Balyoz davası beklenmedik bir şekilde hızlandı ve sonuçlanmaya yönlendi (ya da yönlendirildi). Cuma günkü celsede mahkeme başkanı savcıya mütalaasını hazırlaması için sure tanıdı. Bu da delillerin değerlendirilmesi safhasının sadece seminer kayıtlarının dinlenmesi ile geçiştirileceğini gösterdi.
Sanıkların ve avukatlarının savunmalarını yaptığı süreç içerisinde mahkemeye yüzlerce sahtecilik kanıtı sunulmuştu. Balyoz belgelerinin içinde tarihleriyle uyuşmayan, çok sonraki dönemlere ait bilgiler vardı. Bir çok subay, belgeleri hazırladıkları iddia edilen tarihlerde yurt dışında ya da bilgisayara erişimleri olmayan yerlerdeydi. Balyoz belgelerini içeren CDlerin üzerindeki el yazılarının makine ile kopya edilmiş olduğuna dair (biri Amerikalı bir uzman tarafından hazırlanmış) iki tane rapor vardı. Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri detaylı bilirkişi raporları hazırlamış, Baransu’nun bavulundan, Gölcük’ten ve Eskişehir’den çıkan darbe belgelerinin sahte ve manipülatif olduğunu uzun uzun anlatmıştı. Balyoz belgelerinin izine 1. Ordu bilgisayarlarında ya da TSK’de başka bir yerde ulaşılmamıştı. Üstelik, bu belgeler imzasız, herkesin hazırlayabileceği cinsten dijital belgelerdi.
Sanıklar ve avukatları bu sahtelik kanıtlarını sundukça, mahkeme başkanı geçiştirdi ve delillerin değerlendirilmesinin tüm savunmalar alındıktan sonra yapılacağını söyledi. Yani sabredin, bunlara geleceğiz dedi. Ama simdi ortaya çıkıyor ki, mahkemenin delillerin gerçekliğini mercek altına almak gibi bir niyeti yok. Sahtelik iddialarının hiçbirisi mahkeme tarafından incelenmeyecek. Dava doğrudan savcının mütalaasının alınma safhasına geçti. Bu da yargılamanın göstermelik, oynananın da bir çadır tiyatrosu olduğunu tekrar gözler önüne serdi.
Plan seminerine gelince, bu seminerde Balyoz’un B’si geçmemiş, darbe’nin d’si tartışılmamıştı. İlker Başbuğ başta olmak üzere tanık olarak dinlenen üst düzey komutanlar ve gözlemcilerin hepsi kesin dille seminerde yasadışı görüşmeler yapıldığını, darbe girişimi planlandığını yalanlamışlardı.
Savcılar iddianamede darbe girişimini Aytaç Yalman’ın engellediğini yazmışlardı. Medyada ise Hilmi Özkök’ün önceden haber alıp, darbeye engel olduğu yazılmıştı. Sanıklar ısrarla bu iki ismin tanık olarak dinlenmesini istemişlerdi. Mahkeme heyeti de aynı ısrarla bu talebi kabul etmemişti.
Kısacası, sanıklara iddianamenin çürüklüğünü kanıtlayabilmeleri için hiç bir olanak tanınmaması gerekiyordu. Mahkeme heyeti de bu işlevi kusursuz yerine getirdi.
İşin ilginç bir başka yönü daha var. Mahkemenin savcı mütalaası aşamasına geçmesinden bir kaç gün evvel Zaman gazetesindeki “haber” ve yorum yazılarında “Balyoz davası sona yaklaşırken” şeklinde ifadeler çıkmaya başladı. Biz bu yazıları okuyunca şaşırdık, çünkü mahkemede son noktaya gelindiğine dair henüz bir işaret yoktu. Sanıklar ve avukatlar kendi taleplerinin değerlendirileceğini, yeni bilirkişi raporları isteneceğini, Özkök’ün ve darbeye engel olduğu iddia edilen Yalman’ın tanık olarak çağrılacağını bekliyordu. Yani, yasanın öngördüğü üzere göre delillerin gerçek olup olamadığının değerlendirileceği safha vardı. Halbuki, Zaman gazetesi okurlarına davanın artık tamamlanma aşamasına geldiğini–henüz mahkemeden bu yönde bir işaret verilmemiş olmasına rağmen—duyurabiliyordu.
