Balyoz “mahkemesi” gerekçeli kararında, Balyoz CD’lerinin adli bilişim incelemesinde ortaya çıkan Office 2007’ye ait fontlar için bilişimle bağdaşmayan bir “açıklama” getirmişti:
Yani, mahkemenin sözde Microsoft’un açık kaynaklarından öğrendiğine göre, 2003’de hazırlanan bir Word belgesi, 2007 yılında yeni versiyon ile açılırsa, belge 2007’de hazırlanmış gibi görünebilirmiş!
Her şeyden önce, bu açıklamanın “huzurda dinlenen uzman kişilerce doğrulandığı” kesinlikle doğru değil. Çünkü böyle bir şey, en son 2003’de kaydedilmiş gibi görünen Balyoz belgeleri için mümkün değil.
Balyoz CD’lerini inceleyen ve sahteciliği belgeleyen Arsenal Consulting, bu konu hakkında ayrıca bir bir rapor hazırladı. Raporun İngilizcesine buradan, Türkçe tercümesine buradan ulaşabilirsiniz.
Raporda da belirtilen gerçekler çok açık:
– Son kayıt/ son değişiklik tarihi 2003’u gösteren bir belgede, eğer sahtecilik yoksa, Office 2007’ye ait ögeler (Calibri fontu) bulunamaz.
– 2003’de oluşturulan bir belge Office 2007 ile açıldığı zaman, ancak ve ancak değişiklikler kaydedilirse Office 2007 ögelerini taşır. O takdirde de belgenin son kayıt tarihi 2003’u değil, en son ne zaman kaydedildiyse (2007 sonrası) o tarihi gösterir.
– Balyoz belgelerinin son kayıt/son değişiklik tarihleri 2003 ve öncesini gösteriyor. Bu tarihlerin belgelerin gerçek son kayıt / son değişiklik tarihlerini yansıtması mümkün değil. İçinde Office 2007 ögelerini barındıran belgelerin son kayıt / son değişiklik tarihi en erken 2007 olabilir.
Gerçekler, herkesin anlayabileceği kadar basit: Balyoz belgeleri sahte.
Raporda örnek olarak, davaya adını veren BALYOZ HAREKAT PLANI.doc isimli Word belgesi var. Aşağıda görüleceği üzere, belgenin son kayıt / son değişiklik tarihi 2002 gibi gözüküyor, ama içinde o tarihte mevcut olmayan Calibri fontuna referans var. Olduğu gibi buraya taşıyoruz.
14 Şubat 2013 01:48
Hala Silivri’de gerçek bir yargılama yapıldığını iddia edebilecek kimse kaldı mı acaba,adamlar gerekçeli kararda bile resmen yalan söylüyorlar?Sahte belgelerle yargıla,tanıkları ,bilirkişileri dinleme,uzman kişilerden alınmış raporları hiçe say, sanıkların lehine olan delilleri adli emanette sakla,savunma hakkını kısıtla,yüzlerce subayı mahkum et ,gerekçeli kararda da yalan söyle.Muharrem İnce daha önce söylemişti,”orada mahkeme filan yok,orada çadır tiyatrosu oynanıyor.”
Bu davalar çok yakında AHİM den dönecek ve Türkiye çok büyük tazminatlar ödeyecek,ne yazık ki ödenen paralar yine bu milletin cebinden çıkacak.şahsen benim cebimden çıkacak olan kısmı tüm mağdur edilmiş kişilere son kuruşuna kadar helal olsun.
21 Mayıs 2013 11:39
Bir arkadasimin yazdigi bir mahkeme yorumunu iletiyorum.
Selam ve saygilarla
Ertugrul Yaman / Almanya
Evrensel Hukuk
Almanyada birçok mahkemeyi takip ettim ve halen de etmekteyim. Bilhassa Türk kökenligençlerin davalarını takip etmekteyim. Bizzat takip ettiğim bir mahkemeyi özetlemel istiyorum.
Almanyada bir ağır ceza mahkeme salonundayız. Sanıklar huzura alındı. Mahkeme başladı.
Olayın mağduru aynı zamanda olay şahidi olarak ifade veriyordu.
Daha önce mahkeme sonuçlanmış ve sanıklar çeşitli cezalara çarptırılmışlardı. Daha sonra temyiz mahkemesine başvurulmuş ve yargılama esnasında sorulan bir soruya cevap verilmemiş olması dolaysıyla, dava esastan bozulmuş ve tekrar yargılama yapılması için ağır ceza mahkemesine iade edilmişti.
Mağdur/şahit, önceki ifadelerinde kesin konuşmuş ve ifadesini daha da sağlamlaştırmak için, sanıklardan bilhassa bir tanesinin gözlerini hayatı boyunca unutamıyacağını söylemişti.
Sanık avukatı, mahkeme başlamadan evvel, müvekkilinin gözlerini dosya ile perdelemiş ve bu hareketinin savunma ile ilgili olduğunu mahkeme hakimine önceden belirtmişti.
Mağdur/şahit ifadesini bitirdi. Savunma avukatı müvekkilinin göz rengini şahide sordu. Şahit cevap veremedi. Hatta koyu ya da açık renk veya yeşil/mavi ya da siyah/kahverengi genellemesini bile yapamadı. Savunma avukatı şahidi sıkıştırdıkça, şahit kaçamak cevaplar vermeye yeltendi. Bunun üzerine hakim devreye girerek, “hayatın boyunca unutamıyacağın gözlerin rengini nasıl olurda bilemezsin. Bu ifadeler senin değil mi?” diye sordu. Bunun üzerine mağdur/şahit, ifade verirken yanında babası ve bir polis memurunun olduğunu ve onların yardım ettiğini söyledi. Hakim, bu yardımın ne gibi bir yardım olduğunu sordu. Şahit bunun üzerine, polisin önüne bir resim dosyası koyduğunu ve resimlerin içinden üç tanesini parmağı ile göstererek, bunlar suça meyilli ve tanınmış şahıslardır dediğini söyledi.
Hakim ifade almayı kesti. Daha önce şahit olarak ifade vermiş olan polis memurunu mahkeme salonundan dışarı çıkarttırdı. Yanındaki diğer iki hakimle konuştu ve kararını açıkladı.
Şimdiye kadar görülmüş olan mahkeme safahatının yok sayılmasına hükmederek, mahkemeyi yeniden başlattı. Sanıkların ifadelerini tekrar aldı. Başkaca şahit dinlenmesine gerek olmadığını belirtti. Ve sanıklar hakkında beraat kararı verilmesine hükmetti. Geçmişte sanıklar ile ilgili verilmiş hükmü ise tüm dosya ve etkileri ile yok sayarak, her türlü kayıt ve arşivden çıkartılmasına hükmetti.
