That is the conclusion of Claire Berlinski, an American author and journalist based in Istanbul, on the Balyoz/Sledgehammer trial.
Berlinski, who has been following the case, visited the trial in Silivri and her judgment is clear-cut. She considers how the case would be handled in an American (or any impartial) court and imagines the dialogue that would/should take place:
Your honor, this hospital didn’t exist in 2003. We request this trial be dismissed.
Dismissed.
Alas, the trial in Silivri has all the appearances of a sham, staged trial. Over the course of more than thirty court sessions, the defendants and their lawyers have documented countless evidence that points to the coup plans’ fraudulent nature — anachronisms, inconsistencies, fake handwriting – to no avail. The judges evince no interest in any of it. Amazingly (but tellingly), in their cross-examination they have not challenged the defendants on their claim that the coup documents are fabricated. Nor have they even probed these claims by further questioning.
It’s almost as if everyone agrees the case is based on fake evidence. A Berlinski puts it, “no one is even pretending anymore that this is a real trial with real rules.”
Yet the case continues: its scope has been broadened by further arrests – presumably to drag the trial on for even a longer time — and the great majority of the defendants remain in jail.
24 Haziran 2011 21:48
Ilginc bir hikaye, hakli bir isyan.
Ama okurken “5 gun” yazan yerleri “yuzlerce gun” diye degistirip okuyun.
http://www.gazeteport.com.tr/haber/39306/quotagabeyimin_hesabini_kim_verecekquot
25 Haziran 2011 18:31
“It’s fine, you can all come and watch. And you really should, because they happen to be keeping a lot of important military officers here in jail without a conviction, on highly dubious legal grounds. And they’re doing it because they’re confident no one in the world really cares about “rule of law” in Turkey, and they seem to be absolutely right.”
First of all, many thanks to the writer.
On the other hand, to be honest, we should not wait the rest of the world to care about the “rule of law” in Turkey. It’s upto us to have a real country where we would enjoy raising our kids or a “joke”.
To sum up, “…Yağın gerekmez aşıma yeter zehirin katmasın…”
25 Haziran 2011 18:39
Note that I don’t want to say that such efforts of creating an echo in the western media is useless. Definitely, they are in great help. But it is just part of the game as it shuould be…
27 Haziran 2011 01:33
Bu uzun sıcak yaz günü ne yapacaksınız, serin bir yerde oturun okuyun işte, vakit geçer..
1) Köy eğitimi diye bir şey vardır, yüzyıllardır köy kendi soyunun kökünün ve din ve mezhebinin eğitimiyle varlığını sürdürmüştür.. Cumhuriyet Türkiyesi yurttaşlık ve laiklik eğitiminin vazgeçilmez olduğunu biliyordu ancak uçsuz bucaksız köylerine ulaşması ve köy eğitiminin şehri ele geçirmesine sağ iktidarların atmış yıl varlığıyla baş edip karşı koyamadı.
Sonunda modern şehirlerimizde onbinlerce lise köy eğitimine teslim oldu, yani soy sop din mezhep eğitimcileri önce eğitim sonra sırasıyla hukuktan medyaya askerliğe kadar ele geçirmeye başladı.. Köy eğitiminden gelmiş insanlar bugün hem siyasette hem medyadan Türkiye’yi yönetiyor ve artık köy eğitiminden gelmiş insanların elinden Türkiye’yi alacak bir güç yakın bir gelecekte gözükmüyor, hoş geldin Ortaçağ!
Cumhuriyet Türkiyesi liselerinin köy eğitimcilerinin eline geçmesine gücü yetmedi, birkaç on yıllık dönemde hakimlerine savcılarına ordusuna sıra geleceğini kestirdi ancak durduramadı, şehirliler eğitimle ve sosyal yardımla sembolük olarak ilgilendi ve her şeyi devletten bekleyen bir ideolojileri oldu, oysa şehre yeni gelmiş kitleler eğitim ve sosyal yardım alanlarında cansiperane kitleleri önce dersanalerine yurtlarına sonra siyasetlerine kanalize ettiler..
