylüyorum. Siz yazının hemen altına Aktüel’de yayınladığımı söylemedim diye yazmışsınız. Ben Aktüel’de yazdığımı açık ve net olarak söyledim. Aktüel’de bu haberlerin hangi başlıklarla yayınlandığını da verdim. Aktüel dergisinin internet sitesindeki arşivine girdiğiniz taktirde bulabilirsiniz. Ancak yazıların tamamını siteye koyup koymadıklarını tetkik etmedim.
                  Yayınladığım belgelerle ilgili yayınladığım dönemde hiçbir dava açılmadı, tekzip edilmedi. Bilakis her üç belge de sonradan doğrulandı. Ayrıca bilebildiğim kadarıyla Balyoz Davası’nın sanık avukatları benim yayınladığım üç belgenin doğruluğuna itiraz etmiyor. Bu konuyla ilgili bir yanlışım varsa Pınar Doğan’dan açıklamasını isterim. Belgelerin gerçekliğiyle ilgili hiçbir tereddüt yok. Olsaydı 2003’te Genelkurmay Başkanlığı dava açar, Balyoz Davası’nın avukatları itiraz ederdi ki böyle bir itiraz yok.
                  Sanıkların doğru kabul ettiği belgelerin gerçekliğini tartışmanın kime ne faydası var. Karadeniz Ereğli’de yapılan fişlemenin bütün kayıtlarını yayınladım. Naziler Gibi Geliyorlar yazısının belgesini dergide yayınladık. Özkök’e Gazeteciden Muhtıra yazısına konu olan belge de yayınlandı. Daha ne yapabilirim işin doğrusu bilmiyorum. Dediğim gibi sanıkları ve avukatların benim yayınladığım belgelere itirazı yok.
                  Blog açma meselesine gelince, ben bilgisayarı ancak daktilo niyetine kullanıyorum. Bunun dışında email adresim var, haberleşmede kullandığım. Uzun uzadıya bilgisayarda blog açıp, uğraşacak vaktim yok.
                  Siz kitap olarak 2012’de yayınlanan Pirus’u referans verdiğimi yazmışsınız. Ben referans olarak 2004’te yayınlanan “Şubat Uzar Bin Yıl Olur” kitabımı göstermiştim. Burada bir yanlış anlama söz konusu. Kitap Selis Yayınları’ndan 2004 yılında çıktı. Kitapçılarda bulabilirsiniz diye umut ediyorum. Orada her üç yazının belgeleri de var.
                  Ortada bir sır perdesi, alegori falan yok. Ben elime geçen üç belgeyi farklı aralıklarla Aktüel dergisinde 2003 yılında yayınladım. 2004’te basılan Şubat Uzar Bin Yıl Olur kitabında da bu belgeler yayınlandı. Belgelerin muhatapları bu belgelerin gerçekliğine itiraz etmiyor. Bu bilgiler son derece açık ve net. Yine de kafanıza takılan bir konu olursa cevaplarım.

                  Cevapla

                  • Olasılıksız Says:

                    Sanıyorum ben de biraz embesillik var!

                    Belge diye bahsedilen şeylerden bir tanesi bir şahsın bir diğerine verdiği bir yazı, bir diğeri Çetin Doğan tarafından yazıldığı söylenen laiklikle ilgili bir yazı, bir diğer Selimiye’den çekilmiş bir faks!

                    Şimdi bu yazılar nasıl oldu da Darbe belgesi haline geldi ben anlamadım? Biri bana açıklayabilir mi?

                    Yazarların kıldan tüyden duyumlarla komplo teorileri üretmelerini, bunları makale veya kitap haline getirmelerini falan anlayışla karşılarım. Sonuçta bir çeşit “fiction” yani.. Ama biz insanların yargılanmasından, yani “darbe hazırlığından” bahsetmiyor muyuz?

                    Ben 1 tane gerçek darbe gördüm. Onda Genel Kurmay yönetime el koydu… sokaklarda eli silahlı askerler falan gezdi… Gerçi o zamanlar faks icat olmamıştı ama sağa sola imalı telgraflar çekildiğini de hiç duymadım.

