Sanıklardan kaçı seminer katılımcısı? Seminer katılımcılarından kaçı sanık?

02 Nisan 2012

GENEL

Balyoz darbe planı ve eklerinin sahte olduğu ayyuka çıkınca, kimileri dikkatleri, sahte Balyoz dijitalleri ile birlikte aynı bavula paketlenen gerçek Plan Seminerine yöneltmeye çalışıyor.

Plan Semineri konusunda 1nci iddianameden sonra yazmıştık, yine yazacağız. Ancak şimdilik sadece bu rakamları vermek istiyoruz:

(1) Balyoz davasında yargılanan 365 sanıktan sadece 52si, yani %14’ü seminer katılımcısı. Geri kalanının seminer ile uzaktan yakından ilgisi yok; dijital Balyoz belgeleri üzerinden suçlanıyorlar.

(2) Plan Seminerine katılan 162 kişiden 52’si Balyoz davasında sanık (1nci Balyoz’da 48, 3ncü Balyoz’da 4). Seminer katılımcılarından çok büyük bir bölümünün ifadesine bile başvurulmadı.

Seminere “seçmece” katılım yok; katılımcılar görevleri itibarıyla belirleniyor ve seminere emir-komuta gereği katılıyorlar. Plan Semineri katılımcılarından 15’ini Ankara’dan Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri’nden görevlendirilip gönderilen gözlemciler oluşturuyor.

Sonuç: Seminer kendi içerisinde suç barındırmıyor; sahte belgelere gerçeklik katmak için kurguya dahil ediliyor.

(Seminerde geçen kimi konuşmalarla ilgili yazılarımıza buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.)

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

14 Yorum “Sanıklardan kaçı seminer katılımcısı? Seminer katılımcılarından kaçı sanık?”

  1. Elciye Zevalolmaz Says:

    BalyozBalyoz Davası sadece mahkeme salonlarında görülen bir dava değil. Hiçbir zaman da öyle olmadı.
    Bu dava ve diğer darbe davaları, doğrudan doğruya 75 milyonun jüri olduğu bir açık hava mahkemesinde görülüyor. Hatta 75 milyon da değil, demokratik dünya kamuoyunun tümü jüri sıralarında oturmuş duruşmaları izliyor. Yerli ve yabancı basın, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve kamuoyu önderleri ikiye ayrılmış; bir kısmı avukat, bir kısmı da savcı makamında…

    Bu durumun çok iyi farkında olan sanık avukatları savunmalarını esas olarak Silivri’de değil kamuoyu önünde yapıyorlar. Tabii, davanın “halk adına” görev yapan gönüllü savcıları da öyle.
    Son günlerde Çetin Doğan’ın avukatlarının ABD’den aldıkları rapora dayanarak açtıkları delillerin sahte olduğuna dair kampanyanın en etkili “gönüllü savcısı” ister istemez Mehmet Baransu oldu. İster istemez diyorum, zira Baransu bütün bu belgeleri basına ilk taşıyan gazeteci olarak, delillere en hakim olan, davanın içini dışını bilen ve o belgeleri kendisine sızdıran yurtsever subaylara karşı en fazla sorumluluk hisseden kişiydi.

    Baransu açıklıyor

    Geçtiğimiz hafta Baransu, Taraf’ta kaleme aldığı 6 bölümlük bir yazı dizisiyle sanık avukatlarının “Sahte delil üretildi” suçlamalarına etkili bir cevap verdi. Ben “büyük jüri”ye, yani herkese, bu yazı dizisinin tamamını bulup okumasını şiddetle tavsiye ederim.

    Bulup da okuyamayanlar için bir özetleme yapacak olursak Mehmet Baransu bu yazılarında, esas olarak Balyoz dosyasında yer alan bazı CD’lerdeki kimi belgelerin nasıl olup da 2003 sonrası bir tarihe ait olduğu sorusuna cevap veriyor.

    Baransu’ya göre tutarsızlık gibi görünen bu durumun sebebi, darbe planlarını hazırlayanların, bu planlardaki bazı somut bilgilerin eskimesini engellemek için olduğu gibi bırakmayıp sürekli güncellemiş olmaları. Darbeciler, planın hazırlanmasıyla darbenin gerçekleşmesi arasında ne kadar süre geçeceğini elbette kestiremiyorlar ve planı sürekli geçerli tutabilmek için belli aralıklarla bilgi tazelemesi yapıyorlar.

    Debedeniz Nakliyat

    Nitekim Baransu’nun yayımladığı bazı ses kayıtlarından ve alınan bazı ifadelerden de görüyoruz ki, planların ve fişleme belgelerinin zamanla güncellendiği, bizzat sanıklar tarafından da ifade ediliyor.

    İşte Balyoz iddianamesinde yer alan bir ses kaydından, belgelerde güncelleme yapıldığını doğrulayan konuşma… Bu bölümde konuşan kişi perdede Çetin Doğan ve diğer komutanlara slaytlar eşliğinde yapılacak hazırlıklardan bahsediyor:

    “Komutanım, bununla ilgili olarak da sabah da arz edildi. Bu bilgiler Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın bu konuda yayımlanmış emrine istinaden ve oradaki hususlar güncelleştirilerek yerine getirilmektedir.”

    Bir başka ses kaydında ise, eskimiş bir bilginin güncelleştirilmeden bırakılmasının eleştirildiğini görüyoruz:

    “2 Şubat 2003 tarihinde Kısmi Seferberlik ilan edildi. Bu kanun da yürürlüğe girdi. Şimdi gelelim bu Marmara
    Nakliyat Planı ile ilgili olarak elimizdeki planlara… Bu elimizdeki planlarda hâlâ Debedeniz Nakliyat diye ibareler var. Şu anda Debedeniz Nakliyat diye herhangi bir şey kalmadı. Bunun kesinlikle ve kesinlikle güncelleştirilmesi lazım.”

