37. Celse duruşma tutanağını okumak için buraya tıklayın.
Bu celsede “Mahkeme” mizansen gereği tahliye taleplerini alıyor.
Cengiz Köylü Gölcük ve Eskişehir’de el konulan dijital belgelerdeki sahtecilik işaretlerine dikkat çekiyor. Avukat Hüseyin Ersöz de Gölcük’ten çıkan dijital belgelerde manipülasyonların nasıl gerçekleştirildiğine dair bir sunum yapıyor. Taleplerden arta kalan sürede Mustafa Çalış ve Halil Kalkanlı savunmalarını yapıyor.
***
Avukat Ziya Kara:
“(…) 5 Mart 2003 tarihinden önce hazırlanmış bu CD’lerde o tarihlerde bilinmesi mümkün olmayan ve geleceğe yönelik çok sayıda bilgi yer almaktadır. Buda CD’lerde sehven yapılmış bir hata olmayıp özellikle oluşturulmuş ve manipüle edici çalışmalardır. CD’lerin oluşturulduğu tarihte bilinmesi imkansız bilgilerin yer alması bu CD’lerde bir tane bile böyle bir delil yer alsa bu delil olma mahiyetini kaldırır. Sayın Başkan, Sayın Üyeler sizler gibi uzun yıllar hakimlik yapmış eskin bir meslektaşınız olarak şunu önemle belirtmem gerekir ki bu CD’lerde sonraki tarihlere ait bilinmesi mümkün olmayan bir tane dahi bilgi olsa artık bu CD’lere itibar edilemez. Hele bu CD’lere dayanılarak tutukluluk kararlarının devamı kararı verilemez.
(…) ceza yargılamasının nihai amacı maddi hakikate ulaşmaktır. (…) İddia Makamı bazı fişlemelerle ilgili çeşitli kurumlara yazılar yazmış ve bu şahısların fişleme tarihlerinde bu kurumlarda çalışıp çalışmadığını araştırmıştır. Cevabi yazılarda birçok kişinin fişlendikleri tarihlerden çok sonraki tarihlerde anılan kurumlarda çalışmaya başladıkları anlaşılmıştır. İddia Makamı bu bilgileri 6 adet klasöre koymuş ve maalesef soruşturma dosyasına dahil etmeyerek emanete almış ve uzun süre bu belgelere savunmadan saklanmıştır. İddia Makamının bu tutumu oldukça güven zedeleyici olmuştur. Bu bilgilerde açık bir şekilde 11, 16 ve 17 numaralı CD’lerin sonradan oluşturulduğunu göstermektedir. Bugüne kadar bu soruşturma kapsamında, kovuşturma kapsamında ıslak imzalı herhangi bir belge bulunmamıştır.”
(…) Davanın dayanağı olan 11, 16 ve 17 nolu CD’ler düzmecedir. Belge oluşturulma tarihinden yıllar sonrası bilgilerini barındırması nedeni ile bu CD’lere güvenilemez. Bu kadar çelişki, şüphe bulunan 3 adet CD’nin hala kuvvetli delil sayılması gerçekten hukuken kabul edilemez.
Ceza Muhakemeleri Kanunun 100. maddesinde tutuklama nedenleri sayılırken ön şart kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunmasıdır. Eğer bu şart gerçekleşir ise bir tutuklama nedenin var olup olmadığına bakılır. Ancak kuvvetli suç şüphesi var ise kuvvetli katalog suçlar yönünden bir tutuklama nedeni var sayılabilir. Kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması şartı bu davada gerçekleşmediği için diğer şartların incelenmesine dahi gerek bulunmamaktadır.”
***
Avukat Murat Ergün:
“(…) Sayın Başkan verdiğiniz tutuklamaya dair karar ile ilgili olarak yaşanan süreç içerisinde bu kararın hukuka uygun olmadığını, gerek ulusal mevzuatımıza gerekse uluslararası hukuk kaidelerinde herhangi bir kalıbın içerisine sığdıramadığımızı defalarca yazdık, çizdik, söyledik. Dolayısı ile kararınızın tutuklama kararınızdan vazgeçerek tutuklu sanıkların tahliyesine karar vermenizin size anlatılacak hukuki gerekçelerle hukukun gereklerinin dile getirilmesi ile sağlanamayacağını düşünüyorum. Çünkü zaten tutuklama kararının hukuki bir dayanağı yok. Hukuka dayanmayan bir kararı hukuki gerekçe ile çürütemeyiz.”
***
Avukat Yağız Ali Dağlı:
“ (…) Ben kendimi burada Sayın Mahkemenin konu mankeni olarak görüyorum. Çünkü bütün meslektaşlarım size her şekilde bu delillerin, bu belgelerin sahte olduğunu teknik, hukuki ne varsa her şekilde ispatlıyorlar, ama siz devamlı tek bir gerekçe ile tutuklamanın devamına, nedir gerekçesi? Suçun vasıf ve mahiyeti başka? Delil durumu, hangi delil durumu? O zaman lütfen Sayın Heyetiniz bize desin ki; bak Sayın Avukat şu, şu, şu deliller var müvekkilin hakkında bunları yalanla, bunları eskit, bitir yok böyle bir şey delil kalmadı ki sadece sahte delillerden bahsediyoruz.”