                    Şimdi 350 küsür subay ve bir sivil genel müdür gazetecilerin falan oradan buradan duyduğu söylentiler ve sağa sola verilmiş bir kaç internet spamı benzeri yazı delil yapılarak yargılanıyorsa vay bu ülkenin haline….

                    Sayın Opçin,

                    Yukarıda alıntı yaptığım bir yazı da sizin hakkınızda da çeşitli iddialar var. Doğrudur, yalandır… Şimdi savcılık sizin hakkınızda dava açıp o yazıyı da delil yapsa ne hissederdiniz merak ediyorum.

                    Ha, unutmadan; sizden farklı olarak benim o davada tanıdığım tek bir kişi dahi yok. Sadece vatandaş olarak takip ediyorum.

                    Cevapla

                    • Solmaz Türk Says:

                      Sayın Olasılıksız,
                      Ben de yukarıdaki tüm yazılanları okuduktan sonra tam da aynı şeyi yazmak üzereydim,darbe bunun neresinde ,üç adet yazışmadan darbe çıkarmak için özel görevli gazeteci olmak gerekiyor herhalde ?

                    • canislupus Says:

                      Devir değişti, eskisi gibi silahlı darbe yapılmıyor, sadece gerekirse silah kullanırız tehdidiyle yapılıyor, bakınız 28 Şubat, darbe yapmak için mutlaka silah kullanmak gerekmez, 28 Şubat darbe değildi dersen o ayrı tabii…Onu da tartışırız…

                    • Solmaz Türk Says:

                      Sayın Olasılıksız ve sayın Trekking;
                      Adam ordudan atılmış ama korlarla birliğinde konuşuyor,emekli olduktan sonra da konuşuyor,Deniz Kuvvetleri komutanı Özden Örnek’i arıyor ve konuşuyor garip değil mi bu anlattıkları.Hangi üst düzey bir subay ordudan atıldığı söylenen biriyle muhatap olur ?

                    • Olasılıksız Says:

                      Sayın canislupus,
                      28 şubat “darbe değil” diye fikrimi daha önce belritmiştim ve bu konu da 1-2 ay önce tartışılmıştı zaten.

                      Yönetime müdahale ile darbe birbirinden farklı şeyler… ABD yıllardır pek çok ülkenin yönetimine karışıyor. ABD darbe yaptı mı diyorsunuz?

                    • Olasılıksız Says:

                      Sayın Solmaz,

                      Zaten ben de bu mantık yürütme şeklini anlayamadığım için embesil olduğuma karar verdim. Yazılanların, söylenenlerin biraz duyum üstüne ortaya karışık Mahir Kaynak baharatı havası var… başka da bir şey yok.

                      Gerçek şu ki; tüm bu davalar tamamen kanaatler üzerinden gidiyor… deliller üzerinden değil.

                    • trekking Says:

                      Sayın Solmaz hanım,

                      Kaç gündür yazmak istiyordum.Bir türlü elim gitmedi.

                      “Adam ordudan atılmış ama korlarla birliğinde konuşuyor,emekli olduktan sonra da konuşuyor,Deniz Kuvvetleri komutanı Özden Örnek’i arıyor ve konuşuyor garip değil mi bu anlattıkları.Hangi üst düzey bir subay ordudan atıldığı söylenen biriyle muhatap olur ? “ diye sormuşsunuz.

                      Maalesef, keşke doğrusunuz diyebilseydim. Bir kaçtane örnek verip nedenini açıklayacağım.

                      Sorumlu Makamlarda oturanların ağzının bu kadar yalama olmasını aklım almıyor. Herhangi bir rahatsızlık duyulduğunda veya bir Hukuksuzluk hissedildiğinde neden yargıya gitmez insanlar da, Gazetecilere anlatırlar.

                      Tuncay Opçin örneğinde mesela, Belgelerden çok daha fazlasını anlattılar diyor. Peki neden bunlar mahkeme safhasında anlatılmaz da Gazeteciye anlatılır.

                      Tuncay Opçin’in Baransu ile birlikte yazdığı Pirus(Hangisi ne kadar katkıda bulundu bilemem) adlı bir kitap var. Bu kitapda geçen bir bölümü Blogda alıntılamış idim.