    Görüldüğü gibi yalanlanmayan ses kayıtlarından da anlaşılıyor ki, bazı planlar arşivden çıkarılıp üzerinde kısmi değişiklik yapılmasına rağmen, bazı noktalar atlanarak hatalı olarak seminere getirilmiş. Bu yüzden de konu seminerde gündeme gelmiş ve güncelleştirme yapılması gerektiği belirtilmiş. Nitekim Debedeniz Nakliyat konusunda yapılan hata da daha sonra düzeltilmiş ve o tarihte kapanmış olan nakliyat şirketinin adı plandan çıkarılmış.

    Ama ya bu hata atlanmış ve Debedeniz adı plandan çıkarılmamış olsaydı, ne olacaktı? O zaman sanık avukatları bugün böyle bir şirketin 2003 yılında var olmadığını, dolayısıyla bu planın sahte olduğunu iddia ediyor olacaklardı.
    Baransu’nun, avukatların iddialarına karşı getirdiği daha birçok güçlü kanıt var. Ben okurlarıma bir kere daha dizinin tamamını okumalarını tavsiye ederim.

    Kararı elbette Silivri’deki mahkeme verecek. Ama binlerce sayfalık dosyalara vâkıf olması mümkün olmayan milyonların vicdanlarının rahat etmesi bakımından, kamuoyu önünde yürüyen bu polemiğin yakından izlenmesinde yarar var

    Cevapla

    • Solmaz Türk Says:

      ”Ben okurlarıma bir kere daha dizinin tamamını okumalarını tavsiye ederim ”demiş Elçiye zeval olmaz.Sen kimsin,senin okurların kimler ?Hala güncelleme iddalarını tartışıyorsun ama o iddianın da çoktan çürük çıktığını görenler artık seminer planlarının ipine sarıldılar.Birileri çıkıp izah edebilir mi acaba o seminerde bulunan askerlerin neden sadece kırk küsuru yargılanıyor da diğerleri yargılanmıyor?Benim hatırladığım kadarıyla üçyüzden fazla kişi,hatta deprem dede adıyla bilinen prof.Ahmet Mete ışıkara bile o seminerde bulunmuş.İddia makamı neyle suçluyordu sanıkları,o seminerde darbe planları konuşuldu diyordu,Mete Işıkara da suç ortakları her halde?Bildiğim kadarıyla bu deprem dede Akp den Bakırköy belediye başkan adayıydı.Belki de Ergenekoncular Akp ye sokmuşlardır diye yakında birileri tv ye çıkıp konuşursa artık hiç şaşırmayacağım.

      Cevapla

    • Olasılıksız Says:

      Bu yazı hakikaten tam bir saçmalık…

      Yahu bu yazılar sürekli güncellendiyse neden üstlerinde 2003 tarihi var? 9 yıl önce emekli olmuş insanların, gündemden düşmüş kişilerin güncel dökümanlarda işi ne? Hükümette görevlendirilecek kişiler bile kalmamış ortada..

      Bu soruları sormak için dahi olmak gerekmiyor… Sıradan bir IQ, hatta 75-80 puan falan yeterli…

      Ha, güncellenmediyse sahte olduklarını alenen kabul etmekten başka çare kalmıyor.

      Cevapla

  2. trekking Says:

    Sevgili Blog yazarları,

    Seminer Katılımcıları içinde Aziz Yıldırım’da varmı idi?

    Gölcükte Komutanlarla toplantılara katılıyormuş kendisi.Ergenekon’u anlatıyormuş. Ama Balyoz davalarında Avukat ücretlerinin %80’ini Aziz Yıldırım karşılıyormuş? Neden %80 ‘i acaba? neden Tamamını değil? Merak ettim şimdi?Acaba o %20 ‘i Truva atı mı? Neden onların vekalet ücretlerini karşılamıyor Mültimilyarder Aziz Yıldırım? Neden Balyoz davası da Ergenekon sanıklarının değil acaba? Bu nasıl bir sos yarabbim. Her yemeğe kat, çeşitlendir. İnanan o kadar çeşit insan olur ki!!!!!!

    Artık söyleyecek söz bulamıyorum. Bu kadar rezalet, kepazelik,soytarılık,maskaralık ,haysiyetsizlik olmaz ya. İnsanları suçlayacağım diye olmadık taklalar atılıp, her türlü yalan,iftira atılıyor. Bu İklim değişikliği, bu cadı avı ile bu topraklar yaşayamaz. Bin yılların kardeşliğine sığmaz.Buralara yabancı.Olmaz, olamaz uzun süre solunamaz bu hava.

    Cevapla

  3. Solmaz Türk Says:

    Kurt kuzuyu yemeğe karar vermiş bir kere,Balyoz da seminer de bahane.Bu davadan mahkumiyet kararı çıkarmayı çok önceden planlamışlar bir kere,bunun için de medyadaki bazı kişilere özel görevler verilmiş.Planın biri çökerse başka bir planı devreye sokuyorlar.Belge dedikleri şey sahte çıkınca bu sefer seminer konuşmaları suç unsuru içeriyor diye kanal kanal gezip kamu oyu oluşturuyorlar.Bu arada sayın başbakan da genç subaylara konuşma yapıp mahkumiyet kararı çıkınca tepki oluşmasın diye gaz alıyor.

