Balyoz’a benzer diğer davaların da sahte kanıtlar üzerinden yürütülüyor olabileceğine dair tasalarımızı bu blogda daha evel dile getirmiştik. Özellikle Kafes davası ile ilgili bazı somut bulguları paylaşmıştık.
Kafes davasında yeni bir gelişme şüphelerimizi doğruluyor.
Hatırlatalım, azınlıklara karşı faaliyetler iceren Kafes Eylem Planı ve eklerinin Levent Bektaş’ın ofisinde bulunan bir DVD içersinden çıktığı iddia edilmişti. Emniyet tarafından el konulan bu DVD’nin imajları ve hash değerleri Bektaş’ın avukatlarına en baştan verilmediğinden, bu belgelerin sonradan eklenmediğine emin olmak mümkün değildi. Bu eklemenin DVD ele geçtikten sonra yapıldığına dair kuvvetli işaretler de vardı.
Bektaş’ın avukatları, Kafes Planının eklerinde bulunan ve Levent Bektaş’a ait gibi görünen imzaların sahte olup, olmadığını araştırmak üzere İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nden Yard. Doç. Dr. Jale Bafra’nin bilirkişiliğine başvurdular. Bafra’nın imza incelemesi çarpıcı sonuçlar içeriyor.
Bafra, ilk olarak Kafes Eylem Planı’nın ekleri olan “EK-1 GÖREV BÖLÜMÜ” ve “EK-B PSİKOLOJİK HAREKAT KAPMANYA KONTROL FORMU” altında yer alan imzaların karşılaştırmalı incelemesini yapıyor. Inceleme sonunda Bafra şu sonuca varıyor:
“İnceleme konusu imzaların bu kısımların dışında kalan orta bölümü ise tam olarak aynıdır. Kural olarak bir kişinin iki imzasının üst üste çakışması mümkün değildir. Çünkü hiç kimse bir çizgiyi dahi iki defa aynı şekilde atamaz. Bu nedenle de üst üste çakışan imzalar kopya ya da nakil imzalardır. İncelemeye konu imzalar aralarındaki tam ve kesin benzerliğe rağmen üst üste çakışmamaktadır. Çünkü imzanın gövdesini oluşturan harflerin ölçüsünde ve eğiminde değişiklik yapılmıştır. Bunun için, imzayı oluşturan harfler tek tek ya da gruplar halinde ayrıldıktan sonra bilgisayarda eğim ve ölçüleriyle (en/boy, boyut) oynanarak değiştirilmiş ve sonra da eski yerlerine oturtulmuştur. Bu nedenle imzalar arasında çıplak gözle bile görülebilen tam ve kesin şekilsel benzerliğe rağmen bu iki imzanın üst üste oturması mümkün değildir.
Bu bulgular imzaların en /boy ölçüleri ve eğimi değiştirilmek suretiyle birinin diğerinden türetilmiş olduğunu göstermektedir.”
Bafra, aynı konuda İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanmış olan İmza Ekspertiz Raporu’nun değerlendirmesini de yapıyor. Emniyet’in incelemesine göre imzaların doğruluğu/sahteliği konusunda bir sonuca varmak mümkün değil. Bafra’nın tespitleri ise şöyle:
“Sonuca varılamamasına neden olarak Levent Bektaş’ın mukayeseye esas imzalarının yetersiz olması gösterilmiştir. İnceleme 22 adet imza ve 1 adet yazı örneği içeren belge üzerinden yapılmıştır. Bu sayı sağlıklı bir inceleme yapılabilmesi için son derece yeterlidir. (…)
İncelemeye konu olan Levent Bektaş adına atılmış iki adet imzanın orta bölümleri arasında açıkça görülebilen tam bir benzerlik bulunmaktadır. Kriminal Laboratuvar Ekspertiz raporunda bu benzerlikten hiç bahsedilmemiş olması büyük bir eksikliktir. İnceleme konusu belgenin fotokopi ya da bilgisayar çıktısı olmasından da hareketle imzalar arasındaki bu benzerliğin bilimsel olarak değerlendirilmesi gerekirdi. Bu çeşit benzerliklerin nakil imza göstergesi olduğu esastır.”
Jale Bafra’nın raporu şu tespitle kapanıyor:
“"KAFES OPERASYONU EYLEM PLANI" isimli belgenin ekindeki EK-A GÖREV BÖLÜMÜ başlıklı belgenin ikinci sayfasında yer alan (E)Dz.Bnb. Levent Bektaş ismi altındaki imza ile EK-B PSİKOLOJİK HAREKAT KAMPANYA KONTROL FORMU başlıklı belgenin son sayfasındaki (E)Dz.Bnb. Levent Bektaş ismi altındaki imzanın birinin diğerinden bilgisayar ortamında uygun programlar kullanılarak türetilmiş sahte imza olduğu … kanaatına varılmıştır.”
Bafra’nın raporunun tümüne buradan ulaşabilirsiniz.
Bu rapor Balyoz’dakine benzer bir belge sahtekarlığının diğer davalarda da yapılmış olabileceğini göstermesi açısından bizce çok önemli. Aynı zamanda, Balyoz’un 11 ve 17 no.lu CD’lerinin üzerinde bulunan yazıların da Bafra’nın söz ettiği teknoloji kullanılarak, Tanyeri’nin not defterlerinden bazı harflerin bilgisayar ortamında kopya edilerek CD’ler üzerine monte edilmiş olabileceği olasılığını kuvvetlendiriyor. (Bu da CD’lerin fotoğraflarının niye sanıklara verilmediğine ışık tutuyor: Bafra’ninki gibi bir inceleme ile üzerlerindeki yazıların sahte olduğunu ortaya çıkarmak mümkün olabilecek, o yüzden.)