Köy eğitiminden gelenler, bugün tıpkı 19. yüzyılda Osmanlı topraklarındaki işbirlikçi ajan yabancı kolejlere dönüştü, I. Dünya savaşı ve Ermeni isyanları öncesi her biri düşman kuvvetlerin cephaneleri haline geldi..
Ulus, Avrupa’da icat oldu.. Ulus dediğimiz bir çerçevedir, bir dikdörtgen, bu dikdörtgenin içinde kimlik, mezhep, soy sop gibi unsurlar ayrı üçgenler halinde yaşayabilir ancak dikdörtgenin varlığı için hepsini bir arada tutan yurttaşlık ve laiklik olmazsa olmaz en temel eğitim. Artık bugün Türkiye’yi mutlak bir güçle yöneten siyasi iktidar ve medya, ulusu ve modern toplumu var eden bu cümleye götleriyle gülüyor, yani ulusun ve şehrin en vazgeçilmez değerleri ‘dalga geçilen, alay edilen’ komiklik unsuru haline geldi..
Yurttaşlık ta batıda icad oldu laiklik te, bu kurumlar doğu topraklarına ilk tez elden Mustafa Kemal’le gelip kurumsallaşmaya başladı.. Bugün hepimizin kafasına dang etti ki köylü toplumda yurttaşlık ve laikliğin yerleşikleşmesi gerçek bir mucize ya da yüzyıllar süren boğuşmayla olur..
Peki Orta-Doğu topraklarına Amerika’yla işbirliği içinde tarihte eşi benzeri görülmemiş bir büyük operasyona girişen bugünün iktidarı Orta-Doğu topraklarında neyin örneği olacak, onlarda zaten yüzyıllardır kırılmamış ve oraları hala çürütmekte olan soy sop din mezhep’in mi modeli yoksa şehrin yurttaşlığın laikliğin yani şehrin kültürüyle mi?
2) Fas’tan Pakistan’a deniz kara hava ve sivil kurum marifetiyle coğrafyalar yangın harabe halinde, tarihte eşine rastlanmayan ışık hızı bir saldırı altında, onlarca devlet ülke toplum üç beş yıl gibi kısa sürede içinde ya tarihten kazınıyor ya infilak ettiriliyor…
Canımı yakan bu denli alt üst oluşun yüzünü tarihini inceleyen tek bir değerlendirme bu toprakların aydınlarından henüz çıkmış değil, şüphesiz ‘şok’ halinde çok sert afallama sersemleme şaşırma hali yaşanıyor ya da öldürücü darbeleri dahi duyamayacak felç ya da bitkisel hayata girmişler..
Herhalde bu denli büyük savaşlar işgal kuvvetlerinin elindeki özgürlük hürriyet demokrasi gibi birkaç parlak nutuk ve makaleyle olmadı..
Beni asıl korkutan, tarihçiler ya da aydınlar işte bu fotoğrafa merceklerini uzatmaya dahi neden korkuyorlar.. Üstelik budala gibi sırıtıp bu denli alt üst oluşa kafayı pek fazla meşgul etmeye değmezmiş gibi iğrenç bir ruh haliyle yaklaşıyorlar..
Oysa doğu ve batı, buluttan buluta giren şimşekler gibi tarihin ilk gününden beri birbirlerine saldırmış yıkılmış trajediler yaşamış birbirlerini kültürel siyasi olarak hem parçalamış hem de beslemiştir.
Korkunç ve iflah olmaz bir umutsuzluk mu yaşıyoruz yoksa hepimiz insanlık değerlerine artık ‘işgal kuvvetlerinin’ yani Batı’nın safından mı bakıyoruz?
Batının ürettiği sahte kavramlar bu topraklarda tam bir beyin uyuşmasına yol açtı.. Ellerinde sahte demokrasi özgürlük lafları ışın kılıçları gibi birbirlerinin boğazına karnına doğru sallayan sallayana… Batının tartışılmamış kopya alınmış bu kavramları tam bir ‘körlük’ oluşturdu, ajanların diliyle siyaset biliminin dili aynı frekanstan yayına başladı. Bu ‘körlük’ artık büyük acı siyasi sosyal trajediler yaşanmadan bir daha ‘görmeyi’ öğrenemez..
