Bir zamandır 1. Ordu Plan Seminerindeki senaryo çalışmalarına benzer planlamaların diğer ülkelerde de yapıldığı konusuna değinmek istiyorduk. Hatta buna örnek olarak Amerikan ordusunun “iç karışıklıklar” (civil disobedience) karşısında alması gereken tedbirleri düzenleyen bir saha talimatnamesine (Field Manual) atıfta bulunacaktık. Bu talimatnamede 1. Ordu Plan Seminerinde konuşulanlara benzer şekilde ayaklamayı bastırmak ve sivil halkı etkisiz hale getirmeyi amaclayan önlemler sıralanmış.
Bizim bu yazıyı yazmamıza firsat kalmadan, “Kemal” rümuzlu bir yorumcumuz bu saha talimatnamesini gündeme getirmiş. Kendisi bizim söylemek istediklerimizi o kadar güzel açıklamış ki sözü doğrudan ona bırakıyoruz:
Amerikan Ordusu, Anayasasından aldığı dayanakla ülke içerisinde belli durumlarda müdahale etme hakkına sahip. İngiliz ordusunun da durumu farksız. Eğer [buradaki] dökümana bakarsanız detaylar cidden dehşet verici. TARAF veya ZAMAN’ın eline geçse atacağı muhtemel manşetler:
FUTBOL SAHALARINDA TOPLAMA MERKEZLERİ OLUŞTURACAKLARMIŞ!!!
3-38. Civil authorities must provide adequate detention facilities for all subjects. Authorities must be prepared to detain large numbers of people. They may choose to expand existing detention facilities or set up temporary facilities to accommodate the extra load. If possible, large-scale arrests are delayed until sufficient detention facilities have been set up.
HALKA DOĞRULTACAKLARI SİLAHLARIN NELER OLACAĞINI TEK TEK BELİRLEMİŞLER!!!
5-45. If a situation turns from NL to lethal, an NL gunner only needs to change his point of aim and distance to inflict serious bodily harm and/or death to the threat. The closer the soldier is to the target, the greater the kinetic energy and the more severe the effects are to the threat.
6-33. The reserve forces, located at the rally point, can provide another lethal force of some size that can be brought forward, as needed. Each soldier in the control force formation should have a sidearm (9-millimeter pistol) or an M16 or M4 rifle. The rifle is slung diagonally across his back with the rifle butt over his left shoulder and the muzzle below his right hip. Lethal munitions are in a separate ammunition pouch that is isolated from NL munitions. This is to prevent the mixing of NL and lethal ammunition
ÇATILARA SNİPERLAR KOYACAKLAR!!!
During any crowd control operation, the commander must protect the control force with lethal overwatch. This overwatch may be in the form of marksmen and observer teams (sniper with observer) and a response force with lethal capabilities.
6-4. Commanders must assess and secure the areas of operations (AOs). This may be accomplished with the use of helicopter overflights and by visually securing rooftops, high elevations, and advantage points. Designated marksmen teams may be used to secure the rooftops and provide lethal overwatch for the control formation. The control force commander must be aware that designated marksmen teams are positioned on rooftops.
HALKIN TEPKİSİNİ GÖSTERDİĞİ MEYDANLARA SAVAŞ ALANI MUMAMELESİ YAPACAKLAR
(ASKERİ İSTİHBARAT FİŞLEMİŞLER!!! de olabilir)2-18. IPB ((intelligence preparation of the battlefield) is a continuous process for analyzing the threat and the environment of a specific geographic area. During the IPB process, the Intelligence Officer (US Army) (S2) or Assistant Chief of Staff, G2 (Intelligence) (G2) uses all available databases, intelligence sources and products, and related MI discipline to analyze the threat and the environment.
Peki bu dokumanların eğitim senaryoları nasıl oluyordur acaba derseniz … çizilecek senaryoda alt metinler gayet pek çok kişiyi kızdıracak şekilde olabilir (Bu arada dokumanda ekonomik sıkıntılar çekenler ve ırk temelli gruplar tehdit unsuru olarak gösteriliyor. İçime mi doğmuş ne?)
14 Nisan 2011 04:17
Kusura bakmayin da siz veya Kemal rumuzlu arkadas elmayla armutu karistiriyorsunuz.
Atifta bulundugunuz dokuman kamuya acik (publicly available) bir talimatname. Uzerinde kocaman “GIZLI” ibaresi bulunan seminer planiyla ne alakasi var? Madem bu dokumanlar karsilastirilabilinir, o zaman TSK da aciklasin lutfen bu tarz tum seminer, BCG dokumanlarini.
Zaten sacma bir karsilastirma oldugu daha yaptiginiz ilk atifta belli. “Civil authorities must provide”, yani? “Sivil otoriteler..saglamakla gorevli”
Bunun uzerine kocaman harflerle futbol sahalari, toplama merkezi yazmissiniz; balyoz planindaki ASKERIN karar verdigi maddelerle karsilastirmak icin guya.
Cocuk mu kandiriyorsunuz?
14 Nisan 2011 13:11
Kişinin okuduğunu anlaması gerekir ki,okuduğu hakkında yorumda bulunma becerisi gösterebilsin.Yoksa her metni, “sabit fikrine” uygun şekilde doğrulamaya veya hatalandırmaya çalışır.Sabit fikir, gözleri ve vicdanı körleştirdiği gibi (eğer varsa) akıl tutulmasına da yol açar.Eğer muhakemeye yetecek bir yeterlikte akıl yoksa zaten olumsuz anlamda sorun sıfırdır.Bilgiyi de unutmamak gerek, yetersiz bilgi ile işe başlamakta sahibini rezil eder….tabiki, kendini rezil edenin seviyesinin üstünde donanımı olanların karşısında; yoksa aynı seviye veya düşüğü sahipleri karşısında “..gerçekten doğru!” , “..aferin,katılıyorum” iltifatları alır.
Arkadaşımız, “talimatname” ile “semineri” mukayese etmiş bir alakası yok demiş.Bravo! Yok tabiki ! “Talimatname” mevzuat anlamındadır, karşılaştıracak isen..”emasya protokolü” ile mukayese et.Çünkü karşılığı o. Seminerin dayanağı,planlamanın dayanağı mevzuat “emasya protokolüdür”.
Türkiye de emasya protokolü, USA de “talimatname” , planların,seminerlerin yasal dayanağıdır.
Bloga konulan yazıda, USA da da seminerlere,planlamalara dayanak olacak bir yasal düzenleme olduğu,bu yasal düzenlemenin, şok edici başlıklar taşıyabildiği,manşetlere konu olabileceği,bu yönüyle Türkiye de ki olayla benzerlik kurulmasının ironisi yapılıyor.Belki de USA da bu talimatnameye dayanılarak yapılmış seminerler,planlamalarda daha da ileri başlıklarda konuşmalar yapılabildiği,metinler olduğu konu ediliyor.
Hal böyle iken, “Plan semineri üzerinde gizli damgası var, USA talimatnamesi açık” diyerek yorumda bulunmak, hafif tabir ile konuyu anlamamaktır.USA de ki plan seminerinin,planlamalar ın gizli olup-olmadığı hakkında bir fikrin varsa onu söyle !
SİZLERİ KANDIRMAYA GEREK YOK, “OKUDUĞUNUZU ANLAMA-YORUMLAYABİLME YETENEĞİNİZ ÇOK GELİŞMİŞ ASLANIM” DİYEREK ÇOK KANDIRMIŞLAR SİZİ ZAMANINDA, HALEN İNANIYORSUNUZ.SÖYLEYELİM DE BİR İYİLİĞİMİZ DOKUNSUN.
14 Nisan 2011 08:24
Sayin Dogan ve Rodrik,
Bilimsel serinkanliliginizi iyice yitirmeye basladiginizi dusunmeye basladim.
Bu “generic bir talimatname”, digeri ise somut, “ozel isimlerle” yapilmis “simulatif bir plan”. Bu talimatnamede;
– “Chicago senatoru de baskan secildi, memleket meselelerini ne hale getirecek, bakalim gorecegiz” gibi bir ibare.
– “Cin’le savas.”
– “Zencilerin ayaklanmasi.”
– “Milli mutabakat hukumeti” (ABD’de bunun karsiligi nedir ki?)
– “New York belediye baskani da degistirilecek”
– Hangi birligin nerelere gonderilecegi, universite ogrencilerinden nasil faydalanilacagi…
vb. bir suru unsur var mi?
Yapmayin, etmeyin Allah askina.
14 Nisan 2011 09:10
Merttalay ve Cetin’e tumuyle hak veriyorum, sadece Merttalay’in “Kusura bakmayin da siz veya Kemal rumuzlu arkadas elmayla armutu karistiriyorsunuz” seklindeki ifadesine kucuk bir itirazim var. Siz ile Kemal kelimeleri arasinda ‘veya’ degil ‘ve’ baglaci kullanilmis olmasi gerekirdi, zira Kemal rumuzlu arkadasin aktardigi belgeye bu kadar onem atfedip blog yazisi olarak ayri bir basliga tasidiklarina gore elmayla armutu Dogan ve Rodrik’in de karistirdigi konusunda bir suphe yok. Dogan ve Rodrik’in, TSK ve AKP’nin anlasip Ergenekon/Balyoz davalarini kapatmalari seklindeki ifadeleri ile ilk sinyallerini almaya basladigimiz surec Genelkurmay’in aciklamasini “yetmez ama evet” nidasi ile karsiladiklarinda tavan yapmisti sanmistim, ama bu belgeye atfedikleri onemi gorunce “beterin beteri varmis” demek lazim herhalde…
Cetin beyin yorumuna paralel olacak ama Kemal bey ile ilgili tartismayi takip edemeyenler icin orada yazmis oldugum cevabi asagiya da kopyaliyorum:
“Asagidaki bir baska yorumuzunda verdiginiz Amerikan ‘civil disturbance’ planlarinin ise ozunde tartisma ile bir ilgisi yok. Eger illa bir paralellik kurmak istiyorsaniz o planlarin tartisildigi Amerikan ordusu seminerinde Amerikan subaylarinin asagidaki gibi ifadeler kurdugunu hayal etmeniz gerekiyor:
“Chicago’nun sorunlarini halleden tabii Amerika’nin da sorunlarini halledecekmis. O amacla ic siyasete soyunmus bir adamin bakalim meseleleri ne hale getirecegini hep birlikte gorecegiz.”
“terorist orgutlerin gecmiste listelerini elimizde hazir bulduk. [Bunun nedeni] CIA’nin basinda askerin bulunmasindan kaynaklaniyordu. Bir Afrika Amerikalinin baskan secildigi su ortamda bu listeleri saglikli bulup bulamama konusunda ben sahsen endise tasiyorum”
ya da civil disturbance’i bastirmak icin Amerikan baskanina ultimatom vermenin, hatta “milli mutabakatla” secilmis yeni bir Amerikan Baskani’ni gorve getirmenin tartisildigini hayal etmeniz gerekiyor. “
14 Nisan 2011 13:15
Yorumunuza kısmen katılıyorum, evet bence de bir plan seminerinde gerçek isimlerin kullanılmış olması doğru bir uygulama değildir. Zaten yanlış hatırlamıyorsam Dogan ve Rodrik’de bu konuyla ilgili benzer bir yorumda bulunmuşlardı.
Bu belgenin Balyoz Davasıyla direk ilişkilendirilemeyeceğine de katılıyorum ancak bu belgenin burada yayınlanmasında böyle bir çaba da görmüyorum.
Benim gördüğüm kadarıyla Dogan ve Rodrik bu dökümanı yayınlarken Balyoz Davasıyla birlikte basında yayınlanan kimi ses kayıtlarındaki “sert önlemler almak”, “İsanbul’un üstüne çökmek”, “kalkışmayı hızlı bir şekilde bastırmak için gerekti tüm tedbirleri almak”, “gözaltına alınan insanları stadyumlara koymak” gibi bir anda duyulduğunda insanda soğuk duş etkisi yaratan ifadelerin aslında çok da olağan dışı şeyler olmadığını, SIKI YÖNETİM ilanı gibi olağanüstü durumlar söz konusu olduğunda dünyanın en demokratik ülkelerinde bile askerlerin ülke halkını direk etkileyecek ve hatta o halkın bir kısmına yönelik benzer tedbirleri almak üzere planları olduğunu göstermek istemektedirler. Tabi bu benim kendi düşüncem herhalde gerekli görürlerse kendileride bu konuyla ilgili bir açıklama yaparlar.
Dolayısıyla bu döküman Balyoz Davası çerçevesinde gelişen olayları bir bütün olarak ele alarak, yukarda değindiğim açıdan bakılırsa, Taraf ve Zaman gibi gazetelerin attığı birçok başlığın aslında insanları provake etmek ve algının yönünü değiştirmek amaçlı olduğunu göstermek adına önemlidir.
Başlıkların birkısmı ise “Cami Bombalayacaklardı”, “Kendi Jetimizi Düşüreceklerdi” şeklindeydi ki bu başlıklara temel olan dökümanların kim tarafından, ne zaman ve nerede hazırlandığı halen daha kesin olarak bilinemezken ve üstlerinde artık şaibeyi bile aşıp sahteliğini basbas bağıran tutarsızlıklar varken aynı basın organlarının gerçekliğini araştırma ihtiyacı hissetmeden bunları manşetlerine taşımış olmalarıda aslında amaçlananın olayın detayları ortaya çıkmadan insanların algısını istedikleri yöne yönlendirmek olduğunun en güzel isbatıdır sanırım.