Kafes Planı sanığı Levent Bektaş aynı davanın diğer sanıkları ile birlikte 21 aydır tutuklu.
13 Ocak 2011 12:36
SN.Pınar ve Dani Rodrik,ortaya çıkarmış olduğunuz sahtekarlıkları okuyunca dehşete kapılıyorum.Bütün bunlar kabus gibi.Sahte deliller,sahte belgeler yaratılarak TSK ne ve onun mensuplarına yapılan büyük bir saldırı var.TSK lerinin gözden düşürülerek ,terfileri engellenerek,sesi kısılarak ileride bir rejim değişikliğine gidilecek olmasına dair kuvvetli şüphelerim oluşmaya başladı.
14 Ocak 2011 00:41
Hay rejim degisikligi kadar kafana tas dussun 🙂 Sizin beyinleriniz harbiden ayni tornadan cikmis gibi calisiyor, artik nasil beceripte tornalayabildiler se! Pinar Hanimda sizin yorumlariniza guluyordur ama ne yapsin destekci lazim 🙂
02 Eylül 2011 14:04
Rejim değişikliği oldu tornaya gerek yok aslında,
12 eylul darbesini TSK Yunanlı’nın nato’ya girmesine karşı çıkıyor diye yapmıştı. Uzun süre amerikancılık devam etti…
Taa ki 1 mart tezkeresine kadar. Bir baktılar amerikancı zannedilen ordu, oraya buraya saldırmak için salyasını akıtan “1 koyup 3 alma meraklısı” RTE’ye karşı duruyor…
E şimdi sırada libya var, suriye var, iran var, amerikanın işi bu ordu ile rast gitmez hemen değişmesi gerek…şimdi amerikancı olma piyon olma sırası RTE’de zaten dememişmiydi zapsu bizi süpürmeyin kullanın diye… hay ağzına sağlık…
13 Ocak 2011 13:19
Balyoz’da CD’lerdeki sahtecilikler ortaya cikti, Kafes’te adamin isyerinde bulunan DVD’den once hicbir sey cikmiyor sonra polis 1 ay sonra bir sey buldum diyor, yine Kafes’te imza sahteciligine iliskin raporlar var.
Cok fazla mide bulandirici sey yok mu bu davalarda sizce de?
Delillerin savunmaya verilmemesinin sebebi yoksa yeni tutarsizliklarin ortaya cikmasi ihtimali mi?
13 Ocak 2011 13:43
Pinar Hanim ve Dani Bey’i yine yogun gunler bekliyor anlasilan. Gazetelerin aktardigina gore Golcuk Donanma Komutanligi istihbarat mudurlugu’nun zemininin altinda yapilan aramada cikan belgelerde Balyoz davasindaki delilleri teyit eden ve yeni deliller ortaya koyan belgelerin mahkemeye intikal ettigi aciklanmis. Ozellikle 11 nolu CD’nin bir benzerinin Golcuk kazisinda da bulunmus olmasi onemli, bekleyip gormek lazim!
Haberde su ifadeler yer aliyor:
“Yazıda, dosyadaki deliller Donanma Komutanlığında elde edilen verilerle karşılaştırıldığında ”Balyoz harekat planı” ”sakal” ve ”çarşaf” eylem planları, ”Oraj-suga harekat planları” dahil olmak üzere ”Balyoz harekat planı” kapsamındaki en önemli ve en kapsamlı çalışmaları içeren ”2002-2003 ve ÇALIŞMALAR-A” isimli dosyaların ”Balyoz” dosyasındaki 11 no’lu CD’de olduğu gibi TDK marka 1 no’lu CD’de yer aldığı belirtildi.
Yeni delil niteliği taşıyan söz konusu belgeler tasnif edildiğinde ”Balyoz harekat planı”nın ”Oraj hava harekat planı” ”Suga harekat planı”, ”Sakal ve çarşaf eylem planları”nı, jandarma unsurlarının istihbarat faaliyetlerini doğrudan ilgilendirdiğinin ve mevcut bilgileri teyit ettiğinin tespit edildiği kaydedildi.
Yazının ekler bölümünde birer klasör ve birer CD’de ”Balyoz harekat planı” ve ”Oraj hava harekat planı” ile ilgili tespitler yer alırken 2 klasör ve 1 CD’de de ”Suga harekat planı” ile ilgili tespitlere değinildi.
Yazıda, ”sakal” ve ”çarşaf” planlarıyla ilgili tespitler ise 1 klasör, 1 CD’de yer alırken jandarmanın istihbarat faaliyetleriyle ilgili yapılan tespitlerin 2 klasör ve bir CD’de bulunduğu, davanın sanıkları hakkındaki tespitlerin ise 36 klasör ve 195 CD’de yer aldığı kaydedildi.”
