Alper Görmüş bilerek mi yanıltıyor, bilmeden mi?
Bu sorunun yanıtını bilmiyoruz, ama bugünkü yazısını temel bir yanlış üzerine inşa ettiği aşikar. Görmüş, 11 numaralı CD’nin kaydının Gölcük’ten çıkan 5 numaralı hard diskte yapıldığını yazıyor. Yani, Görmüş’e göre, Balyoz darbe belgelerini içeren CD’nin kaydının nerede yapıldığı biliniyor ve gene Görmüş’e göre kaynak, Gölcük’ten çıkan 5 numaralı hard disk.
Tamamen dayanaksız olan bu iddiayı Görmüş’ün kendi yazısından (bizim abartımız sanılmasın diye) alıntılıyoruz:
Görmüş’ün bu “bilgiyi” nereden edindiğini bilmiyoruz, ancak böyle bir saptama ne dava dosyasında, ne savcıların iddiaları arasında ne de herhangi bir bilirkişi raporunda mevcut. Görmüş’ü, ya okuyucularını yanılttığı için özür dilemeye, ya da bu iddiasını dayandırdığı kaynağı açıklamaya davet ediyoruz.
Tekrar ediyoruz; 11 numaralı CD’nin 5 numaralı hard diskte yazıldığı / oluşturulduğu / kaydedildiğine dair en ufak bir bulgu yok.
(5 numaralı hard diskin içindeki silinmiş öğeler dahil, tüm verilerin dökümü mevcut ve de bunların arasında 11numaralı CD’deki Balyoz belgeleri—bir kaçı hariç—yok. Gölcük’te 11 numaralı CD’nin neredeyse aynısı olan bir başka CD bulunuyor [1 numaralı tabir edilen CD]; ancak bu CD’nin de 5 numaralı hard diskte oluşturulduğuna dair hiç bir bulgu yok. )
Buradaki en büyük ironi, Alper Görmüş’ün kendi uydurduğu olguları yazmadıkları (!) için başka gazetecileri bilgisizlikle suçlaması.
Görmüş’ün, bu kadar sorumsuz bir gazetecilik örneğini (hem de medya etiği konularını ele aldığı köşesinde) sergilemiş olmasına inanmakta güçlük çekiyoruz. Bu tür yanıltıcı “bilgileri” Görmüş’ün Taraf’taki meslektaşları Emre Uslu ve Mehmet Baransu’dan okumaya alışığız. Uslu ve Baransu kasıtlı olarak yanılttıkları için, aynı yazıyı onlar yazmış olsaydı yanıt verme ihtiyacı dahi hissetmezdik. Görmüş’ün hatasını düzeltip, okuyucularından özür dileyeceğini umuyoruz.
10 Nisan 2012 15:41
Taraf aboneligi olmayanlar icin yazinin tamamini asagiya kopyaliyorum, ancak ilginc olan nokta Gormus, cok uzun bir sure once bu blogta dile getirdigim, ve yeri geldikce geri dondugum bir olasiliga dikkat cekiyor ki o da ortada bir sahte belge cetesi degil, sahte susu verme cetesi olabilecegi.
Gormus; Dogan ve Rodrik’in ifade ettigi gibi 11 nolu CD’nin Golcuk’te ele gecen 5 nolu harddiskte yazildigini yazmis. Bu benim icin de yeni bir bilgi, ve merakla bekliyorum Gormus bunu destekleyecek herhangi bir bulgu ortaya koyabilecek mi.
Ama bu husus “sahte susu verme” olasiligi baglaminda benim acimdan bir onem arzetmiyor.
Zira 11 nolu CD ele gecmis,gecmemis hangi harddiskte hazirlanmis olursa olsun sahte susu verme cetesi aksi kanitlanmadikca bir olasilik olarak ortada durmaktadir. Diger bir degisle, 11 nolu CD’nin 5 nolu harddiskte yazilmamis olmasi soz konusu olasilligi ortadan kaldirmaz. Yani Gormus’un son paragrafta dile getirdigi iddiasi herhalukarda olasilik dahilindedir ki bu olasiligi bu blogta ilk dile getiren yanilmiyorsam benim ki uzerinden bir yildan fazla zaman gecmistir herhalde…
Ozetle, Dogan ve Rodrik’in yukarida dikkat cektigi noktaya geri donersek, 11 nolu CD 5 nolu harddiskte yazilmamis olsa bile Gormus’un dile getirdigi ikinci ihtimal ortadan kalkmiyor:
“İkinci ihtimal: 11 No’lu CD de, 5 No’lu harddisk de darbecilerin öz be öz malıdır. Darbenin hafızasını her daim taze tutmak için bilgileri sürekli güncelliyorlardı. Yeni bir bilgi girdiklerinde ise bilgisayarın saatini bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye ayarlıyorlardı. Ki böylece, ola ki belgeler deşifre olduğunda, zamanlama çelişkilerini öne sürerek “her şey sahte, her şey senaryo” iddiasını öne sürebilsinler.”
——————————————
Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var (1)
Alper Görmüs
Balyoz davasının en önemli delili sayılan 11 No’lu CD’de yer alan zamanlama çelişkileri, baştan beri kamuoyunu meşgul eden en önemli noktalardan biri oldu.
Davanın bir numaralı sanığı Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ve damadı Dany Rodrik, CD’de çok sayıda “zamanlama çelişkisi” saptadılar ve bunları, birlikte yazdıkları blogda kamuoyuna duyurdular. Ciddi, cevaplanması gereken iddialardı bunlar; çünkü CD’nin hazırlandığı öne sürülen 2002 sonu- 2003 başında var olmadıkları kesin olan bazı dernek, gazete, firma vb. 11 No’lu CD’de yar alıyordu… Düşünün; 2003’te oluşturulan bir CD’de, diyelim 2005’te faaliyete geçmiş bir gazete, ya da çok daha sonra adı değişmiş bir firmanın yeni adı yer alıyor! Böyle şeyler…
Doğan ve Rodrik’e göre, zamanlama çelişkileri, belgelerin bir çete tarafından sonradan (2009’da) üretildiğini gösteriyordu.
Bugün dahi belgeler arasında yeni zamanlama çelişkileri bulunup kamuoyuna açıklanıyor, Ergenekon ve darbe davalarına “soğuk” gazeteciler sütunlarında bunları tekrar ederek kamuoyunun zihnindeki kuşkuların daha da derinleşmesine yardımcı oluyorlar.
Ne var ki sözünü ettiğim gazeteciler bu işi yaparken derin bir bilgisizlikle hareket ediyorlar. Bugün bile 11 No’lu CD’nin dışarıda bir yerlerde bir “çete” tarafından herhangi bir bilgisayarda kaydedildiğini zannediyorlar. Bugün bile 11 No’lu CD’nin kaydedildiği harddiskin 6 Aralık 2010’da Gölcük Donanması’nda yapılan aramada İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün döşemesi altındaki gizli bölmede bulunduğunu bilmeden yazıyorlar.