Kısacası, cemaat taktık değiştirerek bu davanın acilen sonuçlandırılması gerektiğine karar vermişti, Zaman gazetesi de gerekli kamuoyunu oluşturmak için olağan işlevini yerine getiriyordu.
Şimdiye kadar davayı mümkün olduğu kadar uzatmak gayreti içinde olan cemaat neden birden taktik değiştirdi? Buna henüz kesin bir cevap verebilmemiz mümkün değil. Belki de hükümet ile ortaya çıkan gerginlik üzerine bu ve benzer davalarda artık kontrolün yeteri kadar ellerinde olamayacağını düşündüler. Belki davayı kurgulayan Emniyet görevlileri ile hayata geçiren savcıların görevden alınmasından, davanın seyir değiştirmesinden endişe ettiler. Bilemiyoruz.
Ancak bildiğimiz bir şey var, o da artık Türkiye’ye yakından bakan herkesin ülkenin özel yetkili yargısının suç üreten ve kurgulayan bir çetenin güdümünde işlediğinin farkında olduğudur.
11 Mart 2012 04:11
Bu gerçekten çok ilginç bir gelişme. Bugün çok sınırlı bazı basın organlarında da bahsedildi. Ama medyanın büyük kısmı Celal Ülgen’in açıklamasını kelimenin tek anlamıyla “görmezden gelmiş”.
Bir dava sürecinin olması gerektiği gibi yürümemesi, en basit usul uygunsuzluğu olması yargıtaydan dönme sebebidir. Bu dava da bu şekliyle karara çıkarsa sanırım tereddütsüz bir şekilde, içeriğine hiç bakılmadan usul yönünden bozulup gelir.
Şu ana kadar iddianameden hiç geri adım atmayan savcılığın mütaalasında neler isteyeceği pek sürpriz olmayacak sanırım. Ama mahkeme sonucu nereye bağlayacak, orası belli değil işte…
13 Mart 2012 11:24
Sevgili Olasılıksız,
Belirttiğin gibi Savcının esas hakkında mütaalası nın istenmesi son günlerin en önemli gelişmelerinden biri.Neler oluyor, neler dönüyor, hepimiz anlamaya çalışıyoruz.
Dün Odatv davasında surpriz bir gelişme yaşandı. Savcı, sadece Sait çakır için tahliye talep etmişken Mahkeme 4 kişiyi tahliye etti.Haberi dışarıda olduğum bir sırada arkadaşım cep telefonuyla verdi. 4 tahliye var dedi, Nedim şener ve Ahmet Şık tahliye oldu. Doğal olarak diğer 2’si kim diye sordum. Onları yazmıyor son dakika bilgisi geçiyorlar dedi. Dakikalar sonra diğer 2 kişinin Çoşkun Musluk ve Sait çakır olduklarını öğrendik. Zaten hemen bütün haber siteleri de, Ahmet ve Nedim’e tahliye diye verdi haberi. Hatta bu davanın avukatlarından birisi, benim bugün Odatv duruşmam var ona gideceğim dediğimde yakın akrabalarım bile Nedim şener ve Ahmet Şık’ın davası ne zaman? diye soruyorlardı diyor.
Bugün Sözcü Gazetesi bile manşetine Nedim Şener ve Ahmet Şık tahliye oldu yu taşımış. Diğer 2 gazeteci? yok onların ismi önemli değil?
Ancak bütün bunlar olurken çok önemli bir ayrıntı gözlerden kaçırılıyor. Belki de amaçlardan biri de buydu.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre Odatv davasında Mahkeme başkanı Ekinci, Emniyet Genel Müdürlüğüne “Ergenekon” yapılanmasının silahlı terör örgütü olup olmadığına ilişkin yazılan yazıya cevap geldiğini belirterek, “Kovuşturmayı yürüten bağımsız mahkemelerin yetkisinde kalmakla beraber Ergenekon yapılanması bir terör örgütüdür” ifadelerinin yer aldığını okuyor.