13 Ocak 2011 15:05
fmeraklı rumuzuyla yazan kişi,
Siz yukarıda yazmış olduğunuz şeyleri saman ,taraf gibi kağıt parçalarından alıntılamış olmalısınız.Daha çuvalın içinde neler olduğunu kimse bilmeden bu bilinen yayın organları nereden öğrenip hemen aynı gün içeriklerini deşifre ettiler.Siz bu blogu takip eden insanları aptal mı zannediyorsunuz?Sahtekarlıklar belgelenince ortaya yeni sahte belgeler sürülüyor ki dava içinden çıkılmaz hale gelsin.Dezenfermasyon kokan yazılarını alıp kendi mensubu bulunduğunuz yayın organlarına gidin.Size buradan ekmek çıkmaz.
14 Ocak 2011 00:44
yahu ne kadar vurdum duymazsin. O belgeleri komutanin odasindaki fayanslarin altina fmerakli mi gomdu? TAbi saka bir yana burda daha acinasi gercekci bir durum var. Neden bu belgeleri yakip yok etmediler de, sakliyorlar? Tahmin edin bakalim! Cunku hala onlari kullanma planlari var olamaz mi?
14 Ocak 2011 18:59
sayin ‘ihtimal’, onceki belgelerdeki celiskileri bir kere bile tartismadan ‘adamlara bak daha neler neler yapmislar’ gibi her aciklanan ‘belgeye’ itibar etigimiz surece yari-gercek/yari-yalan belgeleri bize yedirmeye devam ederler.
13 Ocak 2011 15:20
Solmaz Hanim ne kadar da onyargilisiniz. Yukaridaki haberi iktidarla arasinin limoni oldugu herkesce bilinen Dogan medya grubunun bir gazetesi olan, Ruhat Mengi, Mustafa Mutlu, Can Atakli gibi iktidara hayli sert elestiriler getiren, Ergenekon ve Balyoz davalarinin senaryo olduguna inanan isimlerin kose yazarligi Vatan gazetesinden aldim, iste burada linkini de veriyorum…
http://haber.gazetevatan.com/balyozda-yeni-deliller/352568/1/Gundem
Ayrica yorumunuzda ifade ettiginiz gibi bir desifre edilme durumu yok, haberde aktarilanlar Balyoz Davasi’nin 7. durusmasinda mahkeme baskaninin mahkemeye ulasan dosyalar ile ilgili yaptigi konusmadir. Mahkeme baskani Golcuk’teki kazidan cikan ve davaya yeni eklenen klasorlerin onumuzdeki hafta icinde saniklara da verilecegini ifade etmis.
Benim kimseyi aptal sandigim falan yok, sadece ajanslara dusen ve Dogan grubu gazetelerinde bile haberlestirilen bir gelismeyi aktardim, bunun dezenformasyonla ne alakasi var..
13 Ocak 2011 16:21
Bekleyip belgeleri gormek lazim.
Yine de supheli geliyor bana cunku balyoz cd lerinin sahteligi ortaya cikinca hooop bir anda golcuk de donanmadan bir seyler cikiveriyor. Bu sahtecilikleri yapanlarin baska bir oyunu olabilir.
Gerci belgeleri gormeden bir sey diyemeyiz.
14 Ocak 2011 01:00
“(Bu da CD’lerin fotoğraflarının niye sanıklara verilmediğine ışık tutuyor: Bafra’ninki gibi bir inceleme ile üzerlerindeki yazıların sahte olduğunu ortaya çıkarmak mümkün olabilecek, o yüzden.)”
Blog yazarlari ellerinde hic bir kanit olmadan yarattiklari teorilerle eskiden sadece savcilari hedef alirlardi, anlasilan simdiki hedef mahkeme heyeti. Bu post hakim heyetinin de sahtecilik suclamasina dahil oldugunu ima ediyor, hakimler tazminat davasi icin ne bekliyorlar anlamiyorum.
Not: Bu tur suclamalari yapan yazarlarin surekli “masumiyet karinesi”ne atifta bulunmalari da ayri bir trajikomiklik.
14 Ocak 2011 01:16
Neyin teorisi beyefendi? Adli Tip’dan uzman kisi rapor vermis. Nerden alacaklardi raporu, Kalimantan Adli Tip Kurumu’ndan mi? Ayrica Adli Tip sizin cephenin istedigi tarzda rapor verince ‘aslansin, kaplansin’ diye gaz veriyorsunuz. E bu da sizin cephenin isine gelmeyen rapor maalesef. Hazmedin.
‘Masumiyet karinesi’ kavraminin irzina gecenler sizlersiniz. Hic Zaman, Taraf okumuyor musunuz? Kac kisinin ismi karalandi, uzerine camur atildi, hem de elde kanit olmadigi bazi durumlarda sahte deliller uzerinden. Bu kavrami en son agzina almasi gerekenler sizlersiniz beyefendi.
14 Ocak 2011 01:24
Kurmanbek,
Mahkeme heyetinin CD’lerin fotograflarinin saniklara verilmemesinin sebebi olarak sahteciligin ortaya cikmasinin engellenmek istemeleri ortaya surulmus. Bunun kaniti nedir, gosterir misiniz? Eger kanit yoksa bu kafadan uydurulmus bir teori degil midir?
Uzman raporu bambaska bir olay. Bence saniklarin getirdikleri rapor dikkate alinmamali, mahkeme heyeti bir bilirkisi tayin etmeli. Cunku siz sanik avukatlarinin kac bilirkisiye basvurduklarini bilmiyorsunuz. Belki 10 kisiye basvurdular, hasbelkadar biri onlarin isine yarayan bir rapor verdi. Diger 9 raporu saklayip, 1 raporu mahkemeye sunacaklardir. Ortada 9 tane aleyhlerine rapor varken sizin bundan hic haberiniz olmaz, sanki ortada tek bir rapor var zannedersiniz. Bilirkisi olarak basvurulan kisi de yardimci docent, yani yeni mezun bir akademisyen, dikkatinizi cekerim.