***
Avukat Ayşe Gül Hanyaloğlu:
“Sayın Başkan, Değerli Üyeler artık hukuken söylenebilecek hiçbir şey kalmadığını düşünüyorum. Mantık sınırlarının da aşılmış olduğunu görüyoruz. Bu belgelerin bu belgelerle süren davada bir kişinin dahi bunun sahteliğinin aksine ispat edebilecek imkanının olmadığını görüyorum. Sayın Mahkemenize 10 adet tahliyeye ilişkin dilekçe vermiştim bir tane daha veriyorum ve söyleyeceklerimi artık sözlü değil yazılı olarak söylemeyi tercih ediyorum.”
***
Avukat İlkay Sezer:
“Sayın Mahkemenizce anılan belgeler için başka hiçbir bilirkişi raporu almadığınız gibi bugüne kadar sorgusu yapılan 30 civarındaki sanığa bunlarla ilgili hiçbir soru da sorulmadı. Sayın Başkan, Sayın Heyet açıkçası bugüne kadar sizleri de ikna edebileceğimizi düşünüyorduk ancak ciddi tereddütlerimiz var. Şöyle ki bugün ve bugüne kadar anlatılanlar ve ispat olunan hususlar çerçevesinde aslında tüm sanıklar hakkında bizce re’sen tahliye kararı verilmesi gerekirken tahliye kararı verilmemiş olması tereddütlerimizi arttırmaktadır. Bugün tahliye taleplerimizin kısaca alınması arzusunu, tutukluluğun devamı şeklinde karar verebilmek için gerekli şekli bir zorunluluğun tamamlanması gereği değildir umarım.”
***
Erdal Akyazan:
“Sayın Başkamın çok kısa bir buçuk dakika sadece dikkatinize sunmak istediğim bir husus var. Ben Silivri 4 Numaralı L Tipi Cezaevinin B10 koğuşunda kalıyorum. Orada biliyorsunuz tutuklulara ve hükümlülere telefon imkanı sağlıyorlar. Bunun için de bazı belgeler istiyorlar. Benden de istediler. Benden istenen belgelerden bir tanesi de abim hakkında, abimle görüşmek için müracaatta bulunmuştum. Dediler ki sözleşmenin suretini gönderin neyse haber gönderdik abim de gönderdi sözleşmenin suretini. Tabi suret fotokopi, Sayın Başkanım bana dediler ki imzalı ve mühürlü olan fotokopiyi kabul etmiyoruz. Müfettişler işlem yapıyorlar hakkımızda. Ben cezaevi infaz kurumundaki, infaz koruma memurunun ıslak imzalı olmayan sözleşmesini kabul etmemesi nedeni ile telefon bile edemezken üzerinde tek imza parmak izi, belge, beyan ya da belirti bulunmayan 25 kuruşluk CD yüzünden karşınızda sanık sıfatı bir kısım insanların dimağında terörist yaftası ile yargılanıyorum. ”
15 Haziran 2011 15:10
Erdal Akyazan:
“Sayın Başkamın çok kısa bir buçuk dakika sadece dikkatinize sunmak istediğim bir husus var. Ben Silivri 4 Numaralı L Tipi Cezaevinin B10 koğuşunda kalıyorum. Orada biliyorsunuz tutuklulara ve hükümlülere telefon imkanı sağlıyorlar. Bunun için de bazı belgeler istiyorlar. Benden de istediler. Benden istenen belgelerden bir tanesi de abim hakkında, abimle görüşmek için müracaatta bulunmuştum. Dediler ki sözleşmenin suretini gönderin neyse haber gönderdik abim de gönderdi sözleşmenin suretini. Tabi suret fotokopi, Sayın Başkanım bana dediler ki imzalı ve mühürlü olan (Not: doğrusu “olmayan” sanırım) fotokopiyi kabul etmiyoruz. Müfettişler işlem yapıyorlar hakkımızda. Ben cezaevi infaz kurumundaki, infaz koruma memurunun ıslak imzalı olmayan sözleşmesini kabul etmemesi nedeni ile telefon bile edemezken üzerinde tek imza parmak izi, belge, beyan ya da belirti bulunmayan 25 kuruşluk CD yüzünden karşınızda sanık sıfatı bir kısım insanların dimağında terörist yaftası ile yargılanıyorum. ”
15 Haziran 2011 15:11
O mahkemede akıl ve vicdan kapının dışına bırakılmış…
15 Haziran 2011 15:35
Son paragraf bütün olayin özeti olmus. Sabirlar diliyorum tüm tutuklu yakinlarina..
15 Haziran 2011 15:58
Orası artık çadır tiyatrosu. 2007 senesinde insanların kendi aralarında yaptıkları dedikoduların bile hesabının sorulduğu bir komediye dönüştü.Bu gün Vatan gazetesinin internet sayfasında TGRT spikerinin Başbakana yakın olduğunu ima ederek televizyon programında birisini hapse attırmakla tehdit ettiğini okuduktan sonra artık pes dedim.Adam resmen ”Hele şu bakanlar kurulu bir kurulsun,gidip bir tebrik edeyim sonra ne operasyonlar göreceğiz,demirparmaklıkların arasında kimlerin olduğunu göreceğiz” demiş.
16 Haziran 2011 12:05
Kimi kastediyor acaba?
Ben detaylı bakamadım ne demiş, niye demiş diye. Okuduğum kısıtlı cümlelelerinden aklıma Abbas Güçlü geldi…??