    Cevapla

  4. trekking Says:

    Solmaz Hanım, bu yazı Bugün gazetesinde Gülay Göktürk tarafından yazılmış. Elçiye zeval oradan alıntılamış. Ama yazının hiçbir yerinde yazarın ismi görünmediği için sanırım karışıklık olmuş.

    Şimdi hepsi mehmet baransu nun ipine sarıldılar. 6 bölümlük yazı dizisine sığınıyorlar. Ne diyor Gülay Göktürk,
    “Yerli ve yabancı basın, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve kamuoyu önderleri ikiye ayrılmış; bir kısmı avukat, bir kısmı da savcı makamında…

    Bu durumun çok iyi farkında olan sanık avukatları savunmalarını esas olarak Silivri’de değil kamuoyu önünde yapıyorlar”

    Allah tan korkun yahu, Allahtan korkun. 2007 yılından beri yarattığınız linç kültürü sayesinde hiç bir dava Mahkemeye hitaben yazılmıyor zaten.Bu ortamı yaratan ve buna katkıda bulunan Gülay Göktürk ve benzeri insanlardır.Sanık Avukatları, savunmalarını Silivri ye de değil de kamuoyu na yapıyorlarmış. 1.500 adet maddi hata, tutarsızlık,çelişki, geleceğe dönüş belgeleri, imzasız belge denen bilgisayar çıktıları veya dosyaları bu sureçte bunların hepsi Mahkemelere sunuldu.Ama bir insan yeminli mürit olursa gözü başka bir şey görmez.

    Devam ediyor Gülay Göktürk ” Tabii, davanın “halk adına” görev yapan gönüllü savcıları da öyle”.

    Sen “Genç Subaylar rahatsız” başlığı atınca darbeci ilan ediliyorsun, Kitap yazarken aldığın notlar için talimatla yazdın diye suçlanıyorsun, 28 Şubat sürecinde yazdıklarından ve haber yaptıklarından ötürü bir sürü insan için suç isnat etmeye çalışıyorsun, ancak kendileri yapınca “Halk adına” görev yapan gönüllü savcılar oluyor. Bu kafalar bir zamanlar solcu diye geçinen kafalar. Lanet olsun bu insanlarla soluduğumuz havaya.

    Hangi Halk vermiş Baransu ya Gönüllü Savcı olma işini.

    Devran döner mi dönmez mi bilmem ama Karşı Devrim tam anlamıyla başarılı olursa bizden önce, inşallah bu Göktürkler, Baransu’lar, ve şürekaları dürülürde görürüz.

    Cevapla

  5. trekking Says:

    Sayın Blog yazarları,

    Bir süredir Mehmet Baransu Balyoz ve Gerçekler yazı dizisi yayınlıyor köşesinde. Bugün 7.cisi ni yayınlamış.Sizde Baransu nun bu yazı dizisine cevap veren bir başlık açmıştınız.

    Ancak Baransu Çetin Doğan’ın yakınları diye sizden bahsedip cevap vermiş. Cevap hakkınız doğdu. Ayrıca yazı dizisi devam ettiği için bahsettiği konularla ile ilgili yazacaklarınızı da merak ediyorum. Zira bu dava ile ilgili açıkta kalan, çelişmeli kalan en ufak bir nokta kalmasın. Biz sadece ve sadece adaletin tecelli etmesi için burada bulunuyoruz.

    Yani sizden ricam bu yazı dizisine topyekün bir cevap mı yazarsınız ya da onun yaptığı gibi numaralandırıp mı yaparsınız bu görev size düşüyor.

    Mehmet baransu tip olarak bana son derece itici gelen bir tip. Ama bakıyorum da onunda müridleri türemiş. 10 tane böyle gazeteci olsa Türkiye de herşey bambaşka olurdu diyenler bile var.

    Bu tip kendini Balyozu ortaya çıkaran kişi olarak görüyor.Oysa vatansever bir subay denilen uzun saçlı bir şahıs getiriyor tüm bilgileri. Yani armut piş ağzıma düş. Beyefendinin hiç bir dahli yok. Uğur Mumcu gibi veya Uğur Dündar gibi yada Nedim Şener, Ahmet Şık gibi araştırmacı gazetecilik yapmadan kendisine gelen bilgileri kullandı.

    Balyoz ve Gerçekler (2) dizisinde Askeri Savcı Bülent Münger den bahsediyor.

    “Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan yazdığı raporda seminer adı altında yapılan toplantıda, sınırın aşıldığıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Seminerde gerçek isimlerin, yerlerin, siyasetçilerin adlarının kullanılmasının teamüllere aykırı olduğunu belirtti. Bu rapora ve belgelere rağmen soruşturmasını tamamlayan Münger, ilginç bir şekilde dosyayı kapattı.”

    “Ancak daha sonra Savcı Bülent Münger ve üç askerî hukukçunun internete ses kaydı düştü. Balyoz belgelerinin konuşulduğu toplantıda Münger ve arkadaşları “güncelleme” başta olmak üzere, çarpıcı itiraflarda bulunuyorlardı. Ses kaydının internete düştüğü gün, Münger’le telefonda görüşmüştüm. O gün kaydı yalanlamıştı. Ancak 3. Balyoz iddianamesinde, sivil savcıların Münger’in ifadesini aldıkları ortaya çıktı. Askerî savcı ses kaydını doğruladığı gibi kayıt mahkemeye de sunulmuştu.”

    Bu konu blogda da hareretli bir şekilde tartışılmıştı. Ben blogda aradım bulamadım. Linkini verirseniz bilgilerimizi de tazelemiş oluruz.