İşte evrensel hukuk budur.
Saygılarımla
14 Şubat 2013 12:19
Orada çadır tiyatrosu oynanıyorsa, her şey göstermelikse, hepsi önceden ayarlanmış ise, o zaman neyin mücadelesini veriyorsunuz? Nasılsa önceden herşeyi ayarlamış, düzenlemiş adamlar, ne yapsanız boş olmuyor mu bu durumda?
Herşeyi ayarlayan yapı AİHM’i de ayarlar ki daha önce oradan davalar reddedilerek geri döndü.
14 Şubat 2013 15:19
Bakıyorum da acele isim değişikliğine gitmişsin,Kilcovic Cilik olmuşsun,şahtın şahbaz olmuşsun gibi bir şey.Sana biraz oku diye boşyere söylemiyoruz burada,AİHM den dönen dava yok henüz.
14 Şubat 2013 15:26
2 dava var geri dönen…
14 Şubat 2013 17:25
omgorma,Bora Kılıç,beni hiç yanıltmadın,aile terbiyesi almadığın belli oluyor,daha önce de buralarda küfrederek belli etmiştin ahlaksızlığını ,sayfana yazdıkların da benim haklı olduğumu ispatladı.Hala utanmadan gelip buralarda yorum yapıyorsun ya pesss.Hala ben o değilim kıvırmalarını bırak sen o ahlaksız adamsın.
14 Şubat 2013 21:09
sayın solmaz türk bora bey alehine ifadelerinizi esefle çok sert bir şekilde kınıyorum..sizi kendisinin yapmış olduğu yorumlara ve zihniyetine acilen saygıya davet ederim..kendisi son derece saygın bir şahsiyet olup kültür seviyesi üst noktalarda bir şahsiyettir..dar görüş mekanızmasını bertaraf edip,olayları çok geniş görüş açısıyla değerlendirme becerisine sahip ender bir dosttur..
15 Şubat 2013 07:34
Çok duygulandım ben de. Bora Bey hangisi oluyordu? Bora Kılıç, ya da Boraxin, omgorma, grizzlybear?
15 Şubat 2013 14:42
Sayın münif;
Bu kadar da açık verilmez ki değil mi ?Dahası da var,blogun ilk günlerinden itibaren yapılan yorumlara bakın,adalet savaşçısı,battlestar3.ve daha bir çoğu…adam arsız vazgeçmiyor,dadanmış bir kere.
16 Şubat 2013 17:38
Solmaz Hanım, ben o kadarını fark edememişim. Dikkatiniz için teşekkürler, sayenizde troll’lerin bir olduğu ortaya çıkıyor.
15 Şubat 2013 12:29
tarık akyıldız,
Bu arada benim yazdığım şeyi siz de doğrulamış oldunuz,omgorma olarak yorum yapan şahısın -Bora Kılıç-boraxin le aynı kişi olduğunu teyit ettiniz.Adamda utanma yok,dadanmış buraya bir türlü vazgeçemiyor asker düşmanı.
05 Mart 2013 22:40
burada kimse asker düşmanlığı yapmıyor..dikkatinizi çekerim.savunulan düşünce ordu dahilinde darbecilik zihniyetiyle oluşturulmak istenen anti demokratik oluşumun ortadan kalkması isteğidir..bu memlekete darbelerin ve onun sonuçlarının verdiği zararların bilginiz dahilinde olduğu kanısındayım..
14 Şubat 2013 12:48
HER SABAH ACABA BİR YAZI EKLEDİNİZ Mİ? DİYE SİTENİZİ AÇIYORUM. BİLMİYORUM BENİM GİBİ K AÇ KİŞİ VAR.?? BENCE, BU BİLGİLERİ HER YERE GÖNDERMELİSİNİZ..AFRİKA’NIN EN ÜCRA KÖŞESİNE KADAR BİLMELİLER.İFTİRA ATANLARIN VE BU İFTİRAYA SES ÇIKARMAYANLARIN ALLAH HEM BU DÜNYA DA HEM DE AHİRET TE BELALARINI VERSİN.. SİZLERLE GURUR DUYUYORUM.İYİ ÇALIŞMALAR…
14 Şubat 2013 15:34
Tuncay Özkan ve Çetin Doğan davası AİHM’den döndü diye biliyorum ben. Yanlış mı?
14 Şubat 2013 17:18
geri döndü, ama bu tutuklu yargılama ile ilgili bir başvurunun davasıydı. ve AİHM delilleri ele almadan, yalnızca iddiaların tutukluluk halini gerektirebileceğini söyledi. yani dava ile ilgili değil, iddiaların tutuklu yargılamayı gerektirip gerektirmediği ilgili bir karardır bu. AİHM, konu yargıda olduğu için, delil incelemesi ya da iddiaların gerçekliğinin araştırılması gibi konulara girmemiştir hiç. karar buna ilişkin değildir.
14 Şubat 2013 18:03
teşekkür ettim, ilerde bakalım AİHM ne diyecek deyip bekleyelim
14 Şubat 2013 18:45
AİHM delilleri ele almadan?
Bu nasıl AİHM ki delilleri ele almadan karar veriyor, demek ki derinciler AİHM’i de ele geçirmiş.
15 Şubat 2013 13:04
AİHM, henüz yargıda olan, iç hukuki sürreci tamamlanmamış bir konuda delil incelemez. inceleyemez. bu konuda yetkili değildir. bu nedenle yalnızca iddialara bakarak karar vermiştir. AİHM delil incelemesini, ancak iç hukuki süreç tamamlandıktan sonra yapılacak bir başvuruda delilleri inceleyebilir ve karar verebilir. şu aşamada ancak şunu söyleyebilir: “evet, darbe iddiasıyla yargılanan kişilerin tutuklu yargılanması normaldir.” ki zaten bunu söylemiştir AİHM tam olarak.
15 Şubat 2013 14:17
AİHM’nin iç yargı süreci tamamlanmamış bir davanın delillerini inceleyip yerel mahkeme gibi karar vermesi mümkün değil. böyle bir yetkisi yok. AİHM’de olayı ele almak için iç yargı sürecinin tamamlanmış olması gerekiyor. Bu nedenle AİHM’ye tutuklu yargılama için müracaat edilmiş, AİHM de yargılama konusuna bakarak, bu konuda yapılan bir yargılamada tutuklu yargılamanın doğal olduğu sonucunu bildirmiş, lakin bu konuda endişeleri olduğunu da belirtmiştir. yani AİHM, “darbe vardır/yoktur” ya da “deliller gerçektir/sahtedir” incelemesi değil, “yargılama kapsamı göz önüne alındığında tutuklulu yargılama normal mi” incelemesi yapmıştır. Delillerin gerçekliği, ancak iç hukuki süreç tamamlandıktan sonra yapılacak başvuruda ele alınabilir. yani AİHM’ye göre “iddialara bakarsak tutukluluk normaldir. zaten deliller sahteyse yargılama sonucunda ortaya çıkacaktır.” AİHM’nin o kararıyla ortaya koyduğu tavır tam olarak budur.
