(Yavuz Baydar’in Today’s Zaman’da bugunku yazisi uzerine Dani kendisine su mektubu atti.)
Sayin Baydar
Korkarim bazi yadsinilmaz gercekleri gormek istemiyorsunuz. Kisaca belirteyim:
1. 2003’te üretilmiş gibi gösterilmeye çalışılan bir belgenin içinden sonraki senelere ait (ve önceden bilinmesi mümkün olmayan) bilgiler çıkarsa, demek ki o belge daha ileri bir tarihte üretilmiştir; yani o belge sahtedir.
2. Golcuk’ten cikan belgelerin bir kismi bu sahteligi kanitlanmis belgelerin aynisi. Sahte bir belge, nereden başka örnekleri çıkarsa çıksın gene sahtedir.
3. Golcuk’ten cikan yeni belgeler ayni turden, imzasiz, dijital, bilgisayar ortaminda uretilmis, tarih ve kullanici adlari kolayca degistiriebilecek belgeler. Bu belgelerde simdiden benzer zamanlama celiskileri bulduk (ilgileniyorsaniz blogumuza bakabilirsiniz).
Bizi amatorlukle suclamak sizin bileceginiz is. Ama bunu yaparken hic olmazsa ortaya cikardigimiz (yukarida ozetledigim) bulgulara cevap vermenizi beklerdik. Biz sonuclarimiza dedikodu ve genel varsayimlar uzerinden degil, herkesin gorebilecegi ve saptayabilecegi bulgularla variyoruz.
Ayrica, isminizle sayginlik kazandirdiginiz Zaman gazetesinin Balyoz konusunda israrla kasitli, yalan ve yaniltici haber yaptigini da bilmiyor olamazsiniz. (Bolca orneklerini gene blogumuzdan gorebilirsiniz.) Sizin gibi yalan haberlerin dogrularini ortaya cikarmak icin eskiden cok gayret sarfetmis birinin boyle bir gazete ile calisiyor olmasi benim icin ayri bir muamma. Bunu da soylemek zorundayim.
Dani Rodrik
21 Ocak 2011 16:58
Yazdiginiz kitabin icindeki teori ve bilgiler gecerliligi, dogrulugu ve ihtimal dahilinde oldugu, bir ay bile gecmeden tum Turkiye tarafindan tartisilir hale geldi. Hangi profesyonellikle bunu acikliyorsunuz?
21 Ocak 2011 18:34
Cumlenin dogrusu soyle olacak: “Yazdiginiz iddianamenin icindeki delillerin gecerliligi ve dogrulugu bir ay bile gecmeden tum Turkiye tarafindan tartisilir hale geldi. Hangi profesyonellikle ve hukukcu kimliginizle bunu acikliyorsunuz?”.
Bir baska ve versiyon da soyle olabilir: “Yazdiginiz iddianamenin icindeki delillerin tutarsizligi ve hatta sahteligi bir ay bile gecmeden tum Turkiye tarafindan kabul edilir hale geldi. Hangi profesyonellikle ve hukukcu kimliginizle bunu acikliyorsunuz?”
22 Ocak 2011 13:30
Lutfen soyler misin sadece donanmadan cikinca, imzasiz word belgeleri nasil delil oluyor? Bunlar saniklarin evinde mi ele gecmis?
Hadi bize anlat, donanmada ele gecmeleri, bu delilleri nasil yuzde yuz gercek haline getiriyor?
Ama konuyu baska yerlere cekme oyunlarina basvurmadan, ayak yapmadan, sadece su sebepten dolayi bunlar gercek de, eger diyebiliyorsan.
21 Ocak 2011 17:13
Belki DOgan ve Rodrik’in gormedigi ya da gormekde zorlandiklari sey su:
Ortaya cikan seyin boyutu, detaylari, icerigi, ortaya cikis sekli ve yeri o kadar buyuk ve dehset verici ki bu blogta ileri surulen kimi tarih celiskileri insanlarin dikkatini bile cekmiyor artik.
Bir de tabii Dogan ve Rodrik’in bulduklari tutarsizliklari Balyoz davasinin butunune, tum belgelerine yansitmak gibi bir cabalarinin olmasi da bir sikinti yaratiyor. Bir CD’nin icinden cikan bir belgenin tutarsizlik gostermesi, o CD’deki butun belgelerin sahte oldugu anlamina herkes icin gelmiyor. Mahkeme ne dusunecek bilmem ama sayginligi ve guvenilirligi bugune degin bir tartisma konusu olmamis ve eminim Dogan ve Rodrik tarafindan da takdir edilen Yavuz Baydar gibi bir ismin, sayin Rodrik’in yukaridaki cevabina konu olan yaziyi yazma noktasina gelmesi bile tek basina o kadar cok sey soyluyor ki.
Oldurulecek gazeteciler listesi, bombalanmaya uygun olan ve olmayan camiler listesi, tutuklanacak subaylar listesi, askerio personel fisleme listesi vs. vs. gibi kamuoyunu dehsete dusuren planlar yayinlanirken, ilac firmasinin ismi oyle degildi boyleydi, Ege Ordu mu denir Ege Ordusu mu denir gibi argumanlarla kamuoyunda onemli bir ses getirmek bana cok mumkunmus gibi gorunmuyor.
Yanlis anlasilmasin bu tutarsizliklari onemsizlestirmek degil amacim, ki daha oncede bunlarin mahkemede aciklga kavusmasi gerektigini yazdim.
Ama Dogan ve Rodrik de icinde tarih tutarsizligi olan belgeler nedeni ile butun belgelerin sahte oldugunu one surdukleri surece soylediklerinin kamuoyunda ve basinin kucuk bir kismi haric genelinde bir yansimasi olmayacaktir diye dusunuyorum. Baksaniza Hurriyet gazetesi Golcuk belgelerini gormedi ama, bu Dogan ve Rodrik’in bu blogta ortaya koyduklari tutarsizliklari da gormuyor…
Uzun lafin kisasi, Yavuz Baydar gibi birine bile o yaziyi yazdiran ruzgari tersine cevirmek bana cok zormus gibi geliyor…
21 Ocak 2011 17:29
Bir onemli nokta da Yavuz Baydar yazisinda Golcuk’te ele gecirilenler arasinda harddisklerin oldugunu da ifade ediyor. Ben bu yonde bir bilgiyi gazetelerin haberlerinde hic gormedim, eger bu harddiskler Balyoz planlarinin hazirlandigi bilgisayarlara ait harddiskler ise delillerin niteliginin onemli olcude degisecegini soylemek sanirim mumkun…
21 Ocak 2011 17:35
Evet. Bu ‘hard diskler bulunursa cozulur’ seklinde evvelce yapilan yayinlar benim de dikkatimi cekmisti onun icin sormustum burada, Can bey de cevap vermisti.
21 Ocak 2011 17:43
Sagolun Bulent Bey, ben o yorumlari gozden kacirmisim. Can Bey’in soyledikleri makul gorunuyor, eger bu harddisk meselesi dogru ise bilirkisilerin ne diyeceklerini de bekleyip gormek lazim.