                      Benim için inanılmaz bir Hikaye dir o. Cengiz çandar, Dink cinayetinden sonra tehdit edildiğini dönemin içişleri Bakanı Beşir Atalay’a söylüyor. Oda kendisini bir emniyet Müdürü’ne yönlendiriyor. Çandar’ın isteği kendisine koruma verilmesi. AncakEmniyet Müdürü bir gazeteciye dedikodu muhabiri gibi bir olay anlatıyor. Dönemin Genel kurmay Başkanı Hilmi Özkök’e Aytaç Yalman ve Şener Eyuygur tarafından suikast planlandığını ve CİA ‘nin kendilerine haber verdiğinin ve önlendiğini söylüyor çandar’a. Hatta o dönemde Komutanların olduğu masada “Söyleyin o p…. nklere yapmak istediklerinden haberdarız,ayaklarını denk alsınlar” diye posta koyuyor.

                      Böyle bir konu dedikodu tarzında Gazeteciye anlatılırmı?madem CİA haber vermiş, yani resmi. Neden yargıya intikal ettirilmedi?Ne beklendi?

                      Güya bize 2003 deki darbeyi Hilmi özkök ve Aytaç Yalman önledi diyorlardı. Meğerse Aytaç Yalman, Özkök’e suikast planlıyormuş.

                      3 tane isimden bahsedeceğim. Bu sureçte öne çıkan.

                      Tuncay Güney, Sami demirkıran,Yalçın tanfer

                      Bu 3 de askerler ile içli dışlı,hatta aile fotoğraflarında yer alacak kadar. Herbirinin hikayesi inanılmaz.O yüzden ordudan atılmış biri ile ne işi olur Kor’ların sözünüze katılamıyorum.

                      Örn. Yalçın Tanfer, Genelkurmay Başkanı Özkök’ün adamı diye tanıtılıyor. Hem de o ara Foça da görev yapan Tuğgeneral İsmail Evci tarafından. Erdal Sarızeybek’e söylüyor bunu Evci. Erdal sarızeybek te şanlıurfa ili jandarma Komutanı o ara.

                      Tanfer, daha sonra Şanlıurfa İl Jandarma Komutanlığı Sosyal Tesisleri’ne yerleşiyor.. Komutanların ağırlandığı, ‘Şeref Salonu’nda yemek yiyor, kendisine protokol garsonu hizmet ediyor. Askerliğini bile yapmamış olan Tanfer’e ‘Komutanım’ diye hitap ediliyordu. Belindeki silahı Doğan Güreş’in verdiğini söyleyip, Sarızeybek’in tayinini de kendisinin çıkardığı masallarını anlatıyordu. Gizemli çantası ve sahte kimlikleri de hep yanındaydı.

                      10 gün sonra adamın hal hareketlerinden şüpheleniyor Sarızeybek. En büyük komutanının adamını en büyük komutana sormaya kadar gidiyor iş. Direkt kendisine sormuyor tabi yaverine söylüyorlar. Oda komutanım bir resepsiyona katılacak orada uygun olursa sorarım diyor.

                      Erdal Sarızeybek’e göre bütün komploların tezgahların arkasında Yalçın Tanfer var. Tuncay Güney’in Ergenekon surecinde oynadığı rol malum. Hala o dava da sanık mıdır, tanık mıdır belli değil. Nostradomus gibi bir adam Güney. Her olayın içinde. Her karar alınırken o da odada.Onun yanında konuşuluyor herşey. Detay veriyor, ayrıntılar anlatıyor çünkü. Anlattıkları yalan olamayacak kadar detaylı çünki. Öyle demiyormu Yasemin Çongar balyoz belgelerine “Sahte olamayacak kadar  detaylı”.

  7. canislupus Says:

    Evet ben öyle diyorum, Amerika CIA ile istedigi ulkede yönetimi de degistiriyor, başka yonetim de getiriyor, bunu da illa ki silah kullanarak yapmıyor, bir sürü teknigi, taktigi var bu işlerin, komplo kurarsın, gene degistirisin yonetimi, bunu kaç kere yaptı, ben darbe diyorum, sen başka birşey diyebilirsin. Önemli olan neyin, ne amaçla yapıldığı değil mi? İsminin Ahmet, Mehmet olması ne fark eder…28 Şubat’a post modern darbe diyen biri vardı bir zamanlar, niye öyle dedi acaba?