14 Şubat 2013 17:28
Evet,yanlış,tam olarak dönmedi.Blog sahipleri daha iyi açıklarlar sanırım,benim hukuki bilgim olmadığı için açıklayamıyorum ama avukatlardan dinlemiştim.
14 Şubat 2013 18:42
Geri dönen davalardan Tuncay Özkan için tutuklu yargılama adına bizimkiler tarafından gösterilen gerekçe ofisinde bomba bulunduğu iddiasıydı. Bunun üzerine AİHM, tabii tutuklu yargılansın dedi. Sonra bu “bomba”nın, kendisine hediye gelen ve bomba çeperi şeklinde bir kalemlik olduğu ortaya çıktı. Ne TÖ’yü ne de başkasını savunduğumdan değil, ama AİHM’ye yetkili merciler resmen acaip savunmalar gönderiyor. Bunun çok başka ve alakasız bir örneğini Hrant Dink’te yaşamıştık, yine acaip bir savunma gönderilmişti ve o basından çok ilgi görmüştü o zaman. Yani Türkiye’den gönderilen bilgiler her zaman sağlıklı olmadığı gibi, AİHM’yi de yanlış yönlendiren bilgiler içerebiliyor. Ama çıkar nasıl olsa bunların kokusu. Ayrıca AİHM’den dönen davaların içeriğini incelemeniz gerekir, yapılan başvuru maddelerinin tamamını incelemeye almayabiliyorlar.
Bu davalar birer çadır tiyatrosudur kesinlikle katılıyorum. Bunun çadır tiyatrosu olduğunu ortaya koyan bu blog başta olmak üzere bunu ortaya koymaya devam etmenin en önemli şey olduğuna inanıyorum. Son olarak: troll’leri (ya da troll’ü) beslemeyelim.
14 Şubat 2013 15:40
Word değişmiş kurumların isimlerini subayların rütbelerini arabaların plakalarını da otomatik olarak güncellemiş olabilir mi? Vay be ne programlar yapıyormuş Microsoft!
15 Şubat 2013 10:47
Defalarca “sehven” yanlışlar yapılmasına rağmen, iş üzerinde iken enselenmelerine rağmen, gelen ihbar üzerine bir evi basıp, içerideki üsteğmeni 9 ay hapis yatırıp sonrada özür dilemelerine rağmen, hala bu davanın savcısı olanların aklından ve o çok büyük “imânlarından” şüphe ediyorum.
15 Şubat 2013 14:56
Türk ordusunun değerli komutanlarını,aydınlarımızı,yurtseverlerimizi İmralı’daki bölücübaşıyla oturulan pazarlık masalarında meze yapılmasına asla ve asla izin vermeyeceğiz,içeride tek bir kişi kalmayıncaya kadar Mustafa Kemal aşığı kadınlar olarak meydanlardayız.BOP’unuzu GOP’unuzu alıp alayınızın başına çarpacağız.
16 Şubat 2013 03:49
Aslında bu “açık kaynak”ın kim olduğu belli… Baransu, meşhur yazı dizisinde “microsofttan arkadaşlara sordum… 2003 yılında yazılmış bir belge 2007 word’ü ile açılınca fontlar otomotik yükleniyormuş” mealinde bir açıklama yapmıştı. Nazlı Ilıcak ve onun adımlarını izleyen bir kaç yazar da bu açıklama atlamıştı.
Bir ağır ceza mahkemesinin böyle -miş, -mış lı “açık kaynaklara” dayanarak karar gerekçesi yazmasının gerçekten kabul edilebilir bir yanı yok. Bu bilginin doğru olmadığını microsoft veya bir uzmana sormaya bile gerek yok. Büyük olasılıkla hakimlerinde bilgisayar kullanan çoluk, çocuğu falan vardır. Onlara sorsalar doğrusunu yine öğrenebilirlerdi.
Ayrıca bu kadar bilirkişi görüşünün olduğu bir dosyada böyle uydurma bir “açık kaynak”a referans verilmesinin ne anlamı olabilir? Tutanaklardan hatırladığım kadarıyla mahkemede dinlenen hiç bir uzmanın da böyle bir ifadesi yok. Zaten böyle bir şeyi doğrulayacak “uzman” çoluk çocuğa bile madara olurdu.
21 Mart 2013 11:45
AİHM Balyoz davası sanığı Tuğamiral Çakmak’ın başvurusunu reddetti.
31 Mart 2013 20:27
Anlaşılan pek sevinmişsin bu habere ama kafanı biraz yandaş medyadan kaldırırsan işin aslının öyle olmadığını anlarsın,avukat Şule Nazlı Eroğlu bu konuda açıklama yaptı, yalan haber konusunda tekzip yollamalarına rağmen yayınlamıyorlarmış.Bu arada hayatında eline bir kitap alıp okumamış tek sermayeleri küfür olan insanlar her nedense işlerine gelen her yalan habere de balıklama atlıyorlar.
01 Nisan 2013 10:50
Bu haber hürriyet gazetesinde ve cnnturk’te de verildi, onlar niye tekzip etmemiş acaba madem yalan habermiş?
01 Nisan 2013 14:26
Yine dadandın buraya ama hangi isimle yazarsan yaz sürekli açık veriyorsun, üslubun sırıtıyor,boş yere biraz kitap okuyun demiyoruz ,belki o zaman ufkunuz açılır.Avukat hanım tekzip yolladıklarını ama yayınlatamadıklarını söyledi daha nasıl anlatalım ?
22 Mart 2013 20:57
“Tabii dersimi aldım ondan, haddimi, hududumu tanımaya başladım. Askeri düzeni de biraz gördüm. Bu iş, gençlik heyecanı ile olmaz, ciddi olacaksın. Bir daha içeri girmemenin bütün tedbirlerini alacaksın, olağanüstü ihtiyatlı olmayı öğreneceksin ve bu işe “KÜRT KANI İLE BAŞLAYACAKSIN” .
İmza.İmralı
1972 yılında yedi ay tutuklu kalıp çıktıktan sonra.
(21.12.1992 tarihinde Suriye’de, PKK’nın Türkiye partisi olarak kurduğu Türkiye Devrimci Halk Partisi- TDHP’nin siyasal faaliyetlerinden sorumlu elemanına talimat verirken yaptığı konuşmadan alınmıştır.)
