Balyoz ve diğer eylem planlarını içeren belgelerin miktarına ve çeşitliliğine bakınca bunları üreten sahtekarların cüretine şaşırmamak mümkün değil. Bu sahtekarlar, bir tek Balyoz darbe planı hazırlamamışlar, buna ek olarak Suga, Oraj, Çarşaf, Sakal gibi bir dizi yan operasyon kurgulamışlar. Bu eylem planlarının her biri ile ilgili çeşitli yazışmalar, görevlendirme belgeleri, listeler, vs. mevcut. Çete, toplam olarak yüzlerce sahte dijital belge üretmiş.
Bu belgelerin bir kısmının o döneme ait bazı belgelerin üzerinde hafifçe oynanmış versiyonları olduğunu tahmin ediyoruz. Örneğin, geçenlerde “işte Balyoz darbe planının ıslak imzalı orijinali” diye lanse edilen Jandarmaya ait (12 Eylül 2002 tarihli) bir istihbarat belgesi ortaya çıkmıştı. Bu belgenin sahtekarlar tarafından bilgisayar ortamına üstverileri uygun tarihlere tekabül edecek şekilde aktarılıp ve üzerine “çok gizli” ibaresi eklenerek Balyoz’un eklerinden biri olarak sunulduğunu görüyoruz.
Fakat doğrudan suç unsuru içeren bir çok belge, orijinal emsalleri olmadan ya da başka amaçlar için çok değişik tarihlerde hazırlanmış değişik belgeler baz alınarak üretilmiş. Işte bu noktada önümüze bazı sorular çıkıyor. Acaba sahtekarlar bu belgeleri oluştururken bizim burada bolca örneklerini verdiğimiz hataları (geçmişe dönük belge hazırladıkları için özellikle zamanlama hatalarını ) yapma olasılığını hesaba katmamış olabilirler mi? Ne kadar çok belge üretirlerse, bu olasılığın da o derece yüksek olacağını düşünmemiş olabilirler mi?
Kendimizi sahtekarların yerine koyup, bu sorulara kesin cevaplar verebilmemiz zor. O yüzden ne desek spekülatif kalacak. Ancak bu konuda bir iki düşüncemizi aktarmak istiyoruz.
Herşeyden önce, belge çokluluğunun sahtekarlar açısından önemli bir getirisi olduğunu söylemekle başlayalım. Bavuldan ve torbalardan (daha doğrusu bunlardan çıkan CD’lerin içinden) tonla belgenin çıkması, Balyoz darbe iddialarına yüzeysel bir inandırıcılık kazandırdı. Bizim hakkımızda yazılmış ve anafikri “bu kadar belge var, hala gerçek olduğuna inanmıyorlar” şeklinde özetlenebilecek az yazı okumadık. Bunun ötesinde, dehşet verici çeşitli eylemler içeren planların topluca ortaya çıkmasının yargılanan subaylara karşı gereken kamuoyunu yaratmak amacına hizmet ettiği de bir gerçek. Belki de en önemlisi, belgelerin çokluğu hatırı sayılır sayıda subayın yargılanmasını sağladı. (Gölcük’ten çıkan yeni belgeler ile bu sayının artırılması amaçlanıyor dahi olabilir.)
Bizim kanaatimiz, çetenin bu faydaların yanında sahtekarlığın ortaya çıkma riskini fazla önemsememiş olduğu. Bunun sebebi de bariz: arkalarının yeteri kadar sağlam olduğuna inanmış olmalılar. Hatalarını kimsenin ortaya çıkarmayacağını, çıksa dahi arzuladıkları sonucu elde edeceklerini düşünmüş olmalılar.
Ne yazık ki Balyoz süreci bize bu hesabın pek de hatalı olmadığını gösterdi. Hatırlayalım:
1. Balyoz iddiaları ortaya atılır atılmaz ortaya çıkan bazı çelişkiler (TGB, Haydar Baş’tan alıntılar) Taraf, Zaman ve başka gazetelerin gayretleriyle bastırıldı ve tutuklamalara engel olmadı.
2. Soruşturmanın gizliliği gerekçesiyle belgeler iddianame kabul edilene kadar şüpheliler ile paylaşılmadı. Böylece belgelerde sahteciliği gösteren olguların şüpheliler tarafından ortaya konması mümkün olmadı.
3. Emniyet, soruşturma aşamasında (ve de daha sonra Gölcük’ten çıkan) Balyoz belgeleri hakkında binlerce sayfa tespit raporu hazırlamasına rağmen, her nasılsa bizim ve başkalarının ortaya çıkardığı tutarsızlık ve çelişkilerden tek bir tanesini bile tespit etmedi. (Daha önce bu raporların niteliği hakkında girişler yazmıştık; buraya, buraya ve buraya tıklayın)
4. Sırf üstveriler üzerinden yapılan bir analiz ile belgelerin ne zaman ve kimler tarafından hazırlandığı saptanamayacağı halde TÜBİTAK “belgeler gerçektir” şeklinde okunabilecek bir rapor hazırladı. Hiçbir hukuk devletinde kim tarafından ve ne zaman hazırlandığı belli olmayan bir CD kanıt teşkil etmeyecekken, bir CD üzerinden bir darbe davası inşa edildi.
5. Savcılar da, belgelerdeki çelişkileri değerlendirmedikleri gibi, belgelerin sahte olduğunu gösteren kanıtları adli emanate kaldırıp, savunmanın erişmesine engel oldular.
6. İddianame, Balyoz belgelerinin sahte olduğu tespitinde bulunan 28 Haziran 2010 tarihli Askeri bilirkişi heyet raporu neredeyse hiç dikkate alınmadan yazıldı.
7. Hakimler (bir iki istisna haricinde) savcıların mütalaaları doğrultusunda kararlar verdiler; vermeyenler de özel yetkili mahkemeden uzaklaştırıldılar (ilk duruşmanın başlamasına iki gün kala mahkeme başkanı görevden alındı). Bugün hala, mahkeme tüm suç unsurlarını içeren 11 no.lu CD’nin imajını (hatta CD’nin yakından çekilmiş bir fotoğrafını) sanıklara vermeyi reddediyor.
8. Bütün bu süreçte, medyanın önemli bir bölümü (Zaman, Taraf, Star, Sabah, Yeni Akit, Samanyolu) tek taraflı, yanıltıcı ve hatta alenen yalan yayınlar yaparken, “merkez” medya çoğunlukla Balyoz iddialarını irdelemekten kaçındı. (Yakın zamana kadar Cüneyt Ülsever, Melih Aşık ve Sedat Ergin bunun merkez medyada görebildigimiz tek istisnalarıydı.)
9. Tüm sahtecilik kanıtlarına rağmen, Balyoz davası görülüyor ve büyük olasılıkla uzun bir müddet devam edecek.
Tüm bu olgular gösteriyor ki, sahtekarlar arkalarının sağlam olduğunu düşünmüşler ve hata yapmanın maliyetinin düşük olduğunu hesaplamışlarsa, o kadar da haksız değillermiş.
Ancak, davanın çığırtkanlarına gelince… Onların, sahtekarların yaptığı hatalar ortaya çıktıkça meşruiyetlerini ne derece yitireceklerini hesaba katmış olduklarını sanmıyoruz.
07 Şubat 2011 11:23
Tarih: Haziran 2007 (Ergenekon diye isimlendirilen hayali orgut resmi olarak kamu oyuna aciklanmadan 6 ay once)
Yer: Umraniye’de rastgele bir evin cati kati
Sahne: Rastgele bir telefon ihbari uzerine rastgele bir evde rutin polis aramasi
Karakterler: Minority Report’a tas cikartircasina zaman ve mekan otesi gelecege dair cikarimlar yapabilen iki polis
Efsane Replik: ‘Soruşturmanın Ergenekon olduğu zaman s… hâkimi savcıyı’
Sanirim bu cumle bile -Ergenekon, Balyoz adi herneyse- senaryoyu zeka seviyesi 60 IQ’nun uzerinde her turlu zeki varligin -bu varlik maymun’da olabilir- anlayacagi sekilde aciklamaya fazlasiyla yeter.
http://www.milliyet.com.tr/Guncel/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=24&ArticleID=1094151
07 Şubat 2011 12:29
Buna bir ekleme de ben yapayim. Polisin Isci Partisi binasini basmasi ve akabinde orda ele gecirdigi CD’ler var. Mahkeme tutanaklarina gore 108 CD ele gecirilmis. Bu CD’ler IP’lilere gosterildiginde parti 108 CD’nin 104’unu sahiplendi ve kabul etti. Yalniz 4 tanesinin sahibi oldugunu kabul etmedi, reddetti. Simdi bakiyoruz ki suc unsuru bu 4 CD’de bulunmus. Mahkemede CDlerin kimin oldugu tespitinin uzamasi ve IP’lilerin itirazlari uzerine en sonunda sanik avukatlari o 4 CD uzerinde parmak izi tespiti talep etti. Savcinin bu talep uzerine yargiclara verdigi cevap ne midir? Budur: ‘Efendim ben o 4 CDyi sehven diger CDlerin bulundugu torbaya atmisim. Bir yanlislik olmus’. Acin mahkeme tutanaklarina bakin.
07 Şubat 2011 20:42
Bu haberi yeni duydum. Çok enteresan, bu davanın tutanaklarını nette bulabirmiyim.
07 Şubat 2011 14:37
Altan Bey,
Aktardiginiz bu haber Mayis 2009 tarihli ve haber su ifadeler ile bitiyor:
“emniyetin çektiği görüntülerle ilgili Adli Tıp’ta inceleme yapıldıktan sonra suç duyurusunda bulunulup bulunulmayacağına karar verileceğini bildirdi”
Acaba adli tip raporundan ya da rapor sonrasi gelismeler haberi olan birileri var mi?
08 Şubat 2011 03:55
Sayin Merakli,
‘Soruşturmanın Ergenekon olduğu zaman s… hâkimi savcıyı’ diyebilecek kadar arkasina guvenen bu polisin akibeti hakkinda bir bilgimiz yok, ama tahminimiz var: Arkadasindaki guc sayesinde -ister cemaat, ister iktidar diye adlandirabilirsiniz- eminim su anda elini kolunu sallayarak gorevine devam ediyordur, hatta ustun biat gosterdigi icin terfi etmis bile olabilir.
Yine ayni sekilde asagidaki sorusturmalarin da sonuclarini cok merak ediyoruz:
– Ergenekon savcilari hakkinda HSYK’ya verilen 170 sikayet dilekcesinin
– Hanefi Avci’nin ic isleri bakanligina cemaat hakkinda verdigi sayisiz dilekcelerin
– Ergenekon davasinda yargilana Tegmen’in telefonuna sehven yukleme yapan polislerin
– Yine Ergenekon davasinda Kemal Kerincsiz’in telefonuna sehven yukleme yapan polislerin
– Yine Ergenekon davasinin Yargitar Krokisini kendi el yazisi ile sehven koyan saygider savcimizin
– Balyoz davasindaki duzmece belgelerde hakkinda bu blogun yazarlari tarafindan yapilan suc duyurusunun akibetini hep beraber merak ediyoruz..
07 Şubat 2011 13:49
Bu sahtekarlıkların aleni bir şekilde yapılmasının en büyük nedenlerinden birisi medyadır. Yandaş medyanın yalan ve iftiraya dayalı yanıltıcı yayın politikasının yanında, geri kalan medya organları Ergenekon ve Balyoz’u içerik olarak irdelemediler. (Bazı yazarlar hariç) Hem Ergenekon’daki hem de Balyoz’daki hukuksuzluklar akıl ve vicdan sınırlarını aşmaktadır. Onlarca insan bu hukuksuzluklar nedeniyle tutuklu yargılanmaktadır. Kendileriyle birlikte aileleri de…
Gazetecinin görevi kuşkudur, meraktır… Merkez medya dediğimiz organlar bunu yapmışlar mıdır? Hayır! Aksine iddiaları irdelemeden manşetlerine çekmişlerdir. Nazlı Ilıcak’ın dediği gibi ‘iddialar var’ tarzı habercilik yapmışlardır. Bu da sahtekarların kamuoyunu daha çok etkilemelerini sağlamıştır.
NTV, Haberturk, Hurriyet, Akşam gibi yayın organları bu süreçte ne yaptık diye kendilerini irdelemelilerdir.
07 Şubat 2011 15:20
Bu bloga yorumlari ile katilanlar gunlerdir Balyoz belgelerinde Dogan ve Rodrik’in ortaya koydugu tutarsizliklara iliskin, tam bilgi sahibi olamamaktan kaynkakli, spekulatip yorumlar yapagelmekteydik; bugun koroya blog sahipleri de katilmislar.
Ben her yazdigim yorumu Dogan ve Rodrik’e yonelik bir elestiri olarak gormeye hazir yorumcular var; oncelikle onlari rahatlatmak icin soyleyeyim ki Dogan ve Rodrik’i neden spekulasyon yapiyorsunuz diye elestirmeyecegim; hele de yazdiklarinin bir spekulasyon oldugunu acikca ifade etmislerken.
Sadece iki noktanin altini cizecegim. Birincisi, Dogan ve Rodrik’in analizi Golcuk’te cikan ve blogta ortaya konan cok sayida tutarsizligi aciklamakta biraz yetersiz kaliyor. Baransu’ya teslim edilen belgeler Dogan ve Rodrik tarafindan didik didik edilmis ve bir takim tutarsizliklar ortaya konmusken; blog yazarlarinin var olduklarini ileri surdukleri sahte belge cetesinin Golcuk’te bulunan sahte belgeleri hazirlarken cok daha dikkatli davranmasi beklenirdi. Askeri personelin sicil numaralarina varincaya kadar sivillerin kolaylikla erismelerinin pek mumkun olmadigi bilgilere sahip bir sahte belge cetesinin askeri personelin 2003 yilindaki rutbelerini bile yanlis yazmasi bana garip geliyor ki bunu daha once de dile getirmistim. Bu anlamda ben bu belgelerin hazirlanmasinda ordu icerisinde birilerinin de dahli olabilecegi olasiligini hep goz onunde bulunduruyorum.
Dogan ve Rodrik su ana degin yorumlarinda bu konu uzerinde pek durmadilar – yine yanlis anlasilmasin bunu elestirmek icin soylemiyorum; pek cok kisi gibi onlar da bu olasiligi zayif buluyor olabilirler. TSK’ya yonelik benim gozume carpan en elestirel tavirlari su ifadeleri idi:
“TSK, köşesine sindirilmiş, köstebekler tarafından içi oyulmuş, en ağır ithamlar karşısında dahi kurumsal itibarını savunamayacak durumda”
Burada kostebeklerin varligindan sikayet ediliyor, ama kostebekten benim anladigim var olan bilgi/belgeleri disariya sizdiranlar. Acikcasi yukaridaki ifadelerinde Dogan ve Rodrik’in bahsettikleri kostebeklerin kim oldugu, hangi bilgi/belgeleri sizdirdiklari, onlarin Balyoz davasi ile iliskileri benim icin hala bir muamma…
Deginmek istedigim ikinci nokta da yukarida 7. maddede ifade edilen Balyoz davasina bakacak mahkemenin baskaninin dava baslamadan iki gun once gorevden alinmasi ile ilgili.
Bugun yandas diye nitelendirmenin pek mumkun olmadigi Vatan gazetesi “Hakimin uyusturucu baronu ile kirmizi hatti” baslikli bir ozel haber yayinladi ve bu haberde Dogan ve Rodrik’in dava baslamadan iki gun degistirilmesinden sikayetci olduklari mahkeme baskaninin Balyoz’la tamamen ilgisiz bir nedenle degistirildigi ifade ediliyor. Haberin onemli kismini asagida aktariyorum, bu haberin dogru oldugu noktasindan hareketle davanin baslamasindan hemen once mahkeme baskaninin degismis olmasinin saniklarin aleyhine bir tertip olarak ifade edilmesinin en azindan bu haberden sonra yersiz ve anlamsiz oldugunu dusunuyorum:
“Hrant Dink ve birçok büyük uyuşturucu davasına bakan 14. Ağır Ceza Mahkemesi eski Başkanı Erkan Canak ile adı birçok skandala karışan organize suç örgütü lideri Mahmut Çelik arasında özel bir telefon hattı vardı. Bir uyuşturucu operasyonu kapsamında tutuklanarak cezaevine konulan ancak daha sonra yerine başkasının cezaevinde yattığı ortaya çıkan Çelik ile Canak bu GSM hattını sadece birbirleriYle haberleşmek için kullanıyordu. Başka hiçbir numaranın aranmadığı ve kaydedilmediği bu telefon hatlarında sesli konuşmalar da yapmayan Çelik ve Canak, haberleşmeleri gerektiği durumlarda sadece mesajlaşıyordu. Birbirlerine buluşacakları mekanların isimlerini ve adreslerini gönderen ikili, daha sonra yüzyüze ise görüşüyordu.
Mahkemede buluşma
Tüm bu detaylar ise polisin teknik ve fiziki takibe aldığı suç örgütü lideri Mahmut Çelik’i bir uyuşturucu operasyonu kapsamında izlemeye başlaması ile ortaya çıktı. Çelik’in mahkeme başkanı Canak’la irtibatını tespit eden polis, durumu İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’na bildirdi. Bir özel yetkili cumhuriyet savcısı ise soruşturma için Adalet Bakanlığı müfettişlerine bilgi verdi. Soruşturma kapsamında hem mahkeme başkanı Erkan Canak ve hem de suç örgütü lideri Mahmut Çelik takibe alındı. Polisin adım adım izlediği Çelik, bir defasında Canak ile buluşmak için İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki makamına bile geldi. Özel Yetkili mahkeme binasında gerçekleşen bu buluşma ise soruşturmayı yürüten özel yetkili cumhuriyet savcısı tarafından kayda geçirildi. ”
Haberin tamami icin:
http://haber.gazetevatan.com/hakimin-uyusturucu-baronuyla-kirmizi-hatti/357606/1/Gundem
07 Şubat 2011 15:28
“…aktariyorum, bu haberin dogru oldugu noktasindan hareketle davanin..” noktasindan hareketle bu blog girisinin yanlislanabilecegini zannetmiyorum. Birincisi Vatan bu haberi polis oltasina gelerek vermis olabilir. Yani polis muhabirine bu haber icerden ulastirilir, akabinde atlatma haber gaziyla bu haber dogrulatilmadan yayinlanmis da olabilir. Acikcasi benim Istanbul polisine 1 gram guvenim yok. Mesela daha once de Emin Arslan’in uyusturucu nedeniyle tutuklandigi haberi cikmisti. Daha dogrusu polisin gaziyla gazeteler carsaf carsaf basmisti bu haberi. Emin Arslan 7-8 tutuklu kalarak surunduruldukten sonra ciktigi ilk durusmada beraat etti. Sonradan anlasildi ki asil mesele Emin Arslan’in Dink suikastinin emniyet icindeki baglantilariyla ilgili bildigi seyleri aciklamasi, birilerinin hosuna gitmeyecek aciklamalari degisik mecralarda yapmasi imis. O yuzden pekala yargictan memnun olmayan birileri cakma bir suclama uretip yargici harcamak istemis de olabilir.
07 Şubat 2011 15:44
Kurmanbek,
Yanlis anlasilmissam ozur dilerim, haberin dogru olmasindan hareketle bu blog girisi yanlislanir demedim, sadece Dogan ve Rodrik’in uzunca analizlerinde kucuk bir noktaya dikkat cektim. Medyanin bu surecte manipulasyon amaciyla kullanilmakta olduguna siklikla sahit oldugumuz icin “haberin dogru olmasi” kosulunu da ozellikle ekledim.
Soyledigiiz gibi haber yalan olabilir, o durumda yargicin avukatlari tekzip icin girisimde bulunurlar ya da emniyetten ya da adliyeden bir yalanlama gelir, biz de isin aslini ogreniriz. Ama su hali ile mahkeme baskaninin gorevden alinmasinin Balyoz davasi ile pek ilgisi yokmus gibi gorunuyor.
07 Şubat 2011 15:34
Fmeraklı,
Lütfen ekmek yemeyi bırak ! Kıtlığa sebep olacaksın !
Değil 40 fırın, 400 fırın ekmek yesen de sahte CD olayını anlayamayacaksın.
Sahte CD lere dayanarak iddianame hazırlanmış. Sahte CD lerle kişiler yargılanırken ,
Sahtekarları korumaya çalışma !
07 Şubat 2011 16:01
Halil bey, kitliga tuketimi kisarak care bulamazsiniz, dagitimda adaleti saglamaniz lazim.
Bu arada sahtekarlarin kim oldugunu soyleyin, ben de dusunup karar vereyim koruyup korumayacagima…
Bu blogta Baransu’ya teslim edilen belgelerdeki tutarsizliklar ortaya konuldugunda Balyoz’un cokmekte oldugu da ifade edilir hale gelmisti. Bunu hem Dogan ve Rodrik hem de burada pek cok yorumcu ifade etti ki basinda da benzer yazilar yazildi. Golcuk’te ele gecirilen belgelerden sonra soylenen sey, cokmekte olan Balyoz davasini ayaga kaldirmak icin sahte belge cetesinin ikinci bir kumpasi Donanma Komutanligi’nda sahte belgeler gomerek hayata gecirdigi idi.
Baransu belgelerindeki tutarsizliklar nedeni ile cokmekte oldugu soylenen Balyoz davasini yeniden ayaga kaldirmak icin sahte belgeler ureten bir cetenin, didik didik edilecegini bildikleri Golcuk belgelerinde ilk ortaya cikan belgelerden cok daha vahim tutarsizliklara imza atmis olmasinin mantikli bir aciklamasi olmasi lazim.
Bunu ifade etmenin sahtekarlari korumakla bir ilgisi yok, ayrica sorun zaten sahtekarlarin kim oldugu sorusunun etrafinda dugumleniyor.
O bilindik atasozune uyarlarsak;
Bana sahtekarin kim oldugunu soyle, sana koruyup korumadigimi soyleyeyim.
Umarim meramimi anlatabilmisimdir, zira daha acik bir sekilde ifade edebilecegimi zannetmiyorum…
07 Şubat 2011 16:31
fmeraklı,
Ana sorun “sahtekarin kim oldugunu soyle” değil.