    Baransu Balyoz ve Gerçekler-2 yazısında Bülent Münger bana yalanladı ama Mahkemeye ses kaydını doğruladı diye yazıyor. Bunun üzerine Bülent Münger açıklama gönderiyor. Balyoz ve Gerçekler-4 dizisinde bu açıklamaya yer veriyor Baransu.

    “Gazetenizin 27.3.2012 tarihli nüshasında ‘Kozmik Köşe Mehmet Baransu- Balyoz ve Gerçekler 2’ başlıklı yazıda ‘İddianın sahibi ise hem İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nın orijinalini savcılığa gönderen meçhul subay hem de Balyoz Darbe Planı soruşturmasını yürüten Askerî Savcı Bülent Münger’di. Balyoz soruşturmasını yürüten Askeri Savcı’nın söyledikleri özetle böyleydi, bu rapora ve belgelere rağmen soruşturmasını tamamlayan Münger, ilginç bir şekilde dosyayı kapattı,’ şeklindeki ibarelerin yer aldığı, yine kanuna aykırı olarak elde edilmiş ve internete düşmüş ses kayıtlarının tarafıma aitmiş gibi gösterilip, bunu da 3. Balyoz İddianamesi’nde sivil savcıların bu konuda almış olduğu ifadelerimi mahkemeye sunması şeklindeki gerekçeye dayandırdığı görülmüştür.

    Yayınlanan yazının kişilik haklarımı ihlal edici nitelikte olduğu, hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bulunan bilgilere dayandığı, hukuka aykırı elde edilmiş bilgilerin daha da saptırılarak ve eklenen şahsi yorumlarla kasıtlı olarak hakaret ve iftira suçunu teşkil edecek tarzda yayınlandığı, meçhul subayla aynı pozisyon ve saflarda ismimin gösterilmeye çalışıldığı, bunun basın özgürlüğünün kullanılması ile izah edilemeyeceği, söz konusu internet kayıtlarının hiçbir hukuki geçerliliği olmaması yanında yapılan teknik araştırma, inceleme ve diğer soruşturmalarla tarafıma ait olmadığının belirlendiği, keza sivil ve adli makamlara da bunu doğrulayıcı bir beyanda ya da ifadede bulunulmadığı, bu bağlamda ismim zikredilerek tarafıma aitmiş gibi gösterilen konuşmalara dair söz konusu yayınlarla diğer yorumların kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve iftira suçunu oluşturabileceği aşikardır. Bülent Münger. Hakim Albay Askeri Savcı.”

    Askeri Savcı Bülent Münger 3.Balyoz iddianamesinin 138.ci sayfasında 5.10.2011 tarihinde Mahkemeye verdiği ifade de

    ““Donanma komutanlığı Gölcük’te yapılan arama sonrasında orada geçen belgelerle ilgili biz de herkes gibi askeri savcılıktan arkadaşlarla hayretler içerisinde kaldık. Bazı konuşmalarımız oldu. Bunlar sabah toplantılarında çay muhabbeti şeklinde gerçekleşen günlük konuşmalardı. Bu konuşmalarımızın kanuna aykırı olarak dinlendiğini ve internet ortamında yayınlandığını gördük. Bazı konuşmaların çarpıtıldığını, eklemeler yapıldığını, bazı konuşmaların kesilip arkasına eklemeler yapıldığını, bazı konuşmaların tarafıma ait olmadığı halde ismimin zikredilerek bana aitmiş gibi gösterildiğini gördük.”

    Bunu da yazıyor Baransu. Ama kurnazlık yapıp hala “ifadede görüldüğü gibi kaydı “kısmen” doğruluyor.” diyor.

    Bu konuşmaları dinleyenler kimlerdir?

    Bu konuşmalara eklemeler yapan, bazı konuşmaları kesip arkasına eklemeler yapanlar kimlerdir?

    Bunlar hiç ilgilendirmiyor Baransu yu.

    “Kaldı ki yazımda ses kaydında tamamen Münger’e ait olmadığını, üç ayrı hukukçunun daha bu toplantıda bulunduğunu, konuşmaların bir bölümünün de bu hukukçulara ait olduğunu belirtmiştim. Askerî Savcı verdiği ifadede konuşmanın sabah toplantısındaki bir çay muhabbetinde, Askerî Savcılık’tan arkadaşlarıyla geçtiğini de doğruluyor zaten. Ses kaydının Balyoz mahkemesi tarafından dikkate alınıp, dosya kapsamına konduğunu da hatırlatayım.”

    Bu konulara niye hiç girmiyorsun Baransu? Kimdir bu yasal olmayan dinlemeleri yapanlar, Sızdıranlar, konuşmalara eklemeler,çıkarmalar yapanlar?

    Cevapla

    • tercüman Says:

      Dinlemeleri yapanlar da sızdıranlar da aynı kişiler, yani o toplantılara katılan kişiler, kim olduklarını da sen tahmin ediver…

      Cevapla

      • Kurmanbek Allahverdiyev Says:

        Bu kadar cok enginar yememelisiniz tercüman. Bakin sapla samani karistiriyorsunuz. Dinlemeleri cemaate gönül vermis asker-polis vs. yapiyor. Ondan sonra da internete saliyorlar islerine geleni. Bu blogu takip etmis olsaydiniz cemaatci polislerin basbakani bile dinlemis olduklarini görürdünüz. Ama sanmiyorum.

        Bloga sizin geldiginiz sekilde firtina gibi giris yapan arkadaslar oluyor arada bir. Bakalim sizin devamliliginiz nasil olacak. Saman alevi gibi olmayin sonra, maazallah.

