Taraf’ın “bomba” haberinin dördüncü yıldönümü

20 Ocak 2014

GENEL, Medya yalanları

Ellerine tutuşturulan dijital belgelerin gerçekliğini hiç araştırmadılar. Ağır suçlamalarda bulundukları kişilerin görüşlerini almak ihtiyacı hissetmediler. Gazeteciliğin en temel etik ilkelerini ihlal etmekle kalmayıp, ellerindeki sahte belgeleri dahi yanlış aksettirerek, imzasız dijital belgeleri ‘imzalı belgeler’ olarak lanse ettiler. Belgelerin sahteliğine dair olgular ortaya çıktıkça yaptıkları haberi sorgulayıp düzelteceklerine, sahtecilikleri örtbas etmek için didindiler.

uckafadarartialtan

Taraf, 20 Ocak 2010, sayfa 10

Taraf’ın 20 Ocak 2010 tarihli haberini aşağıya taşıyoruz.

Habere konu olan Balyoz belgelerinin, kimin hazırladığı belli olmayan bir CD’den çıktığını, darbe planlarının tümünün dijital olduğunu, hiçbir imza taşımadığını, son kaydı 2003’de yapılmış gibi görünen bu dijital belgelerden Microsoft 2007 fontları ve içinden 2009’a kadar uzanan bilgiler çıktığını, cami bombalama krokilerinin ise ilk defa Microsoft Office 2007 ile piyasaya sürülen XML şemaları ile oluşturulduğunu, ve de bu haberi hazırlayan ve yayımlayan insanlara Türkiye’de kimilerinin hala “gazeteci” dediğini hatırlatalım.

FATIH CAMII BOMBALANACAKTI_Taraf_20_Ocak_2010

Taraf, 20 Ocak 2010

FATIH CAMII BOMBALANACAKTI_sayfa10_20_Ocak_2010

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

7 Yorum “Taraf’ın “bomba” haberinin dördüncü yıldönümü”

  1. osman arisoy Says:

    Hukuk kurallari icersinde bu sorunu cözemezsiniz.Yüzlerce kitap,binlerce sahte belge ortaya koymak göründügü gibi sorunu cözmedi.Bütün bu yapilanlar tutsaklara degil,cagdas,Laik Cumhuriyetedir.Bu tuzagi kuranlar daha önceleri Hukugun geregi kapatilmis,yada simdiki gibi mahkemece irticanin odagi olan Ortacag artiklaridir.Direnc göstermeyen hicbir kisi kazanamaz,hukuk caredir diyenler,bilsinki hukuk hukugun hakim oldugu yerde gecerlidir.saygilar(dinsizin,hakindan imansiz gelir Anadoluda kullanilan bir deyimdir)

    Cevapla

  2. Kemal Says:

    Zamanlama Çelişkileri ve Alper Görmüş

    Alper Görmüş’ün yazısını okumuşsunuzdur.

    “… Son olarak: Belgelerin “hukuki olarak delil kabul edilip edilemeyeceği” yargısal bir tartışma… Ben, daha önce de söylediğim gibi bir gazeteci olarak kamuoyunun algısıyla ve kararıyla ilgiliyim. Cumartesi günü, Gölcük belgelerinin beni neden zamanlama çelişkileri üzerine yeniden düşünmeye ve yeni bir varsayım geliştirmeye sevk ettiğini ayrıntılı olarak anlatacağım…”

    diye bitiriyor yazıyı.

    Aslında Alper Görmüş, blog sahipleri ve benim de aralarında bulunduğum çeşitli yorumcular ortak bir noktaya geldi gibi. CD’ye 2009 Ağustosuna kadar müdahalelerde bulunuldu.

    Aslında Alper Görmüş (ve benzerleri) haricindeki bizler bu noktadaydık. Alper Görmüş gibiler demek ki günü gelmiş onlar da bu noktaya gelmeyi kabul ettiler. Bu lütuflarından dolayı teşekkür etmeye gerek olduğunu sanmıyorum. Akıl ve mantık zaten bu noktadaydı.

    Anlaşamadığımız nokta ise bu müdahalelerde bulunan kişilerin kimliği.