Daha önce bilindiği üzere Emniyet, Genelkurmay, MİT, Jandarma böyle bir örgütten bilgimiz yok şeklinde görüş bildirmişlerdi. Bence bu dönüşüm çok kritik bir gelişmeyi işaret ediyor. Ahmet ve Nedim’in tahliyesi elbette önemlidir. Ama büyük resim de bozulma devam ediyor. tahliyeler ile gazı alınmış büyük kitle bu durumu gözden kaçırıyor…..
13 Mart 2012 19:04
OdaTV davasında bu tahliyeler beni hem şaşırttı, hem şaşırtmadı…
Çünkü yargılananların bir kısmının zaten tutuklanma gerekçeleri dahi yerlerde sürünüyordu. İddianameyi pek çok kişi okumuştur. Kopartılan onca gürültüye karşın bilgisayarlarda bulunan – yine imzasız – kaynağı belirsiz digital bir dökümandan yola çıkıp, zorlama yorumlarla “sen bu kitabı yazarak bu plan çerçevesinde hareket etmişsin” şeklindeki suç iddiası hakikaten çok havada kaldı.
Tabi OdaTV davasının avantajı, yargılanan tutuklu sanık sayısının çok az olması. Dolayısıyla süreç hızlı işliyor.
Benim esas merak ettiğim, dava 3 ay sonraya ertelendi.. Ama bilirkişi raporu daha önce gelir ve sanıkların iddialarını desteklerse mahkeme resen tutukluluğu kaldırma kararı verecek mi, yoksa 3 ay bekleyecek mi?
Tabi, bilirkişi olarak görevlendirilen Tübitak’ın etliye sütlüye karışmayan bir rapor yazması da olası. Onu zaman içinde göreceğiz.
Sizin dikkati çekmeye çalıştığınız hususa katılıyorum. Bu dava Nedim-Ahmet davasından ibaret değil. Ama basın bu konudaki hassasiyetini “nasılsa Ahmet’le Nedim çıktılar” diye düşünerek kaybederse kendi kuyusuna kazmayı vurmuş olur.
Diğer taraftan, her ne kadar suçun bireyselliğine aykırı da görünse; Ahmet Şık ve Nedim Şener’in suç iddiası şu meşhur 2010 Medya Planına dayanıyor. Eğer suçun değişme olasılığı dikkate alınarak serbest bırakıldılarsa, bu planın da muteberliği soru işareti oluşturuyor. Yani diğer sanıklar yönünden de iddialar oldukça zayıflamış oluyor.
Emniyetin “Ergenekon” konusundaki görüşü ise oldukça ilginç! Örgüt tanımını yapabilmek için bazı asgari şartların oluşması gerekir diye biliyorum. İdeolojisi, eylemleri, yönetim yapısı vs. falan bunların tespit edilmiş olması gerekmez mi? Halbuki şu ana kadar kesinleşmiş bir yargı kararı, veya ortaya konulmuş doğru dürüst bir örgüt şeması yok. Nasıl böyle bir yanıt geldiği soru işareti…
11 Mart 2012 11:35
Ben bugün saflık derecesinde iyi niyetli davranarak, sanıkların savunmalarında zaten delil değerlendirmesi yaptıklarını,tüm dijital belgelerin yeniden tek tek incelenmesinin çok uzun zaman alacağı için hakimin yargılama sürecinin kısaltmak amacıyla böyle bir yola başvurduğunu düşünmek istiyorum.Medyanın durumu zaten malum.Bugüne kadar Balyoz Davası haberlerini büyük oranda Zaman gazetesi manipüle edilmiş olarak veriyordu.Medyanın büyük bölümü zaten yandaşların elinde.Geri kalanı da holding medyası olduğundan ticari çıkarlarının zarar görmemesi için artık fazla kurcalamıyor bu davayı.Ajanslardan gelen haberi internet sitelerinin bir köşesine sıkıştırıyorlar.Gazetecilerin de iktidar ile zıtlaşmanın pek hayırlarına olmadığını öğreneli çok oldu.Zaten hakimler bu davada mahkumiyet verirlerse de tüm sanıkların suçsuz olduklarını bilerek mahkumiyet vermiş olacaklar.Gelecekte tarih bugünleri de yazacak.Genelkurmay Başkanı’nın terör örgütü yöneticisi olarak gören zihniyetin TSK yı da terör örgütü olarak görmesi,buna bağlı olarak da bu “terörist” lere haddini bildirmek istemesi normal karşılanabilir.