        Cevapla

        • tercüman Says:

          Belki de ben de böyle demek istemişimdir;) Benim devamlılık gibi derdim yok ki, herkesin yaptıgı gibi ben de kendi düşüncelerimi yazıyorum, demokrasi var değil mi burada? Yoksa yok mu? 🙂

          Cevapla

  6. trekking Says:

    Ergenekon sanıklarından Fatma Sibel Yüksek’in Açık İstihbarat sitesindeki 1 Nisan 2012 tarihli yazısı. Dava ile ilgili önemli gördüğüm için alıntıladım.

    “Ne yapacağız şimdi? Ürküttük gül gibi paşayı, oysa ilk demecinde “Israr ederse tanık olarak dinlenir deniyor ama..” gibi bir şeyler gevelemişti. Belli ki içinde kalan vicdan kırıntsıyla mücadele etmekteydi, düşündü ve “tanıklık” mefhumunu defterden silmeye karar verdi…

    TSK üst düzeyinin neredeyse dörtte üçünün tutuklu veya tutuksuz sanık olarak yargılandığı “Balyoz” davasında savcının mütalaâ vermesi, davada karar aşamasına gelinmesi olarak yorumlandı.
    Savcının mütaâsının bütününü okumuş değiliz, basına yansıyan bilgiler çerçevesinde baktığımızda iki unsur göze çarpıyor:
    1)-Savcılar, sanıkların lehine olan durumları, çürütülen suçlamaları, sahte olduğu kanıtlanan delilleri zerre kadar gözönüne almadıkları gibi, bu çürütülmüş deliller üzerinden ceza talep ediyorlar…
    2)-Yine basına yansıyan bilgi doğru ise savcı, 350 sanığın tümü için 20’şer yıl hapis cezası talep ediyor. Oysa, bir darbe girişiminde herkesin üstlendiği rolün, gerçekleştirdiği eyleminin vs. farklı olması gerekmez mi? Nedir bu standart ceza dağıtımı? Savcıların talebi mahkeme tarafından kabûl görürse, karargâhta darbe planı yapan Orgeneral de, alayda darbecilerin iaşe sorunun çözmekten sorumlu albay da, evrak getirip götüren astsubay da aynı cezayı alacak!
    Bu da gösteriyor ki bu davada yargı sadece “sekreterya” görevi yapmakta, kendisine dikte edilen kararları uygulamaktadır.
    Zaten tarihteki bütün siyasi davalar böyle değil midir? Burada hırsızlıktan, zimmete para geçirmekten, kız kaçırmaktan bahsetmiyoruz; o halde kendimizi ve karşımızdakileri aptal yerine koyarak “bağımsız yargının kararlarıdır, saygı duymak lazım” geyiklerini bir yana bırakmalı.
    Konu siyasi davalardan açılınca, geçenlerde sözünü ettiğimiz Kemal Tahir’in Kurt Kanunu romanından size ibretlik bir bölüm aktarmak isterim:
    İstiklal Mahkemesi’nin yargılaması sonucunda, 10’ar yıl sürgün cezası alan Sivas milletvekili HalisTurgut Bey ile eski İçişleri Bakanı İstanbul milletvekili Çerkes İsmail (İsmail Canbulat), Kazım Karabekir, Ali Fuat, Cemal ve Refet Paşa’larla birlikte bir geminin ambarına konulup İzmir’e yollanırlar..
    Halis Turgut ve İsmail Canbulat beyler, mahkemede ifade vermeyi reddetmiş, buna karşın yapılan yargılama sonucu on yıl müebbet hapsine çarptırılmışlardır. Oysa Mustafa Kemal’e suikast planlandığı tarihlerde ikisi de yurtdışındadır.
    Yolda ikisine bir pişmanlık gelir, aldıkları cezayı hazmedemezler. Biraz da birbirlerine gaz vermenin etkisiyle, “Savunma yapmamakla hata ettik, biz tekrar mahkeme huzuruna çıkmak istiyoruz” demeye başlarlar..”Suçlu olarak yaşayamayız, biz bu cezayı haketmedik..” vs..diyerek ambarın kapısını dövmeye başlarlar. Oysa kesin hüküm verilmiştir, kararı değiştirmek nasıl mümkün olacaktır? (İstiklal mahkemelerinin kararı temyiz edilememektedir)
    Siyasi davalarda herşey mümkündür. İsmail ve Halis Turgut beylerin isteği derhal kabul olur, Ali Fuat Paşa’nın “Yapmayın etmeyin, siyasi mahkûmluklar zamanla düzelir” uyarısına rağmen koşarak mahkemede ifade verirler. Belli ki mahkeme heyeti de ikisi hakkında verdiği karardan pişmandır ve yeni karar şöyle açıklanır:
    “Sürgün cezasının idama çevrilmesine…”
    Yakın tarihimizin bu klasik orta oyununu defalarca seyretmiş insanlar olduğumuza göre, Balyoz davasından çıkacak sonucu da kestiriyor olmamız gerekir. Hiç kimse mahkemeden savcıların talepleri dışında bir karar beklememelidir.
    Hatta Yargıtay’dan da öyle..Balyoz davasında sona yaklaşılması ile “yargıda reform” adı verilen sürecin eşzamanlı tamamlanması tesadüf değildir. Yargıtay’ın bütün üyelikleri tek tek değiştirilmiş, eski yargıçların yerine yenileri atanmıştır.Temyizden çıkacak karar da çok büyük ihtimalle farklı olmayacaktır.
    “Peki bu kadar hukuk ihlali ne olacak?” diye soracak olursanız, çürütülen bütün suçlamalar nasıl kös dinlendiyse, mahkeme savunmaları nasıl yokmuş gibi yaptıysa, Yargıtay da aynı şeyi yapacaktır. Kararı baştan verilmiş davalardır bunlar.