Sonuç olarak keşke sizlerde bizlerin “Evet gerçek isimler kullanılması sorunludur” diyebildiği gibi “Evet dünyanın neresinde olursa olsun sıkı yönetim ilanına kadar gidecek halk ayaklanmalarında askerler benzer tedbirler alır” diyebilseniz. Keşke bu kadar körü körüne taraf olmasanızda, davasının somut tutarsızlıklarının etrafında kıvırmaya çalışmadan en azından Abdurrahman Dilipak kadarını yapabilseniz. Keşke o at gözlüğünü çıkarıp bütünü görseniz, mantığınızı kullanarak muhakeme yapabilseniz. Keşke sadece sizin önünüze konulanlar yada “buyurulan” doğrultusunda konuşmak yerine araştırıp, gerçekleri görüp, sözlerinizi mantık ve vicdan süzgecinizden geçirerek konuşsanız.
14 Nisan 2011 14:37
VV,
Yukarida verilen dokuman “publicly available” bir dokuman, herkesin erisebildigi bir dokumani kullanarak hangi insani provike edeceksiniz, hangi alginin yonunu degistireceksiniz. Ayrica aktarilan belgenin ilk cumlesini okudugunuzda dokumanin ne kadar alakasiz oldugunu anliyorsunuz; Merttalay’in yukarida dikkat cektigi gibi allinti “civil authorities must provide…” diyerek basliyor… Seminer planinda ise soz alanlar ifadelerine baslarken bile “gizli gizlilik derecesi ile bilmemkac dakika bilmemneyi aktaracagim” diye basliyorlar ve kimi ifadelerinde sivil otoritelere yonelik ne tur tedbirler alinacagini tartisiyorlar.
Size gore “dunyanin neresinde olursa olsun sikiyonetim ilanina kadar gidecek ayaklanmalarda askerler benzer tedbir alir” desem sorun hallocakmis. Bunu demedigim icin de koru korune taraf oldugumu; hatta haddinizi iyice asip bana buyurulanlar dogrultusunda yazdigimi ifade etmissiniz. Kimmis bana buyuranlar aciklayin da ogrenelim.
Devlet siddet kullanma tekelini elinde tutan bir yapidir; toplumsal duzeni saglamak icin gerek duyuldugu taktirde siddet kullanir, bunda bir sorun yok. Esasen bu tur durumlarda siddet kullanma yetki ve sorumlulugu emniyet teskilatinda ve polis gorev alaninin disinda kalan bolgelerde Icisleri Bakanligi’na bagli jandarmadadir. Ama toplumsal duzeni saglamak icin siddete ne sekilde ve hangi sartlarda basvurulacaginin planlamasinin yapildigi bir toplanti duzenlemek bir ordu komutanliginin isi degildir; hadi yine de duzenlendi; bu toplantida tartisilan harekat planinin maksadini 12 Eylul’den kopyalayarak “Anayasal duzeni temin ve sarsilan devlet otoritesini yeniden tesis etmek” derseniz, plani tartisirken yeri geldikce 12 Eylul’e atifta bulunursaniz; hukumete ultimatom vermekten, milli mutabakat hukumeti kurmaktan bahsederseniz birileri de cikip “yok artik, daha neler” der. Size gore mantiksiz ve vicdansiz olan plan seminerinde yukarida ornek verdigim konusmalari yapanlar degil, onlara “yok artik daha neler” dedigim icin ben oluyorum.
Eyvallah, ne diyeyim; anlasilan sizin mantik ve vicdan suzgeciniz boyle isliyor…
14 Nisan 2011 19:01
Aslında “size” bu mesajı yazmanın anlamsız olduğunu bana yolladığınız mesajdan anlıyorum, ama yinede bir umut belki bu sefer söylediklerimi anlayabilirsiniz, özürdilerim anlatabilirim diye şansımı tekrar denemek istedim.
Birincisi ben ABD ordusunun talimnamesiyle provakasyon yapıldığını ve insanların algısının yönlendirildiğini söylemedim. Ben “Balyoz Planı” adı altında sahte dökümanlar eklenerek servis edilmiş bir plan seminerindeki ifadelerin içinden cımbızla çekilmiş cümleleri manşetine taşıyanları kastettim. Dolayısıyla birisine cevap vermeye kalkarken, cevap vereceğiniz kişinin ne söylediğini anlamaya çalışmanızı öneririm böylece en kibar tabiriyle komik olmazsınız.
İkinci olarak içinde yabancı devletlerle yaşanabilecek olası savaş hallerinde kullanılacak planlarında tartışıldığı bir plan seminerinin halka açık olmasını bekliyorsanız sizlerin mantık yürütmenizi bekleyerek büyük bir hata yaptığımı/yaptığımızı bir kez daha görmüş oldum (bu kısım öncelikle “merttalay” içindi). ABD ordusua ait olan döküman bir talim namedir, içinde herhangi bir yer ve bölge belirtilmemektedir, çok genel olarak değinilmiş olaylar karşısında yapılacakları yine çok genel haliyle aktarır, bu yüzdende gizli olmayabilir. Türkiye’de de bunun karşılığı olarak EMASYA PROTOKOLÜNÜ alabiliriz diye düşünüyorum ki EMASYA PROTOKOLÜ sivil otorite olan valinin talebiyle devreye sokulur. Gizli olmayan bir talimnamede belirtilenleri gördükten sonra, birde ABD ordusuna ait plan statüsündeki bir belgeyi görseniz ne düşünürdünüz merak ediyorum ama siz ABD ordusunda da yapılan plan semineri tarzındaki uygulamalrda çiçek toplama, ağaç budama, çim biçme, hayvan besiciliği, motor bakımı, kütüphanecilik ve çeşitli spor branşları gibi konuların görüşüldüğünü söylesiniz inanmasmada, sizden duyduğum için şaşrımam. Ama şunu bilmeniz gerekir ki eğer gerçekleşme ihtimali olan (ki Türkiye için irtica çok kısa bir süre öncesine kadar hükümet tarafındanda terör gibi iç tehditler içinde görülmekteydi) olaylar karşısında hızla uygulaycağınız planlarınız olmaz ve olay gerçekleştiğinde plan yapmaya kalkarsanız birçok şey için geçmiş olsun demekten öteye gidemezsiniz. Ha bu durum sizi ne kadar üzer, ne kadar tedirgin eder onu bilemiyorum.
Üçüncü olarak değinmek istediğim şey ise “yada” bağlacının anlamıyla ilgili. Bence sizin durumunuzu açıklayabilecek iki durum var. Birincisi en azından yorum yazmakta olduğunuz Balyoz Davası ile ilgili pek fazla araştırmıyorsunuz, belli kaynakların utanıp sıkılmadan, yaptıkları yalan haberleri okuyup okuyup burada yorum yapıyorsunuz. İkincisi ise gerçektende birileri burada bu tip yorumlar yapmanızı, kendi yazdıkları yalanları burada savunmanızı buyuruyor ve sizde onu yapıyorsunuz. Faka bu iki ihtimale değinirken arada yada bağlacı kullandım dolayısıyla aslında direk olarak “size birileri birşeyler buyuruyor ve sizde onu yazıyorsunuz” demedim. Ama bu cümleye bukadar celallendiğinize göre bam teliniz bastım sanırım. Kaldıki burada bunca yorum yazdığınız başlıkları okumuş olduğunuzu düşünürsek bence savunduklarınıza dair azıcık bir şüphe bile duymuyor olmanız birilerinin buyurduklarını yazıyor olmanız ihtimalini benim gözümde arttırmaktadır.
Savcıların belge saklamasına, iddanemelerine yanıltıcı yorumlar koymalarına, yine savcıların herhangi bir delile dayandırılmamış yorumlarını iddanamelerine yazmış olmalarına, burada defelarca dile getirilmiş zaman çelişkilerine, söz konusu dijital dökümanlarda ki askeri yazım tekniklerine aykırı onca öreneğe herhangi bir açıklama getirmeyip, elle tututlur hiçbir gerçek delile dayanmayan yani ipe sapa gelmez yorumlar yazıyor olmanız sizin gibilerin gerçektende birilerinin buyruğuyla bu işi yaptığını, kendi vicdan ve mantık süzgecini kullanmadığınız yada artık yıkanmış beyinlerinizden ötürü kullanamaz hale geldiğinizi düşündürtüyor bana.
Ayrıca “birilerinin buyruğu” konusuyla ilgili olarak haddimi “iyice” aştığımı yazmışsınız. Anladığım kadarıyla bu noktaya kadar zaten haddimi aşmıştım ama bu söylediklerimle “iyice aşmış” oldum demek istiyorsunuz. İlk önce bu noktaya kadar haddimi aştığımı düşündüren şeyler nedir? Yalan haber yapan kimi basın organlarını insanları provake etmeyi ve algılarını kendi isitedikleri yöne yönlendirmeyi amaçladıklarını düşünüyor olmam mı? Kusura bakmayın ama alenen yalan haber yapan gazeteler hadlerini aşmadılarsa ben bu düşüncemle kesinlikle aşmıyorum. Haddimi iyice aşma kısmına yani size buyurulanları yazıyor olmanız ihtimaline ilişkin yorumuma gelince bu benim kendi düşüncemdir ve size belki garip gelebilir ama benim bir başkasının istediği şekilde düşünmek gibi bir alışkanlığım yok, ve istediğim gibi düşünmektede özgür olduğuma inanıyorum. Tabi bu “ileri demokrasi” kavramına uygunmudur onuda ulemaya sorarsınız artık.
14 Nisan 2011 21:36
Merhabalar,
Tahmin edebileceğiniz üzere bu yazının bloga taşınmasına hem çok şaşırdım hem de gene tahmin edebileceğiiz üzere bundan oldukça mutlu oldum. 🙂
Bu mutluluk nedeniyle iki arada bir derede oldukça yoğun bir anımda bir kaç şey yazmadan geçemeyeceğim.
Sevgili VV çok güzel ifade etmiş ve benim beceremediğimi yazıya dökmüş. Kendi adına ifade ettiği şu sözlerin altına imzamı atarım.
“..Benim gördüğüm kadarıyla Dogan ve Rodrik bu dökümanı yayınlarken Balyoz Davasıyla birlikte basında yayınlanan kimi ses kayıtlarındaki “sert önlemler almak”, “İsanbul’un üstüne çökmek”, “kalkışmayı hızlı bir şekilde bastırmak için gerekti tüm tedbirleri almak”, “gözaltına alınan insanları stadyumlara koymak” gibi bir anda duyulduğunda insanda soğuk duş etkisi yaratan ifadelerin aslında çok da olağan dışı şeyler olmadığını, SIKI YÖNETİM ilanı gibi olağanüstü durumlar söz konusu olduğunda dünyanın en demokratik ülkelerinde bile askerlerin ülke halkını direk etkileyecek ve hatta o halkın bir kısmına yönelik benzer tedbirleri almak üzere planları olduğunu göstermek istemektedirler. Tabi bu benim kendi düşüncem herhalde gerekli görürlerse kendileride bu konuyla ilgili bir açıklama yaparlar…”
Yukarıda yazılan bir kaç şeye de hızlıca cevap veremeden geçemeyeceğim. Zaman bulup da üzerinde yoğunlaşamamış olmama rağmen “Public” olduğu ifade edilen talimamenin geçmişine bakarsanız uzun süre varlığı reddedilen bir planın devamcısı. (Bu nedenle ilk yazmış olduğum yorumun altında olan ve gene yoğun bir dönem olduğu için çok açamamış olduğum -komplo teorisi olabilir- cümlelerim bundan kaynaklıydı.) Hoş bu metinin altında -ISLAK İMZA – var! :))
Bir diğer konu somut olaylar meselesi. Elbette bu genel bir talimname ve somutlaşma meselesi bunun üzerinde yapılan eğitimler ve tatbikatlar sırasında yapılıyor. Dün biraz karıştırdığımda Amerikan ordusunda Eğitim ve Tatbikatlar konusunda da talimnameler olduğunu ve bu talimnamelerde eğitimlerin senaryolar çerçeversinde verilmesine atıflar vardı. Çok fazla spekulasyo yapmak istemem. Dediğim gibi çok detaylı bir tarama değildi yaptığım üstelik de konuya hakim değilim. Ama blogun okuyucuları veya yorumcuları arasında Askeri eğitim almış olan daha da iyisi Kuzey Amerika’daki askeri okullarda belli bir dönem bulunmuş birileri varsa eminim onların bu konuda söyleyecekleri çok şey vardır. Anlayabildiğim kadarıyla söz konusu senaryolara örnekler bulmak da internette mümkün görünüyor. Yani eleştirel yazılar somut olaylara atıfta bulunulduğunu dile getiriyor, örnekler veriyor ama ben söz konusu ilk kaynaklara erişmye fırsat bulamadım. Ama fırsatım olursa bakmaya çalışırım…
ÖTE YANDAN okumuşsanız farkedeceksiniz ki bu generik talimname de bile somut olaylara atıf var. Birilerinin demokratik tepki olarak niteleeceği DTÖ’nün Seattle toplatısında yapılan eylemleri isyan olarak niteleyen bu dokumanda somutlanmış diğer olaylar:
“…1-33. Riots vary considerably in both targets and players. A communal riot,
for instance, deals with deep-seated ethnic, religious, and language
differences. Commodity riots involve an attack on property by acts of
vandalism, looting, and arson. Protest riots, such as the riot around the World
Trade Organization (WTO) Assembly in Seattle, Washington (30 November
1999), illustrated individuals and groups aggressively and sometimes
violently acting out or voicing their opposition to the assembly. The
Democratic Convention in Chicago, Illinois, in 1968 reflects a riot that directly
targeted police and authority in general. Celebration riots occur across the US
as a result of home team victories in sporting events, among other reasons.
