Geçen hafta Ergenekon sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin telefonuna Emniyet’te Hizbü-t Tahrir üyesinin rehberinin yüklendiği ortaya çıkmıştı. Bakın bu konuda Ekrem Dumanlı bugün ne yazıyor:
“Güya Ergenekon’dan tutuklu Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin cep telefonuna dışarıdan yüklemeler yapılmış ve polis, Çelebi’ye komplo kurmuş. İddia doğru çıksaydı gerçekten yeri yerinden oynatmak gerekiyordu. Ne var ki işin aslı kısa sürede anlaşıldı. Yükleme falan yok. Her zanlı için ayrı tutanak yazılırken bunlardan biri teğmenin listesine ekleniyor. Olayı emniyet fark ediyor ve düzeltiyor. Onlar düzeltmese ve düzeltmeye dair tutanak tutmasa hiç kimsenin haberi olmayacak.”
Dumanlı, iddia doğruysa yeri yerinden oynatmak gerekir diyor ve haklı. Yeri yerinden oynatmak gerekiyor çünkü Dumanlı’nın yazdıklarının aksine, Çelebi’nin telefonuna yükleme yapıldığı iddiası doğru. Doğru olduğunu da sadece avukatların dediğinden değil, mahkemenin atadığı bilirkişinin raporundan biliyoruz. Bu konuda bir gazete haberi için buraya, bilirkişi raporlarının ilgili sayfaları için de buraya ve buraya tıklayın. Bu raporların ikincisinde Çelebi’nin cep telefonunun ekran fotoğrafları da var. Bu fotoğraflarda kayıtların cep telefonuna yüklenmiş olduğu açıkça görülüyor.
Dumanlı şu iddiasında da tamamen yanılıyor:
“Olayı emniyet fark ediyor ve düzeltiyor. Onlar düzeltmese ve düzeltmeye dair tutanak tutmasa hiç kimsenin haberi olmayacak.”
Emniyet bu konudaki raporunu ancak mahkemeden talep geldikten sonra hazırlıyor. Mahkeme Çelebi’yi telefonunda görünen rehber kayıtları üzerine sorguluyor. Çelebi’nin bu kayıtların kendine ait olmadığını söylemesinden sonra da mahkeme 29 Kasım 2010 tarihli bir yazıyla Emniyet’ten açıklama istiyor. Emniyet’in yanlışlık yapıldığını kabul ettiği tutanağı ancak bunun üzerine yazılıyor. (Mahkemenin talebini ve Emniyetin tespit tutanağını görmek için buraya tıklayın.)
Kısaca, bu kısa paragrafta iki önemli yanlış var. Birincisi Dumanlı’nın yazdığının aksine, Çelebi’nin telefonuna bir Hizbü-t Tahrir üyesinin rehber kayıtlarının yüklendiği mahkemenin atadığı bilirkişi raporuyla belgelenmiş durumda. Ikincisi, gene Dumanlı’nın iddiasının aksine, Emniyet yanlışını kendisi ortaya çıkarmıyor, ancak mahkeme tarafından bu konuda sorgulandıktan sonra (o da sadece kısmen) kabul ediyor.
Zaman gazetesi herhangi bir gazete değil. Gülen cemaatine yakın bir ismin bize söylediği gibi, cemaatin “amiral gemisi.” Ekrem Dumanlı da herhangi bir gazeteci değil, bu gazetenin genel yayın müdürü.
Cemaat kendisini hoşgörülü, insan haklarına ve demokratik değerlere saygılı bir hareket olarak göstermeye çalışıyor. Oysa Zaman gazetesinin yayın politikası karşımıza çok değişik bir gerçek çıkarıyor.
31 Ocak 2011 15:22
Onlardan öyleleri vardır ki dillerini kitaba doğru eğip bükerler siz onu (bu okur göründüklerini) kitaptan sanasınız diye Oysa o kitaptan değildir “Bu Allah katındandır” derler Oysa o Allah katından değildir Kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı (böyle) yalan söylerler (3/78)
Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline (45/7)
İş hükme bağlanıp-bitince şeytan der ki: “Doğrusu Allah size gerçek olan va’di va’detti ben de size vaadde bulundum fakat size yalan söyledim Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu yalnızca sizi çağırdım siz de bana icabet ettiniz Öyleyse beni kınamayın siz kendinizi kınayın Ben sizi kurtacak değilim siz de beni kurtacak değilsiniz Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım Gerçek şu ki zalimlere acı bir azab vardır” (14/22)
31 Ocak 2011 15:25
Bir gazeteden ve gazeteciden ne bekleriz? Tarafsız olmasını,araştırmasını,sorgulamasını,şüphe duymasını.Peki bunlar bu kadar taraflı davranıyor ve bile bile çarpıtıyorlarsa gerçekleri Edelman haklı olmalı.
31 Ocak 2011 15:29
Polis ne yaparsa yapsın hep doğrudur mantığı ile yazıyorlar.Madem bu gazeteciler doğru yazıyor, polisi cansiperane savunmak niye? Yanlışı Ordu da yapsa Polis de yapsa kimse savummamalı.Bu yüzden Hanefi Avcı da haklı galiba :))
31 Ocak 2011 15:40
Sahtekarlık açığa çıkınca buna bile yalan diyen birilerinin dini imanı ve Allahı olur mu?
Bu yalanı cemaat adını verdikleri bir hareketin en üst düzey temsilcisi yazıyor.
ondan sonra ihtimal veya karşıdevrim nickli birileri bunları burada savunca kızıyor veya eleştriyoruz.
İş baştan kokmuş,
31 Ocak 2011 15:47
yorumsuz bir akrostiş;
BİR GAZETE VE YAYIN POLİTİKASI:
Zalim gazete amansızca saldırmakta yine,
Asılsız yalanları beşyüzü aştı, dayandı bine,
Maksadı demokrasi değil hizmet ise dine,
Acaba nasıl yer verir, bu kadar öfkeye kine,
Ne yapsın, yaranmak zorunda efendisine.
Yalanda sınır tanımaz kullanır her yolu,
Ara sıra değil her zaman yalanlarla dolu,
Lanet olası komplocuların adeta sağ kolu,
Amaçlı yayınları ile hep karıştırır sağı solu,
Ne yapsın, oynuyor kendisine verilen rolü.
Yandaşlık görevi bu günlerde olsa da hüner,
Alacakaranlık günler bir gün aydınlığa döner,
Zulümden korkmayanlar elbet zalimi yener,
Aşağılık yalancının mumu işte o gün söner,
Rolü biter, varsa azıcık itibarı o da sıfıra iner.
