Hayır, yok.
Her ne kadar Zaman ve Taraf yazarları belgelerin Gölcük’te bir odanın yer karoları altında bulunmuş olmasını, bu belgelerin gerçekliğine işaret eden önemli bir kanıt olarak sunuyorlarsa da, durum öyle değil. Baransu’ya teslim edilen belgeler ne kadar sağlam ise, bu yeni belgeler de o kadar sağlam. Daha fazla değil.
Bu konu iyi anlaşılmadığı için biraz açalım.
Hatırlayalım ki, Baransu’ya teslim edilen bavulun içinden sahte CD’ler ile beraber gerçek belgeler ve ses kayıtları da çıkmıştı. Bu gösteriyor ki, sahte belge üreten çete bir şekilde 1. Ordu’nun kozmik odasına erişebiliyor, oradan belge sızdırabiliyor.
Bunun nasıl olabildiğini düşündüğümüz zaman akla en mantıklı gelen izah tarzı, çeteyle işbirliği içinde olan bir ya da daha fazla subayın olması. Böyle subaylar olabilir mi? Türkiye’nin son 20 senesini merih gezegeninde geçirmemişler için, böyle subayların varlığı hiç de sürpriz olmamalı.
Şimdi Gölcük’e gelelim. Burada olan nedir? Gene bazı gerçek belgeler sahte belgelerle paketlenip, bu sefer dışarı sızdırılacağına içeride saklanmıştır. Kim yapmıştır bunu? Besbelli, çetenin donanma komutanlığındaki işbirlikçisi ya da işbirlikçileri.
Bu olabilir mi? Niye olmasın? Çetenin 1. Ordu’da işbirlikçileri varsa donanma komutanlığında da olmasına şaşırmamak gerekir. Üstelik, artık TSK’da belge sızmalarına karşı ek güvenlik tedbirleri alındığından bu kişilerin dışarı belge çıkarabilmeleri de güçleşmiştir. Bu yüzden belgeleri içeride saklamak bavul olayında olduğu gibi dışarıda birilerine teslim etmekten daha da kolaydır.
Peki bu işbirlikçilerin donanma komutanlığı içersinde başkalarının haberi olmadan yerin altına çuvalla belge gizlemeleri mümkün mü? Bildiğimiz kadarıyla çuvallar tadilat yapılan (yani herkesin girmediği ya da devamlı kullanmadığı) bir odanın yer karolarının altına (yani ilgili videoda görüleceği üzere ne kazma kürek, ne de elektrikli ve çok ses çıkaran bir alet kullanmadan kolayca açılıp, kapanabilecek bir yere) saklanmıs. Mesai öncesi ya da sonrası, hatta belki mesai saatlerinde dahi, birilerinin gözlenmeden bunu yapabilmiş olması hiç de inanılmayacak gibi değil.
Ama bu çuvallardan bir de hard disk çıkmıyor mu? Şimdiye kadar belgeler üstverileri kolayca değiştirilebilecek CD’lerden çıkıyordu. Bu hard disk’in varlığı, belgelerin gerçek olduğuna dair daha sağlam bir kanıt teşkil etmiyor mu?
Hayır. Bu hard disk bir bilgisayarın içinden çıkmıyor. Hangi bilgisayarın içinden çıktığı da belli değil. Kendi başına çuvaldan çıkan bir hard disk. Sahtekarlar üstverilerle ve dosya yollarıyla oynayarak nasıl istedikleri cinsten bir CD üretebilmişlerse, aynı şekilde bir hard disk üretebilirler. Bir CD üzerinde ne kadar oynanmışsa, bir hard disk üzerinde de o kadar oynanabilir. Hangi bilgisayardan çıktığı ya da kime ait olduğu bilinmediği sürece, hard diskin delil değeri bir CD’ninkinden fazla değildir. Bunu bir adli tıp uzmanıyla konuşup, teyid ettik.
(Şöyle düşünün. Farzedin ki sahte belgeleri üretenler, bu belgeleri CD’lere kaydetmek yerine calıştıkları bilgisayarın hard diskini söküp onu bavula yerleştirmiş olsunlar. Bu hard disk’te CD’lerde olduğundan değişik, ya da daha güvenilir bilgiler olmayacaktır.)
Nasıl oluyor da TSK kendi karargahlarının içinde bu nevi işler yapan – bavulla belge sızdıran, çuvalla belge saklayan – subayları tespit edemiyor derseniz, doğrusu TSK’nin acizliğine şaşırmakta haklısınız deriz. Biz de şaşırıyoruz. Ancak, Gölcük olayı bu konuda da bize yeni bir şey öğretmiyor. TSK içersinden başka amaçlara hizmet etmek için bir bavul dolusu belgeyi dışarı çıkarabilen subay(lar)ın olduğunu zaten Balyoz’un en başından öğrenmiştik. Şimdi tek yeni bilgi, benzer subay(lar)ın Gölcük’te de olması. Bu ek bilgi hiç de şaşırtıcı değil.