Celebrating crowds look to make the moment more memorable through
raucous acts that demonstrate their joy or happiness, for example, the riots
that took place in Chicago in 1992 as a result of the Chicago Bulls winning the
National Basketball Association (NBA) Championship…”
Özetle, Fmeraklı da devletin şiddeti meşru kullanma tekeline atıfta buluuyor. Ben diyorum ki, olağanüstü hal durumu ve seferberlik durumunda bu yetkinin sivil halka karşı ordu tarafından kullanılıyor olması demokratik ABD’de görüldüğü üzere söz konusu. Demek ki bu yetkiyi sen vermişsin orduna. Peki bu ordu bu yetkiyi kullanacağı zaman için hazırlık yapmayacak mı? Eğitim görmeyecek mi? Bu bağlamda istihbarat toplamayacak mı? Davulu as ama tokmağı sakla, sonra düğünde baa 9. sefoniyi çal de! Olmuyor işte. Bunun eğitimi de semineri de plan semineri de tatbikatı da yapılıyor. Peki bu eğitim sırasındaki senaryonun içeriğine kim karar vercek? Elbette yetkiyi verdiğin kişiler karar verecek. Senin yetkiyi verdiğin kişi demişki olağanüstü bir hal durumunda iç tehdit unsurları Bölücüler olabilir, aşırı sol unsurlar olabilir ve 1. Ordu’nun yetki sahası içerisinde daha yoğun olarak irticai unsurlar olabilir. Bunda neye itiraz ediliyor? İç tehdit olarak saylonlular mı gösterilecek…
Elbette, eğitim sırasında somutlaştırma aşamasında BENCE DE gerçek isimlerin kullanılması yanlış. Benim anladığım bu eğitimlerin bir işlevi de emrindeki personelin bilgi, beceri ve muhakeme yeteneğini ölçmek. Misal 7. ya da 9. ya da 8. bilemedim şimdi, bir kasette bir subay kalkıyor POMAKları Gagavuzlarla karıştırıp onlar için Hristiyan Türk diyor. Sanırım Çetin Doğan düzeltiyor. Ne arasın Hristiyan Türk Batı Trakya’da, onlar Müslüman Bulgarlar diyor. Al sana bir eksi ot diye geçti okurken içimden…Yani demem o ki gerçek isimleri kullananlara belki de semineri yönetenler bu nedenle eksi not verdi. Bunu da bilemiyoruz. Naif bir insan değilim. Ama aksi durumu gösteren elinizde bir belge var mı? Tamamen kanılar üzerinden değerlendiriyoruz. Buna hakkımız var mı? Neyse demem o ki zaten somutlaştırma çok az sayıda var ve gönül isterdi ki senin subayların somutlaştırmaları hayali ilçeler ve hayali kişiler üzerinden yapsın.
Öte yandan sen olağanüstü hal durumunda bir yetki vermişsen ve bu kurum buna hazır olsun istiyorsan o kurum elbette istihbarat toplayacak. Gerçek kişiler olacak bu istihbaratlarda. Sen bir gün bunlar kamuoyuna yansırsa “Neden İstihbarat Topladın!” diye değil Bu ne biçim istihbarat sahayı yansıtıyor mu? Bu kişilerin neresi aşırı sol unsur v.s.” diye eleştirebilirsin. Devletin meşru şiddeti kullanan aygıt olarak tanımlandığı şablon üzerinden yapacağınız silsile bunları gerektiriyor. Yok ben orduya güvenmem bunu Mit yapsın dersin, toplumsal karşılığı varsa o yetkiyi alırsın ordunun elinden. Sonra da bir gün pişman olmamak için dua etmeye başlarsın. Bu yetkiyi ordusuna veren ülkelerin ir nedeni vardır diye düşünüyorum…
Ama bizde askere alerji var. Ne yapsalar tu kaka. Eee bu mantıkla yola çıkınca nesnellik elbette kayboluyor. Benim alerjim yok. Onlar da vatan evladı. Onlar da işlerini iyi yapmaya çalışıyorlar. Tabii baa göre. Ama bu demek değil ki, işlerini yapmadıklarını, yalan yanlış çarpıtmalarla kamuoyunu kışkırtım, kendi istedikleri bir yönetim anlayışını toplumun geneline dayatmak istediklerini ispatlayacak bir delille ortaya çıkarsanız, o grubun görevde uzaklaştırılarak yargılaması konusunda da elimden geleni yapmaya çalışırım. Nitekim bu blogda gösterilen onca örnek böyle bir grubun canla başla çalışrak sahte delil yarattığını ispatlıyor. Kim? Bilimiyor. Niye bilinmiyor? Araştırılmıyor? Kim araştırmalı? Yanıt açık. Savcılar ve onların görevlendireceği kolluk kuvvetleri. Neden araştırmıyorlar? Görevlerini yapmıyorlar. Suç mu? Suç. Bu suçu kim araştıracak? Gene savcılar…
Sevgili fmeraklı bütün bu bağlamda an itibariyle bilinen çıplak gerçek sadece bu. Bilinenler değişir, ben de o gün senin yazdıklarını yazarım. Benim anlamadığım bu bilinenlerle sen neden benim yazdıklarımı yazmıyorsun? Yazma, canın sağolsun. Görüşün senin ve benimki nasıl değerliyse seninki de değerli. Demek ki diyorum ortada benim çıplak gördüğüm kanıt yaratma çetesinin varlığı meselesi o kadar da çıplak değil. Yoksa sen niye onların ortaya çıkarılması için uğraşmayasın ki? Aynı şey senin için de geçerli. Senin o kadar çıplak olduğunu düşündüğün eğitim seminerinin darbe provası olduğu senaryosu aslında o kadar da çıplak değil. Yoksa ben niye görmüyorum?
Ben sana 8 Mart tarihinde, bu seminerden çıkıldığında ne olmuş? Dağılmışlar mı yoksa seminer sonuçlarına uygun olarak aksiyon planlarını hayata geçirmek için çalışmalara gizli olarak devam etmişler mi diye sorduğumda verdiğin yanıttan anladığım kadarıyla bir şey yapıldığına dair elinizde bir kanıt yok. Yani benim bilmediğim, duymadığım sizin de bildiğiniz bir şey yok. (Kusura bakmayın yanıtınız yeni okudum ve burada cevap vereceğim. Akış biraz kayabilir ama artık kalkmam lazım o yüzden düzeltemeyeceğim yazılmışları…)
Neyse demem o ki, sizin yanıtınızdan anladığım aslında SİZ DE bunu bir darbe provası, yani darbe yapma sürecindeki bir aşama olarak görmediğiniz, eğitim seminerlerinin sadece iç tehdite yönelik olarak yapılamayacağından, kılıf olarak dış teditin içinde olduğu bir senaryoda asıl iç tehditin tartışılmasının amaçlandığını ileri sürüyorsunuz. Ki ben bu dediğinizle zaten HEM FİKİRİM! 🙂 Yani aynen öyle. Çetin Doğan’la zıtlaşan Genelkurmay Karargahı(Hilmi Özkök, v.s.) benim görüşüme göre -spekulasyon olacak ama aksi kanıtlanana kadar geçerliliği olan bir teori olarak değeri olduğunu düşünüyorum- zaten bu bağlamda zıtlaşıyor. Çetin Doğan asıl iç tehditi önemli görüyor. Benim anladığım hükümete mesaj verme kaygısı bu seminerin yapılmasının sadece bir yönü. Hazırlık yapmak da istiyor ki yukarıda ifade ettiğim üzere bu onun GÖREVİ.
Ama mesaj meselesi sıkıntı doğuruyor. Yeni seçilen hükümete zaman vermek isteyen GK’nın üst kademesi karşı çıkıyor. Açın Mehmet Ali Kışlalı’nın 2009’a kadar yazdığı yazıları okuyun. Hep GK’daki bu ikili ayrışmayı dile getiriyor (kutuplaşma değil de tarz alamında ifade ediyor elbette). Neyse, ilk dönemlerde zaman verelim, hemen dirsek göstermeyelim diyen grup(yanlış anlaşılma olmasın iki grubun da diresek göstermeden kastı sizin anlama olasılığınız olan darbe değil, sert ilişkiler, soğuk rüzgarlar, v.s. gibi toplumda yansıması olacak tavır içine girmek söz konusu dirsek) neyse ilk dönemlerde zaman verelimciler ağır basıyor. Ama söz konusu plan semineri bir istisna oluyor. Zaman verelimciler dirsek gösterme olarak anlaşılacak olan bu seminerden iç tehditin çıkarılmasını istiyor. Çetin Doğan’da Atatürk’e atıfta bulunuyor ve Genelkurmay Karargahından farklı olarak emrinde bir ordu olmasının avantajını kullanıyor ve dış kılıflı iç odaklı semineri düzenliyor. Siz diyorsunuz ki bu suç ben diyorum ki değil. Anlaşılan savcılarımız da değil diyor. Sadece iç olmaz. Tamam. Ama Dış kılıflı iç olmaz diye bir şey yok. Hakkı var. Yapmış. Hani Ağaoğlu diyor ya “yapacağım dedim yaptım”.
Sizle anlaşılan olayların seyri bağlamında çok ayrışmıyoruz. Asıl ayrışma noktamız sizin bunu suç olarak görmeniz. İyi ama dava bu değil. Dava balyoz planı adı altında bir cuntanın darbe yapmaya teşebbüs etmesi. Tartışmamız gereken seminerin içeriği değil. Asıl böyle bir cunta var mı? Kimler, ne tip eylemler yapmışlar, nerede toplanmışlar? Ne tip yazışmalarla bunları örgütlemişler. Darbe yapmaktan neden vazgeçmişler? Sorun şu ki, ortada bu konuda yapılan bir tartışma pek kalmadı. Çünkü bu bağlamda kanıt olduğu öne sürülen digital veriler sağolsun bu blog tarafından delik deşik edildi. Geriye kala kala anlaşılan seminerin içeriği kaldı. Ama bir harp oyunu niteliğindeki seminerden darbe çıkartmak, Hanefi Avcı’dan devrimci çıkartmak kadar maharet ister…
Sevgiler
14 Nisan 2011 21:52
Ufak bir ek,
Farklı şeyleri tartışmamıza yol açan bir cümlemi alıntılayayım..
“..Çetin Doğan asıl iç tehditi önemli görüyor. Benim anladığım hükümete mesaj verme kaygısı bu seminerin yapılmasının sadece bir yönü. Hazırlık yapmak da istiyor ki yukarıda ifade ettiğim üzere bu onun GÖREVİ..”
Siz bu yazıdan Darbe yapıp yönetimi uzaklaştırmak onun görevi dediğimi anlıyorsunuz (çok muhtemel) ama benimdediğim bu değil. Irak’ta gidişatın ne olacağı belirsiz bir müdahale söz konusu. Kıbrıs’ta Annan Planı (o zaman ki hali) dayatılıyor. Nereye yönelim olacağı bilinmiyor. Çetin Doğan kendi ordusunun görev alanında tek dış tehdit olarak Yunanistanı ve onun yaratacağı iç kışkırtmaların yol açabileceği irticai ayaklanmayı değerlendiriyor. Ve plan seminerinde bunu senaryo olarak ele alıyor. Karargah iç tehditi gündemden düş, hükümete karşı dirsek göstermek olarak algılaabilir diyor. O da “Daha iyi ya, algılarlarsa algılasınlar. Orduya verilen bir görev Cumhuriyet’i korumak” diye (TAHMİN EDİYORUM) düşünüyor. Size göre kendi hükümetiyle zıtlaşan bir memur darbecidir, benim görüşüme göre memur hükümetin değil devletin memurudur ve hükümetle paralel düşünmek durumunda değildir. Hükümet bu memuru görevden alır. O memurun da sorumluluğu kalmaz. Ama hükümetten farklı düşünen misal Merkez Bankası eski başkanı nasıl doğru bildiğini yapıyorsa, hükümet irticayı iç tehdit olarak algılamıyorsa (Kİ Bu da bayağı tartışmalı, bir boş zamanımda gerek CEmil Çiçek gerek Beşir Atalay’ın kimleri ve neyi tehdit olarak gördüğünü daha uzun uzun yazışabiliriz, ki başka örnekleri de çoğaltmak mümkün…). Neyse memur gene de görevini yapar. Hükümet işten atarsa, memur da idare mahkemesine gider ve hakkını arar. Ben anlamıyorum nasıl bir demokratik devlet algısı var insanlarda. Demokrasilerde hükümet seçilmiş krallar değildir. Devletin tamamına da hakim değildir. Onları ne için seçtiğimiz, yetkilerinin sınırları, görevleri, sorumlulukları vs. yasalarla tanımlıdır. Benim bildiğim siz siyaset bilimi öğretim üyesisisniz. Yanılıyor muyum? Üstelik ABD’de yaşıyorsunuz. Herhalde demokratik devletin nitelikleri konusunda benden daha bilgilisinidir diye düşünüyorum…
Sevgiler.