31 Ocak 2011 16:46
Dünyada pek çok din vardır ama ahlak tektir. Tek tanrılı dinler dışındaki inançlarda bile yalan söylemek ahlak dışı sayılır ve yalan toplum tarafından benimsenmez.
‘Gönüller hareketi’nin resmi yayın organı da yalanlarıyla okuyucularını kendi ‘ahlak dışı’ davranışlarına alet ediyor.
Ekram Dumanlı, emink’nin yorumundaki ayeti iyi okusun: “Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline (45/7)”
Dumanlı, Allah’tan korkun var mı?
31 Ocak 2011 17:38
“Zaman” ın dinde reform ısrarı sürüyor….”yalan günah değildir”, “yalan haber sevaptır”
31 Ocak 2011 22:22
Reklam ile halkla ilişkiler arasındaki en temel fark söylenenin ne olduğu değil, söyleyenin kim olduğudur. Birisi kendi yaptığını överse bu ‘reklam’dır. Birinin yaptığını bir başkası överse bu ‘halkla ilişkiler’ olur. Halkla ilişkiler, reklama oranla hem daha inandırıcı hem de daha uzun süreli etkiler yaratır.
İnandırıcılığı tartışmalı kanıtlar üretenlerden yana açıkça ‘taraf’ olup, tetikçilik yapmaya soyunan bir yayın organının yazdıkları tıpkı reklam gibi, kısa etkili ve sınırlı bir inandırıcılık sağlayabilir. Oysa bir başka yayın organı, işin dışındaymış gibi görünüp ‘zaman’ ‘zaman’ kimi şeyler söylerse, bu tıpkı halkla ilişkiler gibi daha uzun süreli ve daha inandırıcı etkiler yaratır.
Belli ki Pennsylvania’da bu işler iyi biliniyor.
01 Şubat 2011 01:12
Sizin alinti yaptiginiz yazinin devami ise su sekilde devam ediyor!
“Zaten zanlı ile ilgili tek delil cep telefonu değil. Kendi el yazısıyla yazdıklarından mahkemede verdiği savunmaya kadar her şey teğmenle Hizbuttahrir ilişkisini ayan beyan ortaya koyuyor. Teğmen de bu ilişkiyi kabul ediyor; ama onu başka bir amaca hamlediyor. Neyse. Orası başka bir mevzu. Bir kısım medyanın Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hassasiyet ölçümü bu olay sayesinde daha net anlaşıldı. Keşke tam orta yerde durup, sadece zanlıları aklama değil, iddiaları kamuoyuyla paylaşma konusunda da hassas olsalar…”
01 Şubat 2011 12:04
Dumanlı burada da yalan söylüyor ihtimal… Zanlıyı aklama derdine odatv.com dahi düşmedi. Teğmen ile ilgili diğer iddialar da dile getirildi. Hatta dendi ki bu kadar çok belge varken Emniyet neden bir de ‘ek delil’ yaratma çabasına girdi? Teğmen’in avukatları iddialarla ilgili savunmalarını bile hemen açıkladılar…
Ayrıca başka delillerin olması, bu skandalı örtmeye yetmez. Mahkeme, telefona yüklenen numaraları referans alarak sorgulama yaptı. Yani ‘suç unsurunu kuvvetlendirici delil’e girdi bu sahtekarlık.
Ekrem Dumanlı’nın yalanları günden güne tescilleniyor… Acaba yüreğine bir ağrı saplanıyor mudur vicdan azabından? Vicdan varsa tabi…
01 Şubat 2011 13:30
Dumanlı yalan söylemeyi adet haline getirmiş. İşte bu rehber yüzünden Çelebi’nin tutuklu kalmaya devam ettiğinin kanıtı olan mahkeme tutanakları:
üye hakim 1: ”mahmuz oğuz kazancı tanır mısınız bu kişiyi?”
sanık mehmet ali çelebi: ”iddianamede geçiyordu ama tanımam yani.”
üye hakim 1: ”dosya sanıklarından mahmuz oğuz kazancı?”
sanık mehmet ali çelebi: ”yok tanımam, bu hizbu-t tahrircilerin arasında sanırım,
okumuştum.”
üye hakim 1: ”herhangi bir şekilde evet, evet.”
sanık mehmet ali çelebi: ”yok hiçbir irtibatım yoktur. sadece süleyman solmaz’la başka
irtibat yok.”
üye hakim 1: ”şimdi sizin bugünkü duruşmaya başlarken bir
açıklamanız oldu. telefon rehberinin burada dökümü de var. telefon rehberindeki bazı dikkat çeken kayıtların açıklamasını yaptınız ve buradan da anlaşılıyor ki bu telefon cihaz olarak benim sonradan aldığım bir cihazdır.”
sanık mehmet ali çelebi: ”abimden aldığım evet.”
üye hakim 1: ”abimden aldığınızı söylediniz, abiniziniz süleyman
solmaz’la, mahmut oğuz kazancı’nın bir tanışıklığı, irtibatı var mıdır?”
sanık mehmet ali çelebi: ”hayır, hayır efendim.”
üye hakim 1: ”ve irtibatı yoktur.”
sanık mehmet ali çelebi: ”kesinlikle yoktur.”
üye hakim 1: ”buradaki bacanak, anneanne kay… bacanak,
kaynana1, kaynana2, eşim vesaire kayıtları tetkik edildiğinde, bu telefonun mahmut oğuz kazancı’ya ait olduğu tespit edildi. yani bu telefon cihaz olarak eşim, kaynanam vesaire kayıtları dikkate alındığında süleyman solmaz’ın kardeşi gamze solmaz ile evli olan mahmut oğuz kazancı dosyamızın sanıklarından mahmut oğuz kazancı’ya ait olduğu anlaşıldı. bu konuda bir bilginiz var mıdır?”
sanık mehmet ali çelebi: ”yok, kesinlikle yok! yani mümkün değil onlarla irtibatımızın
olması. arz etmiştim bakınız, eşim yazıyor burada eşim ben evli değilim.”
üye hakim 1: ”tamam o yüzden biz bunu araştırdık. evli olmadığınız
için ve eşim denilen kişinin gamze solmaz olduğu, kaynanam denilen kişinin fatıma solmaz olduğu.”
sanık mehmet ali çelebi: ”hı hı arz ediyorum. bilemiyorum benden önce kullanan o mudur
telefonu.”