21 Ocak 2011 17:55
Uzun lafin kisasi, Yavuz Baydar gibi birine bile o yaziyi yazdiran ruzgari tersine cevirmek bana cok zormus gibi geliyor…
Su veya bu sekilde TSK mensuplarinin uzerlerine gidilmesini saglayan bir ruzgar var zaten. Burada davayla dogrudan alakali olmayan ama memleketle alakali olanlarin asil meselesi herhalde ‘seyirci ne dusundu’ ‘fesmekan muteber adam ne dedi’ gibi seylerden ibaret degil. Ortada — belki dediginiz gibi onemsiz gorulse de — hem delillerle ilgili hem yapilan/yapilmayan sorusturmalar ve sahitliklerle ilgili acayip bir durum var. Bu konuda bize salim kafayla yardimci olacak kurum ve kisiler, iste birbirlerine ‘amator’ filan demekle ugrasarak dogru bir is yapmiyorlar.
Ben biraz da kultursuz oldugum icin Baydar kimdir, nicin kaale alinmalidir filan pek bilmem fakat girdigi yol ve takindigi uslup duzgun gelmiyor bana. Degirmeni kurup ruzgara is gordurmek asil marifet, ruzgarin goturdugu yere dogru ucmak degil.
21 Ocak 2011 17:59
fmerakli,
“Ortaya cikan seyin boyutu, detaylari, icerigi, ortaya cikis sekli ve yeri o kadar buyuk ve dehset verici ki bu blogta ileri surulen kimi tarih celiskileri insanlarin dikkatini bile cekmiyor artik.” demişsiniz.
Belgelerin boyutu, detayları ve içeriği dehşet verici, evet… Ancak kimin yazdığı belli ise… Küçümsemeye çalıştığınız tarih çelişkileri, bu belgelerin imzasız oluşu bu nedenle önemlidir. Kim tarafından yazıldığı belli olmayan bir belge, gerçekliliği ispatlanana kadar bir kağıt parçasıdır. Bu nedenle, sizin de dediğiniz gibi belgelerin ortaya çıkış şekli ve yeri daha çok ön plana çıkmaktadır.
Elimizde hangi veriler var o zaman? Tutarsız belgeler, donanma komutanlığı, imzasız ihbar… Bunları bir araya getirerek bazı fikirler üretseniz de ‘yok ben şunu ima etmiyorum da şunu söylemek istiyorum’ tarzı dayanaksız duruşunuzu daha net anlayabilsek.
Hee şunu da ekleyeyim, insanların dikkatini çekmiyor dediğiniz tarih çelişkileridir bu blogtaki tartışmaların temeli. Daha net olun ve bence olayı artık saptırmaktan çıkın.
Saygılarımla,
23 Ocak 2011 13:04
SIz de benim yorumlarimi saptirmaktan vazgecseniz iyi olacak. “Kucumsemeye calistiginiz tarih celiskileri” demissiniz, noyle bir amaci olan insan su ifadeyi yazar mi:
“Yanlis anlasilmasin bu tutarsizliklari onemsizlestirmek degil amacim, ki daha oncede bunlarin mahkemede aciklga kavusmasi gerektigini yazdim.”
Neymis, oyle bir amacim yokmus. Sadece diyorum ki planlarda ortaya cikan seyler o kadar dehset verici ki, insanlara Eger Ordu yazilacakken Ege Ordusu yazilmis, o firma o tarihte yokmus dendiginde cok da etkili olmuyor diyorum ve bunu kamuoyunun algisi anlaminda soyluyorm. Tabii ki de yargi surecinde bu blogta ortaya konan tutarsizliklarin degerlendirilmesi kamuoyunun algilamasindan bagimsiz bir sekilde olacaktir, olmalidir.
21 Ocak 2011 18:39
Hukuk ve demokratik devlet icin tehlikeli bir yaklasim bu kanimca. Hukukta iddianamelerin, olaylarin sansasyonel boyutuna bakilmaz. Tam tersine olgulara, gerceklere ve delillere bakilir. Bu baglamda “kimi tarih celiskileri insanlarin dikkatini bile cekmiyor” demek cok dogru degil bence. Eger bir CD’nin icindeki belgelerin bir kisminin sahte oldugunu ispat etmisseniz, CD’yi olusturanlarin dokumanlarda sahte bilgiler kullandigini da tespit etmis olursunuz. (Hukukcu degilim ama) Hukukta delillerin butunlugu aranir. Yani siz ‘CD’nin yarisinda sahtecilik yapilmis o zaman diger yarisini kabul edelim’ diyemezsiniz. Boyle bir duzeltmeye ihtiyac var kanimca.
23 Ocak 2011 13:08
Mahkeme asamasi icin dogru soyluyorsunuz, ama kamuoyu algisi olusurken bahsettiginiz gibi objektif bir surec islemiyor. Her cuma Fatih Camii’ne, Bayazit Camii’ne namaz kilmaya giden ya da esinin, cocugunun orada namaz kildigini bilen insanlar da sizin gibi dusunecek saniyorsaniz cok yaniliyorsunuz. Olayin sansasyonel boyutu kamuoyunu etkilemekte delillerin niteliginden cok daha onemli bir etkiye sahiptir, yalnizca bu olay icin de soylemiyorum bunu.
24 Ocak 2011 03:06
Anladim. Iddianameyi de kamuoyu mu hazirladi? Yoksa savcilar mi? Karari da kamuoyu mu verecek? Yoksa yargiclar mi?
24 Ocak 2011 04:42
Iddianameyi tabii ki savcilik hazirladi ve karari da “Turk Milleti” adina yargiclar verecek. Kamuoyunun boyle onemli davalarda kendi adina verilmis kararlara kayitsiz kaldiklarini dusunmuyorsunuz sanirim. Deniz Gezmis ve arkadaslari ile Menderes ve arkadaslarinin Turk milleti adina verilen kararlarla idam edilmis olmalari, o kararlarin milletin vicdaninda bir yara oldugu gercegini degistirmemektedir. Ya da daha yakin tarihe bakarsak, 367 rezaletinin kamuoyu vicdaninda actigi yara, 2007 referandumunda ve genel secimlerde yine halk tarafindan pansuman edilmedi mi?
24 Ocak 2011 10:57
“Turk Milleti”?. Bu ulkede sadece Turkler mi yasiyor beyefendi? Nasil bir soven yaklasim bu, inanilmaz..
O zaman musade edin yargiclar ve savcilar isini yapsin. Begenmiyorsaniz bir dahaki secimde tepki oyu verirsiniz. Ya da elinize tapancayi picagi alip pesinden kosturursunuz sevmediklerinizin. Cumlelere boyle “Turk Milleti” ile basladiginiza gore oyle bir potansiyel de var sizde sanirsam.
Bir sey daha ekleyelim. Su ‘kamuoyu’ ve ‘millet’ kavramlarini gereginden cok ve yersiz kullaniyorsunuz (ayni basbakan gibi. O da her gittigi yerde bagiriyor ya “benim milletim, benim, benim benim..”). Bu millet kimseye ait degil. Kamuoyu da kimseye ait degil. Bakin ayni kamuoyu Ergenekon davasinda ufaktan homurdanmaya basladi. Balyoz davasinda da gorusler degisti kanimca. Ama tabi siz oyle dusunmuyorsunuzdur kesin.
Neyse, cok uzatmayayim. Hayirli traslar.
24 Ocak 2011 12:13
“Turk Milleti” demenin soven olup olmadigi ayri bir konu ama benim bildigim hakimler hakikaten boyle diyorlar. Kanuni dayanagi suradan:
Madde 232 – (1) Hükmün başına, “Türk Milleti adına” verildiği yazılır.
24 Ocak 2011 14:27
Yanlis olan da o zaten.