Sahte CD lere dayanarak hazırlanan iddianame ile yapılan yargılamaya derhal son verilmesidir. Sahte CD leri hazırlayan ve sahte CD lere yataklık edenlerin YARGILANMAsı ikinci aşamadır.
CD ler sahte gerçeğini maskelemek için , bana göre – sana göre farklı olan yorumlar yapıyorsun. Dünyanın düz olduğunu anlatmaya çalışıyorsun. Kafa karıştırmaya çalışıyorsun.(bu da bana göre)
Gerçek olandan söz edelim. O da CD lerin sahte olduğu. Gerisi laf olsun torba dolsun.
07 Şubat 2011 18:34
fmerakli,
Bu cümleniz aslında olaya bakış açınızı çok güzel özetliyor:
Önemli olan sahtekarlık yapılması değil onu kimin yaptığıdır demeye mi getiriyorsunuz? Nedir bu konudaki kriteriniz? Düşünüp bir zahmet bize açıklayabilir misiniz?
07 Şubat 2011 18:54
Evet, bunu ben de merak ettim?
08 Şubat 2011 01:10
Bu sitedeki son marifet ortaya cikan butun tutarsizliklari “gizemli” sahtekarlar sitesine yuklemek oldu. Peki simdi soruyorum, diyelim ki darbe yapmaya calisan ordu mensuplari her seyi simdiye kadar dort dortluk mu yapmisladi da 2003’te mukemmel olmalarini bekliyorsunuz ? 🙂
08 Şubat 2011 01:23
Ihtimal:
Bu spekulatif bir soru ve ben spekulatif yorumlara girmeyeyim. Sunu hatirlatayim yalniz:
O sizin dediginiz varsayim (daha once dort dortluk mu yapmislardi? sorunuz) uzerinden spekulasyon bile yapabilmek once daha onceki darbeleri arastirmak, yargilamak gerek. Mesela 12 Eylul’u. Ama biliyorsunuz referandum yaptik; Erdal Eren’e agladik (ki 17 diyorlar ama dupeduz 16 gorunuyor yasi!); 12 Eylul’le bu referandum uzerinden hesaplasacagiz dedik. Hala tik yok.
Burada ise bir sahtecilik oldugu sabit. Bir olgu. O yuzden sunu acikla bunu acikla demenin anlami da yok; hukuk dogru durust isletilirse zaten cikacak. Ama bu girdide dikkat edilirse, bu sahteciliklerin altina zemin hazirlayan faktorlere de dikkat cekiliyor. Bu yuzden bence spekulasyon yerine konuya odaklanmak daha guzel sorular sordurabilir.
08 Şubat 2011 02:08
O referandumun 12 Eylul’e denk gelmesi de, gecici 15. maddenin pakete girmesi de AKP yuzunden olmadi. Pakette o madde yoktu, o sureyi de evvelce (hatta yok yok degisiklik planimiz filan yok diyerek!) kisaltmislardi. Ben oyle hatirliyorum en azindan. O kadar yanlis bilgi dolasiyor ki insan kendi hatirladigindan da suphe ediyor.
Tabii sartlar iradeleri disinda olussa da oyle firsat bulunca kaciracak beceriksiz bir kadro degil AKP’ninki. (AYM’nin mudahalesi de Adalet bakanliginin listesinin secilmesine yaradi deniyor. Problem AKP degil aslinda Turkiye’de, neyse.)
Daha ilginci Erdogan’in aglamak icin sectigi idam mahkumlarindan edilenlerden birini mahkum hakimin ortaya cikip mahkumiyetin ‘temiz’ olugunu ve 12 Eylul’den evvel verilmis oldugunu soylemesi oldu. Galiba basbakan icin oyle seyler demeden davalarin dosyalarina bakmasini filan da tavsiye etti.
Idam cezasi karsitligi bir tarafa, ben o hapis ve idam kararlarinin kacinin dogru kararlar olduklarini da merak ediyorum. Binlerce cinayet islendi darbe oluncaya kadar ve askerler katilleri bulacagiz ve cezalandiracagiz dediler bize. Bunun ne kadari yapildi? Ben bunu da merak ediyorum. Bunun da merak edilmesi gereken bir sey oldugunu dusunuyorum.
08 Şubat 2011 02:59
“O referandumun 12 Eylul’e denk gelmesi de, gecici 15. maddenin pakete girmesi de AKP yuzunden olmadi.”
Ben referandum tarihi 12 Eylul’u kastetmedim. 12 Eylul’e denk gelmesinin, AKP ile alakasi olmadigini biliyoruz zaten. 12 Eylul’le referandum uzerinden hesaplasma konusuna gelince, asagida link’ini verdigim haber bu cikarimin yapilmasinin sebeplerinden sadece bir tanesi:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP grup toplantısında yaptığı konuşmasında, 12 Eylül’de yapılacak referandumda neden “Evet’ oyu istediğini anlatırken, 12 Eylül döneminde idam edilen gençlerin mektuplarını okuduğu sırada ağlamıştı. Bu mektuplardan biri de Şair Nevzat Çelik’in adına “Şafak Türküsü” şiirini yazdığı 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’inkiydi.”
http://bianet.org/bianet/genclik/123658-basbakanin-siirimi-evet-oyu-icin-kullanmasindan-uzgunum
Bunu referandum konusmalari ajandasina sokan AKP.
Evet Erdal Eren’in yargilanmasi 12 Eylul’den once, asilmasi sonra. Kendisinin bir sembol haline getirilmesi ise cok sonra. Ben Erdal Eren’den bahsederken, bu sembol haline getirilmis duruma atfen konusuyorum. Sonradan CHP’nin de sahiplenerek bu sekilde ve yasta olmus birisi uzerinden siyasete devam etmesinden de hic haz etmedim.
Ancak su veya bu sekilde pakete bir seyler girmesi baska, o konuyu malzeme yaparak oy istemek bambaska. Bu referandum baska bir seydi aslinda, 82 anayasasina bir takim yeni yamalar yapilacakti, ozgurlukler icin olumlu maddeler de iceriyordu; ama 12 Eylul ile hesaplasilacak seklinde paketlendi hep kamuoyu onunde. Bunu da bizzat AKP yapti. Itirazim buna.
“Idam cezasi karsitligi bir tarafa, ben o hapis ve idam kararlarinin kacinin dogru kararlar olduklarini da merak ediyorum. Binlerce cinayet islendi darbe oluncaya kadar ve askerler katilleri bulacagiz ve cezalandiracagiz dediler bize. Bunun ne kadari yapildi? Ben bunu da merak ediyorum. Bunun da merak edilmesi gereken bir sey oldugunu dusunuyorum.”
Katiliyorum: Iste bunun icin 12 Eylul’le hesaplasilmasi, oncelikle faili mechullerin aydinlatilarak o ortama nasil gelindi, neler oldu sorulariyla yuzlesmek gerek. Ondan sonra ancak bir seyler netlesecek. Bu yuzden de buna vurgu yapiyorum surekli.
08 Şubat 2011 03:24
Tekrar Ihtimal’e baglayayim: bunlar ortaya cikmadikca, istedigimiz kadar ortaya spekulatif sorular atalim, bir yere varamayiz.
Ve evet, bazen konulari tartisirken, Balyoz’un soyut bir fikir degil, somut bir dava oldugunu unutuyoruz. Etten kemikten 200’e yakin kisinin bu davadan yargilandigini unutuyoruz gibi geliyor.
Bunun bu insanlara bir bedeli oldugunu unutuyoruz gibi de geliyor.
Bu tur sahtecilikleri yapanlarin kimler oldugunu da bulmak adaletin isidir. Ama hukuki surecin dogru durust isletilmedigine dair sahibeler de mevcuttur. Burada yapilan bunlari ortaya koymaktir. Hukuki surec dogru durust isletilirse zaten bunlar ortaya cikacak sorular.
08 Şubat 2011 03:41
Mutabikiz, yalniz bu arzu ettigimiz isin kesrini bile yapabilecek siyasi guc ve kadro neye benzer cikartamiyorum. Oraya nasil varildi sorusu cok boyutu olan, en azindan taktik ithalati ve belki ekonomik sIkistirma acisindan dis iliskilere de dokunan bir sey. O su anda pek hevesli gozuken bir suru kadroyu zaten isin disina atiyor (Zizek makalesi basip ABD’ye okunan yerlerini makaslayan Taraf surekasi olmaz mesela, “okyanus otesi” de olmaz). Bir avuc sosyalist, AKP’nin MG kanadi + Bekaroglu vb. ve bir takim yetismis sekuler milliyetciler gibi bir kombinezon geliyor aklima. Bu insanlar ayni masaya dahi oturmuyorlar su anda.
09 Şubat 2011 05:06
Sahsi goruslerimi yazayim, sonra bunu Balyoz’a baglayacagim:
Bunun icin degisik modeller mevcut. Italya’daki temiz eller geliyor akla, ama bence en basta Arjantin’deki gibi bir komisyon kurmak lazim. “Truth Commission” gibi, hukumet ve sistem ustu, uluslararasi ve yerlesmis bir insan haklari kurulusuyla beraber ya da mesela Guney Afrika ve Arjantin’den de gelebilecek bir kac uyeyle birlikte olusturulabilecek bir komisyon da olabilir. Olayin seffafligini saglamak cok onemli. Ancak bunun icin oncelikle kanunlarin duzenlenmesi lazim. Daha Erdogan 12 Eylul’u, dolayisiyla askeriyeyi referandum malzemesi yaparken de bu referandumdaki yasalarla 12 Eylul’le hesaplasilamayacagini biliyorduk zaten. Esasli bir hukuki reform sart. Ama Can Acar’in soyledigi noktalara da katiliyorum–bu hukumet bana o acidan guven vermiyor (sizin dediginiz gibi onlara yaptirim uygulayacak bir careyi liberal denen bir kisim insan buldugunu dusundu ve onlari destekledi, ama olay tuhaftir ki icki, Ahmet Altan ve heykel konusunda koptu; bu konuda liberaller AKP ittifaki diye Radikal dahil bir cok yerde yazi cikti bakabilirsiniz).
Dolayisiyla buna destek bu hukumetten cikmadi, 8 yildir iktidardalar, yaptiklari icraatler belli, en fazla secim malzemesi yapiyorlar, uc kere de red oyu verdiler; Taraf zaten Erdogan’in Cumartesi Anneleriyle bulusmasi uzerine “faili mechuller arastirilacak” gibi hic de ikna etmeyici haberler yapmaya baslamis bile–madem oyleydi niye uc kere bloke ettiler (ki Erdogan bir de iskence gordum o devirde diye cok guzel hikaye yazmis; 12 Eylul ve askeriyeyi malzeme yapmaya devam ediyor yani; bunlari yapmasa keske, siir okudugu icin iceri girmesi yeterince kotuydu, o yeterdi–Can Dundar’in 8 Subat yazisina bakabilirsiniz), Cumartesi Anneleri senelerdir toplanir ve varlar, niye simdi birden bu secim oncesi ilgi demeyeyim bari–en azindan birileri konustu bu insanlarla diyerek olumlu yanina bakmaya calisayim….
Diger taraftan, dis iliskiler haricinde de Gulen’in Cag ve Nesil’deki 1979 Haziran sayili ile Sizinti’da cikan Ekim 1980 sayili yazilarinin suretleri internette geziniyor. Asillarini gormek lazim, bilemiyorum, ama bu gezinen suretler dogru ise, 80 darbesini Gulen desteklemis gorunuyor.
Gercekten de en onemlisi dogru durust, seffafligi koruyucu acil bir yargi reformu. Ama bunun icin bu otoriter havanin kirilmasi sart. Balyoz gibi sahteciliklerin arkasinda neler oldugunun arastirilmasi sart. Bu gibi davalardaki sahibeler, usulsuzlukler gercekleri arastirmak icin olusturulacak her tur komisyona surulecek bir lekedir.
08 Şubat 2011 13:36
Ihtimal,
Soyledigini tam olarak anlamadim. Sunu mu demeye calisiyorsun yani : “DR ve PD’nin ortaya cikardiklari tutarsizliklar 2003’te ordu menssuplarinca yapilan hatalarin eseri” ?
Eger buysa demeye calistigin, lutfen 2003’te daha olmayan sirketlerin ve derneklerin isimleri ile o tarihte degil de 2007’de Aselsan’da calismaya baslayan sahislarin isimlerinin nasil ordu mensuplarinin 2003’teki “hatalari” sonucu o belgelere yazilmis olabilecegini de izah etmen gerekiyor. Bekliyoruz.
Evet blog sakinleri, ihtimal bu soruya lutfedip cevap verecek mi sizce?
08 Şubat 2011 16:53
cevap vermesi ihtimal dışı olmasın.
08 Şubat 2011 19:24
fmerakli ve ihtimal’in soru ve sorgulamalarının; gerçekliği bulma amacından öte kendi önermelerine geçerlilik kazandırma çabası olduğunu görmenin üzüntüsü içinde kendimi bir süreliğine bu tartışmalardan tutmaya karar verdim.
Dayanaksız ya da sahte belgeleri dayanak almış bir dava için biz tuzu kuruların söylediği hiçbir sözün anlamı yok bana kalırsa. Sözün bittiği yerdeyiz tam anlamıyla. Bundan sonra ne olacak? Seyirci mi kalacağız? Yakınları öldürülenlerin kurduğu Toplumsal Bellek Platformu gibi bir “Hukuksuzluklarla Mücadele Platformu” kurulamaz mı? Devlet memuruyum o nedenle dilim, elim-kolum bağlı, adımı burada açıkça yazabilmeyi çok isterdim, bu hukuksuzluklarla mücadelenin bir yolunu bulmak için günlerdir zihin yoruyorum. Kolektif bir bilinçle eylem başlatmak, toplumu daha sistemli bilgilendirmek şart. Hukuk şu an tamamıyla yandaşlaştırıldı. Bu koşullarda “yargı en adil kararı verecektir” diyerek geri çekilmek ne kadar gerçekle uyumlu? Şiddet içermeyen bir sivil itaatsizlik, hak-hukuk mücadelesi için daha organize bir mücadele verilmeli. Bursa Nutku’nu kesinlikle onaylamıyorum ama Martin Luther King ve Gandi’nin mücadelesi de örnek olamaz mı bizlere?
Boş konuşmalarla birbirimizi yerken siyasi dengeler açısından pek de umut ifade etmeyen bir seçim sürecine giriyoruz. Süheyl Batum’un gafıyla birlikte muhalefet iyice puan yitirdi. Seçimden daha da güçlenerek çıkmış bir AKP’nin daha ne tür hukuksuzluklarla bizi karşı karşıya bırakacağı konusunda endişeliyim.
08 Şubat 2011 19:42
Belki AKP’yi hukuksuzlugun kaynagi ve ne pahasina olursa olsun mucadele edilmesi gereken bir olusum olarak gormek yerine nasil daha kabul edilir isler yapmaya ikna edilebileceklerini dusunmek mumkundur? Nasil olur bilmiyorum bu ama — sizin de isaret ettiginiz gibi — bir takim garip muhalif seslerle ayni tarafta ‘cephe’ olusturmak da pek oyle hazmedilir bir sey degil. (Bakin zaten oyle bir algi var, mesela Zaman’a laf edenler Hurriyet’ten memnunmus gibi davraniliyor. Ne munasebet? Nicin oyle olsun?)
08 Şubat 2011 20:47
Ogretmen, Bulent Bey,
AKP hukuksuzlukların kaynağı değil. Onlarla mücadele edeceğini söyleyerek iktidara geldi, ancak ele geçirmeyi tercih etti. Ele geçirene kadar YÖK’ten şikayetçiydi. Ahmet Necdet Sezer zamanında Cumhurbaşkanlığı yetkisi azaltılsın diyordu. Düne kadar şikayet ettiği Anayasa mahkemesini ele geçirdi, şimdi “süper mahkeme” yapmaya çalışıyor. Yargıtay’ın kadrosunu azaltmaya çalışıyordu, HSYK’yı ele geçirdiğinden beri arttırmaya çalışıyor. Her iki önerge aynı anda mecliste. AB taraftarlarına işine geldiği sürece havuç gösterdi. Ne anayasa değişikliğinde ne de herhangi bir kanun çıkartırken kimseden görüş almadı, tartışmayı, uzlaşmayı reddetti. AKP kendisine yol gösterdiğini düşünen, onu “düzeltebileceğine” inanan her kesimi işine geldiği sürece kullandı, işi bitince ortada bıraktı. Şimdi “başkanlık sistemini” tartışıyoruz. Hedef belli değil mi?
Bu partinin ülkeyi demokrasi ve özgürlüğe doğru götürmediğini sekiz yılda anlayamadık mı? Gerçek demokrasi, özgürlük ve bağımsızlık isteyenler, birbirleri ile her konuda aynı fikirde olmak zorunda değiller ancak ortak bir tehdide karşı beraber hareket etmek o kadar mı zor?
Melih Aşık 8 Şubat tarihli yazısında (Milliyet) Alman anayasasının “Tüm Almanların, başka bir çare kalmadığı takdirde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya kalkışan kişilere karşı direnme hakkı mevcuttur…” dediğinden bahsetti. Almanlar bu konuda tecrübeli. Anlaşılan seçimle gelecek ikinci bir diktatörlüğe karşı bu çözümü buldular.
Bu Blogda yaşam tarzı, inançları, hayat görüşü farklı pek çok insan yapılan hukuksuzluklara karşı çıkıyor. AKP’nin ise baştan beri bu davalarda “tarafı” belli. Sihirli bir el (seçim?) onları tamamen şeffaf ve tarafsız olmaya zorlamadığı sürece bu konuda bir değişiklik olması mümkün gözükmüyor. Eğer bu hukuksuzlukların yarattığı tepkinin seçimi tehlikeye düşüreceğini düşünürlerse bir anda davaların seyri değişecektir (bu bile yargının üzerinde hükümetin etkisinin bir göstergesi olacaktır).
Saygılarımla …
09 Şubat 2011 05:44
Can Acar:
Tespitinize katiliyorum.
09 Şubat 2011 10:58
Can Bey, tespitlerinize katiliyorum ama yorumlamaniza itirazim var. Peki, halkin en az on partinin katildigi bir secimde %47 sinden kabul almis (334/550 milletvekili orani ile) iktidar olan bir partinin bunlari yapmaya hakki yok mudur? Ve ustelik bu partinin her genel secimde oy orani yukselerek artiyorsa (2011 secimlerinde %50 civarinda anket sonuclari var), halk bu yonde bir degisim istiyor dusuncesinde degilmisiniz?
09 Şubat 2011 11:23
ihtimal,
Demokrasi nedir bir araştır, öğren gel, ondan sonra konuşalım.
Başlamana yardımcı olmak için birkaç ipucu:
Demokrasi en çok oy alanın her istediğini yapması demek değildir.
Demokrasi insanları bir torba bulgura muhtaç edip oylarını toplamak değildir. Bu yardımları devletin kaynaklarını kullanarak dağıtmak hiç değildir.
Demokrasi herkesin tarafsız kaynaklardan bilgi edinebilmesi, bağımsız karar verebilmesi ile gerçekleşir. Bunu sağlamak hükümetin görevidir. Medya, muhalefet ve karşıt görüşler üzerinde baskı kurularak gerçekleştirilen bir seçim halkın isteğini yansıtmaz. Örnek istersen uzağa gitmene gerek yok 12 Eylül 1980 anayasasına bak. Halkın “%98 desteğini” almış bir seçim var ortada.
09 Şubat 2011 11:34
Bence 1980 anayasa secimi ile ilgili yine bir anket yapabilme firsatimiz olsa da kimlerin neden %98 ile EVET, digerlerinin de neden %2 ile HAYIR dediklerini ortaya cikarip analizlerini yapabilsek? Ben sana kendimce bir ihtimalden bahsedeyim, %98 “su lanet olasi anayasaya evet diyelim de, su lanet darbecilerden kurtulalim normal secim donemi baslasin, %2 ise “bu lanet olasi darbecilerin yaptigi anayasaya asla evet demem” diye hayir’i secmistir? Sen ne dusunuyorsun? Gerci senin ne dusungudunle ilgilenmiyoruz, halkin ne dedigiyle ilgileniyoruz ya!
09 Şubat 2011 11:58
Bir ihtimal bendenizde su asagidaki satirlari yazan zati muhteremin 1980 referandumunda ne oy verdigini merak eder dururum.
“Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.”
Acaba ‘selam durdugu’ ‘lanet olasi darbeciler’ gitsin ‘darbe anayasina’ ‘Evet’ demistir? Yoksa ‘selam durdugu’ darbeciler kalsin diye ‘darbe anayasina’ ‘Hayir’ mi demistir? ‘Hayir’ diyorsa neden ‘selam durmaktadir’? ‘Evet’ diyip ‘Selam duruyorsa’ niye bugun darbeciler tu-kaka olmustur?
Yine 28 Subat’ta bir referandum yapilsaydi acaba “komutanlar bir içtihadda bulunmuşlardır. İsabet etmişler ise 2 sevap, hata etmişler ise 1 sevap almışlardır” gibi garip bir fetva buyuran muhterem darbeci zihniyete ‘Evet’ mi diyecektir?
Bence halk (aslinda) ne demek istemisti gibi gereksiz analizlere girmeden, biz ne istemistik sorusunun cevabini vermek gerek.
09 Şubat 2011 12:16
ihtimal,
Yazdıkların beni pek çok yönden haklı çıkartıyor, teşekkür ederim.
Öncelikle, sadece 12 Eylül örneğine takılmışsın. Demokrasi ile ilgili tanımlar konusunda anlaşıyoruz demek ki. Bu durumda içinde bulunduğumuz rejime de demokrasi denemeyeceğini de kabul edersin sanırım.
Yaptığın yorum doğru olsa ve seçmenlerin %98’i tek bir kalıp içerisinden “yeter ki darbeciler gitsin” diye oy kullanmış olsalar bile, bu onların gerçek seçimleri oluyor mu dersin? Kötünün iyisini seçmeye zorlanmak sence demokratik mi? Son 12 Eylül seçimi ile benzerlikleri farkedebiliyor musun?