Kısacası, Balyoz belgelerinin aynıları Gölcük’ten çıktı diye artık sahtecilik emarelerini görmezlikten gelmeye devam edebiliriz diyenler sağlıklı düşünmüyorlar.
21 Ocak 2011 22:26
Kesinlikle katılyorum. Darbe planı yapıldı ise darbe ile ilgili tüm belgeler (kara,hava,deniz ve jandarma planları ve ekleri ) sadece planlayan üst makamda olur. Havacıların ve Jandarmanın planı bilmesi gereken prensibi gereğince denizcilerde olmaz. olamaz.
21 Ocak 2011 23:45
Şu anki veriler ışığında bu belgelerin gerçeklik payı yok. İki farklı senaryo konuşalım:
1- İlk senaryomuz, belgelerin su götürmeyecek şekilde gerçek olması üzerine… Eğer ki belgeler gerçek olsaydı, diyecektik ki TSK içerisinde çok ciddi bir darbe yapılanması var. Biz de bu yapılanmanın yargılanıp mahkum olmasını destekleyecektik. Sonuçta da, TSK’nin kurum olarak çok ciddi gelişim eksikliklerini gözlemleyecektik. TSK’nin hanesine eksi (-) puan yazacaktık.
2- Diğer senaryomuz ise günümüzde yaşananlarla daha çok örtüşüyor. Yani, tutarlılığı olmayan sahte belgelerle TSK’nin gizli belgeleri harmanlanıp bir darbe planı icat ediliyor. Yargılama sonucunda da, suçlamaların yapıldığı delillerin hepsinin sahte olduğu anlaşılıyor ve dava düşüyor. Bu durumda da TSK’nin hanesine eksi (-) puan yazılıyor. Neden mi?
Baransu’ya çuvallarla belge sızdıran sivil veya asker personeli halen bulamadığı için… Donanmanın kalbinde gizli belgeler zulalayacak kadar çürük elmaları içinde barındırdığı için… Askeri personelinin özel hayatını, telefon konuşmalarını ahlaksızca kullananlara karşı dik duruş sergileyemediği için… Kağıt parçası dedikleri belgeyi, sonradan bir subayının üzerine yıktıkları için…
Ergenekon’la başlayan süreçte, yani 2007’den bu yana aleyhine olan herşeyi reddeden, ancak olayların aydınlatılması için hiçbir şey yapamayan koskoca TSK’ya, diyelim ki savaş çıktı nasıl güveneceğiz? Herkes biliyor ki TSK’nin içerisinde sahte belgelerle kozmik belgeleri bir araya getirip senaryo üreten bir oluşum var. Yani ‘ajan’ diyebileceğimiz insanlar! 4 yıldan bu yana ‘tek’ kişinin dahi yakalanamaması büyük bir acziyetin göstergesidir. Suçsuz insanları hapse tıkmak için çalışan insanlar, düşmana da gizli belge sızdırırlar!
TSK gerçekten aciz kalmıştır bu konuda. Eminim burada yazılanları muvazzaf kurmaylar da okuyordur. Balyoz davası düşse de kaybeden yine TSK olacaktır. İçerisindeki çürük elmaları bulamadığı için…
22 Ocak 2011 06:45
“genc subaylar rahatsiz’ muhabbeti, haa Taylan 😉 ? Biz bu haberleri yillardir gazetelerde kose yazarlarindan duyduk, simdi de bu blogta senden!
22 Ocak 2011 13:54
Türkçe’nin bu kadar da kötü olduğunu düşünmemiştim. Sadece yazarken değil, okurken de sorun yaşıyorsun ihtimal! Ben diyorum anya, sen diyorsun Konya! Bu blogta ısrarla seviyeyi düşüren yorumcu tek sen kaldın farkında mısın? Biraz ciddiyet lütfen!
22 Ocak 2011 14:28
Fatih Altaylı bugünkü yazısında, benim yaptığım tespiti destekler bir yazı yazdı. Altaylı’nın yazısını ekliyorum…
Balyoz için acil açıklama lazım
BALYOZ Davası’nda yeni belgeler açıklandı ya da sızdırıldı.
Sonuç fark etmiyor.
Okuduklarım facia.
“Darbe ortamını sağlamak için yapılacaklar” diye bir eylem planı var.
Korkunç şeyler.
Bazı aydınların, gazetecilerin öldürülmesi dahil, bombalar, suikastlar.
Bu yolla memlekette istikrar ve huzur bozulacak, sonrasında darbe gelecek.
Geçmişte bunları görmemiş olsak “Daha neler” diyeceğiz ama olmuşu bilince olacağına da inanıyor insan.
Üstelik bu planların bulunduğu yer sokak değil ki, “Birileri koymuş. Yok böyle bir şey” diyesin.