    Bizler kumpası kuran güvenlik güçleri v.s. bu müdahaleyi yaptılar diyoruz. Alper Görmüş gibiler ise “güncelleme” iddiasındalar. Güncelleme iddiası doğruysa içerideki listelerde yer alan isimler hakkında verilen kararlar “görece” daha meşru olacak. Aksi durumda -yani bizler haklıysak- müdahale yapanlar kumpasçılar ise o zaman zaten meşru olmayan hukuki kararların elle tutulu bir yanı olmadığı gibi hukukçuların söz konusu kumpasçıların peşine düşmesi gerekecek.

    Tek soru var. Bu müdahaleyi kimin yaptığı biliniyor mu?

    Tek yanıt var. Hayır.

    Tek sonuç var. Şüphe sanığın lehine kullanılacağından, CD hukuken hükümsüzdür.

    Alper Görmüş gibiler bugün bu sonucu savunmuyorlar. Yarın bir gün kumpasçılar tel tel dökülüp bu kumpas daha da aşikar olunca bu yazdıkları yazılara referans vererek “Ben zaten o gün de bu zamanlama çelişkilerine dikkat çekmiş ve açıklanmaya muhtaç olduklarını söylemiştim” diyecekler. Utanmadan. Yüzleri kızarmadan. Dün akşam Nagehan Alçı tv’de böyle bir şey dedi! İnanamadım. Utanmadı. Yüzü kızarmadı…

    Alper Görmüş gibilerin ben görevli olduklarını ve devletimizin bu operasyonu yapan kesimlerinin izin verdiği ölçüde pozisyon aldığını düşünüyorum. Daha önce de yazmıştım zaten maşa “cemaatçiymiş gibi görünen” güvenlikçi ve yargı elemanları olsa da kumpasçılar bizzat devletimiz diye düşünüyorum. Devletimiz operasyon boyunca aynı kayıkta olduğu, hatta kürek çektirdiği kişilerin bir kısmını kayıktan atıyor. Üstelik medyasıyla, bürokrasisiyle ve siyasetçisiyle de bu kayıktan atma operasyonunu aynen geçmişte olduğu gibi sevk ve idare ediyor. Kimisini görevlendirerek ikna ediyor, ikna edemediğini sıkıştırarak iknaya zorluyor v.s.

    Neyse devletimizin sağ görünen, sol görünen, liberal görünen, milliyeçi görünen, cemaatçi görünen, TSK’cı görünen ve hatta TSK’da cemaatçi görünen v.s. gibi uzun kolları var. Medya’da , bürokraside, siyasette. Bu kollar üzerinden yapıyor ne yapacaksa ali menfaatlerimiz için…

    Hayır, devletle sorunu olan ya da devleti toplum hayatı içerisinde olumsuz bir şekilde değerlendiren bir ideolojik anlayışım da yok (henüz). Benim sorunum bu sağcı, hatta ittihatçı sağcı, vizyonsuz, yeteneksiz, otokrat, halkına güvenmeyen anlayışın bu ülkeyi soktuğu durumla. Hem de benim vergilerimle.

    Neyse.

    Sevgilerimle.

    Cevapla

  3. trekking Says:

    Sevgili Blog yazarları,

    ODATV de Ayşenur Arslan’ın “Başbakan Erdoğan asıl kumpası gördün mü” başlıklı yazısını okudum.

    Müyesser Yıldız ‘ın yazdıklarından alıntılamış.

    http://www.odatv.com/n.php?n=basbakan-erdogan-asil-kumpasi-gordun-mu-2401141200

    Bu Bloğu başından beri takip etmeye çalışıyorum. Ama yazıda söz konusu edilen, Bulanıksu ‘nun 21 Ocak 2010 da Başsavcı Vekili Turan çolakkadı ya teslim ettiği 3 DVD ve 1 Cd ‘nin Polis tespit tutanaklarında 3 Ocak 2010 tarihli oluşunu daha yeni duydum.

    Bu konu Blog da tartışıldımı? Ben mi kaçırdım bilmiyorum? Ya da bu da yeni mi çıktı ortaya acaba?

    Ne diyorsunuz bu duruma?