24 Ocak 2011 12:20
Oncelikle terbiyenizi takinmanizi rica edecegim! Ben sadece yargiclarin kararlari kendilerini tatmin etmek icin degil, millet adina aldiklarinin altini cizdim.
Turkiye’de sadece Turk’lerin yasamadigini gayet iyi biliyorum. Gucum yettigince Turk Milleti ifadesinin Turkiye Halklari olarak degistirilmesi, Anayasa’daki cagdisi vatandaslik taniminin cikartilmasi, Turk’um demeyenlerin de mutlu ve bunu soyledikleri icin Genelkurmay baskanlari tarafindan dusman olarak tanimlanmadiklari ve tehdite ugramadiklari bir sistem kurulmasi icin mucadele ediyorum.
Bu ulkede 1980’den beri trasin alasini yapanlar ise Ataturk’un isminin arkasina saklanarak, onu bir zirh olarak kullanarak statukoyu ve kendilerine bahsedilmis gordukleri iktidarlarini yarattiklari ulke bolunuyor, seriat geliyor, AB Sevr’i hortlatiyor zirvaliklariyla surdurmeye calisan asker/sivil zevattir!
24 Ocak 2011 14:26
Son iki paragrafina ben de katiliyorum. Fakat guzel kardesim senin kurucagin sistem daha cok haksizlik, adaletsizlik, madrabazlik ve en onemlisi “cogunlukculuk” sistemi olur bu gidisle.
21 Ocak 2011 17:32
Yener Dönmez 11 Mart 2010 tarihli Vakit gazetesindeki “Kıydınız mı Paşam?” başlıklı yazısında şunları belirtmiş:
“Önüme bir belge geldi.
Belgeye göre Karargah’a 44 adet “kıyma makinesi” alınmıştı.
Belki ilk bakışta “Ne var bunda?” denilebilir.
Ancak benim hayli ilgimi çekti. İlginç buldum ve inceledim.
Karargah ve “kıyma makinesi”ni yan yana koyunca iş daha da enteresan hale geliyor çünkü.
İhalesiz alınan bu makinelerin pekçok özelliği var.
Misal çapraz kesim yapabiliyor.
Birleşik 18 sayfayı tek seferde öğütebiliyor.
“İmha aracı” olarak ta nitelendirilen büro tipi makineler piyasanın en iyisi olarak bilinen HSM marka.
Piyasa satış fiyatı ise yaklaşık 2 bin 500 TL.
HSM 215.2 modelinin tercih edilme nedenlerinden en önemlisi parçalama ebadının birleştirmeye imkan tanımayacak kadar küçük olması.
1.9×15 mm’lik gözle zor fark edilen küçüklükte doğrama yapabilen makineler, aynı zamanda cd, disket ve kredi kartı gibi kalın plastikleri de doğruyor; zımba, tel, ataç gibi kağıda yapışık metalleri de öğütebilme kabiliyetine sahip.
Alım için “Acilen ihtiyaç vardır.” denilmesi son derece dikkat çekici.
İster istemez insan, “Bu kaygı, bu telaş, bu panik bu aciliyet neden? Yangından mal mı kaçırılıyor?” diye sormadan edemiyor.
Bir başka dikkat çeken ayrıntı ise sözkonusu alımların zamanlaması… Alım tarihinin darbe ve çete suçlarına karıştıkları gerekçesiyle Cumhuriyet savcılarının haklarında soruşturma başlattığı subaylara ait bilgi ve belgelerin Karargah’ta imha edildiği iddialarıyla çalkalandığı bir döneme denk gelmesi kuşkuların artmasına neden oluyor.
Öyle ki;
Kozmik Oda’da görevli bir erin babasını arayarak “Bu gece çok miktarda belge yaktık” demesi…
Genelkurmay Adli Müşaviri General Hıfzı Çubuklu’nun ses kayıtlarıyla ortaya çıkan; “Sahte çürük raporu düzenlemek, dolandırıcılık, sahtekârlık ve çete kurmaktan tutuklu yargılanan Albay Zeki Üçok’la ilgili deliller”in silinmesini istemesi…
Yine Adli Müşavir Hıfzı Çubuklu’nun, açıkça suç olduğunu bile bile Kozmik Oda’da ki belgeleri yakacaklarını açıklaması…
Bir de “ıslak imza”nın orijinalini Ergenekon savcılarına gönderen “ihbarcı subay”ın mektubunda, İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın medyada yer alması sonrasında Genelkurmay Başkanlığı’ndaki tüm bilgisayarların özel programlarla 35 kez geri getirilemeyecek şekilde silindiğini öne sürmesi…
“Belgenin aslını aldım. Aslı bulunamayınca, bir cunta mensubu tarafından imha edildiği görüşü benimsendi. Başbuğ açıklamasını, belgenin imha edildiğine kanaat getirdikten sonra yaptı” iddiası…
Aynı ihbar mektubunda, “Genelkurmay Karargahı’ndaki tüm kağıt imha makineleri bir araya toplanarak, hukuki açıdan sıkıntı oluşturacak kırk torbaya yakın evrak (kağıt parçaları!) bu makinelerde kırpılarak ve akabinde yakılarak deliller yok edilmiştir. Bahse konu işlemlerde görev alan erbaş ve erler de dahil olmak üzere tüm personel uygun (!) bir şekilde uyarılmıştır. Evrak imhasında görev alan erbaş ve erlere ait isim listesi EK-Ç’de sunulmuştur” ibaresi..
Tüm bu olup bitenden sonra Karargah’a “acilen” apar topar alınan 44 adet kıyma makinesi!
Ve kıyma operasyonu..
“Acaba başka nelere kıyıldı?” Sorular.. Şüpheler!
Adaletin tecelli etmesi, şüphelerin ortadan kalkması için, ne kadar bilgi ve belge varsa hepsinin adli makamlara teslim edilmesi gerekmez mi?
Aksi halde kıyılan bilgiler, karartılan deliller, yok edilen belgeler “sizi” milletin vicdanında mahkum etmez mi?..
Burada “siz-biz” yok, aslında “hepimiz” aynı vatanın evlatlarıyız. Nereden icap etti bilmem ama ilk kez bu ifadeyi İlker Bey kullandı. “Islak imza bize de gelsin” demek suretiyle belki de farkında olmadan “ötekileştirme” yolunda ciddi bir adım daha atmış oldu.
Bu yüzden ülkenin birliği, bütünlüğü, ordunun ve milletin selameti için
Kıymayın Paşam!
Yazık oluyor bu ülkeye.”
İşlerine gelince ordu çok önemli belgeleri(!) 44 kıyma makinesiyle belge kıyıyor, 40 çuvaldan çıkarıp yakıyor, bilgisayarlarda çok özel programlarla 35 kere siliyor! İşlerine gelince de yine bu çok önemli belgeleri(!) 10 çuvala ve onlarca CD’ye doldurup -nedendir bilinmez- zulalıyor. Vallahi pes!
21 Ocak 2011 19:07
Ahmet Bey,
Tarif edilen “veri imha” yöntemleri, tüm dünyada devlet dairelerinde, orduda, emniyette, hatta büyük şirketlerde kullanılan standart yöntemlerdir. Süresi dolan belgelerin veya müsvedde kopyaların, kullanım dışına çıkartılan disklerin imha edilmesi gerekir. Bir kurumun çöp tenekesinden ,”mecaz anlamda” kullanmıyorum, gerçek çöpünden ve atıklarından o kadar çok kritik bilgi elde etmek mümkün ki. Kimlik kırsızlığında kullanılabilecek kişisel bilgiler ve kimlik numaraları, endüstri casusluğunda kullanılabilecek tasarım planları, pazar raporları, casusluk için kullanılabilecek askeri bilgiler.