Üçgendeki Tezgah. Binbaşı Cem Ersever’in kitabından.
Evet dediğini yaptı.İşe Kürt Kanı dökerek başladı.Biz balık hafızalı bir toplum olduğumuz için unutuyoruz. PKK ilk eylemlerini asker ve polise karşı gerçekleştirmemiştir.
Medya TV’de ve kendisiyle yapılan röportajlarda şöyle diyecekti: “PKK’yı kurduk, üç yıl süreyle ekmeğimizi, silahımızı devlet verdi ve korumamızı sağladı. Bizden istedikleri diğer Kürt örgütlerine karşı savaşmaktı ve üç yıl boyunca ne istedilerse yaptık.” Öcalan, “PKK’yı devlete dayanarak kurup geliştirdiğini” belki onlarca kez söyledi ve bununla övündü. Anlayış Dergisi Kemal Burkay.
Uğur Dündar “Şimdi Öcalan dendiğinde Allah Rahmet eylesin benim çok sevdiğim, saydığım Turgut Özal, bizi bir GAP gezisine götürdü. Gezi yarıda kaldı çünkü PKK bir mezrayı basıp katliam yapmıştı. Fazla uzatmayayım, öbek öbek kadınlar cesetlerin üzerine yığılmış ağlıyor, ağıtlar yakıyorlardı. Evler yanmış, hatta tavuklar horozlar atılan bombalar yüzünden tavanlara yapışmışlardı. Derken özel harekatçı polisler bana gazete kağıdına sarılmış bir şey getirdiler. Açtım açtım bir şey gözükmüyor. Açtım açtım… Şu kadarcık bir bebek ayağı. Terör örgütü dendiğinde, Abdullah Öcalan dendiğinde benim gözümün önüne o geliyor. “
Evet benim de gözümün önüne Bebek katili,dünyanın en kirli savaşlarından birini yürütmüş bir Narko katil geliyor.
“2013 yılı barış yılı olsun.Barış dili hakim olsun,Barış konusulsun”.Bunu diyorlar bize.Konuşacak Bir şey bıraktınız mı? O dünyaya neden geldiğini bilmeden, neden öldüğünü bilmeyen bebelere ne anlatacaksınız?
Ne için, Ne uğruna Öldü bunca insan?
Madem ki talepler gayet makul,karşılanmayacak şeyler değil, Tutanak denilen şeylerin sızması neden bu kadar telaşlandırıyor Barış! yanlılarını?
Neden Baldıran zehiri içiliyor? Sonu iyi olucaksa?
PKK ‘nın Kuruluşu 1978. İlk Maddesi Bağımsız bir kürt Devleti Kurmak.Hala kongrede yazılan bu sözler geçerli. Ama şimdi çıkmış hepsi birden diyor ki, “Biz o talebimizden vazgeçtik.Bir arada yaşayabiliriz”.
Ne demişler,Söz uçar yazı kalır.
PKK ‘yı Devletin kurduğu en sık dile getirilen konulardan biridir. İlk eylemlerine bakınca bu duruma hak vermemek elde değil. Üstelik eşinin Babasının MİT’te çalışıyor olmasıda cabası.
Diğer Kürt ve sol grupları bastırmak için kullanılmış gibidir PKK. Ancak sonradan, denetimden çıktığı ve çeşitli devletlerin taşeronluğuna soyunduğu anlaşılmaktadır.
Rahmetli Cem Binbaşı, çok öngörü sahibi bir insanmış. Tabii bölge de yıllarca görev yaptıktan sonra, aktörleri tanıdıktan sonra,büyük resme odaklandığınızda görebiliyorsunuz bazı şeyleri.Kemal Burkay dan girmişken Üçgendeki Tezgah kitabında(1993) giriş bölümünde şunları yazmış.
“1993 yılı itibariyle Türkiye’de bir Kürt siyasi cephesi oluşturulmaya başlanmıştır. Terörle mücadelede başarılı olduklarını iddia edenler uykularına devam ededursunlar bakalım… Birgün Kemal BURKAY uçağa atlayıp Ankara’ya indiğinde ve bu siyasi cephenin başına geçtiğinde belki uyanıverirler.”
Bu aynıyla vaki oldu.Ama nedense Burkayda çözüm için yeterli görülmemiş olucak ki, İmralı ile süreç başlatıldı.!!!!!!!
Ergenekon İddianamesi biliyorsunuz çok büyük gürültüyle sunuldu topluma. Derin Devlet le hesaplaşılıyordu.Bağırsaklar temizleniyordu. Ergenekon dan tutuklamalar başladığından beri faili meçhul cinayetler işlenmiyordu.Bu bile az şeymiydi canım.
Bunları söylüyordu Özel Görevliler her akşam.
O Ergenekon iddinamesi, “Ergenekon Terör Örgütü,PKK Kontra Gel’i kurup,kendi amaçları doğrultusunda kullanmıştır” diyordu. Soruyordu Savcı, Sahte haham’a, “Anlat, PKK’nın kuruluşunda,Ergenekon’un rolünü anlat”.
PKK’nın kurulduğu tarihte Tuncay Güney 3 yaşında.Birebir tanık olması mümkün değil.Ama yine de anlatıyordu.Ne anlatıyordu?
Tabii kulağına üflenenleri!!!!!
Geçenlerde Kanada’dan bir TV porgramına katılıyor ve “Ergenekon bir projeydi,Birinin düğmeye basması gerekiyordu” diyerek itiraf ediyordu sureçteki rolünü.
Şimdi bu İmralı sürecine herkes o kadar büyük önem atfediyor, ister istemez aklıma Ergenekon İddianamesi geliyor.
“ETÖ, PKK-Konra GEL’i kurmuş ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmıştır”.E o zaman neden İmralıyla görüşüyorsunuz bu sorunu.Taşeronla görüşeceğinize Asıl Müteahhiti ile görüşsenize.
Bak, 26.ncı Genelkurmay Başkanı da Ergenekoncu imiş. Gidin ona sorun PKK’yı.O kaç numara acaba Ergenekon’da bilmiyorum ama.Veli Küçük 8.numara idi sahte haham’a göre. Acaba Başbuğ onun üstümü,altımı!!!!!!!
(ben bu yazıyı hazırlarken Ergenekon da Savcı Mütaalasını sunmuş.Sn.Başbuğ Örgüt yöneticiliğinden ve üyeliğinden değil, (Zira Savcı Ergenekon örgütünün var olduğu sabittir diyor) İnternet siteleri aracılığıyla Hükümeti cebren ve hile ile iskat tan ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanıyor).Kendi zamanından önce kurulmuş İnternet sitelerinden dolayı ve kendi zamanında kapatılmış sitelerden dolayı!!!!!!