    Cevapla

    • cdogangercekler Says:

      Bunu cok iyi hatirliyorum. Ancak ben, 1 Mart 2010 (01.03.2010) yerine sehven 3 Ocak 2010 (03.01.2010) tarihi yazildigini düsündüm ve üzerinde durmadim. Bu tip hatalar olabiliyor. (Tutanagi Amerika’da vakit gecirmis bir polis memuru hazirlamissa, aliskanlikla 1 Mart’i 03.01 olarak da yazmis olabilir!) Ancak, sorusturmayla ilgili hazirliklarin daha once basladigina bir isaret su olabilir belki: https://balyozdavasivegercekler.com/2010/07/24/balyoz-sorusturmasi-gerekte-ne-zaman-basladi/
      Pinar

      Cevapla

      • kemal Says:

        Merhabalar
        Sabri Uzun dosyanin kendisine 2006 yilinda sanirim Recep Guven tarafindan getirildigini, bundan bir sey cikmaz diyerek reddettigini, bunun uzerine Şemdinli’deki kirtasiyenin bombalanmasi soruşturmasi sirasinda altindaki ekibin kendi adina yayinladigi bir belge uzerine Büyükanıt’in gazabina ugrayarak gorevden uzaklastirildigini ve yerine Ramazan Akyurek’in getirildigini soyluyor. Once fatih altayliya yazdigi mektupta sonra da Ahnet Şık.’in kitabinda. Yani 2006 Ocak ya da Subat adreslerinin olmasi bu ifadelerle tutarli…

        Benim anladigim kadariyla 2006 da dosya var ama birsey cikmayacak durumda. O sirada Ergenekon davasi basliyor. Dosya geri cekiliyor. Gerek kalmiyor yani. Ergenekona tepkiler cogalinca toplumdaki destegi taze tutmak icin Balyoz Kafes Casusluk v.s. dosyalari gundeme sokuluyor. Balyoz ozelde devletteki Kurt sorununun cozumune yonelik isbirligine yonelik Islak imza davasiyla baslayan darbe surecinin son halkasi oluyor.
        Sevgiler

        Cevapla

  4. Kemal Says:

    Taraf Gazetesi (OdaTv’den alıntı)

    KCK Hukuk Komitesi Üyesi Haydar Varto:

    “Sadece AKP bu mahkemeleri kurmadı. Merkezi Beşiktaş’ta bir özel yetkili mahkeme kuruldu. Türkiye Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şekilde, eski Genel Kurmay Başkanlarından bütün ordu mensuplarına kadar çok geniş bir yargılama süreci yürütüldü. Bu aslında normal olan bir yargı yada mahkeme değil, gerçekten uluslararası güç statüsü ve kararıyla kurulan bir mahkemedir. Bu AKP’yi de aşan bir mahkeme sistemidir. Bunun bir de medya ayağı oluşturuldu, Taraf gazetesi aslında bu özel yargı organlarının, özel yetkili mahkemelerin medya organıdır. Bu gazete, özel bir biçimde oluşturularak bu temelde misyon yüklendi. Ergenekon, Balyoz ve ordu ile ilgili davaların bütün dosyaları ve kanıtları Taraf üzerinden deşifre edildi ve bu şekilde propagandası yürütüldü. Bu öyle sıradan bir sıradan bir mahkeme değildir. Siyasal sürecin, hamle organı, sürecin bir yargı organı olarak ortaya çıkıp kurumlaşan bir mahkemedir. Bu mahkeme orduya karşı kuruldu. Ordunun geçmişten gelen siyaset üzerindeki vesayetin kırmak, giderek sivil siyasetin denetimine çekmek için oluşturulan bir yargı sistemiydi. Kaldı ki o zaman oluşturulan Türk ordusunda küresel sermayeye karşı, bağımsız bir politika izleme eğilimi gelişmişti. Ergenekon da bunun dışına çıktı. Dolayısıyla özel yetkili mahkeme de bunu dizayn etmek için kuruldu. Tabi bu AKP’nin siyasi yaklaşımı ve kararıyla da oluşturuldu, ortaklaşa yaptılar” değerlendirmesinde bulundu.

    ANF’nin haberine göre; hükümetin, mevcut yetkili mahkemelerin aslında adaletle, hukukla, yargıyla hiçbir alakalarının olmadığını, tümüyle siyasi çıkarlara hizmet eden, tamamen lobilere angaje edilmiş, organlar olduğunu yeni söylemeye başladığını belirten Varto, sözlerini şöyle sonlandırdı; “Gerçekten bunlara kimin talimat verdiği, nasıl karar verdikleri bile bilinmemektedir. Bu kadar şaibeli duruma gelen, nasıl örgütlendikleri bile belli olmayan, yargıyla, hukukla hiçbir alakası olmayan, tümüyle siyasi çıkarlar ve amaçlar temelinde kurulan bu mahkemelerin Kürdistan’da yargı organları olarak faaliyette bulunmaları kabul edilemez. Zaten hiçbir meşrulukları da kalmamıştır. Hükümet ve devletin kendisi de; ‘Bunlar artık çetedir’; ‘Karanlık odaklar, paralel devlettir. Devlete karşı oluşmuş farklı yapıların maşalarıdır’diyor. Madem öyle bunların Kürdistan’da yargı rolünü üstlenmeleri, KCK yargılamalarını yürütmeleri kabul edilebilir mi? Bunun herhangi bir gerekçesi olamaz. Aslında yapılması gereken bütün bu yargılama süreçlerini yok saymaktır. Baştan yok saymak gerekir. Bütün davaları ve verilen hükümleri olmamış gibi değerlendirmek ve davaları yeniden ele alıp bir çözüme kavuşturmak gerekir.”