14 Nisan 2011 21:54
Ufak bir ek, daha
Farklı şeyleri tartışmamıza yol açan bir cümlemi alıntılayayım..
yerine kastedilen aslında
Farklı şeyleri tartıştığımızı gösteren bir cümlemi…
olacak.
Benden bu kadar.
Sevgiler.
14 Nisan 2011 22:03
Son olarak. 🙂
“Tartışmamız gereken seminerin içeriği değil.”
cümlemden kastım bu blog çerçevesinde tartışılması gereken. Çünkü dava Darbe Planı davası. Seminer Darbe Planı’nın provası olsa, o zaman içeriği de tartışalım elbette. Ama bu seminerin yapılış biçimi, katılımcıları ve söyleminde darbe planı iddiası çıkarmak oldukça zor görünüyor olsa ki, Balyoz Planı diye bir şey üzerinden dava açılıyor 6 sene sonra…
14 Nisan 2011 23:40
Kemal,
Seminer zaten Darbe planının provası. Savcı’lığın iddianamesi bu yönde zaten. CD ler deki belgelerle her türlü görevlendirmeyi, yetkilendirmeyi yapıyorlar, seminer de de provasını yapıyorlar diyor savcılık. Hep söylüyorum. daha önce ki yorumum da savcılık iddianamesinin sonuç bölümünü vermiştim blogda. Bu dava’nın omurgası cd ler. Seminer prova. O yüzden seminer den darbe planı çıkarmak zor.
14 Nisan 2011 12:22
Sn. Pınar, Dani, Kemal
Sizin okumanızda da yok anlaşılan. Amerikan ordusunun “iç karışıklıklar” karşısında alması gereken tedbirleri düzenleyen bir saha talimatnamesinde TSK, Çetin Doğan kelimesi var mı ? Yok .
Ne alaka o zaman balyoz davasıyla…
çocuk mu kandırıyorsunuz ?
14 Nisan 2011 14:22
Bu blogda yorum yaparken sürekli havanda su dövenlerden savcıların bazı belgeleri adli emanette neden sakladıkları ve bazı begeleri nasıl kaybettiklerini açıklayabilecek birşeyler söylemelerini bekliyorum.Adli emanette saklanan 51 no lu dvd kimler tarafından kırıldı? o dvd yüzünden yıllardır tutuklu olan insanlar var.
14 Nisan 2011 14:36
Plan semineri ile ABD Ordu talimatnamesi arasında uygulanacak yöntemler açısından bir analoji yapılmış. Her iki unsurda da askerin gerektiğinde çok sert gelebilecek önlemlere başvurabileceği anlatıyor.
Ancak, merttalay ve fmeraklı arkadaşlarımız sanıyorum biraz da kasıtlı olarak bu analojiyi görmezden gelmeye ve 2 unsur arasında birebir ilişki kurmaya çalışıyorlar.
Elbette bir seminer ile plan arasında böyle birebir ilişki kurulamaz. Birisi interaktif uygulama çalışmasıdır.. diğeri ise bu çalışmaların sonucunda yapılan planlamadır.
Sonuç olarak; jenerik plan üzerinden oynanan tehdite yönelik oyunda kullanılacağı varsayılan yöntemlerin ABD ordu talimatnamesinden pek de farklı olmadığı açıkca görülüyor. Bunun hükümete yönelik bir tertipmiş gibi gösterilmeye çalışılmasının fazla bir anlamı kalmıyor.
Özellikle 2-18. IPB ((intelligence preparation of the battlefield) tehditlerin analizi için her türlü istihbarat imkanlarının kullanılması dedikleri şeyin fişlemeden pek de farkı yok. ABD’nin Bush yönetiminden itibaren terör tehditi bahanesiyle bu yönde çok sayıda yasa çıkardığını ve özgürlükleri ve kişisel hakları ciddi boyutta kısıtladığı bilinmeyen bir şey değil.
Bir belgenin “kamuya açık” olması veya “Gizli” olması tamamen belgeyi hazırlayan kurum ve kuruluşların kendi tasarruflarında olan yaklaşımlardır. Türk ordusunun zaten geleneksel olarak kamuya açık belgesi yoktur. Tebrik mesajları bile kişiye özel gider. O yüzden, biri gizlidir, diğeri açıktır tezinin yapılan analojiye herhangi bir etkisi olmaz.
14 Nisan 2011 16:08
fmerakli ve merttalay,
Kemal’in bu yazıya konu olan yorumu TARAF ve ZAMAN gazetelerinin bakış açısı ve üslubu kullanılarak “public” bir Amerikan ordu talimatnamesinin bile nasıl manşete çekilebileceğini gösteriyordu. Bu parodiden neden bu kadar rahatsız olduğunuzu anlamak zor.
ata’nın dediği gibi, bu talimatnamenin bizdeki karşılığı EMASYA protokolüdür. Talimatnameyi açın, “Appendix B” ile EMASYA’yı karşılaştırın isterseniz.
Bu “public” talimatnamenin yayınlanmadan önce pek çok askeri ve sivil filtreden geçmiş bir belge olduğu açık değil mi?
Şimdi asıl sorulara gelelim.
Bu talimatnameyi hazırlamak için kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarda, hatta bu talimatnamenin taslaklarında nasıl ifadeler geçmiş olabileceğini tahmin edebilir misiniz?
Bu talimatnameyi görev olarak kabul eden ve buna yönelik tehditleri değerlendiren ve “public” olmayan askeri planlar, seminerler, eğitim toplantılarında Balyoz plan seminerinde kullanılanlara benzer ifadelerin kullanılmamış olma ihtimali var mı?
Bir parça bağımsız düşünün, içine düştüğünüz kısır döngüden ve komplo teorilerinden kafanızı kaldırıp olan bitene bakın derim.
Kolay gelsin …
14 Nisan 2011 16:36
O acin bakin dediginiz EMASYA protokolunun tam metni 25 Ocak 2010’da ‘yandas’ bir gazetede yayinlandi, yayinlandiktan yaklasik iki hafta sonra da yururlukten kaldirildi.
Eger o talimnamenin hazirlandigi toplantida, Amerikan subaylarinin, emniyet gorevlilerini “baskan secilince Obama’yi (ya da tarihine gore Bush’u vs) ziyarete gitmisler” diye elestirdiklerini ya da Amerikan baskanina ultimatom vermeyi, milli mutabakatla yeni bir Amerikan Baskani secmeyi, ismini zikrederek New York Belediye Baskani’ni emekli bir askerle degistirmeyi ya da bunlarin muadili demokratik anlayisa sigmayan konulari konustuklarini mumkun goruyorsaniz, asil size kolay gelsin…
14 Nisan 2011 16:53
Ben “o açıdan bakın” demedim, ikisini karşılaştırın dedim. Öncelikle okuduğunuzu doğru anlamayı öğrenin.
EMASYA bu plan semineri sırasında yürürlükteydi ve askerin görev tanımının bir parçasıydı. Aynı plan semineri bugün yapılsa EMASYA kalktığı için görev olarak kabul edilemez.
Amerikan subaylarının farklı toplantılarda veya bağlamlarda Obama veya diğer politikacılar konusunda çok renkli konuştuklarından hiç şüphem yok. İsterseniz McChrystal ismini bir araştırın. Obama sağlam duruş sergileyip McChrystal’ın istifasını istedi. Kimse cadı avına falan da kalkışmadı.
Komplo teorilerinden sıyrılın, gerçekleri görün derim.
14 Nisan 2011 17:02
“açın” kelimesini “açıdan” diye okuduğum ve gereksiz çıkış yaptığım için özür dilerim.
Öte yandan EMASYA’nın Ocak 2010 tarihine kadar “gizli” olması bir şey ifade etmiyor. Önemli olan içeriklerin ve amaçların örtüşüyor olması. Başka bir yorumcunun dediği gibi bizde tebrikler bile kişiye özel gönderiliyor. Açık ve saydam olması gereken pek çok şey gereksiz yere gizli örneğin ÖSYM’nin kitapçık oluşturma algoritması ve Denizfeneri davası gibi.
14 Nisan 2011 18:04
Sorun degil, “okudugunuzu dogru anlamayi ogrenin” cikisinin ardindan, aslinda yanlis okuyanin siz oldugunuzu belirterek ozur dilemissiniz. Bu blogta ender gordugumuz bir incelik, tesekkur ederim.
Can bey, ses kayitlarini okumus oldugunuzu dusunuyorum, bu nedenle semineri o tarihlerde yururlukte olan EMASYA cercevesinde nasil ele alabildiginizi inanin anlayamadim.
Dogan pasadan yaklasik bes yil sonra 1. Ordu Komutanligina oturacak olan Saygun Pasa’nin seminerdeki konusmasindan bir bolume kulak verelim:
“Komutanım, ben evvela müsaade ederseniz şu konuyu vurgulamak istiyorum. Bu bir EMASYA değildir. Bu bir devletin bekasıyla ilgili bir şey. Rejimin devamı ile ilgili bir şeydir. Bu bakımdan diğer kuvvetlere mensup bölgemizdeki kurum ve kuruluşların da bu yaklaşım içinde olması ve bu yapılacak bütün planlamada yer alması, bilfiil görev alması gerekir”
Saniyorum bu alintinin uzerine daha fazla yorum yapmaya gerek yok, siz EMASYA cercevesinde semineri mesrulastirmaya calisiyorsunuz ama, pasalarimiz bu konuda net: “Bu bir EMASYA degildir!”
14 Nisan 2011 18:35
fmerakli,
Ben bir şeyi meşrulaştırmaya çalışmıyorum. Plan seminerine gereğinden fazla anlam yüklenmesine karşı çıkıyorum. Evet, oradaki subaylardan bir kısmının EMASYA ötesinde kuşkuları, beklentileri hatta gizli ajandaları olabilir. Bu seminerde söylenen bir takım ifadelerin yasal yaptırımları olabilir, olmalıdır.
Beklenen şey bu ve benzeri ifadeler ortaya çıktığında muhatabı olan sivil yöneticilerin tavırlarını koyup açıkça bu ifadeleri sorgulamaları, buna göre yaptırım neyse uygulanması. Aynen McChrystal durumunda olduğu gibi.
Eğer bu bir cadı avına dönüştürülüyorsa, hükümet tavrını “bizi stadyuma bile götürmeyip köşede infaz edeceklerdi” tarzı polemiklerle mağduriyet yaratmaya dönüştürüyorsa, suçlamalar plan semineri değil darbe planı üzerine kuruluyor, ve her tarafı dökülen 2003 yılında yazılmış olması mümkün olmayan bu planlardan tatmin olmayıp eleştirenler de darbeci damgası yiyorsa, savcılar delil karartıyorsa burada olası bir darbeden çok daha büyük başka bir problem var demektir.
Birileri yaratılan korku ve paranoya ortamını körüklüyor, ve bundan beslenerek ordunun ve ülkenin yapısını kendi amaçlarına göre düzenliyor olabilir mi? Herkesin her konuda kutuplaştığı bir ortamda anlayış ve hoşgörü filizlerinin nasıl yeşerebileceğini izah edebilir misin?
14 Nisan 2011 19:26
Turiye’de keskin kutuplasmalar oldugu dogru, ama herkesin her konuda kutuplastigi ve mevziler arasi hatlarin butunu ile ayristigini da dusunmuyorm. Bu nedenle toplumsal tabanda hosgoru ve diyalog dilinin gelismekte oldugunu dusunuyorum ve bunun orneklerini de goruyoruz.
Ornegin ODTU’lu ogrenciler tarafindan kurulan ve zamanla hem uyelik tabani, hem faaliyetleri ve hem de etkisi ODTU’nun disina tasan, farkli davalardan sanik Dursun Cicek albayin oglunun da bir ara uyesi oldugu ve ozunde tabir-i caizse ODTU orjinli bir “Beyaz Turk” olusumu olan Genc Siviller hareketi bugun sadece farkli gorusleri icinde barindiran degil, farkli toplumsal gruplarin magduriyetlerini kendisine mesele yapan bir hareket ki kendilerini soyle tanimliyorlar:
“Bizler genel anlamda demokratız. Aramızda her politik görüşten arkadaşlar var. Solcular, liberaller, muhafazakârlar gibi. Türkiye’de bugün Hrant Dink’in öldürülmesi gibi çok önemli sorunlarımız var. Bu nedenle de ideolojik kamplaşmalar yerine, öncellikle namuslu, ahlâklı ve duyarlı bir demokratik duruş yakalamayı ve bunu da toplumun her kesiminden destek alarak, demokrasinin hepimize gerekli bir zemin olduğunu anlatarak yapmaya çalışıyoruz. (…) Biz demokratik aktivizm yapan, ama bunu herkes ve her şey için yapan, özellikle sesi duyulmayan öteki’lerin dertlerini de önemseyen bir hareket planı izliyoruz. Kısaca amacımız tüm duyarlılıkları birbirine bağlamak, demokratik bir ahlâk ve namusu kendi içimizde sağlayarak Türkiye için de bir açılım yaratmak.”