Yanlış hatırlamıyorsam birkaç yıl önce Ankara’da bir bakanlığın çöp tenekesinden önemli belgeler çıkmış, gazetelerde haber olmuştu. Detaylarını hatırlamıyorum ne yazık ki.
Ülkemiz bu konuda dünya standartlarını ne yazık ki geriden takip ediyor. Ordunun çeşitli sızmaları tespit ettiğinde aklının başına gelmiş olması, ve açilen bu yönde adımlar atmasını bir bilişim güvenliği uzmanı olarak normal, hatta geç kalınmış bir çalışma olarak görüyürum bunu. Ne yazık ki bu çok karşılaştığım bir durum. Başlarına kötü birşey gelene kadar kurumlar ve kişiler güvenlik açıklarını büyük ölçüde ihmal ediyorlar.
Bu gibi çalışmaları bir komplo teorisi olarak sunmak konuyu bilmeyenleri etkileyebilir. Ancak çok standart ve yıllar önce zaten yapılmış olması gereken, geç kalmış bir uygulama bu.
21 Ocak 2011 19:49
Kıyma makinasının acil alımının taaaa nerelere bağlandığı kasıtlı bir karalama kampanyası. Yani DMO kataloğuna bakın, satışlarını isteyin, bütün kıyma makinası alanlar suç mu işledi? Kim almış? Almış da ne yapmış? delili nerede? Nasıl tüm Türkiye’ye/tüm TSK ya yansıtabilirsiniz? İddianızı ispatlamazsanız.. (sizi başbakana bırakıyorum)
Yalan söylemek, insanları, kurumları karalamak bu kadar sıradanlaşmadı.Madem alımı tespit ettin, üstüne bir dolap olduğunu da tespit ettin savcıya niye şikayet etmedin?
Ordan çamur atıyor, başka bir olayla (asker telefon etmişmiş) ispatlamaya çalışıyor. Telefon ettiyse neden savcıları harekete geçirmedin?
TSK nın rutinidir. Hergün nöbetçi subayları mesai bitiminde evrakları toplar ve yakılır. Yıllardır sahtekarlık mı oluyordu yani? Taslak yazılar, yanlış yazılar vb şehir çöplüklerinde görülmesiyle (bazı yerlerde) anında işlem için evrak kıyma makinaları kullanımı yaygınlaştı.
Anlaşılmadıysa bir daha söylüyorum. A yalanını B olayı ile izah etmeyin. A olayına ait dellilerinizle savcılığa başvurun. Güç sizde, hukuk, adalet sizin emrinizde, buyrun gereğini yapın. Yapmadıysan namertsin.
Her fırsatı TSK yı karalamak için kullananlar, yalancılar, tuzakçılar; elinizdeki sermaye, medya, güç sizi kurtaramaz. Çünkü siz Allahın lanetlediklerindensiniz. Bir gün bu dünyada, yarın ahirette hesap vereceksiniz.
21 Ocak 2011 18:42
Gecmiste yaptigim yorumlardan birine blog yazarlarinin motivasyonlarina tekrar konuyu cekmek istiyorum. Hatirliyormusun fmerakli? Pinar Hanimin motivasyonunu anlayabiliyoruz, peki ya Dani’nin ki nedir diye sormustum. Ustelik bu yeni belgeler ciktiktan sonra bekleyip detaylari gormek yerine olaya atlamasi sana birsey ifade ediyor mu? Dani’nin akademik ve entellektuel zekasinin sende farkina varmissindir, yazdigi eserlerin bir kacina bakman yeterli hatta televisyon programlarinda da aldigi pozisyonlara. Sence Dani kayinperderinin bu noktalara gelecegini gormedigini mi saniyorsun, hemde turkiyeyi bilen biri olarak? Ustelik buyuk ihtimalle kaybedecegi bir davada, kariyer sorunu bile gozetmeden bu olaya dalmasini nasil karsiliyorsun? Belki kariyer garantisi verilmistir kendisine ne dersin? Sadece bir zihin cimnastigi acisindan yaziyorum….
21 Ocak 2011 19:44
İma etmeye çalıştığınız şey çok seviyesizce ve ahlak dışıdır…
21 Ocak 2011 20:36
ihtimal sen kimsin önce onu açıkla.
İnmisin? cinmisin? Harunmusun? toysuz gazetecimisin? yoksa….
21 Ocak 2011 21:01
Fenerant, ihtimal kisitli bir zavalli. Yazimlarindaki uslup degisikligi de dikkat cekici, not edin diye soyluyorum.
22 Ocak 2011 14:32
Ne yazık ki, ülkede bilgiler onları haklı çıkarmadığında kişilere saldıracak kadar gözü dönmüş insanlar demokrasi yanlısı oluyor.
21 Ocak 2011 20:43
Acikcasi, simdiye kadar baktigim gazete haberleri, Balyoz hakkinda yazilanlar, Dursun Cicek hakkinda fmerakli’nin ve simdi de “zihin cimnastigi” altinda yine zirvalayarak aslinda sahsi olarak son derece seviyesiz ve komplo teorisi imali saldirida bulunan “ihtimal”in (ne yapsin kapasitesi daha uzaga gitmiyor, blogu yeni okumaya baslayanlara ciddiye almayin kendisini deyip geciyoruz; isterseniz kendini rezil ettigi Emre Uslu baslikli ingilizce mesajlara bakabilirsiniz) vs. icin soyle bir baktigimda ve bunlari bir veri olarak dusunerek, o gozle degerlendirmeye aldigimda, vardigim sonuclar, ya da sordugum sorular diyeyim, sunlar:
1. Bir kere bu cuvallar her ne hikmetse kamuoyu ruzgari hafifce dalgalandikca ortaya cikti. Zaman gazetesi her zamanki gibi aninda icerigi hakkinda bilgi sahibi olup yayinladi. Bu sahibeli. Bu iki durum (zamanlama ve nasilsa Zaman’in onceden daha cuval cikar cikmaz binlerce dokumanin icerigini bilmesi! Hani askerler acmisti o gizli bolmeyi?), son birkac seneden beri boyle sayisiz “tesadufler” itibariyle oldugu icin bir sonuca varamazsam da, bir akademisyen olarak bunu not ettim. Bu kendini tekrar eden bir unsur ise, dikkat cekici bir unsur olarak dusunulmeli ve not edilmeli.
2. Golcuk’ten cikan dokumanlarla ilgili bazi klasorler son gunlerde sanik avukatlarina verildigine gore, Dani Rodrik ve Pinar Dogan’in beklemeden bunlarin uzerine atladigi imalari abes, komik, sacma: PD ve DR ellerine gecen dosyalari degerlendirmisler. Zaman’in aninda binlerce belgenin icerigini bilmesini ve haber yapmasini sahibeli bulmayan zihniyet, bununla sahibe havasi yaymaya calisiyorsa, bu *kotu niyetlidir*. Istediginiz kadar saklamaya calisin, adini koyalim: onyargidir. Can Acar haklidir. Bu, ayrica kanimca buraya yazan bazi sahislarin yazdiklarinin sayginligini tamamen zedelemistir. Bunu da kenara not edelim.