O nedenle, Balyoz davasındaki zamanlama çelişkilerini ele alacağım bu yazıda konuya dair temel noktaları da hatırlatıp özetlemeye çalışacağım.
Güncelleme savunması ve üstveriler meselesi
Zamanlama çelişkileri etrafında dile getirilen iddiaların neredeyse tümünün TSK’da zaten tutulan ve sürekli olarak güncellendiğini bildiğimiz listelerle alakalı olması, “listeler sonraki tarihlerde güncellendiği için, 2003’te var olmayan ya da adı sonradan değişen dernek, gazete, firma vb. de Balyoz belgelerinde yer alıyor” izahını güçlendiriyor. (Mehmet Baransu Taraf’ta yazmakta olduğu Balyoz dizisinde “güncelleme”nin TSK’da rutin bir iş olduğunu, bizzat TSK mensuplarının konuşmalarından derlediği çok sayıda örnek üzerinden bir kez daha gösterdi.)
Fakat bu izah, güncelleme yapılan dosyaların üstverilerinin (tarih, kullanıcı adı, vb.) nasıl olup da 2003’e ait üstveriler olarak kalmaya devam ettiğini açıklayamıyor. Öyle ya, dosyanın her yenilenmesinde (ya da her güncellemede) tarihin ve kullanıcı adının da otomatik olarak değişmesi, yenilenmesi gerekirdi.
Doğan, Rodrik ve başkaları işte bu noktadan kalkarak, “Bir sahtekârlar çetesi var, bunlar 2009’da oturup 2003’e dair bir senaryo yazmışlar” iddiasını öne sürüyorlar.
Gölcük’ten önce, Gölcük’ten sonra
Ben, elimizde 11 No’lu CD’nin olduğu, fakat onun üretildiği bilgisayarın ve harddiskin olmadığı; dolayısıyla tartışmaların sadece CD üzerinden yürütüldüğü Aralık 2010 öncesinde, iddiaların ciddi olduğunu ve bunların savcılar tarafından mutlaka izah edilmesi gerektiğini belirten yazılar kaleme almıştım. O dönemde son sözüm şöyleydi:
“Bu zamanlama çelişkileri, mahkemeyi, belgelerin sonradan ‘üretilmiş’ olduğuna karar vermeye sevk edebilecek kadar ciddidir; meğerki savcılar bunların nereden kaynaklandığını izah edebilsinler… İşin uzmanları, buradaki muammayı açıklayacak yegâne şeyin, o yıllardaki harddiskler olduğunu söylüyorlar… Savcılar şimdi bunların izini sürüyor olmalılar.” (Taraf, 28 Aralık 2010)
Savcılar, o harddiske 6 Aralık 2010’da ulaştılar… O tarihte bir ihbar üzerine Gölcük’teki Donanma Komutanlığı’nda arama yapıldı ve İstihbarat Müdürü Binbaşı Kemalettin Yakar’ın (şimdi Balyoz davasında tutuklu) odasındaki döşemenin altında oluşturulmuş gizli bölmede yeni belgeler ele geçirildi. Ele geçirilenler arasında bir de harddisk vardı; bir süre sonra onun, meşhur 11 No’lu CD’nin yazıldığı harddisk olduğu anlaşılacaktı. (Sonradan o da kendince bir şöhret geliştirecek, 5 No’lu harddisk adıyla yüzerce habere konu olacaktı.)
Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin canına okumak için “sahte” bir CD hazırlayan çete, o CD’yi oluşturdukları harddiski Donanma’nın kalbine, istihbarat biriminin döşemelerinin altına gömmüşler, orada saklıyorlardı.
Bu yeni bulgu, 11 No’lu CD’nin sahte olduğu ve çete tarafından hazırlandığı iddialarına ölümcül bir darbe indiriyor, CD’nin darbeciler tarafından hazırlandığı şeklindeki savcılık iddiasını güçlendiriyordu. Öyle ya, suç aletlerini Donanma’nın istihbarat biriminde saklamaları için “çete”nin deli olması gerekirdi.
“Harddiski oraya ‘çete’ gizlemiştir”
İşte o noktadan itibaren 11 No’lu CD’nin “made in Balyoz” olduğu, güncellemelerin de bizzat darbeciler tarafından yapılmış olduğuna dair kanaatim daha da güçlendi. Çünkü öbür ihtimali kabul etmek imkânsız gibi bir şeydi.
Ne var ki, CD’deki dosyaların üstverilerinin hâlâ 2002’yi ve 2003’ü işaret etmesindeki muamma varlığını sürdürüyordu. Ben, işte tam bu noktada, yazının başlığında ifade ettiğim gibi “bir ihtimal daha var” dedim ve başka bir izah geliştirdim… Fakat onun ne olduğunu söylemeden önce, 11 No’lu CD’nin yazıldığı harddiskin Donanma’nın kalbinde ortaya çıkmasını Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in nasıl karşıladığına bakalım. (Bunu gerekli gördüm, çünkü benim biraz sonra dikkatinize sunacağım izahımı oluşturmada onların yazdıklarının da payı var.)
Doğan ve Rodrik’in “çete” iddialarının mantıksal tutarlılığı ancak şu varsayım altında devam edebilirdi: Donanma Komutanlığı’nda ele geçirilen belgeleri de aynı “sahtekârlar çetesi” üretmiş, oraya yerleştirmiş ve ardından da savcıya ihbar etmiştir.
Nitekim Doğan ve Rodrik de bu tuhaflığı bloglarında aynen böyle izah ettiler:
“Şimdi Gölcük’e gelelim. Burada olan nedir? Gene bazı gerçek belgeler sahte belgelerle paketlenip, bu sefer dışarı sızdırılacağına içeride saklanmıştır. Kim yapmıştır bunu? Besbelli, çetenin donanma komutanlığındaki işbirlikçisi ya da işbirlikçileri. Bu olabilir mi? Niye olmasın? Çetenin 1. Ordu’da işbirlikçileri varsa donanma komutanlığında da olmasına şaşırmamak gerekir.” (“Balyoz Davası ve Gerçekler” blogu, 21 Ocak 2011)
İstihbaratçı Binbaşı: “Çuvalları oraya ben koydum”
Koyu bir çaresizlik duygusuyla kaleme alınmış olan bu “çözümleme” bir süreliğine de olsa iş gördü. Çünkü nihayetinde “teorik olarak” geçerli bir ihtimale işaret ediyordu: “O harddiski oraya ‘çete’ koymuştur” tezini ampirik olarak çürütebilmeniz, yani “çete”nin koymadığını gösterebilmeniz için onu oraya kimin koyduğunu gösterebilmeniz gerekir.