Gidin Örgütün ideolojik altyapısını kuran Doğu perinçek’e, Yalçın Küçük’e. Onlarla yapın Barış görüşmelerini. Öyle demiyormu Ergenekonda gizli tanık olduğunu öğrendiğimiz PKK’nın 2.numarası. Öcalan’ın kafası basmazdı, İdeolijik altyapıyı Perinçek le Küçük kurdu demiyormu?
(Abdullah öcalan da gizli tanıklardan biri olabilir. Aydınlk yazmıştı.Hatta 66 ismin bizzat Öcalan tarafından verildiği söylendi.Hiç bir şey artık şaşırtıcı gelmiyor bana.10 yıldır yaşadıklarımızı gördükten sonra).
“ Bazıları benimle dalga geçmek isterler. Bazıları bana Bekaa’nın bilmem neyi diyorlar. Doğrudur, ben buraya sokulmuşum, çıkamıyorum. Doğru, ayıp değil. Benim mevzim bu kadar. Ben ne yapayım? Aklım kabiliyetim buna elveriyor.”
İmza İmralı. Üçgendeki Tezgah.Binbaşı Cem Ersever’in kitabından.
Bu blogda, ODATV ‘yi sevmezler. ODATV dediğinizde bazılarının elleri titremeye başlar.Ben ise, ODATV’nin bu sureçte önemli bir işlev gördüğü kanaatindeyim. Ancak benimde kanımı donduran bazı haberler çıkmadı değil.Mesela bunlara verebileceğim ilk örnek, “Sol’un doğal Lideri Öcalan”.
Game of Thrones’da (2. sezon 3. bölüm) Lord Varys; şöyle soruyordu muhatabına:
Bir odada bir kral, bir tüccar, bir rahip ve bir şövalye olduğunu düşünün. Hepsi de diğerlerini yok etmek istiyor. Kim kazanır?”
“Elbette silahı olan, yani şövalye” cevabı üzerine,
Hayır Lordum;şövalyeye en çok ödeme yapan kazanır…”
Kurulduğu tarihten bu yana pek çok Devletin,grubun taşeronluğunu yapmış bir örgüt var karşımızda. Bizzat eski CİA ajanları, ABD’de PKK’nın yüz milyonlarca dolarlık hacminin olduğunu söylediler.
Sarızeybek bu konuda çok yazı yazdı. Avrupa da PKK’ terörünün finansmanı hakkında. 1 milyar doları var. El koyun bu paraya dedi.
Ama bataklığı kurutmak yerine sivrisinekle savaşanlar döndüler dediler bize,”Görüyorsunuz,Mücadele ile olmuyor. Öldürerek bitiremeyiz.Müzakere yapacağız”.Tabi toplumun bu noktaya gelebilmesi ,için pek çok kanın daha akması gerekirdi.Nitekim öyle de oldu.
AKP, samimi olsaydı, ilk iktidara oturdukları gün ilk icraatları bu olurdu.Üstelik örgütün başı yakalanmış ve yargılanmış iken.Örgüt dağılmış bir durumda iken. Ve Devleti yenemeyeceklerini anlamış iken.
Ama o zaman bunu yapamazlardı.Bu kadar dönüştürülmüş ve satılmış Medya yoktu.Ki bugün onca dönüştürmeye rağmen namık Durukan’ın haberciliğini sorguluyorlar.”Batsın senin gazeteciliğin” diye.Ki işin o kısmı da karanlık. Aslan Bulut’un Yeniçağ da yazdıklarına göre, Namık Durukan’ı Kürtler kendilerinden biri olarak görüyorlarmış.Uludere ile ilgili de ilk bilgileri ondan öğrenmiştik.
Hatta bu tutanak denilen şeylerin sızdırılmasında Hasan Cemal’in rolünü yazdı Aslan Bulut. Hasan Cemal’in sızmadan önce yazdığı bazı yazılarından örnek vererek, önceden haberi olduğunu vurguluyordu. Esas günah keçisi o ilan edilmiş olucak ki, onun da Milliyet le ilişkisi kesiliverdi. Hayrettir!!!!!!!
Bu sureçte birkaç isimle birlikte çok önemli rol ve görev aldı Hasan Cemal. Dön baba dönelim. Ne demişler devrimler kendi evlatlarını yer. Ne ilk dir ne de son olucaktır Hasan Cemal.
PKK, güya Marksist-Leninist temelde olan bir örgüt. Ama ne hikmetse solda olan fakat silahlı mücadeleyi kabul etmeyen örgütlere savaş açıyor. Üstelikbaşındaki şahıs, Komünizmle Mücadele Derneği üyesi, necip fazılKısakürek hayranı, 38 tane sure ezberlemiş,Hocası bu hızla gidersen sen uçarsın demiş olan bir zat.
Tutanaklarda diyor ki, Kürkçü’ye selam söyleyin, Ben dev-genç çizgisindeyim. (oysa kısa bir süre önce, “Kürkçü ye söyleyin, ayağını denk alsın, onu ben seçtirdim” diyordu).
Bir de tabii bugünlerde çok bahsedilmeyen İtalya da iken papa’ya hitaben yazdığı bir mektub vardı.
“Tarihi ve İtalyan halkının kültürel kişiliği ve Roma kentinin kutsallığı, Avrupa’nın kapısı durumunda olması, benim büyük zulüm dünyasından San Pietro tarzı bir hareketle buraya kadar, Roma’ya, Vatikan’a kadar ulaşmama yol açtı”
“Şunu hemen belirtmeliyim ki; Orta Doğu’dayken Halep Metropolü ile çok değerli ilişkiye sahiptim. Bu kanaldan katınıza saygılarımı sunmuştum.”.
Ben eşitliğin, barışın, hümanizmin Hıristiyanlığın temel amaçlarından olduğunu biliyor ve inanıyorum. Taşıdığım sosyalizm inancı bundan uzaklaştırmıyor, daha da yakınlaştırıyor. Şahsınızda, dinimize saygımı belirtmeyi, inancımın ve mücadelemin bir gereği sayarım.”
“Biliyorsunuz ki Hıristiyanlık azizleri Orta Doğu kökenliydiler ve ilk kutsal kiliseleri de burada kurmuşlardır. Bu dönemin ilk Hıristiyan halkları da Asurî ve Ermenilerdi. Kısmen Kürtler de bu dönemin ilk Hıristiyan halklarındandır. Doğduğum köyde ve ilkokulu okuduğum köyde bu kiliselerin kalıntıları duruyordu. Birisini cami yapmışlardı. Buna sevinmemiş, bu büyük uygarlık neden bu hale geldi diye o çocuk halimle üzülmüştüm.”