3. Butun bu bloga bakarak, canhiras bir sekilde Emrullah/Emre Uslu, Kutahyali (evet, ikisini ayni kefeye koydum) vs gibi “kose” yazarlarinin bu blog sahiplerine karsi yuruttugu dort koldan saldirilarin beyhude gizlemeye calistigi Zaman ve Taraf gazetelerinde yayinlanan *yalan* haberlerin, bu blog yazarlarinin belgeleriyle ifsa olunmasindan sonra, ben mesela su soruyu soruyorum:
Kimbilir bu gazetelerde bazi yazanlar (yine genellememeye calisiyorum butun yazarlari–Yavuz Baydar’i kesinlikle saygin isimler arasina koyarim mesela, gazetelerin yonetimlerini ve tekrar eden sorunlu yayinlarini ayri tutarak), Pinar Dogan ve Dani Rodrik gibi bu islerin uzerine egilen baskalari olmadigi icin baska ne yalan haberler yaptilar diye dusunmeden edemiyorum. Bu yuzden de bazi blog yorumculari, nasil olup da gazetelerden edindigi bilgilerle Dursun Cicek icin rahatlikla hukum verebilirler? O’nun durumunda da az bilgi kirliligi yaratilmadi dort bir koldan. Bu sebeple, ben cevabini bilmemekle beraber, Dursun Cicek’le ilgili buyuk bir istahla hemen karar verip burada ahkam kesenlerin yorumlarina da, bu konuda medyadaki haberlere serh koyuyorum.
4. Can Acar’in yargi elemanlari hakkinda genelleme yapilmamasi gerektigini dile getirdigi bir yoruma katilmistim: evet yargi icinde cok sorunlu hareket edenler olabilirdi, bunu butun meslek sahiplerine mal etmemeliyiz diye dusundum. Sonra ekledim: buna polis teskilati ve askerler de dahil.
O anda da bir sey netlige kavustu kafamda: sorun, fmerakli gibi pesinyargili bir sekilde konuyu sivil-asker mecrasina cekmeye calisanlarin dedigi gibi siyah beyaz degil. Ortada en az ucuncu veya dorduncu gruplarin varligi sorusunu ortaya atiyor su son bir kac yilin baglamindan bakarsak: Edelman’in soyledikleri; Wikileaks’ten ortaya konanlar; askeriye elemanlarinin ailelerinin ozel hayatlarinin desifre edilmesiyle cikarilmaya calisilan sahsi karalama kampanyalari; aslinda neresinden bakarsaniz askeriyenin yeterince irkci olmadigi imasini tasiyan Ermeni, Yahudi damat hatta anneanne “desifre edilmesi”ve askeriyenin daha da irkci bir duzleme cekilmesine calisan bir soylem kurgusu (bunu bir cok web sitesinde gordum); her ne hikmetse ruzgarin gulu donerken, hep hizir gibi bir arama/bulma kampanyasiyla ortaya cikan yeni veya yeniymis gibi yeniden isitilarak kamuoyuna sunulan sansasyonel haberler…
Bunlar tuyler urpertici bir senaryonun parcasiymiscasina bir tablo sunuyor. Bu tabloya baktigimda bunu da not ediyorum; kesin bulgularim yok, ama mantik yurutunce butun bu resme bakinca bu sorunun ortaya cikmasi kacinilmaz. Iste burada da bir duruyorum: Burada soru da sivil-asker cekismesinden ziyade baska cekismelerin, iktidar savasinin (ki bunun bir kismi da kurumlari kimlerin kontrol altina alabildigiyle ilgili imis gibi gorunuyor) bizlere–yani sivil-asker carpismasindan bikmis; askerlerin senelerce dayattiklari seyler ve darbelerden aci cekmis, usanmis bizlere–bunun sivil-asker olayi gibi gosterilmesinin ne kadar kolay oldugunu goruyorum.
Bir akademisyen olarak da (ki daha once yazdigim gibi, bazi akademik kategoriler cok ise yariyor bu sablona sorularla yaklasmama) serh koyuyorum. Ve soruyorum: kim bu senaryolari uyduranlar? Kim bu kampanyalari yurutenler? Savcilar, adli emanete neden bu sahtelikleri bulgulayan belgeleri kaldiriyorlar? Neden bu davanin pislikleri su yuzune cikarken Golcuk bir anda ortaya cikiveriyor?
Son olarak, ben Yavuz Baydar’in senelerdir cizdigi saygin cizgiye bakarak bu konuda kendisinin de sivil-asker ikilemi uzerinden dusundugu izlenimine kapildim. Iste tam da bu sebeple, askeriyenin bir kurum olarak kendisiyle yapmasi gereken cok hesaplasmalar var. Insanlar bir gunde boyle olmadi.
Eskiden asker-sivil cok duz bir ayirim gibi gelirdi. Simdi ise artik boyle bir ayirim ve iki net gruptan bahsetmek mumkun degil. Bu isin icinde baska seylerin dondugu, fmerakli’nin “askerler aradi, bakalim ne cikti” gibi bir akademisyene asla yakismayan, sonuca hemen atlayan istahli yorumlarinin sifirlandigi bir baska goruntu var genel resme baktigimizda. Bu sorulari ben gormezlikten gelemiyorum ve bir kenara not ettim. Dikkatle okuyup not etmeye de devam edecegim. Bu sorular dururken de ne diger insanlarin zekasina hakaret eder gibi, hevesle sonuca atlamaya calisanlarin son iki gunde yazdiklarinin cogunu ciddiye alabiliyorum, ne de bir yargiya variyorum. Soruyorum: bu resme bir butun olarak bakarsak, bu islerin arkasinda neler donuyor?
Bu blog ve buradaki yorumcularin tartismalari sayesinde ortaya cikiyor ki aslinda daha genel bir resim var ve asil bunlarin uzerine gidilmesi lazim.
21 Ocak 2011 21:05
Sevgili acracia;
Güzel bir özet yapmışsınız. Teşekkür ederim.
Teğmen Mehmet Ali Çelebinin avukatı Hüseyin Ersöz’ün açıklamaları
http://www.odatv.com/n.php?n=polis-gozaltina-aldigi-mehmet-ali-celebinin-telefonunu-neden-acti-2101111200
bazı şeyleri detayları ile açıklıyor.
Okumadı iseniz İncelemenizi ve not etmenizi de öneririm.
22 Ocak 2011 01:18
Soruyorum: bu resme bir butun olarak bakarsak, bu islerin arkasinda neler donuyor?
Bu blog ve buradaki yorumcularin tartismalari sayesinde ortaya cikiyor ki aslinda daha genel bir resim var ve asil bunlarin uzerine gidilmesi lazim.
– Karşı Devrim…Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden…
TSK subayları bu ülkenin vatandaşlarının evlatları arasından yetişir,aralarında işçi çocuğu da, memur çocuğu da,köylü çocuğu da,esnaf çocuğu da vardır.Balyoz ve Ergenekon sahte davalarıyla yapılmak istenenlerden biri itibarsızlaştırılmaya çalışılan TSK ve milletin arasına duvar örmektir…Gerisini ‘açılım politikaları’ zaten halledecektir,biribirine güvenmeyen bireylerin oluşturduğu bir toplum, cumhuriyetin temel değerlerini yıkmaya and içmiş ve ileri demokrasi yalanlarıyla etrafta gezinenlere karşı nasıl örgütlenebilir ve nasıl karşı durabilir ?
