Savcıların bugun okunan esas hakkında mütalaasına buradan erişebilirsiniz. Savcılar, Mehmet Baransu’nun dahi “güncellendiğini” soylemek zorunda kaldığı Balyoz CD’lerinin 2003’te oluşturulmuş olduğunu iddia etmeye devam ediyorlar.
About cdogangercekler
cdogangercekler → tarafından yazılan tüm gönderileri görüntüle7 Yorum “Savcıların esas hakkında mütalaası”
Bir Cevap Yazın Cevabı iptal et
Ara
-
Macitbay: Reblogged this on macitbay and commented: Mutlaka...
-
toz: Oncelikle tekrar cok cok gecmis olsun; ve cok cok ...
-
Kemal: Yukarıdaki yorumumdan alıntı: "...Emniyet is...
-
Kemal: Merhabalar, Uzun zaman oldu görüşmeyeli. ...
-
Macitbay: Reblogged this on macitbay....
-
Efe Demir: Balyoz davasında yargılanıp hüküm giyenlerden...
-
brainiac3397: People would be hard pressed to rely on your "obje...
-
brainiac3397: Don't forget the video seminars he's given. In the...
-
Talha: The excerpt is from his the Atlantic interview: ...
-
trekking: Bu günleri de gördük. Hep şuna inandık. Devir...
- Bir analiz 17 Mayıs 2011
- 10. Ağır Ceza Mahkemesi oy birliğiyle 163 Balyoz sanığı hakkında tutuklama kararı verdi 11 Şubat 2011
- Odatv 18 Şubat 2011
- Bundan sonra ne olacak? 02 Şubat 2011
- Türkiye’nin yeni adalet doktrini 07 Mart 2011
- 5-7 Mart 2003 1nci Ordu Plan Semineri Ses Kaydı 08 Nisan 2011
-
Denizde TRT kameraları önünde darbe belgesi hazırlayan subay 29 Ağustos 2011
- Emre Uslu’nun yeni (ve bir evelki ile çelişen) teorisi 07 Ocak 2011
- Etyen Mahçupyan’ın yeni teorisi 18 Şubat 2011
- Sahte belge üretirken hata yapmak hata mı? 07 Şubat 2011
- Yargıtay 16.Ceza Dairesi’nin 14 Haziran 2021 tarihli kararı 28 Haziran 2021
- Yargı, Cemaat ve Bir Darbe Kurgusunun İç Yüzü 17 Ağustos 2016
- 1. Ordu’dan sızdırılan belgelerle ilgili iddianame 14 Haziran 2016
- Balyoz mahkemesinin gerekçeli kararı ve satır başları 06 Mayıs 2015
- Balyoz Bitmedi 03 Nisan 2015
- Balyoz Bitmedi 03 Nisan 2015
-
Balyoz CD’lerin üzerindeki sahte yazılar Baransu’nun bavulundan çıkan defterden kopya 02 Ocak 2015
- Bilirkişi: Balyoz CD’lerinin üzerindeki yazılar yazma aygıtı ürünü 15 Aralık 2014
- Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı 05 Temmuz 2014
- Bir savcı niye yalan söyler? 05 Temmuz 2014
29 Mart 2012 21:35
Iyi gunler. Bir kac gun once odatv’de balyoz cd’lerinin sahte olduguna dair bir haber cikmisti. O haberi gordukten sonra konuyu internetten arastirmak istedim ve bu blog’a rastladim.Buradaki bilgileri okuduktan sonrada adeta dudagim ucukladi. CD’lerin sahte oldugu zaten bariz, ust uste bilirkisi raporuyla ispatlanmis. Bunun ustune belgelerin iceregi okudugunda bile hepsinin duzmece oldugu anlasiliyor. Boyle sacma sapan delilerle o kadar insan kac senedir hapis yatti. Yaziktir, gunahtir be. Simdi bir de esas hakkinda mutalaaya gecilmis, ne yazmislar bir okuyayim dedim 920 sayfa cikti. Okumaya imkan yok. Normalmi bu yahu 920 sayfa esas hakkinda mutalaa?! Yoksa bu savcilar panikledi de kimse okumasin diye ansiklopedi gibi mutalaa yaziyorlar?