Bulunduğu yer Deniz Kuvvetleri’nin İstihbarat Başkanlığı.
Orada bir ofiste saklanmış halde bulunuyor.
Böylesine rezil ve vahşi bir plan.
Şimdi Genelkurmay’dan yapılacak açıklamayı merakla bekliyorum.
İki olasılık var.
Ya “Evet böyle bir plan yapılmış ama komuta kademesinden gizlenmiş. Kurumsal değil, bir cuntanın işi, sorumluları bulup cezalandıracağız” diyecekler ya da “Böyle bir plan yoktu. Oraya yerleştirmişler, sonra da bulmuşlar” diyecekler.
Tabii ikinci durum da facia.
Birileri Deniz Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı’na girip, plan yerleştirip sonra bulmuş gibi yapabiliyorsa vay o istihbaratın haline!
21 Ocak 2011 23:51
Asagidaki yorumu bir onceki yazi icin yazmistim. Ama izninizle, onemli oldugu icin buraya da ekliyorum–degistirme yapmadan (ilk paragraftaki bazi atiflar daha onceki yorumlara atif olsa da, gecerlilikleri degismedigi icin muhafaza ediyorum):
“Acikcasi, simdiye kadar baktigim gazete haberleri, Balyoz hakkinda yazilanlar, Dursun Cicek hakkinda fmerakli’nin ve simdi de “zihin cimnastigi” altinda yine zirvalayarak aslinda sahsi olarak son derece seviyesiz ve komplo teorisi imali saldirida bulunan “ihtimal”in (ne yapsin kapasitesi daha uzaga gitmiyor, blogu yeni okumaya baslayanlara ciddiye almayin kendisini deyip geciyoruz; isterseniz kendini rezil ettigi Emre Uslu baslikli ingilizce mesajlara bakabilirsiniz) vs. icin soyle bir baktigimda ve bunlari bir veri olarak dusunerek, o gozle degerlendirmeye aldigimda, vardigim sonuclar, ya da sordugum sorular diyeyim, sunlar:
1. Bir kere bu cuvallar her ne hikmetse kamuoyu ruzgari hafifce dalgalandikca ortaya cikti. Zaman gazetesi her zamanki gibi aninda icerigi hakkinda bilgi sahibi olup yayinladi. Bu sahibeli. Bu iki durum (zamanlama ve nasilsa Zaman’in onceden daha cuval cikar cikmaz binlerce dokumanin icerigini bilmesi! Hani askerler acmisti o gizli bolmeyi?), son birkac seneden beri boyle sayisiz “tesadufler” itibariyle oldugu icin bir sonuca varamazsam da, bir akademisyen olarak bunu not ettim. Bu kendini tekrar eden bir unsur ise, dikkat cekici bir unsur olarak dusunulmeli ve not edilmeli.
2. Golcuk’ten cikan dokumanlarla ilgili bazi klasorler son gunlerde sanik avukatlarina verildigine gore, Dani Rodrik ve Pinar Dogan’in beklemeden bunlarin uzerine atladigi imalari abes, komik, sacma: PD ve DR ellerine gecen dosyalari degerlendirmisler. Zaman’in aninda binlerce belgenin icerigini bilmesini ve haber yapmasini sahibeli bulmayan zihniyet, bununla sahibe havasi yaymaya calisiyorsa, bu *kotu niyetlidir*. Istediginiz kadar saklamaya calisin, adini koyalim: onyargidir. Can Acar haklidir. Bu, ayrica kanimca buraya yazan bazi sahislarin yazdiklarinin sayginligini tamamen zedelemistir. Bunu da kenara not edelim.
3. Butun bu bloga bakarak, canhiras bir sekilde Emrullah/Emre Uslu, Kutahyali (evet, ikisini ayni kefeye koydum) vs gibi “kose” yazarlarinin bu blog sahiplerine karsi yuruttugu dort koldan saldirilarin beyhude gizlemeye calistigi Zaman ve Taraf gazetelerinde yayinlanan *yalan* haberlerin, bu blog yazarlarinin belgeleriyle ifsa olunmasindan sonra, ben mesela su soruyu soruyorum:
Kimbilir bu gazetelerde bazi yazanlar (yine genellememeye calisiyorum butun yazarlari–Yavuz Baydar’i kesinlikle saygin isimler arasina koyarim mesela, gazetelerin yonetimlerini ve tekrar eden sorunlu yayinlarini ayri tutarak), Pinar Dogan ve Dani Rodrik gibi bu islerin uzerine egilen baskalari olmadigi icin baska ne yalan haberler yaptilar diye dusunmeden edemiyorum. Bu yuzden de bazi blog yorumculari, nasil olup da gazetelerden edindigi bilgilerle Dursun Cicek icin rahatlikla hukum verebilirler? O’nun durumunda da az bilgi kirliligi yaratilmadi dort bir koldan. Bu sebeple, ben cevabini bilmemekle beraber, Dursun Cicek’le ilgili buyuk bir istahla hemen karar verip burada ahkam kesenlerin yorumlarina da, bu konuda medyadaki haberlere serh koyuyorum.