    Bu gibi davaların tamamen siyasi iradenin elinde olduğunu hakimler de çok iyi bilirler.Onun için bizler kürsüde “hukuka aykırılık” diye kendimizi paralarken önlerindeki bilgisayrda iskâmbil oynarlar. Bu büyük fırtınada savrulup gitmekten korkarlar. Ortada bu kadar hukuk cinayeti bırakılması bir bakıma faydalıdır, çünkü yarın öbür gün siyasi şartlar değiştiğinde, Ali Fuat Paşa’nın demesi gibi siyasi mahkûmluklar da zamanla düzelir. İşte bu “düzeltmeleri” yapmakta pek faydası olur hukuku çiğneyerek verilen kararların…
    Balyoz davasının sonuçlanması, iki adet Ergenekon davasının, Islak imza, Andıç, Odatv vesairenin, Erzincan’da şurda burda açılmış bir çuval davanın da sonuçlanmasını hızlandıracaktır.
    Önce “darbe” tescillensin ki, ona yardım edenler, medya ayağı, siyaset ayağı, vatandaş ayağı vs. netleşsin öyle değil mi? Olmayan darbenin “örgütlenmesi” mi olurmuş?
    Tabii artık hukuk filan aramıyoruz ama Balyoz’da sona yaklaşılırken orta yerde çok büyük bir kararsızlık, çok büyük bir boşluk bulunuyor. Hukuki açıdan olduğu kadar siyasi açıdan da büyük bir boşluktur bu..
    O da şu:
    Balyoz darbe planı, hiyerarşik bir darbe girişimi miydi, yoksa “cuntasal” bir girişim mi?
    Tutuklananların yüksek profiline baktığımızda, varolduğu söylenen bu darbe girişiminin hiyerarşik, yani en tepeden aşağı doğru, emir komuta zinciri içinde olduğu izlenimine varıyoruz..
    Balyoz’da kuvvet komutanları tutuklu,
    Andıç’ta bir Genelkurmay Başkanı “TSK’ya sızmakla” suçlanıyor…
    Öyleyse, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebir ve silah zoruyla düşürmeye kalkışan” girişimin bir “cunta” faaliyeti” olduğunu söyleyemeyiz…
    O zaman garip olan şu:
    Eğer Balyoz, hiyerarşik bir darbe girişimiyse, darbe hazırlıklarının yapıldığı en sıcak dönemde görev yapmış bir adet Genelkurmay Başkanı ile bir adet Kara Kuvvetleri Komutanı neden ısrarla bu işin dışında tutulmaktadır?
    Bırakın sanık olmalarını, mahkemeye “tanık” olarak ifade vermelerinden bile neden ısrarla kaçınılmaktadır?
    Bu kadar ağır bir soruyla, bu derece mahşerî bir sorumlulukla karşı karşıya bulunanlardan Hilmi Bey, bir sustu iki sustu, baktı olmayacak, Aslı Aydıntaşbaş’a konuştu:
    “Ben hukuk adamıyım!”
    Nasıl yani?
    Bu kadar başarılı bir askerlik hayatının içinde bir de “hukuk adamlığı” gizliydi öyle mi?
    Şöyle dedi Hilmi Bey:
    “Gidip gitmemek bana bağlı değil. Mahkemenin kararı. Şahitliğin nasıl yapılacağı ceza kanununda yazıyor. TCK’da diyor ki, ‘Mahkeme çağırırsa sadece cumhurbaşkanının gitmeme hakkı var, onun dışında gerekirse zorla getirin.’ Nitekim Ergenekon’da çağırdılar, gidip ifade verdim. Mahkeme çağırırsa gitmeme hakkım yok.
    Başından beri Çetin Doğan Paşamız Hilmi Özkök diyor. Ama tek söyleyebileceğim, Genelkurmay her orduda seminerçalışması yapar. Genelkurmay Başkanı’nın rolü sadece iki senede bir tatbikat programlaması yapıp bunu her orduya yollamaktır. Onun dışında davanın hukuki veçhesiyle ilgili bir yorum yapamam. Çağrılırsam giderim. Ama diyorlar ki ceza kanununun bir maddesi var; ısrar ederse o da dinlenir. Ama mahkemenin ısrarla hayır dediği bir durumda…”
    …Prosedür neyse odur. Ben hukuk adamıyım; hukuku severim. Hukuk hepimizin koruyucusudur. Hukuk ne isterse yaparım. Ama hukuku da zorlamam. Hayatım boyunca yapmadım. Gel dediler, gittim. Ama çağrıya bağlı…”
    Şimdi bu laf kalabalığı içinde iki nokta önemli. Birincisi,
    “Ama diyorlar ki ceza kanununun bir maddesi var; ısrar ederse o da dinlenir. Ama mahkemenin ısrarla hayır dediği bir durumda…” kısmı…
    Israr et o zaman, silah arkadaşların göz göre sahte delillerle okkanın altına gidiyor!
    Etmez, “hukuku zorlamaz” kendisi. Çünkü Hilmi Bey biliyor ki, dava açısından bu derece kilit noktada olmasına rağmen Mahkeme tarafından asla “tanıklığa”çağrılmayacak; Çünkü anlaşma öyle..”Ama mahkemenin ısrarla hayır dediği bir durumda…” diyerek de mahkemeye “Aman çağırmaya filan kalkışmayın..” mesajı veriyor, “işbölümünü” hatırlatıyor bir nevi..
    İkincisi, “Gel dediler geldim, git dediler gittim” kısmıdır ki bu söz ayrıyeten yorum gerektirmez. Lafı söyleyenin kişilik yapısı cümlenin kendisinde saklıdır..
    Günahkârlık hissinin ağırlığına dayanamayan Hilmi Bey, bir kaç gün sonra Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer’e konuştu:
    “Ben dönemin Genelkurmay başkanı olarak bugün bir şey söylesem yargıya müdahale gibi algılanır. Sadece şunu söyleyebilirim: Hepsi silah arkadaşlarım. Çok büyük üzüntü duyuyorum tabii ki. Mütalaa savcının takdiri. Mahkeme değerlendirecektir. Ancak olayın bir de şu boyutu var. Bu insanları bir şeylerle suçluyorsunuz. O kişi sonrasında beraat etse ne olacak? Yine bühtan kalacak.”
    Arkadaşlarının o yaşta zindanda çürümeleri, isimlerinin lekelenmesi karşısında, elinden hiç bir şey gelmeyen ama üzüntüden kahrolan bir asil insan pozu..
    Ağlayası geliyor insanın…
    Bir de “darbe planlarından” Başbakan Tayyip Erdoğan’a bilgi verilip verilmediği meselesi var…
    Star gazetesinde yayımlanan haberde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın Ergenekon soruşturması kapsamında verdiği ifadesinde “Darbe planlarını bana Özkök gösterdi” dediği belirtiliyor.
    Tutuklu sanık, dönemin Üçüncü Kolordu Komutanı emekli Orgeneral Ergin Saygunda mahkemede verdiği savunmada “Plan seminerlerinin kasetleri, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’a, Başbakan tarafından verilmiştir” diyor.
    Yani, darbe girişimi olarak izlenen faaliyetler konusunda Erdoğan, Özkök veYalman arasında bir bilgi alışverişi var..
    Hilmi Özkök, bu konuyu külliyen reddediyor:
    “Ben bahsedilen seminerden sonra 3 yıl daha komutanlık yaptım. Bu konular Başbakan ile aramızda hiçbir şekilde gündeme gelmedi. Ben emekli olduktan 2 sene sonra ortaya çıktı bunlar.”
    Yalman’ın “Bana Özkök gösterdi” sözlerinin hatırlatılması üzerine de Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle orta sahada top çeviriyor ve “Bunları kendisine sorun”karşılığını vermekle yetiniyor..
    Hafta sonunu İzmir’deki sakin yuvasında huzurla geçiremeyeceği anlaşılan Hilmi Bey, duramayıp bir de Fikret Bila’ya konuştu:
    “Mahkemeye sanık davetiyle gitmem!”
    Utku Çakırözer ile konuştuktan sonra 48 saat düşündü ve “ortadan” tavırları bir yana bırakıp hepten gitmemeye karar verdi demek ki paşamız!
    Ne yapacağız şimdi? Ürküttük gül gibi paşayı, oysa ilk demecinde “Israr ederse tanık olarak dinlenir deniyor ama..” gibi bir şeyler gevelemişti. Belli ki içinde kalan vicdan kırıntsıyla mücadele etmekteydi, düşündü ve “tanıklık” mefhumunu defterden silmeye karar verdi…
    Şöyle devam ediyor:
    “Yaşar ve İlker Paşa sanık olarak dinlendi. Yaşar Paşa benim 2. Başkan’ımdı. İlgili evraka sahip olanlar, toparlayanlar ve bizlere rapor verenler de onlardı. Bizim bilgilerimiz de onların verdiği bilgiler zaten. Biz Yaşar ve İlker Paşa’nın söyledikleri dışında bir şey söyleyebilir miyiz? Mahkemeye ben yine giderim ama sanık davetiyle gitmeyi uygun bir yol olarak görmem”
    Mahkeme zaten “Özkök ve Yalman’ın tanık olarak dinlenmesinin bir katkı sağlamayacağı” kanaatine varmış, bize daha neden “sorumluluk sahibi üst”,duyarlı komutan”, “babacan asker”, “ileri demokrat paşa” numarası yapılıyor ki?
    Çok rahatsızsan eğer, mahkemenin kararına rağmen tanıklık başvurusunda bulunursun. Kabûl edilmezse, temyiz nezdinde bu da bir eksiktir.
    Sonra sanık avukatları çalışıp araştırıp kendisinin sanıklar tarafından davet edilmesine cevaz veren bir madde bulmuşlar. Buna göre, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 178. maddesini kullanarak Özkök ve Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi için harekete geçtiler. Bu madde hükmüne göre, mahkeme istemese bile sanıklar yol ve iaşe bedelini mahkeme kalemine yatırarak tanık olmasını istedikleri kişileri mahkemeye çağırabiliyorlar.
    Fikret Bila, gül gibi paşamıza bunu da hatırlatıyor. Cevap şöyle:
    “Böyle bir davetle gelmem. Uygun bir yol olmaz. Ben daha önce de belirttiğim gibi mahkeme davet ederse giderim. Sanık davetiyle gidip mahkemeye ne diyeceğim? Hâkimler bana, sanık davetiyle gelmişsiniz, buyurun söyleyin diyecekler. Bu uygun bir yol değil. Oysa mahkeme çağırırsa o zaman ben gidip, hâkimlere buyurun çağırmışsınız, derim ve varsa soruları yanıtlarım..”
    Daha dün “Ben hukuk adamıyım” diyen paşa, bugün CMK’nın 178. maddesini yok sayıyor. Nazlı assolistler gibi “mahkeme çağırmazsa gitmem” diyerek kendi kendine usûl, yol belirliyor…
    Hilmi Bey’in “cevherleri” okumakla, yazmakla bitecek türden değil. Örneğin, CD’lerin dahte olduğunun ispatlandığı kendisine hatırlatıldığında, “Böyle kanıtlar söz konusuyken davayı kaybederlerse tabii o avukatlarının sorumluluk alanına girer” diyor.