Sonunda o da oldu. Sözkonusu belgeler ve meşhur 5 No’lu harddisk odasının döşemesinin altında bulunan İstihbarat Müdürü Binbaşı Kemalettin Yakar, Gölcük belgelerine dair davanın üçüncü duruşmasında (11 Ocak 2012), dokuz çuval içinde bulunan belgeleri döşemenin altına bizzat kendisinin sakladığını söyledi. Yakar ilave olarak, 11 No’lu CD ve diğer dijital belgeleri çuvallar sonradan açıldığında, savcılık sorgusunda gördüğünü belirtti.
Yani şunu imâ ediyordu Kemalettin Yakar: “Benim gizlediğim çuvallarda CD’ler yoktu, onları çuvalların içine sonradan birileri tıkıştırmış olmalı…”
Bu hikâye bana çuvala sığmayan mızrakların anlatıldığı meselleri anımsatıyor ama, hiç kuşkusuz Yakar’a inananlar da olacaktır; Pınar Doğan ve Dani Rodrik gibi…
Bir ihtimal daha var…
Geldik Balyoz belgelerindeki zamanlama çelişkilerinin izahına… İki ihtimal var…
Birinci ihtimal: Doğan ve Rodrik’in deyimiyle “ordu içindeki sahtekârlık çetesi” 2009 civarında 5 No’lu harddiski kullanarak 11 No’lu CD’yi üretti, CD’yi kendine alıp harddiski sonra bir ihbarla ortaya çıkarmak üzere parke altına sakladı. Bu arada, bütün o salakça zamanlama hatalarını da yapmış oldular.
İkinci ihtimal: 11 No’lu CD de, 5 No’lu harddisk de darbecilerin öz be öz malıdır. Darbenin hafızasını her daim taze tutmak için bilgileri sürekli güncelliyorlardı. Yeni bir bilgi girdiklerinde ise bilgisayarın saatini bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye ayarlıyorlardı. Ki böylece, ola ki belgeler deşifre olduğunda, zamanlama çelişkilerini öne sürerek “her şey sahte, her şey senaryo” iddiasını öne sürebilsinler.
10 Nisan 2012 23:30
Hayret, halbuki Alper Görmüş belki de sahte belge çetesinin filizlerinin atıldığı toplantıyı kendisi yazmıştı: http://www.taraf.com.tr/alper-gormus/makale-busra-ersanli-bugun-samanyolu.htm
Şimdi kendini affettirmeye mi çalışıyor acaba? Belki de arkadaşlarının bu kadar beceriksiz çıkmasına ihtimal vermiyordur?
Bu “sahte gibi gösterme” çetesi her güncellemeden sonra CD’leri 2003 tarihli bilgisayarda yazmakla kalmıyor, bir de imza makinası ile CD üzerine Süha Tanyeri’nin elyazısını taklit ediyor olmalı. Eski CD’leri de her güncellemeden sonra kırpıp yıldız yapıyorlar herhalde.
Ne diyeyim kıvırtmanın haddi hesabı yok.
Kolay gelsin …
11 Nisan 2012 13:41
Sayın Can Acar,
Ergenekon davası sanıklarından gazi üsteğmen Av.Serdar Öztürk’ün AKP ve Gülen’i kurtarma planı adlı kitabını okudunuz mu bilmiyorum,o kitapta bu imza makinalarıyla ilgili müthiş tespitleri var.Kitabı okuyunca dehşete kapıldıldım.Serdar Öztürk iğneyle kuyu
kazar gibi iz sürerek bir kitap yazmış ve isim isim belirterek kendisine ve diğer insanlara kimlerin nasıl tuzak kurduğunu anlatmış.
Sizinde söylediğiniz gibi herşeyi o kadar ellerine yüzlerine bulaştırdılar ki şimdi kıvırtmanın haddi hesabı yok.Zaten zaman ve bilirkişi raporları sanıkların lehine işlemeye başlayınca alel acele mütaalaya geçilmesi de bu yüzden her halde?
Bu arada CNN Türk’te konuşan sanık avukatlarından bir hanım geçtiğimiz aylarda davanın nisan ayında alel acele sonuçlandırılacağını,mahkumiyet kararlarının çıkıp yargıtayda onanarak yaş karalarına yetiştirileceği ve terfilerin engelleneceği konusunda duyumlar aldıklarını mahkemede beyan ettiklerini ve şimdi aldıkları bu duyumlar konusunda haklı çıktıklarını söyledi.
11 Nisan 2012 02:01
Sayın fmerakli,
Mantıksal olarak bu tezi kabul etmek mümkün değil!
Dava ilk başladığında kamuoyuna sürekli bu belgelerin gerçek olduğu izlenimi verilmeye çalışıldı. Şimdi sahtecilikler ayan beyan ortaya çıkınca da “evet, bu tür şeyler var… bunları yakalandıklarında inkar edebilmek için kasden yapmışlar” gibi abuk bir gerekçe ortaya konuluyor.
Tek bir soru bu tezi çürütür! Tutarlılığı olmayan, kendi içinde çelişkiler barındıran, dolayısıyla uygulanabilir ve güvenilir bir plan olma vasfını kaybeden bir planı neden insanlar güncelleyip dursun!
Lafın gelişi, bir subayı bu plana dahil ettiniz. Adama da dediniz ki “al kardeşim darbe planımız bu… ama sakın ola yanılma… biz kasden bunun içine zaman çelişkileri koyduk, gerçekleşmesi olanaksız şeyler koyduk, isim listelerini karıştırdık, rütbeleri, subayları, sivil kişileri kafamıza göre attık, tuttuk.” derseniz o plan kimin ne işine yarar? Böyle bir palnı oluşturmanın, güncellemenin, düncellemenin falan ne faydası var?
Bu durumda elinizde bir de “gerçek ve tutarlı” 2. bir plan olması lazım…
Yok, yani… olmadı! Bu çok uyduruk ve zayıf bir iddia!
Ben yine başa döneceğim. Bu digital verilerden cacık olmaz. Mahkeme kararını bunlara dayandırırsa yüzyılın hukuk faciası ortaya çıkar, torunlarımız bunları ibretle okur.
Eğer gerçekten bir darbe planı varsa dahi, bunu destekleyecek çok daha sağlam veriler olması lazım. Aksi halde mahkemenin kararı aynı savcıların iddiası gibi delillere değil, “kanaate” dayalı olacaktır.
11 Nisan 2012 05:26
“History is fiction that did happen. Fiction is history that might have happened” A.Gide.