4. Can Acar’in yargi elemanlari hakkinda genelleme yapilmamasi gerektigini dile getirdigi bir yoruma katilmistim: evet yargi icinde cok sorunlu hareket edenler olabilirdi, bunu butun meslek sahiplerine mal etmemeliyiz diye dusundum. Sonra ekledim: buna polis teskilati ve askerler de dahil.
O anda da bir sey netlige kavustu kafamda: sorun, fmerakli gibi pesinyargili bir sekilde konuyu sivil-asker mecrasina cekmeye calisanlarin dedigi gibi siyah beyaz degil. Ortada en az ucuncu veya dorduncu gruplarin varligi sorusunu ortaya atiyor su son bir kac yilin baglamindan bakarsak: Edelman’in soyledikleri; Wikileaks’ten ortaya konanlar; askeriye elemanlarinin ailelerinin ozel hayatlarinin desifre edilmesiyle cikarilmaya calisilan sahsi karalama kampanyalari; aslinda neresinden bakarsaniz askeriyenin yeterince irkci olmadigi imasini tasiyan Ermeni, Yahudi damat hatta anneanne “desifre edilmesi”ve askeriyenin daha da irkci bir duzleme cekilmesine calisan bir soylem kurgusu (bunu bir cok web sitesinde gordum); her ne hikmetse ruzgarin gulu donerken, hep hizir gibi bir arama/bulma kampanyasiyla ortaya cikan yeni veya yeniymis gibi yeniden isitilarak kamuoyuna sunulan sansasyonel haberler…
Bunlar tuyler urpertici bir senaryonun parcasiymiscasina bir tablo sunuyor. Bu tabloya baktigimda bunu da not ediyorum; kesin bulgularim yok, ama mantik yurutunce butun bu resme bakinca bu sorunun ortaya cikmasi kacinilmaz. Iste burada da bir duruyorum: Burada soru da sivil-asker cekismesinden ziyade baska cekismelerin, iktidar savasinin (ki bunun bir kismi da kurumlari kimlerin kontrol altina alabildigiyle ilgili imis gibi gorunuyor) bizlere–yani sivil-asker carpismasindan bikmis; askerlerin senelerce dayattiklari seyler ve darbelerden aci cekmis, usanmis bizlere–bunun sivil-asker olayi gibi gosterilmesinin ne kadar kolay oldugunu goruyorum.
Bir akademisyen olarak da (ki daha once yazdigim gibi, bazi akademik kategoriler cok ise yariyor bu sablona sorularla yaklasmama) serh koyuyorum. Ve soruyorum: kim bu senaryolari uyduranlar? Kim bu kampanyalari yurutenler? Savcilar, adli emanete neden bu sahtelikleri bulgulayan belgeleri kaldiriyorlar? Neden bu davanin pislikleri su yuzune cikarken Golcuk bir anda ortaya cikiveriyor?
Son olarak, ben Yavuz Baydar’in senelerdir cizdigi saygin cizgiye bakarak bu konuda kendisinin de sivil-asker ikilemi uzerinden dusundugu izlenimine kapildim. Iste tam da bu sebeple, askeriyenin bir kurum olarak kendisiyle yapmasi gereken cok hesaplasmalar var. Insanlar bir gunde boyle olmadi.
Eskiden asker-sivil cok duz bir ayirim gibi gelirdi. Simdi ise artik boyle bir ayirim ve iki net gruptan bahsetmek mumkun degil. Bu isin icinde baska seylerin dondugu, fmerakli’nin “askerler aradi, bakalim ne cikti” gibi bir akademisyene asla yakismayan, sonuca hemen atlayan istahli yorumlarinin sifirlandigi bir baska goruntu var genel resme baktigimizda. Bu sorulari ben gormezlikten gelemiyorum ve bir kenara not ettim. Dikkatle okuyup not etmeye de devam edecegim. Bu sorular dururken de ne diger insanlarin zekasina hakaret eder gibi, hevesle sonuca atlamaya calisanlarin son iki gunde yazdiklarinin cogunu ciddiye alabiliyorum, ne de bir yargiya variyorum. Soruyorum: bu resme bir butun olarak bakarsak, bu islerin arkasinda neler donuyor?
Bu blog ve buradaki yorumcularin tartismalari sayesinde ortaya cikiyor ki aslinda daha genel bir resim var ve asil bunlarin uzerine gidilmesi lazim.”
22 Ocak 2011 00:06
Blog yazarlarinin anlattiklari tamamen bir hikayeden ibarettir, olaylarin nasil gelistigiyle ilgili degil sadece nasil gelismesini istedikleri yonunde. Yok cete varmis, yok isbirlikci varmis vs. bunlarla ilgili ne tek bir sorusturma ne de tek bir kanit var. Capini tamamen kendi fikirleri dogrultusunda degistirdikleri soyut bir “cete”.