Tabanda diyalog surecinin farkli bir ornegini de sol orjinli insan haklari hareketlerine bir nevi reaksyon olarak ortaya cikmis ve basta basortusu sorunu olmak uzere din ve ibadet ozgurlugune iliskin sikintilari kendisine ana mesele yapmis olan ve ozunde muhafazakar bir tabana oturan Mazlum-Der’in bu sene Taksim meydanindaki 24 Nisan anma torenine katilacak olmasi yine diyalog ikliminin yesermekte oldugunun bir gostergesi. Mazlumder o gun Ermeni yurttaslarimizin yaninda olacak tek STK degil belki, ama onlarin katiliminin farkli sosyal segmentler arasindaki diyalog baglaminda sembolik bir onemi oldugunu sanirim siz de kabul edersiniz.
Bu ve benzer pek cok ornek baglaminda anlayis ve hosgoru ikliminin tabanda hayat bulmaya basladigini dusunuyorum…
14 Nisan 2011 19:40
Ne yazık ki bahsettiğiniz STK’lar kendilerine ayrılan kum havuzlarında oynamanın ötesine geçemiyorlar.
Genç sivilleri ODTÜ’de protesto sonrası göz altına alınan, savcının 10 yıl hapis istediği arkadaşlarının da yanında görmek isteriz.
MazlumDer’in taksimde olacak olması da güzel, polis biber gazını kontrollü kullanır.
O kadar çok karşı örnek, o kadar çok tahammülsüzlük var ki.
İyimserliğinin yurt dışından tek taraflı medyaya uzun süre maruz kalmaktan kaynaklandığını düşünüyorum.
16 Nisan 2011 00:08
🙂
14 Nisan 2011 19:30
VV yukarıda yazmış. Ben de bir daha yazayım, çift dikiş olsun.
Plan semineri EMASYA değildir. Buna katılıyorum. Bu blog yazısında bahsedilen Amerikan belgesi EMASYA’dır. Nasıl bizim askerler EMASYA’yı görev kabul edip plan semineri düzenledilerse, Amerikan askerleri de kendi taslak dokümanları üzerine sivil ayaklanmalara karşı benzer planlar yapmakta, seminerler eğitimler düzenlemektedir. Bu planların, seminerlerin, eğitimlerin dokümanları, kayıtları gizlidir. Bu seminerlerde iç tehditler tartışılırken hükümet politikalarının, kişi isimlerinin geçmediğini, düşünmek saflık olur. Bakın planların, seminerlerin bu amaçla düzenlendiğini iddia etmiyorum. Ancak konuşmaların süreç dahilinde mevcut kişi veya politikalara kaymaması da mümkün gözükmüyor.
14 Nisan 2011 22:10
Sayın fmeraklı;
Siz yine önceki konuda yaptığınız gibi konuşma kayıtlarından bazı cümleleri cımbızlayarak onun üstünden yorum yapmışsınız. “Devletin bekası, rejimin devamı” hakkındaki sözlerin plan seminerinde “iç tehdit varsayımı” üzerine söylenmiş sözler olduğu akıldan çıkartılmamalıdır. Bu önemli noktayı atlayarak sanki güncel koşullara bağlı bu laflar edilmiş gibi yorum yaparsanız adil davranmamış olursunuz.
Hani meşhur bir fıkra var: Papa NewYork’u ziyarete gitmiş… Gemiden inerken gazetecilerden biri sormuş;
– Papa hazretleri… NewYork genelevi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Papa şaşırmış;
– NewYork’da genelev mi var? demiş.
Ertesi gün tüm gazeteler manşet atmış: Papanın gemiden iner inmez ilk sözü: “NewYork’da Genelev var mı?”
Seminerde geçen ifadelerin de seminer içeriğiyle uyumu yönünden değerlendirilmesi gerekiyor. Açıkcası konuşmalarda geçen bazı serbest ifadelerden, özellikle AKP adının geçmesinden falan ben de rahatsızlık duyduğumu söylemeliyim. Ama bunların doğrudan seminer içeriğiyle ilgili olduğunu düşünmedim. Daha çok, seminer içerisinde yapılmış bazı işgüzar yorumlar olduğu kanısına vardım. Sizin de cımbızladığınız cümlelerin bir oyun senaryosu içerisinde söylenmiş sözler mi, yoksa güncel temenniler mi olduğunu ayırdedebilecek zeka kapasitesinde olduğunu düşünüyorum. O yüzden verdiğiniz örnekler bana inandırıcı gelmiyor. Sanki kendinizi de ikna etmeye çalışıyormuşsunuz gibi sırıtıyor.
14 Nisan 2011 19:47
Amerikalilar da yapiyor oyleyse ok demek. Benim bastan beri anladigim bu sitenin amaci davada yapilan haksizliklari konu almakti. Kendine demokrat diyebilecek bir insanin dunyanin neresinde yazilmis olursa olsun savunmayacagi belgeleri legalize etmek degil.
14 Nisan 2011 21:59
Sayın radikal,
Neyin legal olduğu veya olmadığının çizgisini çizmek bazı devlet işlerinde pek kolay değildir. Örneğin silah kullanmak yasaktır. Ama polisin silah kullanması serbesttir. Askerin de adam öldürmesi yasaktır. Ama savşta adam öldürmesi beklenir.
Biraz daha ileri gidersek; dünyanın bütün gizli istihbarat teşkilatlarında devlet adına adam öldüren, suikast yapan kişiler bulunur. Bu işlerin ne kadarı legaldir? Bunları tek bir bakış açısına oturtmak kolay değil. Devletin açık açık öldürme verdiği tek örgüt Mossad’dır. Eski Nazi suçlularını bizzat devletin emriyle teker teker çeşitli ülkelerde yakalayıp öldürmüşler, ve dünyaya bu konuda hiç bir hesap vermemişlerdir. CIA veya KGB gibi örgütler ise bu işi daha gizli kapaklı yürütmüş, ama bu gibi kişileri sınırsız devlet güvencesine almıştır.
Diğer yandan; telefonları dinlemek suçtur. Peki MIT dinlerse suç mudur? Görevi istihbarat toplamak olan bir kurum bu işleri yaparken ne kadar yasal sınırlar içerisinde kalabilir? Hukukçuların bile yıllardır tartışıp durduğu bu konuları sadece “demokrat” kimliğine sığınarak basite indirgeyemeyiz.
15 Nisan 2011 17:54
Dogrudur tartisilir ve yasaldir. Ama bu tip planlar benim ve bircok insanin midesini bulandirir, hangi amacla olursa olsun. Asagida baska birisinin de yazdigi gibi davanin savunmasi bu cizgide gidecekse yaziklar olsun.
Burcay
15 Nisan 2011 18:55
radikal,
Merak etmeyin, davanın savunmasının bu çizgide gitmesi sanıklar istese de mümkün değil. Bu blog yazısının konu aldığı plan semineri hakkında iddianamede bir suçlama yok çünkü. İddianame sadece Balyoz harekat planı diye adlandırılan darbe planı ile ilgili. İddianame yapılan resmi plan seminerini “darbe planının provası” olarak darbeyle ilişkilendirmiş, ancak plan seminerinde geçen konuşma ve sunumlarla ilgili doğrudan bir suçlama yapmamıştır.
İddianamenin temelini oluşturan Balyoz Suga vb. darbe planlarının bulunduğu CD’lerin 2003 yılında yaratılmış olamayacağı, bu nedenle darbe planının iddianamede sunulduğu şekilde gerçekleşmiş olamayacağı bu Blogda, yazılan kitapta ve sanıkların savunmalarında sunulan kanıtlarla defalarca ispatlandı. İşin kötüsü savcıların da bu tutarsızlıkları bildiği ancak sanıklar lehine olan delilleri karattıkları, sakladıkları ortaya çıktı.
Bu nedenle, bu blog yazısının dava ile doğrudan bir ilgisi yok. Bu yazı, darbe planının sahte olduğu kanıtlayan delilleri çürütemeyen kişilerin plan seminerindeki konuşmalardan darbe çıkarma çabalarına yönelik yapılan tartışmaların bir kısmını içeriyor. Tartışmaları izlerseniz, birtakım yorumcuların “ama başka ülkelerde olmaz bu tip seminerler/planlar” argümanlarına çok sık rastlayacaksınız. Bu yazı onlara cevap anlamında düşünülmeli.
Plan seminerindeki ifadeler hoş değil, hatta suç da teşkil edebilir. Ancak tek başına darbe planlandığının ispatı olamayacak kadar da zayıf.
Saygılarımla …
15 Nisan 2011 07:10
Herkese merhabalar,
Kabaca saydim, yorumlarinda benim ifadelerime iliskin yorumlar, elestiriler getirmis, sorular sormus onun uzerinde yorum var. Zaman darligindan heosine teker teker cevap yazamiyorum, ama tek bir yorumda, gerektiginde benzer ya da birbiriyler ilintili soru/yorumlari birlestirerek cevap yazmaya calisacagim…
@VV (ve onun yorumuna atifta bulunan Can ve Kemal beyler)
Demissiniz ki (VV),
“Birincisi ben ABD ordusunun talimnamesiyle provakasyon yapıldığını ve insanların algısının yönlendirildiğini söylemedim.”
Beni itham ettiginiz seyi siz yapmissiniz, eger yorumumu dikkatlice okumus ve onyargilarinizdan arinarak ele almis olsa idiniz yukarida bana atfettiginiz ifadeyi soylememis oldugumu gorecektiniz. Tipki sizin gibi ben de basin yayin organlarni kastetmis ve gizliligi olmayan, herkesin erisebilecegi bir belgeyi kullanarak yayin organlarinin provokasyon yapmalarinin guclugune dikkat dikkat cekmistim.
Bir de seminerde tartisilan planin Turkiye’deki muadilinin EMASYA oldugunu ifade etmissiniz. Bu gorusunuzu ben degil, yukarida bir baska yorumda Can Bey’in de dikkatine sundugum uzere seminer ses kayitlarinda Saygun pasa curutuyor:
“Komutanım, ben evvela müsaade ederseniz şu konuyu vurgulamak istiyorum. Bu bir EMASYA değildir. Bu bir devletin bekasıyla ilgili bir şey. Rejimin devamı ile ilgili bir şeydir. Bu bakımdan diğer kuvvetlere mensup bölgemizdeki kurum ve kuruluşların da bu yaklaşım içinde olması ve bu yapılacak bütün planlamada yer alması, bilfiil görev alması gerekir”
Ayrica iddia ettiginiz gibi bu EMASYA cercevesinde tartisilan bir plan olsa idi, seminere EMASYA komutanliklarinin gorev yaptigi bolgelerdeki emniyet mudurleri, valilik gorevlileri, MIT mensuplarinin da katilmasi gerekiyordu. Seminerde tartisilan konularin, hukuken, fiilen ve mantik olarak EMASYA ile bir ilgisi olmadigini kabul etmek neden zor, bunu da anlamis degilim. Ayrica seminerde tartisilan plani seminer katilimcilari “bu bir EMASYA degildir” seklinde nitelendirirken, seminerdeki plani mesrulastirmak icin hala EMASYA’yi kullanan birinin beni “elle tututlur hiçbir gerçek delile dayanmayan yani ipe sapa gelmez yorumlar” yapmakla suclamasi da ayri bir ironi olmus, tebrik ederim. Am tabii soylediginz gibi istediginizi dusunmekte ozgursunuz, komutanlarin EMASYA degildir plani, EMASYA cercevesinde ele almak da dusunce ozgurlugune tabiidir, gerci buradan hareketle ipe sapa gelir sonuclar cikartmak mumkun olur mu, onun taktidirini de blogu takip edenlere birakalim…
Kemal bey de yine seminerdeki tartismalari benim bir yorumumda ifade ettigim devletin siddeti kullanma tekeline atifta bulunarak “bu ordu bu yetkiyi kullanacağı zaman için hazırlık yapmayacak mı? Eğitim görmeyecek mi?.. Bunda neye itiraz ediliyor?” diye sormus. Bir kismini sizin yorumlarina cevaben olmak uzere sayisiz defa ifade ettim, bir kez daha (artik yeniden yazarak degil, kopyalayip yapistirarak) neye itiraz ettigimin altini cizeyim:
..bu toplantida tartisilan harekat planinin maksadini 12 Eylul’den kopyalayarak “Anayasal duzeni temin ve sarsilan devlet otoritesini yeniden tesis etmek” derseniz, plani tartisirken yeri geldikce 12 Eylul’e atifta bulunursaniz; hukumete ultimatom vermekten, milli mutabakat hukumeti kurmaktan bahsederseniz birileri de cikip “yok artik, daha neler” der.