14 Ocak 2011 01:38
Mertalay,
Kurmanbek’in masumiyet karinesi hakkındaki görüşlerini pas geçmişsiniz hayırdır?
Ben elime bir gazete aldığımda, hangi gazete olursa olsun -Star, Hürriyet, Zaman, Sözcü, Milliyet, Haberturk, Taraf- baktığım ilk şey haberlerin objektifliğidir. Faili meçhulleri, toplu mezarları sorgulayan haberleri yazan Taraf’ı, Star’ı takdir ederim. Aynı haberleri görmediğim Hürriyet ve Haberturk’ü ise sorgularım.
– İnsanların mahkeme dahilinde olan ve olmayan ses kayıtlarını yayınlayan,
– İnsanların eşlerinin evlerden çıkarken-girerken fotoğraflarını yayınlayıp, ‘aldatma’ imasında bulunan,
– Yalan haberler yayınlayıp insanlara çamur atan,
– İmzasız belgeleri yayınlayan,
– İktidarın yanlışlarını eleştirmeyen,
– Habercilikte iki taraftan demeç alarak objektif olarak olayı aktarmayan,
– Tek taraflı,
– Kendi çizgisinde olmayanları statükocu, darbeci gibi sıfatlarla aşağılamaya çalışan
…
Liste uzayıp gidiyor. Tüm bunları yapan medya organlarını da görünce midem bulanıyor!
14 Ocak 2011 01:42
Taylan,
Iki yanlis bir dogru etmez. Masumiyet karinesini kim ihlal ediyorsa yanlis yapiyor. Ama bana karsi bu yanlislik isleniyorsa, benim de ayri bir yanlis yapmam gerekmez.
14 Ocak 2011 02:04
Mertalay,
Bakın ne kadar güzel demişsiniz: “Masumiyet karinesini kim ihlal ediyorsa yanlis yapiyor. Ama bana karsi bu yanlislik isleniyorsa, benim de ayri bir yanlis yapmam gerekmez.”
Şunu belirteyim. Darbelere hepimiz karşıyız. Böyle bir şey asla kabul edilemez. Delilleriyle ispat edilen tüm suçlar cezasını çekmeli.
Günümüzde hukuksuzca yapılan işleri az önce sıraladım. Peki sizin de kabul ettiğiniz ‘masumiyet karinesi’ni ihlal eden bu basın organlarına tüm bu bilgileri kimler veriyor? Savcılık mı? Emniyet mi? Kimler?
Masumiyet karinesini ihlal eden bu oluşumun yaptıklarının 27 Mayıs, 12 Eylül vb… dönemlerde yapılanlardan ne gibi farklılıkları vardır?
Tüm bu hukuksuzlukları nasıl da içinize sindirebilip, delilleri tartışmalı olan davalarda insanları kolayca suçlayabiliyorsunuz?
Geçmişte antidemokratik yollarla kim suç işlediyse cezasını çeksin. Ancak günümüzde herkesin kabul ettiği tüm bu hukuksuzluklara da sessiz kalınmamalı. Yaşananlar hukuka da, demokrasiye de, vicdana da sığmıyor. Ben bunun savunmasındayım. Ancak şu ana kadar gördüğüm kadarıyla siz hukuksuzluk üzerine inşa edilen yeni düzeni savunmaktasınız.
Yalan mı Sayın Mertalay?
Hadi gelin de günümüzde yapılan zulümleri konuşalım biraz da… Ne dersiniz?
14 Ocak 2011 01:32
Yardimci docent ne zamandan beri ‘yeni mezun akademisyen’ oldu? Tip okuduguna gore 5 (veya 6) + 2 + 3 diyebilir miyiz? Demek ki minimum 10 yilini vermis. Belki de 3-4 yildan beri yardimci docenttir. O zaman 13-14 yil diyebilir miyiz?
Blogu iyi takip etmediginiz belli. Blog yazarlari daha once defalarca Mahkemenin savunma tarafinin belli sayida (ve 100% yasal haklari olan) taleplerine cevap dahi vermedi, bazilarina da verir gibi yapti. Savcilik tarafinin ise isteklerinin tamami (%100 yani) karsilandi. Simdi bu kosullar altinda ben mahkemede kotu niyet ariyorum ve buluyorum. Sizin tarafinizdan iyi niyet olarak gorunuyordur tabi bu.
14 Ocak 2011 01:41
Akademi ile yakin olmadiginiz belli. Doktorasini alan bir akademisyenin ilk unvani yardimci docenttir (assistant professor). Daha sonra docent (associate prof.) ve profesor olur (prof.). Doktora yaparken ogrencisinizdir, dolayisiyla yardimci docentler yeni mezunlardir (anglo-saxon ulkelerde “newly-minted PhDs” derler)
Mantiginiza gore mahkeme heyeti savunmaya mesafeli, onun icin CD’ler konusunda da sahtecilige ortak olmustur – herhangi bir kanita ihtiyac duymadan. Ne guzel. Blog yazarlari ne duruyorlar o zaman, Taraf vs.’ye actiklari cete davasina hakimleri de eklesinler?