üye hakim 1: ”kayınpederi dediği kişinin tuncer solmaz olduğu,
bütün bu kayıtlara karşılık gelen kişinin de gamze solmaz’ın kocası olan süleyman solmaz’ın eniştesi olan dosyamız sanıklarından mahmut oğuz kazancı olduğu tespit edildi.”
sanık mehmet ali çelebi: ”evet, evet hiçbir irtibatım yoktur. yani şimdi gene bir komplo
teorisi üretmek istemiyorum ama yani bunlar sonradan yüklenmiş de olabilir. bunlara alıştık biz zaten. en tehlikeli olan da bu aslında, hukuksuzluğa alışmak çok tehlikelidir.”
yine aynı günkü duruşma tutanaklarından devam edelim. çelebi’nin çapraz sorgusu devam ediyor. bu sefer soruları davanın bir diğer karar vericisi hakim, ikinci üye hakimi soruyor. çelebi’den yine telefonundaki numaraları açıklaması isteniyor. çelebi yine durumu açıklayamıyor. kısacası davada karar verecek iki hakim karşısında da şüpheli duruma düşüyor.
2. üyenin çelebi’yi sorguladığı bölümden bir bölümü şöyle aktaralım:
üye hakim 2: ”biraz önce meslektaşım hakim … bey sordu: “bu
süleyman solmaz’ın akrabası, akrabalarının bir eşinin telefon kaydınızda yer aldığı işte
bacanak, kayın anneannem, kayın annem şeklinde.”
sanık mehmet ali çelebi: ”evet.”
üye hakim 2: ”sizin kullandığınız cep makinesinde, cep telefonu
makinesinde kayıtlı olan bir numaralardan bahsedildi.”
sanık mehmet ali çelebi: ”evet efendim.”
üye hakim 2 ” peki onların senin kullandığın cep telefonunda
bulunmasının sebebi nedir?”
sanık mehmet ali çelebi: ”sebebini arz edeyim.”
üye hakim 2: ”yani dediniz ki: “abim …. bana verdi bu cep telefonunu.””
sanık mehmet ali çelebi: ”abime ait ona da sordum o öyle birini tanımıyor
kesinlikle efendim. sizden istirhamım bu araştırmanın ne zaman yapıldığı yani yapıldı mı böyle bir araştırma resmi belgeler nerededir. ayrıca teknolojik imkanlara göre imei numarasını girdiğiniz de benim telefonuma giren sim kartların hepsi çıkartılabiliyor efendim. bu kişilerin benim telefonumu kullanıp kullanmadıkları çok net bir şekilde açığa çıkartılabilir. bizim bunlarla bir irtibatımız yoktur. olası bir tezgahtır bu. bunu çıkarmakta sizin görevinizdir ve bizde bunu bekleriz burda. mutlaka açığa çıkar bu. biz gerekirse bekleriz ama.”
üye hakim 2: ”şimdi mahkeme heyeti uygun gördüğü takdirde
abinizi de tanık olarak dinler. ona da sorarız. bu konuda ben sizi bildiklerinizi sormak istiyorum.”
sanık mehmet ali çelebi:” evet efendim. gördüğünüz gibi telefon hafızasında yer alıyor. yani orda gösterdim. sim kart hafızasında öyle bir şey yok.”
üye hakim 2: ”evet.”
sanık mehmet ali çelebi: ”benimle onun arasında herhangi bir irtibat var mı, yok. volkan
çelebi’yle onun arasında var mı, yok. bunlar araştırılmıştır mutlak her halde.”
üye hakim 2: ”süleyman solmaz’ı tanıyor mu volkan çelebi?”
sanık mehmet ali çelebi:” tanımaz efendim istanbul’da o. kimse tanımaz yani bunlar
muhtemelen.”
üye hakim 2: ”peki abinizin, abinizin bu telefonu
kimden aldığının biliyor musunuz?”
sanık mehmet ali çelebi: ”bir arkadaşından almış. ben kendi telefonumu ona verdim. o
da kendi telefonunu bana verdi. yani bu telefonun mahmut oğuz kazancı tarafından kullanılması çok düşük bir ihtimal. yani olmaz denmez ama çok düşük, milyonda bir ihtimal. bence o ihtimal de söz konusu değildir, burada telefonu alanlar buraya bir takım numaralar eklemişlerdir bana göre yani kimseyi de zan altında bırakmak istemiyorum ama, bunun araştırılmasını talep ediyorum sizden. gerekli araştırmalar yapıldığı takdirde bunlarla hiçbir irtibatımızın olmadığı, abimin de irtibatının olmadığı görülecektir. yani yapabileceğimiz sadece teknik araştırmaların sonucunu beklemektir. ama bunlarla hiçbir irtibatımız yoktur bizim.”
üye hakim hasan hüseyin özese: ”şimdi bu cep telefonu yaklaşık bir sene kullandığınızı söylediniz.”
sanık mehmet ali çelebi: ”evet bir sene.”
üye hakim 2: ”bu süre içerisinde bu eşim işte bacanak, kayın
annem, gibi isimlere rastlamadınız mı?”
sanık mehmet ali çelebi: ”şimdi benim telefonumun ayarı arz ettiğim gibi sim kart
telefonlarını gösterir şekildeymiş. yani bende aslında.”
üye hakim 2: ”hep hep sim karttaki numaraları mı gördünüz hiç cep telefonu cihazında ki numaraları görmediniz mi?”
soruşturma böyle devam ediyor. mehmet ali çelebi açıklayamadığı numaralarla hakkında karar verecek iki hakim nazarında da şüpheli duruma düşüyor.
daha önce de gündeme geldi
sadece bu kadar değil…
aynı konu çelebi’ye bu duruşmadan önce de soruldu. örneğin yine telefondaki numaraların konuşulduğu 30 eylül 2010 tarihli sorgudan kısa bir bölümü buraya alalım:
üye hâkim 2: ”yine bu aynı telefonun dökümünde telefon fihristinde,
bazı matbaaların ismi geçiyor; ilhan bey vakit matbaa nedir bu, niçin kaydedildi?”
sanık mehmet ali çelebi: ”işte onlarda biraz önce arz ettiğim hususlarla ilgili efendim ben
bilmiyorum bunu. yani benden önce kullananın kayıtları da çıkmış nasıl olduğunu anlamadım ama onlarla alakam yok ben o fihristi açayım.”