Eger siz yukaridakilerin 1. Ordu’nun gorevi oldgunu dusunuyorsaniz, ki yukaridaki yorumunuzdan o anlam cikiyor, eyvallah. Mutabik olamadigimiz temel nokta bu, ben bunun anayasal bir suc oldugunu dusunuyorum, siz dusunmuyorsunuz. Hem bakin bu o cok elestirdiginiz Balyoz savcilari ile mutabik olma firsati doguruyor size, zira ben savcilarin iddianamede seminer ses kayitlarini, sadece Balyoz planinin ustu ortulu bir provasi olarak kullanmis olmalarini aylardir elestiriyorum. Yeri gelmisken tekrar edeyim, siz “gorevidir, yapar” diyorsunuz ama benim acimdan seminderdeki tartismalarin Askeri Ceza Kanunu’na gore de suc teskil ettigi konusunda en ufak bir tereddudum yok, zira ilgili kanun askerin siyasi gorus bildirmesine bir aydan bes yila kadar hapis cezasi ongoruyor. Eger “hukumete ultimatom, milli mutabakat hukumeti vs gibi hususlar siyasi niyelikte beyanlar sayilmaz” diyorsaniz, o ayri mesele… Bir de, yine ordunun siyaste midahalesinin neden ve hangi kosullarda mesru oldugunu kendi bakis acinizla anlattiktan sonra, sizinle hemfikir olmayanlar icin “Ben anlamıyorum nasıl bir demokratik devlet algısı var insanlarda” seklinde tespitte bulunmussunuz. Soylediginiz gibi demkrasilerde hukumet secilmis krallar degillerdir, ama demokratik bir ulkede ordu yeniceri ocagi da degildir. Sizin tespitinizle paralel olarak, kafasina uymayan hukumete ultimatom vermenin, yerine milli mutabakat hukumeti kurmanin tartisildigi bir ordudan rahatsizlik duymayanlari gordukce, ben de anlamiyorum nasil bir demokratik devlet algisi var insanlarda…
Kemal bey bir de ilgisiz bir duzeltme – evet yurtdisinda bir universitede siyaset bilimi dalinda calisiyorum, ama hayir Amerika’da yerlesik degilim.
@ Can Bey
Ornek olarak verdigim STK’larin etkilerinin az oldugunu biliyorum, ama onlarin ve pek cok benzerinin dahil oldugu toplumsal taban icerisinde kullanmaya basladiklari hosgoru ve diyalog dilinin yukariya dogru bir “spill over” yarattigini da dusunuyorum. Hem bunun bir ornegi olarak, hem de medyayi tek tarafli olarak takip etmedigimin (ki bunu inanarak yazdiginizi dusunmedim aslinda) bir gostergesi olarak bugunku Hurriyet gazetesine bir goz atalim.
Hatirlarsiniz, Durmus Yilmaz, Merkez Bankasi baskanligina atandiginda hergun Turkiye’nin Turk’lere ait oldugunu yedi duvele ilan eden amiral gemisinin kaptani Ertugrul Ozkok, “Liyakat degil, itikat” manset atmis, ve haberde Yilmaz’in evinin onunde kapinin onunde duran ayakkabilarin fotograflarini yayinlama alcakligini gostermis, gosterebilmisti. Tabanda filizlenen diyalog ve hosgoru dilinden Ozkok’un bile etkilenmeye basladigini sizce asagidaki satirlar acik bir sekilde kanitlamiyor mu:
“NEHRE bakarken fark ediyorsunuz ki, önünüzden geçen sadece başkaları değil.
Bir bakıyorsunuz, o sulara yansıyan gölgeler arasında kendiniz de varsınız.
Bazen yaralı bereli.
Bazen kömürcüden çıkmış gibisiniz, üstünüz kapkara.
Bazen ise alenen zift ve katrana bulanmışsınız.
O zaman geriye bakıyor ve konuşmaya başlıyorsunuz.
* * *
Mesela, gözünüzün önüne, açık bir ev kapısı ve önüne dizilmiş ayakkabılar geliyor.
Sırf o ayakkabılara bakıp, o evin sakinleri hakkında ne saçma sapan şeyler düşündüğünüzü, ne ağır önyargılara vardığınızı hatırlıyorsunuz.
Tabii ki utanıyorsunuz.
Hem kendinizden, hem de temsil ettiğinizi sandığınız o zihniyetten…
Eğer zerre kadar vicdanız varsa, hâlâ kalmışsa.
Eğer bir hakkı teslim etmek sizin için hiç de zül değilse.
Öyle yetişmemiş, yetiştirilmemişseniz.
Yapacak tek şey kalıyor.
Çıkıp açık açık söylemek, o hakkı teslim etmek.
Helalleşmek.
* * *
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, sadece bizim değil, bütün dünyanın kabul ettiği çok başarılı bir başkanlık döneminden sonra görevinden ayrılıyor.
Duyuyoruz ki emeklilik maaşı 4 bin lira olacakmış.
Geriye gidip evinin önüne dizilmiş ayakkabılara, eşinin başındaki örtüye bakıp neler düşünmüş, neler yazmışız diye bakıyorum.
Sansürsüz yazılardı. Samimiydi de.
Bugün de içimden geleni aynı samimiyetle ve sansürsüz cümlelerle yazmak istiyorum.
Sayın Başkan;
Başta size çok hoyratça davrandık.
Siz, hiçbir zaman mukabele-i bilmisil yapmadınız.
Onu bırakın, mukabelede bile bulunmadınız. Bir tek gün bize sitem dahi etmediniz.
İlk günlerin hoyratlığı için sizden özür diliyorum. Sizden önce eşiniz Duriye Hanımefendi’den özür diliyorum.
Bize unutamayacağımız bir “insanlık dersi”, “hayat bilgisi dersi” verdiniz.”
Bakin buraya yaziyorum, THY Genel Muduru Temel Kotil gorevinden ayrildigi zaman, Ozkok benzer bir ozur yazisi daha yazacak Kotil goreve getirildigi gunlerde ayagi terlikli resmini surmansete bastigi icin… Diyalog ve hosgoru dilinin etkisi baglaminda bu yazinin secim oncesi AKP’nin devlette kadrolastigi seklindeki diskurun artan bir sekilde kullanildigi bir donemde, bu diskuru yaratan ve pompalayan cenahin sembol isimlerinden birinden gelmis olmasi da ayrica altinin cizilmesi gereken bir husus, zira bu yazi ya bugun yazilirdi ya da bir daha asla yazilamazdi. Simdi kulagimin ustune yatayim, secimlerden sonra ozur dilerim demek mumkun degildi cunku…
Yine bugunun Hurriyet Gazetesi’nde Diyarbakir Cezaevi ile bir haberde Hurriyet gazetesi su ifadeleri kullanmis:
“Diyarbakır Cezaevi 12 Eylül’ün simge cezaevlerinden biri. Binlerce insan o dönemde bu cezaevinde işkence görüyor, insan hakları bin türlü ihlal ediliyor, lağımlarda sürükleniyor, ağızlarına kadar b.k içinde yüzdürülüyor. Filistin askısı, elektrik verme, çırılçıplak soyma, basınçlı soğuk su verme, dayak, falaka, yumruk, köpekle saldırma, insanların sırtına binme ve akla gelecek, gelmeyecek her türlü işkence.
Bunların sonunda işkenceden sakat kalanlar var, ölenler var. Psikolojileri yıllarca bozulanlar var.”
Zamaninda o iskenceler olurken, cunta emri ile cezaevindeki kosullarin iyi oldugu seklinde haberler yapan, yapabilmis olan Hurriyet Gazetesi bugun Diyarbaki cezaevini bu denli gerceklere uygun bir sekilde tasvir edebiliyor ise tabanda filizlenen hosgoru ve doyalog ikliminin, belki farkinda bile olmadan, etkisinde kaldigini soylemek bence hayli mumkun.
Bu arada hafta sonundan baslayarak Paskalya suresince ailemle tatile cikiyorum, telefondan okumaya devam, ama cevap yazacak firsatim olmaz yine. Bir hafta sonra gorusmek uzere; bu vesile ile eger var ise blogu takip eden Hristiyan yurttaslarimizin Paskalya Yortusu’nu kutluyorum…
15 Nisan 2011 09:02
fmerakli,
Ertuğrul Özkök takunyalara ve ayakkabılara bakarak karar veriyorsa bu onun problemi. Ben kafalara ve yapılan işlere bakıyorum, ve şimdiye kadar da, ne yazık ki, beni yanıltan bir durum olmadı.
Eski Merkez Bankası müdürünü de yenisini de tanımam. Başarılı olmaları beni ancak sevindirir. Ne yazık ki liyakat yerine biat temel alındığında işinin ehli kişilerin doğru görevlere gelmesi zorlaşıyor. Bu nedenle de başarılı bir bürokrat görünce bu kadar şaşırıyoruz belki de. Bu arada, eski ve yeni ÖSYM başkanlarını hatırlatarak karşı örneğimi vermiş olayım. Eğer YGS’de yaşanan plansızlık, beceriksizlik ve ardından sergilenen yalan söyleyerek kandırma ve konuyu kapatma çabaları ÖSYM başkanının ve ona destek olan YÖK başkanının ve Milli Eğitim bakanının istifalarını gerektirmiyorsa liyakatten, güvenden, öğrencilere karşı hoşgörüden ve hatta demokrasiden söz etmek mümkün olamaz.
Her ne kadar üst düzey bürokratların belirli bir devlet imajı sergileme sorumlulukları olduğunu düşünsem de, benim Temel Kotil hakkındaki olumsuz düşüncelerim takunyaları nedeniyle değil apronda kesilen deve, uçaklara alınmayan gazeteler ve uçuş ekibinin olumsuz çalışma koşulları ile ilgili haberler oluşturdu. Bu nasıl düzelir bilmiyorum. Takunyaları çıkartmak da yetmez.
Senin bu plan semineri hakkında yazdıklarına bakalım biraz da.
İlk önce:
diye sordun. Kemal Bey kısa bir google araştırmasından sonra Amerika’dan bir örnek verince beğenmedin.
Ardından
dediğinde General McChrystal ve ekibini hatırlattım. Bu konuyu da görmezden geldin.
Örnekler çoğaltılabilir. Benim asıl merak ettiğim, bütün bunları yazarken bir an durup, “acaba yanılıyor olabilir miyim” diye düşündün mü hiç?
İyi tatiller …
15 Nisan 2011 15:26
Can Bey,
McChrystal olayi diyip duruyorsunuz, bu olaydan gercekten haberiniz var mi?
Gen. McChrystal Obama hakkinda herhangi bir aciklama yapmamistir bile (yardimcilarinin ifadelerinden indirekt olarak cikarimda bulunulmustur). Buna ragmen yazili bir aciklama ile Obama ve ekibine “inanilmaz saygi ve hayranlik” (I have enormous respect and admiration for President Obama and his national security team) duydugunu belirtmis ve istifa etmistir.
Hal buyken bu verdiginiz ornegin konuyla ne ilgisi var? Olsa olsa fmerakli’nin tespitlerini guclendiren bir ornek bu.
15 Nisan 2011 15:54
Merttalay,
Size McChrystal ile ilglil Wikipedia makalesinden alıntı sunuyorum. Bunun fmerakli’nin hiçbir askerin yapmaması gereken “isim vererek hükümeti ve politikaları eleştirmek, siyasete karışmak” olup olmadığına siz karar verin. Ayrıca Obama General’in istifasını istediği için istifayı kabul ediyor (görevden almanın nazik yolu).
Açın Rollingstone’daki “The Runaway General” makalesini ve diğer yayınları okuyun. Bir muhabire bu şekilde konuşan askerlerin kendi aralarında, kapalı toplantılarda daha da somut ve açık eleştiriler daha ağır ifadeler kullanmış olabileceklerini düşünmek çok mu zor? Bu toplantıların sızmış kayıtları olsa ne farkı olurdu plan seminerindeki ifadelerden?
Aradaki benzerliği görmek çok mu zor geliyor? Plan seminerindeki ifadelerin sakıncalı, hatta suç olduğunu ama katılanlara “darbeci” damgası vurmaya yetmeyecek kadar da sıradan olduğunu neden görmek istemiyorsunuz?
18 Nisan 2011 06:21
Sevgili Fmeraklı,
“…Yeri gelmisken tekrar edeyim, siz “gorevidir, yapar” diyorsunuz ama benim acimdan seminderdeki tartismalarin Askeri Ceza Kanunu’na gore de suc teskil ettigi konusunda en ufak bir tereddudum yok, zira ilgili kanun askerin siyasi gorus bildirmesine bir aydan bes yila kadar hapis cezasi ongoruyor. Eger “hukumete ultimatom, milli mutabakat hukumeti vs gibi hususlar siyasi niyelikte beyanlar sayilmaz” diyorsaniz, o ayri mesele… Bir de, yine ordunun siyaste midahalesinin neden ve hangi kosullarda mesru oldugunu kendi bakis acinizla anlattiktan sonra, sizinle hemfikir olmayanlar icin “Ben anlamıyorum nasıl bir demokratik devlet algısı var insanlarda” seklinde tespitte bulunmussunuz. Soylediginiz gibi demkrasilerde hukumet secilmis krallar degillerdir, ama demokratik bir ulkede ordu yeniceri ocagi da degildir. Sizin tespitinizle paralel olarak, kafasina uymayan hukumete ultimatom vermenin, yerine milli mutabakat hukumeti kurmanin tartisildigi bir ordudan rahatsizlik duymayanlari gordukce, ben de anlamiyorum nasil bir demokratik devlet algisi var insanlarda…”
demişsiniz.