“Şunu demek istiyorum. Ben dinsiz değil, tüm dinlere ve tek tanrılı dinlere özellikle saflık dönemlerine büyük saygı duyuyor, kendi eylemimi bu büyük insanlık aksiyonlarının devamı olarak görüyor, bunu her zaman söylemekten çekinmiyorum.”
“Herkes bizim peygamberler tarzında olduğumuzu söyler ve halklarımız da buna tanıktır.”
Peygamber tarzında hareket eden APOS ve yine peygamber soyundan gelen Seyid RTE.Ne güzel el ele 200 yıllık bir sorunu çözüyorlar. Zaten ancak peygamberler veya onların soyundan gelenler çözebilirdi bu sorunu!!!!!!!!!!!
“Çukurova’nın yarısı Kürtleşmiş durumdadır. Çukurova aslında yarı yarıya Kurttur. Kısmen fellahtır, kısmen de Türk-tür ama bence, Kürtler giderek çoğunluğu da alacak, bir nevi yarı Kürdistan eyaletidir Çukurova, İstanbul’da 2-3 milyon Kürt var. Yani 5-6 vilayet değerinde bir çalışma alanıdır. izmir’de 2 vilayet değerinde, Konya da bir vilayet değerinde Kürt var.İç Anadolu’da bir milyon; tam bir eyalet, Ege de en az bir eyalet giderek Antalya, Burdur, İsparta’da işçiler turizm sektörü dolayısıyla kayıyor, orası da öyle neredeyse Kürdis-tanın 8 eyaleti de Türkiye’dedir. 8 Eyalet orada, 8 eyalet bu tarafta. Dolayısıyla böyle bir ağırlığı vardır Türkiye çalışmalarının.”
Şimdi soruyorum; Apo efendi bu lafları 9 Ağustos 1991 günü etmişti Bir şeyler anlatabildim mi acaba?
Üçgendeki Tezgah kitabından.Binbaşı Cem Ersever.
Evet 8 eyalet orada 8 eyalet bu tarafta.Var mı başka izahı olan????
Bizim bir sözümüz vardır. “At sahibine göre kişner”. Karşımızda sahibine göre kişneyen bir profil var.
Dün 21 mart 2013. Cumhuriyet tarihinin en acı gücüydü bana göre.Bütün Milli Mücadele Şehitlerinin yattıkları yerde ters döndükleri bir gündü eminim.Ne diye ölmüşlerdi o insanlar. Çanakkale de, Gelibolu da, Anadolu da, Sakarya da, Dumlupınar da,İnönü de ne diye savaşmışlardı. Yanlış kurulmuş nefret edilesi bir Cumhuriyet’i n kurulmasına vesile olmuşlardı!!!!!!!
Solhaber portal da Bu Barış süreciyle ilgili çok değerli analizler yayınlandı.
“Öcalan’ın bu sözleri üzerine dikkatli -belki biraz fazla dikkatli- bir eleştiri notu (http://fotibenlisoy.tumblr.com/ ) yazan Foti Benlisoy, “Barış, Abdülhamid’in “İslam anasırının birliğini” andıran bu imaların işaret ettiği zeminde gerçekleşebilir mi, gerçekleşirse sağlam bir temeli olur mu?” diyerek çok önemli bir noktaya işaret etti. Selçuk Candansayar benzer bir kaygıyı tutanaklar yayınlanmadan önce dile getirmişti. (http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1359971301&year=2013&…). “
“Gerçekten de görüşme notlarında birkaç kere gayrı Müslimleri toptancı bir dille yeren ifadeler geçiyor. Hatta bir yerde Öcalan “Kürtlerin devletten dışlanmaları son yüzyıldır. Abdülhamit bile onlara yer verdi ” diyerek doğrudan Abdülhamit’i anıyor, elbette olumlu bir şekilde. Yani en azından notlara yansıdığı haliyle Öcalan’ın kafasındaki çözümde Abdülhamitçi modele yakınsayan unsurlar var.”
“Peki, II. Abdülhamit’in siyasi projesi neydi? Sıkça sanıldığının aksine Abdülhamit Pan-İslamizm temelli agresif bir dış politika izlememişti. Daha ziyade imparatorluğun bekasını sağlamaya yönelik ihtiyatlı bir politikayı tercih etmişti. Bu politikaya paralel olarak içeride de rejimini imparatorluğun Sünni öğelerine yaslayarak sağlamlaştırmaya çalışmıştı. Bu çabanın iki ayağı vardı: İmparatorluktaki Sünnilerin siyasi birliğini, ya da en azından mümkün olduğunca yakınlaşmalarını sağlamak ve Sünni unsurun Tanzimat reformlarıyla birlikte aşınan üstünlüğünü yeniden tesis etmek.”
“Bu amaçla bir dizi siyaset geliştiren Abdülhamit, Kürtlere yönelik siyasetinin temel amacı olarak Hamidiye Alayları’nı kullanmıştı. 1891’de start verilen Hamidiye Alayları, Sünni Kürt aşiretlerinden ordu emir-komuta zincirinin dışında, doğrudan sultana bağlı yarı düzenli ordu birlikleri oluşturulmasına dayanıyordu. Aşiretler Abdülhamit’e sadakatin yanısıra Rusya’ya, Ermenilere ve kimi yerel öğelere karşı kullanılabilecek askeri güç sağlarken, devlet de onlara para, askeri eğitim, silah ve resmi statü veriyordu. Sayıları 57’e ve asker sayıları da 50 bine kadar çıkan alaylar Doğu Anadolu’da felakete yol açtı. Sıklıkla (Y)ezidilere, Alevi Kürtlere ve zaman zaman da Hamidiye olmayan Sünni aşiretlere saldıran alayların asıl yıkıcı etkileri Ermenilere karşı görüldü. İmparatorluğu sarsan 1895-96 katliamlarında Hamidiye askerleri de yer aldı; alaylar özellikle kırsal bölgelerde binlerce Ermeni’nin öldürülmesine etkin olarak katılmıştı.”