Bence yeni deliller konusunda dikkat cekmesi gereken, fakat hic konusulmayan bir nokta tutuksuz yargilama uygulamasinin tehlikesi. Ya Golcuk’teki belgelere savcilardan once tutuksuz saniklardan biri erisip bu belgeleri imha etseydi? Belki de boyle bir sey zaten yasandi, farkinda degiliz. Demem o ki yeni delillerin varligi tutuksuz yargilama kararlarinin tekrar gozden gecirilmesini gerektirir.
Yanlis anlamaya meyilli arkadaslara uyari: Hic bir sekilde tutuklu yargilamanin bir ceza unsuru olarak kullanilmasini savunmuyorum, davanin da bir an once sonuclanmasi herkes icin en saglikli olandir.
22 Ocak 2011 00:33
Merttalay,
Soyut bir çete yok. Ortada belgelerden söz ediyoruz. Bu belgeler gerçekse zaten sanıklar yargı karşısında cezalandırılır.
Ancak, davadaki delillerin sahte olduğuna yönelik çok ciddi emareler var. Bu belgelerin hedef aldığı insanlar ve kurumlar var. Organize bir dezenformasyon var. Basın ayağı var.
Tüm bunlar organize bir ‘çete’den çıkma diye düşünüyorum. İmzasız belge de yok bunu ispatlayacak. Balyoz delilleri bunun resmi belgesidir!
Sizle farklı konu başlıklarında da yorum paylaştık. Oralarda bizim fikrimizin ne olduğunu siz çok iyi anladınız. O nedenle burada konuyu çarpıtmayın!
Şu ana kadar yapılan hukuksuzluklara, tutarsızlıklara ve sistematik saldırılara samimi yanıt veremeyip, ‘sanıklar tutuklanmalı çünkü belgelerin imha edilmesi tehlikesi var’ demek vicdan ve hukuk dışıdır.
22 Ocak 2011 00:40
merttalay@
“Blog yazarlarinin anlattiklari tamamen bir hikayeden ibarettir, olaylarin nasil gelistigiyle ilgili degil sadece nasil gelismesini istedikleri yonunde. Yok cete varmis, yok isbirlikci varmis vs. bunlarla ilgili ne tek bir sorusturma ne de tek bir kanit var. Capini tamamen kendi fikirleri dogrultusunda degistirdikleri soyut bir “cete”.” diyorsunuz da…
Tğm Mehmet Ali Çelebinin telefonu emniyete teslim edildikten 5 saat sonra hizbullah üyesi sanığa ait telefon kayıtlarını telefonuna nasıl yüklendi. (mahkemeye bu gün sunulan bilirkişi raporu )
http://www.odatv.com/n.php?n=polis-gozaltina-aldigi-mehmet-ali-celebinin-telefonunu-neden-acti-2101111200
22 Ocak 2011 00:48
Bir örnek de ben ekleyeyim bu çete konusunda:
Mustafa Balbay’ın günlüklerinde binlerce sayfa yazı sadece ‘2’ dakikada yazılmış. Yazan kişinin de Balbay olduğu iddia ediliyor. Süpermen Balbay’ı tanır mısınız?
22 Ocak 2011 01:01
Taylan,
Daha once de soyledim saniklar tarafindan sunulan bilirkisi raporlari bir sey ifade etmez. Bu tip konularda kesinlik yoktur (hic bir seyde olmadigi gibi), dolayisiyla farkli bilirkisiler farkli rapor verebilirler. Ben de sanik olsam, 100 tane bilirkisi bulurum, bunlardan 99 tanesi aleyhimde 1 tanesi lehimde yazi yazsa 99unu saklar, bir tanesini gider mahkemeye sunarim “iste bilirkisi raporu” diye. Mahkemenin atadigi bilirkisi gecerli olandir, bu konuda bir bilgi varsa belirtin lutfen.
22 Ocak 2011 01:18
Siz bırakın bilirkişiyi. Kanun kimi bilirkişi tayin ediyorsa o yapsın görevini. Siz soyut olduğunu iddia ettiğiniz ‘çete’ye @fenerant ve benim verdiğim örnekleri bir açıklamaya çalışın öncelikle… Demagoji yapmadan bu hukuksuzluklara bir yorum yapın bakalım…
22 Ocak 2011 01:26
merttalay :
haberde ne yazıyor..
1-Ancak TİB’in telefon kaydı hakkında verdiği sinyal bilgisine göre, Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin telefonu birileri tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde 1 dakika 22 saniye süreyle usulsüz bir şekilde açılmıştı….