Sevgiler.
16 Haziran 2011 12:46
ODATV’nin okuyucularından birisi duruma açıklık getirmiş.
“….Misafir – hillside
Muhtemelen Türkiye Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Osman Akyüz’ü kast ediyor paşazade… Osman Bey’in İhlas Grubunun tekrar banka kurma düşüncesine,“Eski bir oyuncunun piyasaya tekrar girmesinin olumlu katkısı olmaz” yorumunu yapmıştı. 3 kuruş para için eğer bir babayı çocuklarından ayırmayı bile düşünecek kadar düştüyseniz Allah bile sizi ıslah edemez…….”
Doğru “…yüzün ak mı kara mı…” falan gibi bir laf ediyor konuşmasında.
Tekrar teşekkürler ODATV ve aydınlık okuyucuları! 🙂 :p
16 Haziran 2011 14:30
Evet Osman Akyüz ‘ü kastediyor. Ve “büyükleriminden izin aldım diyor”. Bülent Bey taşımıştı daha önce OKC ve Baransu ‘nun twitlerini. “Sen ne boksun” diyene avukatım sizi arıyacak savcıya anlatırsınız pervasızlığını. Güya “Üstünlerin hukuku’ndan” “Hukuk’un üstünlüğüne” geçecektik. Hukuk’un Üstünlüğünden anladıkları bu maalasef.
17 Haziran 2011 00:44
Evet yalniz benim buldugum orneklerde eger hakikaten ‘hakaret’ vs. diye gorulebilinecek bir sey varsa kanunlar bu davalarin acilmalarina hatta belki savcilarin mudahil olmasina musait. Eger hakikaten ozgurlukcu filan bir gelisme istiyorsak bu kanunlari ozgurluk alanlarini daha genisletecek hale getirmeyi konusmamiz lazim. Istemiyorsak da o zaman farkinda olalim ki bu ‘dunyanin her yeri’ filanda oyle oldugu icin degil bizim tercihimizdir veya kanun koyucunun tercihidir. Yoksa Baransu da OKC de vatandaslar ve mevcut kanunlarin avukat filan tutabilenlere veya ugrasmaya durumu musait olanlara verdikleri imkanlari kullanmalari o derece kinanacak bir sey degil. Arzu eden, bir emekli burokrata veya bir emekli subaya ‘nette saydirildigini dusunsun, onlar da ‘dava’ ‘savci’ ‘avukat’ demek isteyeceklerdir. Bu memleket boyle bir yer. Iste Adnan Hoca da ‘bana hakaret’ diye site kapattiriyor. Bunlari istmeyecek kadar tahammullu ve ozgurlukcu isek bunu kanunlarda ifadesini bulmasini saglayabiliriz. O ornekler (ve Altan’in davasi filan) baglaminda beni rahatsiz eden bunu konusmuyor olmamiz, ‘aydin’ insanlarin bunun bir tercih oldugunu anlatmiyor olmalari. Ondan sonra kendi veya sevdikleri birinin basina bir dava isi gelince ‘hakaret degildi’ filan diye bal gibi de asagilama iceren seyleri kivirtarak temize cikartmaca oynuyorlar tabii. Istiyorum ki oyle olmasin. Haykel yiktiran basbakanla didisirken ‘tahkir ve tezyif’e basvuracaksa birisi, bunun onemli bir tur ozgurluk oldugunu da kendisini ciddiye alan kitleye anlatsin, ne yapabiliriz, bu kanunlar ne sekle girebilirler diye dusunelim. Amerikali hakli/haksiz devlet buyuklerine sovebiliyor mesela, hatta daha goz onundeki insanlar iftiradan bile ozellikle daha az korunuyorlar (cunku o da basini sindirme yolu) ve belki biz de onlarda olan o puskevitleri istiyoruz? (Bana gore hava hos, devletle bir alakam yok, buyuklerim burokrat filan degillerdi, zaten bu kanunlari kullananlarin en azindan nutuk atan takimi cogunlukla benim aklima/zekama hakaret ediyor. Bazen bana da ediyorlar, ‘vatan haini’ diyorlar, AKP dedim diye — galiba — ‘edepsiz’ diyorlar, diyorlar da diyorlar. Benim aklima bile gelmiyor ‘dava edeyim’ diye. Alismisiz yukaridan asagiya dogru gelen hakarete zaten. Her yukari cikan da pek seviyor o gucu, degistirmek istemiyor.)
Diger taraftan, dediginiz dogru. Bu kadar lafi size itiraz olsun diye etmedim. Soz konusu filme ben de baktim. Orada mevcut kanunlardan filan bahsedilmiyor, onu cok asan cirkin bir sey var. Gucluleri tanidigini, patronlarinin da guclu ve diyeceklerinden heberddar olduklarini soyleyip hedefindekini iceri attiracagini ima ederek tehdit ediyor veya initikam haberi veriyor. Malesef su anki siyasi iktidarin sahipleri — ihitiyaclari da yokken — benzer anlamlara cekilebilecek seyler soyleyerek bunu biraz mesrulastirdilar.
17 Haziran 2011 13:01
“…Eger hakikaten ozgurlukcu filan bir gelisme istiyorsak bu kanunlari ozgurluk alanlarini daha genisletecek hale getirmeyi konusmamiz lazim. Istemiyorsak da o zaman farkinda olalim ki bu ‘dunyanin her yeri’ filanda oyle oldugu icin degil bizim tercihimizdir veya kanun koyucunun tercihidir….”