Son olarak “Gerci senin ne dusungudunle ilgilenmiyoruz, halkin ne dedigiyle ilgileniyoruz ya!” diyerek fikirlerine katılmadığın kişileri “halk” tanımının dışına çıkartman antidemokratik düşünce yapını çok güzel yansıtıyor. Ben uzaydan gelmedim. Türkiye’de doğdum ve büyüdüm. Hoşuna gitse de gitmese de, oy deposu olarak gördüğün halkın bir parçasıyım. Bundan da gurur duyuyorum.
09 Şubat 2011 13:03
Verdigin iki ornegin biri “bir torba bulgurla oy toplamak” idi, bunun yorum yapilabilecek bir tarafi olmadigi icin geriye 1980 darbe anayasasi bahsini ele alabildim 🙂 Kaldi ki verdigin arguman ertugrul ozkok tarafinda 12 eylul referandumunu karalamak amaciyla dil ucuyla ortaya atilmis bir argumandi, kimse de onunla siki bir sekilde bunu tartismadi. Sizlerin gozden kacirdigi nokta, darbe anayasasinda halka verilen tercihi yapanlar darbe ile is basina gelmislerdi, 2010 referamunda az bir uylasi ile yapildigi iddia edilen iddia edilen anayasa paketinin hazirlayan iktiday %4 oyla is basina gelmisti. Nasil, hangi mantik ve curetle ikisini bir tutma gayretinde olabiliyorsunuz anlamakta zorlaniyorum?
09 Şubat 2011 13:05
%47 oyla!!! Gerci siz bu hezimeti benden iyi biliyorsunuz ve gozden kacirmaniz imkansiz ya, hicte duzeltmeme gerek yoktu 🙂
09 Şubat 2011 13:18
ihtimal,
İsterse %99 oyla gelmiş olsun, demokratik olduğunu iddia eden hiçbir iktidar muhalefet, akademi ve sivil toplum kuruluşları’nın fikirlerini ve uyarılarını göz ardı ederek topluma bir anayasa değişikliği dayatamaz. Yirmi soru sorup tek bir cevap bekleyemez. Darbecilerle hesaplaşacağım diye milleti kandırıp oy toplamaya çalışamaz. Bunları yaparsa doğacak sivil tepkiden yerinde iki gün bile duramaz. Ancak bizim gibi korkuyla sindirilmiş, medya ile kandırılmış, can derdinden anayasa falan düşünecek hali kalmamış bir ülkede bunu yapabilirsin. Ortaya çıkan sonuç ise darbe anayasasından hiç farklı olmaz.
Hala demokrasi ne demek bilmiyorsun. Git biraz oku, araştır, üzerinde düşün öyle gel.
07 Şubat 2011 19:12
Can Bey, daha once Golcuk belgeleri ile ilgili tartismada benim dile getirdigim olasilik baglaminda degerlendirirseniz anlamaniz kolaylasir.
Eger Golcuk’ten cikan belgelerdeki sahtelikler, Balyoz davasini sabote etmek icin ya da kendilerini ve/veya emekli/muvazzaf ustlerini kurtarmak icin harekete gecen ordu mensuplarinin marifeti olma ihtimali var ise sahtekarin kim oldugu onemsiz bir ayrinti olarak gorulmemelidir.
Yargilamalarda maddi delilin aksine suphe sanik lehine kullanilan bir unsur oldugu icin sanik avukatlarinin, mahkemeye sunduklari bilgiler, kullandiklari taniklarla vs. muvekkilleri etrafinda supheleri derinlestirici unsurlari davaya tasimalari vaka-i adiyedendir…
Benim olay bu sekilde gerceklesmis diye bir iddiam da yok, ama bu olasilik tumuyle yadsinabilecek bir olasilik da degil. Baransu belgeleri etrafindaki supheyi daha da derinlestirmek icin Golcuk belgelerinin iddia edildiginin aksine askerler tarafindan saniklar lehine suphe yaratma nedeni ile uretilmis olma ihtimali, hem de belgelerin sivillerin kolaylikla ulasmasinin mumkun oplmadigi bir yerde bulunmasi nedeni ile goz onunde bulundurulmasi greken bir ihtimal.
SIzin iddia ettigini gibi “Önemli olan sahtekarlık yapılması değil onu kimin yaptığıdır” demiyorum, “kimin yaptigi da sahtekarligin yapilmis olmasi kadar onemlidir” diyorum… Ayrica bunu simdi de soylemiyorum, daha once defaatle yazdim, ama madem hala soruyorsunuz, bir kez daha yazmis olayim..
07 Şubat 2011 19:31
Bu bize Blog yazarları sahtekarlığı kimin yaptığını söyleyemiyor diye diğer bulguları gözardı etme hakkı vermez. Ortada çok ciddi bir sahtekarlık var. Önce bu sahtekarlığın doğurduğu mağduriyetleri giderelim.
Daha önce de bu yönde yazışmalarımız olmuştu. Ben size o zaman da “peki bu sahtekarları nasıl bulacağız” diye sormuştum. Yapılacak olan belli. Yukarıdaki yazıda da sorulan sorulara cevap aramak.
Savcılar neden delilleri gizledi?
Belirli medya grupları neden taraflı ve yalan haber yazıyorlar?
Baransu’ya Bavulu kim getirdi?
Gölcük’teki harddiski kim söküldükten sonra kullandı?
…
Bu soruların cevaplarını araştıran kimse göremiyorum. Bu aşamada davanın düşmesini ve bu konuların araştırılmasını istemek dışında yapılabilecek bir şey var mı?
07 Şubat 2011 20:43
fmerakli,
lütfen olayin özünde kalip su üc sorunun cevabini verebilirmisiniz:
1- Balyoz belgelerinin sahte oldugu sizce kesin mi, yoksa bunca delile ragmen kuskulariniz varmi ?
2- Belgelerin sahte oldugu kesin ise normal bir hukuk devletinde davanin düsmesi ve Balyoz davasi ile ilgili saniklarin beraat etmesi gerekmiyormu ?
3- Bir demokrat olarak (sadece kendinize degil, herkese demokrat oldugunuzdan yola cikiyorum)”bu arada sahtekarlarin kim oldugunu soyleyin, ben de dusunup karar vereyim koruyup korumayacagima…” ifadenizde bir dil sürcmesi mi yoksa Freud’a göre düsünülenin bir seyin agizdan kacmasi mi söz konusu ?
Kisa ve öz cevaplar verebilirseniz cok sevinirim.
10 Şubat 2011 01:43
m.sener,
cevap gecikti, isler yogun kusura bakmayin…
cevaplarim soyle
1. Ortada ciddi tarih tutarsizliklari var, ama tum belgelerin sahte oldugundan kuskuluyum. Belgelerden ote, sahihligi konusunda bir tartisma olmayan seminer ses kayitlarinda “halki tepelemenin”, “istanbul’un ustune cokmenin”, “ultimatom vermenin”, “milli mutabakat hukumeti kurulmasinin”, “Tayyip’i tebrige giden emniyet mensuplarinin” konusulmus olmasi ve konusmalarda jenerik bir senaryoda asla olmayacak bir sekilde gercek kisilerden isimleri ile bahsedillmis olmasi nedeni ile ben plan seminerinde anayasal bir suc islendigini dusunuyorum.
2. Eger tum belgeler sahte ise ve iddianame sadece o belgelere dayali hazirlandi ise bu soylediginz dogrudur. Ben ozellikle Golcuk belgeleri icin sahteciligin kendilerini ve/veya ustlerini kurtarmak amaci ile ordu icinden birilerinin yapmis olma ihtimalini bir kosede sakli tutuyorum.
3. O cumlenin ya da ondan yola cikarak benim psikanalizimi yapmak isteyenler cikabilir, eger burada pylasirlarsa ben de ilgi ile okurum. Sadece o cumleyi alarak baktiginizda sordugunuz soru anlamli geliyor, bana da oyle geldi; ama tabii bu cumleyi kuruldugu konteksten koparan bir sey. Ben o ifadeyi sahtekarlarigin ordu icinde de yapilmis olabilecegi olasiligi cercevesinde soylemistim ki benim daha onceki yorumlarimi okuyanlar bu belgeelerin arkasinda her kim var ise ortaya cikarilmasi gerektigini, aksi taktirde bu davanin adil sonuclar dogurmakta cok sikinti yasayacagi gibi endiselere sahip oldugumu sanirim anlamislardir.
07 Şubat 2011 16:00
Bu girdiye elestiri yapacaksak (ki ben elestirmek icin yaziyorum) su da olmamis denebilir:
Balyoz iddiaları ortaya atılır atılmaz ortaya çıkan bazı çelişkiler (TGB, Haydar Baş’tan alıntılar) Taraf, Zaman ve başka gazetelerin gayretleriyle bastırıldı ve tutuklamalara engel olmadı.
Bu ifade acik olmamis. Cok da kotu niyetli gayret gosterilmeden belli bir sekilde okunabilir ve o okuma hos yerlere varmiyor. Oyle okuyup, bir seyler yazayim.
Tutuklama karari veren hakimler gazete haberine gore karar vermiyorlar. Vermiyor olmalari lazim. Eger bu sekilde dusunursek zaten ‘yargiyi etkiliyor’ diye bilmemkac tane davaya muhatap olan basina ve — mutemelen sirada olan — Internet’e yapilanlarin/yapilacaklarin[1] ve bunlari saglayan kanunlarin dayanaklarini sorgulayamaz hale geliriz. Icerdigi yaklasim acisindan bu maddeyi dogru bulmuyorum.
Muhtelif propaganda organlarinin/yayinlarinin zararlari arasinda dogrudan mahkemeleri etkilemek yok bence. Kitleleri manipule etmek, bilgili olmaya ve dusunmeye calisan vatandasi yanlis yonlendirmek gibi zararlari var gayet tabii, o ayri.
[1] Bakin basbakan — mutadi uzre — genc bir blogcuyu dava etmis. Ben dava edilen blogcunun sitesine baktim. Avukatlari TCK 288 yuzunden basina gelen konusunda konusmamasini, yorum da yaptirmamasini soylemisler. Kendi savunmasinin selameti acisindan susmasinin tavsiye edilmesini anlamak kolay, ama sebeb o degil. Kanundan korkup susuyor. Insan susturmanin kanuni yollarinin katalogu gibi o olaylar zinciri, ‘vay hakeret’ ‘vay devlet buyugune hakaret’ ‘vay yargiyi etkileme’ denerek ifade hurriyeti alaninin ne kadar daraldigini goruyoruz.
07 Şubat 2011 16:15
Yerinde bir tespit Bulent Bey.
Mahkemelerin basinda yer alan haberlerden etkilenerek karar aldiklarini dusundurecek saglam verilere sahip olmadigimizi dusunuyorum – sadece Balyoz davasi ile ilgili de degil, genel olarak.
Ama tabii bir de Balyoz’un arkasinda ya cemaati ya iktidari ya da ikisini birden goren onemli bir kesim var ve bu insanlar yandas diye tabir edilen basinda Balyoz davasinin haberlestirilmesi ile mahkemenin seyri arasinda bir iliski kuruyorlar genelde. Belki Dogan ve Rodrik de, belki cok da farkina varmadan ve ustunde dusunmeden, bu sekilde davranmis olabilirler sizin itirazlarinizi dile getirdiginiz ifadeler ile ilgili olarak…
07 Şubat 2011 16:46
Ama tabii bir de Balyoz’un arkasinda ya cemaati ya iktidari ya da ikisini birden goren onemli bir kesim var ve bu insanlar yandas diye tabir edilen basinda Balyoz davasinin haberlestirilmesi ile mahkemenin seyri arasinda bir iliski kuruyorlar genelde.
Evet. O iliski kurulacaksa yukarida isaret ettigim problemi dogurmayacak sekilde kurulabilir. Ayni guc hem basini hem adliye personelini etkiliyor denebilir. Yani, nedensellik iliskisi kurulacaksa/ima edilecekse bile basin ile mahkemenin/savcilarin davranislari arasinda kurulup endirekt olarak ifadeyi kisitlayici kanunlara destek veren fikirleri besleyici nitelikte olmasi gerekmiyor.
Kurulan iliskiye gore pozisyon almak da mumkun. X gucu bir yandan birilerine komplo hazirlar, devlet icindeki uzantilarina da operasyon talimati verirken propaganda organina hedef kisiler alyehinde yayin yapmasi talimatini verebilir (veya kullanilmaya musait gazeteciye bir seyler sizdirabilir). Iliskiyi boyle kurarsak normal vatandas olarak ‘devlet icindeki kanser temizlensin’ dememiz yeterli, ifadeye kanunla ilismemiz veya ilismeyi hakli gormemiz gerekmiyor.
Bu konuyu onemli buluyorum cunku bir suru ifade ozgurlugunu sakatlayan kanunumuz var ve (okumuslar dahil) insan susturmaya cok merakli gozukuyoruz. Sonra bu tur kanunlar kullanilinca (basbakan kullaniyor senelerdir) egilimimize gore kullanana kiziyoruz. Halbuki bir cok durumda o kanuni araclarin kendileri tehlikeli ve zaten yarar gibi durduklari ise de yaramayan araclar.
07 Şubat 2011 16:38
Bulent Bey,
Balyoz’un hukuki surecinde meyda organlarinin yaptiklari yayinlarla savci ve hakimlerin hareket alanlarini etkiledikleri bizce cok acik (Balyoz suphelileri hakkinda tahliye karari veren hakimin polisteki kayitlarinin gazetelerde “molotofcu hakim” basligi ile ciktigini haitlayalim). Bu dava maalesef kamuoyu onunde gorulen bir dava. Kaldi ki, bir suphelinin sorgusunda TGB celiskesini dile getirmesi karsisinda savcinin “Ama Taraf gazetesi o konuya aciklik getirdi” diye yanit vermesi bunun ne dereceye vardigina dair bir ornek.
07 Şubat 2011 17:06
Hakli olabilirsiniz, ona bir sey diyemem. Yalniz bu konuya boyle yaklasmanin — benim baktigim acidan — nereye, hangi tavra destek oldugu da ortada. Verdiginiz iki ornegin de tedbirleri olabilir. Hakim aleyhinde yayin yapan gazeteye o bilgiyi sizdiranlar suc islemis olabilirler. Savci o ifadeyi kullaninca, mahkemenin Taraf’a yapilan atifla yetinmeyip savciligin (belki ayni istikamette) resmi gorusunu istemesini beklemek de yerinde olurdu herhalde.
Ifadeyle ilgili kanunlar acisindan Zaman’in veya Taraf’in web sitesi ile bu blogun manali bir farki var mi bilmiyorum. Onlarin uzerine gitmeyi saglayacak olan araclar buranin uzerine de gitmeyi saglayabilirler. (‘Biz dogru yaziyoruz’ tarafi var/olabilir isin gayet tabii, ama mesele o degil. Bakin buradaki insanlar mahkum olmaktan degil sanik olmaktan dolayi sikintidalar.) Mevcut spekulasyonlar isiginda yetkililerin hangisini vurmaya hevesli olacaklari konusunu da size birakiyorum.
Tabii bu konuya disaridan bakan sanik veya sanik yakini da olmayan vatandas perspektifi.
07 Şubat 2011 20:57
Bulent Murtezaoglu:
Ben buraya bir faktor daha girmek istiyorum. “Adil yargilamayi etkilemeyi tesebbus” diye bir yasa neden mevcut ve gazetecilere karsi sık sık kullaniliyor? Ama neden belirli tur gazetecilere karsi cifte standartli kullanildigini goruyoruz? Boyle bir kanun olduguna gore, hakim ve savcilar bastan basinin etkisini kabul etmis olmuyorlar mi? Buna ne diyecegiz?
Benim daha once tafsilatli yaptigim bir karsilastirma icin bkz.
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/02/02/bundan-sonra-ne-olacak/#comments
Benim 2 nolu Merttalay yorumunu verdigim yorum. (Eger bir yoruma dogrudan nasil link verilebildigini bilseydim verirdim ama hala cozemedim…)
07 Şubat 2011 21:09
Bu basin ozgurlugu olmasin dedigim anlamina gelmesin. Ama asagida Fmerakli’nin da sizin de yukarida degindiginiz boyutlarin disinda, “hakim ve savcilar etki altinda kalmamali” gibi hepimizin istedigi tablo ile, sadece belirli tur haberlere uygulanan “adil yargilamayi etkilemek”ten cesitli gazeteciler hakkinda acilan davalar da tam da sizin elestirdiginiz “gazete etkisinde kalip yazmaz”in aksini iddia ederek, ustune de bunu cifte standartli uygulayarak sahibeli bir tablo ciziyor: “hakim ve savcilari etkiliyorsunuz.” Ama bunu nedense hep bir yere soyluyor izlenimi edinmis durumdayim. Bu da yukaridaki birinci şıkla ilgili dikkat cektiginiz tehlikelere istinaden, onemli bir nokta.
Bu sebeple Fmerakli bir veri yok dediginde, ben bu kanunun isletilis tarzinin incelendigi takdirde ilginc bulgulara gebe olacagini dusunuyorum.
Son olarak bu yukaridaki birinci şık ile ilgili bir iki soru:
Ergenekon’u elestiren adil yargiyi etkiler ama Balyoz’la ilgili benzer surecleri iceren yayinlari yapan Zaman’a ilisilmez, oyleyse Zaman hakim ve savcilarin duymak istediklerini mi soyluyor? O yuzden mi “adil yargilamayi etkilemek” davasi acilmiyor aleylerinde? gibi sorular beliriyor.
07 Şubat 2011 21:21
Son not: bundan cikacak anlam basin ozgurlugunu busbutun kisitlayalim olmamali.
Belgeler, bulgular yayimlaniyorsa herkes istedigini yayimlasin. Ama bunu yaparken yalan haber yapiliyorsa buna da hukuki bir yaptirim gelsin.
Ayrica sizdirmalar suc teskil ediyorsa, sahibeler varsa arastirilmali. Gercekten de yeni bir basin kanunu duzenlemesi, ozgurluklerin arttirilmasi ve keyfiliklere son verilmesi gerek. AKP’nin siyasi sorumluluklarindan birisi de bu olmali.
07 Şubat 2011 21:39
Ama bunu yaparken yalan haber yapiliyorsa buna da hukuki bir yaptirim gelsin.
Bu belki belli bir donemde palyatif tedbir olabilir.
Okuyucu kitlesi gazete taraftarligi yaptigi icin yalan haber etkili oluyor. Bolunmus, kutuplasmis, aidiyet duygusu veya kult etkisi yuzunden izanlarini kaybetmis kitleleri barindiran bir toplumun verdigi semptomlarin uzerine kanunla gidilerek bir sey hallolmaz gibime geliyor. Basinin manipulasyon yapma imkani yalandan ibaret degil, malum. Yalan kolay olugu icin boyle yapiyorlar. Selektif alinti, haber gormemek, uslup acisindan kabiliyetli carpitmaci kullanmak filan gibi de dunyda iyi bilinen yollar var. Bu tur tedbirler bir yandan buyuk maddi guce dayanan turden basini iyice sinsilestirip cakallastirirken bu tur kanuni risklerin maliyetleri kucukleri (ve ‘net basinini) daha da tirsak yapabilir yahut yok eder.
07 Şubat 2011 22:00
Cok dogru. Ama o guruhlardaki algilarla haberlerin birbirini besledigini, kutuplasmalarin koruklendigini dusunursek, haber etigi yaptirimi en azindan bir nebze ise yarayabilecek bir merhem gibi dusunuyorum. Internetteki kisisel blog ve siteleri ayri tutuyorum bakin gazetecilerden: onlar bu is icin para almiyor, bu isi profesyonelce bir meslek olarak icra etmiyorlar. Ve bu meslegin tanimi haber yapmak, bilgilendirmek, bilgiler/degisik dinamikler uzerinden yapmak. Ben bir sahsi blogu veya haberci olma iddiasi tasimayan siteyi okurken kafamda farkli sorularla okuyorum.
Sahislarin gazete disi sahsi goruslerini aciklamaya haklari elbette ki var. Kafamda ayni kategoriye koyamiyorum bunlari bu yuzden. Ama inanin, o etik sorununu da baska nasil cozmek mumkun, bu yukaridaki birinci şıkka atfen dile getirmeye calistigim sorun nasil asilir emin degilim. Daha cok yasak olsun degil. Herkes istedigini soylesin. Ama haber mercileri bir standarda tabi tutulmali gibi geliyor bana. Yoksa bu blog ve yorumlarda da dile getirilen sorunlarin nuksetmesi kacinilmaz…
07 Şubat 2011 21:24
O tur araclarin hedef secilerek kullanilabilmeleri zaten varliklarinin mahzurlarindan biri. Sizin yorumunuz da oyle bir ornek. Bu her arac icin gecerli ama ifade icin boyle bir ortam yaratilinca zaten bir bakima fis cekilmis oluyor.
Boyle bir kanun olduguna gore, hakim ve savcilar bastan basinin etkisini kabul etmis olmuyorlar mi? Buna ne diyecegiz?
Uzun vadede kanun koyucunun bu araclari belki/icabinda sizin de belirttiginiz argumanlari kullanarak devletin elinden almasi gerekir diyecegiz herhalde. Su anda bunun siyaseten guclu bir isteyeninin olmasini birakin, basinda ‘liberal’ misyona sahip gozukenlerin bunlari anlatmayi bir amac haline getirdiklerini, bu konularda yayin yaptiklarini filan da pek gormedim. Nasil olacak bilemem yani.
(Belirli bir yorumun URL’ini bulmak icin yorumun altindaki saat gosteren haneye tiklayabilirsiniz, yahut — sisteminize gore — sag tik ve oradan cikan menuden kopya vs. opsyonlari secebilirsiniz.)
07 Şubat 2011 21:43
“O tur araclarin hedef secilerek kullanilabilmeleri zaten varliklarinin mahzurlarindan biri. Sizin yorumunuz da oyle bir ornek.”
Korkarim yanlis anlattim yukarida meramimi: Benim yorumum oyle bir ornek olmasi icin degil, anlatamadim saniyorum, o mahzurlara isaret etmeye calisan bir ornek olarak vermeye calistim. O mantigi guttugum icin degil.