—yani bilirkişi yorumu değil gerçek bir durum var burada…
2-Telefon defterindeki 139 kişinin numarası üzerinden Hizbul Tahrir örgütü ile ilişkilendirilen Çelebi, bu 139 numaranın telefonuna sadece 1 dakika 1 saniyede yüklendiğini belgeledi…
— başka bir gerçek daha yine bilirkişi yorumu değil…
Sen daha hamsın merttalay olmamışsın…
22 Ocak 2011 14:37
Sevgili merttalay kardeşim,sen boşver bilir veya bilmez kişi raporlarını.Öyle anlaşılıyorki okumuş yazmış mektep medrese görmüş bir arkdaşsın,en azından benim gibi zır cahıl değilsin. Şu Mehmet Ali Teğmenin cep telefonuna EDLİ EMANETTE MÜHÜRLÜ TORBADA BULUNDUĞU ANDA 61 139 ADET HİZBULLAHÇININ TELEFON KAYDI NASIL YÜKLENMİŞ OLABİLİR VE BU NE AMAÇLA YAPILMIŞ OLABİLİR ? Sen bu konuda bizi engin bilgi birikimin ve teorilerinle bir aydınlat hele.Bak bu raporu verende bilirkişi falan değil TİB yani tarafı çok net bir kurum 🙂 Sizden yani.
22 Ocak 2011 01:50
merttalay,
Aylardır uğraşıyorsunuz, çelişkilere bir açıklama getiremediniz. Yanlızca siz değil, başka kimse de getiremedi. Her zaman yaptığınız gibi görmezden gelmeye çalışıyorsunuz bu bariz problemleri.
Bir kez olsun bağımsız düşünmeyi deneyin. Eğer yardımcı olacaksa kendinizi birtakım CD’lerin içinden çıkan hayatınızda görmediğiniz CD’ler yüzünden tutuklu yargılanırken hayal edin. Bu CD’lerde olan bariz çelişkilere sizi yargılayanlar kulaklarını tıkasın.
Ya da, örneğin, cep telefonunuzda birden hayatınızda görmediğiniz yüzlerce numara belirsin, ve birileri sizi bu nedenle terörist olmakla suçlasın. Bu arada numaralar belirdiği zaman telefonun sizde değil de adli emanette olması da kimsenin ilgisini çekmesin.
Ne yapardınız?
Saygılarımla …
22 Ocak 2011 03:35
Can Bey insaf, CD’lerdeki tutarsizliklara savcilar aciklama getirmeli diye kac defa yazdigimi ben bile unuttum. Bagimsiz dusunceden kastiniz odatv gibi bir internet sitesinin herhangi bir kaynak/belge gostermeden verdigi haberlere (“bilirkisi tespit etmis”mis. Hangi bilirkisi, neyi tespit etmis, kim basvurmus bu “bilirkisi”ye?) inanmak ise, tesekkur ederim, almayayim.
22 Ocak 2011 03:53
Ben o örneği, düşünmenize yardımcı olur diye vermiştim. Sanırım işe yaramamış.
Anladım, bilirkişi şart diyorsunuz. Emre Uslu’nun veya Zaman gazetesinin elyazısı uzmanları konusunda ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Sizce CD üzerindeki yazısı Süha Tanyeline mi ait?
İsterseniz telefona yüklenen bilgileri bir kenara bırakalım. Ben yine de yazıda kaynağın Çelebi’nin avukatı Hüseyin Ersöz olduğunum açıkça yazıldığını hatırlatmış olayım. Biz Balyoz delilleri üzerinden konuşalım.
Benim sorum, CD’ler, sizin de istediğiniz gibi, savcılar tarafından açıklanmadan Gölcük bulgularının bir önemi var mı? Önemli olduğunu düşünüyorsanız, bu bulguların da bilirkişi incelemelerini beklemek gerekmez mi sizce?
Her türlü açıklama Bavuldan çıkan CD’leri de açıklamak zorunda değil mi sizce?
Saygılarımla …
22 Ocak 2011 04:01
Evet bavuldan cikan CD’leri de aciklamali tabi ki. Golcuk bulgularinin icerigine simdiye kadar hic deginmedim; icerigi nedir, imzali midir vs. gibi hic bir bilgim/yorumum yok. Dediginiz gibi bunlarin da uzman ellerde degerlendirilmesi gerek. Bu post altinda dikkat cektigim nokta sadece su: daha once tutuksuz yargilama icin verilen argumanlardan biri butun delillerin toplandigi, delil karartmanin imkansiz oldugu idi. simdi bu argumanin gecersiz oldugunu goruyoruz, o zaman bile delil karartma tehlikesi mevcut imis.
22 Ocak 2011 05:48
Merttalay:
“Blog yazarlarinin anlattiklari tamamen bir hikayeden ibarettir, olaylarin nasil gelistigiyle ilgili degil sadece nasil gelismesini istedikleri yonunde.” demissiniz.