Çok doğru.
Zaten Ak Parti’nin samimiyetsizliği bu bağlamda ortaya çıkıyor.
Samimi bir şekilde demokrat olan bir iktidar, kendisine muhalefetin güçlenmesi için çaba harcar, sindirmeye çalışmaz. Sindirmeyle muhalefet zayıflamıyor ki? Tam tersine saldırganlaşıyor. Ülke bir türlü gerginlik ortamından çıkamıyor. Vizyonsuzluk böyle bir şey…
Öte yandan bu kumaştan bu kadar elbise çıkar sözünü de hatırlamak lazım. Lider toplumun önünde olmalı. Eğer özgürlüklerin genişlemesinin Türkiye için doğru yol olduğuna iman ediyorsa, bunun gereğini yapmalı. İşine gelse de gelmese de. Samimi bir şekilde buna iman edildiğini ben düşünmüyorum.
Sevgiler.
20 Haziran 2011 06:30
Son gunlerde biraz yogunum, mahkeme tutanaklarini da geriden takip ediyorum. Bugun 37. celse tutanagini okudum ve onemli buldugum bir ifadeyi asagiya tasimak, sonrasinda da iki kelam etmek istiyorum. Ifade Mehmet Ulutas’a ait:
————————-
… Ben buradan Genelkurmay Başkanına sesleniyorum. Diyorum ki son itiraz kararlarından sonra bu durumu anlamakta güçlük çekmekteyiz diyor. Doğru söylüyor. Çünkü yapanlar biz değiliz yapanların kimler olduğunu kendisi mutlaka biliyordur. Ben belki de bu salonda da bilenler olduğunu, belki gözümüzün içine baka baka, baka baka çok farklı bir şey söylüyorum. Bunun altını çiziyorum Genelkurmay Başkanının bunu bildiğini söylemek istiyorum. Belki bu salonda bir daha söylüyorum belki bu salonda birileri de bizim gözümüzün içine baka baka, bir şeyler yaptıklarını bile bile bizi burada tutmaya devam ediyorlar. Önemli değil ben ömrümün sonuna kadar da cezaevinde de yatarım. Ama cezaevinde kalırken de kitap okuyoruz. Orada bir kitapta bir pasaj beynime kazındı. Burada aileler var. Bir Afganlı baba çocuğuna diyor ki, bir Afganlı baba çocuğuna diyor ki; birisinin hayatını çalmak yalan söyleyerek birisinin hayatını çalmak, onun öldürmek, onun ailesini ve çocuklarını çalmaktır der. Bu meyanda bir şeyler söylüyor hırsızlığı söylüyor hırsızlığı tarif ediyor. Ben de bu düzeni kim kurmuşsa, bu şebeke kimse, bunu yine Sayın Mahkemeniz tespit edecektir. Bu şebeke dışarıdadır ve birtakım tezgahlar düzenliyor, bize de tezgahlar kurmuştur. Ama şunun altını bir daha çiziyorum diyorum ki; Genelkurmay Başkanı da bir takım şeyler biliyorsa ki biliyordur. Çıksın açıklasın. Yine tekrar ediyorum belki birileri bu salonda bizim gözümüzün içine baka baka bizim burada olmamıza hala göz yumuyorsa onların nasıl komutanlık yaptığını, komutan mı değil mi olduklarını süreç zaman gösterecektir. Onun için ben herkesi mert olmaya, asker olmaya, cesur olmaya davet ediyorum. Arz ederim.”
————————————
Bu metinde Dogan ve Rodrik bir cumleyi sari renkle highlight etmisler, ki o da su: “Belki bu salonda bir daha söylüyorum belki bu salonda birileri de bizim gözümüzün içine baka baka, bir şeyler yaptıklarını bile bile bizi burada tutmaya devam ediyorlar.” Ifadenin tamamini okumadan, sadece blog yazarlarinin highlight ettigi kismi bu cumleyi okursaniz sanki Ulutas sozleriyle tahliye karari vermeyen mahkeme heyetini hedef aliyormus gibi bir dusunceye kapilmak mumklun. Ama metnin tamamini ozellikle de su cumleyi okudugumuzda farkli bir resim ortaya cikiyor:
“Ama şunun altını bir daha çiziyorum diyorum ki; Genelkurmay Başkanı da bir takım şeyler biliyorsa ki biliyordur. Çıksın açıklasın. Yine tekrar ediyorum belki birileri bu salonda bizim gözümüzün içine baka baka bizim burada olmamıza hala göz yumuyorsa onların nasıl komutanlık yaptığını, komutan mı değil mi olduklarını süreç zaman gösterecektir. Onun için ben herkesi mert olmaya, asker olmaya, cesur olmaya davet ediyorum”
Yukaridaki ifadeden benim anladigim, Ulutas’in gozunun icine baka baka onun orada olmasina goz yumanlar mahkeme heyeti degil salonda bulunan komutanlari ve bir de bildiklerini aciklamaya davet ettgi genelkurmay baskani. Salondaki ust duzey komutanlarin savunmalarini yaptiklari da goz onune alindiginda, Ulutas’in sozlerinden salondaki komutanlarin savunma yaparken mert. asker ve cesur olmadiklari yonunde bir dusunceye sahip oldugu anlami da cikiyor diye dusunuyorum. Eger komutanlarin savunmalarindan memnuniyet duysa idi, salonda gozlerinin icine bakarak orda olmasina goz yumduklarini dusundugu birilerini mert, asker ve cesur olmaya davet etmezdi ki zaten bu ifade de sozlerin hedefinin mahkeme heyeti degil komutanliklarinin tartismali oldugu iddiasi cercevesinde salondaki ust rutbeliler oldugunu acikca ortaya koyuyor, zira mahkeme heyetini mert ve cesur olmaya davet etmek belki anlasilabilir bir sey ama asker olmaya davet etmenin bir mantigi yok tabii ki…