Bence bu iddianamenin gercekligini kanitlamak icin ugrasan yazarlar ve yorumcu arkadaslar bu kadar ikinip sikinarak yeni yeni ek senaryolar yazip her gecen gun daha komik bir duruma duseceklerine, A.Gide’in yukaridaki sozunden esinlenip “Evet bu iddianame muhtemelen bir hayal urunu, bir kurgu ama unlu yazar Andre Gide’in dedigi gibi tarih zaten gerceklesme sansi yakalamis kurmaca hikayelerden ibarettir” deseler ve “saniklar da eger darbe yapma sansini yakalasalardi aynen iddia makaminin kurguladigi senaryoda resmedildigi gibi darbe yaparlardi” diye ekleseler daha sofistike bir goruntu verirlerdi. Ve hatta mahkeme heyeti de ayni gerekceyle “bu kurmaca iddianamede tarif edilen turden bir askeri darbeye tesebbus edilmesi hukuken suctur…ve buradaki saniklarinda hepsi ya halen asker ya da eskiden askerdiler, o nedenle de bu tur bir darbe yapmayi iclerinden gecirdiklerinden ama firsat bulamadiklari icin yapamadiklarindan adimiz gibi eminiz ” diyerek mahkumiyet kararini duyursa daha uygun olabilir.
13 Nisan 2012 12:14
Gecmisteki darbe pravolarindan sadece bazilari 27 mayis, 12 eylul ve 28 subat olarak gerceklesti. Bazilari ise sadece gerceklesebilme ihtimaline sahipti! Evet, A. Gide cok hakli ama onu abuk argumanlarini desteklemek icin kullananlar yok mu? !
14 Nisan 2012 00:52
Dünyanın hiç bir ordusunda darbe için provaya gerek yoktur. Canı isterse yapar. Daha doğrusu “halk isterse” yapar.
Şu anki demokratik yoksunluklar döneminin arkasında %50 halk desteği olmasa yine bunlar yapılamazdı. 12 Eylül’ün arkasında da %92 destek vardı.
Bu gidiş iyi değil! Süreç böyle devam ederse ya iç savaş koşulları oluşur, ya da yeniden darbe tehdidi başlar.
11 Nisan 2012 13:22
Sevgili Fmeraklı,
Sahte belge çetesi ya da sahte süsü verme çetesi arasındaki pratikteki fark nedir?
Ben de bir olasılık öne süreyim belki de gerçekte sahte süsü verme çetesi süsü verme çetesi vardır. Aksini söyleyebiliyor musun? 🙂 Sonu yok bu işin.
Her durum eldeki dijital kanıtların suç isnat etmek için kifayetsiz kalmasının göstergesi değil midir?
Bu insanlar neden tutuklu?
Milleti salak mı sanıyorsun.
Sevgiler.
11 Nisan 2012 11:06
Kemalettin Yakar in savcilik ve polis sorgu kayitlarina nerden ulasabiliriz? Internete dusen ses kayitlarinda sadece Astsubay Erdinc yildiz in (her ne sebebten ise esinin 2009 yili ssk makbuzlarinin resim dosyasi halinde golcukte bulunan hard diskin icinde oldugu kisi) kemalettin yakar baskin anindaki saskinligini ifade ettigini biliyoruz. Nedense savci ve polislerin baskininda yeralti gomulerini hatirliyor ama daha sonra mahkeme veya savcilik sorgulamasindaki ifadesinde degistirmis sanirim! Sanirim Pinar ve Daninin sahte belge cetesi fikri ona da bir cikis umudu gibi gorundu!
10 Nisan 2012 20:49
Belge dedikleri ıvır -zıvır gerçekse savcılar sanıkların lehine olan delilleri adli emanette neden saklar,polisler gencecik teğmenin telefonuna birbuçuk dakika içinde 139 adet numarayı neden yükler ?Tutuklu sanıkların ısrarla tanık olarak çağrılmalarını istemelerine rağmen mahkeme neden Özkök ve Yalman’ı çağırıp dinlemez?Bırakın artık bu yalanı-dolanı kimse yemiyor artık.
11 Nisan 2012 10:05
Evet sizin yalanlarınızı bu millet yemiyor artık, yıllarca yedirdiniz ama artık o dönem bitti…Bunu kabul edin…
11 Nisan 2012 15:06
Bu blogun zaten bir trolü var,ikincisini beslemeye gerek yok.
12 Nisan 2012 10:18
Sen nesi oluyorsun bu arada?
Hiç şaşırmadım, sizin gibilerin görüşlerinden yana olmayan herkes trolldür değil mi?
Böyle hareket ettiğiniz için kaybetmeye mahkumsunuz, devam edin aynen…
12 Nisan 2012 20:51
“Asmayalim da besleyelim mi?” sozu geldi aklima birden! 🙂
13 Nisan 2012 10:56
Bu sözü şimdi biz ergenekondandan, balyozdan içerde olanlar için söylesek nasıl olur acaba?
11 Nisan 2012 15:43
Tercuman,
Bos laf.
12 Nisan 2012 10:18
Gerçekler acıdır, o yüzden boş gelmiştir sana…
12 Nisan 2012 21:00
isin ucunda 20 yil yatmak olunca, her gercek “bos laf” olur tabi! Eskisi kadar “cesur” ve kalbinizi vatan sevgisiyle kaplamamissiniz” bakiyorum da!
13 Nisan 2012 10:51
Nasılsa gün gelir gerçekleri bu arkadaşlar da anlar ve o zaman yanılmışız derler…
11 Nisan 2012 12:24
12 Eylül’ün mağdurlarından Dev-Yol eski Lideri Oğuzhan Müftüoğlu ” Bütün tarihi yalnızca asker sivil karşıtlığı içinde anlamlandırmaya çalışan bir liberal körlüğün varacağı sonuç zaten başka bir şey olamazdı.” diyor.
Tam Sahte Süsü Verme çetesi ‘nin işi diyenleri tarif ediyor.
İnsanın yeminli olması gerekiyor bu kadar dava da tutarsızlık, çelişki ve hatalar karşısında hala aynı noktada olması.
Sevgili Olasılıksız tek soruda güzel özetlemişsin. Hani nerede 2.plan? Bu kadar hatalarla, tutarsızlıklarla dolu bir plan kimin işine yarar ki?Var mı cevabı?Aşağıda örnekler vereceğim.
Bugün Hürriyet te Sedat Ergin’in yazısı var. 48.celse den bahsediyor.
Av. Şule Nazlıoğlu Erol
Ben gerçekten abandone oldum. Çok açık ve net söylüyorum. Sayın Başkanım. Biraz önce Sayın Murat Üründü bir soru sordu. O soruyu sormasaydı, ben dedikodu mahiyetinde kabul ettiğim bir şeyi şimdi Mahkemenizin huzurunda
söylemeyecektim. Ama şimdi artık bunu söyleyeceğim. Şimdi, Sayın Murat Üründü biraz önce dedi ki, bir önceki sanığa. Endişelendim yani bu beni endişelendirdi. Çok endişelendim. Dedi ki; Gölcük’te çıkan belgelerde adı geçmeyen insanlarda var. Sizde dahil bir kısım insanlar hakkında yeni delil var dediniz. Arkasında da dilinizin sürçtüğünü, Sayın Başkanın söylediği o cümleyi de söylediniz. Ben dışarıda ne duydum biliyor musunuz? Şu öğle arasında. Bunu söylemeyecektim.”