14 Ocak 2011 03:38
merttalay,
Türkiye’deki akademik sistemde yardımcı doçent kadrosu YÖK’ten gelir. Bu kadro açılana kadar “öğretim görevlisi” olarak çalışırsınız. Ben yıllarca yardımcı doçent kadrosu bekleyen kişiler tanıyorum. Benzer şekilde de yardımcı doçent kadrosunda kaç yıl kalacağınız da doçentlik şartlarını tamamlamanıza, sınavı kazanmanıza ve kadro açılmasına bağlıdır.
Ayrıca, çok parlak ve konusuna hakim doktora öğrencileri ve yardımcı doçentlerin yanı sıra, hiçbirşey bilmeyen (kendini yenileyememiş) profesörler de tanıdım.
İnsanları farklı nedenlerle küçük göstermeye çalışmak yanlızca başka argümanı kalmamış kişilerin başvurduğu bir yöntemdir.
Saygılarımla …
14 Ocak 2011 03:56
Can Bey herhangi birini kucuk gostermeye calistigimi nereden cikardiniz anlamadim. Bir noktaya dikkat cekmek istedim: Bu kadar kritik bir konuda daha deneyimli birinin uzmanligina basvurulmasini beklerdim. Eger beyin ameliyati olacaksam, operasyonu bir asistan yerine bir profesorun yapmasini tercih ederim. Zaten bu nokta kucuk bir ayrinti, onemli olan sanik avukatlarinin kendi lehlerine bir rapor icin kac bilirkisinin kapisini caldiklarini bilemeyecegimiz icin bu tur raporlara mesafeli olmamiz gerektigi.
14 Ocak 2011 04:29
Merttalay:
Eger beyin ameliyati olacaksaniz ABD’de profesore gidebilirsiniz. Ama Turkiye’de olaylar farkli isliyor; akademik statu ile deneyim hatta alinan egitim duzeyi siz de takdir edersiniz ki ayni sey olmayabiliyor. Bu, maalesef boyle. Her profesor bir olmayabilecegi gibi, her asistan da bir degil. Bazen profesorler kendilerini yenilemeyi ve en son arastirmalarla kendilerini donatmayi da ihmal edebildikleri gibi, sizin de dediginiz gibi oyle kaliteli ve uretken profesorler var ki, hakikaten konunun tam hakimi olmuslar.
Bunlari da o sozu gecen yardimci docenti savunmak icin soylemiyorum. Sonuc olarak siz de hakli cikabilirsiniz. Ama haksiz da olabilirsiniz. Zira herkesi ayni kefeye koyup, sadece bir titr uzerinden konusmak dogru bir yaklasim degil bana gore.
14 Ocak 2011 05:37
Haklisiniz, dedigim gibi kimseyi kucumsemek gibi bir niyetim yok. Bana ilginc gelen bir nokta idi, dile getirdim.
14 Ocak 2011 06:17
Hemfikiriz. Aciklamaniz icin tesekkur ederim. (Nitekim ben de sonra baktim, zaten doktora tezi yazi analizi uzerineymis ve 1995’te savunmus. 1997’den beri de yardimci docent olarak gorunuyor kendisi.)
14 Ocak 2011 09:21
Unutmadan ekleyeyim demistim, simdi firsatim oldu: en azindan burada yazi uzmani/bilirkisinin kim oldugunu biliyoruz. Yeni mezun diye bir cikis yapmistiniz, ama sonra bu tur titrlerin cok bir sey ifade etmeyebileceginde hemfikir olduk. Nitekim Adli Tipta en az 15 yillik deneyim sahibi birisi cikti Jale Bafra’nin kendisi.
Benim asil merak ettigim, neden Emrullah Uslu’nun “bilirkisi”ni bilmiyoruz? Neden adi saklaniyor? Bu soruya cevap beklemiyorum. Ama buradaki cifte standardi da gormeden edemiyorum.
14 Ocak 2011 05:01
Kurmanbek,
Yardimci docent olmak icin doktora yapilmasi gerektigini ve doktora denilen olayin once ne oldugunu ogren, belki sonra burda yazi yazdiginda seni kaale alabiliriz?
14 Ocak 2011 13:37
Sakin ol.
14 Ocak 2011 05:26
Kurmanbek Allahverdiyev,
Evet, dediginiz gibi normalde Adli Tip’ta calistigina gore, bu sahsin tip mezunu olmus olmasi ve uzerine doktora yapmis olma olasiligi ilk akla gelen ihtimallerden biri olsa da, simdi baktim kendisi hukuk mezunu imis. Ozgecmisi internette mevcut, doktorasini 1995’te almis gorunuyor. 1997’den beri de yardimci docentmis; Can Acar’in da dedigi gibi kadrosuzluktan bu titrde olma ihtimali var. Ozgecmisi burada:
http://www.istanbul.edu.tr/enstituler/adli/Jale_Bafra.htm
Sonucta, sizin dediginiz gibi bu sahis yeni mezun doktorali degil. Ve 15 yillik tecrubesi var. Haklisiniz.
14 Ocak 2011 12:30
Raporu yazan kisinin yaklasik 15 yildir yardimci docent oldugu goruluyor, acikcasi bu akademik cevrelerde cok da itibar gosterilecek bir sey degil. Bu sure icerisinde normalde docentligin alinmasi beklenir. Ayrica CAn Acar’in soyledigi gibi kadrosuzluk gibi bir durum da soz konusu olamaz, zira docentlik akademik bir unvandir ve Universitelerarasi Kurul’un belirleyecegi juri tarafindan docentlige basvuran adayin yeterliligi olculur. Tabii yine ilgili yasada adayin basvuru icin hangi sartlari tasimasi gerektigi de belirtilmistir.