Sonucta, Mehmet Ulutas’in bu dava kapsaminda sanik / tutuklu sanik olmaktan dolayi sadece bu blogta ve savunmalarda dile getirilen sahte belge cetesini degil salonda gozlerinin icine bakarak orada olmasina goz yuman komutanlari sorumlu tuttugunu da anliyoruz. Bu sozler, komutanlarin yapmis olduklari savunmalarin inandiriciligina hakkinda da kusku duyulmasina neden olabilir elbette…
20 Haziran 2011 11:56
Sevgili fmeraklı,
yine sinekten yağ çıkarma peşindesin. Ulutaş’ın ifadesi açık. Senin söyleyemeye çalıştığın şeyi bahsettiği de açık. Ancak yine de sonuç kısmın herzamanki yorumların gibi zorlama olmuş. “Bu sozler, komutanlarin yapmis olduklari savunmalarin inandiriciligina hakkinda da kusku duyulmasina neden olabilir elbette…”
Ulutaş bir şey biliyorsa bunu açıklamalı. Ancak o komutanlara sesleniyor. Genelkurmaya sesleniyor. Çetin Doğan, bu davanın 1.nolu sanığı olarak en başında söyledi söylenmesi gerekeni. Ayrıca şurası o kadar açık ki, bu dava da kim neden sanık kim neden sanık değil, kim neden tutuklu, kim neden tutuklu değil belli değil. Ulutaş, sanki bu durumdan habersizmiş gibi konuşuyor.
Ben de aynı şeyi dava başından beri soruyorum. Bu kadar bu davada sanık olan var, tutuklu olan var. İçlerinde bir tane mert, delikanlı, asker yokmu “evet biz yedik bu herzeyi. Ama başaramadık.Kadük oldu” desin. Yani…
21 Haziran 2011 21:27
Sevgili Trekking,
Mesele sinekten yag cikarma meselesi degil, ne kadar yag ciktigina bakmak lazim. Eger nispeten alt rutbeli bir subay (yanilmiyorsan yuzbasi), Genelkurmay baskaninin Balyoz’un arkasinda kimler oldugunu bildigini ana buna ragmen sustugunu, yine salonda sanik olarak bulunan komutanlarin “birseyler yaptiklarini bile bile” sustuklarini ve Ulutas’in gozlerin icine bakarak onun orada sanik olmasina goz yumduklarini soyluyor ise orta olcekte bir Avrupa ulkesinin, ne bileyim Belcika’nin mesela, yillik yag ihtiyacini karsilayacak kadar yag cikar bu meseleden.
Bir de Cetin Dogan savunmasinda soylenmesi gereken herseyi soyledi demissiniz. Eger Ulutas Dogan’in yaptigi savunmadan hosnut olsa idi Dogan’da dahil (belki en basta o) bazi komutanlarin bir seyler yaptiklarini bile bile sustuklarini soyleyip, onlari mert, cesur, ve asker olmaya davet etmezdi. Ama bir noktada haklisiniz Ulutas’in bildigi birseyler var ise acik bir sekilde anlatmali, ama bu soylediklerinin Genelkurmay Baskani’ni ve sanik konumundaki ust rutbeli subaylari zan altinda biraktigini da gormek durumundayiz, Ben de o nedenle eger bir sanik savun,alarini yapmis olan komutanlarini zan altinda birakacak ifadeler kullaniyor ise komutanlarin yaprigi savunmalarin inandiriciligi/samimiyeti konusunda soru isaretleri ortaya cikar diye dusunuyorum…
22 Haziran 2011 00:37
Sevgili fmeraklı, Ulutaş konuşmasının altını doldurmaz ise, komutanların yaptığı savunmanın inandırıcılığı/samimiyeti konusunda nasıl soru işaretleri çıkar ben de bunu düşünüyorum.
Yineliyorum. Ulutaş ne biliyorsa anlatmalı. Kimseyi zan altında bırakmamalı. Eğer bu kadar subay içinde mert,delikanlı adam çıkmıyorsa yuh onlara. Yuh ki ne yuh.
38.dava tutanaklarında Avukat Selim Yavuz’un açıklmasına yerverilmiş.
“(…)burada bu salonda adil yargılama yapılmakta mıdır? Şimdiye kadar yaşananları gördükten sonra bu soruya olumlu cevap vermem maalesef mümkün değil. Çünkü şu an karşımızda oturan masumlar sahte dijital verilerek dayanılarak tutuklanmışlardır ve ortada kuvvetli şüpheyi çürüten tonla delil olmasına rağmen hala tanıklar dinlenmedi gibi usulü gerekçelerle özgürlükleri üzerindeki kısıtlama devam etmektedir. Biz çok iyi biliyoruz ki siz bu masumları bugünde serbest bırakmayacaksınız. Hatta bu sahteciliği tertipleyen adamı bulsak, kolundan tutup getirsek, o da burada suçunu itiraf etse bile yine onları serbest bırakacağınızı düşünmüyorum. İşte maalesef bu durum adil yargılama yapıldığı inancının kaybından başka bir şey değildir.”