Ama o mantigin icinden baktiginizda, o mantigin da bu temeller uzerinden isledigini goruyoruz. Bu da cok sorunlu ve keyfi uygulamalara yol aciyor. Maalesef bu kanun dururken de ve durdugu surece bu soru kaybolmayacak. O zaman da medyanin kanun uzerinde etkisi olmamali gibi sagduyulu yorumlar, boyle bir uygulamanin varligi sonucu tam yerine oturamiyor. Cunku sistem bastan yanlis bana gore.
(Yoruma link vermeyi gosterdiginiz icin cok sagolun.
Bu arada demin rumuzuma yaptiginiz gondermeye gulumsedim, bir yumurta da kendi basimda kirip dogru adrese gitmissiniz sanirim diye dusundum diyerek kapayayim)
07 Şubat 2011 21:53
Hmm. Iyice karisti cunku ‘sizin yorumunuzda da gozlemlemlediginiz gibi’ yazmaya usenip, sizin yorumunuzun kendisi hedef secmeye ornek manasina gelecek bir sey yazmisim. Sizin dediginizi anlamistim yani ama duzgun ifade edememisim.
Kalaninda hemfikire benziyoruz.
07 Şubat 2011 22:35
Su durumda burayi en yukaridaki blog girdisini de yorumlayarak baglayayim, katilmadiginiz nokta olursa veya yanlis ifade etmissem lutfen soyleyin, ama benim cikardigim su:
* Hukuki surecin isletilmesi ve basin arasinda sorunlu bir iliski var.
* Basin ozgurlugu haricinde de basina keyfi hukuki yaptirimlarda bulunuldugu ornekleriyle sabit gerceginden yola cikarak (bkz. “adil yargilamayi etkileme”den acilan davalar ve bunlarin bir sekilde belirli bir tur yayinciligi ve basini hedef aldigi gibi bir intiba olusmasina sebebiyet verecek sahibeler icermesi) bir seffaflik olmadigini savlayabiliriz.
* Her ne kadar sagduyulu bir yorumla “basin yargiyi etkilememeli/etkilemez” desek de, daha yarginin kendisinin “adil sureci etkilemek” gibi bir yaptirim uygulamasiyla, keyfi bazi yaptirimlara oldugu kadar, belirli bir takim medyayi gozetme sahibeleri de altina girdigini gormekteyiz.
* Bu tarz bir durum da, yukariya geri baglarsak, sahte belge uretenlerin isine gelebilecek bir ortam hazirlamakta payi olan faktorlerden biri. Zira bunlarin medyada ele alinis bicimlerindeki cesitli sorunlar bu sahteciligi ortaya koyanlarin isine yarayabilecek duzenin bir parcasi haline gelebiliyor.
* O halde hukuk ve basin arasindaki bu sorunlu bagin bir daha irdelenmesi gerekir ki hem adli seffaflik saglansin, hem de sinirlari belirlenecek suclara yaptirim gelirken susturma kampanyalarina da hukuken hizmet edilmesin.
Olmus mu?
07 Şubat 2011 22:48
Olmus mu?
Olmaz olur mu? Elinize/akliniza saglik.
07 Şubat 2011 17:16
Bence yaniliyorsunuz. Hakim ve savcilarin medya organlarinin yayinlari ile hareket alanlarinin daraldigini net bir sekilde ortaya koyacak bir veri yok, verdiginiz ornekler de dahil. Zaten yukaridaki yazinizda Balyoz iddialari ile ilgili ortaya konulan ilk tutarsizliklarin “yandas” basinda yer alan haberlerle susturuldugu ve “tutuklamalara engel olmadigi’ni yazdiniz. Molotofcu hakim haberleri tahliye kararlarindan sonra cikmisti, eger o haberler uzerine hakim tutuklugun devamina karar vermis olsa idi verdiginiz ornek bir anlam ifade edebilirdi.
Eger soylediginiz dogru ise, Haberal’in tahliye talebini reddeden hakimler icin tazminat cezasina hukmeden hakimleri ne yapacagiz. Yandas basin tahliye talebini reddeden hakimlerin hareket alanini daraltmayi basarmis da tazminat cezasina hukmeden hakimlerinkini niye daraltamamis acaba?
Ya da darbenin hazirlayicisi oldugu iddiasi ile Ergenekon davasinda sanik olan emekli pasalar tutuksuz yargilanirken, Balbay ya da Ozkan gibi isimlerin tutuklu yargilanmalarini nasil aciklayacagiz? Yandas basin mahkemenin hareket alanini daraltmakta gazeteciler icin basarili oldu, pasalar icin gucleri yetmedi mi diyecegiz? (Yanlis anlasilmasin, ben pasalar da tutuklu yargilanmaliydi demek istemiyorum, bilakis Balbay ve Ozkan’in da tutuksuz yargilanmasi gerektigini dusunuyorum)
Mahkemenin alaninin gazetelerin yayinlariyla daraltildigini ifade etmek mahkemenin tesirlere acik olgunu kabul etmek anlamina geliyor ki karsit gorsute birisi cikip, “ordu mahkemenin alanini daraltti; Balyoz saniklari ve Ergenekon’da ust duzey komutanlar bu nedenle tutuksuz yargilaniyor” dese ne cevap verilir? Hele de Semdinli savcisinin basina gelenler, Buyukanit’in tanidigi iyi cocuklar, Ilker Pasa tarafindan benzer muameleye tabi tutulan Berk pasa falan goz onunde bulunduruldugunda boyle sorulara cevap vermenin kolay olmadigi gercegini de tespit etmek lazim…
07 Şubat 2011 17:28
Hele de Semdinli savcisinin basina gelenler, Buyukanit’in tanidigi iyi cocuklar, Ilker Pasa tarafindan benzer muameleye tabi tutulan Berk pasa falan goz onunde bulunduruldugunda boyle sorulara cevap vermenin kolay olmadigi gercegini de tespit etmek lazim…
Evet. Ben o ‘iyi cocuklar’ isinde uyandim bazi seylere. Bir pasa yargiyi etkileyecekse (genel teorilere gore) bunu basina ‘iyi cocuklardir’ diyerek yapmasina gerek yok, zaten boyle seyler oluyorsa basin araciligiyla haber gonderilerek olmuyordur (keske oyle olsa, ne kolay olurdu ‘cozum’). Basinin bir kanadiin TSK ve — o zaman moda olan — Yasar pasa aleyhtarligi ise isi tamamen o demecin yargiyi etkilemesine bagladi. Bu tavirlar hem o sussun bu sussun havasini pekistiriyor hem de gercek/ciddi etkileme/zorlama metodlarinin farkina varilmasina yardimci olmuyor.
07 Şubat 2011 17:39
Bulent Bey,
Buyukanit, 32. Gun’de Mehmet Ali Birand’a Semdinli savcisini kendisinin meslekten attirttigini soyledi, adam daha ne desin, ne yapsin yargiyi etkilemis olmak icin!
Dogru, kitabevini bombalarken sucustu yakalanan TSK personeli icin gazetelere “iyi cocuklar” demesi sart degildi, nasilsa savciyi bile meslekten men edecek bir kudret soz konusu. Ama “iyi cocuklar” aciklamasi yargiyi etkilemekte degil belki ama hem Buyukanit tarafindan hem de onun aleyhtarlari tarafindan mesaj vermeye calistiklari farkli kitlelere ulasmlarinda hayli is gormus siyaseten onemli (politically significant demek istedim, ama bir an uygun Turkce karsiligini bulamadim sanki) bir aciklama idi kanimca…
07 Şubat 2011 17:53
Evet, ben de onu diyorum. Bu isler aciga soylenen lafla olmuyordur. Asil yargi etkileme baska metodlarla oluyordur.
Edilen sozun cirkinligi veya yersizligi ayri mesele. Ne derece olculup/bicilerek agizdan cikmistir onu da Yasar pasanin baska konularda soylediklerine bakarak belki tartabiliriz.
Sizin dediklerinize katiliyorum ama insanlarin (ve ‘netin) ifade hurriyeti bakimindan devamli/yogun tehdit altinda olduklari bir ortamin demokratik (demos acisindan) altyapisi nedir diye merak ettigim icin baska perspektiften yaklasiyorum. Mesela (oyle demedi, yani ‘icsin’ demedi ama) ‘isterse tiksirana kadar icsin, ictigine karismayiz’ diyen bir basbakana ‘isterse bana sovsun, dedigine karismayiz’ da dedirtebilir miyiz acaba diye merak ediyorum. Arzu edilen (ettigim) durum ‘karisamayiz’ demesi tabii ama o uzak ihtimal.
07 Şubat 2011 18:07
Bulent Bey, anlasilan temelinde ayni seyleri soyluyoruz ama Basbakan’a ya da herhangi birisine “istersen bana sov, ama dedigine karismiyorum” dedirttirmek bana hem olasi hem de cok gerekli gorunmuyor.
Nihayetinde birisine sovmek, onu alenen tahkir ve tezyif etmek (kucultmek, asagilamak, onuruna dokunmak) anlamina gelmektedir ki bu eylemin her saglikli isleyen hukuk sisteminde oldugu gibi bizde de cezai yaptirimlari olmasi dogaldir, ben burada bir sorun gormuyorum.
“bana sovmeden diledigince beni elestirsin, dedigine karismayiz” dese bir basbakan bence yeterli olur. Eger basbakana birisi sovdugunde “karismayin, sovsunler” dersek, birisi bize sovdugunde de bize de karsilik olarak sovmekten, eger bu kabaligi yapmaktan imtina ediyorsak da “Yarabbi sukur” demekten baska bir secenek kalmiyor.
07 Şubat 2011 18:21
Bütün bunların konu ile ne ilgisi olduğunu anlayabilmiş değilim. Herkese laf yetiştirmenin heyecanı ile olsa gerek iyice konu dışına çıktınız.
Bu dokümanların hazırlanması veya sızdırılmasında “askerlerin de bulunmuş olabileceği” dışında, ki herkes içeriden birilerinin en azından yardımcı olduğunu kabul ediyor, Gölcük’ten veya Bavuldan çıkan dokümanlardaki çelişkiler konusunda söyleyeceğiniz somut birşey var mı?
07 Şubat 2011 18:36
Benim kabahatim bu, Can bey, bana kizin.
07 Şubat 2011 18:43
Yok, sizin varsa siz soyleyin, ben onlar hakkinda ne dusundugumu yazarim.
Bu arada asagidaki cumle sizin bu blogta yaptiginiz yorumlardan biri, acaba asagidaki ifadeniz Golcuk’ten veya Bavuldan cikan dokumanlardaki celiskiler konusunda somut birseyler soyluyor mu sizce?
““Herhangi bir batı demokrasisinde” okullarda dini sembol yasaktır. Ancak kişiler kendi bağımsız düşüncesi ile karar verebiliyorsa inanç özgürlüğünden söz edilebilir.”
Yorum yapan Can Acar — 03 Şubat 2011 @ 06:36 | Cevapla
Masum olan ilk tasi atsin desem yeridir herhalde….
Bu arada yukaridaki ifadeniz de dogru degil, zira ben demokrasi ile yonetilen bir Bati ulkesinde universitede calisiyorum ve dini sembolleri ile ogrenciler ozgurce egitim alabliyorlar.
Hatta ilginc bir gozlemimi anlatayim, bir hayli Turk ogrencim de oluyor. Bu ogrencilerin bir kismi Turkiye’de egitim haklari gasp edilen basortulu ogrenciler, bir kismi da cocuklarina iyi egitim aldirmak icin yurtdisina yollayan ordu mensuplari da dahil ust duzey burokratlar…
Universitede basortusu yasagini destekleyen askerlerin ya da laikci burokratlarin cocuklarinin yurtdisinda turbanli ogrenciler ile ayni derslikleri paylasmalarini kaderin garip bir tecellisi olarak yorumlamak lazim herhalde. Tabii derslerine giren hocalardan birinin basortusu yasagina karsi bir Turk olmasi isin ironisini iyice artiriyor galiba…
Bu yazdiklarinizin Balyoz’la, Golcuk’le ne alakasi var diye de sormayin Can Bey, zira sizin yorumunuza cevap veriyorum. Yazdiklarinizda davayla ilgili somut bir sey bulabilmis olsa idim, ona da dilim dondugunce cevap vermeye calisirdim…
07 Şubat 2011 19:03
Fmerakli: Can Acar’dan bu yaptiginiz alinti konuyu biraz daha dagitmak olmamis mi? Bu, buraya yapilmis bir yorum da degil, Can Acar’in sordugu soruyla da hic bir alakasi yok. Balyoz’la ilgili bir sey bulsaydim soylediklerinizde yanit verirdim diyorsunuz, ama sorulan soru cok net. Onun yerine bambaska bir konudaki alintiyi niye verdiginizi anlayamiyorum?
Bulent Murtezaoglu: siz dunku konusma uzerine birinci şıkla elestirinizi dile getirmissiniz, bu konuyu dagitmak mi emin degilim.
Ama sunu hepimiz icin not edeyim:
konu yukarida da belirtildigi gibi sahte belge uretirken hata yapmakla ilgili, bazi noktalara deginilmis, biz hala konuyu almis baska yerlere cekiyoruz hissine kapiliyorum. Eger bu basligin altina girdi yaziyorsak ve dogrudan yanit verilen bir şık varsa yukarida, lutfen oyle soyleyelim ki neyin neyle alakasi oldugu ortaya ciksin.
07 Şubat 2011 19:12
Acracia bey,
Iyi de zaten getirdigim elestiri ima edebilecegi/mesrulastiracagi dusunce tarzinin tehlikesi uzerineydi. O tehlikeye olan hassasiyetim memleketle/halimizle ilgili daha cok, dava ile degil. Kendi ilgili oldugum (ve insanlarin ne dusunduklerini merak ettigim) bir tarafa cekip, sagolsun cevaplari esirgemeyen Fmerakli beyi de mesgul ettigim icin kabahat benim diyorum. Bilmeden de yapmis degilim aslinda. Konu onemli, burada konusabilmemize de dokunuyor ama dava ile ilgili oldugunu soylemek zor.
07 Şubat 2011 19:21
fmerakli,
O alıntıladığınız yorumun amacı merttalay’a yapılan genellemelerin her zaman doğru olmadığını göstermekti. Tek bir örneği (mesela, Fransa) alıp yerine “Herhangi bir batı demokrasisinde” diye başlarsanız etkileyici ama içi boş laf üretmiş olursunuz. Merttalay da bunun karşılığını verdi zaten.
Bu düşünce tarzına, ne yazık ki, sizin yazılarınızda da rastlamak mümkün. Örneğin bu sayfadaki bir yorumunuzda “Haberal’ın hakimlerini mahküm eden hakim” den yola çıkarak “peki neden onu engellemediler” diye sormuş, adli sistemin burada bahsedilen tüm zafiyetlerini, bu blog okuyucusunun sempati duyacağını düşündüğünüz bir karşı örnek ile örtmeye çalışmışsınız.
Gerçekleri bulmaya çalışan hiç kimse tüm hakimler taraflıdır, tüm polisler cemaatçidir, tüm askerler masumdur (veya darbecidir) gibi genellemeler yapmıyor. Bu tarz genellemeler en çok Balyoz’u savunan medyadan ve yorumculardan geliyor. Bu da başka argümanları kalmadığının bir göstergesi.
07 Şubat 2011 19:23
Acracia,
Demissin ki:
Can Acar’dan bu yaptiginiz alinti konuyu biraz daha dagitmak olmamis mi? Bu, buraya yapilmis bir yorum da degil, Can Acar’in sordugu soruyla da hic bir alakasi yok. Balyoz’la ilgili bir sey bulsaydim soylediklerinizde yanit verirdim diyorsunuz, ama sorulan soru cok net. Onun yerine bambaska bir konudaki alintiyi niye verdiginizi anlayamiyorum
Kisaca anlatacagim. Can Bey, bizim Bulent bey ve bir yorumla da olsa Dogan ve Rodrik’in de katildigi tartismanin bir noktasinda benimle (ve nedense sadece benimle ilgili olarak) “Bütün bunların konu ile ne ilgisi olduğunu anlayabilmiş değilim.” diye baslayan bir yorumda konu ile alakasiz seyler yazmamdan sikayetci oldu.
Ben de kendisinin de ayni seyi daha once yaptigini gostermek icin Can Bey’in universitelerde turban ile ilgili gecmis tarihli bir yorumuna atifta bulundum. BU blogta Dogan ve Rodrik’in actigi hicbir konu basliginin universitelerde basortusu sorunu tartismasi ile ilgili olmadigini siz de kabul edersiniz. Yapmaya calistigim sey Can Bey;in benden sikayetci oldugu seyi kendisinin de yaptigini gostermekti ki bence daha acik bir sekilde gosterilemezdi. Sen de yapiyorsun desem, Can Bey’i tanidik, goster diyecekti. Ben o sormadan gostereyim, iki defa yorulmayayim istedim….
07 Şubat 2011 19:34
Bulent Murtezaoglu:
Bundan size boyle bir yorum yaptim diye Fmerakli’yi elestirdigim anlami ciktiysa, amacim o degildi. Sadece siz ilk o girdiyi birinci şıkka istinaden yaptiginiz icin dogrudan size oyle yazdim. Yoksa Fmerakli’nin size cevap vermesine laf etmek asla haddim degil.
Ben de artik bildiginizi sandigim uzere bu hassasiyetleri paylasiyorum. “Konusulabilirlik” konusu zaten bu blog girisinde de bir sekilde dile getirilen bir nokta. Bir seyin nasil yorumlanabilecegine dikkat cekmek de gayet onemli degil mi? Bunlara itirazim yok, haddim de degil zaten, sadece soylemeye calistigim, bunu yaparken konuyu belki bunu yukaridaki blog girdisine eklemleyebilirsek okuyanin takibinin daha kolay olacagi idi. Ben o “Bundan sonra neler olacak” kismindan bir anlam cikarabilmek icin epey dusunmustum, gerci sonunda iyi de oldu, niye konusamadigimizi dusundurten bir tablo cikti ortaya.
Konuyu bambaska yerlere cekmek ise ayri bir konu. O zaman tartisilanin ucu da kaciyor. O noktada da zaten yukarida bir yorumum oldu. Umarim meramimi anlatabilmisimdir.
07 Şubat 2011 19:41
{Artik yumurta atacak hazirun bize, iyice dagitiyorum}
Ben de artik bildiginizi sandigim uzere bu hassasiyetleri paylasiyorum.
Aslinda ben rumuzunuzdan cikartmistim onu ama dogru sezdigimden emin olamamistim o zaman.
Kalanini anladim, bir mesele yok, tesekkur ederim izahatiniz icin de.
07 Şubat 2011 18:33
Nihayetinde birisine sovmek, onu alenen tahkir ve tezyif etmek (kucultmek, asagilamak, onuruna dokunmak) anlamina gelmektedir ki bu eylemin her saglikli isleyen hukuk sisteminde oldugu gibi bizde de cezai yaptirimlari olmasi dogaldir, ben burada bir sorun gormuyorum.
Cok buyuk problem var bence. Hele siyasi gucu elinde bulunduranlara o araci vermek ifadeyi ve — belki daha onemlisi — basin/yayin/net altyapisini ciddi kontrol altina almayi gerektiriyor.
Ayrica ‘her saglikli isleyen hukuk sistemi’ icine ABD’yi katmiyor olmalisiniz. Sadece ‘hakaret’ degil, iftira icin dahi hele siyasiler icin esik cok yuksek tutulmus (NYT vs. Sullivan diye aratabilirsiniz kiritik ictihadi ve tarihsel cercevesini).
Bunlar benim alanim degil, ama artik ABD yuksek mahkeme kararlarini dahi ezberden verme sebebim, bir ‘her yer’ ‘hicbir yer’ seklinde konusma aliskanliklarinin olmasi. Sizi hedefleyerek demiyorum bunu, bu ozgurlukculuk misyonun tasiyicisi pozundaki insanlar bunu boyle yapiyorlar. Baska yerin (ABD, AB neyse artik) usulleri bizim icin norm olmayabilir, uymayabilir, istenmeyebilir ama yokmus/degilmis gibi yapilinca insanlarin ufuklari kapaniyor.
Bakin Florida’da mushaf yakmaya kalkan o papaz icin BBC dahi ozel sayfa yapip nicin kanunla/polisle engel olunamayacagini izah etme ihtiyaci hissetti. Bizim basinda gorebildigim kadariyla ‘kutsala hakaret etmeme kurali evrenseldir’ havasinda bir seyler deniyor.
Boyle olunca — benim ilgilendigim ‘net sansuru dahil — bir suru baskici duzenin arkaplani mesru ve kacinilmazmis gibi geliyor bizim insanlara. Kac kisiye bir kufur ve ABD baskaninin yahut Hz. Isa’nin ismini googlelamalarini soylemak zorunda kaldim, hatirlamiyorum (o kadar ‘saygin’ insan yaniltirken benim lafim inanilir bulunmuyor tabii, ornekle ispat gerekiyor). Yani insanlar alternatifler mumkunken ‘biz istemiyoruz’ demiyorlar, burada belli secimlerin yapildiginin farkinda olmadiklari gibi, farkedince de hayrete dusuyorlar.
07 Şubat 2011 18:34
“Eger soylediginiz dogru ise, Haberal’in tahliye talebini reddeden hakimler icin tazminat cezasina hukmeden hakimleri ne yapacagiz. Yandas basin tahliye talebini reddeden hakimlerin hareket alanini daraltmayi basarmis da tazminat cezasina hukmeden hakimlerinkini niye daraltamamis acaba?”
Hemen oraya su linki koyayim:
http://www.cnnturk.com/2010/turkiye/12/06/hakim.ve.savci.hakkinda.dava.acilamayacak/598537.0/index.html
O tazminat kararindan hemen sonra AKP mudahil olup hakimler ve savcilar hakkinda dava acilamayacagina dair yasa cikardi. Yani o sorun “kokten cozuldu”, Fmerakli. Bundan sonra devlet aleyhinde dava acilabilecek ki, devlet aleyhinde dava acinca neler oldugunu (olmadigini) Guneydogu’dan cok iyi biliyoruz.