23 Ocak 2011 15:11
Yukarida yaptigim yorumda bir nebze tartisma da yaratan su ifadeyi kullanmistim:
“Ortaya cikan seyin boyutu, detaylari, icerigi, ortaya cikis sekli ve yeri o kadar buyuk ve dehset verici ki bu blogta ileri surulen kimi tarih celiskileri insanlarin dikkatini bile cekmiyor artik.”
Yurtdisinda yasadigim icin henuz Dogan ve Rodrik’in kitabini edinip okuma imkanim olmadi. Ama bugun Melih Asik Milliyet’teki kosesinde kitaptan bir alinti yapmis, once onu aktarayim; sonra bir iki kelam edeyim istedim:
“Bizim arzumuz Genelkurmay Başkanı’nın kendine şu soruyu sorması: ‘Bu saçma, yersiz ve gerçekdışı suçlamalar bu kadar rağbet görüyor, bunların karşısında TSK’yı savunmakta bu denli zorlanıyorsam, bunda kurumun geçmişte demokrasi ve hukuk sınırlarını zorlayan ve aşan eylemlerde bulunmuş olmasının bir rolü yok mudur?’
Kanımızca bu sorunun cevabı “Vardır” olmalıdır.
Hayalimizdeki Genelkurmay Başkanı artık şöyle bir açıklama yapardı:
“TSK, Türkiye’de herkesin iftihar etmesi gereken bir kurum, ülkenin dış tehditlere karşı tek savunucusudur. Ancak Türkiye değiştiği gibi, TSK’nın da artık değişmesi gerektiğine inanıyorum. Türk ordusu artık siyasete karışmamalı, siyasi bir rolü olmamalıdır. Demokrasi ve hukuk ilkeleri dahilinde hareket etmeli, siyasi iradeyle ilişkisi tamamen anayasa ve kanunlar çerçevesi içerisinde cereyan etmelidir. Eğer TSK mensupları geçmişte yasadışı eylemlerde bulunmuşlarsa, bunların ortaya çıkarılması için tüm gayretlerimizi sarf edeceğimize Genelkurmay Başkanı olarak söz veriyorum. Bu çabaların da saydam bir şekilde yapılacağını, gerekirse iddiaların bağımsız ve tarafsız komisyonlar tarafından değerlendirilmesi için girişimlerde bulunacağımı taahhüt ediyorum. Öte yandan, TSK’ya ve mensuplarına karşı yürütülen karalama kampanyalarına karşı savunma hakkımızı da kullanacağımıza ve kampanyalarla ilgili gerçeklerin ortaya çıkması için de elimizden geleni yapacağımıza kimsenin şüphesi olmasın”… Ancak bu şekilde, kabuk değiştireceğine dair taahhütte bulunan bir TSK inandırıcılığını tekrar kazanabilir.”
Ben yukarida “ortaya cikan planlar o denli dehset verici ki tarih ya da firma ismi gibi tutarsizliklar kamuoyu algisinda onemli bir degisiklik yaratmiyor” derken, belki bir nebze dolayli olarak da olsa Dogan ve Rodrik’in kitabinda acikladiklari TSK’ya yonelik negatif alginin bir yansimasindan bahsediyor idim. Kamuoyunun TSK’ya olan guveni bu denli yara almisken, insanlar TSK’nin aciklamalarina hayli mesafeli yaklasirlarken, Dogan ve Rodrik’e de benzer bir algiyla yaklasmalari normaldir diye dusunuyorum. Buna Dogan ve Rodrik’in eskiden yakin arkadas olduklari ya da saygi duyduklari, simdi bu blogta Yavuz Baydar dahil “sozde liberal demokratlar” olarak tanimlanan isimler de dahil.
Hal boyle iken, eger cevap vermek isterler ise sayin Dogan ve Rodrik’e ve tabii Balyoz planinin (ya da Poyrazkoy, Ergenekon, Erzincan vs) duzmece olduguna inanan blog okurlarina gercekten de kafami hayli kurcalayan bir sorum var:
Kitaplarinda da yazdiklari gibi Dogan ve Rodrik, TSK’nin “geçmişte demokrasi ve hukuk sınırlarını zorlayan ve aşan eylemlerde bulunmuş” olduklarini kabul ediyor, ki ben de boyle dusunuyorum. Bunu veri alirsak, TSK ile gecmiste bu yasananlardan dolayi hesaplasmak isteyen cevreler var oldugunu da kolaylikla kabul edebiliriz – Gulen cemaati, AKP, Kurtler, basortusu yasagi magdurlari, iskence magdurlari, haksiz yere ordudan ihrac edilenler, fislenenler, andiclananlar, faili mechul yakinlari vs. vs….
Bir de Dogan ve Rodrik’in de one surdugu sekli ile sahte belge ureten bir cete var, bu cetenin potansiyel mensuplarini da kuvvetle muhtemel TSK’nin onceden magdur ettigi kesimler olustuyor, ki bu blogta yorum yapan ve Balyoz planlarinin sahte olduguna inananlarin onemli bir kesimi icin birincil adres Gulen cemaati. Bana da bu blogtaki yorumlarimdan dolayi ‘fetocu’ sifati ‘layik’ gorulmus idi.
Neyse bir turlu cevaplayamadigim soru su: TSK ile, onun demokrasi ve hukuk sinirlarina tasan eylemleri ile hesaplasmak isteyenler neden sahte bir plan hazirlama geregi duysunlar? Dogan ve Rodrik’in de kitaplarinda kabul ve ifade ettikleri gibi TSK gecmiste bir suru demokrasi ve hukuk disi eylemde bulundu. Bu demek oluyor ki TSK ile hesaplasmak isteyen cevrelerin uretilmis planlara ihtiyaci aslinda yok. Dogan ve Rodrik’in deyimi ile “cete”, bu hesaplasmaya girismek icin halihazirda TSK’nin hukuka aykiri eylemleri mevcut iken neden sahte planlar uretsin? Dogan ve Rodrik’in de kabul ettigi ve benim kanaatimce 28 Subat’taki rolu nedeni ile ucu yine Cetin Dogan’a dokunmasi muhtemel onca hukuksuzluk varken, sahte plan uretmenin arkasinda yatan mantigi ben anlamakta zorlaniyorum. Beni fetoculukla, asker dusmanligi ile, dezenformasyon yapmakla suclamadan kafamdaki bu soruya cevap verecek herkese simdiden tesekkur ediyorum…
23 Ocak 2011 20:53
fmerakli,
” TSK gecmiste bir suru demokrasi ve hukuk disi eylemde bulundu. ”
Amaç geçmişte bir sürü demokrasi ve hukuk dışı eylemde bulunan kurumu cezalandırmak mı, yoksa bu eylemleri yapanlardan hesap sormak mı? Suçu TSK kurum işlemez, suçu bireyler işler.
“Bu demek oluyor ki TSK ile hesaplasmak isteyen cevrelerin uretilmis planlara ihtiyaci aslinda yok. ”
Maalesef amaç TSK ni cezalandırmak olduğundan, TSK ile hesaplaşmak isteyen çevreler için, cezalandırlacak bireylerin suçu işleyip işlemediklerinin herhangi bir önememi kalmamaktadır. Hukuk katledilebilir. Acaba iddia ettiğiniz gibi planlara ihtiyaçları yokmudur? Bana kalır ise planlara ihtiyaçları var gibi görünüyor.