Bu kadar uzun sure icerisinde bir yardimci docentik docentlige yukselememesinin temelde iki nedeni olabilir, ya basvuru icin gerekli olan seviyede yabanci dil bilgisi yoktur ya da basvuru icin gerekli sayi ve nitelikte yayinlara sahip degildir. Ucuncu bir secenek de dil ve yayin barajini astigi halde juri tarafindan bu unvana layik gorulmemesi de olabilir.
Bunlari raporu yazan kisinin yetkinligini tartismak acisindan soylemiyorum, onu degerlendirecek durumda degilim; sadece kimi yorumcularin bilgi eksikliklerinden kaynakli hatalari duzeltmek istedim!
14 Ocak 2011 18:26
Fmerakli,
Konu sapiyor ama olsun, cevap verecegim. Nedenine de sonunda deginecegim:
Yurtdisinda calisan, titrlerini yurtdisinda alan ve arastirma yapan bir akademisyen olarak, kadrosuzluktan bekleme ihtimalini sadece bir tahmin olarak yurutmustum. Dediginiz dogru, bahsettiginiz usul hakkinda teferruatli bilgiye sahip degilim. Ancak yuzde yuz bilmedigim konularda ancak tahminde bulunabilirim, bu sebeple de ihtimal olarak dile getirdim zaten. Buna karsilik, Turkiye’de yasayan, akademisyen olan ve 10-15 sene kadro bekleyen insanlar oldugunu da belirteyim.. Hem de sizin dediginiz gibi yetersiz yayindan, yabanci dil bilmemekten de degil ustelik. Konuyla dogrudan alakasi olmadigi icin ancak bu kadarini soylemekle yetineyim.
Ancak dedigim gibi, Jale Bafra’nin neden bu kadar sure bu titrde kaldigini bilemeyecegim icin ancak “ihtimal”ler uzerinden konustum. Dolayisiyla ben kesin bulgu gibi sunsaydim hata olurdu soyledigim. Siz sadece o ihtimalin olamayacagini demeye getirdiniz; varsayimin cikis noktasi hatali demeye getirdiniz. Ben de iste sizin sozunu ettiginiz usul harici bilhassa kadro verilmeyen insanlardan bahsettim. Jale Bafra’yi bilemem.
Yine de kendinizce hatali buldugunuz o noktaya aciklama getirdiginiz icin tesekkurler; sozunu ettiginiz usulu detayli ogrenmis olduk. Ancak dedigim gibi karsi orneklerden haberdarim. Tekrar ediyorum, Jale Bafra orneginin detaylarini bilemem. Bu sebeple kadro alamamistir da demiyorum. Sadece usul harici durumlar olduguna dikkat cekiyorum.
Son olarak: 15 yillik deneyim akademide bir sey ifade etmez lafiniz oldukca yanlis. Bu sizin soylediginiz, sosyal bilimler cercevesinde dogru olabilir. Ancak “applied sciences” (uygulamali bilimlerde) ki yazi inceleme, laboratuvar ortami, ya da herhangi bir uygulamali alanda (hukuk, biyoloji, vs ki zaten Merttalay’in “beyin ameliyati yaptiracak olsam profesore giderim” varsayimi da buradan geliyor, zira tip gibi uygulamali bir alanda, yani arastirma kadar elinden dosya, degisik ornekler, hastalar, vs gecmis–kisacasi *deneyim* sahibi olarak dusunulen profesore cok itibar edilir, zira hem cok uygulama yapmis, hem de ideal bir senaryoda arastirmasinin dorugunda olan kisi olarak dusunulur) deneyim cok cok onemlidir. Dolayisiyla uygulamali dallarda deneyimin akademide kimsenin itibar etmedigi bir sey oldugunu soylemek, bu faktorler acisindan oldukca yanlis bir yorumdur.
Son olarak, size bu konu sapmasina ragmen uzun uzadiya cevap verme sebebime gelecegim:
bunlar aslinda yukarida Merttalay’a verdigim son cevapta da mevcut–siz Ingilizce yazdiginiz bir yorumda “I firmly believe” diye yazmistiniz, yani “kuvvetle inaniyorsunuz” ki Balyoz bir darbe planiydi. Hukukta kisisel inanclarin yeri yoktur. Somut deliller gerekir. (Inanc, akademisyenlerin de cok itibar etmemesi gereken bir seydir ama neyse deyip orayi geciyorum. Belki hipotez kurabilirsiniz ama inanclarla hareket ederseniz, argumanlariniz da dayanaklariniz da sorgulanabilir. Bunu sosyal bilimler icin de soyluyorum.)
Oysa ki, simdi gordugum kadariyla bu duruma “kuvvetle inanan”lar, aslinda bir suru laf kalabaliginin icinde Jale Bafra’ya ve O’nun “credentials” dedigimiz yetkinligine laf etmis bulundu. Olabilir. Begenmeyebilirsiniz. Hatta hakli da cikabilirsiniz, onu tartismiyorum.