“Ya da darbenin hazirlayicisi oldugu iddiasi ile Ergenekon davasinda sanik olan emekli pasalar tutuksuz yargilanirken, Balbay ya da Ozkan gibi isimlerin tutuklu yargilanmalarini nasil aciklayacagiz? Yandas basin mahkemenin hareket alanini daraltmakta gazeteciler icin basarili oldu, pasalar icin gucleri yetmedi mi diyecegiz? (Yanlis anlasilmasin, ben pasalar da tutuklu yargilanmaliydi demek istemiyorum, bilakis Balbay ve Ozkan’in da tutuksuz yargilanmasi gerektigini dusunuyorum)”
Buna katiliyorum. Ancak bir kac sey var:
Bunlarin iddianamelerini bilmiyoruz. Iceriklerinde neler gectigini bilmiyoruz. Ben Balyoz’daki sahteciliklerden, usulsuzluklerden sonra artik iddianameleri iyice merak eder oldum. Bu yuzden yine sirf isin icinde pasalar gecti diye oyle bir yorum yapmanin da
arkasinda neler olabilecegi ihtimalini goz onune almamak olarak dusunuyorum.
Arada da bir suru veri atliyoruz: gazetecilerle digerlerinin kararlarini veren, iddianamelerini hazirlayan hakimler, savcilar ayni mi? Bunu sizin koydugunuz bicimde paralel koyabilmek icin once bunlara bakmamiz lazim sanirim. Arada birkac basamak var yani boyle bir cikarim yapmak icin.
Ayrica ben gazetecilerin tutuklanmasinin da susturmak ve diger gazetecileri diken ustunde birakmak gibi bir islevi olabilecegini, bu ihtimali buraya not edeyim. Bilemem. Ama burada dursun.
Yukaridaki 8 nolu basinla ilgili yazilmis şıkka ben de ek yapmak istiyorum:
“8. Bütün bu süreçte, medyanın önemli bir bölümü (Zaman, Taraf, Star, Sabah, Yeni Akit, Samanyolu) tek taraflı, yanıltıcı ve hatta alenen yalan yayınlar yaparken, “merkez” medya çoğunlukla Balyoz iddialarını irdelemekten kaçındı. (Yakın zamana kadar Cüneyt Ülsever, Melih Aşık ve Sedat Ergin bunun merkez medyada görebildigimiz tek istisnalarıydı.)”
Bazi basin mensuplari uzerinde konusma sahasini kisitlayici baskilara gelince:
Nitekim yukarida Milliyet Gazetesi’nde cikan haberler gibi haberlerin pek de ilk Balyoz tutuklamalarindan sonra cikamamaya baslamasi (“camilerimiz bombalanacakti!” “kesin islak imza var” vs surmansetlerini hatirlatirim), simdilerde Balyoz hakkinda haber cikmaya basladi diye dun Bulent Murtezaoglu’nun verdigi Star Gazetesi linkinde Samil Tayyar, “Bi Ermeni Var…” kitabi uzerine yazarina postayla Ogun Samast’in sembolu haline gelen beyaz bere ve dort kursun gelmesinin basinda yer almamasini–“Ergenekon ve Balyoz’u yazarlar ama!” tadinda vermesi (ki bence de bu yazara boyle bir seyin yollanmis olmasi genis yanki bulmaliydi ama bunu Balyoz ve Ergenekon’un basinda artik daha cok ele alinisiyla eslestirmek hos gorunmuyor), simdi Balyoz hakkinda daha elestirel ses cikmaya basladi basinda diye yeniden Balyoz’da yararlanilacak gazeteciler listesinin haber yapilmasi ve sirf Balyoz hakkinda Radikal’de yazi dizisi yayinladi diye Ezgi Basaran ve Eyup Can Saglik icin Emrullah/Emre Uslu’nun Twitter’da yazdigi ““Merakımı giderecek var mı: Eyüp can ve Ezgi Başaran “Balyoz”da yararlanılacak gazeteciler arasında var mıydı yoksa update edilmiş listede? 7:02 AM Jan 16th via web”” ornegi gibi bir cok ornek var.
Sizlerle daha once paylastigim Ismail Saymaz ve Zaman Gazeteleri’nin davalari ele alislarindaki farkli hukuki sureclerin isletilmesi de cabasi. Bu ornekleri buraya dusmek istedim.
07 Şubat 2011 18:41
Aaa, evet, ben gerci S. Tayyar’in yazisini farkli kitaplar uzerinden ortaya cikan garip kutuplasmada Bumin’e karsi kullanilan dilin ne kadar sert olabildigini (yandas denen basin tek kutup degil) gostermek icin linklemistim ama bu dediginiz tarafi da onemli.
07 Şubat 2011 17:17
Durun bir de ornek vereyim (sizin soylemis olmaniz onemli degil, yani tutarsizlik imasi yapmiyorum, ne suratle akillara kanuni tedbir gelebiliyor orada farketmissinizdir diye linkliyorum):
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/01/08/akpden-balyoz-yorumlari-devam/#comment-947
Yukarida boyle bir sey demediniz tabii ama yazdiginizin akillara getirecegi o tur bir tedbir olabilecegi icin ses ediyorum.
07 Şubat 2011 16:37
Balyoz davasına bakan hakim eğer vatan gazetesinde yazıldığı gibi uyuşturucu baronlarıyla olan ilişkisi nedeniyle Balyoz davasından alındıysa diğer davalardan neden el çektirilmiyor?Hakim hakkında her hangi bir soruşturma yapılmış olmaması dikkat çekmiyor mu?Şimdiye kadar çoktan bütün görevlerinden alınmış olması gerekmiyormuy du ???Neden sadece Balyoz davasına bakması sakıncalı oluyor ?
07 Şubat 2011 17:24
Solmaz Hanim,
Hakim hakkinda acilan sorusturma devam ediyor, sorusturmanin acilmasi uzerine gorev yeri degistirilen hakim kendi istegi ile emekli oldu. Sonucta hem hakkinda yuruyen bir sorusturma var, hem de emekli oldugu icin baska davalara bakmasi mumkun degil, bilginize…
07 Şubat 2011 21:31
Yukarisi cok kalabalik olmus; yukari girdigim ve blog girdisinde yer alan 1. şıkla ilgili yukarida Bulent Murtezaoglu ve Fmerakli’nin dile getirdiklerine ek olarak su notu, metin icine yeni eklemeler yaparak ben de buraya tasiyorum:
Ben buraya bir faktor daha girmek istiyorum. “Adil yargilamayi etkilemeyi tesebbus” diye bir yasa neden mevcut ve gazetecilere karsi sık sık kullaniliyor? Ama neden belirli tur gazetecilere karsi cifte standartli kullanildigini goruyoruz? Boyle bir kanun olduguna gore, hakim ve savcilar bastan basinin etkisini kabul etmis olmuyorlar mi? Buna ne diyecegiz?
Benim daha once tafsilatli yaptigim bir karsilastirma icin bkz.
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/02/02/bundan-sonra-ne-olacak/#comments
Benim 2 nolu Merttalay yorumunu verdigim yorum. (Eger bir yoruma dogrudan nasil link verilebildigini bilseydim verirdim ama hala cozemedim…)
Bu basin ozgurlugu olmasin dedigim anlamina gelmesin. Ama [asagida Fmerakli’nin da sizin de yukarida degindiginiz boyutlarin disinda–bu kisim yukaridan oldugu gibi alindigi icin boyle], “hakim ve savcilar etki altinda kalmamali” gibi hepimizin istedigi tablo ile, sadece belirli tur haberlere uygulanan “adil yargilamayi etkilemek”ten cesitli gazeteciler hakkinda acilan davalar da tam da sizin elestirdiginiz “gazete etkisinde kalip yazmaz”in aksini iddia ederek, ustune de bunu cifte standartli uygulayarak sahibeli bir tablo ciziyor: “hakim ve savcilari etkiliyorsunuz.” Ama bunu nedense hep bir yere soyluyor izlenimi edinmis durumdayim. Bu da yukaridaki birinci şıkla ilgili dikkat cektiginiz tehlikelere istinaden, onemli bir nokta.
Bu sebeple Fmerakli bir veri yok dediginde, ben bu kanunun isletilis tarzinin incelendigi takdirde ilginc bulgulara gebe olacagini dusunuyorum.
Son olarak bu blog girisindeki/yukaridaki birinci şık ile ilgili bir iki soru:
Yukarida verdigim linkten cikan anlam su idi:
Ergenekon’u elestiren adil yargiyi etkiler ama Balyoz’la ilgili benzer surecleri iceren yayinlari yapan Zaman’a ilisilmez, oyleyse Zaman hakim ve savcilarin duymak istediklerini mi soyluyor? O yuzden mi “adil yargilamayi etkilemek” davasi acilmiyor aleylerinde? gibi sorular beliriyor.
Son not: bundan cikacak anlam basin ozgurlugunu busbutun kisitlayalim olmamali.
Belgeler, bulgular yayimlaniyorsa herkes istedigini yayimlasin. Goruslerini dile getirsin. Ama bunu yaparken ozellikle gazetecilerin altina girdikleri mesleki bir etik ve sorumlulugu var. Onlarin gorevi profesyonel olarak haber ve yorum yapmak. Bunun icin para aliyorlar. Bu acidan farkli bir kategorideler bir kere.
Bu baglamda, gazetecilerin yapmakla yukumlu oldugu, uymak zorunda oldugu gazetecilik etigi ve kanunlari olmali. Eger, yalan haber yapiliyorsa, buna da hukuki bir yaptirim gelsin. Olayi sahsilestirip kisisel saldiri ve hedef gosterme yapiyorsa, buna bir yaptirim gelsin.
Ayrica sizdirmalar suc teskil ediyorsa, sahibeler varsa arastirilmali. Gercekten de yeni bir basin kanunu duzenlemesi, ozgurluklerin arttirilmasi ve keyfiliklere son verilmesi gerek. AKP’nin siyasi sorumluluklarindan birisi de bu olmali.
07 Şubat 2011 22:13
Yargılamayı etkileme suçu bir kişinin yazı ve ifadesi ile olmaz ve olmamalıdır.
Savcılarımız burada şahsi kanatlerine göre dava açıyor.
Yargılamayı etkileme fiili eylemler ile olmalıdır.
Bence Yargılamayı etkileme suçu yasasa doğru tanımlanmalıdır.
Yalan haber yapmak; sanıkları ve yargıyı asılsız suçlamak ise dava konusudur ve olmaya devam etmelidir. Soruşturması devam eden davanın gizli bilgilerini sızdırmak ise suçtur ve olmaya devam etmelidir. Kovuşturma (mahkeme ) aşamasında ise gizlilik olmaz ve olmamalıdır.
Dosyası ayrılan süpheliler ve soruşturması sonuçlanmamış kişiler hakkında gizliliği ihlal ise soruşturma aşamasında olan eylemler kapsamındadır.
07 Şubat 2011 22:15
Ayni fikirdeyim. Verdiginiz bilgiler icin de tesekkurler.
07 Şubat 2011 22:44
Ben de katiliyorum coguna, katilmadigim taraflari icin birkac sey diyeyim:
Yalan haber yapmak; sanıkları ve yargıyı asılsız suçlamak ise dava konusudur ve olmaya devam etmelidir.
Bu cok tehlikeli olabiliyor. Mesela iskence yapan gorevli ve onu yargilarmis gibi yapan mahkemeler oldu bazi memleketlerde, o tur bir arac o gorevlinin arkasindaki gucun elinde olunca ahalinin bunlardan haberi dahi olamiyor. Yalan var, yalan var. Tekzip mekanizmalari, ‘cevap hakki’ denen sey filan belki yeterli olur bu isi gormeye. Zarar doguran iftira zaten tazminat konusu.
Soruşturması devam eden davanın gizli bilgilerini sızdırmak ise suçtur ve olmaya devam etmelidir.
Evet. Sizdiran gorevli icin kesinlikle oyle olmali. Sizani basan/yayan icin ise emin degilim. Bunlari kaynaginda kesmek lazim ki — hele evvelki Ergenekon davalarinda — o kaynaklara bir sey yapilamadi (yahut biz duymadik). Iste sorusturma ile ilgili bilgileri su insanlar (veya cete) sizdirdi, su sekilde cezalandiriyorum demedi devlet bize.
07 Şubat 2011 23:27
ilk madde için;
Mesele Balyoz davasında; savcıları, bazı delilleri gizlediği için suçluyoruz. Ki sanık avukatları da bu konuda suç duyurusunda bulundu. Eğer bu idda gerçek değil ise veya asılsız ise suçlama ve dava olur. Ama gerçek ise veya ciddi şüpheler var ise (ki bu davada var) asılsız suçlama kapsamına girmez ve girmemelidir. Ancak bazen hakimler olmayan delillerle tutuklama yapıyor dersek bu konuda gerçek bir örnek vermek gerekir. Veya Polis gerçek olmayan suç delili yaratıyor derken Tğm Mehmet Ali olayı vb bazı örnekleride belirtmemiz gerekir.
2.nci madde için;
Dosyayı muhafazası ve sızdırılmaması ile resmen görevli savcılar hakkında resen dava açılabilmeli ki bu sorun kökünden çözülsün. Böyle bir yasa çıkarsa savcılıktan ve emniyetten bırakın belge sızmasını kuş bile uçurtmazlar. Sızdıranı belli olmayan olaylarda asıl sorumlu dosya üzerinde işlem yapan makamdır (İster güvenlik makamları ister adli makamlar)
08 Şubat 2011 02:10
Fenerant:
Hukuk uzerine yukarida soyledikleriniz uzerine bir soru sormak istiyorum; bilmem hukuken bu konuda ne soylenebilir:
“Yalan haber yapmak; sanıkları ve yargıyı asılsız suçlamak ise dava konusudur ve olmaya devam etmelidir.”
Bu konu sık sık Vakit Gazetesi ile ilgili gundeme geliyor. Isimlerini degistirip duruyorlar, ama surekli haklarinda acilmis davalar var. Bu davalar kazaniliyor ama dunya kadar tazminat borclari olmasina ragmen (okudugum haberlerin yalancisiyim), onlarin bunlari odemek zorunda birakilmamasi
ve hicbir sey olmamis gibi yayinlarina devam edebilmesi hukuki tablo/bu davalarin caydiriciligi acisindan bize ne gosterir?
Yanlis anlamayin, burada Vakit Gazetesi hakkinda yorum yapmanizi degil, sadece kazanilmis davalara ragmen neden odemek zorunda birakilmadiklari (yine okudugum haberlerin yalancisiyim) tazminatlar
oldugunu, neden bunlar bu asamada birakiliyor, oyleyse gercek caydiriciligi nedir bu davalarin diye merak ettigim icin soruyorum. Bu sadece bir ornek, ben hukuki tabloyu merak ediyorum.
Vaktiniz varsa ve yanitlayabilirseniz mutesekkir olurum.
08 Şubat 2011 17:19
hukuk sistemimiz garabetler içinde. Birisi sizin kişilik haklarınız rencide edecek şekilde yalan haber yaparsa veya iftirada bulunur ise siz tekzip yayınlanmasını gazete yönetimden istersiniz veya mahkeme kararı ile tekzip yayınlarsınız. Ayrıca savcılığa suç duyurusunda bulunabilirsiniz ve gerekirse tazminat davası açabilirsiniz. Her bir işlem uzun bir süreçtir.
diyelim ki Vakit veya akit örneğinde; dava açtınız ve dava lehinize sonuçlanarak tazminat kazandınız, karar kesinleşecek, siz bu tazminatı almak için icra kanalını kullanacaksız ama karşınızdaki kişinin mal varlığı yoksa veya mal varlıklarını kaçırmışlar ise işiniz çok zor.
Yalan haber yazan veya iftira atan yazarların ve habercilerin ya mal varlığı yok. Ya da haberin yayınlandığı medya şirketin borçları nedeniyle tahsil edemiyorsunuz yada mal varlıkları yargıtay aşamasında iken kaçırılmış oluyor.
Burada sorun hukukun boşluklarını çok iyi bilen birileri yalan haber yapıyorsa mevcut hukuk düzenimizde fazla bir şey yapamıyoruz.
Buradaki hukuki boşlukları giderecek yasal düzenlemler yapılıncaya kadar işimiz zor. Yasaları hazırlayanlarda hukukçulardır. Hukukçuların hazırladıkları ve MV lerimizin tartışıp, onaylayıp kabul ettiği yasa tasarılarında özellikle hukuki boşluklar veya yoruma bağlı değerlendirmeler bırakılması ise nasıl bir etik anlayışımız olduğunun en basit göstergesidir.
08 Şubat 2011 22:45
Cevabiniz icin cok tesekkur ederim. Bu yazdiklariniz basin ile ilgili yeni duzenlemelere gidilmesi gerektigi hakkindaki kanaatimi guclendirdi. Bunlari disaridan gozlemlemek baska, hukuku bilen birisinin aciklamasi baska.
Yukarida fmerakli’nin sozunu ettigi
“Medyanin bu surecte manipulasyon amaciyla kullanilmakta olduguna siklikla sahit oldugumuz icin “haberin dogru olmasi” kosulunu da ozellikle ekledim. Soyledigiiz gibi haber yalan olabilir, o durumda yargicin avukatlari tekzip icin girisimde bulunurlar ya da emniyetten ya da adliyeden bir yalanlama gelir, biz de isin aslini ogreniriz. Ama su hali ile mahkeme baskaninin gorevden alinmasinin Balyoz davasi ile pek ilgisi yokmus gibi gorunuyor.”
surecinin, sayet haber dogru degil idiyse, dava tekzip, vs ne kadar vakit alacagini da merak etmistim. Sizin soylediklerinizden cikardigim (“Her bir işlem uzun bir süreçtir.” demissiniz) epey uzun surdugu.
Yine cikardigim–yalan ve kisisel haklari ihlal eden haberler icin konusuyorum–bu tekzipler olana kadar da is isten gecmis oluyor ve kamuoyu onunde istenen imgeler yaratilmis ve o an icin amacina ulasmis oluyor.
En uzucusu ise, bu konularda kanunlar olmasina ragmen, bunlarin caydiriciliginin pek de olmadigi gibi bir tablo ortaya cikmasi. Yeni kanunlarin da bu sekilde muglak birakilmasi, ortaya hic de hos bir goruntu koymuyor.
Vakit ayirip bilgilendirme amacli hukuki aciklama getirdiginiz icin tesekkur ederim.
08 Şubat 2011 23:54
Enteresan ve güzel Örnek vereyim. Güven Erkaya vefat ettiğinde yazıları ile hakaret eden akit veya vakitin bir yandaş yazarı hakkında ailesi tazminat davası açmıştı. Davayı kazandılar Ama hala mahkemenin belirlediği tazminatı icra kanalı ile tahsil edemediklerini medya 1-2 hafta önce yazdı. Güven Erkaya öleli uzun yıllar oldu ama basit bir tazminat davası kesin olarak sonuçlanmadı. Yine başka bir örnek 200 li yılların başında ; 300 ün üzerinde General ve Amiral; General ve Amirallere hakaret içeren başlık atıp yazı yazması nedeniyle Akit gazetesi hakkında dava açtılar. davayı kazandılar. Parayı tahsil edemediler. Akit isim değiştirdi. İflas mı etti, yoksa şirkete ne oldu fazla bilen yok. Önemli de değil zaten. Haberi yapan yayıncıyı medya ara ki bulasın.
09 Şubat 2011 14:21
Bundan sunu anliyorum ben. Hakikaten gozunu karartmis ve ona gore (belki devlet icindeki destekcileriyle) duzenini kuracak kadar guclu bir olusum mahkemelerin hakaret kabul ettigi seyleri yayinlayabiliyor. Diger taraftan hakaretle ilgili bu kanunlar blogcudan, politikaciya hatta (Adnan hoca ornegindeki gibi) yabanci bilim adaminin web sitesine kadar insan susturmaya, kalanini da (bunlari gordukleri icin) sindirmeye yarayabiliyorlar.
‘Hakaret’ denen seyi dava (hatta ceza davasi) meselesi yapmak bir tercih. Biz (veya aramizda yasama gucune etki edebilenler) tercihimizi boyle kullanirken ifade ozgurlugune ne yapiyoruz farkinda olarak mi bir tercih kullaniyoruz yoksa bir tercih yaptigimizi dusunmuyor muyuz onu iyice anlamamiz lazim. Bana bir seyin ‘kotu’ olmasi gorusunden o seyin yasak olmasi gerektigi gorusune cok suratli gecis yapabiliyoruz gibi geliyor. Yani bir tercih varsa cok da bilincli yapilmiyor galiba. Bu noktada ‘dunyanin her yerinde’ veya ‘evrensel’ hatta ‘en dogal hakki’ gibi soylemlere/kaliplara dayanan argumanlar hic yardimci olmuyorlar cunku yapilan tercihi gorunmez kiliyorlar.
10 Şubat 2011 03:48
Bunu okudugumdan beri dusunuyorum:
Hakaret konusu baska (kisisel olarak alindiginda, Basbakan ile Penguen dergisi arasindaki hakaret davalari ile Penguen’in Tayyipler Alemi ve Sebzeler seklinde cizdigi Tayyipler Alemi geliyor akla), bunun sıkıntıları cok genis–ki ta Kerincsiz’in herkesin aleyhine Turkluge hakaretten dava acmasi da dahil sinirlari nasil belirlenir bilemiyorum. Sanki hayal meyal Hrant Dink’e de boyle bir dava acilmisti gibi hatirliyorum, ama yaniliyor olabilirim.
Diger taraftan: hedef gostermek cok baska bir konu. Bu da simdi baska bir sayfada yazmis oldugunuz fisleme konusuyla genellikle ilintili zaten. Hakkinda yalan haberler yapilarak karakter linci de baska bir kategori. Bunlar hep birbiriyle baglantili ama en onemlisi bunlar icin hukuki sonuclar olup olmadigi.