“halihazirda TSK’nin hukuka aykiri eylemleri mevcut iken”
Siz savcı olsa idiniz bu davada Çetin Doğanı ne ile suçlardınız? 11. CD nin dışında hiç bir yerde “BALYOZ” ibaresi bile geçmeyen bir davanın adı nasıl BALYOZ olabilirdi? Halihazırdan kastınız herhalde bu davadır degilmi? Lütfen suçlamalarınızı genelemeden TSK zırhının arkasına saklanmadan, açık bir şekilde dile getirirmisiniz.
Çetin Doğan “BALYOZ” darbe planını hazırlamışmıdır?
Evet ise, elinizde delil olarak “BALYOZ” un adı bile geçmeyen bir davada savcı olarak Çetin Doğan’ı ne ile suçlardınız?
Çetin Doğan’ı acaba işlemediği suçtan dolayı mahkum ettirdiğinizde adalet yerine gelecek midir? Amaç nedir?
23 Ocak 2011 22:31
fmerakli:
“Neyse bir turlu cevaplayamadigim soru su: TSK ile, onun demokrasi ve hukuk sinirlarina tasan eylemleri ile hesaplasmak isteyenler neden sahte bir plan hazirlama geregi duysunlar? Dogan ve Rodrik’in de kitaplarinda kabul ve ifade ettikleri gibi TSK gecmiste bir suru demokrasi ve hukuk disi eylemde bulundu. Bu demek oluyor ki TSK ile hesaplasmak isteyen cevrelerin uretilmis planlara ihtiyaci aslinda yok. Dogan ve Rodrik’in deyimi ile “cete”, bu hesaplasmaya girismek icin halihazirda TSK’nin hukuka aykiri eylemleri mevcut iken neden sahte planlar uretsin? Dogan ve Rodrik’in de kabul ettigi ve benim kanaatimce 28 Subat’taki rolu nedeni ile ucu yine Cetin Dogan’a dokunmasi muhtemel onca hukuksuzluk varken, sahte plan uretmenin arkasinda yatan mantigi ben anlamakta zorlaniyorum. Beni fetoculukla, asker dusmanligi ile, dezenformasyon yapmakla suclamadan kafamdaki bu soruya cevap verecek herkese simdiden tesekkur ediyorum…” demissiniz.
Yaftalamalarin kimseyi bir yere goturmedigini dusunen birisi olarak, o kismi geciyorum. Sonucta Emrullah Uslu gibiler de benim gibi sorgulayanlari darbeci, vs diye nitelendirdigi icin bu isin icinden cikamayiz.
Ancak sordugunuz sorulari ben de dusundum. Mantiken de sorulmasi gereken bir soru zaten. Bunu dusunurken de baska sorular acildi. Yalniz oncelikle ABD elcisi Edelman’a giden sahte belgeleri de hatirlatayim. Yani bu sirf “neden yapsinlar?” diye mantik yurutmenin otesinde de goze alinmasi kesinlikle gereken bir faktor. Daha once yapilmis bir seyden soz ediyoruz.
Buyrun, sizin sormus oldugunuz sorunun ekseninde zihnimde donen sorular, dinamikler. Simdiden uyarayim; ben de akademisyen oldugum icin belirtme ihtiyaci duyuyorum, bu asagidaki benim genel tabloya bakarak yaptigim bir analiz. Dogrudur, bulgudur iddialarim asla yok. Sadece “olaganustu hal” durumlari, sosyal ve siyasi analiz kategorilerini dusununce, Turkiye’de olanlara bakinca yurutebilecegim bir mantik. Ancak oyle de okunmalidir, yani nacizane bir durum ve soylem analizi tesebbusu ekseninde ortaya konulabilecek sorular olarak:
1) Oncelikle bu gergin ortamdan kim yararlaniyor? Uzun vadeyi bilemiyoruz. Bunu bilmemiz de mumkun degil. Zaten bu yuzden kim bunlar diyoruz.
Kisa vadedeyse, tek gorunur olarak yararin iktidara oldugu izlenimi verse de o kadar basit olamaz, aklima yatmiyor. Tabii AKP cok akillica bir politikayla iktidar yorgunu iken, bu tur sansasyonlarla ordu uzerinden muhalefet yapma sansina eristi. Guclendi. Adliye ve polis yoluyla yapilan usulsuzluklere, hukuksuzluklara hem kamuoyu hem de siyasi partiler icinden politikacilar, “darbe, bizi bombalayacaklarmis, camilerimizi bombalayacaklarmis” korkusuyla ve derin bir ihanete ugrama duygusuyla destek verdi.
Bunun disinda, olmus olaylarin dogrudan uzerine gitmeden (28 Subat, Dolmabahce, 12 Eylul, vs), yine de olayi cozum yoluna giden bir AKP de goruyoruz. (Referandumu Erdogan 12 Eylul ile hesaplasma olarak etiketledi ve oyle lanse etti, hatta goz yasi doktu, ve referandumdan evet cikti, artik hicbir engel yok, ama bir anda kurudu o yaslar ve hala 12 Eylul’un uzerine gidilmiyor. O baska)
Oysa darbe ve derin ihanet duygusu ve korkusu salarsaniz, bir nevi “state of emergency” yani “ohal” gibi bir durum yaratmak kacinilmaz olur. Tarih boyunca cesitli sekillerde korkuyla yaratilan olaganustu hallerin devlet makamlarini degisik dozlarda otoriterlestirdigini gorebiliyoruz. JITEM dedigimiz olusum da vakti zamaninda buna hizmet etmis goruntusu veriyor. (Ayrica neden faili mechul cinayetlerin sorusturulmasi AKP disinda siyasi partiler ittfakiyla uc kere geldigi halde AKP tarafindan red edildigi de muamma).
Su asamada, bundan ben kimlerin kazancli ciktigini bilemem, komplo teorisi yaratma meraklisi da degilim. Ama bunun sonucunda cesitli kurumlarin oldukca fazlaca yetkilerle donatildigini, aslinda askeriyeden alinan yetkilerin ve otoritelerin baska makamlara devrini hosnutsuzlukla izliyorum. Yani bir otoriteden oburune gecmek bana demokratiklesmek gibi gelmiyor dogrusu. Ama ben bundan iktidarin birebir sorumlu oldugunu da dusunmuyorum; iktidarin da belirli bir endise icinde ne oldugunu anlayamadigini dusunuyorum.
2) Neden? Ordunun daha once yaptiklarinda, o zaman iktidar olan partilerin karsisindaki belli idi: Dolmabahce gorusmesi, 12 Eylul gibi. Bir liderle butunlesen, ki bu lider geleneksel olarak Genelkurmay baskani idi, bir muhatap alabilme ve cozum uretebilme durumu soz konusu idi. Siyasi partiler gibi. Tabii bu demokratik miydi? Elbette hayir.
Oysa su son olaylarda, askeri merkez kaydi, belli bir muhatap yok, Genelkurmay baskanlari olayi sahiplenmiyor, dolayisiyla hic bir siyasi parti mumessilinin karsisina alip konusabilecegi bir otorite yok. Bence bu belirsizlik ve ust duzey generallerin degisik sekillerde aleyhlerine acilan tuhaf davalarla, ailelerine yapilan saldirilarla hedef alinmasi dusundurucu. Aile mensuplarina irkci, vs saldirilarla kirletme kampanyalari da bunlari destekliyorlar gorunumunde: yani hedeflenerek cesitli yollardan linc edilen birileri var goruntusu veriyor bu yelpaze.