Yani 195 sanıklı olan ve hükümeti devirme iddiasının görüşüldüğü davada elinizdeki tek delil 7 kasetlik bir seminerde bir-kaç kişinin bir senaryo çerçevesinde dile getirdiği “ultimatom ve milli mutabakat hükümeti v.b.” ifadeleri mi?
Bu mudur?
Hah, tamam. Artık eminiz ki bu 195 kişi darbe planlıyorlardı, seminerde de provasını yaptılar. Prova dediğimiz de milli mütabakat hükümeti teklifi verilmesinin önerilmesi, v.b. ifadeler. Seminere gerek yok ki. Akşam kantinde çay içerken de bu kadar prova yapabilirlerdi, öyle değil mi? Ne bileyim prova biraz daha detaylı olmaz mı? Şöyle mi oldu:
1. General: “Bence milli mutabakat hükümeti kurulsun”
2. General: “Ultimatom verelim de kurulsun”
3. General: “Tamam. Planı da yaptık. Eeee, akşama ne yiyeceğiz?”
4. General: “Bizim orda yeni bir tandırcı açıldı. Gidelim mi?”
A.B.D.’de bu durum söz konusu olsa, böyle bir dava açılır ve 195 kişi sanık, 160’ın üzerinde tutuklu olur muydu? Bir darbe söz konusuysa herhalde bu insanlar telepatiyle anlaşıp, görev dağılımı yapıyorlardı öyle değil mi?
Döndük mü 11. CD’ye? Hani 2003 yılında kaydedilmiş ama Geleceğe Dönüş filminden kopmuş gelmiş olan…
Bir noktada daha anlaşalım derim. Darbe istemek suç değildir, darbe yapmak için çalışmalar yapmak suçtur. Ultimatom verilmesini istemek suç değildir, ultimatom vermek suçtur.
Tamam ordu yeniçeri ocağı değildir. Yani seçimle gelen hükümeti uzaklaştırmak için planlar yapamaz. Yapmışlarsa ve senin elinde bu konuda bilgi, belge varsa o zaman böyle bir davayı açabilirsin. Ama bir senaryo çerçevesinde yapılan bir seminerde yukarıda dile getirdiğiniz ifadeleri, darbe planı olarak sunamayacağınızı olsa olsa söz konusu kişinin böyle bir planı yapması için motivasyonu olabileceğini iddia edebilirsiniz. Takdir edersiniz ki, bu suç değildir.
Bilemiyorum anlaşamadığımız başka nokta kaldı mı? 🙂
Not: Hükümetler seçilmiş kral değildir sözümü biraz açayım. Sarkozy bir laf etti, bütün yargı greve gitti. Kimse de seçilmiş başkana karşı yargının anti demokratik müdahalesi demedi. Hükümetler ekonomik bir tedbir uygular, atıyorum öğretim üyeleri yürüyüşler düzenler, basın açıklamaları yapar ve hükümeti sert şekilde eleştirirler (demokrasilerde), bizim ileri demokrasimizde ise seçilmiş hükümete karşı böyle bir şey anti demokratik yollarla hükümeti alaşağı etme olarak hem basın da hem de mahkemelerde yargılanır. İnsanlar yaşadıkları ülkelerde bir seçim sonrasında iktidara gelen kişilere teslim olup, buyrun dükkan sizin demezler, diyemezler. Hükümetlerin sorumlukları ve yetkileri yasalar ve anayasayla sınırlandırılır (bkz. Abraham Lincoln başkanlık seçim konuşması).
Askerler yeniçeri değildir. Yani hükümeti darbeyle uzaklaştırmak için plan yapamazlar. Ve silahları olduğu için de görüşlerini açıklarken yukarıda verdiğim örnektekiler kadar rahat davranamazlar. Hükümetin verdiği görevi yerine getirirler, getirmezlerse de yerlerini o görevi yerine getireceklere terk ederler. Ama bütün bu süreç içerisinde iç güvenliği, ya da çocuklarının geleceğini sıkıntıya sokacağını düşündükleri konularda görüşlerini -nadiren- açıklamalarını da demokrasiye müdahale olarak görmemek gerekir.
Size bir sorum olacak. Varsayalım 2002’de George Bush IRak’ta kitle imha silahları var, müdahale edeceğiz dediği gün, Pentagon’da üst düzey generaller bir araya gelip “Biz böyle bir müdahaleye karşıyız. Bu müdahale cinayettir” diye açıklama yapsaydı. Siz bu tepkiyi anti demokratik bir tepki olarak mı değerlendirirdiniz?
15 Nisan 2011 14:41
fmeraklı sizi gerçekten anlayamıyorum. Ya işinize gelmediği için anlamamazlıktan geliyorsunuz, ya Türkçe anlama kabiliyetinize ilişkin ciddi sorunlar var.
“Beni itham ettiginiz seyi siz yapmissiniz, eger yorumumu dikkatlice okumus ve onyargilarinizdan arinarak ele almis olsa idiniz yukarida bana atfettiginiz ifadeyi soylememis oldugumu gorecektiniz. Tipki sizin gibi ben de basin yayin organlarni kastetmis ve gizliligi olmayan, herkesin erisebilecegi bir belgeyi kullanarak yayin organlarinin provokasyon yapmalarinin guclugune dikkat dikkat cekmistim.” demişsiniz. daha önce bana cevaben yazdığınız mesajda ise VV, Yukarida verilen dokuman “publicly available” bir dokuman, herkesin erisebildigi bir dokumani kullanarak hangi insani provike edeceksiniz, hangi alginin yonunu degistireceksiniz. Ayrica aktarilan belgenin ilk cumlesini okudugunuzda dokumanin ne kadar alakasiz oldugunu anliyorsunuz; Merttalay’in yukarida dikkat cektigi gibi allinti “civil authorities must provide…” diyerek basliyor… ” demiştiniz. Burada bahsettiğin “publicly available” döküman ABD ordusu talimnamesi değilmidir. Dolayısıyla ben iki mesajımda da söz konusu yayın organlarının provakasyon ve algıyı yönlendirmekte halka açık ABD ordusu talimnamelerini kullandıkları gibi birşey söylemediğimi tekrarlamak durumundayım. Aksine bu yayın organlarının kullandıkları şey, üzerinde gizlilik kararı olduğu için savunmaya aylarca verilmeyen plan semineri ve bu plan seminerine eklenmiş kim tarafından yazıldığı belli olmayan sahte belgelerdir.
Yine anlamamakta direndiğiniz ikinci noktaya ilişkin ise “Bir de seminerde tartisilan planin Turkiye’deki muadilinin EMASYA oldugunu ifade etmissiniz. Bu gorusunuzu ben degil, yukarida bir baska yorumda Can Bey’in de dikkatine sundugum uzere seminer ses kayitlarinda Saygun pasa curutuyor:” şeklinde başlayan cümleler sarfetmişsiniz. 1. Ordu Plan Seminerinin Türkiye’deki muadilinin EMASYA olduğu gibi bir şeyde söylemedim. ABD ordusundaki talimnamelerin Türkiye’deki muadilinin EMASYA kabul edilebileceğini belirtmiştim ama sanırım yine sizin tarafınızdan anlaşılamamış. Kaldıki seminerde Saygun Paşanın “bu bir EMASYA degildir” lafınada çok takılmış durumdasınız ki aslında seminerden işinize yarayacak parçaları cumbızla ayıklamak yerine, bir bütün olarak ele alırsanız seminer senoryosunun çok daha zor şartları içerdiğini görebilirsiniz. Yürürlükteyken EMASYA protokolünü kullanmak valilerin yetkisinde iken seminerde hükümetin sıkıyönetim ilan ettiği bir durum incelenmektedir. Ayrıca ben bu plan seminerinin EMASYA kapsamında tartışıldığını da hiçbir zaman söylemedim. Tekrar belirteyim EMASYA’yı sadece ABD ordusunun talimnamesinin Türkiye’deki muadili olarak görebileceğimizi dile getirmek dışında hiçbir yere bağlamadım ve temel göstermedim.
Plan seminerinin dış tehdit konularınıda içererek neden bir bütün olarak görmek istemediğinizide anlıyamıyorum. Gerçi plan seminerinde dış tehdide ilişkin olan kısım yine GİZLİ olan EGEMEN HAREKAT PLANI kapsamında olduğu için dava dosyasından çıkartılmış ve böylecede aslında komuoyunda Plan Seminerinde sadece iç tehdit görüşülmüş gibi bir algı yaratılmasına zemin hazırlanmıştı. Bu durum tabiki sizin değil,gazetelerin eline düşmüş, dolayısıyla güvenilir bir gizliliği kalmamış EGEMEN HAREKAT PLANIN’na ilişkin kısımların dava dosyasında bulunmamasını sağlayan mekanizmaların kabahati bence.
Ayrıca yine sanırım bu şekilde bir bakış açısını sürdürerek yaptığınız yorumların çok büyük kısmına kendinizce bir temel oluşturduğunuzdan aynı tutumu sürdürüyorsunuz fakat ben tutumunuza iyi niyetle yaklaşarak “gözden kaçırdığınızı” düşündüğüm bir noktayada temas etmek ihtiyacı hissediyorum. Yorumunuzda yine “hukumete ultimatom, milli mutabakat hukumeti” gibi tabirlerin plan seminerinde kullanılmasına değinmişsiniz ancak bu tabirler o gün şartlarında (2003 başı) yapılacak işler olark değil plan seminerinin seneryosunda belirtilen gelişmelerin gerçekleştiği şartlar için dile getirilmiştir. Bu noktada ayrıca ses kayıtlarını yanlış hatırlamıyorsa Çetin Paşa milli mutabakat hükümetini kurma gibi bir işi kendi başına yapacağını söylemiyor aksine bu önerinin gündeme getirlmesi konusunda üstleriyle görüşeceğini belirtiyor. Bu noktada yaşanan halk kalkışmasının yatıştırılması, savaş durumunda içerde bir bölünmüşlüğün yaşanmasının önüne geçilmesi adına bir öneri olarak dile getirilebilecek “milli mutabakat hükümeti” seçeneğini kişinin asker olduğu için düşünmesi ve bu düşüncesini üstleriyle paylaşabileceğini dilegetirmesi mi suçtur. Kusura bakmayın ama bırakın savaş şartlarını, normal bir durumda dahi halkın kutuplaşmasını ve bu iki kutup arasında çeşitli çatışmaların (kastettiğim fikir çatışmaları değildir) yaşanmasını engellemek devletin ve dolayısıyla devletin yönetimini üstlenmiş olan hükümetin görevi değilmidir. Bu amaçla, yani sıkı yönetim ilanını zorunlu kılacak ve askerin tanklarla sokaklara inmesini gerektirecek kadar yoğun bir kargaşanın yatışması amacıyla, halk için var olan bir hükümetin, işe yarayacaksa birilierinin önermesini beklemeden, kendisinin bir milli mutabakat hükümetini düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Sonuç olarak plan seminerin senaryosunda belirtilen şartlarda, ülkenin güvenliğinden sorumlu askerlerin böyle bir seçeneği dile getirmeyi düşünmeleri o kadarda sorunlu görünmüyor. Tabi siz bu söylediklerimi plan seminerinin seneryosunda belirtilen şartları görmezden gelerek değerlendirerek yorumda bulunmaya kalkacaksanız zaten aynı şeyi konuşmuyor olduğumuzdan yine beni kasıtlı olarak anlamamya çalıştığınızı dile getirmekten başka söyleyecek birşeyim olmayacaktır.
15 Nisan 2011 15:50
fmeraklı bir önceki mesajımda değinmeyi unuttuğum için ufak bir ekleme yapmak istiyorum. Önceki mesajımdada sizin mesajınızdan alıntı yaptığım “Bir de seminerde tartisilan planin Turkiye’deki muadilinin EMASYA oldugunu ifade etmissiniz. Bu gorusunuzu ben degil, yukarida bir baska yorumda Can Bey’in de dikkatine sundugum uzere seminer ses kayitlarinda Saygun pasa curutuyor:” cümlenizde, “seminerde tartisilan planin Turkiye’deki muadilinin EMASYA oldugunu” benim söylemiş olduğumu beyan ettimişsiniz ancak böyle birşey söz konusu değil, ve olamaz. Çünkü ben Balyoz Davası’na konu, ve dolayısıyla burada sözü geçen plan seminerinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı, karargahı İstanbul Selimiye’de bulunan 1. Ordu’da gerçekleştirildiğini, şu anda Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşadığımdan emin olduğum kadar net biliyorum. bu yüzdendir ki sanki başka bir ülkede yapılmış seminerde tartışılan bir planın Türkiye’deki muadilini gösteriyormuşum anlamına gelen bir cümle kullanmam. Bu durumda birçok defalar dile geitirdiğim gibi ya Türkçe’yi yazabildiğiniz kadar iyi anayamıyorsunuz, ya bizim yazdıklarımızı gerçekten anlamak istemiyorsunuz.