Ilk paragrafinizla hemfikirim. Ama bunlari en yukaridaki blog girisine de baglarsam, herhangi bir sahtecilik yapiyorsaniz, fisleme gerceklestiriyorsaniz, bunun hukuki sonuclari olmazsa, size bir maliyeti olacagina inanmiyorsaniz, onemser misiniz? Yoksa zaten sistemin kalabalikligina, hantal ve yavas isleyen bir duzene, yargidaki bosluklara ve yavasliga guvenip abanmaya devam mi edersiniz? Sanki bozukluk bastan burada…
10 Şubat 2011 04:09
Pek cevap olmayan bir cevap vereyim. Bu tur kanunlara — ozgurlukcu olundugu, veya guclu/yetkili merkezi devlet mahzurlu bulundugu icin — supheyle yaklasilirken soylenmeyen sey bu durusun bir toplum tasavvuru ile beraber geldigi. O toplum yoksa, bunlar havada kaliyor cunku iste o gazete yalan basiyor, hedef gosteriyor ve muteber bulanlar muteber bulmaya devam ediyorlar. Bunu benden daha iyi biliyorsunuzdur tabii ama baska acisini da soyleyeyim ‘iyi de, sen aman kanun ilismesin derken, gazete hedef gosteriyor ve insanlar oluyor’ denebilmesi isaret ettiginiz ‘olaganustu durum’ uzerinden kanuni tedbir cikartmanin bir yolu. Neyse bunlar bilinmeyen seyler degil anladigim kadariyla, Ben Franklin biliyormus mesela. Link vermiyorum sistem yutar diye “Franklin as to need despotic government” kelimelerini google’a yedirirseniz cikmasi lazim.
Bu benim aklimin calistigi aci. Isin pratik tarafi, mevcut hukukun su anki uygulanisinin detaylarini cok iyi bilen yorumcular var burada belki hepimizi aydinlatirlar.
10 Şubat 2011 10:27
Bunlari toparlayacagim, ama aklima takilan sorulari Fenerant’a sordum. Sagolsun daha once vakit ayirip yazmisti ama herkes mesgul, olmazsa baska turlu toparlayacagim. Cunku soyledikleriniz aslinda etik, ifade ozgurlugu ile hukukun kesistigi noktalara temas ediyor.
Onun bir sonraki asamasi da bu sozunu ettiginiz olaganustu hal mekanizmalarinin isleyisine baglaniyor. Ama oncelikle hukuki boyutu olayin en somut yansimalarini ortaya koydugu icin, onu bekleyelim bir.
10 Şubat 2011 04:51
Bir ikiek yapayim.
Hakaret konusu baska (kisisel olarak alindiginda, Basbakan ile Penguen dergisi arasindaki hakaret davalari ile Penguen’in Tayyipler Alemi ve Sebzeler seklinde cizdigi Tayyipler Alemi geliyor akla), bunun sıkıntıları cok genis–ki ta Kerincsiz’in herkesin aleyhine Turkluge hakaretten dava acmasi da dahil sinirlari nasil belirlenir bilemiyorum.
Kategorik olarak hakareti kanunun ilismedigi bir sey haline getirebilirsiniz. Iftira vs. de maddi zarar olusmasina baglanir. Bizim tercihimiz o yonde degil.
Benim ABD’li arkadaslarim secilmis veya atanmis devlet gorevlilerine kizdiklari zaman sovebiliyorlar mesela, baska turlusunu tahayyul dahi edemiyorlar. Burada biz devlet olan bir yerde bunun acikta/yazili/nette yapilabilecegini tahayyul edemiyoruz. Devlet mudahale etsin istiyoruz. Beklenti farkli. O tercih hep var biz farketmesek de ve sonuclari da var. (Size komik gelecek belki ama o duzende de kultler adam susturmanin yolunu buluyorlar. “Scientology vs. Internet” diye arayabilirsiniz. Telif hakki uzerinden gidiyorlar mesela. Wikileaks icin de Federal Devlet’in dokumanlari teli hakki ile korunsaydi Wikileaks olamazdi diye komiklik yapiliyor. Ben biraz da hayretle daha dun sayilacak bir zamanda kendi aramizda ise kanun avukat ilan karistirmadan kullanigimiz ‘nete normal insanlar cikinca olan problemleri seyrediyorum. Iyi diye bildigimiz, problemsiz kullandigimiz bir suru sey devamli bozuluyor, ortama ‘nizam veriliyor.’)
Sanki hayal meyal Hrant Dink’e de boyle bir dava acilmisti gibi hatirliyorum, ama yaniliyor olabilirim.
Evet. Zaten isminin gundemde tutulmasinin bir yolu da oydu. O dava AIHM’e gitti, bizim devlet savunmayi bence cok da yanlis olmayan bir cercevede yapmayi denedi (yani ifadeye mudahalenin AB’de de sevilen bir yol oldugundan hareket ettiler). Tabii Dink icin “siz de Nazileri konusturmuyorsunuz ‘nefret’ diyerek” turu bir sey denince burada kiyamet koptu.
10 Şubat 2011 10:09
Fenerant:
Aciklamalariniz icin tekrar tesekkurler. Yukarida Bulent Murtezaoglu’nun degindigi konulara bakinca bir dizi yeni soru belirdi; umarim kusura bakmazsiniz, ama eger vaktiniz var ise, asagidaki sorulara hukuki bilginizden faydalanabilmemiz icin cevap verebilirseniz mutesekkir olurum:
1) Acaba hedef gostermek ve yalan yayin yapmak acisindan kanunlarin durumu hakkinda aciklama yapabilir miydiniz? Bunlarin kanuni caydiriciligi nedir? Tazminat davalarini haric tutarak soruyorum.
2) Bir de Haberal davasindan sonra yeni yasa cikti, artik hakim ve savcilar adina tazminat davasi acilamayacak. Devlet adina acilabilecek. Bu sizce savci ve hakimleri koruma altina mi aliyor? Bunu merak ediyorum cunku halen suc duyurusunda bulunulabiliyor, ama bunlarin ne kadari kaale aliniyor gercekten bilemiyorum…
3) Bunun disinda isim lekelemek amacli, maksatli yapilan yayinlar (mesela Zaman’in burada bir sure Dani Rodrik hakkinda yaptigi gibi) ile mesela hakaret yasalari yine cok muglak mi duzenlenmis durumda? Yani okuyanin insafina mi birakilmis durumda? Cunku cok cesit hakaret algisi var, ben bir suru degisik tonda ornek bulabiliyorum, ama linc amacli yapilmis bir yayin israrciliginin hukuki olarak nasil bir yaptirima tabi olabilecegini de bilemiyorum.
4) Eskiden butun yurt ici yollar tuketilince AIHM’ye gidilebiliyordu. Simdi yeni duzenlemeyle bu baska bir prosedure baglandi; AIHM’ye dava goturmek zorlasti sanirim. Dogru mu?
Kusura bakmayin cok soru sordum, ama bu tur sorularin cevaplari yukarida da ortaya konan sahteciliklere zemin hazirlayan/hazirlayabilecek faktorlerle alakali gibi gorundugu icin ve hukuki caydiriciliklarin ne kadar gecerli oldugunu bilemedigim icin soruyorum. Yoksa vaktiniz yoksa elbette anlarim.
_____________________________________________________________________________
Son bir merak notu: Adli emanete konmus ama eksik cikan sayfalardan bahsetmisti Eminkk daha once, simdi de En_Merakli bir link vermis ona:
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/01/31/balyozcularin-yeni-goreve-atayabilmesi-icin-once-eski-gorevine-baslamasi-lazim/#comment-2926
Bu mesela bir suc duyurusu konusu mudur? Bu sonuncusu dogrudan yukaridaki blog girdisini ilgilendirdigi icin sahsi merakimdan soruyorum. Zira 600’e yakin sayfanin kazayla yok olmasi bana cok akla yatkin gelmiyor.
10 Şubat 2011 10:50
Duzeltme:
“Bu mesela bir suc duyurusu konusu mudur? Bu sonuncusu dogrudan yukaridaki blog girdisini ilgilendirdigi icin sahsi merakimdan soruyorum. Zira 600′e yakin sayfanin kazayla yok olmasi bana cok akla yatkin gelmiyor.”
Bunu guzel ifade edememisim: ben bunu sadece bir ornek olarak vermistim. Yine ornek hakkinda degil de, dogrudan bu blog girdisinde (yani benim yukaridaki ikinci sorum) size sordugum tazminat davasi/suc duyurusu arasindaki farki anlayabilmek icin hukuki tablo ile ilgili bir soruydu bu.
Benim aklima yatkin gelmeyen ama olan ve aciklanabilecek bir cok sey var
sonucta, belki de gercekten dijital ortama aktarilirken bir hata da olmus olabilir. Bilmiyorum.
Bu yuzden, sordugum soru yine size daha ilk soru sordugum zamanki gibi (hani Vakit ornegi uzerinden), ornek uzerine yorum yapmanizi degil de, daha cok tazminat/suc duyurusu arasindaki islemsel ve hukuki proseduru ve seffafligi anlamaya yonelik bir soru idi. Yoksa henuz pek de bilmedigimiz bir sey uzerinde ne benim hukuki bir yorum yapmam yakisik alir, ne de sizden o sekilde bir yorum yapmanizi istemek. Dolayisiyla duzeltir, yanlis anlama veya yargi iceriyormus gibi bir anlam ciktiysa da tekzip ederim.
08 Şubat 2011 01:49
Elli kuruşluk hayatlar
Sevgili Arkadaşlar,
Bir haftaya daha Silivri’de başlayacağım. Gitmek istemiyorum. Gitmek zorundayım. Canım ne kadar sıkılsa da en azından tutuksuz yargılanmakla teselli bulmaya çalışıyorum. Sevincimin buruk bir sevinç olduğunu düşünüyorum, geldiği gibi gidiyor. Savunmam hazır değil, neyi savunacağımı bilemediğim gibi nasılsa iki seneden önce de bana sıra gelmez diyorum. Hem Gölcük gibi yeni gömüler de çıkar mı acaba diye aklımdan geçince, hiçbir şeye hazırlanayım istemiyorum. Çalışma masamı toplasam da dağılıyor. Dergiler, gazete kupürleri, kâğıt parçaları, arasında ayraçlarla okunmayı bekleyen kitaplar. Bir yerlerde Komutan olduğum zamanlarda çektirdiğim Albay rütbeli fotoğrafımı duvara iliştirmişim. Bakıyorum, acı acı tebessüm ediyorum. Bilgisayarımda o güne ait başka fotoğrafları buluyorum. Eşim ve oğlum da varmış bir diğerinde. Gülmüşüm. Mutluyum belli. Ailem de. Demek bir zamanlar mutlu da olmuşuz diyorum. Canım sıkılmaya devam ediyor.
Gitmek istemiyorum. Gitmek zorundayım. Boynumuza yine kırmızı ipli, kırmızı kartları takmak zorunda kalacağız, üzerinde ve tam ortada büyük siyah harflerle “SANIK” yazacak. Yine cebime koyarım, takmam nasılsa diyorum. Züğürt tesellisi diye düşünüyorum. Masam çok dağınık. Kafam da. Volkan Konak’ın Mimoza CD’si ile “UĞUR MUMCU-İz Sürerken” yan yana düşmüş. Kim bilir ne zaman dinlerim diyorum, canım yine sıkılıyor. İki nezle hapıyla, iki tane bir lira, bir elli kuruş, üç de yirmi beş, toplanmış, epey önce boşalmış kahve fincanına arkadaşlık ediyorlar. Gözüm elli kuruşa takılıyor. Alıyorum, bakıyorum, eviriyorum, çeviriyorum. Odanın soğuğu elli kuruşun metalini daha da soğutmuş. Ne alınır ki elli kuruşa diyorum kendi kendime. Sonra buluyorum. Gülüyorum.
Yorgun, şaşkın, uykulu, huzursuz birkaç günün ardından, gecenin bir yarısı çıkarıldığım ağır ceza hâkiminin, darlığından mı yoksa bir gecede en fazla kişiyi tutuklama rekorunun verdiği yorgunluktan mı gevşettiğini bilemediğim, gömleğiyle aynı renk çiğ sarı kravatı takılıyor aklıma. Hipnoz olmuş gibi kravata bakarken hâkimin sorusuyla kendime geliyorum. Savcıya anlatamadığım derdimi hâkime hiç anlatamıyorum. “Teferruat bunlar Albay’ım,” diyor. “O teferruat dediğiniz benim hayatım,” diyeceğim, diyemiyorum. İlk defa ağır ceza hâkimi görüyorum, tepkisini tahmin edemediğimden mi cevap veremedim diye düşünüyorum, cevabı kendime de veremiyorum. Elli kuruşluk bir CD’de bulunan yazının altında imza hanem varmış. Yazının yazan hanesinde de yine ismim. “Herkes istediği ismi yazar oraya,” diyorum. Savcı da hâkim de aynı şeyi söylüyor. Ellerinde kapı gibi “bilimsel ve teknolojik” bir rapor varmış, inkâr etmemeliymişim. Ben yazmışım bu yazıyı. Açık seçik belliymiş. “Nerede, hangi bilgisayarda yazmışım?” diyorum. “Yazmışsın,” diyorlar, başka da bir şey demiyorlar. Rapor varmış ellerinde. Göreyim diyorum, “Yassak hemşerim,” diyorlar.
Sabaha karşı dörtte yataktan fırlıyorum. Bulacağım o raporu. Tembelliğin sonu budur. Daha önce hiç bakmadığım için yüz seksen dört klasör arasında raporu sabaha karşı ancak buluyorum. Aslında öyle dememiş de lafı evirmiş çevirmiş biraz, raporu hazırlayan “bilimsel ve teknolojik” şahıs. Nasıl anlarsan artık. Tüm iyi niyetimle, ben anlatamadım herhalde diyorum. Bu sefer hazırlıklıyım. Yeni elli kuruşluk CD’lerde çıkan başka belgeler varmış. Ah bir kabul etsek kabahatimizi nasıl kolaylaşacak her şey. Ama nasıl kabul edeceğimi bilemiyorum. Bu sefer hazırlıklıyım. Nerede, hangi bilgisayarda hazırlamışım diye ısrarla soracağım. Sonra gözüm, hazırladığım iddia olunan dosyalardan birinin, hazırlanış tarih ve saatine takılıyor. Burnum soğuktan kızarmış. Kazağımın çekiştirdiğim yenlerini yüzüme götürüyor, biraz ısınmak için hoh yapıyorum avuçlarıma. Bu odanın kalorifer petekleri hava mı yapmış ne? Bir hava yapmayan kalorifer petekleri kalmıştı zaten diyorum. Ona da katlanacağız artık. Yan odadan dalış defterimi alıyorum, tekrar sandalyeme oturuyorum. İddia edilen tarihi buluyorum. Yılbaşı biletime teselli çıkmış kadar sevinebiliyorum. Tek rakamla büyük ikramiyeyi kaçırıyorum. Belgeyi hazırladığım iddia olunan gün ve saatte neredeyse suyun altındaymışım. O gün çekilmiş dijital fotoğrafları buluyorum. Zamanlar tutuyor. Uzun bir dalış günü olmuş. TRT’den Komutanlığın tanıtımı için çekime gelmişler; “Savaşta Barışta Türk Ordusu”. Programın giriş anonsunu yeniden yazıyorum aklımda; “Şok Şok Şok. Albay dipten kum yerine belge çıkardı.” Kameramanla yaptığımız sohbet aklıma geliyor, bir de aynı sahneyi birkaç kez tekrarlamak zorunda kalışımız. Sonra Nuri Albay’ la Barbaros ’un başına gelenleri hatırlıyorum. Belge hazırladıkları iddia olunan saatlerde birinin Amerika’da diğerinin İtalya’da olduklarını ve bunu da ispatlamalarına karşın yargılanmaktan kurtulamadıklarını düşünüyorum. Pek de ümitlenemiyorum. “Kül hali” ne demek hâlâ bilemiyorum. Yurt dışındaki birinin bile, “olay kül halinde değerlendirildiğinde yapmış olabileceği kanaatine varılmasını” hele hiç anlamıyorum. Elli kuruşluk CD’lerle hayatımız küle çevrildi diyorum. Kafamda bir ses; “Teferruat bunlar Albay’ım,” diyor. Gözümün önüne gömlekle aynı renk kirli sarı kravat geliyor. Hayatta bir daha sarı renk kravat takmam diyorum kendi kendime.
Okuduğum kitabın kapağında yan yana dizilmiş dört tane boş bank fotoğrafı var. Yazarının önemli bir ödül aldığının işareti altın sarısı yuvarlağı ve içinde yazan ödülün ismini okuyorum. Kitabın dördüncü baskısına yetiştiğime kızıyorum. Altında kalan gazeteyi kenara çekiyorum. Başlık tüm sayfayı kaplamış; “İŞTE TÜRK SUBAYI” yazıyor büyük siyah harflerle. Yıllarca bir arada görev yaptığım, bir kısmıyla da hapishanede tanıştığım silah arkadaşlarımı görüyorum fotoğrafta. Bir de Ali Tatar’ı kırmızı halka içinde. Çoğu duruşmaya gelen abisi ile eşinin yüzlerini hatırlıyorum. Hayatımda tanıdığım hiç kimsenin, yaşadığı acıyı bu kadar yüzünde taşıdığına şahit olmadığımı düşünüyorum. Elli kuruşa hayatları kararan diğer aileler geliyor gözümün önüne. Bir de fırça gibi saçlarıyla Mehmet Ali. Cep telefonuna “sehven” bilgi eklendiği haberini okuyorum diğer gazeteden. Onun hayatını karatmak için elli kuruşluk bile masraf yapmamışlar diyorum. Gazeteyi katlayıp yerine kaldırıyorum.
Gitmek istemiyorum. Gitmek zorundayım. Elli kuruşa mahvolan hayatlarımızı düşünüyorum. Avukatıma soruyorum, kendim kanun-kitap karıştırıyorum. “Böyle delil, delil olmaz,” diyorlar. “E o zaman,” diyorum. Delillerin sonra değerlendirileceğini öğreniyorum. “Olmayan şeyin belgesi mi olur,” diyeceğim ama birden bu cümleyi sarf edebilecek kadar önemli bir mevkide olmadığım aklıma geliyor, susuyorum. Gömleklerimi ve takım elbiselerimi yan yana dizmeye başlıyorum. Hepsine uygun birkaç kravat da çıkarıyorum. Dolabımdaki tek sarı kravatı bir kenara ayırıyorum. İlk fırsatta bir arkadaşıma vereceğim. Ceza sana. Elli kuruşa da ceza, onu da diğer bozukluklardan ayırıyorum. Masanın bir kenarında mahzun, boynu bükük kalıyor. Elli kuruşa karartılan hayatlarımızın sorumlusu oymuş gibi, tüm hıncımı soğuktan kararmış paradan alıyorum. Bavulumu kapatıyorum. Yine hastalanacağım, burnumu tutunca anlıyorum. Gitmek istemiyorum. Elli kuruşa kararan hayatımın kalanını toparlamak için gitmek zorundayım diye düşünüyorum. “Hem bak, elli kuruşa hayatım karardı derken, elli kuruşluk yazar da oldun,” diyorum. Gülüyorum. Kafamdaki ses bir kez daha, “Teferruat bunlar Albay’ım,” diyor. Bir daha gülüyorum…
Değerli Büyüklerim, Komutanlarım, silah arkadaşlarım, eş, dost, akraba ve kardeşlerim.
Sizlerin de yakından takip ettiği üzere, Deniz Kuvvetlerimize mensup çok sayıda personelin adının karıştığı davaların sayısı her geçen gün artıyor.Poyrazköy-Amirallere Suikast-Kafes-Casusluk-Fuhuş-Balyoz şimdilik bildiklerimiz. Bu davalar sayesinde öğrenmiş olduk ki, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin meğer en sorunlu birimi Deniz Kuvvetleriymiş. En son Donanma Komutanlığı bulgularıyla neredeyse adı bir listede yer almayan (Amiraller de dâhil olmak üzere) mensubumuz kalmadı. Ancak ne tesadüf ki, iki yıldır süregelen tüm bu toz duman bulutu arasında adı bir davaya konu olmamış, bırakın davayı herhangi bir listede adı dahi geçmeyen birçok kardeşimiz de var. Bu durum elbette kimseyi şüpheli durumuna düşürmez ve aralarında kendimden fazla güvendiğim arkadaşlarım da yok değil ama insan “bazıları için” bu kadar fazla tesadüfe de hayret etmiyor değil. E biz de haliyle okuyoruz kitaplardan, gözümüz var bunca sene gördük bir şeyler ve duyduk kulaklarımızla istemesek de bazı şeyleri. Büyüklerimiz, “bir kısım devlet kurumlarına girmeleri konusunda teşvik edilen” bu arkadaşlarımız için bir şeyler yapmadıkça, onlar da kendilerini hayalet sanmaya devam edecekler. Anlaşılan yakında meydan, cesareti ve ahlâkları, ancak silah arkadaşlarını sırtından vurmaya yeten, bu teşvik edilmiş şahıslara kalacak. Artık hiç korkmadan arsızca at koşturabildiğiniz bugünkü ortamda, yakında alacağınız terfi, rütbe ve makamlarınızın şimdiden hayırlara vesile olmasını (!), Efendinizle muhabbetinizin daim olmasını (!) diliyorum. Ayrıca Allah, siz teşvik edilenlerle uygun makamlar arasındaki uyum seviyesini, şiirden şarkıya, şarkıdan romana çıkartsın, sizler sayesinde demokrasimiz hep en ileri olsun inşallah!
Bu şahıslar ve diğer kurumlardaki benzerleri var oldukça, daha çok Mehmet Ali’lerin telefonlarına “sehven” numaralar yüklenir, değil Donanma Komutanlığının, Genelkurmay Başkanlığının en mahrem yerlerinden bile çıkmadık belge kalır. Elli kuruşluk CD’lerle dünyanın en masrafsız ve etkili savaşını kendi Silahlı Kuvvetlerine karşı yürüten bir çetenin kurbanı olduk. Adaletin şeytan üçgeni “Beşiktaş-Silivri-Hasdal” arasında ömür boyu çare bulamayacağımız bir kanser türüne yakalandık, bizler ve ailelerimiz dışında bu durum kimin umurunda ondan da çok emin değilim. Allah sonumuzu hayretsin. Bir tek sözüm var siz hain tayfasına; zulmünüzün saltanatını sonsuz sanmayın. Hiçbir zaman tespit edilemeyeceğinizi zannetseniz de, sizlerin ve destekçilerinizin sonunu, baba hasretiyle küçücük yaşta hapishanelerle tanıştırdığınız gözü yaşlı bebelerle, mahkeme salonlarında bile evladına doya doya sarılamayan anaların ahı getirecek. Elbet o hesap gününü yaşarken göreceğiz hepimiz.