29 Mart 2012 22:55
komedi
30 Mart 2012 04:54
Turkiye “yine” yeniden kuruluyor. Bu sefer ki “yine yeniden” ne bir savas sonrasi ne de bir darbe sonrasi olmakta. Iddia edildigi gibi secimle, halk cogunlugunun oyuyla falan da degil bu yeniden kurulus. Aleni bir “conspiracy” (oxymoron bir ifade oldu ama durum bu maalesef) ile yeni bir Turkiye kurulmakta. Hersey o kadar alenen ve o kadar “conspiratorial” bir yontemle olmakta ki, buyuk bir saskinlikla izliyorum olani biteni. Beni daha da sasirtan ise son yillarda olan bitenler karsisinda cok buyuk cogunlugu ile medyanin, intelijensiyamizin konuya yaklasimi ve kamuoyunun tepkisi(zligi). Onlara baktikca da dilimin ucuna hep ayni terim geliyor: “La belle indifference”.
“La belle indifference” Freud tarafindan popularize edilen bir terim ve “conversion” ya da eski adiyla “hysteria” hastalarinda goruldugu soylenilen bir bulguyu tanimliyor. Turkceye “guzel aldirmazlik” olarak da cevrilebilir sanirim. Terimin DSM–IV’daki (American Psychiatric Association, 2000) tanimi soyle: “a relative lack of concern about the nature or implications of the symptoms”. Yani son derece onemli sikayetleri olan bir hastanin saglik sorununun onemine duygusal olarak tumuyle uygunsuz dusen bir reaksiyon sergilemesi, aldirmaz/onemsemez bir tavir takinmasidir. Mesela kolunu oynatamayan ve kolunun felc oldugunu soyleyen bir hastanin doktorun karsisina gayet kaygisiz, aldirmaz ve hatta neseli bir yuz ifadesi ile cikip ve adeta baskasinin kolundan bahsediyor gibi sikayetlerini anlatmasidir. Turkiye de ozellikle medyada olan biteni “tarafsiz bir gozle analiz” ediyormus rolu yapan “aydinlar” bana bu tanimi cagristiriyor hep.
Turkiye uzun suredir, ozellikle de son 4-5 yildir, olaganustu onemli, gelecegini derinden etkileyen ve sekillendirecek olan bir “tezgah”la karsi karsiya. Son derece asikar olan bu tezgahla herkesin gozu onunde, sakin sakin, adeta hersey en tabii akisi icinde seyrediyormus gibi davranilarak bir ulke yeniden kuruluyor. Bir avuc duyarli insan ve yayin organi disinda tum ulke, anayasal kurumlari, yargisi, yurutmesi, askeriyesi, kamuoyu, siyasi partileri, basini, intelijensiyasi, universiteleri ve de sokaktaki adami da dahil olmak uzere tum ulke, ya olan biteni hic gundemine almiyor ya da tam bir “La belle indifference” icinde bahsediyor olan bitenden.
Bir tarikat/cemaat (bence daha dogru bir deyimle bir ”cult”) yillar suren bir hazirlik ardindan sahneye koydugu devleti ele gecirme planini basariyla hayata gecirmekle mesgul. Ve tum ulke halki ve kurumlari sanki bu olanlar baska bir ulkede oluyormus gibi sakin sakin gelismeleri izliyor. Ve hatta izlemiyor bile.
Toplumsal “La belle indifference” de boyle oluyor olsa gerek.
