27 Mart 2012 tarihli 97. celsenin duruşma tutanağına buradan ulaşabilirsiniz. Bu celsede Ergin Saygun savunmasını sunuyor.
“Mahkeme” başkanı kırk civarındaki avukatın imzaladığı ortak dilekçeyi okuyor:
“Mahkemenizde görülmekte davada bugüne denk tutuklamadan kanıtların toplanmasına kadar yapılan hukuksuzluklar, biz müdafiiler tarafından defaatle huzurda dile getirilmesine karşın ne yazık ki adil bir yargılama için gerekli yargılama ortamının yaratılması mümkün olmamıştır. Dava dosyasındaki belgelerin okunması, kanıtların toplanması ve gösterdiğimiz tanıkların ve yargılamada kilit tanık olan Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök’ün dinlenilmesi taleplerimizin ısrarla ve hukuka aykırı olarak reddedilmiştir. (…)
Ceza Usul Hukukunun evrensel kuralları olan tarafsızlık, eşit söz hakkı, kararların gerekçeli olması zorunluluğu sadece yargılananlar ve müdafilerle ilgili bir husus olmayıp, aynı zamanda adına yürütüldüğü söylenen millet nezdinde de yargılamanın meşruiyeti ile yakından ilgilidir. (…)
Mahkemenin Sayın Başkan Yargıç’ı Ömer Diken tutanaklar çıkıp incelendiğinde görüleceği üzere, tüm avukat ve sanıkları hedef alan ve onları cezai yaptırımı ile tehdit eden sözler sarf etmiştir.
(…) tarafsız olmadığınız çok açık ve kesin olarak ortaya koyan tutum ve sözleriniz karşısında siz Mahkeme Başkanı Yargıç Ömer Diken, Üye Yargıç Ali Efendi Peksak ve Üye Yargıç Aytekin Özanlı’yı CMK’nın 24 ve 25 maddeleri gereğince reddediyoruz. Bütün bu olgular karşısında müdafilik görevimizi bihakkın yerine getirebileceğimiz kanaatimizi yitirmiş bulunmaktayız. Savunmanın yargılamanın vazgeçilemez unsuru olduğunu ne yazık ki sizlere anımsatmak durumunda kalmaktan üzüntü duyuyoruz. Bilmenizi isteriz ki usul hükümlerinin hiçe sayıldığı, adil yargılamanın hiçbir ilkesini uyulmadığı, böyle bir yargılamanın bir parçası asla olmayacağız. Anayasanın 38 ve 138, Ceza Muhakemesi Kanunun 175 ve devamı, 206 ve devamı maddelerinin emredici hükümleri Heyetinizce yerine getirilinceye denk duruşmalara katılmayacağımızı arz ederiz.”
***
Ali Türkşen:
“(…) şunu ifade etmeye çalışıyorum. İnsanların artık canına tak etti. Bıçak kemiğe dayandı. Sabırla bekliyoruz 15 aydır, gıkımızı çıkarmadık. Niye bugün, niye bugün bardak doldu da taştı? Çünkü kararlarınızda artık diyorsunuz ki, bizim için bu dava bitmiştir. Hatta belki de biz bilmiyoruz ama siz biliyorsunuz 16 Aralık 2010’da bitmiş bu dava. Çünkü biz zaten ondan önce Şubat ayında tutuklanmaya başladığımızda 42-43 kişi ilk tutuklamalar olduğunda zaten bu herhalde bir şeylere karar verilmiş gibi artık düşünmeye başladık. Çünkü ben yapmadığım bir şeyi döndüre döndüre 1500 kere size anlattıktan sonra hala bir sıkıntı var, çözemiyoruz. Siz de bu sıkıntıyı çözmek yönünde bir adım atmıyor gibisiniz. Ondan sonra buradan bir takım efendim nahoş hadiseler, siz hakarete uğradığınızı düşünüyorsunuz. Suç duyurusunda bulunuyorsunuz. Bakın biz de size ben 4 tane örnek bu davanın içerisinden aslında hakarete uğrayan kim, biz miyiz yoksa siz misiniz bunu sizin değerlendirmenize sunmak için bu 4 durumu bu Mahkemede oldu, onları arz etmek istiyorum kısaca.
(…) Hatırlarsanız size dedim ki burada ben 5 Kasım 2003 tarihinde, 2008 tarihinde düzeltiyorum. 09:41:38’de bir belge hazırladığım iddia ediliyordu Gölcük’ten çıkan belgelere göre. Ben de dedim ki o tarihte TRT’de bir programda televizyon kameraları karşısındaydım. Siz peki dediniz. Valla sizden çok zaten o kadar çok peki duyuyoruz ki her şeye peki diyorsunuz. Cevap? Yok.