3) İstanbul’u gezen bir seyyah Gerard De Nerval’in lafıdır, Türkler İstanbul’un en güzel yerlerini ölülerine ayırmışlardır, der..
Tam da bugün bu ölülerin hangi cephelerden geldiğine neden bakmıyoruz, kimseden kalkıp hüzünlü bir Yemen Türküsü söylesin istemiyoruz. Ancak dün koca ölüm kalım savaşından hiç değilse Yemen Türküsünü söyleyecek geride acılı yanık bir bacı gelin anne gibi birkaç kişi bulabildik, bugünden geriye bakalım kederli bir türkümüzü söyleyecek kimsecikler kalacak mı?
Donarak ölenler acı çekmez uyuşukluk tatlı bir uykuyla sizi önce boş düşlerin içine sonra vücud mosmor kaskatı hayatını bitirir. Hayalinde ülkelerinin akıbeti üzerine büyük korkular yaşamayanların bugün artık zihinlerinin yeniden canlanması boş bir hayaldir, korkmakta geç kalanların bugün siyasi sosyal varlıkları siyasi iktidar tarafından çoktan ipotek altına alındı, bugün en rahat hayatı yaşayanlar bağımsızlık lafıyla dalga geçenler, ki ışıklı ekranların gözlerinizin önünde buzlanıp donup yavaş yavaş can çekiştiğini hepiniz her akşam izliyorsunuz, artık ya köy eğitiminin dili mezhebi ırkı yani işbirlikçi ajan dilini konuşacak yoksa hiç konuşturulmayacak, uçurulacaksınız..
4) Batı’nın doğuya bilinen tarih içindeki seferleri İskender’le başlar, Anadolu, Mısır, orta-doğu, İran taa Hindistan’a kadar.. Roma’nın Sezar’ı malum.. Roma yıkılıp İslamiyet ortaya çıktıktan çok sonra Haçlı Seferleri, Konya Meram Bağları’nda dahi otuz yıl kalıp yemişlerini yediler, Urfa’da Antakya’da otuzar yüzer yıl kalıp Selahaddin Eyyübi geri alıncaya kadar Kudüs’e yerleştiler.. Yüzlerce yıl sürdü, onların zırhlı şövalyeleri Türkler’in hafif atlıları karşısında tarihin en büyük zayiatlarını verdiler.. Osmanlı gücüyle oturduktan yüzyıllar sonra doğuya Napolyon’un seferi, Mısır’a kadar geldi.. Üniformalarından silahlarına teşkilatına kadar yepyeni bir askeri disiplinle.. Ve 18. yüzyılla kauçuk, lastik, kimyasal boya, petrol, buharlı tren ve çelik zırhlı gemilerin keşfi icadıyla İngilizler Hindistan’da 1863’te Babür İmparatorluğu’na son verdi, sonra Çin ve sonra l. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu paramparça ettiler.. Bugün İngilizler’in dünya liderliğini Amerika çoktan ele geçirdi ve İngilizler’den yarım eksik ne kalmışsa yeniden tam ve mutlak hakimiyet için Fas’tan Afganistan’a acımasız bitmeyen bir savaşa girdiler..
Doğu’nun batıya bilinen tarih içindeki seferleri Persler’le başlar, Atina’ya Tuna boylarına kadar uzanmışlardır, sonra Atilla.. Roma’dan Paris kapılarına kadar, bir milyon kişiyi Ukrayna bozkırlarından Avrupa’ya o günkü teknolojiyle geçirmek bir mucizeydi, geride huyu suyu teşkilatı Avrupa’ya çok fazla bol gelen ve yüzyıllar sonra Avrupa’ya devlet teşkilatıyla da ilham verecek olan Macaristan’ı bıraktılar.. İkinci büyük kuşatma İslamın ilk yüzyıllarında Emevi komutanı Abdurrahman ile Preneler’i aşıp Paris kapılarına dayanması, ki bugün dahi Avrupa tarihçileri Paris savunmasından büyük övgüyle bahseder, hatta bu savunmayı yüzyıllar sonra oluşturulacak Avrupa Birliği düşüncesinin nüvesi olarak görürler.. Üçüncü büyük kuşatma Osmanlı’yla yani meşhur Viyana kapıları..