Bu, yukarida son yazdiginiz yorumla celisiyor. Bu kadar aciklanmasi gereken sey varken, ben de sormadan edemiyorum: “hikaye” oldugu saviyla ortaya attiginiz bu gorusu siz hangi delille destekliyorsunuz peki?
Ya da: Madem bunlarin (CD’ler, vs) aciklanmasi gerekir diyorsunuz, ben de size temel bir bulgudan yola cikarak soyluyorum: delillerin karartilma tehlikesinden bahsediyorsunuz–ben de merak ediyorum, savcilarin adli emanete gommeye calistiklari celiskiler delil karartmak degil midir? Hangisi daha vahimdir: farazi bir “tehlike” soylemi yaratmak mi, yoksa somut olarak ortaya cikan bir carpitma, delil karartmak mi?
Eger buna durust bir cevap veremiyorsaniz, soyledikleriniz uzerinden ben bazi cikarimlar yapabilirim ki, hicbiri “hikaye”den oteye gitmiyor.
22 Ocak 2011 07:35
Acracia,
Aciklanmasi gereken seylerin var olmasi, bu seyleri acikladigini iddia eden bir savin dogru oldugu anlamina gelmez. Ornegin evrenin olusumu hakkinda hala aciklanmasi gereken noktalar mevcuttur. Buna mukabil butun dinlerin bu konuda bir aciklamasi varken biz sirf “dinler bunu acikliyor” diyerek dini metinleri dogru kabul etmeyiz. O aciklamalarla tutarli olgular arariz.
Bu davada aciklanmasi gereken seyler, tutarsizliklar var diye bunlarin cete urunu olduguna dair nasil bir kanit var ben bilmiyorum. Golcuk’teki belgeleri cete uyelerinin yerlestirdigine dair bir kanit var mi? Saniklarin aleyhine olusan her gelismeyi “iste cete buraya da sizmis!” diyerek “aciklamak” ne kadar saglikli?
Adli emanet vakasi eger bu blogda yazildigi sekliyle gerceklestiyse bir skandaldir. Savci bu konuya bir aciklik getiremezse gorevden alinmalidir.
22 Ocak 2011 08:07
merttalay,
Tutarsızlık olması, bir veya birkaç kişinin bu belgeler üzerinde oynayıp, en azından tarihlerini farklı gösterdiklerini kanıtlamıyor mu?
Tüm bu işi yapanın sadece bir kişi olması ihtimali çok zor. Ancak, doğrudan sahtekarlık işine karışanların sayıca az olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu daha önce yazmıştım.
Böyle bir grup insan neresinden bakarsan bak bir çetedir.
Bu çetenin amacının ne olduğu, kimlerden oluştuğu konusunda hiçbir bilgi yok. Asker de olabilir, cemaatçi de. Yabancı devletler de olabilir çok uluslu şirketler de. Liberaller de olabilir ulusalcılar da. Ancak bu noktada ortada bir çete olduğunu sanırım kabul etmeliyiz.
Bu çetenin kim olduğu konusunda sadece mantık yürütebiliriz.
Bence oldukça zorlama bir mantıkla, fmerakli bu çetenin darbecilerin kendileri olduğunu öne sürdü.
Pınar hanım ve Dani bey, anladığım kadarıyla, en çok Zaman gazetesinin bu konuda bastırdığını, yalan haber yapmaktan çekinmediğini göstererek bu çetenin cemaat ile ilişkili olduğunu öne sürüyorlar. Bu senaryo Hanefi Avcı’nın kitabında yazdıkları ile de örtüşüyor.
Ben şahsen bu çetenin kimlerden oluştuğundan çok hedefi ile ilgileniyorum. Ülkenin yönlendiği baskıcı, antidemokratik istikameti korumak için gündem yaratma, buna karşı çıkabilecek tüm grupları engelleme ve sindirme çabası olduğunu düşünüyorum.
Eminim herkesin kendine göre bir senaryosu var.
Amaçları ve üyeleri kim olursa olsun, bu çetenin açığa çıkartılması bu davada adil yargılama yapılabilmesinin temel şartı.
Bu yapılmadığı ve şüpheler giderilmediği sürece yargılanan tüm darbeler de şaibeli olacaktır.
Saygılarımla …
22 Ocak 2011 20:57
merttalay @
“Adli emanet vakasi eger bu blogda yazildigi sekliyle gerceklestiyse bir skandaldir. Savci bu konuya bir aciklik getiremezse gorevden alinmalidir.”
demişsiniz. Doğru söze ve yoruma lafımız olamaz.
Mahkemede dün bu konunun nasıl gerçekleşmiş olabileceği hakkında ek bilirkişi raporu istedi. Bilirkişinin vereceği rapor; adli emanete teslim edilmiş bir delilde nasıl tahrifat yapıldığını açıklayacaktır. Ondan sonra çete varmı yok mu herkes görecek.