11 Mart 2012 17:03
Sizin iyiniyetinizde bir mantık açığı var. 🙂
Eğer sanıkların önsavunmalarında delil değerlendirilmesi yapıldığı da varsayılsaydı, her bir sanık savunmasını yaptıktan sonra tutuklulukları hakkında karar verilirken delillerinin tutarlılığı da dikkate alınarak bazıları tartışma götürmeyecek şekilde “delilsiz” olan iddiaların geçersizliğini ortaya koyarak bu kişileri tahliye ederdi. (Örneğin yurtdışında olanlar gibi)
Ama mahkeme sürekli delillerin değerlendirilmesi safhasında bu konuların dikkate alınacağını vurguladı.
Ayrıca, her ne olursa olsun, delillerin değerlendirilmesi ve şahitlerin dinlenmesi safhasından sonra sanıkların bu konuda ek savunma yapma hakları mevcuttur.
Neyse, zaman ne gösterir, hep birlikte göreceğiz.
11 Mart 2012 18:26
Ben çok uzun bir süre evvel orada bir mahkeme olmadığını yazmıştım,hatta çadır tiyatrosu sözünü ilk ben bile kullanmış olabilirim.Sanıkların tahliye filan edileceği yok,öyle bir niyetleri olsa sanıkların lehine olan delilleri adli emanette saklamazlardı.Artık temyizdi,Yargıtay’dı diye de kimse ümitlenmesin oradan da ümit yok.En son Danıştay’a üç üye atanarak birilerini kurtarma operasyonunu da tamamladılar.Hukuk devletini boş yere aramayın.
12 Mart 2012 11:55
Bende size katılıyorum Solmaz Hanım,
Ne Yargıtay, ne Anayasa Mahkemesi,Ne Danıştay. Hiç kimse ümitlenmesin. Hatta eski mahkeme kararlarını bile (beraat ya da takipsizlik le sonuçlanan) iddianamelere koyanların o mahkemeleri ve kararlarını tanımadıklarını söylüyorum.Zaten Tayyar gibiler Bakırköy de böyle bir yapılanmanın sözkonusu olduğunu söylüyorlar. Ama konu Beşiktaş olunca, Özel Yetkili mahkemeler olunca dut yemiş bülbül gibi oluveriyorlar. Sanıyorum Anayasa değişikliğini bekliyorlar.eski Mahkemelerin vermiş oldukları kararlar ile ilgili defterleri daha açamadılar. İçtihatlarda görmeye başladık zaten değişimi.
Örn. Şike davasında Bülent İşcen hakkında mahkeme kamuoyunda “Kelebek operasyonu” olarak bilinen davada beraat kararı verilmiş olmasına karşın, 26 mart ta başlayacak duruşmada bu dosyanın istenmesine karar veriyor.Amaç sanırım Sedat peker,Olgun peker üzerinden Bülent İşçen ve Aziz Yıldırım bağlantısını kurmaya çalışmak. Tayyar, boş konuşmaz, Aziz Yıldırım Ergenekon’un finans kanadıdır diye konuştuğuna göre.