Mahkeme Başkanı:”Söyleyin.”
Sanık Ercan İrençin müdafii Av. Şule Nazlıoğlu Erol:“Yani dışarıda bir çok insanda duymuş çünkü. Mahkemeniz 3 Ekim’den itibaren bu salonu sırf bu davaya adayacakmış. 3 Ekimden itibaren her gün duruşma yapacakmışsınız. En geç Nisan ayına kadar da bu davaları bitirip herkese ceza verip bir an önce 8 Ceza Dairesinin önüne gönderecekmişsiniz. Bunun gerçek olmasını bir an şöyle bir düşündüm. Olabilir mi dedim. Bir kendime danıştım. Hukukçu vicdanıma, insanlık vicdanıma döndüm. Ben vicdanen, şahsen bir hukukçu olarak böyle bir şeyi kabul edemezdim. Bunun bir dedikodu olduğunu düşünüyorum. Sayın Murat Üründü’nün de
dilinin sürçtüğünü düşünüyorum. Bunu bir ihsas-ı rey olarak kabul etmek istemiyorum. Yoksa çıldırmam bile içten bile değil. Yani böyle bir şey gerçekleşirse ne yaparım diye düşündüm?”!!!!!!!!!!!!!!
Yine 48.Celse de Hala Sahte Belge çetesi mi var yoksa Sahte Süsü Verme çetesi mi Var diye soranlar için örnekler var.
Üye Hakim Ali Efendi Peksak:“Evrakın geçerliliği hususunda sormadım. Zaten benim
sorum evrakta ismi geçen diğer şahısları tanır mısınız şeklinde.”
Sanık Nihat Altunbulak:“Efendim açıklayacağım onu. Açıklayacağım onu. Şimdi Adalet
Bakanının Genel Sekreteri size bir emir verebilir mi? Size Adalet Bakanının Genel Sekreteri ne kadar emir verebilirse Deniz Kuvvetleri Komutanının Genel Sekreteri de bana o kadar emir verebilir, bir. Diğer husus Bu o kadar aceleyle yazılmış ki üçüncü satırdaki İkmal Kıdemli Üsteğmen Müslüm Aygün diyor. Ama aşağıdaki listede Müslüm Aygün’ün adı yok. Acele ile yazılmış zaten. Oradan belli. Buradan tanıdım. Müslüm Aygün’ü tanıyorum. Neden? 2 sene önce Kemal Reis gemisinde 2. Komutanıyken Müslüm Aygün Gölcük’te benim ikmal subayımdı.
Bir tek onu tanıyorum. Ali Menekşe’yi de ismen tanırım. Diğerlerini tanımıyorum. Yalnız çok önemli bir şey var. Burada ne diyor? Garnizonda diyor efendim. Siz burada garnizondan ne anladınız?
Anlaya bildiğinizi bana söyler misiniz? Garnizon, hangi garnizon?
Garnizon evet, Ali Semih Çetin bir emir veriyor. Diyor ki; garnizonda. Bakıyoruz üstte Ali Menekşe. Nerede görevli? Aksaz’da.
Nihat Altunbulak nerede görevli? İzmir’de.
Murat Ünlü nerede görevli? Gölcük’te gemi komutanı, 18 Mart gemisi.
Deniz Kurmay Binbaşı Cenk Dalkanat. Nerede görevli? Deniz
Kuvvetlerinde görevli, Ankara’da.
Bülent Ardıç. Nerede görevli? Salih Reis gemisinde görevli, Gölcük’te.
Evrim Duvarcı. Onu tanımıyorum. Daha yeni ikmal teğmen. Yani nereden olduğunu
da bilmiyorum. Bulamadım çünkü, ulaşamadım.
Elektronik Başçavuş Mehmet Ali Korkmaz Gölcük’tenmiş. Nerede İstanbul’dan, nereden Çanakkale’den. Garnizon madem bir içerik ise ki
burada garnizonda herkese farklı farklı işler vermiş. Yani herkes böyle çorap söküğü gibi ne yapacak ne edecek bir anlam taşımayan, bir hilkat garibesi diyorum bu evrak için . Maalesef bu evrak, bu evrak günlerce televizyon kanallarında gösterildi. Bomba haber diye gazetelerde sergilendi.
Maalesef ve Gölcük Donanma baskınının araması yapıldı. Ondan 1 hafta sonra bu
bilgiler basına sızdırıldı. Diyebilecek hiçbir şey bulamıyorum bu konuda. Yani bunun nasıl yazılmış olabileceğini ben hala anlamış değilim. Eğer anlayabildiyseniz, bir fikir
yürütebiliyorsanız lütfen söyleyiniz. Bende anlamaya çalışayım.”
Bir başka örnek,
Deniz Kurmay Albay Ercan irençin
“Evet, Sayın Heyet görüyorsunuz. 32 kişilik bir liste. 19’u hatalı. İçişleri Bakanlığı bağlısı bir personel yazılmış.
Genelkurmay Başkanlığı personel yazılmış. Karadeniz Bölge Komutanlığında olmayan bir personel oraya yazılmış. Karadeniz Bölge Komutanlığında çalışıyor diye. Zannediyorum çete bir daha ki gömüsünde bunu düzeltecekti
16 numaralı sahte CD incelendiğinde Karadeniz Bölge Komutanlığından Deniz
Kuvvetleri Komutanlığına 13 Mart ile 31 Mayıs 2003 tarihleri arasında gönderilen 8 adet evrak ve mesaj olduğu görülecektir. Bahse konu yazılar Tuncay Opçin adlı yazarın 2004 yılında yayımladığı ve ek olarak yazılı savunmamda sunacağım Şubat Uzar Binyıl Olur adlı kitabının eklerinde de yer almaktadır. 16 numaralı CD’nin ve bu kitabın eklerinden kopyalanarak türetildiği iddianamenin birçok yerinde belirtilmektedir. Yazar Opçin’in şahit beyanı da aynı yöndedir. İlk defa 16 numaralı CD’de gördüğüm söz konusu 8 adet yazı tamamen istihbarat konularına ilişkindir. Ancak sahte dijital doküman üretici çete o tarihte şahsımın Karadeniz Bölge Komutanlığı Harekat ve Muhabere Şube Müdürü olduğunu ve bu savlanan yazıların benim
görev alanıma girmediğini bilmedikleri veya gözden kaçırdıkları için bu sözde yazılardan rast gele seçtikleri 2 adetini şahsıma mal etmişlerdir.”
Bu kadar hatalarla dolu belgelerle ne yapacaklardı acaba Sahte Süsü Verme çetesi? Hani Doğruları nerde bu Belgelerin? Varmı cevabınız?
11 Nisan 2012 16:02
1. Fmeraklı’yı anlayabiliyorum, darbe iddialarının doğru çıkması isteği ve hırsıyla her iddiaya sarılıyor, ama ben uzun süre kendisini severek takip etmiş olduğum Alper Görmüş’ü kesinlikle anlayamıyorum. Hatta biraz da aldatılmış hissediyorum.