Bugün ise batının elinde sadece çelik gemiler buharlı gemiler ya da sadece atom bombaları değil uydu dinlemeler sosyal siteler sivil kurumlar gibi bambaşka büyük silahlar da var…
Mesela soğuk savaşın bittiği tarih olarak sembolleşen Berlin Duvarı’nın çöküşü ve onlarca Sovyet ülkesinin TV’lerde yayınlanan ayaklanma isyan görüntüleri Türkiye’yi yeni bir çağ başlıyor havasına soktu.. Soğuk Savaş yıllarında Amerika’nın ve Nato’nun bekçi köpekliğini yapan silahlı kuvvetlerden bir çok yeni eski general bir de Irak’ın işgal edilmekte olduğunu görünce Mustafa Kemal’i ve bağımsızlığı hatırladı..
Batının daha az köpeği olabilir miyiz, tasmayı biraz gevşetebilir miyiz, Amerika’nın tam bir köpeği değil daha saygın daha kişilikli üyesi olabilir miyiz diye saflıkla uluslar arası toplantılardan seminerlere TV konuşmalarına sere serpe bu özgürlük havasına budalaca kanıp konuşmaya başladı..
Amerika’nın yeni silahı dinleme cihazları dinleme uydularının ne marifetleri olduğunu hesap etmeden, odalarına masalarına kadar girmiş dinleme ve kayıt böceklerinden ve içlerine kadar sızmış köy eğitiminden gelmişlerden habersiz tek tek gafil avlandılar…
İskender’in atlı arabaları, Haçlılar’ın zırhlı şövalyeleri, Napolyon’un disiplinli yepyeni ordusu ve İngilizler’in çelik savaş gemileri gibi bugün Fas’tan Afganistan’a toprakları işgal eden güçlerin en büyük silahı: dinleme uyduları, gizli kameralar..
Ama asıl büyük silahları: etnik ve din gibi köy eğitiminin, üniversitelerde dahi aydınlar içinde dahi medyada dahi siyaset içinde dahi kökleştirilmesi…
Oysa, Atilla’dan Emevi komutanı Abdurrahman ve Viyana Kuşatması’na kadar büyük kuşatma altında kalan Batı yüzyıllarca ortaçağ karanlığı içinde kaldı ve bu ortaçağ karanlığı içinde kilise mezhep din ve ırk çatışmalarıyla dolu onlarca utanç dolu çağ içine gömüldü..
Batı, bu kuşatılmışlığı Fransız İhtilali’nde hayata girmeye başlayan ‘ulus’ ‘yurttaşlık’ ‘laiklik’ gibi mucize çözümlerle, karanlığını bir nebze sona erdirmeye başladı..
Şimdi, bizler, batının acımasız saldırıları altında tıpkı batıyı ortaçağ karanlığına gömen din, mezhep, ırk savaşlarına giriyoruz…
Din, kimlik, mezhep iç savaşlarında milyonlarca ölü verdikten sonra, tarih bize yaşanmış tüm iç savaşların bir sonucu olarak şunu öğretiyor, bu kardeş kavgasından ya haritaları bölerek kurtulursun ya yurttaşlık ve eşitliği hayata geçirerek, üçüncü bir yol yok..
Bugün aydınlarımızın çoğu siyasetin ve demokrasinin gücü bu iç savaşı yenebilir önleyebilir umudunu az da olsa taşıyor, ama aynı aydınlar, siyasetin ve demokrasinin en temel siyasi malzemesi olarak sabahtan akşama kadar mezhep, din, kimlik tartışıyor, bu ne lahana..