Zaten gerek bu dava da gerek diğer davalar da asıl davalardan suç isnat edilemeyeceğini düşündükleri için olsa gerek, savunmalardan ötürü bir çok tanık! hakkında hapis cezaları istiyorlar. Çetin Doğan’ın 17 Ocak’taki duruşmada söylediği “Terörle Mücadele Şubesi, terör üretme şubesi haline gelmiştir” sözleri üzerine “Kamu Görevlisine hakaretten” soruşturma başlatılmıştı. Doğu perinçek, savunmasında kullandığı ifadelerden ötürü şu ana kadar 22 yıl hapis cezası almış durumda. Devam edenler le beraber 40 yılı bulacakmış. Avukatlar ve bir çok tanık! hakkında benzer soruşturmalar, davalar açılmış durumda.
Zafer “gelecekte tarih bugünleri de yazacak” demiş. Evet yazacak ta nasıl yazacak acaba ondan emin değilim. Her kavramın içini boşaltan, herşeyi tartışmaya açan,tersyüz edenler tarafından yazılırsa başka türlü yazılacaktır.Umarım o günler geldiğinde tarih yazanlar, tarihi yapanlara karşı sadık kalırlar.Umarım.
12 Mart 2012 12:24
Sahi ya, Washington Post gazetesinde emekli genareller, Genelkurmay Başkanları ilan yayınlamış!!!!!!!!!
” “Sayın Başkan, her meydan okumanın askeri çözümü yoktur. Bize ya da müttefiklerimize saldırı olmadıkça, savaş son seçenektir. Askeri savaşa göndermeden önce tüm barışçı çözümler denenmelidir.
Nükleer silahlı İran’ı önlemek haklı olarak önceliğiniz. Ancak şu anda askeri harekât sadece gereksiz değil, aynı zamanda ABD için de, İsrail için de tehlikeli. Sizi İran’la savaş baskısına direnmeniz konusunda uyarıyoruz”
Bu ne cüret ya. Dünya tersine dönmüş arkadaş. E biz hep ABD yi örnek gösterirdik(Liberaller) Ne olacak şimdi.
“Lafa gelince “özgürlüklerin sınırsız olduğu ABD”nin generalleri de bir alem. İnsan hakları ve barışın sembolü (!), demokrasinin beşiği (!) ABD’de canım demokrasiyi katlediyorlar ama Obama’nın umurunda olmuyor. En iyisi ABD’nin demokrasisini kurtarmak için yüzyılın icadı “Özel Yetkili Mahkemeleri” dost (!) ve müttefik (!) ülkeye ihraç edelim. Dahası hibe edelim de gözleri insanlık görsün…” (08.03.2012/Yeniçağ)”
13 Mart 2012 11:02
Görevdeki bir general böyle konuşsun da görelim ne oluyor Amerika’da, daha önce orta doğudan sorumlu general Obama Afganistan’da yanlış yapıyor dediginde anında şutlanmıştı, demek ki neymiş? Herkes kendi işini yapacakmış…
14 Mart 2012 14:11
Onu öyle demezler tercüman.
ABD “Yeni Dünya Düzeni’ni” ilan ettiğinden beri, gerekirse kendi içinden yetişmiş ve bu tekere çomak sokacak unsurları saha dışına çıkarmıştır. Bu bahsettiğiniz durum bununla ilgili olmasa da.
Anladığım kadarıyla Orgeneral MCcrystal dan bahsediyorsunuz. Rolling Stone dergisine verdiği makaleden bahsediyorsunuz. Afganistan’a 40.000 ek asker istiyor Orgeneral. Başkan yardımcısı Biden karşı çıkıyor. Roportaj da bir soru üzerine MCcrystal “Başkan yardımcısı Biden’ mi soruyorsunuz” “O kim” “Biden Bite me” mi dediniz diyor. Yakışıksız ifadeler kullanıyor. Ayrıca Obama ilk başkan olduğu sırada “Afganistan’da ki durumu konuşmaya hazır değildi” diyor. Bu konuya ilgi göstermiyordu diyor.Bunun gibi alaycı ve küçük düşürücü ifadeler kullanıyor. Yine de Obama, kendisiyle bu konuları yüzyüze görüştükten sonra kararımı vereceğim diyor.