2. Neden mi? 2010 yılına kadar düzenli Taraf “alan” ve Balyoz iddialarındaki kamuoyunu rahatsız eden hususları Taraf’ın bir türlü görmemesine isyan edinceye kadar da bunu devam ettiren bir “okur” olarak; zamanında kendisinin Hürriyet ve bilumum amiral gemisine “haklı bir şekilde” çemkirmesine neden olan ve “olayın esas oluş şeklini değil de yankılarını haber yapma hastalığı”na (*) yakalanmış ve Balyoz iddialarını manşetten verip de delil tutarsızlıklarını aynı şekilde manşetten görmeyen; ama delil tutarsızlıklarına cevap verme amaçlı bilgileri paylaşan bir gazetede yazmasının ironik tarafıdır belki de beni Taraf’tan soğutan.
3. Alper Görmüş; bir zamanlar çokça ilgilendiği ve tekzip aldığı Kadir Ercan’ın yaptığı haberlere benzerlerinin Taraf ve yazarları tarafından yapılabileceği ihtimalini, yani tam iddialar çürütülürken aynı iddiaların tekrar ısıtılıp ısıtılıp önümüze konmasına ve bahsedilen kuşkuların hala giderilmediği gerçeği Alper Görmüş’ün kendisi tarafından da itiraf edilmişken (**),gözardı edip aynı kayıkta hareket ediyorum bilinciyle cdleri darbecilerin üretip yakalattığını ve hatta bu cdleri yazdıkları harddiski de yakalansın diye (işte saçmalığın daniskası, cdleri hadi yakalattılar da neden harddiskleri yaptıkları ortaya çıksın ister gibi herkesin bildiği bir yerde yakalatsınlar; ve savcının geleceğim ve arama yapacağım telefonuyla aramanın yapıldığı zaman içerisindeki 5 saatte sözde darbe planlarını oluşturdukları ve güncelledikleri harddiskleri sözde koydukları yerden almazlar ve HATTA NEDEN CDLER YAKALANDIKTAN SONRA CDLERİ OLUŞTURDUKLARI HARDDİSKLERİ İMHA ETMEZLER???) kablo tamiri gibi nedenlerle defalarca daha önce açılmış bir alanda (***) bırakmalarını mantıklı bulmak nasıl açıklanabilir?
4. Zaman gazetesinin 14 Şubat’ta yapmış olduğu haberde (***) de görüleceği üzere; tamirciler aynı odaya öğlen arası girip malum karoların altında arıza kaydı bildirmeksizin kablo sıkıştı diyip düzeltip çıkıyorlar. Bu hiç mi lehe şüphe oluşturmaz? Duruşma tutanaklarından (****) ayrıntılı olarak görüleceği üzere savcının hiçbir yeri aramadan doğrudan o karoları göstermesi, hatta arabasında bu karoları kaldırmak amacıyla vantuzla donanmaya gelmesi ihbarın içeriden yapıldığı kuşkusu uyandırmaz mı? Zula değil de zaruri ihtiyaçlarla (yer yokluğu) arşiv için kullanılan bu bölmelerin defalarca açılıp kapandığı ve dışarıdan müdahaleye açık olduğu ve aramadan önce de kablo sıkışması maksadıyla sorumlu subay yokken açıldığı belliyken, bahsedilen hard disklerin buraya sonradan konmasının mümkün olup olmadığı mesela neden Alper Görmüş ya da Alper Görmüş gibi düşünenler için, belki de subaylar haklıdır gibisinden kafada minicik bir soru işareti olarak yer almaz?
6. Matkap operasyonununda yakalanan Orhan Aykut adlı kişinin Cumhuriyet Savcisina verdigi ifadesi (resmi) (*****) neden Alper Görmüş’ün antenleri arasına girmez?
(*) Alper Görmüş’ün bahsettiğim tarzdaki haber yapma şekline haklı itirazlarını içeren güzel bir derleme için: http://medya.webim.eu/?i=7403
(**) Alper Görmüş, Taraf, Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var (1)
“Mehmet Baransu Taraf’ta yazmakta olduğu Balyoz dizisinde “güncelleme”nin TSK’da rutin bir iş olduğunu, bizzat TSK mensuplarının konuşmalarından derlediği çok sayıda örnek üzerinden bir kez daha gösterdi.Fakat bu izah, güncelleme yapılan dosyaların üstverilerinin (tarih, kullanıcı adı, vb.) nasıl olup da 2003’e ait üstveriler olarak kalmaya devam ettiğini açıklayamıyor. Öyle ya, dosyanın her yenilenmesinde (ya da her güncellemede) tarihin ve kullanıcı adının da otomatik olarak değişmesi, yenilenmesi gerekirdi.”
(***) http://www.todayszaman.com/newsDetail_getNewsById.action?newsId=271412
“Sgt. Erdinç Yıldız, another suspect in the case, immediately denied Doğan’s claims, saying: “I opened the door to the two repairmen. They said cables were broken somewhere underneath the floor. I helped them to remove some tiling and the cables did in fact need to be repaired. After they fixed the cables, they left. I was with them while the repairs were being made.””
(****) T.C. İSTANBUL 10.AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( CMK 250 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ
13.02.2012 ESAS NO: 2010/283 CELSE NO:85 tutanakları için –> https://cdogangercekler.files.wordpress.com/2012/03/85-celse-13-02-2012.pdf
“Sanık Cemal Temizöz: “Döşeme ile ilgili birtakım hassasiyetleriniz var bunu biliyoruz.Sizin olmadığınız bir zaman da döşeme öğle arasında veya herhangi bir zamanda geliyorlar ve döşemeyi kaldırıyorlar bakıyorlar. Bunu da Erdinç Astsubaydan öğrendim diyorsunuz.”
Sanık Mehmet Cem Çağlar: “Öğrendim, ifadesini verdikten sonra öğrendim hapisteyken.”
Sanık Cemal Temizöz: “O zaman öğrenmediniz mi?”
Sanık Mehmet Cem Çağlar: “Hayır hayır hapisteyken öğrendim.”
Sanık Cemal Temizöz: “Hiç bilginiz olmadı mı?”
Sanık Mehmet Cem Çağlar: “Hayır.”
Sanık Cemal Temizöz: “Sayın Başkanım.”
Sanık Mehmet Cem Çağlar: “Sorabilirsiniz kendisine rapor edip etmediğini.”
Sanık Cemal Temizöz: “Bu konu ile ilgili olarak şunu söyleyebilirim. Kablo sıkışması
maksadı ile MEB Şube Müdürü ile teknisyen astsubayı gelmişler, döşemeyi açarak kontrol
etmişler, tekrardan gitmişler. Bunlar ne maksatla geldi? Burada o istihbarat şube müdürlüğünde
olan personel var. Bunlardan bilenler varsa bu konuya açıklık getirebilirler. Sorum bu kadar.””