Saskinligim her gecen gun o kadar artiyor ki, artik “galiba ben Turkiye’yi kurumsal yapisi iyi kotu oturmus bir ulke sanarak fazla ciddiye almisim” diye dusunmeye basladim. Cunku;
– hicbir ciddi ulkede bu kadar cok sayida insan bir “cult/tarikat”in pesine boylesine takilmaz,
– hicbir ciddi ulkede secimle yonetime gelen bir siyasi parti kendi iktidarini bir “cult/tarikat ” ile boylesine paylasmaz,
– hicbir ciddi ulkede bir “cult/tarikat” siyasi iktidarin “legitimate” ortagi gibi davranamaz ve basinda/kamuoyunda oyle kabul goremez,
– hicbir ciddi ulkede bir “cult/tarikat” tum orta-egitim sistemini boylesine kontrol altina alamaz,
– hicbir ciddi ulkede yuzbinlerce cocuk-genc bir “cult/tarikat”in dersaneleri, okullari ve yurtlari araciligiyla kesintisiz ve yillarca suren bir indoktrinasyona maruz birakilamaz,
– hicbir ciddi ulkede bir “cult/tarikat” ulkenin emniyet guclerini kendi denetimi altina boylesine alamaz,
– hicbir ciddi ulkede bir “cult/tarikat” ulkenin yargisini kendi denetimi altina boylesine alamaz,
– hicbir ciddi ulkede bir “cult/tarikat” her seviyedeki politikaci, asker, gazeteci, polis, yargic… binlerce insanin ve onlarin ailelerinin ozel yasamini gizlice takip edip, kaydedip, bunlari gerektiginde uygun gordugu ortamlara sizdirma, santaj yapma gucune ve cesaretine sahip olamaz. Yaparsa da en azindan sorusturmaya ugrar,
– hicbir ciddi ulkede bir “cult/tarikat” sahte belgeler ureterek, “show trial”ler sahneleyerek ulkenin silahli kuvvetlerindeki general ve amirallerin %10’unu tutuklattiramaz,
– hicbir ciddi ulkede bir “cult/tarikat” ulke genelinde bu denli yaygin bir korku yaratip dokunulmazlik edinemez,
– hicbir ciddi ulkede boylesine faaliyetler icinde olan bir “cult/tarikat” ulkenin intelijensiyasi ve medyasi tarafindan bu denli saygiyla anilmaz,
– hicbir ciddi ulkede devlet bir “cult/tarikat” tarafindan son derece aleni bir “conspiracy” ile ele gecirilemez,
..ve nihayet, hicbir ciddi ulkede bir “cult/tarikat”in boylesine bir yontemle bir dehset dengesi olusturup adim adim iktidarini pekistirmesi sureci kamuoyunda, medyada ve intelijensiya arasinda “demokratiklesiyoruz, adelet sistemi nihayet bagimsizlasiyor, hukuka herkes saygi gostermelidir, sivil toplumun siyasete katilimi artiyor….vs” gibi sizofrenik yorumlarla karsilanmaz.
Eger karsilaniyorsa da, o zaman o ulkede boylesine bir duyarsizlik, “La belle indifference”, icinde yasayan insanlarin “yeniden kurulan ulkelerinde” kendileri ve cocuklari icin daha iyi, uygar bir yasam talepleri/beklentileri olduguna inanmak ve bu talebi/beklentiyi ciddiye almak da olaganustu guc bir hal alir.
Ve maalesef bu arada olan da, az da olsa var olan ve bu konuda elinden geleni yapmis, duyarli, ruh ve akil sagligi yerinde insana ve onlarin cocuklarinin gelecegine olur.
30 Mart 2012 14:18
Usta, yine usta işi bir yorum ve yazı olmuş. Eline,yüreğine,bileğine sağlık. Uzun zamandır görünmüyordunuz blogda.Teşekkürler.
30 Mart 2012 14:51
Teşekkürler,keşke yazınızı paylaşabilseydim.
30 Mart 2012 14:05
Arkadaşlar şunu bilelim artık içinde bulunduğumuz yönetim biçimi, tarihe not düşüyorum ve sanırım ilk kez tanımlanıyor “POSTMODERN FAŞİZM” dir.
Anlamadığımız ve hala anlamakta zorluk çektiğimiz nokta şu andaki yönetim biçimimizin “KLASİK FAŞİZM” e benzememesi.