üye hâkim 2: ”başka matbaa isimleri de var.”
sanık mehmet ali çelebi: ”yok onlarla bir ilgim yok demek ki benden önce kullanan bir
matbaacıymış diye yorumlayabiliriz.”
üye hâkim 2: ”matbaa yasin veya yeşil, erkan matbaa, milli
gazetede diye bir kaydınız var.”
sanık mehmet ali çelebi: ”çoğunu tanımıyorum yani, yok hiç alakam yoktur efendim.”
üye hâkim 2: ”peki siz telefonu devraldığında bunları silmediniz mi?”
sanık mehmet ali çelebi: ”benimkinde gözükmüyordu efendim. yani gözükmüyor onlar.
ama sonradan fihriste dikkat edip baktığımda, bana ait olmayan numaraları gördüm. orada nasıl bir teknik konu var. galiba bunu danışmamız gerekiyor.”
üye hâkim 2: ”yani bu nokia 66 70 nolu telefonun çözümünü
yapmışlar bunlar çıkıyor.”
sanık mehmet ali çelebi: ”evet benim hattımda değil o galiba telefon hafızasında, benim
hattımda gözükmüyor onlar yani takar bakarsanız eğer varsa telefon burada olması lazım onlar gözükmez, o telefonda burada olması lazım bakılabilir.”
01 Şubat 2011 13:39
bu kadar açıklıkla yalan söyleyenlerin, kafası gerçekten “dumanlı”/dumanlanmış olanların cumhuriyet için ne gibi niyetler beslediğini gelin siz düşünün…
01 Şubat 2011 18:43
Emin Şirin Nazlı Ilıcaktan ayrılmadan önce beraber Amerika’ya gittikleri bir gün Fetullah Gülen’i ziyaret etmişler.Orada Nazlı askerden şikayetçi olunca Fetullah Gülen”hiç merak etmeyin ,yakında bizden biri Genelkurmay’ın başına geliyor ,aslında biz onun albaylığa kadar yükselmesini bile beklemiyorduk”demiş.Bu olay Emin Şirin tarafından nakledildi ve basında yer aldı.Geçen gün yandaş gazetelerden birinde Çetin Doğan hakkında yazılan sekiz adet ihbar mektubunun Hilmi Özkök tarafından ciddiye alıp dosyalandığını okuyunca aklıma bu olay geldi.Dedikodu mahiyetinde yazılan,ispatı olmayan mektupları ciddiye alıp insanları kamu oyu önünde mahkum edeceksek,o zaman Hilmi Özkök’de Fetullahçı olduğu bizzat F.Gülen’in ağzından söylendiğini için ihbar kabul edilip hakkında işlem yapılmalıdır.
02 Şubat 2011 06:30
Oooo.. Millet uctu artik bu blogta 🙂 Yok daha neler…
02 Şubat 2011 06:50
Birilerinin islem yapmasini beklemeyin Solmaz Hanim, hemen suc duyurusunda bulunun bence…
Bir de “sukut ikrardan gelir” derler o yuzden mi bilmiyorum ama Dogan PAsa’nin bu mektuplar hakkinda bir aciklama yaptigini henuz duymadim. Keza sayin Dogan ve Rodrik’in Sabah gazetesinde cikan Genelkurmay arsivine girmis bu 8 sikayet mektubu ile ilgili haberi su ana kadar gormezden gelmis olmalarini da gayet ilginc buldugumu ifade etmeliyim!
02 Şubat 2011 07:12
“Keza sayin Dogan ve Rodrik’in Sabah gazetesinde cikan Genelkurmay arsivine girmis bu 8 sikayet mektubu ile ilgili haberi su ana kadar gormezden gelmis olmalarini da gayet ilginc buldugumu ifade etmeliyim!”
Fmerakli:
Gercekten merak ettigim icin soruyorum, yanlis anlamayin ama, neden?
02 Şubat 2011 08:38
Cunku bugune degin Dogan pasa hakkinda gercege aykiri olduklarina inandiklari haberlere iliskin bu blogta itirazlarini dile getirmislerdi de ondan. Miroglu’nun yazisinda Cetin Dogan ile ilgili olan bolum ya da Cetin Dogan’in sozlerinin carpitildigini ifade ettikleri “Zaman’dan baska turlusunu beklemezdik” ya da “Sabah gazetesinin gayretkesligi ve isaret ettikleri” baslikli blog yazilari ya da Dogan Pasa’nin seminerde kullandigi ultimatom tabiri uzerine blogta yazdiklari yazi vs. vs.
Merakinizi giderir mi bilmiyorum ama daha once benzer durumlarda yapmis olduklari bir seyi bu haberle ilgili olarak yapmamis olmalarindan dolayi ilginc buluyorum…
02 Şubat 2011 17:25
Sayin fmerakli,
diyelim ki bu mektuplar gerçek ve o mektuplarda Çetin Doğan’ın suç işlediğine dair (üstlerine hakaret, hükümete ultimatom vb. gibi) görüşlere yer veriliyor. O dönemde bu konuda açılmış bir soruşturma ya da bu durumu kanıtlayan bir belge olmadıkça o mektupların herhangi hukuki bir değeri var mı sizce? Şikayet mektuplarına dair değerlendirmeyi yapacak olan o dönemim Genelkurmay Başkanlığı’dır. Onlar da, ya bir değerlendirme yapıp iddiaların temelsiz olduğunu saptamışlar ya da herhangi bir değerlendirme yapmamış olacaklar ki hukuki bir girişimde bulunulmamış. Bu konuda blog yazarlarının açıklama yapmalarının da aynı derecede hukuki hiçbir karşılığı yok, o nedenle açıklama yapılması beklentinize anlam vermekte zorlanıyorum.
02 Şubat 2011 02:06
Biz aşağıda imzası olan barolar, demokrasi için bu duyuruyu, çok geç olmadan, duyarlı kamuoyu ile paylaşıyoruz:
1. 12 Eylül 2010 “referandum”unda Anayasa’da yapılan değişikliklerle, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) siyasal iktidarın doğrudan ve dolaylı etkisine açık şekilde yapılandırılmıştır.
2. Ne yazık ki bu “referandum” öncesinde halkımız Anayasa değişikliklerinin içeriği ve gerçek amacı konusunda bilgilendirilmemiş veya yanlış bilgilendirilmiştir.