Mccrystal ile neo-con lar arasında yönetimsel anlamda pek bir fark yok.Yani demek ki neymiş, herkes kendi işine bakacakmış değilmiş.
Churchill ‘in meşhur bir sözü var. “İngiltere nin dostu ya da düşmanı yoktur çıkarları vardır”.Bu bütün dünya için geçerlidir.
İsmet İnönü 1964 de ABD_Türkiye ilişkilerinin bağımsızlığıma düşürdüğü gölgelerden yakınırken der ki; “Bağımsız iç politika dış politika güdemez havanda su döversiniz. Zannetmeyin kolay iştir. kurtulmak istediğinizde başınıza neler gelir bilemezsiniz”
Evet siyasi tarihimize baktığımızda başımıza neler geldiğini görüyoruz zaten. 1964 de İnönü ‘nün yerine ABD çıkarlarını gözetecek bir Başbakan adayı arayan ABD Süleyman Demirel’i buluyor. Ve 1964 de ki AP seçiminde 4 aday arasından Süleyman Demirel çıkıyor. O Dönem herkes Koca Reis Saadettin Bilgiç’in seçilmesini beklerken.
O Demirel ABD çıkarlarına ayak sürüdüğü için pek çok kez saha dışına alınıyor. 1971 martı ve 1980 Eylülünde.
22 ocak 1993 günü Başbakan Demirel “Çekiç güç köklü bir çıban gibi.Çıbanın başını keskin bir bıçakla kesebilirsiniz ama kökünü çıkaramazsınız.Kökünü çıkarmaya kalktığınızda nelerle karşılaşacağınız bilenmez.” diyor.
Evet hala o kökü çıkaramıyoruz.Bu topraklar da ABD nin çıkarlarına uygun hareket etmeyen hiç bir iktidar uzun sureli iktidar da kalamaz. Wikileaks belgeleri bu durumu bize ayan beyan gösteriyor.Ki bu bilgiler Dışişlerinde görevli bürokratların gönderdikleri anekdotlar, dedikodular olsa bile.
1 Mart tezkeresi surecinde Ankara Büyükelçisi Robert pearson ‘un bir dizi belgeleri, ABD çıkarlarına uygun hareket etmeyen unsurları ele alıyor. TSK içinde 3 ana hizip var diyor ve şöyle sınıflandırıyor. Atlantikçiler, Türkiye’nin stratejik çıkarlarının ABD ve Nato çerçevesinde şekillendiğini düşünenler, Hiç kimseye güvenmeyen ve kemalist devletin tavizsiz biçimde korunmasında ısrar eden katı “Milliyetçiler”, Avrasya konseptini savunan, Rusya,İran ve Çin’i de içine alan grupla daha yakın ilişkiler kurmayı düşünenler.
Bugün baktığınızda düzenlenen operasyonların neye hizmet ettiğini kör gözler dışında herkes görebilir.
Devam ediyor pearson Hilmi Özkök’ün tezkereden önce Türkiye’nin ABD’yi desteklemesi yönünde bir açıklama yapmak istediğini ancak dönemin Cumhurbaşkanı Sezer’in ona bunu yapmamasını söylediğini aktarıyor. Geç de olsa Özkök ABD’yi desteklediklerini açıklıyor ve bu belge de şu şekilde geçiyor. “Özkök’ün ABD’nin Kuzey operasyonuna verdiği bu destek beş gün geç ve 6 milyar $ eksik kalmıştır.”
Pearson ilerleyen günlerde ki başka bir belge de, Özkök karşıtı yedi generali sıralıyor isim isim. “Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman,Jandarma Komutanı Eruygur, 1.Ordu Komutanı Çetin Doğan, Ege ordu Komutanı Hurşit Tolon, 2.ordu Komutanı Fevzi Türkeri(bazı ABD karşıtı belgeleri Aydınlık’a sızdırdığı söyleniyor) ve MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç.” Büyükanıt’ın ikili oynadığını düşünüyor.
24 Mart 2011 tarihinde Aydınlık ta yayınlanan taraf’ın yayınlamadığı sansürlediği bölümlerde açıkça “Amerikan menfaatlerine karşı çıkan bu generaller her an Hilmi özkök’e muhtıra verebilirler” demektedir.