Hatta “POSTMODERN FAŞİZM” i anlamayan (daha doğrusu anlayamayan yetersizler) büyük bir Solcu ve Kömünist görüşteki aydın!!lar da var.
Klasik Faşizmden farklı olarak bu faşizm yönetiminde faşist iktidara muhalif olabilecek kişilerin içeriye alınmaları için “DERİN FAŞİSTÇİLER” ilk önce klasikte olduğu gibi içeriye alınacakları tesbit ediyor ve delilleri oluşturuyor, sonra klasikten farklı olarak “FAŞİST GAZETECİLER” tarafından suçlanıyor ve sonrası sahip oldukları iktidar gücüyle kişileri yargıya (bu arada faşist gazeteciler tarafından gözden düşürülüyorlar) intikal ettirilip tutuklanarak tecrit edilmiş hapishanelere konuyor. Kondukları hapishanelerin gardiyanları özellikle seçilerek “POSTMODERN İŞKENCE” uygulanıyor.
Şimdi sıra geldi “POSTMODERN FAŞİZMİN YARGI KARARINA”, bu kadar acele edilmesi diye bir şey sözkonusu değil sanırımı nasıl uygulanacağına karar verildi.
Yapılması gereken “POSTMODERN FAŞİZM” i görüp yurtdışına kaçmak, eğer ele geçirildiyse yargılama esnasında mahkemeyi reddedip (mahkeme doğal olarak kabul etmeyecek) savunma yapmayı toplu olarak red etmektir.
Bedrettin Dalan ve Turhan Çömez gibi. Kaçtılar çünkü onlar bu “POSTMODERN FAŞİZM” gördüler. Gıyaplarında yargınsalar ve ceza alsalar bile iadeleri sözkonusu olmayacak çünkü siyasi sığınmacılar.
31 Mart 2012 10:38
Faşizm işin sonuçlarından bir tanesidir. Faşizm, etnik ve dinsel farklılıkların olduğu yerde en nihayetinde iç savaşı tetikleyecek olandır. Parçalanıp yutulma için de iç savaş gereklidir.
Mustafa Yıldırım’ın “Sivil Örümceğin Ağında” adlı kitabın günümüze nasıl gelindiği konusunda oldukça detaylı bir bakış sunuyor. Bugün yaşadıklarımız yalnızca bize özgü şeyler değildir. Kitapta anlatılanların kısa bir özeti olarak http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10211356.asp
Cühela insanlarımız okumadan, öğrenmeden, üretmeden sadece kendilerinden istenen tarafta yer alıp, bas bas bağırarak adam yerine konabileceklerini, çeşitli vakıflarca, fonlarca destekleneceklerini öğrendiler. Güzel de bir isim verdiler kendilerine: “sivil”. Cahildiler, hayatta bir karşılıkları yoktu ama bu şekilde bir araya geldiklerinde bir güç oluşturabiliyorlardı, hükümet de sanki onları dinliyordu.
Halbuki hükümetin de, bu gençleri yemleyen vakıfların da aynı kolun parmakları olduğunu hiç göremediler. Döğüştürülecek hayvanı besleyen, büyüten, zamanı geldiğinde rakibinin üzerine sürerek “bak bu sana düşmanlık yapıyor, bitir onu” diyen de aynı kişidir: sahibidir. Döğüştürülecek hayvan gözükara, korkusuz, döğüşmek için gerekli özelliklere sahip ve yeterince de ahmak olmalıdır. Bu özelliklere sahip olmayanlar “delikten süpürülür” gider.
Faşizmi de, mağduru da besleyen M.Yıldırım’ın kitabında anlatılıyor. Bugün sivil, sivil oyunlar oynayan gençler, yakın zamanda führer’i veya ardılı zır cahil tarikat oğlanlarını devirmek için ekranlardan dünyaya demokrasi çağrısı yapıyor olabilirler. Tıpkı arap baharının kabus gibi çöktüğü, tıpkı ukrayna, yugoslavyada vb olduğu gibi.
Herşey, herkes dünyanın cerahati amerikayı ve emperyalizmi beslemek için.