“1908 Devrimi’nin baş aktörü olan İttihat ve Terakki, Sünnilerin birliğine ve üstünlüğüne dayalı bu millet oluşturma projesini bir kenara bıraktı ve yerine imparatorluğun tüm unsurlarının vatandaşlık bağıyla devlete bağlanmasına dayanan liberal-anayasacı bir projeyi uygulamaya koydu. Ama İttihat ve Terakki iktidarı da I. Dünya Savaşı’yla birlikte ve bir dizi karmaşık etmenin etkisiyle dinsel birliğe dayanan projeye geri döndü. Savaşla birlikte artık Arapların yolu kesin olarak ayrıldığı için Abdülhamitçi proje artık Türklerin, Kürtlerin ve diğer daha küçük Sünni grupların din ve mezhep ortaklığı üzerinden ve elbette Türk kimliği altında bir arada tutulması hedefine doğru daraltılmıştı. “
Her şey Aytunç Altındal’ın Kehanetler kitabında yazdıklarına uygun gelişiyor maalesef.
Türk İmparatorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler Kitabı
Aytunç Altındal
Kitapta yer alan 17 Kehanet ile kişiler ve kimliklerden oluşan 28 Osmanlı tablosu, bakır üzerine işlenmiş ve özgün baskı buradan yapılmıştır. Tam metindir. Fransızca özgün yorum ve tablolar eşliğinde Türkçe çevirileri eklenmiştir.
‘Kehanetler’ bölümünde inanılması zor bilgiler iletilmiştir. Hiç kuşkusuz geleceği hiç kimse bilemez ve müminler için geleceği bilebilmek sadece Tanrı’ya mahsustur. Ancak bu ‘Kehanetleri’ birer prognoz/öngörü olarak değerlendirirsek, kitabın yazıldığı dönemden yüzyıllarca sonra neredeyse bire bir gerçekleşen bu öngörüleri dikkatle incelemek gerektiği açıktır.
Chalcondyles, belki de canlı tanığı olduğu olaylar nedeniyle öylesine ince ayrıntılara dikkat etmiştir ki, bu dikkati ve gözlemleri günümüzün tarihçilerini şaşırtmaktadır. Örneğin; bir dilencinin veya bir İranlı, Ermeni ya da Arap tüccarın nasıl giyindiğine, belindeki kuşağın nasıl bağlanırsa ne anlama geldiğine varıncaya kadar yazmıştır.
Çok karmaşık ve değişik olan bu ‘Kehanetler’ günümüzün Türkiyesi’nde ilgiyle karşılanacaktır.
Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, “Türk İmparatorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler” adlı kitapta yer alan “Türkiye’nin 11’inci liderinin adı 11 harfli” cümlesinin Abdullah Gül’e işaret ettiğini belirtti ve ekledi: “Kehanetlere göre bu cumhurbaşkanı döneminde Türkiye devasa bir sarsıntı geçirecek”
BUGÜNE kadar 19 kitap yazan Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal’ın Destek Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Türk İmparatorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler”de gündemi sallayacak açıklamalar var. Kitap metnini Bizanslı Tarihçi Laonicus Chalcondlyles’in yazdığını, yorumcusunun Fransız Blaise de Vigenere, yayıncısının ise Thomas Artus olduğunu belirten Altındal, kitapta Türkiye Cumhuriyeti’nin 11’inci Cumhurbaşkanının kim olacağı ve Türkiye’nin geleceğine yönelik öngörülerin bulunduğuna dikkat çekti. Gerçekleşmiş kehanetlerinden biri, Mustafa Kemal Atatürk’ün yeni Türk devletinin kurucusu olması sıfatını kazanması olan yüzyıllar öncesinin kahinlerine göre, yeni cumhurbaşkanının ad ve soyadındaki harflerin toplam sayısı 11. Bu da Abdullah Gül olarak yorumlanıyor. Ayrıca devlet, bu cumhurbaşkanı ile çok büyük sıkıntılar yaşayacak. Kehanetlere göre bu durum Batılı devletlerin işine yarayacak.
İşte Aytunç Altındal’a yönelttiğimiz sorular ve merakla beklenen cevaplar:
17 kehanet
Öncelikle “Türk İmparatorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler” adlı kitaptaki kehanetler kaç yüzyıl öncesine dayanıyor?
Kitabın asıl yazarı, 1400’lü yılların Osmanlı Devleti’nin durumuna tanık olmuş Atina doğumlu Bizanslı Tarihçi Laonicus Chalcondyles. 1423’de doğduğu bilinen Chalcondyles’in 1490’da öldüğü varsayılmaktadır. Yaşamı hakkında çok ayrıntılı bilgi olmasa da Doğu Roma İmparatorluk belgeleri, 8’inci John Paleologos tarafından 1446’da Osmanlı Padişahı 2’inci Murat Han’a İstanbul’a uyguladığı kuşatmayı kaldırması için öneri götüren Bizans heyetinde elçi düzeyinde yer aldığını doğrulamaktadır. Kahinin 1453’de İstanbul’un ve 1463’de de Peleponez’in Türkler tarafından fethedilişine bizzat tanıklık ettiği kesindir. Kitap metnini yorumlayan, dünyanın en ünlü şifre yazıcısı olarak kabul edilen Fransız Blaise de VigenËre, yayıncısı ise Arthus Thomas’tır. Kitap, 1630 yılında tamamlanmış. İçinde 17 kehanet ve 28 Osmanlı tablosu var.
Vigenere ve Thomas hakkında bir araştırma yaptınız mı?
Kitabı Fransızca’ya çevirmiş olan Vigenere, 5 Nisan 1523’de St. Pourçain köyünde dünyaya gelmiş, 1596’da Paris’te ölmüştür. 17 yaşındayken Kraliyet diplomatik-istihbarat dairesine alınmış ve tam 30 yıl burada görev yapmıştır. Hıristiyanlığın, Protestan ve Katolik olarak ayrıldıkları kilise oturumlarına resmi sıfatla gönderilen en genç sekreterdir. Roma’da tanıştığı o dönemin en ünlü üstadlarından şifre tekniklerini öğrenmiş ve gizli şifre oluşturma yöntemlerini anlatan tek nüshalık el yazması metinlerden yararlanarak günümüzde de kullanılan ve kırılması imkansız sayılan ünlü “Autokey” diye bilinen “de Vigenere” şifresini kurmuştur. Bu çok gizli şifre, özellikle askeri istihbaratta kullanılmıştır. Kilise baskılarından bunalan Artus Thomas’ın ise nerede, ne zaman ve nasıl öldüğü hiçbir zaman bilinememiştir.
‘Osmanlı içerden çökecek’
Kitabın içinde kehanet olarak yer alan ama gerçekleşen olaylar var mı peki?
Tabii ki. Kitaptaki öngörülere göre; “Fatih Sultan Mehmet’ten sonraki 16’ncı padişah döneminde Osmanlı Devleti içeriden çökmeye başlayacak ve padişahı kendi tabasından biri devirecektir” deniliyor. Fatih Sultan Mehmet’ten sonraki 16’ıncı padişah 3. Ahmet’tir. 29 Eylül 1930’da-kitabın yayınlanmasından tam 100 yıl sonra-Arnavut ve Hıristiyan asıllı yeniçeri Patrona Halil tarafından tahttan indirilip yok ediliyor ve Osmanlı’nın çöküşü de böyle başlıyor.