19 Nisan 2011 15:08
Tam bir “körler,sağırlar birbirlerini ağırlar” durumu oluşmuş (bu blog un en sıkıntılı taraflarından biri de bu zaten)
“Muadili,eamasya dır” diyen benim…Can Bey de (doğru şekilde anlayarak bana atıf yaptı)Bir yorumcu anlamadı ya da çok rastlanıldığı üzere saptırdı,diğeri üzerine atladı, bir diğeri de ben demedim diye af diliyor.Çık işin işinden ! “Ali Topu at” kıvamında mı yazmak gerekiyor ?
Yazalım o zaman ;
1-Başlangıç yorumu “USA de de, ordunun karışıklık,isyan vb. durumlara karşı görev ve yetkilerini düzenleyen bir “Talimatname” nin olduğundan bahis ediliyor.Hatta bu Talimatname başlıklarının, taraf-zaman gazetesi gözüyle değerlendirildiğinde amerikan ordusunun da darbe girişimi-hazırlıkları yapmak ile suçlanacağına dair daha ağır,kabul edilemez başlıklar olduğu,gazete manşetlerine taşınacağı ironisi yapılıyor.Çok da güzel bir bakış açısı ve güzel bir ayrıntı.
2-Bahsedilen “Talimatname” mevzuattır.Diğer bir ifade ile ilgili tarafların görev ve yetkilerini düzenleyen,çerçeve içine alan, yasal dayanaktır.Yasal dayanak(mevzuat) kanun,tüzük,yönetmelik, genelge… ile düzenlenir.USA ordusu, bu talimatnameden aldığı yasal yetkisi ile içeriğinde yer alan işlem-fiilleri yapma yetkisine sahiptir.
3-TSK nın da, iç karışıklık,kalkışma,isyan vb. durumlara karşı görev ve yetkilerini düzenleyen yasal dayanak, kendisine bu görev ve yetkiyi veren mevzuat emasya dır.BU ŞEKİLDE TEKNİK VE HUKUKİ ANLAMDA KARŞILAŞTIRILDIĞINDA bahsi geçen talimatnamenin MUADİLİ-KARŞILIĞI emasya dır, dedik.Bunu anlamak bu kadar zor mu?
4-“Talimatname, plan seminerinin karşılığıdır” , “plan semineri muadili,emasyadır -ne demekse-! ” gibi abuk sonuçlara-anlamaya gidenin bir algı zorluğu çektiği çok açık değil mi? Açık değilse, ikinci ve son seçenek, konuyu bilinçli saptırmaktır.
5-USA ordusu veya TSK da, kendilerine verilen bu yasal dayanaklar (mevzuat)çerçevesinde (ilkinde talimatname, ikincisinde emasya) olmak üzere tabiki hazırlıklar,planlar,seminerler yapabilecektir. Bunun aksi düşünülebilir mi? Hazırlık için ortaya konan senaryo gerçekçi de olur,çok uçuk ta.Ve hatta uzaylılar ülkene indi karışıklık çıktı senaryosu da olabilir.
6-TSK nın plan seminerinin, emasya çerçevesini aştığı,başka amaca yöneldiği,gölgeleme olduğu düşüncesinde isen, somut bilgi-belgelerini izah eder,tartışırsın.Ancak senaryonun kendisini ve konuşmaları tek başına delil gösteremezsin.Çünkü, dediğim gibi uzaylılar ülkene indi senaryosu da olabilir.Bu senaryo sana saçma gelebilir, bu senaryodaki konuşmalar sana saçma-anlamsız gelebilir,ancak bundan tek başına suçlama çıkaramazsın.
7-Ancak,en azından anlaşılan o ki,emasya protokolü tek başına gayri hukuki değildir. Hukuk dışı-demokrasi dışı diye kamuoyuna pompalanan emasya protokolü benzeri ve belki de daha yetkilendirmesi yüksek bir yasal dayanak-mevzuat USA gibi batılı demokrasilerde de var.Kimse de sadece bu sebeple, bu tür mevzuatı,askeri vesayet belgesi-demokrasi dışı diye nitelendirmiyor.
8-Ancak peşin yargılı,delilsiz suçlamalı,yargısız infazlı bir beyne sahipsen, en azından şu anda sahteliği anlaşılmış olan bir cd ile plan semineri içeriğini birleştirir, sahte delil içeriğinin, seminerde görüşülmüş-prova yapılmış sonucuna gider, sanıklara şimdiden hüküm giydirirsin. Dayanağın nedir sorusuna da, “bu adamlar zaten kaka, TSK zaten sabıkalı daha ne delil olsun !” cevabı ile konuyu çözdün sanırsın.Maalesef bu beyin ve bu muhakeme antik roma da bile yoktu ve medeni dünyanın temel hukuk kaynağı roma hukuku, bu tür beyinlerin ve muhakemenin önüne geçmek, utançtan kurtulmak,insanlığın onurunu yükseltmek için oluşturuldu.
Gel gör ki, bu beynin sahipleri bu gün dahi var ve utanmaktan utanmıyorlar.
Ali topu tut (tun mu?)
20 Nisan 2011 03:38
Ali topu tutar da sizin once topu Ali’ye attiginizdan emin olun.
Yukarida onca sey yazmissiniz, ben sadece birinin altini cizecegim, zira onun altini cizince diger yazdiklarinizin bir hikmet-i harbiyesi kalmiyor. Demissiniz ki:
“6- TSK nın plan seminerinin, emasya çerçevesini aştığı,başka amaca yöneldiği,gölgeleme olduğu düşüncesinde isen, somut bilgi-belgelerini izah eder,tartışırsın”
Tartismam, bu yonde bilgi, belge toplamayi, onlari izah etmeyi de asagidaki ifadeler seminerde kullanildigi icin zul addederim:
“Komutanım, ben evvela müsaade ederseniz şu konuyu vurgulamak istiyorum. Bu bir EMASYA değildir. Bu bir devletin bekasıyla ilgili bir şey. Rejimin devamı ile ilgili bir şeydir. Bu bakımdan diğer kuvvetlere mensup bölgemizdeki kurum ve kuruluşların da bu yaklaşım içinde olması ve bu yapılacak bütün planlamada yer alması, bilfiil görev alması gerekir”
Seminere katilanlar tartisilan senaryonun EMASYA kapsaminda olmadigini hicbir soru isareti birakmayacak kadar acik bir sekilde ifade ederken, sizin “gidin bilgi, belge toplayin; plan seminerinin emasya cercevesini astigini o belgelerle ispatlayin” demenizin herhangi bir mantigi var mi?
O yuzden ya topu Ali’ye attiginizdan emin olacaksiniz, ya da Ali’ye attiginiz seyin top oldugundan emin olacaksiniz, gerisi laf-i guzaf…
20 Nisan 2011 17:49
Eyvallah !
Şöyle ki,
1-Konu başlığı tartışmasına uygun olarak, “Talimatname = emasya” olduğu “ali topu at” kıvamında anlatılınca anlaşıldı sanırım.
2-Şimdi gelelim konu başlığı ile ilgisi olmayan, diğer konuya. Başka bir konu başlığını, bu (talimatname,emasya)başlık altına taşıdığınız için tartışma metodu konusunda da sorunlu olduğunuz açık ama ne yapalım size uyalım.
3-Senaryo emasya kapsamında değildire dayanak gösterdiğiniz alıntıyı irdelemeden önce, bu plan seminerinin yapılmasının yasal dayanağının emasya olduğu konusunda sanırım ve umarım bir itirazınız yok.
“senaryo” ilk hali ile oluşturanların ve katılımcıların, bilgi-hayal-tecrübe vb. yetileri ile oluşturdukları ve adım adım ilerlettikleri bir kurgu, hayatın olağan akışına göre uçuk kaçık kalmasının izaha bile ihtiyacı yok.
4-Kurgu senaryo, katılımcılar tarafından adım adım ilerletiliyor, yapılan bir hamle sonrasında, değişik reksiyonlar-tepkiler olabileceği öngörüsü ile ve yine katılımcılar tarafından değişik hamleler ile cevaplandırılacağı öngörülüyor….tabiki hamlelere, planlamalara yanlış-doğru, şöyle değil,böyle yapılması gerekir…şeklinde eleştiriler ve planlama böyle olmalıdır şekliyle de.
Bahsi edilen plan semineri bu şekilde yapılır.En kötü,en zor ihtimallere ulaşacak şekliyle senaryo sürdürülür.İç karışıklık-kalkışma sürerken, daha kötüsü ortaya konur(komşu bir ülke saldırdı denir) şimdi ne yapılacak sorusuna cevap aranır.Ve hatta burda son bulmaz, “yöneticilere suikast yapıldı,ülke yönetimsiz kaldı” şimdi planlama yapına vardırılır.
5-Ben bu aşamada, seminerde buluna katılımcı olarak söz alıyorum ve aynen sizin alıntı yaptığınız konuşmayı yapıyorum birebir….diyorum ki, “Komutanım, ben evvela müsaade ederseniz şu konuyu vurgulamak istiyorum. Bu bir EMASYA değildir. Bu bir devletin bekasıyla ilgili bir şey. Rejimin devamı ile ilgili bir şeydir. Bu bakımdan diğer kuvvetlere mensup bölgemizdeki kurum ve kuruluşların da bu yaklaşım içinde olması ve bu yapılacak bütün planlamada yer alması, bilfiil görev alması gerekir”
Bu konuşma, benim, plan seminerinde adım adım ilerletilen senaryonun, artık,bir devletin yaşamı,varlığını tehdit eder durum halini aldığı dolayısıyla şu ana kadar senaryoda yer almayan diğer kurum ve kuruluşların da planlamalara dahil edilmesi gerektiği, bu kurum ve kuruluşların da senaryonun bu aşamasında fiilen görev alması gerektiği kanaatindeyim demek istememdir.
6-Bu alıntıdan,bu konuşmadan, sizin vardığınız anlamı çıkarmayı siz kendinize yakıştırıyorsanız, hay hay.Ben, bu kadar ucuz ve yavan olamayacağım.Kaldı ki, sizin çıkardığınız sonuç, tek başına hukuki sonuç doğuramayacak kadar zayıf ve hiç bir uygar hukuki metnin ve hukukçunun dayanağı olamayacak kadar zavallı ki ! Bunun yanına koyulan 11 nolu cd de perişan ve asla delil olamayacak bir halde iken , siz bunlarla yargılama bile olmaz diyeceğinize, kişileri birde peşinen mahkum etmektesiniz.
Muhakemenizi ve metodunuzu zavallı buluyorum.Ahkam kesmenizi ise bilgiye ve zekaya dayalı değil, kapasite ve farkındalıktaki eksikliğe bağlamak gerek.
20 Nisan 2011 18:11
Yine uzunca yazmissiniz ama ben bir onceki yorumda oldugu gibi sadece tek bir noktanin altini cizecegim, zira o noktanin altini cizdikten sonra diger hususlarin bir hikmet-i harbiyesi yine kalmiyor. Demissiniz ki:
“3- Senaryo emasya kapsamında değildire dayanak gösterdiğiniz alıntıyı irdelemeden önce, bu plan seminerinin yapılmasının yasal dayanağının emasya olduğu konusunda sanırım ve umarım bir itirazınız yok.”
Itirazim var, hem de cok ciddi bir itirazim var. Daha once, su an Balyoz sanigi olan donemin 1. Ordu Genel Sekreterinin savcilik ifadesinden aktarmistim, orada soz konusu komutan ic tehdite yonelik bir plan semineri yapilamayacagini acikca ortaya koyuyor. Mart 2003’teki plan seminerinin de yasal dayanagi EMASYA degildir. Eger plan semineri bir EMASYA zeminnde bir calisma olsa idi, 1. Ordu’nun gorev alanina giren bolgedeki valilik gorevlilerinin, emniyet gorevlilerinin ve MIT gorevlilerinin toplantida bulunmasi gerekirdi. EMASYA zemininde herhangi bir calismayi ordu tek basina yapamaz, bu hukuken mumkun degil.
Seminerin sadece asker katilimcilar ile yapilmis olmasi, plan seminerinin yasal dayanaginin EMASYA oldugu seklindeki iddianizi gecersiz kiliyor maalesef. Insanlarin muhakemesini degerlendirmeden once keske uzerine yorum yaptiginiz hususlarin yasal zemini uzerine biraz arastirma yapmis olsaydiniz…
15 Nisan 2011 17:48
Sayin Dogan ve Rodrik,
Bu “entry”den sonra size saygi duymam, sizi anlamaya calismam artik mumkun degil, kusura bakmayin. Bu kadar dusebileceginizi tahmin edemezdim.
15 Nisan 2011 18:51
Birilerinden savcıların bazı belge ve bilgileri adli emanette neden sakladıkları ve kaybettikleri konusunda bir şeyler yazmasını bekledim hala TIK yok.Sayın Pınar ve Dani Rodrik’e saygı duyup duymamayı bırakında savcılar adli emanette neden sanıklar lehine olabilecek belgeleri mahkemeden saklarlar ona cevap verin.Sizlerde hiç ALLAH korkusu,vicdan yok mu?Bir sürü masum insan aileleriyle beraber perişan olmuş durumda,hiç bunlardan bahseden yok.Yazıklar olsun.