    Bu sözleri de tarihe kayıt olarak düşmek amacıyla buraya taşıyorum.

    Dört sene sonra gelinen nokta çok ilginç.”… o zaman oluşturulan Türk ordusunda küresel sermayeye karşı, bağımsız bir politika izleme eğilimi gelişmişti. Ergenekon da bunun dışına çıktı…” diyor ki benim de düşüncelerime oldukça “paralel”. Yapılan hukuksuzluklara doğal olarak örnek sıralarken KCK davasını ön plana almış. Benim listemde bir numara Balyoz halbuki…

    Ben son on yılın, ittihatçı sağ devlet elitinin geçmiş günahlardan elini yıkamak için arada sırada yaptığı hamlelerin bir benzeriyle geçtiğini düşünüyorum. Mütedeyyin kesime Tayyip Bey ve partisi üzerinden “Bak sizlerle sorunumuz yok, hep bu azgın laikçi azınlık bu işi tezgahladı” diyerek (sanki 12 Eylül’ün YÖK’ünü kendileri kurmamış gibi), Kürtlere ise “Seni yargısız infaz yapanlar bu Ergenekoncular” diyerek (Sanki Mehmet Ağarlar, Korkut Ekenler, Abdullah Çatlı’lar kendielrinin ürünü değilmişçesine) kendilerini temize çıkarmaya çalışıyordu.

    Eğer bu iddiaları doğru olsaydı, ben henüz çocuk yaşlarımdayken Uğur Mumcu’nun köşelerine konuk olan, sonra Rabıta kitabında yazdığı Tonton Özal’ın İl Başkanı Topbaşlar, Kalyoncular, Tivnikliler, Korkut Özallar, Unakıtanlar, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun, Nevza Yalçıntaş, Cemil Çiçek, Melih Gökçek v.s. halen manşetleri süslemezlerdi! Ehh, devrim yapıp yeni Türkiye kurulduğuna göre elbette eski Türkiye’nin kaymağını yiyenlerden bugün eser kalmamış olmaları gerekmez miydi?

    Halbuki, 30 yıl öncede ülkenin kaymağını yiyerek, ülkeyi yönetenler, bugün de iktidardalar. Onların uğruna savcılar (yüzlercesi), polisler (binlercesi) görevden alınıyor, kanunlar değiştiriliyor! Eskiden Özal değiştiriyordu şimdi Tayyip Bey.

    Varacağım nokta şu:

    Aynı ittihatçı sağ koalisyon bugün kalkmış Silivri, Hasdal v.s. mahkumlarına “Biz değil bu paralel cemaat suçlu” diyor. Kimse yemiyor gibi ama el mahkum şeklinde “bu kadarına” razı olmuş gibi görünülüyor. Asıl sorumlular serbest kalmak uğruna aynen dindarların ve Kürtlerin önüne kendilerinden olmayanları atmaları gibi bugün de haksızlığa uğrayanların önüne Nakşi olmayan Nurcuları ya da Gülencileri atıyor.

    İyi de olanlardan ders almamız gerekmiyor mu? Bizler de dört sene sonra, bugün olanlara seyirci kamamızın ya da zımnen kabullenmemizin günahını mı çıkaracağız?

    Aşağıda yazacaklarıma ben kendim inanın inanamıyorum ama gene de yazacağım.

    Yarın cemaatçi gençler bu şeytanlaştırma siyaseti ve çok iyi dökümante edilerek devletin ittihatçı sağ koalisyonunun müteahit kanadının yolsuzluklarının yakalanmış olmasının üzerinin örtülmesine yönelik yapılanlar bütün bu rezaleti, protesto için Gezi’ye çıksalar, bu protestodan hukukun dışına çıkarak Balyoz v.s. operasyonlarını tezgahlayan daha doğrusu realize edenlerin de yararlanacaklarını düşünsem bile, yanlarında olacağım!

