Zaman gazetesinin Balyoz ve benzeri davalarda sistematik olarak yalan haber yayımladığını yazmıştık. Zaman gazetesi, dezenformasyon amacı ile çeşitli gazetecileri de kullanıyor. Bunun için de adı Balyoz belgelerinde geçen gazetecilere başvuruyor.
Örneğin, Balyoz’un sahte olduğuna dair tartışmalar artık bitmiştir başlıklı Zaman haberi şöyle başlıyor:
“11 No’lu CD’de isimleri hedef listesinde geçen gazeteciler; “Balyoz darbe planının sahte olduğuna dair tartışmalar artık bitmiştir” yorumunu yaptı”
Zaman, Etyen Mahçupyan’ı konuşturuyor:
“Bütün bunların sahtekârlık olduğunu ima eden Çetin Dogan’ın ailesinin söyledikleri savunulabilir olmaktan çıktı.(…) Bu listeden Hrant’in öldürülmesi, o dönem Hrant’ın üzerinden giden planın olması anlamına geliyor. Farklı konjonktür olsaydı belki Sevan (Nişanyan) ya da ben öldürülecektik.”
Etyen Mahçupyan’nın ve diğer gazetecilerin adı geçen belge Baransu’nun bavulundan çıkan (sözde 5 Mart 2003’de, seminer öncesinde oluşturulmuş) 11 nolu CD’deki OPERASYON TİMLERİ.doc isimli belge. Bu Word dokumanında DÖKÜM, TIRPAN, TESTERE, ORAK, YUMRUK, vs. isimli planlarda “Darbe Karşıtı” olarak hedef alınan kişiler ve bu planlarda görev alacak personel (2003 yılındaki rütbeleriyle) listelenmiş.
Bu Word belgesi üstverisine göre ilk kez 7 Ocak 2003’de oluşturulmuş, son kez 8 Ocak 2003’de kaydedilmiş. Sonra da sözde 5 Mart 2003’de 11 numaralı CD’ye aktarılmış.
Oysa bu belgenin, Balyoz CD’sinde suç içeren bir çok belge gibi Microsoft Office 2007 kullanılarak kaydedildiği teknik olarak ispatlandı. Belgede Office 2007’e ait Calibri fontuna referans var. Microsoft Office’in Türkiye’de piyasaya sürülmesi ise Şubat 2007 yani, Hırant Dink’in öldürülmesinden bir ay sonra.
(Aynı belge Gölcük’ten çıkan bir CD’de de bulunuyor. Gölcük’ten çıkan (1 numaralı) CD ise 13 Mart 2003’de oluşturulmuş gibi görünüyor. Bu CD’nin de sahte olduğu dijital olarak tespit edildi.)
Bu durumda Etyen Mahçupyan’nın hayal gücünü zorlayıp, en son kaydı 2003’de yapılan belgelerde Office 2007 öğelerinin ne aradığını açıklaması gerekecek. (Nazlı Ilıcak, Baransu’nun Microsoft yetkilileri ile irtibata geçip bunun mümkün olduğunu öğrendiğini yazmıştı! Oysa son kaydı 2003’de yapılmış bir dokümanın Calibri fontuna referans taşıması kesinlikle mümkün değil). Mahçupyan, kimileri gibi “güncelleme” masalını öne sürecek olursa, önce bu iddianın saçmalığına dair yazımızı okumasını tavsiye ediyoruz.
Bu belgelere bu kişilerin isimlerini eklerken çete, daha sonra bu kişileri dezenformasyon kampanyasında kullanacağını hesap etti mi bilmiyoruz, ancak maalesef olan tam da bu.
17 Mayıs 2012 16:38
Sahteliği ayan beyan ortaya çıktığı için tartışmaların bittiği doğrudur. Suçluların telaşı içindeler.
18 Mayıs 2012 10:23
Yakında mahkeme de bitecek, bekleyip görelim sonucu ne olacak…
18 Mayıs 2012 15:34
Bu tezgahı kurup sahte delil üretenlerden hesap sorulmadan bu dava bitmez.