3. Sivil toplumu oluşturan hiçbir kesimle uzlaşılmadan alelacele yapılan bu Anayasa değişikliği sonrasında, HSYK, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir dairesi haline getirilmiştir. Bundan sonra Yargıtay ve Danıştay da yürütme organına bağımlı kılınmak istenmektedir. Nitekim HSYK kısa bir süre içinde yaptığı tasarruflarla bu kuşkuları doğrulamış ve güven kaybına neden olmuştur.
4. Siyasi iktidar, 2007 yılında hazırladığı yasa tasarısıyla Yargıtay’ın üye sayısının 150 ile sınırlandırılmasını öngörmüştür. Bugün ise HSYK’nın siyasi iktidara doğrudan veya dolaylı şekilde bağımlı hale getirilmek suretiyle yeniden yapılandırılmasından sonra, Yargıtay’ın üye sayısı 250’den, 387’ye, Danıştay’ın üye sayısı 95′ten 151’e çıkarılmak istenmektedir.
5. HSYK’nın açıklandığı şekilde yeniden yapılandırılmasından sonra, bu iki yüksek mahkemenin üye sayısının bir anda, daha önce Cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde arttırılmak istenmesinin nedeni, siyasi iktidara bağımlı bir yüksek yargı yaratmaktır.
6. Bilindiği üzere Yargıtay ve Danıştay’a üye seçimi, siyasi iktidara bağımlı hale getirilmiş bu HSYK tarafından yapılacaktır.
7. Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayısının artırılmasına gerekçe olarak gösterilen iş yükünün sebebinin, öncelikle, ilk derece mahkemelerindeki ve soruşturma evresindeki yapısal sorunlar olduğu açıktır. Buna rağmen kamuoyu, yanlış bilgilendirilmekte ve yüksek mahkemelerin üye ve daire sayısının artırılmasının tek çözüm olduğuna inandırılmak istenmektedir. Oysa yapılmak istenen, Yargıtay ve Danıştay’ı, iş yükü bahane edilerek, yürütme organına bağımlı hale getirmektir. Yüksek yargının yürütme organına bağımlı kılınması sonucunda, demokrasinin vazgeçilmez şartı olan kuvvetler ayrılığı ortadan kalkacaktır.
8. Yargıtay’ın yeniden yapılandırılmasında siyasi iktidarın niyetini en açık şekilde ortaya koyan düzenleme, yeni üyelerin atanması ile birlikte Birinci Başkanlık Kurulu’nun kendiliğinden lağvedilmesinin öngörülmesidir.
9. Birinci Başkanlık Kurulu’nun başlıca görevleri, Yargıtay Başkanı, Yargıtay Başsavcısı, Yargıtay daire başkanları ve üyeleri hakkında ceza soruşturması yapmak ve kamu davası açılmasına karar vermek; ayrıca üyelerin hangi dairelerde görevlendirileceğini belirlemektir.
10. Tasarıya göre, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, yeni üyelerin de katılımıyla yapılacak seçimle yeniden oluşturulacaktır. Böylece siyasi iktidar bu önemli organı istediği şekilde belirlemiş olacaktır.
11. Yeniden yapılandırılmış HSYK eliyle yeniden oluşturulmak istenen Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun dolaylı da olsa bu şekilde siyasi iktidarın etki alanına alınması sonucunda Yargıtay’da, Yargıtay başkanı da dahil olmak üzere, hiçbir yüksek hakimin teminatı kalmayacaktır.
12. Dikkatimizden kaçmayan bir diğer husus ise, siyasal iktidarın Anayasa’ya aykırı bir biçimde, Anayasa Mahkemesi’ni, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üstünde bir temyiz mercii haline getirmek istemesidir. Siyasi iktidar, Anayasa Mahkemesi’ne, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın kararlarını iptal etme yetkisi vermektedir. Bu düzenleme Yargıtay ve Danıştay’ı işlevsiz kılacaktır. Ayrıca bireylerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapmadan önce Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapması gerekeceğinden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapma hakkı çok uzun yıllar geciktirilerek fiilen yok edilecektir.
13. Referandumla başlandığı iddia edilen demokratikleşme süreci içerisinde, yürütme organı, kendine bağlı bir yargı yaratmaya çalışmak yerine, adil yargılanma ve savunma hakkını hiçe sayan özel görevli ağır ceza mahkemelerini derhal kaldırmak suretiyle yargıda reform çalışmalarına başlamalıdır.
14. Siyasi iktidardan beklentimiz, yargıdaki iş yüküne ve kronikleşmiş sorunlara, barolarla işbirliği içinde gerçekçi çözümler üretmesi; yargının kurucu unsuru – bireylerin hak ve özgürlüklerinin güvencesi olan avukatların vazgeçilmez konumunun yargının diğer unsurlarınca benimsenmesini sağlaması; bu çerçevede, avukatlara karşı adliye binalarında dahi her gün uygulanan ayrımcılıklara ve çıkarılan anlamsız zorluklara son verilmesini sağlamasıdır.
15. Haklı kaygılarımız, oluşturulmak istenen sisteme yöneliktir. Çünkü hukuk devletinin ve demokrasinin güvencesi, kişiler değil, kurulan sistemdir. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın bu şekilde yeniden yapılandırılması ve siyasi iktidara bağımlı hale getirilmesinden sonra bu kez aynı yapının Yargıtay ve Danıştay için öngörülmesi, hukuk güvenliğini tamamen ortadan kaldıracak ve telafisi mümkün olmayacak bir tahribat yaratacaktır.
16. Hukukun özgürlükleri güvence altına almadığı bir sisteme demokrasi adını vermek mümkün değildir. Bu yapı gerçekleştiği takdirde, siyasi iktidara yakın olunmadığı sürece hak aramak ve hak almak mümkün olmayacaktır. Bu düzenleme ile artık iktidarın, yani üstünlerin hukuku ve yargısı yaratılacaktır.
17. Hukuki güvenliği tamamen yok edecek, Türkiye’yi hukuk devleti olmaktan tamamen çıkaracak, totaliter bir rejime zemin hazırlayacak böyle bir gidişe karşı koymak ve toplumu uyarmak hukukçuların, baroların ve bütün sivil toplum kuruluşlarının tarihsel bir görevidir.
18. Toplumumuzun, hangi siyasi parti iktidarda olursa olsun, yürütme organının yargı üzerindeki etkisini ortadan kaldıracak, yargının bağımsızlığını sağlayacak yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır. İnsan haklarına, hukukun üstünlüğüne, evrensel hukuk ilkelerine dayalı, toplumsal uzlaşmayı gerçekleştirecek, demokrasinin önündeki bütün engelleri kaldıracak ve sağlıklı bir demokrasi açısından tehlikeli boyutlara gelmiş kutuplaşma ve ayrışmalara son verecek yeni bir anayasa hazırlanması için üzerimize düşen bütün sorumlulukları yerine getirmeye hazırız.