Gerçekten siyasetin ve demokrasinin bu iç savaşı önleyebileceğine küçücük umudunuz varsa siyasetin en temel vazgeçilmez malzemesi eşitlik, yurttaşlık ve laiklik’ten asla taviz vermeyen bir siyasi dil kurmak zorundasınız..
Köy eğitiminden gelmiş bir siyasi dili şehirde ve medyada ve manşetlerde kullanarak değil ülkenize İnsanlık ve Uygarlık’a haksızlık ediyorsunuz, yanlış yoldan gidiyorsunuz. Poseidon Macerası filminde gemi sulara gömülünce birkaç bilim adamı geminin gövdesine çekiç darbeleri vurup suyun altında mı üstünde miyiz anlamaya yani yukarı doğru yol bulmaya çalışırken, asıl büyük kalabalık rahibin peşine takılır ve geminin suya gömülmüş derinliğine doğru aşağı giderler..
Üstelik çevremizdeki komşuların iç savaşlarına mesela Batum’da Tiflis’te henüz on yıl kadar önce yüzbinlerce insan birbirini niye gırtlakladı diye merak edip bakan yok.. Artık gözü kararmış bu kitleyi ülke içindeki yüzde elli oy kesmez şimdiden askeri zaferlerini çılgınca alkışlamak için çürümüş Bağdat Demiryolu Hattı’nda Cemal Paşalar’ın ardından yol açmaya çoktan başladılar ve siyasi iktidarın her sıçtığı bokta bir mucize lale keşfetmeyi çoktan öğrendiler..
5) Size sıkı bir soru, İslamcılar Afganistan’da çok uzun savaşlarla direnip Sovyetler’i Afganistan’dan çıkarttıkları halde neden bir bağımsız devlet kurmada anlaşamadı ve İslami hiziplerin savaşı Ruslar’a karşı verilen savaştan daha kanlı daha sert hale niçin geldi ve Afganistan tuz buz olup Taliban’ın eline geçinceye kadar iç karışıklıklar neden bitmedi.. Çünkü İslamcı hizipler birbirlerini ‘işbirlikçilikle’ suçluyordu, her biri karşısındakini Amerika’dan silah aldı, para aldı, diye suçluyor, siyasi bağımsız bir hükümetin kurulmasına yanaşmıyordu..
Yaşadığımız topraklarda en büyük düşmanlık hali: işbirlikçiliktir..
Çok yakından tanıdığım ülkemizdeki İslamcı gençlik için de bir zamanlar işbirlikçilik affedilmez bir ihanetti..
Irak işgali günlerinde işgale ve emperyalizme karşı yayınlar yapan İslamcı bir dergi Gerçek Hayat dergisine ben de görüş ve kısa yazılarla katkı sunuyordum, çünkü gençlik sağcı solcu ilerici gerici demeden Amerikan Orduları’na karşı amansız bir heyecanla birlik içindeydi.. O yıllarda İslamcı gençlik sadece cemaat denilen grubu işbirlikçilikle alttan alta suçluyor onları ülke için tehlikeli buluyordu..
Bugün ise aynı gençlik AKP iktidarının on yılında yavaş yavaş yüzde doksan dokuz
itibariyle ‘işbirlikçilerin’ safına geçmeye anti-emperyalist lafları hiç etmemeye ve Amerika’ya karşı aman ha tek yazı yazmamaya ve camii önlerinde Irak’ta öldürülen milyonlarca Müslüman için hiç slogan atmamaya vs vs başladı..
Ateşli heyecanlı kabına sığmayan yüzbinlerce genç insan hakim işbirlikçi dili beş on yıl içinde nasıl kabullenir?
Hiç unutmuyorum, Irak İşgali günlerinde meclisten karar beklenirken kalabalık bir toplantı salonuna kendimi tutamayıp Amerika’yla savaşa girenlere diye başlayıp ana avrat küfrettim, herkes buz kesmiş gibi donakaldı, oysa beni onaylayacaklarını sanıyordum, meğerse az önce çok ünlü bir İslamcı yazar birkaç dakika önce konuşmuş ve özetle: Türkiye’de siyasi iktidarımızın varlığı için Amerika’yla yan yana savaşa girmeliyiz, demiş..