Sözde Ergenekon ve ilintilenmeye çalışılan davalar uğrunda hayatını kaybeden tüm günahsızların ailelerine, bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını beklediğimiz sivil-asker tüm mağdurlarımıza ve siz sevgili dostlarıma en derin saygı ve sevgilerimle…
Ali Türkşen, Deniz Kurmay Albay.
7 numaralı Poyrazköy, 120 numaralı Balyoz davası sanığı.
08 Şubat 2011 01:55
Bu yandas ve yandas olmayan basin konusu biraz abartirlmaya baslandi. Yandas olanlar ve olmayanlar diye yaklasik bir gruplama yaparsak.
Yandas olanlar; Taraf(55bin), Zaman(850bin), Star(140bin), Bugun(80bin), Turkiye(130bin), Sabah(330bin), yeni safak(110bin), milli gazete 50bin, yeni akit 50 bin, toplam: 1900bin civarinda yaklasik
Yandas olmayanlar; Posta(490bin) Hurriyet(450bin), haberturk(260bin),sozcu(230bin), Milliyet(165bin), Aksam(140bin), Vatan(130bin), gunes(100bin)Radikal(75bin) Cumhuriyet(55bin), yenicag(50bin) toplam: 2200bin yaklasik
Kesin rakamlar icin lutfen bakiniz: http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1090034
Eskiden, ozellikle 28 subat doneminde, %90 oraninda tek tip (Dogan yipi)darbeci basin varken mennundunuz ve Turkiyede hersey yolundaydi da, simdi bu oran %55-%45 oranina dustu diye basinin yargiyi etkilemesinden sikayet ediyorsunuz, Pinar Hanim ve Dani Bey? Bir ulkede iki farkli dusunce grubundaki medya gruplarinin %50-%50 (hala alinmasi gereken mesafe var bu konuda) olmasindan daha dogal ne olabilirki? Herkes sizin sesinizi mi cikartsin istiyorsunuz?
08 Şubat 2011 02:13
Ihtimal, tirajin disinda cok daha buyuk hukuki sahibeler var. Abartildigini sanmiyorum. Yukariyi iyi okuyun, bir suru tartisma yapildi orada.
Ayrica bu gazetelerin etkiledikleri alan tirajla kisitli degil, bir yerde cikan haber hemen bir suru internet sitesinde tekrarlanarak yayiliyor. Matematikci oldugunuzu soyluyorsunuz; etki alaninin olasilik hesabini siz yapiverin.
08 Şubat 2011 04:39
Sayin Ihtimal,
Gozden kacirdiginiz onemli bir nokta var:
Yandas medyada iktidar, cemaat ve sozu gecen davalar (ergenekon, balyoz, poyrazkoy vb) aleyhine en ufak bir elestiri gormeniz olasi degil. Goebbels’in mezarinda agzini sulandiracak sekilde ‘hizaya’ girmis, ‘uygun adim’ ilerleyen, imamlar tarafindan koordine edilen, hangi basligi atmasi gerektigi, hangi haberin mansete cekilecegi dikte ettirilen besleme bir medya.
Bana yandas medyadan bu dava saniklari lehine yapilmis bir haber gosterebilir misiniz? Veya Zaman gazetesinde Fethullah Gulen’i elestiren bir cumle alintiliyabilir misiniz?
Cevap tabiki hayir, cunku bu ‘kafa’ icin demokrasi gibi gazetecilikte aractir, onemli olan biattir. Cemaat kulturu ile yetismis, objektiv bakis acisini kaybetmis -veya hic oyle bir dertleri olmamis- insanlardan baska bir beklenti olamaz..
Darbeci diye nitelendirdiginiz grupta ise Radikal gibi en basindan beri sapina kadar Ergenekon sorusturmasini -tum hukuksuzluklara ragmen- savunan bir cizgide yayin yapabilen bir gazete oldugunu hatirlatirim. Bu basit ornek bile iki cenahin (sozde) ‘demokrasi’ ve (sozde) gazetecilik anlayislari acisindan size bir fikir verir umarim…
(Darbeci grupta bulundugunu ileri surdugunuz yandasa yakin tonlarda yayin yapan Haberturk ve Aksam gazetelerini, hukumete hos gorunme cabasiyla fazla incelemeden mansete abuk subuk sizdirma haberleri ceken Hurriyet ve Vatan gazetelerine hic girmiyorum)
09 Şubat 2011 00:31
Internette haber portallarinin artik real-time haber ulastirdigi, gazetecilik mi dedikodu mu yaptigi belli olmayan binlerce web sitesinin oldugu, youtube, twitter gibi yeni mecralarin turedigi, tablet gazeteciligin olusmaya basladigi bu ortamda hardcopy gazetelerin tirajlarindan yola cikarak bir arguman uretmek cok saglikli degil kanimca. Ayrica Zaman’in gercek tiraji o mudur acaba? Yaridan fazlasi bedava dagitiliyor zaten.
09 Şubat 2011 00:49
Basinin ve diger kanallarin etkilerini olcmenin bir yolu guncel konularda anket yapmak olabilir. Belki yapiliyordur. Son on sene icinde bir suru ‘Batili’ kurum biz dahil Musluman toplumlar icin bazi seyleri takip ediyorlar mesela (PEW var, baskalari var, acik yayin bunlar ama belki gormediklerimiz de vardir). PR ve reklam filandan bahsedilmisti burada. Ticari urunler icin kampanyalar yapan veya imaj parlatanlar etki olcmek icin o yolu kullaniyorlar diye biliyorum.
09 Şubat 2011 05:16
Bulent Murtezaoglu:
Size yukarida yanit verdim ama o kadar kalabalik ki orasi, size “cevapla” opsiyonu kalmamis bile. O yuzden bilginize diyeyim.
08 Şubat 2011 02:06
Bir önceki yazı yanlış anlaşılmasın: Gönderen Sayın Dz.Kur. Alb. Ali TÜRKŞEN değil.. “Doğruya Doğru” olarak internette dolaşan bu mektubu ben gönderdim sizlere..
Olaylara uzaktan bakarak ahkam kesmek, felsefe yapmak kolay.. İşin içinde olanlar ne düşünüyor, ne hissediyor? Birinci elden okuyup öğrenesiniz istedim..
08 Şubat 2011 06:47
Bazen insan faktorunu, Balyoz’un soyut bir hesaplasma veya fikir arenasi degil, somut bir dava oldugunu, 200’e yakin etten kemikten kisinin yargilandigini unutuyoruz. Biz konuyu dagittikca, kendi adima soyluyorum, vicdanim en cok buna sizliyor.
08 Şubat 2011 06:28
Yukaridaki 3 nolu yorum icinde, blog yazarlarinin yaptigi giristeki basin ve hukuk hakkinda yazdiklari uzerine gecen tartismalarla ilgili noktalardan, Bulent Murtezaoglu ile mutabik olarak vardigimiz sonuclar:
* Hukuki surecin isletilmesi ve basin arasinda sorunlu bir iliski var.
* Basin ozgurlugu haricinde de basina keyfi hukuki yaptirimlarda bulunuldugu ornekleriyle sabit gerceginden yola cikarak (bkz. “adil yargilamayi etkileme”den acilan davalar ve bunlarin bir sekilde belirli bir tur yayinciligi ve basini hedef aldigi gibi bir intiba olusmasina sebebiyet verecek sahibeler icermesi) bir seffaflik olmadigini savlayabiliriz.
* Her ne kadar sagduyulu bir yorumla “basin yargiyi etkilememeli/etkilemez” desek de, daha yarginin kendisinin “adil sureci etkilemek” gibi bir yaptirim uygulamasiyla, keyfi bazi yaptirimlara oldugu kadar, belirli bir takim medyayi gozetme sahibeleri de altina girdigini gormekteyiz.
* Bu tarz bir durum da, yukariya geri baglarsak, sahte belge uretenlerin isine gelebilecek bir ortam hazirlamakta payi olan faktorlerden biri. Zira bunlarin medyada ele alinis bicimlerindeki cesitli sorunlar bu sahteciligi ortaya koyanlarin isine yarayabilecek duzenin bir parcasi haline gelebiliyor.
* O halde hukuk ve basin arasindaki bu sorunlu bagin bir daha irdelenmesi gerekir ki hem adli seffaflik saglansin, hem de sinirlari belirlenecek suclara yaptirim gelirken susturma kampanyalarina da hukuken hizmet edilmesin.
————————-
*************************
Bu da *kendi* yorumum, yukaridaki tartismayi hicbir sekilde baglamaz, lutfen ayrica ele alarak okuyun bu iki (yukarisi ve asagisi) kismi:
Can Acar’in dedigi gibi bulgulanmis ve tespit edilmis sahteciliklerin arkasindakilerin ortaya cikmasi icin, tekrar ana konuya donerek O’ndan alintiyla bitiriyorum:
“Savcılar neden delilleri gizledi?
Belirli medya grupları neden taraflı ve yalan haber yazıyorlar?
Baransu’ya Bavulu kim getirdi?
Gölcük’teki harddiski kim söküldükten sonra kullandı?”
08 Şubat 2011 13:03
Sayın fmeraklı;
balyoz davasına bakan hakim eğer kendi isteğiyle emekliye ayrılmış olmasa hala başka davalara bakıyor olacaktı.Başka davalara bakması sakıncalı olmuyor da Balyoz davasına mı bakması sakıncalı oluyor demek istemiştim.Muhatabım siz olmadığınız halde üstünüze vazifeymiş gibi cevap verme isteğinizi anlamış değilim.
09 Şubat 2011 11:04
http://www.odatv.com/n.php?n=hsyk-bu-hakimin-yerini-asla-degistirmiyor-0902111200
08 Şubat 2011 14:13
Fmerakli,
Golcuk belgelerinde tutarsizliklar cikmasinin kendi icinde tutarsiz bir sey oldugu konusunda haklisiniz. Sonucta sahte belge ureten cete niye ayni hatalari donup dolasip yapsin. O konu bana da sacma geliyor.
Fakat butun bu Balyoz davasi, bu blog, sizin yorumlariniz, PD-DR, vs diger her sey Baransu belgeleriyle basliyor. Dava da Baransu belgelerine (CD’lerine) dayanarak acildi. 200 kisinin hapsi de yine Baransu belgelerine (CD’lerine) dayanarak isteniyor. Ve o belgelerin de sahte olduklari konusunda cok ciddi bulgular var.
Evvela Accracia’nin soyledigi gibi ortada kanli canli 200 kisinin hapsinin istendigi bir dava oldugunu unutmamaliyiz. Yani soyut fikirleri bol bol tartisabiliriz ama bu sahte oldugu tespit edilen belgelerle yargilanan insanlara saygisizlik boyutuna ulasmamali. Ali Turksen’in yukaridaki yazisi o insanlarin psikolojilerinin ne kadar kotu durumda oldugunun acik bir gostergesi. Eminim size de komplo kursalar, olmayacak delillerle mahkum etmeye calissalar, kamuoyunda bebek katili gibi lanse etseler siz de kafayi yerdiniz. Eger hep beraber aradigimiz sey demokrasi ve ozgurluk ise once ortada bir haksizlik varsa onu gidererek baslamamiz gerekiyor. Ve maalesef bu davada bir haksizlik var. Gidip mahkeme yerine karar verelim demiyorum sakin ola yanlis anlamayin ama en azindan kendi tartismalarimizda dogruya dogru diyerek o insanlara daha fazla haksizlik etmemis oluruz. Cunku muhtemelen onlar da bu yorumlari okuyorlardir.
Buradan atlayacagim konu butun bu kanli-canli davanin dayanagi olan Baransu belgelerinin gercekligi gayet su goturur durumdayken “efendim Golcuk belgelerinde niye benzer tutarsizliklar cikiyor, cete isiyse ayni hatayi niye yapsin adam” diyerek konuyu baska mecralarda tartismaya calismak. Bu son onerme kafa karistirici olabilir (benim de kafama yatmiyor) ama kesinlikle Baransu belgelerinin sahteliklerini aciklamiyor. Bu davanin ve dolayisiyla bu blogun ilk ve en onemli konusu Baransu belgelerinin sahteligidir.
Durust ve henuz beynini kiraya vermemis bir insanin bu olay karsisindaki tepkilerinin ve buraya yazdigi yorumlarinin konuyu degistirmek, tartismayi istedigi yerlere cekmeye calismak, babalamak, karsisindakinin zayif noktasina vurmak, sen de vakti zamaninda soyle demistinler yapmak seviyesinde olmamasi gerektigini dusunuyorum. Onlar bize degil politikacilara yakisir.
Lutfen gercekligi su goturur delillerle yargilanan, bir kismi 5 ay hapis yatmis, senede bilmem kac gun silivriye gitmek icin isinden olan, medyada bebek katili muamelesi yapilan, acaba tutuklanir miyiz veya bugun ne cikacak bakalim diye bekleyen kanli canli 200 kisiye biraz daha fazla saygi.
09 Şubat 2011 10:06
”Golcuk belgelerinde tutarsizliklar cikmasinin kendi icinde tutarsiz bir sey oldugu konusunda haklisiniz. Sonucta sahte belge ureten cete niye ayni hatalari donup dolasip yapsin. O konu bana da sacma geliyor.”
Mehmet Baransu’nun teslim ettiği belgelerle Gölcük te çıkan belgeler aynı zamanda ve aynı kişiler tarafından üretilip daha sonra yerleştirildiyse bu tutarsızlık ortadan kalkar sanırım…
08 Şubat 2011 21:30
Can Bey; güzel bir değerlendirme yapmış aynen katılıyorum. Bu güzel değerlendirme arada kalmasın .
” AKP hukuksuzlukların kaynağı değil. Onlarla mücadele edeceğini söyleyerek iktidara geldi, ancak ele geçirmeyi tercih etti. Ele geçirene kadar YÖK’ten şikayetçiydi. Ahmet Necdet Sezer zamanında Cumhurbaşkanlığı yetkisi azaltılsın diyordu. Düne kadar şikayet ettiği Anayasa mahkemesini ele geçirdi, şimdi “süper mahkeme” yapmaya çalışıyor. Yargıtay’ın kadrosunu azaltmaya çalışıyordu, HSYK’yı ele geçirdiğinden beri arttırmaya çalışıyor. Her iki önerge aynı anda mecliste. AB taraftarlarına işine geldiği sürece havuç gösterdi. Ne anayasa değişikliğinde ne de herhangi bir kanun çıkartırken kimseden görüş almadı, tartışmayı, uzlaşmayı reddetti. AKP kendisine yol gösterdiğini düşünen, onu “düzeltebileceğine” inanan her kesimi işine geldiği sürece kullandı, işi bitince ortada bıraktı. Şimdi “başkanlık sistemini” tartışıyoruz. Hedef belli değil mi?
Bu partinin ülkeyi demokrasi ve özgürlüğe doğru götürmediğini sekiz yılda anlayamadık mı? Gerçek demokrasi, özgürlük ve bağımsızlık isteyenler, birbirleri ile her konuda aynı fikirde olmak zorunda değiller ancak ortak bir tehdide karşı beraber hareket etmek o kadar mı zor?
Melih Aşık 8 Şubat tarihli yazısında (Milliyet) Alman anayasasının “Tüm Almanların, başka bir çare kalmadığı takdirde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya kalkışan kişilere karşı direnme hakkı mevcuttur…” dediğinden bahsetti. Almanlar bu konuda tecrübeli. Anlaşılan seçimle gelecek ikinci bir diktatörlüğe karşı bu çözümü buldular.
Bu Blogda yaşam tarzı, inançları, hayat görüşü farklı pek çok insan yapılan hukuksuzluklara karşı çıkıyor. AKP’nin ise baştan beri bu davalarda “tarafı” belli. Sihirli bir el (seçim?) onları tamamen şeffaf ve tarafsız olmaya zorlamadığı sürece bu konuda bir değişiklik olması mümkün gözükmüyor. Eğer bu hukuksuzlukların yarattığı tepkinin seçimi tehlikeye düşüreceğini düşünürlerse bir anda davaların seyri değişecektir (bu bile yargının üzerinde hükümetin etkisinin bir göstergesi olacaktır).
Saygılarımla …
Yorum yapan Can Acar — 08 Şubat 2011 @ 20:47
09 Şubat 2011 01:13
Büyük bir panik görüyorum sizde.SANKİ tüm bu tutuklular sadece bir CD yüzünden tutuklanmış havası estiriyorsunuz ama bilin ki bu hava sadece sizde var,hem madem deliller sahte uyduruk zaten mahkemedeler bunu orada da ısbatlarsınız rahat edersiniz bu panik niye?.Acaba Doğan’ın kızı olmanız size bunları yazdırıyor olmasın. :)Tüm o tanık ifadeleri ele geçen diğer İMZALI PARAFLI RESMİ belgeler yazışmalar raporlar EK-LER tüm bunlar yokmuş gibi davranmaya devam edin.
Şunu sorun kendinize, bir muhtıranın veya askeri darbenin delili ne olabilir? Bir muhtıranın delili bir A4 kağıdı olabilir.MİT çi MAHİR KAYNAK Madanoğlu CUNTASINI deşifre ederken elinde delil olarak ne vardı.Bir teyp bandı.Çünkü cuntaya sızmıştı.İdam ile yargılandılar..Yada milyonlarca dolarlık arsaları belgeleyen TAPU SENEDİ sıradan bir kağıt değil mi? Onu milyonlarca dolar değerinde kılan şey bir kağıt parçası olmasımıdır?Siz ekonomistsiniz daha iyi izah edebilirsiniz.
09 Şubat 2011 02:18
Ben de sunu merak ediyorum:
1) Bu tarz sacma sapan, demagojik yorumlari yazdiran ne olabilir? Bunlar bana daha once
inceledigim propaganda kagitlarini hatirlatiyor da.
2) Ben burada bir panik goremiyorum (ama bence buyuk harfler panik, bagirma, vs gibi seyleri isaret eder ki pek heyecanlisiniz anlasilan?); alintilar yaparak buradaki “panik” havasini aciklayiniz ki gorelim ogrenelim. Ama lutfen okumaya deger bir alintili aciklama olsun.
3) Koyun beyazdir-kazagim da beyazdir-oyleyse kazagim koyundur mantigini hic aratmayacak duzeydeki
bu duz mantiga sahiden inanarak mi, yoksa buradaki ortam fazla saygili bir hal almaya basladi kirleteyim morallerini bozayim mantigiyla mi yaziyorsunuz?
4) Sizin delilleriniz nelerdir?
5) Rumuzunuzun arkasina tiklayinca cikan siyah zemin uzerine beyaz hilal ve yildiz neyi temsil etmektedir? Bunu daha once Taylan sormustu. Ben de sorayim dedim.
09 Şubat 2011 02:22
Unutmadan demagojinin tanimini da koyalim tekrar ki kafaniz yine karisip kendi yaptiginiz seyle baskalarina o yaftayi yine yapistirmadan once komik duruma dusmeyin:
* Demagoji: rasyonel argumanlar yerine populist goruslere ve onyargilara hitab ederek ikna etme ve kendisine destek aramak.
09 Şubat 2011 09:29
Acracia, Turkiyedeki 50 yillik darbe gelenegini ve sonuclarini gostermek icin karsidevrimin duz(!) mantigina karsilik ne tur bir komplex mantiga ihtiyacimiz var bize bir aciklayin da ogrenelim!!
09 Şubat 2011 10:08
Ihtimal, elbette, seve seve:
Oncelikle Karsidevrim’in daha onceki yorumlarini okumanizi oneririm. Bu tam ortasindan dalmis oldugunuz yorumun baglami hakkinda da size bilgi verir. Mesela simdi savundugunuz Karsidevrim, Alevilerden bahsederek, yok suradaki 6 uyenin 5’inin Alevi olmasi tesaduf mu falan diyerek Aleviler sudur budur imali yazilar yaziyordu. Hemen alintilayalim:
“Ben neticeyi söyleyeyim..Müebbet hapis alacak her biri.Tabi o sırada YURT DIŞINA kaçmamışlarsa..Dosya YARGITAY safhasına gelince de sizi bir süpriz bekliyor..Şimdi ki gibi CHP li VEKİLLERİN “onamamı istiyorsun bozma mı” şeklinde dosya takibi yapabildği bir YARGITAY karşınızda olmayacak.Yani Yargıtayda ki ÖRGÜTÜNÜZ de dağıtılacak.Tıpkı HSYK da ki KIZILBAŞ kadronun dağıtılması gibi.Nekadar tesadüf değil mi 6 asil HSYK üyesinin 5′i alevi kızılbaş idi.Kadrolarınız yargıda ki örgütleriniz dağıtılırken hiçbirşey yapamıyor olmak sizi derinden üzüyor olmalı..VesseLam..”
Yorumun tamami surada:
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/01/29/cemaat-ve-sahte-darbe-belgeleri/#comment-2322
Yani Aleviler var, tespit ettik, bu tesaduf mu diyor:
“Bırak şimdi demogoji yapmayı..ben sana bir soru sordum HSYK nın 6 asil üyesinin 5′inin de alevi kızılbaş olması tesadüf mü? Ne tesadüf ki aynı HSYK Şemdinli iddianamesini hazırlayan yani Türkiyede İLK çete davasını açan savcıyı görevden almış savcılıktan atmış davayı kabul eden VAN Adliyesinde ki tüm hakimleri sürmüş..ne tesadüfdür ki aynı HSYK Balyoz ve Ergenekon savcılarını da görevden almaya çalışmış ancak Adalet bakanı direnince bunu başaramamış.Şimdi burada ırkçılıkdı bilmem neydi demogojisine girme.Yüksek yargıda ki kızıl kadroları sende bende burada yorum yapan herkes de biliyor.Daha yeni ortaya çıktı CHP li vekille DOSYA takibi yapıp “onama mı istiyorsun bozmamı” şeklinde muhabbet eden ve yine ne tesadüf alevi kızılbaş olan yüksek yargıtay yargıcını..”