Sanık Ali Semih Çetin:”Bir de bu karolarla ilgili Donanma Komutanımız Murat Bilgel’in direktifi ile Harekat Merkezinde bir çalışma yapılmıştır, modernizasyon faaliyeti yapılmıştır. Bölgeye komşu bir yerdir ve bu faaliyet sırasında orada çalışan işçilerin neredeyse tamamı yaptığım soruşturma sırasında
tespit edilmiş bir husustur. Bizim teknisyenlerimiz karargahtaki görevli teknisyenler MEBS
Başkanlığından hatırlayabildiğim kadarı ile 5-6 Subay, İstihbarat Şubedeki bütün elemanlar,
bütün personel herkes bu belgelerin, daha doğrusu bu torbaların orada olduğunu, içeriğinde ne
olduğunu bilmeden görmüşlerdir. Dolayısı ile burasının gizli belge saklanacak bir yer olmadığı
son derece açıktır. Herkesin, birçok insanın kolaylıkla nüfuz edebileceği bir bölgedir.”
“Ben balyoz davasından 2 kez tutuklanıp tahliye oldum. Her tahliye olduğumda da görevimin başına döndüm. 11 Şubat’ta tutuklanana kadar da yaklaşık 8-9 ay süre ile Donanma Kurmay Başkanlığı görevine devam ettim. Savcı Fikret Seçen, Sayın Fikret Seçen aramadan önce yaklaşık 5 saat önce öğlen saati olduğu için çok net hatırlıyorum, yemekten hemen sonraydı ama 13.30 -14.00 arası olabilir. Beni arayarak geleceğini söylemiştir, bir savcı arkadaşı ile birlikte akşamleyin kaça kadar orada olduğumu sormuştur. Ben de bunun üzerine hem İstihbarat Şube Müdürüne hem de bütün diğer Başkanları çağırarak akşam Savcıların geleceğini, Savcılar ayrılmadan karargahtan kimsenin
gitmemesi gerektiğini tebliğ ettim. Yani Savcının gelişine kadarki süreyi de sayarsak orada da 4-
5 saatlik bir zamanımız vardı. Şimdi 8 ay süre ile 8-9 ay süre ile üstelik böyle bir suçtan
suçlanarak tutuklanmışken, tekrar tahliye olmuşken oradaki belgeleri hala orada muhafaza
etmişiz, sonra da Savcı geliyorum dediği halde son fırsatı da kullanmayıp tekrar muhafaza
etmeye devam etmişiz gibi komik bir durum ortaya çıkıyor. Herhalde hukuk tarihi böyle bir suçlu
profili görmemiştir, teşekkür ederim.”
Sanık Çetin Doğan: “Aynı yerde mesele bu, mesele bu. Şimdi birçok faraziye
uydurabilirsiniz, söyleyebilirsiniz. Bu acele ile koydu birisi ondan sonra kabloyu aşağı geçirmeyi
unuttu, fark etti geldi düzeltti. Önemli olan buraya kablo sıkışması bahanesi ile girenin kablonun
yukarıdan geçtiğini nereden biliyor, gömünün bir ertesi günü olmuş olan bir olay bu. Hemen yani
yapılan olayın ertesi gün çıkan aramanın yapıldığı zamana takaddüm eden bir zaman, yani o
yüzden burada önemli üzerinde durulması gereken nokta arkadaşın, bu gelen arkadaşın
aramayı yapan, şey yapan kabloyu düzelten arkadaşın hangi arıza bahanesi ile hangi kısımda
meydana gelen olay nedeni ile kablonun üstten alttan gelmesi hiçbir arıza meydan getirmez.
Sadece duruş meydana getirir, duruş şeyi normal olmayan bir durumu ortaya koyar. Bu normal
olmayan durum da çok muhtemeldir, orada şeyi açarken, torbayı açarken kabloyu yukarıya
çıkarmış olabilir alta bırakacağı yerden. Onu fark etmiştir tekrar gelmiştir. Bunun açığa çıkması
lazım bu çok önemli bir nokta, böylelikle yani biz birçok ipuçlarını gösterdik. Kimler nerede, ne iz
bıraktılar, buradaki izin de temel noktası bu oluyor. Bir de anti parantez şunu söyleyeyim; bütün
olaylarda, bu dava ile ilgili olaylara, Silahlı Kuvvetlere unsurları katılmış olanlar, alt seviyedeki
bütün personelin, bütün davalarda obici olduğunu söylüyorum maalesef. Maalesef bu böyle, bu
gerçek. Nereden tutarsanız tutun gelenler bu kanalla ekmişlerdir ve sonunda davalar mantar gibi
türemiştir. Teşekkür ederim.”
Sanık Koray Özyurt: “Cem tam sizin şubenin, sizin kısım amirliğinizin tam alta katında
hangi birim var?”
Sanık Mehmet Cem Çağlar: “Yani şimdi düşününce şey yapamıyorum Obi herhalde.”
Sanık Koray Özyurt: “Obi teknisyenleri odası evet. Kablo yer karosunun altından geçerse
yani orada artı şeklinde bir şekiller var, onların üzerine oturuyor yer karosu. Onun üzerinden
geçerse yükseklik olur kimse farkedemez. Daha doğrusu herkes fark eder karonun yüksekliğini
ama karonun altında odalar arasında bir perde var o perdenin üzerindeki yükseklik ne kadar
bilebiliyor musunuz?”
Sanık Mehmet Cem Çağlar: “Yok bilemiyorum.”
Sanık Koray Özyurt: “Yaklaşık 15-20 santim bir yükseklik var. Kablonun oradan geçmesi
ile kablo yolu olan seçilmiş yerden geçmesi arasında kabloya bir zarar verme ihtimali var mı?”
Sanık Mehmet Cem Çağlar: “Yok hayır.”
Sanık Koray Özyurt: “Bir elektronik bilgisi olarak bu kablonun sıkışmadığı müddetçe kısa
devre, açık devre olmadığı müddetçe kabloda orada sıkıştığına ilişkin nasıl bir tahminde
bulunulabilir, bulunmak mümkün mü?”
Sanık Mehmet Cem Çağlar: “Bilmiyorum, bu konuyu bilmiyorum.”
Sanık Koray Özyurt: “Mümkün değil, peki kablonun sadece orada sıkıştığını nasıl
anlayabilir bir elektronikçi? Anlayamaz, o kablonun bütün yolu boyunca gelip bakılması lazım
nerede sıkıştığına ilişkin olarak.”
Sanık Cemal Temizöz: “Sayın Başkanım Muhabere Şube Müdürü İbrahim Özçelik ile
teknisyen astsubayının ifadesinin alınmasını talep ediyorum.”
Mahkeme Başkanı: “ Neydi ismi?”