    Yani, avukatlar beceriksizdir, iyi savunma yapamamışlardır. Yoksa yüce mahkememiz de, yüce hükümetimiz de “adil yargılama” diye can atmaktadır!
    Sükûnet konusunda otuz Hilmi Özkök gücünde olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman da, baktı ki ismi fazla dolanıyor, o da bir yazılı açıklama yaptı.
    Şöyle:
    “Çok büyük bir baskı altındayım. Bundan dolayı fevkalade müteessir olduğumu belirtmeliyim. Hatırlanacağı üzere, ilk demecimde, ‘Ben davanın muhatabıyım’dedim. İkinci demecimde ise ‘Balyoz Planı ve davasıyla ilgili hiçbir bilgi ve belgeye sahip olmadığımı’ belirttim. Bu kezde davanın çözümünde hayati bir konuma getirilmiş olmam nedeniyle bu açıklamayı yapmak mecburiyetinde kaldığımı belirtmeliyim.”
    İşte hissiyatlı bir paşamız daha!
    Şimdiye kadar yapılan darbelerimizin tümü Kara Kuvvetleri’nce planlanıp gerçekleştirilmiş. Hisli Paşa’nın döneminde darbe planlamaktan yatan yüzlerce üst düzey subay arasında Deniz Kuvvetlerii Komutanı bile var…
    Kendisinden sanık olmasını isteyen de yok, sadece tanık olarak bildiklerini anlatması isteniyor…
    Kendisini çocuk yuvası projelerine vakfetmiş hissiyatlı paşamız sanki Tapu Kadastro Genel müdüründen hesap soruluyormuş gibi
    “Çok büyük bir baskı altındayım, fevkalade müteessirim” şeklinde ağlamaklı açıklamalar yapıyor…
    Bizler de fevkalade şaşkınlık içindeyiz paşam. Ayrıca, “Bunlarla mı savaşa gidecektik” diyen cıvık insanlar haklı çıktığı için fevkaldenin fevkinde mahcubuz..
    Paşanın açıklamasında yer alan “Ordumuzun iki bin yılllık şanlı tarihi..vicdan borcum, milletimie olan saygımın ifadesi ..” türünden boş lafları geçiyoruz..
    Ama şu lafa dikkat isterim:
    “Bir tarafta gönül ve hizmet birliği yaptığım, hayatını vatanın bütünlüğüne ve milletine armağan etmiş, can borcum olan arkadaşlarım, diğer tarafta milletinden aldığı yetki ile hukukun adil bir şekilde tecellisine çalışan adalet sistemi…”
    Hukukun adil bir şekilde tecellisine çalışan adalet sistemiymiş!
    Sirkatin söylerken bile şecaat arzediliyor..
    Bir de yol gösteriyor, yardımcı oluyor hisli paşamız;
    “Benim arkadaşlarıma yardımım ancak hukuk içinde kalarak mümkün olabilir özellikle bu aşamada. Bütün bu zorluklara rağmen bugüne kadar davanın muhatabı arkadaşlarımın özgürlüklerine kavuşması için; Balyoz Planı ile ilgili bilgi ve belgeye sahip olmadığımı açıkladım. Zamanın Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile görüşerek davada tanık olmama yardımcı olmasını talep ettim. Rahmetli avukatım Sayın Tarık Kale tarafından sanık avukatları aracılığı ile tanık olma arzum mahkeme başkanlığına iletildi. Bu husus zabıtlara intikal etti. CMK’nın 178. maddesinin hükümleri uyarınca mahkemeye müracaat edilerek tanık olmam için girişimlerde bulunulması hususu ilgililere iletildi. Bu geldiğimiz aşamadan sonra mahkemeye çağırılırsam gidip tanıklık görevimi yapacağımı özellikle belitmek isterim.”
    Sanık avuklatlarının bulduğunu sandığımız maddeyi bile üşenmeyip kendisi bulmuşHisli Paşa
    Hiç bir şey bilmiyorsan Paşam, tanıklık talebinin ekinde teferruatlı bir dilekçe ver; tanıklık kapsamında senden sorulması muhtemel her hususu da bu dilekçende anlat. Dosyaya girsin, böylece tanıklığın engelleniyorsa şayet, -hani “için yanıyor” ya- arkadaşların için bir şey yapmış olursun..
    Akıl vereceğine iş yap, vicdanını rahatlat.
    Sonuç olarak, neden mahkemeye gidip tanıklık etmiyorlar, neden bin dereden su getiriyorlar?
    Arkadaşlarının gözünün içine bakmak zorunda kalacaklar da ondan.
    Amansız sorular gelecek de ondan.
    Bu sorular üzerine bir takım ilişkiler ifşâ olacak da ondan.
    Birinin “haber verdik” dediği, diğerinin “haber vermedik” dediği “Başbakan’la münasetler olayı” deşilecek, ortaya bilinmedik ayrıntılar çıkacak da ondan.
    Bu zalim süreçte üstlendikleri “vazife” tarihin kara kaplı defterine mıh gibi kazınacak da ondan.”

    Cevapla

    • trssby Says:

      trekking,

      Çok kısa bir zaman içinde, İstiklal mahkemelrinden bu yana adalet sisteminde bir şeyler değişip değişmediğine tanık olacağız. Acaba biraz naif miyim. 60 yıl önce sosyal medya yok idi. Ama şimdi var.

      Şu andaki durum, sosyal medyanın da etkili olup olmadığının bir testi gibi.

      Cevapla

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: