Sahte belge çetesi, yaptığı işi yüzüne gözüne bulaştırdığı (sözde son kaydı 2003’de yapılmış Balyoz CD’sinde Office 2007 izi bıraktığı) için, çetenin Zaman gazetesi gibi destekçileri acizliklerinden yine yalan haber yapmak gibi ahlak dışı yöntemlere başvuruyor.
Zaman’ın bugünkü “AİHM, Doğan’ın savunmasını çökertti” başlıklı haberinden:
“(…) AİHM, Çetin Doğan’ın avukatlarının kendilerinin aldığı ‘delillerin sahte olabileceği’ tespitlerinin bulunduğu bilirkişi raporlarının da içinde olduğu 2 bin 229 sayfa belge, 19 CD ve 10 kaseti delil olarak inceledi. Ve sonunda söz konusu delillerle gerçekleşen tutuklamanın ‘meşru ve hukuki’ olduğu sonucuna vardı. Bu kararla ‘sahte delil’ tartışması biterken, sanıkların temel savunmaları da çöktü.”
.
Gerçekler:
(1) Kararda atıfta bulunulan 2,229 sayfa belge, Baransu’nun bavulundan çıkan ve savcıların soruşturmayla ilgisinin olmadığını saptadığı resmi yazışma ve evraklar (iddianame, sayfa 47). İçinde bilirkişi raporu olduğu doğru değil.
(2) Söz konusu delilleri AİHM’in incelediği doğru değil.
(3) Dolayısıyla “bu kararla ‘sahte delil’ tartışmasının bittiği” hiç doğru değil.
Kararın ne olup olmadığı konusunda buraya yazmıştık; buradan okuyabilirsiniz.
08 Mayıs 2012 10:44
Sürecin başından beri Saman Gaztesi, dezenformasyon yapıyor. Ne zaman Saman Gaztesi gündeme gelse Sevgili Acracia ‘nın S(Z)aman’ın yalanları başlıklı muhteşem çalışmasını anımsıyorum.
https://balyozdavasivegercekler.com/2011/05/17/bir-analiz/
Kaçırmış olanlar buradan göz atabilir.
Aynı gün, hemen bütün yandaş Basının neredeyse aynı başlıklarla bu haberi yapması. Bu davadaki çelişkileri,tutarsızlıkları,maddi hataları ısrarla görmezden gelenlerin “AİHM, Balyoz sanıklarının savunmasını çökertti” diye neredeyse zil takıp oynamaları. Bu çadır tiyatrosunun AİHM sayesinde meşrutiyet kazandığını görmenin ve göstermenin sevincini yaşamaları. Ama çarpıtarak, Ne gam onlar için.
En büyük Mahkeme kişinin kendi vicdanıdır.
AİHM, herhalde kendisine ulaştırılan bilgi ve belgelerin gerçek olduğu faraziyesinden yola çıkarak bir ara karar almış. Oysa bilmiyorlar ki, Mahkeme mahkeme değil, Hakimler Hakim değil, Savcılar Savcı değil. Onlar kendileri gibi olan meslakdaşları görev yapıyor zannediyor herhalde.
Dün Odatv de Balyoz davası Avukatlarından Hüseyin Ersöz’ün bir yazısı yayınlandı. BU haber çıktığında benim de dikkatimi çekmişti.
Balyoz Davası’na bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkmemesi Hakimleri hakkında HSYK tarafından soruşturma başlatılmıştı.
“İşte bu süreç heyette yer alan hakimler hakkında HSYK’ya şikayetleri de beraberinde getirdi. HSYK ise bu şikayetleri incelemeye aldı ve iddiaları araştırmak üzere İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ali ALÇIK’ı soruşturmacı olarak görevlendirdi.”
“Daha önce Soruşturma Savcıları hakkındaki şikayetleri araştırmak üzere Adalet Bakanlığı Müfettişlerini görevlendiren HSYK, bu kez başka bir hakimi hem de İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin eski bir üyesini görevlendirmişti.”!!!!!!!!!!!!!!
Haberin linki,
http://www.odatv.com/n.php?n=balyoz-hakimi-balyozu-sorusturacak-0705121200
Bu Hakim 33. celse de Başkanlık yapıyor.
https://balyozdavasivegercekler.com/2011/06/03/balyoz-davasi-33-celse-durusma-tutanagi-28-nisan-2011/
Yorumsuzdur………….