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/01/29/cemaat-ve-sahte-darbe-belgeleri/#comment-2330
Bu bir. Dolayisiyla o duz mantiga ben de o sirada laf etmis idim. Oradan hareketle duz mantikla yapilan baska onermelerine de sahit oldugum icin, simdi de o darbedir, daha once de darbe olmustur, oyleyse bu (Balyoz) da darbe olmalidir benim icin ikinci bir duz mantik ornegi. Gerci siz de ayni mantigi kullandiginiz icin ustunuze alinmis olabilir misiniz?
Her neyse, efendim, zira dedigim gibi her bir konu ayri ayri ele alinmalidir; delilleriyle. Zira kendisi de once deliller oldugunu soyleyip ardindan deliller olur mu hic diyerek kendi kendisiyle mantik hatasina giriyor. Hic oraya girmek istemedim. Asagida daha guzel ifade etmisler.
Bu sizin icin yeterince aciklayici olmus mu?
Not: Bu arada darbe gelenegi o kadar da yeni degil eger Osmanli’yi da dusunurseniz.
Isin ucu yeniceri isyaninda Sultan kellesi indirmeye kadar gider eger darbeyle devleti idare eden ve o zamanin baglamina gore mesru bir idare otoritesine bas kaldirarak alasagi etmek olarak daha genis bir tanimlama yaparsaniz. Onun disinda da daha modern versiyonlarini Jon Turk’lerde falan bulmak da mumkun. Yani sizin dediginiz anlamda modern darbe 60lardan beri varsayilabilirse de, tarihsel anlamda istersek bunu ta Osmanli’ya, en azindan zorlamadan 19 yuzyila kadar gitmemiz mumkun. Yani daha da tarihsellestirmek isterseniz duz mantigi, limit ta uzaya kadar gider.
09 Şubat 2011 10:36
Kucuk bir ek: demagoji latifesi de o eski yazismamizdan geliyor.
09 Şubat 2011 17:48
Savcılık, 01.07.2005 Tarihinde işlenen cinayet nedeniyle, 11.10.2007 tarihinde şüpheli “karşıdevrim” i gözaltına alıyor ve mahkeme de tutukluyor.İddianame hazırlanıyor,03.04.2008 tarihinde dava açılıyor.Savcı iddianamesinde,sanık “karşıdevrim”in işyerinden müdürü olan maktülü sevmediğini, kızdığını defalarca aleyhine konuştuğunu,fırsatını yakaladığında kendisini cezalandıracağını belirttiğini, gizli tanıkların ifadeleri ile bunların doğrulandığını, “karşıdevrim”in aracında bulunan ve adli emanette saklanan suç aleti olan bıçak ile cinayeti işlediğini söylüyor.”karşıdevrim” ve avukatı, suçlamaları kabul etmiyor ve adli emanette olan delile(bıçak) ait kaydın veya resmin kendisine teslim edilmesini istiyor,parmak izi incelemesi yapılmasını istiyor.Savcılık talebin aleyhinde mütaala veriyor ve mahkemede talebi reddediyor.Duruşmalar devam ile “karşıdevrim” halen tutuklu,15.09.2010 tarihli duruşmada, avukatın önceki duruşmalarda defalarca yinelediği ve ancak mahkeme tarafından reddedilen talebi kabul ediliyor ve bıçağa ait resimler savunmaya veriliyor.”karşıdevrim” in, hukuk fakültesinde okuyan kuzeni, davayla ilgili ve araştırmasında,bıçağın üretimini yapan şirketin bu bıçağı 2006 yılının 11 nci ayında tasarladığını,akabinde patenti için başvurduğunu ve Mayıs 2007 tarihinde üretimine geçtiğini öğreniyor.Yani tek geçerli delilin uydurma olduğunu,tahliyeye karar verilmesi gerektiğini söylüyorlar.Savcı ve hakimler için şikayette bulunuyorlar ,fakat sonuç çıkmıyor.Avukat ve kuzen, yazıyor,çiziyor seslerini duyurmak istiyorlar. Hatta,Kuzen bu konuda sesini duyurmak için, bir “blog” dahi açıyor…..
Ancak nafile !! “karşıdevrim” halen tutuklu ve kuzeninin oluşturduğu blog da, yorumlar yazan , “acracia” ,”can acar” gibi yorumcular ; sanığın geçmişinde,illegal olduğu gerekçesiyle mahkeme tarafından kapatılan bir derneğe üyeliği olduğunu, kuzenin duygusal olduğunu,öncesinde maktüle makas gösterdiğini,cinayette bu bıçağın kullanılmış olması mümkün olmasa da, “karşıdevrim”in evinde de aynı markalı bıçaklar olduğunu, bu bıçağın kafa karıştırmak için konulmuş olabileceğini,kimin ! koymuş olduğunu, sanığın kardeşinin bir yahudi ile evli olduğunu, sanığın sadece BIÇAK yüzünden tutuklanmadığını,delillerin uyduruk olmadığını, blog sahiplerinin PANİK içerisinde olduklarını, elde ıslak imzalı belgeler (!) , fotoğraflar (!)olduğunu, bıçağın “güncellenmiş” olabileceğini,insan hakları ve demokrasi,sivilleşme konularındaki ilerlemenin,statükocuların işine gelmediğini ileri sürmeye devam etmektedirler. (can acar ve acracia nın adları aflarına sığınılarak kullanılmıştır)
KARŞIDEVRİM SİZ NE ANLATIYORSUNUZ KUZUM ? EN AZINDAN BEN, AKLIMLA DALGA GEÇİLMESİNDEN HİÇ HOŞLANMADIM !!
09 Şubat 2011 19:04
İtina ile okudum. Aala.
09 Şubat 2011 22:01
Ata Bey,
Kapı gibi Adli Tıp raporu var bıçaktaki kan grubu ile maktülün kanı tutuyor diye. İkisi de “A Rh pozitif” bunu nasıl açıklıyacaksınız? Bıçağın kanlı fotoğraflarını Saman gazetesi bir yıldır yayınlıyor. Sizin de kanınız donmuyor mu bu vahşet karşısında? Neden hala katilleri savunuyorsunuz? Türkiye Bıçak Teknolojileri Araştırma Kurumu (TÜBITAK) raporunda da bıçağın üzerinde 2002 tarihli ıslak damga olduğu bu nedenle üretim tarihinin de en erken 2002 olabileceği açıkça yazıyor.
Google’da araştırdım, katiller hep suç işledikleri yere geri dönerlermiş. “karşıdevrim” de cinayetin işlendiği tarihten tutuklandığı güne kadar her gün aksatmadan cinayet mahaline gitmeye devam etmiş. Kuzeni hala bu yerin katilin çalıştığı işyeri olduğunu söyleyip suyu bulandırmaya çalışıyor.
Bakın Sazlı hanım yazdı köşesinde eğer bıçak orijinal değilse kesin Çin malıdır diye. Adamlar herşeyi kopyalıyor, bir bıçağın aynısını mı yapamayacaklar. Benim çalıştığım üniversitede Çinli bir öğrenci sınıfa samurai kılıcıyla daldı sekiz kişiyi doğradı. Siz hala bıçaklı katilleri savunun.
09 Şubat 2011 23:16
Kan gruplari A RH pozitif de… kanli bicagin uzerindeki kan lekesi cok taze. Hani yani neredeyse dun kesmisler kani bulastirmislar. Siz neden bahsediyorsunuz Allah askina?
TUBITAK da oyle kesin bulgulu bir rapor vermemis (delilleri iyi okuyun). Uzatmaya gerek var?
Hikayeye bulgulama/arastirma tadi koymamak icin Google’ladim, katiller geri donermis demenize de gerek yok, televizyonda izledigim dedektif dizilerinde hep oyle derler deseniz yeterli.
Hakim veya savcisinin sizin gibi dusunup delilleri goz ardi ettigi bir mahkemede (akillara muhafaza) yargilanmak ben istemezdim.
Not: Bu arada Fmerakli’nin neden bu kadar cok varyasyonu var? Fan club’i var da biz mi bilmiyoruz? En Merakli, ef-merakli, fmerakli, ve saz arkadaslari seklinde, taklitlerinden kacininiz diyorum (yanlis anlamayin, bunu da orijinal Fmerakli’ya haksizlik olmasin diye soyluyorum).
09 Şubat 2011 23:23
Duzeltme: “Hikayeye bulgulama/arastirma tadi koymamak” degil “koymak” olacak.
“Uzatmaya gerek var?” da “uzatmaya ne gerek var?” olacak.
10 Şubat 2011 00:18
sayin acracia,
benim rumuzum f_merakli’nin taklidi veya onun rumuzundan turetilmis degil, zaten f_merakli’yla da durdugumuz yerler arasinda 180 derecelik fark var. bu ismi kullanmamin f_merakli’ya haksizlik oldugunu sanmiyorum. Ama eger f_merakli oyle dusunuyorsa degistiririm, onemli degil.
Bu arada son yorumlardaki tartismalarin cogu, ve de ortaya konan hikaye/senaryolarin cogunda, laf kalabaliginin arasindan su basit gercek ortaya cikiyor. Bir mahalle
“bu belgeler fabrikasyon. fabrikasyona dayali bir plan yuzunden ~200 sucsuz kisi yargilaniyor, bu haksizliktir” derken obur mahalle de “olsun, onlar TSK’dan, TSK da kotu, o yuzden sucludurlar” diyor. Pinar Dogan ve Dani Rodrik’in kitaplarinda dedigi gibi bu bariz bir kan davasi, ~200 kisi sucsuzmus olabilirmis, onlara iftira atilmis olabilirmis, kul hakki yenmis, hayatlari, aileleri mahvolmus, bunlar hic onemli degil. Bu ikinci gruptaki arkadaslar “delusional” yani bir yalana inanmis, onu gercekmis gibi yasiyorlar sanki. Bir insanin, baska bir insanin hakkinin yenmesine alkis tutmasi, bunu hakli gosterecek senaryolar uretmesi icin nasil bir ruh halinde olmasi gerekir? Bu nasil bir gozu donmusluktur?
10 Şubat 2011 01:00
Haklisiniz ve amacim o degildi. Cok dusunulmus bir yorum degildi o kismi. Ozur dilerim. Haddimi asmisim.
10 Şubat 2011 01:16
Ozur dilemenize gerek yok! Iki sey soylemek istemistim: birincisi, rumuzum’un f_merakli’yla alakasi yok, ikincisi de bu kadar curutulmus delile ragmen hala masum insanlarin zan altinda birakilmis olmasini hice sayip bu davayi savunanlarin tutumuna aklim ermiyor…..
Bu arada gecmis bir yorumda yazdigim “katil mutlaka olay yerine doner” cumlesine fazla takilmissiniz. elbette bilimsel bir konu dahilinde soylememistim bunu, sadece sahte belge cetesi mutlaka bu blog’a ugruyordur, hatta belki bazisiyla da yazisiyoruzdur; bu dusunceme giris olarak kullanmistim. Hala da oyle dusunuyorum.
10 Şubat 2011 01:52
Dogru soyluyorsunuz, ama bu is Dogan ve Rodrik’i asar, bloga yorum yazan sahte belge cetesi uyesini tespit etmek icin Sherlock Holmes gibi bir adam lazim…
Ya da isin kolayina kacip, neredeyse hergun birileri tarafindan fetocu oldugum yazildigini goz onune alarak beni de cetenin adami ilan edebilirsiniz…
hem zaten okyanus otesinden yazmiyor muyum??? 🙂
10 Şubat 2011 02:05
Eyvah, iyice karisti. Sevgili En_Merakli:
“Katil olay yerine doner”e verilmis tepki, yukaridaki yoruma verilmis tepki idi. Sizinle alakasi yok. (Ben sizin oyle bir sey soylemis oldugunuzu kacirmis olmaliyim ama anladigim kadariyla demissiniz.)
Sizin soylediginiz mantik hatalarina da kesinlikle katiliyorum. Dedigim gibi rumuzunuzla ilgili kisim bir anda bu kadar dusunerek yazilmis bir yorum degildi, ben karistirdim, her ne kadar siz nezaketle ozur dilememe gerek olmadigini soyleseniz de, ben ayip etmis oldugumun bilinciyle tekrar ozur dilerim.
10 Şubat 2011 01:48
Rica ederim, benim hic aklima bile gelmemisti… Biz sizi boyle tanidik, rumuzunuzu kullanmaya lutfen devam ediniz…
09 Şubat 2011 23:59
acracia,
fmerakli’nın kimi zaman haklı kimi zaman tek yönlü tarzının bir parodisini yapmak istemiştim. Bu nedenle rumuz “ef-merakli” oldu. fmerakli’nin bunu hoşgörü ile karşılayacağını ümit ediyorum.
Bunlar karsidevrim ve saz arkadaşları için birşey ifade etmiş midir bilmiyorum, ancak Ata Bey’in yazdığı senaryo beni çok eğlendirdi.
Saygılarımla …
10 Şubat 2011 00:16
Ilahi Can Bey, beni nasil guldurdugunuzu anlatamam! Hatta logolarinizin ayni oldugunu da fark etmistim, ama belki baska logo kalmamistir, tesaduftur diye dusunmustum.
En takdir ettigim kisim “google’da arastirdim, katiller geri donermis olay yerine” babindaki kisim oldu. Ama oyle mantik yurutmeler geliyor onumuze ki,
vallahi ciddiye alip laf yetistirdim hemen. Eksik olmayin.
Kalin saglicakla.
10 Şubat 2011 01:22
Can Bey,
Komik olmus ama ben gayet sig buldum, efmerakli’ya soyletmeye calistiginiz seyi katilmadigim ve inanmadigim halde daha inandirici bir sekilde yazabilecegimi dusunuyorum…
Sizden hakli oldugum zamanlarin da parodisini okumak isterim, gerci o zaman pek mutebessim olmuyorsunuz, biraz daha zor olabilir sizin icin. Bu arada Baransu’ya bavulla evrak getiren kisi ile ilgili olarak yazismistik bir kac gun once, oradan bir ozur alacagim var, ama acelesi yok..
10 Şubat 2011 02:04
fmerakli,
Parodi daha çok sizinle ihtimal’in bir karışımı oldu, dediğiniz gibi daha iyi olabilirdi. Umarım hoşgörü sınırınızı fazla zorlamadım. Öte yandan, ihtimal’in adını anmaya bile gerek kalmadı, kendisi iki arada karşıdevrim’in hanesine “üç cinayet” daha ekleyiverdi. Onunla “aynı tarafta” olanlar arkalarını kollasalar iyi olabilir diye düşünüyorum.
Burada kazananı veya kaybedeni olmayan bir durumu tartışıp duruyoruz. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz ve adalet geciktikçe de hepimiz kaybediyoruz. Eğer ağlanacak halimize gülecek, parodiler düzenleyecek hale geldiysek bunun üzerinde de düşünmemiz gerekir belki de.
Haklı olanın hakkını verdiğimi bilirsiniz. Bahsettiğiniz “bavul” konusundaki daha önce de yazmıştım. Sahtekarları bulma konusuna o zaman çok sıcak bakmıyor, geçiştiriyordunuz. Bu izlenimi nasıl edindiğimi de referansları ile yazmıştım. Alındığınız yorumu tekrar yazayım:
Bu cümleden “itibar etmediğiniz fikrin” sadece “Baransu’nun subayını bulmak” olduğunu çıkarttıysanız özür dilerim.
10 Şubat 2011 02:28
Siz oyle diyorsaniz oyle olsun, siz alintiladiginiz kendi yorumunuzu bir kez daha aktarmissiniz, ben de ona cevabimi da aktarayim ki onun boynu bukuk kalmasin… Benin Baransu’ya bavulu getiren subayin bulunmasi fikrine itibar etmedigimi kanitlmaka icin sizin bir yorumunuz hakkinda soyledigim degil “soylemedigim” seylerin kanit teskil ettigini soylemistiniz ki bu bence niyet okuyuculugunun bile otesinde bir sey… Neyse benim o gun verdigim cevabim da asagida dursun bakalim…
———————-
“Öncelikle sahte delillerle insanları yargılamaktan vazgeçelim, bu sahtekarlığı kimin yaptığını bulalım. İster cemaat olsun, ister darbeci, ister liberal, ister ulusalcı hiç farketmez. Cezasını çeksin.”
Bu cumlede Baransu’ya belgeleri getiren subay nerede? Sahtekarligi kimin yaptigini bulalim demissiniz, buna benim de zaten bir itirazim yok, ayni seyi soyluyoruz. Ama yukaridaki cumle sahte belgeleri Baransu’ya getiren subayi bulalim diyor mu? Belki size diyor ama herkes sizin aklinizi okuyamaz ki Can bey…
10 Şubat 2011 01:46
Acracia, taklitlerimden sakinmanizi rica ediyorum, ef-merakli gibi agizda kotu bir tat birakabilirler… 🙂
10 Şubat 2011 02:17
Fmerakli:
Yok vallahi benim agzimda pek de kotu bir tat birakmadi acikcasi; halime guldum daha cok. Hala da guluyorum nasil kandim diye. Zaten sizin bir varyasyonunuz olarak ortaya cikmasi beni sasirtmisti ama uyanmadim. “Taklitlerinden sakininiz” diye en basta da ben soyledim ilk mesajda (orijinal fmerakli’ya haksizlik olmasin diye soyluyorum diye de eklemistim); yani oneriniz icin tesekkur ederim, ama benim icin endise etmeyin siz. Buradan cikarilacak genel sonuc nedir bilemem, ama ben kendi adima cok kolay isletildigimi gorerek kendi adima eglendigimi soyleyebilirim. Maalesef o yolladiginiz gulucuge benzer bir gulucuk de ben atmak isterdim, ama dedim ya, cok laf ettim, yapamiyorum.
Gerisi, yani sizin ve Can Acar’in aranizdaki diyalog sizi ilgilendirir. Ama benim icin merak etmeyin demeye calisiyorum. Agzimda kotu bir tat kalmadi. Ayip ettigim kisiden de ozur diledim, kendisi de yucegonullulukle kabul ettigine gore, benim icin bir sorun kalmadi.
09 Şubat 2011 23:53
“karsidevrim” daha once uc tane mudurunu oldururken sucustu yakalandigi icin hakim tarafindan tutuklu yargilanilmasina gerek duyuldu. 🙂
09 Şubat 2011 02:04
Gercekten, hayran birakan, ustun bir analitik bir zeka ile herseyi curutmussunuz, tebrik ederim.
“Acaba Doğan’ın kızı olmanız size bunları yazdırıyor olmasın.”
Blog kenarinda kirmiz harflerle zaten bakin ne yaziyor? “Bu blogun yazarları biz Pınar Doğan ve Dani Rodrik, Çetin Doğan’ın kızı ve damadıyız.”
“Tüm o tanık ifadeleri ele geçen diğer İMZALI PARAFLI RESMİ belgeler yazışmalar”
Zahmet olmazsa herkesin gozunden kacan “tanik” ve “belge”leri yazarsaniz, biz de ogrenmis oluruz.
“Şunu sorun kendinize, bir muhtıranın veya askeri darbenin delili ne olabilir?”
E hani “tanik”lar, “belge”ler vardi bahsettiginiz?
“Bir teyp bandı”
Nedense icinde darbe, balyoz, suga vs gecen bir teyp bandi yok.
“arsaları belgeleyen TAPU SENEDİ”
Eger uzerinde imza yoksa, tapu dairesinde karsiligini goremiyosaniz, ve birisi size bavul icindeki cd’de getiriyorsa, hakikaten siradan bir kagit olabilir. Tabi ki TUBITAK ne der bu konuda bilemiyoruz.
“Siz ekonomistsiniz daha iyi izah edebilirsiniz.”
Valla, Keynes, Friedman, Galbraith bir araya gelse, size izah etmek bayagi zor.
09 Şubat 2011 03:48
Mahir Kaynak Madanoğlu ”cuntasını” deşifre etmiş.peki sonra ne olmuş?Madanoğlu o davada beraat etmiş.Karşı devrim rumuzlu kişi kulaktan dolma bilgilerle yazacağına keşke iyice inceleseymiş.Saman kağıdı gazeteleri okumaktan,yalanyolu gibi kanalları izlemekten nazlı mı nazlı hanımları dinlemekten fırsat bulup biraz araştırma yapmasını tavsiye edeceğim.Hala Madanoğlu olayını kullanıyorlar ama o davadan ceza alan bir kişi göstersinler.
09 Şubat 2011 11:34
http://www.odatv.com/n.php?n=hsyk-bu-hakimin-yerini-asla-degistirmiyor-0902111200
11 Şubat 2011 22:51
Evet MASAL BİTTİ RÜYADAN UYANMA VAKTİ..
HİÇKİMSE Türkiye Cumhuriyeti hükümetini devirmeye yönelik cunta planları hazırlayıp da hiçbirşey olmamış gibi yoluna devam edemez..
Umarım ömrünün geri kalanını kodeste geçirir
http://karsidevrim.wordpress.com/2011/02/11/son-dakika-balyoz-sanigi-cetin-dogan-ve-163-sanik-tutuklandi/
Babanız Çetin Doğan aranıyor,yakalama kararı çıkartıldı.Umarım kaçmaz ve teslim olur.
14 Şubat 2011 09:37
Çetin Doğan ve ekibinden bir Türk Delikanlısı olarak şunu beklerdim.
Arkadaşlar veya ey T.C. halkı bizler bu ülkede irticacılara karşı bir darbe yapacaktık ama agzımıza burnumuza bulaştırdık,işimiz rast gitmedi yapamadık bu hükümet veya T.C hukuku şu anda bizden bunun hesabını soruyor demeliler idi fakat hep işin inkar yönüne olayları çarpıtmaya götürüyorlar Türk Paşalarına bu yakışmaz,gerçi bunlara Türk Paşası veya Türk Ordusu generalleri demek de doğru degil ama hiç olmazsa bir delikanlılık yapabilirlerdi.