    Cevapla

  8. Solmaz Türk Says:

    Tuncay Opçin yukarıdaki bir yazısında” Balyoz davasına konu olan belgelerin üst düzey bir subay tarafından sızdırıldığını düşünüyorum ”demiş.Gazi üsteğmen,şu anda Ergenekon davasında sanık avukat Serdar Öztürk’ün Akp ve Fetullah Gülen’i kurtarma planı isimli kitabında Genelkurmay’ın bilgisayarlarından hangi bakım şirketinin hangi bilgisayardan hangi belgeleri çektiğinin tespit edildiğini yazmış.İnsanların kafasını sanki içeriden üst düzey subaylar arkadaşlarını ihbar etti ,ortada gerçekten bir darbe planı vardı bu subaylar sayesinde ifşa edildi hatta bu subayların şu anda tutukluların içinde olduğu havası yaratılmaya çalışılıyor ama şimdiye kadar bir tek subay bile çıkıp duruşmalarda bunu teyit edecek,arkadaşlarını suçlayacak tek bir laf etmiyor.Bu arada darbe belgelerini hazırladığı söylenen bir subay o sırada TRT de canlı yayında, gemide olduğunu ispatlıyor,darbe yapacağı söylenen subayın 1998 de ölmüş olduğu tespit ediliyor ama kimin umrunda?Serdar Öztürk sahte belgecilerin ipliğini pazara çıkarttığı ve gizli tanıkları sorduğu sorularla madara ettiği için mahkeme sonuçlanıncaya kadar duruşmalardan men edildi.Savunmalarından dolayı sanıklara onlarca yıl hapis cezası veren,duruşmalardan men eden bu mahkemelerden adil bir karar vermelerini beklemek ne kadar gerçekçi olabilir?Özel görevli gazetecilerle beraber kotarılan Türk subaylarına kurulan tezgahlar bir bir ortaya çıkıyor,davalar tel tel dökülüyor bu işlerin içinden bakalım nasıl çıkacaklar?

    Cevapla

  9. Solmaz Türk Says:

    Sayın trekking,
    Elimden geldiğince davaları takip etmeye çalışıyorum,bende bu davalar tipik bir Brezilya dizisi havası vermeye başladı.Dinlenilen tanıkların ifadelerini de görünce aynı hissi duymaya başladım.Kurgu resmen dediy ki,demiş ki üzerine inşa edilmiş.Ortada kanıt yok ama sürekli duyumlar var.Hatta dün dinlenilen prof.unvanlı bir şahıs resmen internette okudukları ve duyduğu şeyler üzerinden şahitlik yapmaya kalkmış.Söylediği şeyler tamamen dedikoduya dayalı şeyler,o dedi ki,şu şöyle söylemişti,internette okudum gibi.Dedikodu ve duyumlar üzerinden darbe ve örgüt inşa etmeye uğraşıyorlar ve profesör unvanlı kişi de utanmadan geçmişin intikamını alacağım diye kendini rezil ediyor.Bu arada suçlanan kişilerin de bu şahitlere soru sorması engellenmiş durumda.Kendilerini daha fazla rezil etmeleri istenmiyor galiba.Bu arada ben hakkında dedikodu yapılan şahısların hukuki yollara başvurup vurmayacaklarını merak ediyorum,örneğin dünkü duruşmadan birinde İ.Hakkı Karadayı’yı suçlayan bir ifade vardı bu prof.unvanlı kişi tarafından.”…. ….. isimli kişi Karadayı hakkında şunu dedi ”diye.Yani tamamen dedikodu ve duyumlara dayalı bir ifade.Zaten her nedense tanık-gizli tanık denilen kişilerin elinde suçlamalara dayanak yaptıkları belge filan yok,at iftirayı,hedefteki kişinin ismini kayda geçir yeter.

    Cevapla

trekking için bir cevap yazın Cevabı iptal et