Yani Ulutaş’ın orda bulunma nedeni komutanların gözyumması değil. Ne diyor Av. Selim yavuz ” Sahteciliği tertipleyen adamı bulsak, kolundan tutup getirsek, o da burada suçunu itiraf etse bile yine onları serbest bırakacağınızı düşünmüyorum”. Ulutaş bunları düşündü mü acaba?
Çünkü bu dava, bu davanın çok ötesinde. Bunu görmemiz gerek. Bu açıdan Sabri Uzun’un ifadeleri bence çok önemli. “2001 yılında Ergenekon şeması benim önümdeydi. 1.Nosu Çetin Doğan’dı” diyor. Bakalım neler olucak göreceğiz.
Ayrıca ben “Çetin Doğan savunmasında söylenmesi gereken herşeyi söyledi” demedim. Benim ifadem ” Çetin Doğan, bu davanın 1.nolu sanığı olarak en başında söyledi söylenmesi gerekeni”. Yani ne demek istediğimi açayım.
Çetin Doğan savunmasını yaparken
“Seminer planının yapıldığı tarihlerde (Mart 2003) ben bu ordunun komutanıydım.Seminere başkanlık yaptım. Bu arkadaşlar emir-komuta zinciri içinde hareket etmişlerdir.
Bir suç isnadı varsa bundan sorumlu olan arkadaşlarım değil, benim.” demişti. Beni yargılayın demişti. Buna vurgu yapmak istedim. Ulutaş besbelli ki bunu da duymamış.
22 Haziran 2011 01:55
PArdon. Doğru yer burası olacaktı…. Kaynak Cihan Haber Ajansı
Balyoz davasının 29. oturumunda toplam 7 tutuklu sanık daha savunma yaptı. Böylece Balyoz davası kapsamında toplam 34 tutuklu sanığın savunması tamamlanmış oldu.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Balyoz davasının öğleden sonra görülen bölümünde eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, yapacağı bir açıklama için söz istedi. Sanık Fırtına, “Dünkü duruşmada emekli Yüzbaşı Mehmet Ulutaş’ın “Gözümüzün içine baka baka bizim burada olduğumuzu bilen komutanlar bunu devam ettiriyor, çıksınlar açıklama yapsınlar. ” söyleminde bulunduğunu kaydetti.
Bu hususu kabul etmediğini belirten Fırtına, “Bunu savunmamda da söyledim. Eğer kastettiği kişi bensem bunun gereğini yapalım. Değilsem ifadesini değiştirsin bu kayıtlara geçsin. ” diye konuştu.
Fırtına’nın bu itirazı üzerine Ulutaş, Çetin Doğan, Cengiz Köylü ve diğer sanıkların CD ve belgelerin sahte olduğuna dair açıklamalarda bulunduğunu belirterek, “Basından öğrendiğimiz kadarıyla bir polis müdürü askeri savcılığa gidip 3-4 saat ifade veriyor. Beyanında bunlardan bahsediyor. Genelkurmay niye bu duruma açıklama yapmıyor. Dün söylediklerime bunun dışında bir kanaat yüklenmesin. ” şeklinde konuştu.
Ne demiş?
DÜN SÖYLEDİKLERİME BUNUN DIŞINDA BİR KANAAT YÜKLENMESİN…
Bakıyoruz dezenformasyon siteleri 5 Mayıs 2011 neler yazmışlar.
” Sİnek kanatlarının yağından Belçika doyar”.
Truth Department 6 Mayıs tarihindeki açıklamalara erişemeyecek araştırmacılardan mı oluşuyor?
Bilmiyorum…
22 Haziran 2011 05:36
Bilmediginiz bir tek bu olsa Kemal bey, daha o kadar cok seyi bilmiyorsunuz ki, yukarida acik bir sekilde tutanaklari okumayi geriden takip ettigimi soyledigim halde yukaridaki yorumda guya bana laf sokmaya calismaniz bilgisizliginizin yazilanlari okuyarak giderilecek bir sey olmadigini da gostermis oldudunuz. Zira temel bilgi kaynaginiz Odatv, amaciniz paralel bir sekilde dezenformasyon oldugu icin bilgisizlik ya da tutanaklari okumayi geriden takip ettigim seklindeki basit bir bilgiyi bile proses edememek bir eksiklik degil sizin icin bir arac olsa gerek… Ayrica Botswana’da yasam beklentisini sirf isine oyle geliyor diye bir cirpida 20 yil makaslayiveren Kemal beyimizin eline dezenformasyon konusunda su dokmek nasil mumkun olsun yahu!
Sozun ozu, yazdigim yorumu gozlerinizle okursaniz, henuz 38. celsenin tutanagini okumadigimi, geriden geldigimi belirttigimi gormus olacaktiniz. Eger okuyup da yukaridaki yorumu yazdi iseniz dezenformasyon konusundaki maharetinizi benim yorumlarima cevap yazarken de kullandiginizi soylemekten baska bir secenek birakmiyorsunuz insana.