09 Mayıs 2012 10:07
Mahkeme mahkeme değil, Hakimler Hakim değil, Savcılar Savcı değil. Onlar kendileri gibi olan meslakdaşları görev yapıyor zannediyor herhalde.
Eğer durum böyleyse bence boşa konuşuyorsun, boşa zaman harcıyorsun, çünkü bu dedigine göre ne dersen de hepsi hava, cıvadır…
10 Mayıs 2012 10:13
Mahir kaynak’ın 9 Mayıs 2012 tarihli yazısı. Sahte belge çetesi ile Sahte süsü verme açıısndan kategorik fark var yok diyenlere…..
Balyoz Davası sanıkları bugünlerde Mahir Kaynak’tan bahsediyor. Nedeni Kaynak’ın 23 Ocak 2010 tarihinde yazdığı yazı. “Balyoz Planı” başlıklı yazıda son iki buçuk yıla ışık tutan bir analiz yapan Kaynak, bugün gelinen noktada Ordu- AKP ilişkilerini de anlamamızı sağlıyor.
İşte bugünlerde Silivri ve Hasdal’da elde ele dolaşan 23 Ocak 2010 tarihli o yazı:
BALYOZ PLANI
“12 Mart müdahalesine neden olan darbe teşebbüsünün ortaya çıkarılmasında önemli rol oynadım ama bu, o güne kadar başarılı geçen akademik hayatımın sona ermesine, toplumda olumsuz tepkilerle karşılaşmama neden oldu. Kanunların gereğini, kurallara uygun biçimde yerine getirmenin bedelini geleceğimi feda ederek ödedim.
28 Mart sürecinde yazı yazdığım Aktüel dergisinin yetkilisi Ordunun yazı yazmamı istemediğini söyledi ve üzülerek işinize son veriyoruz dedi. Bugün demokrasi mücadelesi verdiğini söyleyenler sırtını döndü, büyük bir gazete “42 yıllık sır” başlığıyla, üçüncü sayfanın manşetinde ahlaksız olduğum için ordudan atıldığımı yazdı. Yalan söyledikleri mahkemece kanıtlandı. Ama bu tavır medyanın bu süreçte askerle birlikte hareket etiklerinin çok sayıdaki kanıtından biriydi. Bir darbenin nasıl hazırlandığını yaşayarak bili¬yordum. Ayrıca tüm dünyadaki gelişmeleri hem ekonomik hem de siyasi açıdan değerlendiriyordum ve bunu yaparak kapasitem vardı.
Bunları yazılarımda ne bir intikam duygusu ne de herhangi bir yere borcumun olmadığını ifade etmek için yazıyorum.
Türkiye’nin dünyadaki yeni rolü ve yeri ile ordunun ideolojisi uyuşmuyordu. O halde bu ideoloji değişecek ama ordunun etkinliği azalmayacak hatta artacaktı. Bu rol içe yönelik değil dışa yönelik olacaktı. Bu ordudaki darbeci eğilimleri yok etmek ama onun gücünü ve prestijini korumakla mümkün olabilirdi.
Şimdi komplo teorisi de sayılabilecek bir proje sunuyorum. Silahlı kuvvetlerdeki bazı dokümanlar ele geçirildi ve bunlar bir darbe hazırlığına uygun biçimde yeniden düzenlenerek kamuoyuna sunuldu ve darbe karşıtlığının yerleşmesi ve bu tavrın genelleşmesi sağlandı. Kimse açıktan darbeciliği savunamazdı ve bu kadar yaygın olan tartışmanın dışında kalamazdı. Medyanın durumu askerlerin yemin törenini andırıyordu. Herkes ne kadar demokrasiden yana okluğunu göstermek için kaleme sarıldı.
Ancak bu meselenin birinci safhasıydı ve darbe karşıtlığı sağlandı ama planın bir de ikinci safhası vardı. Ordunun prestiji korunmalıydı ve bölgede oynayacağı rol için güvenilir bir kurum haline gelmeliydi.