Şimdi ben kendimi artık ikna etmeye başladım. Akşam yattığım yerde diyorum ki bu kadar Mahkeme ısrar ettiğine göre yani ben o işi becerdim herhalde. Yani ben kendime döndüm artık, yani kendi kendimi ikna etmeye çalışıyorum diyorum ki; koskoca devletin hakimleri, savcısı niye bu kadar ısrar ediyor. Bir bildikleri var herhalde. Ali Türkşen ya oğlum bir düşün diyorum ya nasıl yapmış olabilirsin, ben yattığım yerden onu düşünüyorum artık. Yani televizyon ekranları karşısında bu belgeyi nasıl hazırlamış olabileceğime dair kendi kendimi ikna etmeye başladım. Onun için ben size artık sormaktan vazgeçtim. Yani baktınız mı diyorum peki diyorsunuz. Ben biliyorum yani, biliyorum yani onu hazırlamadığımı biliyorum. Size de bana göre ispatladım. Ama cevap yok. Bakın neden biz hakarete uğradık bu Mahkemede. (…)
Bakın bugün son cümlemi söylüyorum. Bugün mevtanızı, mevtanızı ölüm kararı olmadan doktor imzalı belge olmadan gömebilir misiniz? Belediyeye gitseniz size mezar verirler mi? Ölmüş ölmüş. Alın bakalım bir tane kağıda bir doktor antedi açın imzasız götürün de mezarlığa verin ne geliyor başınıza. Ama siz bizi gömüyorsunuz. Hasdal’a gömdünüz, Silivri’ye gömdünüz biz daha ne söyleyelim? Burası bu hale gelir tabi Sayın Başkan. İnsanların canına tak etti artık ve buradan daha da iyi bir yere gittiğimize dair de bir beklenti yok. Yani bir gösterge yok. Ne yapalım biz artık daha?”
Mahkeme Başkanı:
“Peki.”
16 Nisan 2012 18:25
Ben bu mahkemeleri, kesintisiz takip ediyorum. Ali Türkşen o kadar haklı ki. Gerçekten de hakimin ağzından çıkan tek söz, PEKİ ya da PEKALA. Bu mahkemelerde adil bir yargılama olmadığını artık herkes gözlüyor, herkes biliyor.
Savcılar, sanki bir bütün sene o duruşmaları hiç izlememişler, tanık ifadelerini dinlememişler, bilirkişi raporları ve sanık lehine olan deliller kendilerine hiç sunulmamış, iddianamedeki çelişkiler tek tek gösterilmemiş gibi, yani kör ve sağır gibi davranıp, iddianamenin bir kopyası niteliğinde bir MÜTALAA sundular. Ayrıca, hakimler de delillerin değerlendirilmesi aşamasını atlayarak, bu mütalaayı okumalarına PEKALA diyerek izin verdi.
Böyle bir yargılama her halde yer yüzündeki hiç bir ülkede yoktur. Elbette bunun hesabını verecekler. Yeter ki bu iftiralar yüzünden tutsak olanların sağlığı bozulmasın, o zindanlardan sağlam çıksınlar.
Hakime, “bu cesareti nereden alıyorsunuz?” diye bir soru sorulduğunda, “halkımızdan” cevabı geldi. Aynı, başbakanın ağzı… İnsanlara iftira atmak, bu amaçla suç üreten bir çete oluşturmak, sanıklar, yakınları ve de avukatları için suç duyurusunda bulunmak, sanıkların lehine olan delilleri yok etmek, talepleri durup durup reddedip, suçsuz insanların hürriyetlerini çalmak konusunda hangi HALK onlara yetki verdi, sormak gerek. YAZIKLAR OLSUN demekten başka yapacak bir şey yok…
16 Nisan 2012 20:40
Cemaatten yada hükümetten diyecek halleri yoktu ya sayın Gözlemci,mecburen halkımız demişler.Bu arada bir başka davada günlerdir dinledikleri bir gizli tanık küçük yaşta bulunduğu tarikatta tecavüze uğrayan ve kendisi de yine küçük çocuklara tecavüzden tutuklu bulunan biriymiş iyi mi?Danıştay sanığı Osmanım da bildiğim kadarıyla kızkardeşini satmaktan sabıkalı biriydi.