Hala tamamin okuma firsatim olmadi ama yorumunuzdan sonra 38. celse tutanaginin ilgili bolumune goz attim. Bir baska dezenformasyon cabasi olsa gerek ki Ulutas’in 38. celsedeki ifadesini de aradan cumleler ayiklayarak alintilamissiniz; ben o cumleleri ekleyerek yeniden alintiliyorum.
“Yine bir polis müdürü gidiyor Askeri Savcılığa 2 saat 3 saat ifade veriyor. Bu ifadede basına yansıdığı kadarı ile bizim basından öğrendiğimiz kadarıyla Silahlı Kuvvetlerin içinde de bir takım uzantıları olan bazı insanların, dışarıdaki şebekeyle dün dışarıdaki şebekeden bahsettim ben. Bunlarla işbirliği içerisinde bir
takım bilgileri aktardığını beyan ediyor. Bu beyanları da herhalde genel komutanına, Genelkurmay Başkanına bunlar intikal etmiştir. Muvazzaf generallere de intikal etmiştir bunlar biz cezaevinde iken cezaevini ziyarete de gelenler oldu. Buraya da zaman zaman gelenler oluyor. Bunlar neden açıklama yapmıyor?”
Ben bu ifadeden iki sey cikartiyorum; birincisi ilk ifadesinden sonra yuzbasinin kuvvetle Genelkurmay Baskani’ni ve sanik ust rutbeli komutanlari zan altinda birakan ifadelerinden dolayi kulagi cekilmistir. Saniklar mahkeme onunde esit, ama ordu mensuplari olduklari goz opnune alindiginda kendi iclerinde esit olduklarini soylemek mumkun degil. Generalleri zan altinda birakan ifadeleri de o hiyerarsik gelenek cercevesinde ‘ele alinmistir’. Bu yeni ifadesinde ozunde ilk ifadesindeki ile paralel bicimde Balyoz planini hazirlanmasinda rol alan ordu icindeki isimleri Genelkurmay Baskani’nin bildigini ifade ediyor, “bu salonda bulunanlar’ ifadesi ile de saniklari degil, mahkemeye davayi izlemeye gelen komutanlari kastettigini soyluyor. Belki gercekten de kasti oydu; ama Halil Ibrahim Firtina ile ben o sozlerden ayni seyi anlamisiz. Duzeltmenin mahkeme salonunda o gun degil, bir sonraki celsede gelmesi de arada Ulutas’in ne tur tepkiler aldigini bilemeyecegimiz icin benim acimdan yine soru isaretleri ile dolu. Bir baska sanik, bir vatansever subayin sapladigi hancerden bahsederken, bir digeri gecmis ve simdiki genelkurmay baskani’ni dilsiz seytani oynamakla itham ederken bu tur soru isaretlerinin olmasi bana dogal geliyor. Tipki bu soru isaretlerini sizin dogal bulmuyor olmanizin da bana dogal gelmesi gibi…
22 Haziran 2011 06:38
Ha bir seferde okuduğunuzu anlayın dişimi kıracağım. 🙂
“…Hala tamamin okuma firsatim olmadi ama yorumunuzdan sonra 38. celse tutanaginin ilgili bolumune goz attim. Bir baska dezenformasyon cabasi olsa gerek ki Ulutas’in 38. celsedeki ifadesini de aradan cumleler ayiklayarak alintilamissiniz; ben o cumleleri ekleyerek yeniden alintiliyorum….”
demişsiniz.
Bakın, yorumumun tepesinde ne diyor? Kaynak Cihan Haber Ajansı.
Metin içeriğinde neden bahsediyor? 5 Mayıs tarihli tırnak içerisinde haber siteleri (Özel Not: alınıyorsunuz diye başka bir tabir kullanmadım. ) ve 6 Mayıs tarihli açıklamalar. Yani neymiş “…dezenformasyon cabasi olsa gerek ki …aradan cumleler ayiklayarak alintilamissiniz…” ifadesinde muhattap haberi aldığım kaynak. Yani Cihan Haber Ajansı.
Bir kere de doğru kişiyi suçlayın, yaf. Türkiye demokrasisi Botswana’nın altında, Tayyip Bey’in hiç suçu yok, ama bunu dile getirdim diye ben suçluyum.
CHA yukarıdaki alıntıyı yapmış, siz de acaba bu işin önü arkası ne diye google bile yapmamışsınız (anlaşılan) gene ben suçluyum… 🙂
Alemsiniz.
Haa bu arada 40 yıl yaşam beklentisini wikipedia’da Botswana diye bakınca görmüştüm. Saharaaltı ülkelerdeki AIDS sorunsalından sanırım siz benden daha bilgili olmalısınız. Neyse, grafiğin son tarihi 2003 yılıymış. Adamlar boş durmamış 7 yılda 20 yıl iyileştirmişler. Başkanlarını transfer mi etsek acaba? 🙂
Hemi de İleri Demokrasi konusunda yol gösterir bize, ufkumuz açılır.
Sevgiler.