22 Ocak 2011 13:51
merttalay lutfen bize anlatir misin hangi sebepten oturu donanmadan cikan belgeler bu isin gercekligini ispatliyor? ama lutfen konuyu baska yerlere cekmeden.
22 Ocak 2011 00:36
evet fark var.
22 Ocak 2011 13:46
nedir fark?
22 Ocak 2011 02:35
Ortada sahte belge düzenliyen organize bir çete var.Ben burada yorum yapıp sürekli kafa karıştırmaya çalışan bazı kişilerin de bu çetenin elemanları olduğu hissine kapılmaya başladım.Taraf,zaman,bugün,star gibi gazetelerde çıkan yalan haberlerin aynısını burada da devam ettiriyorlar.Sanki aynı kalemden çıkma yazılar.
22 Ocak 2011 09:34
“daha once tutuksuz yargilama icin verilen argumanlardan biri butun delillerin toplandigi, delil karartmanin imkansiz oldugu idi. simdi bu argumanin gecersiz oldugunu goruyoruz, o zaman bile delil karartma tehlikesi mevcut imis”
Sayın merttalay,
Sanırım sizin tam emin ve tatmin olmanız için tüm TSK mensupları dehal tutuklanmalı. Ben bir emekli olarak falan yerdeki gömüleri bulup müdahale edemem ama oradan (silsile i meratip olarak)sorumlu olanlar dediğinizi yapabilir.
Üstelik köstebekleri bulmak ve dönen dolapları ortaya çıkarmak hem görev hem de namuslarıdır.
22 Ocak 2011 09:53
Ahmet Hakan “Balyoz’a aklım yatmıyor” yazısında balyozu belgelere girmeden sorguluyor.
22 Ocak 2011 10:33
anlattıklarınız inanmak isterdim ama sizde hikayeden öteye gecememişiniz.varsayımlarla hareket etmiş garip örneklerle desteklemeye celışmışınız.ama ben kesinlikle inanıyorum çetin dogan ve balyoz gercek.Artık tartışılır bir durum kalmamış.
22 Ocak 2011 13:47
hangi somut veriden oturu tartisilir bir durum kalmamis?
22 Ocak 2011 12:43
Ahmet,
“anlattıklarınız inanmak isterdim ama sizde hikayeden öteye gecememişiniz.”
Nedir hikaye edilenler, mesela hangileri?
“varsayımlarla hareket etmiş garip örneklerle desteklemeye celışmışınız.”
Yapmayın ahmet bey allah aşkına, mesela hangi varsayım ve hangi destekle örneklemişler, bir adet varsayım ve örneği verebilirmisiniz?
“ama ben kesinlikle inanıyorum çetin dogan ve balyoz gercek.”
Inanmak özneldir, sorgulamadan inanmak ise fanatikliktir.
“Artık tartışılır bir durum kalmamış.”
Somut olarak ispatlanmıştırki, hem 11. Nolu CD fabrikasyondur, hem de Savcılık makamı, delileri çarpıtmıştır. 2003 yılından sonra çalışmaya başlayanları itham etmekte, savunma tarafının bu belgelere ulaşmasını engellemek isteyerek yanlı davranmış, iddiasını bu olguların üzerine kurmuştur.
23 Ocak 2011 21:48
Kitabınızı aldım ve okudum, psikolojik harp konusunda babanızın eline su dökemezsiniz. Kitap zayıf kalmış.
Cevaplamanız gereken bir çok soruyu es geçmişsiniz.
Gölcükte her tarafı koruma altında olan ve kameralarla izlenen bir yerden çuvallar dolusu belge sizleri bitirmiştir.
…
23 Ocak 2011 23:55
Hatalisin Serhat,
Golcukte cikan belgeler de 11 no’lu CD’den cikanlarla ayni, ayni olmayanlar da yine benzer bilgisayar ciktilari. Ayrica oyle iskembeden adam asmaca yok, bir laf soyluyorsan sebebini aciklayacaksin.
Hadi acikla bize Golcuk’tan imzasiz word belgeleri (cikan tek imzali belge 12.09.2002 tarihli daha secim bile yapilmamis) cikinca nasil butun tarih tutarsizliklari cokmus oluyor? Hadi aydinlat bize yapabiliyorsan.
24 Ocak 2011 01:13
Mert Talay;
Teğmen Çelebi ile ilgili durum TİB kayıtlarından ve mahkemenin atadığı (tekrar ediyorum mahkemenin atadığı,senin dediğin gibi sanığın kendisinin bulduğu değil) bilirkişi raporunda yazmaktadır. Yani öyle öznel, keyfi bir yanı falan yok, mahkeme bu konuyu kabul etti zaten, suç duyurusunu yapacak. İlla Zaman’da falan mı yazması gerekiyor senin inanman için. Daha dur ne yalanlar, ne düzmeceler ortaya çıkacak… Kanıt diyordun bu sana kanıt…