Türkiye Cumhuriyeti devletiyle ilgili kehanetler ne zaman başlıyor?
Kehanetlerden biri Mustafa Kemal Atatürk’ü işaret ediyor. Kitapta, “Türk İmparatorluğu, 1920’de çökecektir” deniliyor. Gerçekten de 1920’de TBMM kurulunca Osmanlı Devleti yok edilmiş sayılmakta. Bununla da bitmiyor. “Osmanlı’nın çöküş döneminde kendisi Hıristiyan topraklarında yetişen ama Müslüman olan bir prens ve başkomutan ortaya çıkacak. Ancak Hıristiyanlar tarafından hiç dikkate alınmayan bu başkomutan, Türk devletini yeniden kuracak ve Batı’ya yönlendirecektir” öngörüsü yapılmıştır. Bu kişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür.
‘Prensliklerin birleşmesi’
Kitapta son dönemde “11’inci cumhurbaşkanı kim olacak” sorusunun cevabı da saklıymış. Yeni cumhurbaşkanı hangi özelliklere sahip?
Kehanete göre, Türk İmparatorluğu’nun başına geçecek 11’inci kişinin adında 11 harf var. Çok ilginçtir ki, Abdullah Gül’ün ad ve soyadındaki harflerin toplamı da 11.
Peki 11. Cumhurbaşkanı Türkiye’si nasıl olacak?
Kitapta “11’inci Prens döneminde Türk devleti, büyük bir sarsıntı yaşayıp yıkılma noktasına gelecektir” öngörüsü var. Ayrıca “Hristiyan Prensliklerin birleşmesi, Türk imparatorluğunun sonunu getirecektir” deniliyor. Bu da benim yorumumca AB’dir.
Bu kehanet son mu? Türkiye’nin geleceği nasıl şekillenecek?
Maalesef kahinler, Türk İmparatorluğu’nun 11’inci Prensi’nden sonra Türk devleti yok kabul etmiş. Türkiye ile ilgili kehanetler burada bitiyor. Bu sonuç, çok ciddiye alınmalı.
“Türk İmparatorluğu’nun Çöküşü”ne dair kehanetleri de kapsayan Laonicus Chalcondyles’in “Kehanetler Kitabı” Aytunç Altındal tarafından yayımlandı.
Altındal, kitabın önsözünde, geleceği Tanrı’dan başka hiç kimsenin bilemeyeceğini, ancak, “kehanetler”in birer öngörü olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. 1425 yılında doğup yaklaşık 1490 yılına kadar yaşamış ve hayatının bir bölümünü Konstantinapolis’te (İstanbul) geçirmiş olan Atinalı tarihçi yazarın kitabında yer alan ve gerçekleşen kehanetlerden bazıları şöyle:
? Katolik Kilisesi ile İstanbul’daki Ortodoks Kilisesi kardeşçe kucaklaşacaklardır. Bu kucaklaşma, aynı ifadelerle Kasım 2006’da gerçekleşmiştir.
? Fatih’ten sonraki 16. padişah döneminde, Osmanlı içerden çökmeye başlayacak ve padişah kendi adamlarınca devrilecektir. 16. padişah III. Ahmet’tir ve Eylül 1730’da Patrona Halil’in başlattığı isyandan sonra yok edilmiştir; kehanet yerini bulmuştur.
? Bu dönemde, Tatar Hanı Osmanlı’ya yardım etmeyecektir. Bu da gerçekleşmiştir.
? “Üç kez üç yüz yıl ve bir de yirmilik” tarihinde Osmanlı Devleti yok olacaktır. Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti 1920’de kurulmuştur.
Kehanet gerçekleşti
İstanbul’u ele geçirecek olan padişahın adı ile teslim edecek olanın adı aynı olacaktır. Her ikisinin adı da “Mehmet”ti. Kehanet doğru çıkmıştır.
Çok hızlı davranan bir Müslüman prens, Hıristiyanlara fark ettirmeden, Türk Devleti’ni yeniden kuracaktır. Bu prens Atatürk’tür ve kehanet gerçekleşmiştir.
Gelelim kehanete göre, diğer olacaklara veya Altındal’ın deyimiyle, “öngörü”lere:
İstanbul’un camileri ve Ayasofya üzerinde haçlar dikilecektir. Bu haçlar, saplanacağı yere silahlı ellerle saplanacaktır. Bu muhteşem şehrin yıkımı gelecektir. Yıkım, sadece orada yaşayanlar sevdiği dini değiştirirse duracak ve şehir lanetten kurtulacaktır. Yıkım adaletsizliklerin en kötülerinin gerçekleştiği bir dönemin ardından olacaktır. Tüm Doğu ülkeleri de Hıristiyanlarca fethedilecektir. Böylece, ölü yaşayan, soyulmuş ve felç olmuş bir yönetim sona erecektir.
Tesadüf o ki…
* Önce, Müslüman şeriatı artacaktır. Eğer yedinci seneye kadar kaldırılmazsa, on ikinci seneye kadar buranın hakimi olacaktır. Sonra, Hıristiyan silahlarıyla bir tutsaklık dönemi gelecektir.
* Türklerin başına geçecek 11. devlet adamı, ülkenin bekasını belirleyecektir. Tesadüf o ki, yakında 11. cumhurbaşkanımızı seçeceğiz.
Hıristiyan âlemi bu yüzyılı değişim yüzyılı olarak görüyor ve İslam üzerindeki oyunları artırıyor. Bu uğurda, İslamî yönetimlerin kullanılması da söz konusu olabilir.
Kehanetler, çoğu zaman sonradan yorumlanır ama devlet büyüklerinin ağzından duyduğumuz, “Türkiye Cumhuriyeti’nin her zamankinden çok tehlike altında olduğu” görüşlerini de yok sayamayız.
31 Mart 2013 13:57
Sayin Trekking, bir suredir blog ile ilgilenemedigimizden yorumlarinizi ancak gorduk; geciklmeli olarak yayinliyoruz.
01 Nisan 2013 10:54
http://haber.gazetevatan.com/ocalanin-sozlerindeki-tek-fark/526472/1/gundem
apo ağır kemalistmiş, bu durumda kemalistler de ağır apocu mu oluyor şimdi?
06 Nisan 2013 05:29
hayir, ama bu cok super soruyu sorabildigin icin sen, nasil desem, cin parcasi payesini hak ediyorsun. tebrik ederim.