    İki sene önce sevgili Fmeraklı’yla yazışırken, “Yarın bir gün sizinde karşınıza hukuksuzluklar çıkarsa, medya linçlerine karşı yanınızda olurum” derken ben bile bu samimiyetimin o gün gelipte sınandığında, ne tavır göstereceğimden emin olamıyordum. Şaşırıyorum kendime ama cidden bugün geldiğinde böyle düşünüyorum…

    Sırf sözümün arkasında durmak için de değil. Böylesinin ülkenin demokrasisi için gerekli olduğuna inanıyorum. Yani Cemaat – Ak Parti kavgasında Ak Parti’nin yenilmesinin birincil derece de önemli olduğunu düşünüyorum. Ak Parti söz konusu ittihatçı sağ koalisyonun devleti yönettiği aygıtı. Cemaat sadece kullandığı maşaydı. Yemeği yakan Ak Parti yani…

    Cemaatçi gençler böyle bir şey yaparlar mı bilemiyorum. Yani Gezi’ye çıkarlar mı?

    Sanmam ama çıkarlarsa devletin çoğunluğun elinde silah olmasının, demokrasi önündeki en büyük engel olduğunu daha iyi özümseyeceklerini ve laiklik’in asıl kendileri için gerekli ve demokrasinin şartı olduğunu anlayacaklarını düşünüyorum.

    Bu yaşadığımız sürecin en iyi yanlarından birisi, 12 Eylül’de demokratların üzerinden silindir gibi geçen ordunun hem bizatihi kendi mensuplarının, hem de her nasılsa 12 Eylül dönemini unutarak orduyu dayanak olarak görmeye başlayan demokrat kamuoyunun, aslında güçlerinin haklı taleplerinden kaynaklandığını ve bu gücü kullanarak direnebileceklerini görmeleri oldu. Çok insan hayatını yitirdi, sevenlerinden ayrı düştü bu mücadele sırasında. Ama Gezi’de bu öğrenilenler, tüm dünya-aleme de gösterildi. Gücümüz haklı ve meşru taleplerden kaynaklı. Kimse bunları bizden alamaz. Bunu korumak için de orduya falan ihtiyacımız yok. Damarlarımızdaki asil kan yeterli(ymiş gerçekten de!)…

    Bugün geleneksel islamcı bir cemaat, aynı tehditle karşı karşıya. Devlet kendilerine karşı döndü. Ben 1960’dan beri 28 Şubat’ta Çevik Bir’lerin tasfiyesinin ardından ortaya çıkan kısa dönemi saymazsak, onların böyle bir tehditle hiç karşılaştıklarını düşünmüyorum. Bakmayın darbelerden çok çektik edebiyatı yapılıyor olmasına. 12 Eylül Sızıntı’nın da Zaman gazetesinin de devletin eğitim kuruluşlarına girişinin garantisiydi. Aynı dönemde Cumhuriyet gazetesi okumak disiplin suçuydu. Cemaatin arada sırada yaşadıkları en fazla Aydın Doğan’a ya da TÜSİAD’a çatan Tayyip Erdoğan parodisi oldu. Hapislere de onlar girmedi, sürgünleri de onlar yemedi. Demirel dahil tüm devlet erkanından aldıkları referans mektuplarıyla dünyaya yayıldılar… (Benim devlet görevi olarak nitelediğim vazifelerini ifa edebilmek için…)

    Bugün ise karşılarındaki tehdit gerçek. Devlet çok güçlü. Çatır çatır cemaati ezip geçebilecek bir durumda. Onlar dışında haklarını-hukularını koruyacak kişi ya da grup ise yok. Tüm toplumsal kesimlerden izole edildiler (Fenerbahçe ve Cüppeli Cemaati dahil!)

    Henüz kasetlerle, şantajlarla korunuyorlar. Devletin kendilerine açtığı alanlarda ve sağladığı imkanlarla ele geçirdikleriyle yani. Laik-Demokrat kesimin orduya yaslanması sürecindeki durumun bir benzeri yaşadıkları. Güçlerinin kasetlerden değil haklı taleplerden kaynaklı olduğunu görseler, görebilseler, Laik-Demokrat kesim kendisine, kendilerinden farklı düşünen ama “Hak ve Hukuk” talepleri bağlamında sağlam (umarım) bir müttefik edinebilir.