Kamuoyuna sunulan belgeler orijinal değildi ve elde edilen bazı bilgiler değiştirilmiş ve bir darbe planına uygun hale sokulmuştu. Eğer bu belgelerin, bir kısmının bile, değiştirilmiş olduğu tespit edilirse Ordu aleyhine yapılan yayınların maksadı ve gerçek dışı olduğu kanıtlanmış olacaktı. Zaten ortaya atılan
iddialar bunu kolaylaştırıyordu. Mesela camiye atılacak bir bomba her kesimdeki halkı iktidar etrafında birleştirir ve bir darbeyi imkansız hale getirirdi. Bir darbecinin asla düşünemeyeceği bir eylem söz konusu idi. İstikrarı bozmak için eylemlerde askerlerin yer alacağı söyleniyordu. Bir tek asker bile böyle bir eylemi yaparken yakalanırsa ki bu kaçınılmazdı, darbe yapılamazdı. Çünkü ordu kurtarıcı olarak yönetime el koyardı. Eylemi yapanla kurtarıcı aynı kurum olamazdı.
Şimdi çok akıllı bir biçimde yürütülen projenin ikinci safhasındayız. Belgelerin değiştirilmiş olduğu ortaya çıkacak ve ne darbe kalacak ne de ordu düşmanlığı.”
Odatv.com
10 Mayıs 2012 13:01
Ben Mahir Hocayı şahsen tanırım, kendisi komplo teorilerinde uzmandır, bu yazdıkları iyi güzel de, bun kimin yaptıgını söylememiş, gerçi gerek yok çünkü kendisini herşeyin arkasında her zaman Amerika olduğunu söyler…Ne Amerikaymış beee…
11 Mayıs 2012 03:07
Gelecekle ilgili tahminler icin modeller gerekli. Mahir hocanin öngöruleri pekte yanlis cikmiyor, muhtemelen iyi enstrumanlar kullaniyor. Özellikle iktisatci kimligiyle degindigi konular zaman icerisinde iyi öngörulerde bulunmus oldugunu gösteriyor. (Benim dikkatimi ceken ele almis oldugu 2 farkli konu vardir, merakla beklediklerim: avrobölgesindeki baslayan bir krizin sonucu ve Turkiye’nin dogu sinirinin gelecegi.)
2010’da daha olaylarin tap taze oldugu bir anda kösesinde böyle bir yazi yazmis olmasi cok önemli. Kösesine cok nadir ugruyorum ve Odatv’de haber olarak cikmis olan bu yazisini kacirmis olmaliyim. Fakat Mahir hocanin konuk oldugu ve Balyoz davasinin konu oldugu bir programi izlemistim TRT’de (sanirim programin ismi Aci veya Acilar idi), programdaki diger konuklarla birlikte bir darbenin baska bir sey oldugunu ve bu sekilde yapilamayacagini söyledi. Baska bir program hatirliyorum CNN-Turk’te (Tecrube konusuyor galiba ismi, Cengiz Candar & Cemal’in yönettigi) Taraf gazetesinden 2 konuk: Mehmet Baransu ve bir meslektasi. Bu bahsettigim programlari izlerken bu farkli göruste olan kisilerin bir programda toplanip konuyu ele almalarini cok isterdim. Merak etmisimdir gazeteciler mi mesleklerinin inceliklerini bilmiyor yoksa konuklar mi bir araya gelmek istemiyorlar. Bir olayin arkasindaki gerceklerin neler olabilecegini bilebilmek cok zor, özellikle konunun disindakilerin tahmin edebilmeleri mumkun bile olmayabilir. Hesap sorabilme gucunden haric, baska önemli rollerde dusuyor medya’ya :insanlarin aydinlanmasini saglayabilir mesela. Görevini iyi yapabilmek icin de beklenen: insanlari yaniltmadan ve mumkun oldukca tarafsizca haber sunmasi. Medya’nin Mahir hoca ve onun gibi farkli göruste olan insanlara daha fazla yer vermemesin etkisinin olabilecegini dusunuyorum. Genelde gundemi mesgul eden haberler tek yönluydu, dinleyici ve okuyuculari korkunc detaylarla bogdular. Sonuc, cok önemli bir konu hakkinda halkin buyuk bir kisminin fikri yok ve umrunda degil. Belki ben yillar önce Franz Kafka’nin Dava kitabini okudugum icin uzaktan da olsa özellikle bu davayi takip etmeye ve anlamaya calisiyorum. Bu cok degerli eserin okuyucuda biraktigi etki cok buyuk, okumayanlara okumalarini tavsiye ederim.
02 Haziran 2012 01:36
Bay Prof. Kaynak’in yorumunun zerre kadar kiymetiharbiyesi yok.