19. Biz aşağıda imzası olan baroların yaklaşımı, eleştirmekten öte, kalıcı ve evrensel hukuk ilkelerine uygun çözümler üretmektir. Bu amaçla, yasama ve yürütme organlarıyla ve ilgili bütün kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmaya hazır olduğumuzu ilan ederiz.
“Demokrasi adına” yapıldığı ileri sürülen uygulamalarla demokrasimiz telafisi çok zor zararlara uğramadan ve kişi özgürlüklerimiz tamamen güvencesiz bırakılmadan önce duyarlı kamuoyunun bilgisine saygıyla sunulur.
DESTEK VEREN BAROLAR (24 Baro)
ADANA
AMASYA
ANKARA
ANTALYA
ARTVİN
AYDIN
BALIKESİR
BİLECİK
BOLU
BURSA
DENİZLİ
EDİRNE
ESKİŞEHİR
GİRESUN
İSTANBUL
KAYSERİ
KIRIKKALE
KOCAELİ
MANİSA
MUĞLA
SİNOP
TEKİRDAĞ
TUNCELİ
UŞAK
02 Şubat 2011 06:56
39 Baro Baskani’ndan yargi reformuna destek deklarasyonu
GECİKEN ADALET, ADALET DEĞİLDİR
Ülkemizde son günlerde yargısal odaklı tartışmalara sıklıkla tanık olunmaktadır. Özellikle de Yargıtay Başkanı sayın Hasan GERÇEKER’in yüksek yargının içinde bulunduğu durumu; “YARGIDA YANGIN VAR” şeklinde nitelendirilmesi sorunun vahametini açıkça ortaya koymaktadır.
Gerçekten bugün itibarıyla Yargıtay’da bekleyen dosya sayısı 1.700.000 civarındadır. Yine sayın Yargıtay Başkanının ifadesiyle torbası açılmayan 50.000 dava dosya bulunmaktadır. Hatta ve hatta Yargıtay’da yer yokluğundan dolayı 400.000 civarında dava dosyası Ankara PTT’lerinde Yargıtay binasına gideceği günü beklemektedir. Yargıtay’da her yıl 18.500 civarında dava dosyası zamanaşımına uğramaktadır. Görülüyor ki; Yargıda gerçekten de yangın vardır. Oysa gerek Yargıtay ve gerek Danıştay’ın sayın Birlik Başkanımızın da ifade ettiği gibi birer içtihat mahkemesi olması gerekirken, mevcut daire yapısı ve işleyişi ile bu özelliğinden oldukça uzaktadır. Temyiz dosyalarının olağanüstü fazlalığı, daire, üye, tetkik hâkimi ve personel azlığı gerek Yargıtay ve gerekse Danıştay’ı birer içtihat mahkemesi olmaktan uzaklaştırmıştır. Dava dosyaları yıllarca inceleme sırası beklemektedir. Oysa adalet zamanında ve de hakkaniyete uygun bir şekilde tahakkuk ederse anlamlıdır. Vatandaşlarımızın beklentisi davalarının makûl bir sürede ve hakkaniyete uygun bir şekilde sonuçlandırılmasıdır. Geciken adaletin, adalet olmadığı kabul edilen bir olgudur.
Sorunun zaman geçirilmeksizin çözüme kavuşturulması tartışmasızdır. İstinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesinin yanında yıllardır bekleyen dava dosyalarının bir an önce görülmesi ve böylelikle adaletin tesis edilebilmesi için gerek Yargıtay ve gerekse de Danıştay bünyesinde yeni dava dairelerinin kurulması kaçınılmazdır. Özellikle yüksek yargı yerlerinde bekleyen dava dosyalarının akıbeti sürekli biz avukatlara sorulmaktadır. Hatta vatandaşlarca davaların sürüncemede kalmasına neden meslek mensuplarımız gösterilmektedir. Süregelen uygulama vatandaşlar ile biz avukatları karşı karşıya bırakmıştır.
Gerçek durum bu iken, siyasi söylem ve kaygılarla vatandaşımızın adalet arzusu ve beklentileri göz ardı edilemez. 12 Eylül 2010 tarihli Referandum ile halkımızın hür iradesiyle ortaya koyduğu olguya ve yine yargı kademesinde görev alan hâkim ve savcılarımızın özgür iradeleriyle belirledikleri Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısına saygı duyulmalıdır. Aksi halde yersiz ve kısır tartışmalar nedeniyle yargısal faaliyetin aksayacağı açıktır. Oysa ülkemizin dört bir yanından vatandaşlarımız, davalarına makul bir sürede ve hakkaniyete uygun bir şekilde bakılmasını beklemektedir. Öte yandan Kurul’ca, oluşacak yeni dairelere atanacak hâkim ve savcılarımıza kuşkuyla bakılması da anlamsızdır. Yıllarını ülkemizin değişik yerlerinde çalışarak geçiren ve temayüz eden hâkim ve savcılarımız da en az hali hazırda Yargıtay ve Danıştay dairelerinde görevli üyeler kadar hak sahibidir. Hâkim ve savcılarımızın Kurul kararları ile değil, verecekleri yargı kararları ile değerlendirilmesi gerekir.
Öte yandan halk oylaması ile hukuk sistemimize kazandırılan, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunma hakkına da kuşkuyla bakılmaması gerekir. Özellikle ülkemiz aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince sıklıkla verilen ihlâl kararlarının sayıca azalması, Anayasa ve Sözleşme ile güvence altına alınan hak ihlâllerinin iç hukukta giderilmesi son derece önemlidir. Avrupa ve Güney Amerika’da da bulunan bu yöntemin sayın Birlik Başkanımızın da 31 Ocak 2011 tarihli basın toplantısında ifade ettiği üzere, Anayasa Mahkemesinin; Yargıtay ve Danıştay ile diğer yüksek mahkemelerin üzerinde ve bu mahkemeler tarafından verilecek tüm kararların son inceleme mercii haline getirilmemesine özen gösterilmelidir.