Ama iste o zaman da su soru ortaya cikiyor:
Ayni titizlik ve sorgulama, gonul isterdi ki, Emrullah Uslu adini sanini vermedigi ve CD kapaklarinin hem de fotograflari uzerinden kesin beyanat veren uzmani icin de gosterip yapilsa idi: asil o noktada bu yetkinlikle ilgili sorularin sorulmasi gerekmez miydi? Yok ayni sorgulama orada yapilmamis ise, ama biz burada aslinda Jale Bafra’nin yardimci docentligi kadrosu kisvesi altinda otorite tartismasi yapiyorsak, iste bu “kuvvetle inanmak” ne kadar bazi sahislarin muhakeme yetkinligini ne kadar etkilemis sorusunu akla getirmekte. Bu cifte standart da benim buraya yazmaya devam etme sebebimdir.
14 Ocak 2011 18:53
Ekleme: deneyim uzerinde bu kadar durma sebebim, akademik cevrelerde, docentlige yukselememe konusunda cok itibar edilmeyen bir sey oldugu konusunda Fmerakli’ya tamamen katiliyor olmakla beraber, Turkiye ortaminda cok cesitli (kisisel, siyasi, akademik kiskanclik, hatta akademik hirsizlik, vb) faktorlerin de ne yazik ki goz onune alinmasi gerektigini dusundugum icindir. Buna karsilik, deneyimin uzerine bu kadar vurgu yapma sebebim de aslinda uygulamali alanlarda bunun genellikle onemli oldugunun altini cizmek icin idi. Yoksa fmerakli dogrudan boyle bir sey soyledigi icin yazilmis satirlar degildi onlar. O’nun yazdiklari sadece vesile oldu. Ama haksizlik etmis olmak istemem; aciklama ihtiyaci duydum.
Elbette bunlari soylerken, yine Jale Bafra’nin sahsi durumu hakkinda konusmadigimin altini cizmeliyim. Ama eger bu titr uzerinde bu kadar titizlikle durulup otorite tartismasi yapiliyorsa, bu tartismayi hakli bulmakla birlikte, neden Emrullah Uslu’nun adini vermedigi bir sahis uzerinde ayni titizlikle durulmadigini da sorgulamak gerekir.
Twitter’da ve diger yazilarinda kendisi bu bilirkisi uzerinden kesin bilgi beyani vermisti zira. Ayni titizligi her noktada gostermek gerekir.
14 Ocak 2011 19:09
Cok hizli yazdigim ve acelem oldugu icin, eklemenin ilk paragrafindaki cumlelerdeki tekrarli yapilar ve dusukluk icin ozur dilerim.
14 Ocak 2011 05:05
Basbakan Yardimcisi Bulent Arinc’in dini ve ruhani konusma tarzini pek sevmen ama sanirim dogru olarak isaret ettiklerini artik kabul etme noktasina geldim….. ” Bunlar askerlikten baska her seyle ugrasmislar. Sukrediyorum ki bunlar zamaninda bir savasa girmemisiz, yoksa halimiz ne olurdu? “
23 Ocak 2011 01:35
DEMOKRASİ ne güzel şey..
Her konuyu büyük bir açıklıkla tartışıyor arkadaşlar.. Ya DARBE olsaydı.?
Şu anda konuşulan konuları kim konuşabilirdi?
ASKERİ HAKİMLERİN verdiği kararlarda ne kadar objektif olduklarını kim sorgulayabilirdi?
Delillerin gerçek olup olmadığını kim sorgulayabilirdi..
12 EYLÜL de 400000 insan SUALSİZ SORGUSUZ tutuklandı.
Cezaevlerinde yapılan işkenceleri anlatmaya gerek var mı?
Sağcılarla solcular aynı koğuşlara konup birbirilerine şişletilmedi mi?
Ne için yapıldı 12 EYLÜL ? HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?
TÜSİADÇI bir azınlık daha zengin olsun diye.. İşçilerin emekçilerin bütün kazanımları 12 eylül anayasası ile ellerinden alındı. Ülkenin bütün kurumları ÜST KURULLARA, Üst kurullar da Cumhurbaşkanına bağlandı.
Cumhurbaşkanını da HALKIN SEÇMESİ engellendi.
Hükümetlerin elleri kolları bağlandı. Halk hiçbir zaman onların istediği partiyi seçmiyordu. O halde öyle bir sistem kuralım ki, bizim istemediğimiz parti de gelse bizim dediğimiz olsun ANAYASASI oluşturuldu.
Bunu yapan GENERALLER ödüllendirildi. 5 para etmez RESİMLERİNE MİLYARLAR ödendi. Villalarda yaşadılar. Büyük Holdinglerin yönetim kurullarına girdiler. Her ASKERİN rüyalarını süsledi DARBE yapmak. TÜSİADA yakın olmak..Çocuklarını Amerikalarda okutmak.. REJİMİN AZAT KABUL ETMEZ KÖLELERİ oldular. Halkçılık adına HALKA düşmanlık yaptılar.
İçlerinden bir YİĞİT çıktı. Artık EMEKLİ GENERALLER holdinglerde yönetici olamaz dedi. Adama KIBRIS ta tatbikatta SUİKAST düzenlediler. Yanındaki Albay öldü. Kendi komutanlarına SUİKAST düzenleyenlerin HALKA DARBE yapmak istemelerine neden şaşırırsınız benim aklım bunu almıyor.