Yani önemli olan ABD nin çıkarlarıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun. O çıkarlara uygun hareket etmeyenler bir şekilde oyun dışına çıkarılır.
Suriye olayına da bu açıdan bakmakta yarar var.Hatırlanacağı üzere MİT çiler Özel yetkili Savcılar tarafından ifadeye çağrıldığında MİT’in hatay sorumlusu gözaltına alınmıştı. Suriye’li muhalif bir Yarbayı 100.000 $ karşılığında Suriyeli güçlere teslim ettikleri, hatta parayla sınırdan geçerken yakalandıkları yandaş basında yazılmıştı. Oysa Fransız kaynaklarının ve sonrasında İsrail kaynaklarının ısrarla belirttiği üzere 49 MİT görevlisi Suriye de ele geçirilmişti. Ve Suriyeli Muhalif Yarbay bu değiş tokuş pazarlığında kullanılacaktı. MİT yalanladı bu haberi ama Suriye li Gazeteciler de aynı şeyi söylüyordu. 49 MİT görevlisi Suriye de diye. 7 Şubat ta Rus Dışişleri bakanı Lavrov’un Şam ziyareti sırasında Suriye,Rusya,Türkiye ve İran heyetleri arasında dörtlü görüşmelerin ardından anlaşmaya varıldığı Fransız gazeteci Thierry Meyssan tarafından açıklanıyor.
Bu tarihten sonra başdöndürücü hızda gelişmeler olmaya başlıyor.Suriye de General Asıf Şevket’in bizzat yönettiği harekat sonucunda 1.500 kişi yakalanıyor.İçlerinde paralı askerler, Libya da savaşan paralı askerler ve Fransız istihbarat servisi DGSE nin elemanları da var.10 Şubat ta MİT hatay bölge sorumlusu ve 4 kişi gözaltına alınıyor.Bir gün önce Özgür Suriye Ordusu komutanı Albay Riyad Esaad Suriye güvenlik güçleri tarafından ele geçiriliyor.
MİT ‘çilere yakalama emri çıkarılması, Kanun da jet hızıyla değişiklik yapılması, Savcıların görevden alınması, Yeni göreve gelen Savcıların izin talebi,Danıştay’da 3 üye’nin değişikliği, izin konusuna karar verecek üyenin Başbakan’ın teyzesini oğlu olması hep tesadüf ile açıklanabilir mi?
Çıbanın kökünü çıkarmaya çalışırken nelerle karşılacağını bilememekten mi oluyor acaba bütün bunlar? Belki ileride bir gün bunları anlatırlar sorumlular.
Çok uzun zamandır Küresel Bankerlerin tam bir Faşizm ile yönettiği ABD, herhangi bir yere Demokrasi götürmeye kalktığında ve Herkes kendi işini yapacak diye nutuk atıldığında aklıma bunlar geliyor.Herkes kendi işini mi yapacak herkes benim çıkarlarıma uygun işi mi yapacak!!!! orası biraz karışık.
İsmet inönü ile bitireyim.Time Dergisine verdiği ropörtaj dan
“ABD ‘nin sorumluluğuna inanıyordum.Bunun cezasını çekiyorum demektir.Batı ittifakı yıkılır yeni bir dünya kurulur.Türkiye bu Dünya’da yerini alır.” Bu sözleri Johnson ‘un mektubuna cevabtı. Ama o mektup henüz kamuoyu tarafından bilinmiyordu.
14 Mart 2012 15:20
Ben herkes kendi işine bakacakmış derken şunu demek istedim. Bir general siyasetçi değildir, dolayısıyla siyasetçi gibi konuşmamalı, hareket etmemelidir. Bizimkileri örnek almış o general herhalde:)
Çok meraklıysa siyasete, istifa eder, siyasete girer, ne diyecekse o zaman der.
16 Mart 2012 13:00
Bu gazetecileri serbest bırakan mahkeme uzaydan geldi galiba…