Ülkemizin çok ciddi ve radikal ölçekte bir yargı reformuna ihtiyaç duyduğu açıktır. Esasen bu olgu sağduyulu tüm kişi ve kurumların da kabulüdür. Yargısal reform yapılırken her türlü önyargı ve statükocu anlayıştan uzaklaşıp, toplumsal ihtiyaç ve beklentilerin karşılanarak yapılması gerekir. Halkımızın sorumlu tüm kişi ve kurumlardan beklentisi de budur.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Destek veren barolar (24 baro)
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Batman
Bingöl
Bitlis
Burdur
Çankırı
Çorum
Düzce
Elazığ
Erzurum
Gümüşhane
Hakkari
Iğdır
Kahramanmaraş
Kars
Kırklareli
Karaman
Kırşehir
Konya
Kütahya
Malatya
Mardin
Muş
Ordu
Osmaniye
Rize
Sakarya
Sivas
Şanlıurfa
Şırnak
Tokat
Trabzon
Van
Yozgat
Zonguldak
02 Şubat 2011 15:21
Rize barosu bu bildiriye imza atmadığını,sahtekarlık yapıldığını açıkladı…sanırım bazı barolar için de bu oldu…bakanlıkça oluşturulmuş bu HSYK ya destek verebilmek için , hükümetin etek öpücüsü olmak gerek..bir kısmı zaten öyle.Dikkat çeken husus şu ki, sahtekarlıkların hangi cenahta alıp,başını gittiği dikkat çekici.
02 Şubat 2011 11:15
Zaman Gazetesi’yle ilgili aklima takilan seyleri defalarca dile getirdim. Daha once de verdigim bir link uzerinden bir konuyu, bu baslik altina tasiyarak bunlari daha derli toplu ifade etmek istiyorum:
Oncelikle farkli davalarin gazete ve gazetecilerce ele alinislarindaki fark uzerinde duracagimi belirtmek isterim. Yani asil konu gazetelerde degisik davalarin haber yapilmasina verilen hukuki tepkiler. Baktigim veriler de Cihaner’le ilgili davayi haberlestiren Radikal yazari Ismail Saymaz ile Zaman Gazetesi’nin Balyoz’u ele alis bicimleri.
1. a) Bianet, 13.5.2010’da Cihaner Davasi’ni haberlestirmesi uzerine, Saymaz’a acilan davayi soyle veriyor:
“Ergenekon”u Yazan Gazeteci Saymaz’ın 54 Yıl Hapsi İstendi
Radikal gazetesi muhabiri İsmail Saymaz hakkında, tutuklu Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve eski Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’e gözaltındayken sorulan soruları haberleştirdiği için açılan davaların toplamı 6’yı buldu.”
Tümü de Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan bu davalar kapsamında Saymaz, 18 Şubat 2010’da yayımlanan “Savcı Cihaner’e neler sorulmuş neler” haberi nedeniyle 23 Haziran’da, 12 Şubat 2010’da çıkan “Keneyle suikast çaycıyla darbe” haberi nedeniyle 15 Temmuz’da, 20 Şubat 2010’da yer verilen “Cihaner: Çiçek’i tanımıyorum, görmedim- Çiçek: Erzincan’da kimseyi tanımıyorum” ve “Çiçek’i tanımam bu sizin kurgunuz” haberleri kapsamında 21 Temmuz’da, 22 Şubat 2010’da yayımlanan “Dursun Çiçek ile buluştun mu?” haberi nedeniyle de 20 Eylül’de hakim karşısına çıkacak.
Saymaz’ın yargılanma nedenlerinden biri de, Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘görevini kötüye kullanmak’ iddiasıyla yargılanan ve dosyanın gizli tanığı olduğu iddia edilen eski İliç Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt’un Adalet Bakanlığı’na gönderdiği savunmayı, “Ergenekon’un En Uçuk Kaçık Hali de Erzincan’da” şeklinde aktarması oldu.
8, 13, 15, 16 ve 21 Nisan günlerinde açılan davalar kapsamında Saymaz’ın, Ceza Yasası’nın (TCK) 285 ve 288. maddeleri uyarınca ve “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ve “gizliliği ihlal” iddiasıyla 54 yıla kadar hapsi isteniyor.”
1. b) Zaman’a donuyoruz. Bu blogda cesitli kereler yalan haber yaptigi ortaya konan, Balyoz konusunda Pinar Dogan ve Dani Rodrik olayin ustune gittikce agresiflesen Zaman’a. Burada daha once konu edilen haberleri bir de ben verecek degilim, Pinar Dogan ve Dani Rodrik zaten bir cok ornegini sundular. Ama, tekrar edeyim, daha ilk Baransu’nun bavulundan cikan Balyoz CD’leri hakkinda Pinar Dogan ve Dani Rodrik kamuda biraz seslerini duyurabilmeye basladiklari zaman, bir anda sanik avukatlarina verilmeyen CD resimleri Zaman gazetesine veriliyor ve Zaman bunu haber yapiyor dahasi meslegi artik gazetecilik olan Emrullah/Emre Uslu bu fotografi ne idugu belirsiz mechul bir grafologa gosterip bes harf uzerinden kesin kanit ve bulgu elde etmis oldugunu duyurarak CD’nin uzerindeki yazinin Suha Tanyeri’ne ait oldugunu duyuruyor; Zaman daha Golcuk’ten cuvallar cikar cikmaz yaptigi haberde binlerce sayfanin teferruati hakkinda bilgi sahibi ve dahasi, bunlarin hangi dava klasorlerine girecegini onceden haber veriyor. Bunlarin hepsini biraktim, goz gore gore yalan haber yapiyor.
Soru: belli ki hem Saymaz orneginde hem de Zaman Gazetesi orneginde “iceriden” (? kim? Emniyet? Adliye?) bilgi sizdiran veya kendileriyle isbirligi yapan var. Tamam. Ne oluyor peki? Saymaz’a “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”ten 54 yil (simdilerde 79’a kadar cikmis o rakam sanirim) dava aciliyor, obur tarafa bakiyoruz, hicbir sey.
2. a) Bianet’ten:
“Bakanlık “kaynağın ne?” diye sordu
Yaklaşık 20 gün önce, Erzincan Davası’nı Postmodern Cihad’ adıyla kitaplaştıran Saymaz’a, Adalet Bakanlığı’ndan gönderilen yazıda, haber kaynağının açıklanması istenmişti.”
Haberin tumu burada:
http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/121940-ergenekonu-yazan-gazeteci-saymazin-54-yil-hapsi-istendi
2. b) Simdi, madem adli davanin seyrini etkiliyor sizmalar, Zaman’in gaipten haberciligine, sanik avukatlarinin sahip olmadigi imtiyazla CD resimlerinin yayinlamasi uzerine Emrullah/Emre Uslu’nun davaya disaridan mudahil olarak “bilirkisi” raporu alip kesin yorumlarda bulunmasi davanin adil bir sekilde seyrini etkilemiyor mu?