19 Mayıs 2012 11:32
Bu dediğin doğruysa onlardan da hesap sorulur hiç şüphen olmasın…
18 Mayıs 2012 11:47
Merhabalar,
“Bu belgelere bu kişilerin isimlerini eklerken çete, daha sonra bu kişileri dezenformasyon kampanyasında kullanacağını hesap etti mi bilmiyoruz, ancak maalesef olan tam da bu…” diyor blog yazarları.
Blog yazarlarının demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü bu kadar sindirmelerini takdirle karşılıyorum.
Ocak 2010 yılından bu yana yürütülen kampanyaya bakıyorum. Göz göre göre yazılanları düşünüyorum. Yaşamın doğal akışı, aklın yolu, “olsa olsa” mantığı, hep tek bir kapıya açılıyor; “Bu tezgahı yapanlarla, siyasi olarak destekleyenler, bürokratik çarkları oluşturanlar ve medya üzerinden yayanlar, bu işi gayet bilinçli ve bir kurguya göre yapıyor”.
Birileri de bu dönemi takip edip, bir yandan gizli dinlemeler ve yazışmalar üzerinden bir dosya oluşturuyor mu bilmiyorum ama siyasi iklimin değişmesinin ardından bu tezgahın çok daha sağlam bir “Örgütlü Suç” davasına konu olabileceğini dillendirmek bana işten bile gelmiyor.
Elimde net bir bilgi var mı? Yok. Her nedense, bu devletin rüzgarın estiği yön değiştiğinde eski hesapları tahsil etmekten hiç vazgeçmediği konusunda kararlı olduğu yönünde bir kanaatim ve “olsa olsa” bu yapılanların geçmişte yapılan benzerleri gibi bir kurgu olduğuna dair inancım var hepsi bu.
Öte yandan, kendileri ve savundukları söz konusu kampanya içerisinde sayısız kereler mesnetsiz suçlamalara muhattap olmalarına rağmen, blog yazarlarının bir kere olsun ellerinde dayanak olmadan yargıda bulunmuyorlar. En fazla yaptıkları yukarıdaki satırlarda görüldüğü için ima ve sitem yollu işaret etmeler. Artık sayıları yüzlerce olan blog yazılarında bir tane “doğru” olmayan “odun” yok. Bu dağda hiç mi “eğri odun” olmaz. Anlaşılan yok…
Öncelikle anne babalarını, sonra da kendilerini bu nedenle tebrik etmek isterim. İnsanlara hukukun üstünlüğüne güven duyması için neden yaratıyorsunuz. Çok teşekkürler.
Bu durumun nedenlerini de merak etmiyor değilim. Sadece Kuzey Amerikan yaşam biçimi veya akademik ahlakla açıklanacak bir durum değil kanımca. Aksi yönde öne sürülebilecek çok geçerli argümanlar var çünkü (başka bir tarışma konusu olur Kuzey Amerika ve akademi eleştirisi). Bence tam tersi bizim yaşadığımız coğrafyanın ürünü bir doğruya bağlılık durumu blog yazarlarında söz konusu olan. Eşsiz entrikalar ve uçsuz bucaksız kurnazlıkların yadsınamaz bir ölçüde parçası olduğu binlerce yıllık bir kültürün içerisinde diyalektiğin gereği doğruya aşkla bağlananların da derinleşmesi sanırım kaçınılmaz oluyor. Aynen haçlı seferleri, engizisyon, kölecilik ve sömürgecilik gibi akla ve insanlığa aykırı zengin bir kültürel iklimin akılcılık ve hümanizmayı da doğurması gibi, bizim coğrafyamızda da görülen şark kurnazlığı ve dolandırıcılığa bir tepki olarak doğrudan sapmamaya kararlı birileri ortaya çıkıyor. Yunus Emre’nin onlarca yıl dergaha sadece düzgün odun getirmesinin hikayesiyle yetişmemizin etkisi yok demek mümkün mü?
Neyse ne sebebi. Dediğim gibi bunca çirkefin içerisinde hukuk ve adaletten yana umut veriyorsunuz. Tekrar teşekkürler.
Sevgiler.