    Devleti ele geçirip 60 yıldır yöneten ittihatçı sağ elitlerin hak ve hukuk taleplerinden kazanacağı ise hiç bir şey yok. Hak, hukuk AVM-Gökdelen v.s. ihalelerine dönüşmüyor tam tersine engelliyor. Zaten sünni, milliyetçi, muhafazakar çoğunluğa yaslanıyorlar ve siyasi tercih mekanziması ne yazık ki henüz bu tip aidiyetler üzerinden süregeliyor. Yani çoğunluğun elindeki devlet silahı konumu işlerine geliyor onların. Özetle demokrat koalisyon için aday olabilecek bir nitelikte değiller.

    Sevgili Fmeraklı olsa gözleri yaşarırdı herhalde bu yazdıklarıma. Garip geliyor ama resmen cemaatin (tabii güvenlik ve yargı bürokrasisiyle, medya da örgütlü olan tetikçi kesimleri hariç olmak üzere) demokrasi mücadelesi için ortaklık yapılması gereken bir grup olduğunu düşünmeye başlamış durumdayım. O kadar ki, bunu yazıya bile döktüm! Hadi hayırlısı.

    Madem kayıtlara giriyor bir noktanın altını çizeyim ki, yanlış anlaşılma olmasın: “tetikçi” olarak nitelediğim kişi ve grupların yaptıklarının hesabının sorulması konusunda en ufak tereddütüm yok. İttihatçı sağ koalisyonun imkanlarıyla yaptıkları operasyonun hesabını elbette verecekler. Ama onların dışında kalan çoğunluk içinde olduğumuz süreçte yaşananlardan eğer ders alırlarsa demokrasi adına hayırlı olacaktır diye düşünüyorum.

    Sanırım ben demokrasinin zayıfların ve güçsüzlerin koalisyonu olduğunu düşünmeye başladığımdan dolayı bu yukarıdakileri yazıyorum. Yani azınlıkların birbirleriyle mutabakatıyla ortaya çıkabileceğine. Yoksa güçlü olanın yani çoğunluğun demokratk bir ortam kurmak gibi bir kaygısının ne yazık ki olmadığını düşünüyorum. Bu ise demokrasi inşası sürecinin neden büyük tehditlerle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Öncelikle bir toplumu bir arada tutan güçlü bağların çözülmesi gerekiyor ki bu süreç oldukça riskli ve kolay kolay göze alınamayacak bir süreç. Ardında bu güçlü bağlardan daha güçlü bir şekilde hak-hukuk ve adalet bağlarının inşa edilip, doğuştan gelen (ve bu nedenle oldukça güçlü olan) bağlar yerine bireysel tercihlerimizle kurduğumuz bu bağların toplumsal düzeni kurmaya yettiğini görecek ve güvenilecek bir seviyeye getirilmesii gerekiyor. Serbest piyasa ekonomisi ve şehirleşme zaten doğuştan gelen söz konusu bağları iyice zayıflatıyor. Bu zayıflamaya bir tepki olarak söz konusu bağların önemi toplumda görece artıyor ve değerler (yani doğuştan gelen etnik-dini -mezhepse- hemşerilik ilişkileriyle ortaya çıkan) üzerinden siyaset yapılmaya başlanıyor. Ama bu tepki bile serbest piyasanın ve elbette küreselleşmeyi hızlandıran teknolojik ilerlemelerin yarattığı yıpranmayı engelleyemiyor. Yani tepki nedeniyle güçlenmiş gibi görünen bağlar aslında erimeye ve yıpranmaya devam ediyor. Başarılı toplumlar bu yıpranan bağların yerine hak-kukuk-adalet – özgürlük v.s. gibi olgun demokrasilerin ortaya çıkmasını sağlayacak bağlarla toplumsal düzeni sağlayabiliyor. Sağlayamazlarsa içsavaşlar v.s. neticesinde darmadağın olup ufalıyor… deyip artık burada keseyim.

    Sevgiler.

    Cevapla

  5. Anonim Says:

    baþtan sona yalan üzerine kurulduðuna inanýyorum.Sizlere tanrýdan sabýr dilerim

    * Mutlu olun, her an, hayatýnýzýn yeni bir anýdýr.Saygýlarýmla* *”Faris Sarýkaya*

    Cevapla

Yorum bırakın