TÜSİAD REJİMİNİ tehdit eden her oluşuma darbe yapılabilir onlara göre.Çok doğaldır bu.. Ama her şey TÜSİADÇILARIN biribirine girmesi ile berbat oldu..(Esas heyecanlı bölüm bundan sonra)
23 Ocak 2011 01:54
TÜSİADÇILAR ülkeyi paylaşmışlardı aralarında.. BANKACILIK sektöründe biri, Otomotiv sektöründe biri hakimdi.
Sektör sektör bölüşülmüştü ülke.. Bir gün biri AÇGÖZLÜLÜK yaptı.. Bende OTOMOTİVE gireceğim dedi. TOYOTA ile anlaştı.. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Diğeri kızdı. Ben bankacılığa giriyormuyum, kendi işimi görecek kadar küçük bir bankam var meydanı sana bıraktım sen malı götürüyorsun dedi. Bende ufaktan giricem dedi öteki ama iş ufak olmadı. Olmamasının karşılığını sert bir şekilde gördü. Hayatı ile ödedi bu hatayı.
Katiller YURT dışına kaçırıldı.
Fakat artık ok yaydan çıkmıştı.Karizma çizilirse herşey biterdi. Diğeri gitti verin katilleri dedi..
Vermeyiz dediler..
Onlarda onların babasının mezarını açıp cesedini aldılar. Cesede karşılık KATİLLER dediler.
Katiller gidip teslim oldu Suriye de Türk büyükelçiliğine.. Ertesi gün CESET bırakıldı mezarlığa..
Sıra Katillerin cezalandırılmasına gelmişti. KÜÇÜK bir general devreye girdi. ERGİN kardeşleri Bergama dan alıp UŞAĞA getirdi. Mustafa ortadan kaldırıldı.. Olay kapanmıştı görünüşte ama ERGİN kardeşler damdan bağırdılar ” Bizi VELİ ABİYE sorun”
Anlı şanlı Askeriyenin GENERALLERİ ne işlerle uğraşıyorlardı. Bu olaylar uzadıkça uzadı. SUSURLUKTA tam ortaya çıkacaktı kapatıldı. Bu sefer ÇUVAL dikiş tutmadı.. AKP güçlü gelince herşey döküldü ortaya..
Ama yine TÜSİADÇILARA birşey olmadı, hafta sonu ERDOĞANLA buluştular. Mutluydular.. Oysa kullandıkları GENERALLERİN çocukları mutsuz. Üzülüyorlar babaları için.. Aslında babaları bir konuşsa TÜSİADÇILAR mutsuz olacak ama konuşamazlar.. AZAT KABUL ETMEZ köleler çünkü..
23 Ocak 2011 02:15
Hosgeldiniz. Daha sizin gibi bir coklari gelip yazacaklar bu tarz seyleri (ya da ayni kisiler degisik isimlerle donecekler–bilemem)… de, biz bunlari coktan tartistik. Bitti yani. Ama troll’luk serbest tabii. Kiskirtmaya calismak en demokratik hakkiniz.
Bir de su var: kendini tutamayarak infialli bir dille, kin kusarcasina yazinca pek sizin gibileri kaileye alinmiyor. Yani habervaktim sitesinde rastlanabilecek bazi usluplar oyle her yerde pek ise yaramiyor.
Yeni (?) geldiniz; bastan soyleyeyim dedim.
Yok misyonunuz kin kusmaksa, bu da demokratik hakkiniz tabii. Buyrun misyonunuzu tamamlayin.
Ama bunlar coktan tartisildigi icin ve 12 Eylul ve yapilmis darbeler konusunu kimse mudafaa etmedigi icin soyleminiz biraz havada ve ne yalan soyleyeyim, seviyesiz kaliyor. Ama olsun, kin kusmanin, nefret sacmanin seviyeli olmasini beklemek zaten abes. Bu yuzden buyrun: kusmaya devam edin. Ben sizi tutmayayim.
25 Ocak 2012 15:22
Sayın Rodrik,
Jale Bafra hanımefendinin raporunu hazırlarken kullandığı dil raporunun sonucunu malesef daha baştan ele veriyor. Farkında mısınız?
26 Ocak 2012 07:41
Sayın Ceren,
Detektif romanlarının aksine bilirkişi raporlarının son ana kadar okuyucuyu diken üzerinde tutmak gibi bir işlevi yoktur. Bu raporlar analiz tamamlandıktan sonra yazılır. Bilirkişi raporu yazarken zaten sonuca ulaşmıştır. Bu sonucu en sona saklamak gibi bir yükümlülüğü yoktur.
Raporun doğruluğu ve güvenilirliği uygulanan analizin aşamalarının bilimsel temellere dayanması ve tekrarlanabilir ve doğrulanabilir bir şekilde adım adım açıklanmasına bağlıdır. Eğer açıklanan bulgularla veya analiz adımları ile ilgili bir yanlışlık veya eksiklik varsa bu konulara itiraz edilmelidir. Yazarın diline veya üslubuna değil.
Saygılarımla …
27 Ocak 2012 01:06
Bir analizin doğru veya yanlış olduğuna kullanılan dile bakarak mı karar vereceğiz, yoksa somut bilimsel teknik, yöntem ve kriterlere göre mi?
Agatha Cristie romanı mı bu, kullandığı dili eleştireceğiz?
Kaldı ki, bilirkişi raporuu yazan kişi hükümet taraftarı, aleyhtarı veya tamamen başka görüşlerde olabilir. Önemli olan; raporunda ortaya koyduğu bilgilerin doğrulanabilir olup olmadığıdır. Kişisel tercihleri değil.