Soru: Simdi, “kaynagini acikla” demek sizdiranin davanin seyrini degistirmek gibi bir motivasyonla hareket ettiginden suphelenildigini gosterir. Peki Zaman’a bunlari sizdiran kisi/ler/in motivasyonu nedir? Neden her iki davanin basinda ele alinis bicimine bu kadar farkli hukuki muamele yapiliyor?
Bu arada ekleyeyim hemen, Ismail Saymaz pek tanidigim bir gazeteci degil, bazi haberlerine rastlamistim ama
asil kendisine yapilan muamele IPI (Uluslararasi Basin Enstitusu) tarafindan kinaninca daha da dikkatimi cekmisti.
Bunlarin isiginda da, sunu soyleyeyim, ben kimsenin basin ozgurlugu kisitlansin demiyorum. Ama madem Zaman Gazetesi’nden bahsediyoruz, basimi kaldirdigimda bir onceki girislerin yargi ve hukuk uzerine barolarin farkli duruslar almasindan bahsediyoruz, bunlarin ortustugu iki noktayi dile getirmek istiyorum:
* Neden Zaman Gazetesi yaptigi haberlerde bir cok sahibe oldugu halde, hicbir hukuki yaptirim olmadan devam edebilirken, karsit bir davada kiyaslanabilecek bir durus sergileyen birisi hakkinda simdi 70 kusura varan yil istemiyle dava aciliyor? Bu farkli muamelenin sebebi nedir?
* Bu durum, hukukun isine gelindigi gibi keyfi bir sorgulama, susturma amaciyla bastirma, obur taraftan isine gelinmediginde pekala goz ardi edilebildigini gosteriyor. O zaman da, insan merak ediyor, goz ardi edilen neden Zaman’dir?
Bu tur tartismalardan sonra belki bugun Cetin Dogan’la ilgili mektup sizintisinda oldugunu gordugumuz gibi
baska bir gazetede baska sekillerde karsimiza cikacak bu sizintilar. Ama bunlarin hicbiri Zaman’in altinda bulundugu sahibeleri degistirmeyecek; ortaya somut bulgular konmadikca.
Son olarak sununla kapatiyorum:
Eger Turkiye basin acisindan cok ozgur bir ulke olsaydi, belki bunlar bu kadar dikkat cekmezdi. Ama Turkiye oyle bir ortamdan cok uzak maalesef ve bu durum dikkat cekiyor.
02 Şubat 2011 11:42
Tekrar ediyorum: kullandigim her iki ornek de zaten acilmis davalarin uzerinden yapilan gazete haberlerinin hukuki surece tabi tutulup tutulmadigi. Soz konusu ilk davanin (Cihaner ve Balyoz) nasil acildigi, neden acildigi, icerigindeki farkliliklar, vs benim burada uzerine egildigim konu acisindan kapsam disi. Benim burada deginmeye calistigim, neden farkli bir hukuki muameleye tabi tutulmus iki tane gazetecilik ornegi ile karsi karsiya oldugumuz sorusu. Zira bir gazetecinin yaptigi haberle (Ismail Saymaz) suclandigi ihlaller, oburunde (Zaman) hayli hayli mevcut.
02 Şubat 2011 15:26
konuyu haber tadında derlemişsin…bilgi sahibi oldum,teşekk.
02 Şubat 2011 11:27
Bir not daha: Gulen hareketi hakkinda kitap yazan Hanefi Avci, kamuoyuyla dalga gecer gibi bir sol orgutle iliskilendirilerek hapse atildi. Onun sesini neden hicbir gazeteden duyamiyoruz?
02 Şubat 2011 12:26
Sayın fmeraklı,
Ben dedikoduları ciddiye alıp işlem yapanları eleştirmek için o yorumu yaptım.Her işyerinde birilerine yaranmak,birilerinin ayağını kaydırmak için dedikodu,ihbar mektupları,yalan,iftira gibi şeylere başvurulabilir.Bunları delil olmadan işleme koyanları eleştirmek için yazdığım bir yoruma farklı anlamlar vermenize şaşırdım.Eğer o mektuplarda yazılanlar ciddi şeylerse Hilmi Özkök neden Ç.Doğan için bir soruşturma açtırmamıştır.Mektupları ciddiye alıp dosyalattığına göre bir soruşturma açtırması gerekmez miydi?TSK fesat yuvası mıki dedikodular haber olmaya başladı.Her dedikoduya itibar edilecekse o zaman Emin şirin’in söylediklerine de itibar etmeli miyiz?
02 Şubat 2011 15:42
Sanıyorum ki, bu blog, Çetin Doğan’ın iyi-kötü bir insan olup-olmadığını ,mesleğinde başarılı olup-olmadığını vs. anlatmak,göstermek için oluşturulmadı.Sanığı olduğu balyoz adlı dava yı sorgulamak için oluşturuldu. Kimse de, davaya ait görüşlerini bu konuların malzemeleri (mektup muş,şikayetmiş vs.)ile izah etmeye kalkışmasın, durum daha da komik bir hal alıyor,alacak !
10 Şubat 2011 05:48
Sayın Pınar Doğan; Ekrem Dumanlı’ya sorar mısınız, şuan Yeni Şafak gazetesinde çalışan eski Zaman Muhabiri Kamil Maman gizli tanık Dilovası ile nasıl görüşmüş, randevuyu kim ayarlamış, gizli tanığın gizli tanık olduğunu kim söylemiş? Bunlar Türkün zekası ile kafa bulmaya başladılar iyice…
06 Ağustos 2011 11:26
yanlız emniyet telefon rehberini telefona yüklediğini kabul etmemiş “rehber dökümüne eklenmiş” diyor zaman gazetesi de bunu görüyor sadece.
27 Ocak 2012 13:55
Emniyet yalan söylemekte. Zira cep telefonunun cekilen resimlerinde yüklenen numaralar alenen görülmekte. Yani numaralar telefona yüklenmis. Emniyet yalan söylüyor.
27 Ocak 2012 22:20
neye üzülüyorum biliyormusun, bizleri korumakla görevli güvenlik kuvvetlerin açıkça hemde yüzümüze bakarak yalan söylemesi, işledikleri suçları bir yana bıraktım artık.