Bu durumda yine bakin askeriye aslinda bir kurum olarak, bir butun olarak hedef alinmiyor. “Onurlu subaylar” var. Dolayisiyla sahte belgelerle olay askeriye icerisinde kisisellestirilen, sahislari hedef alan belgelerle bir tasfiye gorunumu yaratiyor bana gore. Bazi web sayfalarinda, haber sitelerinde ve gazetelerde bunlarin ornekleri gani gani mevcut.
Cesitli usulsuzluklere, carpitmalara bakarsak, bu degisik kurumlardan unsurlarin ittifakiyla, bir sekilde bu “olaganustu hal” durumunu belirsizlikler ve kaostan yaratip, devam ettirerek tasfiyeler yapilmasi (mesela akademisyenler icin: bunun icin “governmentality” teorilerini, son zamanlarda neoliberalism uzerine donen tartismalari, “olaganustu hal” durum teorilerini ve kategorilerini incelemek ilginc olabilir) ve bunun icin genis bir taban bulmasi, butun bunlara askeriyenin gecmis darbe ve siyasete karisma sicili de eklenince, inanilirligi artan bir darbe soylemi ve sablonu olusmasi enteresan.
Bakin bu noktayi not ederken, asla herkes bilinclice kotu niyetlidir, masadir, bilerek yaptilar da demiyorum. Ben bunun icinde her kesimden ve her meslekten demokratiklesme adina Balyoz gibi bir davayi sivil-asker ekseninde gorerek cesitli usulsuzlukler, hukuksuzluklar yapilsa da bunlari ordu ile hesaplasmak adina, demokrasiye kalben inanmis bir sekilde goz yumabilecek bir kamuoyu olustugunu goruyorum. Bu, sadece sivil-asker ekseninde olamayacak kadar karmasik ve muammalarla dolu yumagin ise baska ve bizim bilmedigimiz bir cekismenin ucuncu ve dorduncu gruplarin aktorlerini gizledigini dusundurtuyor.
O halde soru suna donuyor (bu mantigi takip edersek): bu olaganustu hal durumunu (resmen oyle ilan edilmese de aslinda degisik kurumlarin degisik yetki ve gucle donanimi pratik olarak cok paralel) kullanarak kisa vadede bilemeyecegimiz bir otorite, guc ve iktidar degisimi yapiliyor gibi gorunuyor. Bu habire cikan belgeler de gundem yaratip dikkati baska yere cekerek bu durumu uzatiyor.
Son olarak da soru su: ordu zaten darbe yapacak olsaydi, neden yapmadi? Kaldi ki Buyukanit zamaninda da sessiz bir asker goruntusu yoktu. Otorite oradaydi.
Bu yuzden de Fmerakli, neden sahte darbe planlari uretilsin sorunuza bulgu ve olgularim olmadigi icin (ama uretildigi de bariz oldugu icin) dogrudan yanit verememekle birlikte, bu tur bir sorgulama icinde mantik yuruterek sorunuzu ele almaya calistim. Dedigim gibi, asla bir komplo teorisi, bir bulguymuscasina otoriter bir sekilde fikir one surmek degil amacim; sadece akademik devlet teorisi bilgilerim isiginda ortamdaki dinamigi, sizin sorunuz isiginda sorgulamaya calistim. Soylediklerim otoriter bir “soyle olmustur”dan ziyade, “bu dinamikler bunlari isaret ediyor” olabilir tadinda bir fikir yurutmek, sorgulamak olarak degerlendirilmelidir. Benim de zaten yazdiklarim boyle olmustur diye de bir iddiam yok. Uzun vadede gorecegiz nasilsa gercekleri.
Sonuc olarak: arkadaslar, ben bir iki haftadir buraya dadandim. Hayatimin geri kalani biraz iptal oldu. Biraz daha az katkida bulunacagim bundan sonra izninizle. Ama blog yazarlarinin son ortaya koyduklari “kanaatler” kismindaki durum ozeti bence cok verimli bir yeni baslangic yapma olanagi sagliyor. Sonuc olarak burada sabaha kadar kanaat ve gozlemlerimizi tartisabiliriz. Ancak blog yazarlarinin da dedigi gibi sonuc olarak bu blog, aslen cok sorunlu bir sekilde ele alindigi, bilgi kirliligi ve usulsuzluklerin gani gani var oldugu somut bir dava uzerinde okuyanlari bilgilendirme amaci guduyor. Onlarin bugunku postlarinda sorduklari da o yuzden cok onemli buluyorum.
24 Ocak 2011 13:11
Bakmaya basladim bu saygin yazar neler yazar diye. Sunu yazmis: http://www.todayszaman.com/columnist-233325-how-to-defend-media-freedom.html
Ifade ile ilgili konularda o yasak olmasin bu yasak olsun havasinda; ‘hakaret’ ile ilgili kanunlarin kendilerine bir sey dememis de devletle alakali insanlar dava acmayi biraksinlar demis; Ahmet Altan’in durumunda kanunla olan problemi Altan’i overek asmaya kalkmis; basbakan ‘yazarlariniza hakim olun’ mealli ifadeler kullanmamis gibi devletin degil patronlarin yazar attiklarini yazmis. Satir aralarinda ‘guc’ sahiplerine boyle yapmaniz ise yaramiyor seklinde de bir tavsiye var ki, ilkeli bir noktada durmaktan cok uzak (calissa mesru mu yani?). Benim gordugum bu. Herhalde bu konularla ilgilenen akademisyenler var aramizda, bu yazidan da ‘saygin’ bir yazar elinden cikmis oldugunun bir alametini gormedim desem belki beni duzeltirler.
Buranin konusu degil dogrudan, ama bir takim kose sahiplerinin davranislarinin ve konulari ele alis tarzlarinin kendilerine yakismadigi, yahut surpriz oldugu yaziliyor arada sirada. Bu arada kimi isimler ovuluyor. Ben de bakayim baska konularda neler yazarlar da bu konuda yaptiklari/yazdiklari surpriz olur dedim, bugun piyangodan bu cikti.
16 Şubat 2011 19:06
Bu yazarla cok ugrasmak istemiyorum aslinda ama nesi ‘saygin’, neler yapar, hatta nicin bir takim yabancilar kendilerinden cok emin sekilde sacma sapan laflar ederler, bu insanlarin akillarina bunlari sokan kadrolar kimlerden olusur diye merak ettigim icin bakiyorum. Bugunku yazisi da soyle: http://www.todayszaman.com/columnist-235708-journalists-as-defense-lawyers-.html
Bakin ne buyurmus:
The more the editors and pundits (mainly from the powerful Doğan outlets) leave their professional roles and turn into the defense lawyers of the suspects — which they now openly do — some others in rival media outlets tend to adopt the role of prosecutors. Hence, we are witnessing a sharpening use of language, increased enmity and open ground for revenge.
Doğan’in medyasinin ne yaptigi ve nasil oldugu ilginc konu ama bu zatin calistigi gurubun marifetleri ortadayken o obur gurup savunma avukatligina soyundu rakiplerini de savciliga itti yazabilen birisi hangi ‘saygin’ saiklerle hareket ediyor olabilir?
Bu ‘saygin’ isine cok onem veriyorum cunku zaten otoriteye ve otoritenin beyanatina izan ve idrakin da uzerinde onem atfedilen bir ortamda, ne tur davranislar gosteren insanlarin muteber (otorite) pozisyonda olduklari onemli.