22 Haziran 2011 09:16
Siz dalganizi gecin Kemal bey, HIV/AIDS pandemigi konusunda sizden bilgili miyim bilmiyorum ama pandemigin yarattigi insani tehdidin boyutlari ve ciddiyeti konusunda daha duyarli oldugum goruluyor. Bir ulkede yasam beklentisinin bir senede dramatik sekilde dusmesi icin salgindan ne kadar cok insanin etkilenmis oldugunu, bunun insani boyutunu anlamaniz mumkun mu acaba merak ediyorum. Bunu bile saka konusu yapabiliyorsunuz ya hayret ediyorum…
Bir kez de dogru kisiyi suclayin dediginize gore Cihan Haber Ajansi’nin haberindeki alintinin dezenformasyona acik oldugu konusunda hemfikiriz herhalde. Ben CHA’nin bu haberini okumamistim, gazetelerde cikti ise de atlamisim demek ki. Sizin 38. celse tutanaginin altinda yaptiginiz yorumlar var, bu da dogal olarak sizin hem CHA’nin haberini hem de tutanagi okumus oldugunuzu gosteriyor, insan okumadigi tutanagin altina yorum yazmaz herhalde. Tutanakta yer alan ifadeleri degil, Ulutas’in sozlerini eksik alintilanmis ifadeleri olan bir haber metni alintilamaniz da ilginc olmus. Bana alemsiniz demissiniz ama, hem haberi okuyup, hem durusmanin tutanagini okuyup, Ulutas’in sozlerini eksik alintilayan metni kullanmak sizin de az alem olmadiginizi gosteriyor…
22 Haziran 2011 16:06
Nedir bu? Artık, kendinize algı sorunu olan bir insan imajı mı yaratıyorsunuz anlayamadım ki?
CHA’nın haberinde vurgu “…Dün söylediklerime bunun dışında bir kanaat yüklenmesin…” cümlesinde. Bir tek o cümleyi mi alsaydım haberden?
Biraz bağlamdan kopuk olmaz mıydı? Bu cümle sizin tartıştığınız konunun neden Sinekden yağ çıkarma çalışması olduğunu gösteren cümle.
Neyse, ben pes ettim.
Sevgiler.
Not: Ben AIDS’le değil sizinle dalga geçtim. Ne yapayım artık her kelimeyi siz anlayasınız diye üç dilde mi yazsam? 🙂
Not 2: Sinekten yağ çıkarma konusu meselesinde yanlız değilsin derken hem beslendiğiniz kaynakların sadece bir tip olduğunu dile getirdim, hem de sizin de işlev olarak onlarla aynı konumda olduğunuzu kastettim. Hayır algıda sorun varsa, belki anlamamışsınızdır diye daha açık yazayım dedim. 🙂
23 Haziran 2011 06:46
Ortada bir algi sorunu var tabii, ama daha onceden de dikkat cektigim izan ve vicdan sorunu da var. “Siz gecin dalganizi Kemal Bey” derken ben zaten dalga gecilenin AIDS degil ben oldugunun farkinda idim; zaten tam da bu yuzden sirf benimle dalga gecmek icin “bir ulkede yasam beklentisinin bir senede dramatik sekilde dusmesi icin salgindan ne kadar cok insanin etkilenmis oldugunu, bunun insani boyutunu” bir kalemde goz ardi edebilmis olmaniza hayret etmistim. Ben sizin gibi daha acik secik yazmakla ugrasmayacagim, zira sorununuz sadece algilama kapasitesi ile sinirli degil….
22 Haziran 2011 01:41
İbrahim Fırtıgörünen na’dan İtiraz
Balyoz davasının 29. oturumunda toplam 7 tutuklu sanık daha savunma yaptı.
Balyoz davasının 29. oturumunda toplam 7 tutuklu sanık daha savunma yaptı. Böylece Balyoz davası kapsamında toplam 34 tutuklu sanığın savunması tamamlanmış oldu.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Balyoz davasının öğleden sonra görülen bölümünde eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, yapacağı bir açıklama için söz istedi. Sanık Fırtına, “Dünkü duruşmada emekli Yüzbaşı Mehmet Ulutaş’ın “Gözümüzün içine baka baka bizim burada olduğumuzu bilen komutanlar bunu devam ettiriyor, çıksınlar açıklama yapsınlar. ” söyleminde bulunduğunu kaydetti.
Bu hususu kabul etmediğini belirten Fırtına, “Bunu savunmamda da söyledim. Eğer kastettiği kişi bensem bunun gereğini yapalım. Değilsem ifadesini değiştirsin bu kayıtlara geçsin. ” diye konuştu.
Fırtına’nın bu itirazı üzerine Ulutaş, Çetin Doğan, Cengiz Köylü ve diğer sanıkların CD ve belgelerin sahte olduğuna dair açıklamalarda bulunduğunu belirterek, “Basından öğrendiğimiz kadarıyla bir polis müdürü askeri savcılığa gidip 3-4 saat ifade veriyor. Beyanında bunlardan bahsediyor. Genelkurmay niye bu duruma açıklama yapmıyor. Dün söylediklerime bunun dışında bir kanaat yüklenmesin. ” şeklinde konuştu.
Ne demiş?
DÜN SÖYLEDİKLERİME BUNUN DIŞINDA BİR KANAAT YÜKLENMESİN…
Bakıyoruz dezenformasyon siteleri 5 Mayıs 2011 neler yazmışlar.
” Sİnek kanatlarının yağından Belçika doyar”.
Truth Department 6 Mayıs tarihindeki açıklamalara erişemeyecek araştırmacılardan mı oluşuyor?
Bilmiyorum…
22 Haziran 2011 17:58
İbrahim Fırtıgörünen kim?