Sanık Cemal Temizöz: “Muhabere Binbaşı İbrahim Özçelik ile beraberinde gelen
teknisyen astsubayının eğer ciddi bir şey olsaydı zaten öğlen arası gibi hiç kimsenin olmadığı ve
yemeğe ve kafeteryaya koşturduğu bir saatte oraya gelmezdi. Oranın şube müdürü var, kısım
amirleri var. Bizzat kısım amirleri ile koordinede bulunur ve o şekilde gelirdi.”
Mahkeme Başkanı: “ Peki”
Sanık Cemal Temizöz: “Bu bakımdan bu konu netliğe kavuşması için her ikisinin de
ifadelerine başvurulmasını talep ediyorum.”
Mahkeme Başkanı: “ Bu konuyu sonlandıralım artık yani.”
Sanık Abdullah Can Erenoğlu: “Erdinç Yıldız’a bir sual sormak istiyorum. Erdinç
astsubayım, o obi personeli odaya geldiği zaman öğle paydosunda ne arıza, nasıl bir arıza
olduğu ile ilgili herhangi bir yerde herhangi bir arıza olup olmadığını söylediler mi ve
geldiklerinde sadece o karoyu mu açtılar? Yani bir arıza var mıydı, size herhangi bir şey
söylediler mi, siz onlara hiçbir şey sormadan niye o karonun açılmasına müsaade ettiniz?”
Sanık Erdinç Yıldız: “İlk sorunuz, pardon ilk sorunuzu tekrar alabilir miyim?”
Sanık Abdullah Can Erenoğlu: “Birinci sual, herhangi bir arıza olup olmadığını söylediler
mi yani bir arıza olduysa bir yere rapor etmeleri lazım. Herhangi bir bilgi sistemlerimde o kablo
bir bilgisayar sistemine ait bir kabloysa fiberoptik kablo mu, direkt ağ kablosu mu ne kablosu
olduğunu bilmiyorum ama bir yerde bir arıza olması lazım kablo sıkışmasını anlayabilmeleri için.
Ben elektronikçiyim, herhangi bir arıza olması için bir kablo sıkışmasını anlayabilmek için bir
yerde bir sistemde arıza olması lazım. Herhangi bir sistemde arıza olduğuna dair size bir şey
söylediler mi, söylemedilerse nasıl o karoyu buldular, direkt o karoyu mu açtılar, başka bir
karoyu açmayıp da gelip o karoyu mu açtılar? Başka bir yerde bir kapak kaldırma, başka bir
yerde kablo sıkışması gibi bir inceleme yaptılar mı ve siz oranın sorumlusu olarak bir yerde
anahtarla açan bir kişi olarak, yanlış anlamayın, niye müsaade ettiniz bunları sormadan. Ne var
bir arıza mı var acaba neye bakacaksınız diye bir soru sorma ihtiyacını hissetmediniz mi?”
Sanık Erdinç Yıldız: “Bakın teknik bir personel gelmiş. Bir kablo sıkışması olduğunu
söylemiş ve başında da şube müdürü gelmiş. Ve karo kaldırılmış, söylendiği gibi kablonun
sıkıştırıldığı görülmüş yani. Netice itibari ile ben baktım gerçekten de öyle bir kablonun sıkışma
durumu söz konusu ve karoyu kaldırdılar yerine kabloyu yerleştirdiler. Karoyu da üzerine
kapattılar.”
Sanık Abdullah Can Erenoğlu: “Yani herhangi bir arıza olduğuna dair bir şey söylemediler
size.”
Sanık Erdinç Yıldız: “Yok herhangi bir arıza olduğunu söylemediler.”
Sanık Abdullah Can Erenoğlu: “Başka bir yere baktı mı o karo dışında?”
Sanık Erdinç Yıldız: “Hayır oda da başka bir yer açılmadı.”
Sanık Abdullah Can Erenoğlu: “Direkt geldiler ve o karoyu açtılar.”
Sanık Erdinç Yıldız: “Evet o karoyu, yanılmıyorsan başka yanındaki karoda olabilir tam
olarak emin değilim.”
Sanık Abdullah Can Erenoğlu: “Peki teşekkür ederim.”
(*****) Orhan Aykut’un savcılık ifadesi hk. geniş özet burada: http://www.privatesozluk.com/kasetli%20siyaset/2
12 Nisan 2012 00:53
Yahu kardeşim ben cahil kafamla böyle darbe planına inanmıyorum,kimi kandırıyorlar bunlar resmen memleketini seven kişileri içeri atmak için yapılmış komplo,birkere darbe yapacak kişiler emekli oluncamı darbe yapacaklarmış,darbecilerin vurucu gücü olur bunlar nerde, çünkü eger darbe başarısız olursa öldürülecek ve suikast yapılacak kişileri yok ederlerdi, sonra insan hayal eder devleti ele geçirmek isteye bilir düşünür ama eylem yapmazsa suç degildir.birde sayın nilgül çetinin kitabını okudum silivri de görüşte gördüğü eziyeti inanın utanarak okudum ben bu devlete nasıl güveneyim,allah belalarını versin zulüm yapanlara,ama inanın yarın yaptıkları haram ve hırsızlıkla edindikleri serveti yiyemeden burunlarından gelecek bütün sahte müslümanlardan hesap sorulur inşallah,zaten bu gidişle sıra türkiyeye gelecek ülke bölünecek abd adamı kullanır çöpe atar bekleyip görecegiz,çetin dogan ve diğer tutuklulara allah yardım etsin.
12 Nisan 2012 10:09
Memleketini seven kişileri içeri atmak mı? Hiç bu kadar saçma birşey duymadım, o zaman ülkenin en az yüzde seksenini içeri atmaları lazım…
12 Nisan 2012 20:44
Memleketi sevmek (!) ya da secim sandigina girmeden kisa yoldan iktidar sahibi olmak 🙂 ? Acaba hangisi?
13 Nisan 2012 10:49
Alışmışlar tabii yıllardan beri seçime girmeden iktidar olmaya, şimdilerde yapamıyorlar ya, bütün dertleri bu, daha çok beklerler…
14 Nisan 2012 13:22
Alper Gormus AKP Cemaat cekismesini incelerken Cemaatten yapilan su yorumu hemen kosesine tasimis.
“AKP’nin çok övündüğü çetelerle-darbelerle-cuntayla mücadele sürecinde Hakan Fidan dönemi dâhil MİT hangi belgeyi vermiştir? TSK içerisinden bugün ciddi yargılama konusu olan hangi suç belgesini çıkartabilmiş ve yargıya teslim etmiştir?”(*)
Ama Balyoz sorusturmasinda savunma “birileri” bu isi tezgahladi derken hic cemaatin bu itirafi aklina gelmez. Savunmanin kendisinin bu islerin arkasinda oldugunu iddia eder ki tum inandiriciligini kaybeder. Kisisel olarak, hoscakal Alper diyorum…
(*) http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=6636&Alper_GoRMus-MGK_karari_2004:_%91Cemaat%92in_takibine