Toplantı bitince o meşhur İslamcı aydının yanında boynuma sarılamayanlar etrafımı sardı ve ağlayarak beni destekledi, işte bu genç insanlar, beş-altı yıl geçmeden Amerika’nın ülkemizde ve orta-doğu’da şarjörüne sürdüğü birer mermi olup çıktılar.
İşbirlikçilerin hakim diliyle konuşmayı öğrenmiş bu yüzbinlerce genç oldukça komşularımızla bugün değil yarın mutlaka savaşacağız, mesela bu gençliğin en büyük hayranlık duydukları ve büroları odalarını resimleriyle süslediği Nasrallah’a bugün düşman oluşları, akıl alır gibi değil..
Amerikan ajanları bu gençleri Afganistan dağlarından tanıyordu, ne demiş eskiler, kölenin benlisini al kaçsa bile beninden tanır yakalarsın… Ve size biraz para birkaç silah vererek yani yardım görüntüsünde sizi ebediyen çürüten işbirlikçi haline sokmayı iyi bilirler. Amerikan yazarları özgürlük vesayet ileri demokrasi vs gibi birkaç kelimeyle belki de günümüz dünyasının en ateşli gençlerini hakim işbirlikçi dili içinde hapsetmeyi başardılar..
Ve işbirlikçilere medyada siyasette istedikleri kadar bollukla sapan verdiler ve Fas’tan Afganistan’a kadar bu gençler daha dün Amerika’nın karşısındayken savcılık hakimlik gazetecilik gibi birkaç sapan biraz makam uğruna şimdi Amerika’nın büyük oyununda ön saflarda kendi kardeşlerine yani dün isimlerine tapındıkları Müslümanlara silah çekmeye oh olsun demeye beddua etmeye ve savaş çığlıkları atmaya çoktan başladılar..
6) İşte bunu anlamak için medyamızda sloganvari anlatılıp derinliğine anlaşılmayan Stockholm Sendromu’na bakmak lazım. Kısaca rehinelerin soyguncuya bağlılığı diye anlaşılıyor, yanlış..
Soyguncu bankaya girer ve hepinizi rehin alır, sizler önce ölümle burun buruna gelirsiniz. İkinci safhada, bir kaza bela çıkmasın diye soyguncuların emirlerini ne olmuş canıma bir şey olmasın diye yerine getirmeye başlarsınız. Üçüncü safhada, kendinizi soyguncuların işlerini rahatca yapmasını sağlayan bir işbirliği muhakemesi içinde bulursunuz. Dördüncü safhada onlarla canınız pahasına deyip yaptığınız işbirliği sizi cevabını veremeyeceğiniz suçluluk içine sokar. Beşinci safhada, rehine halinde sizin yaşadığınız ölüm kavgasını hiç yaşamamış ve anlayamayacak dışardaki insanlara karşı acımasız bir nefretiniz büyür ve önce içinde bulunduğu ruh halini savunmaya.. Sonra soyguncuları, niçin soygunculara yardımcı oldunuz diye sizi suçlayanlardan daha ahlaklı bulursunuz…
Türkiye’de bir büyük siyasi iktidar aynen bu aşamalarla sert öfkeli heyecanlı bir büyük İslamcı gençliği aşama aşama böyle ele geçirdi. Önce açtılar işsizdiler ezilmişlerdi. Siyasi iktidar onlara ev iş makam verdi. Açlıkları yüzünden siyasi iktidarla yakın düşmelerini eleştirenlere karşı yavaş yavaş rehine dilini geliştirdiler. Yani kendilerinin işsizliğini açlığını bilmeyen anlamayan kitlelere karşı gittikçe iktidarı artık her yönüyle savunur hale geldiler.
Dersanelere mecbur kalan çocukların da dersanelere ihtiyacı vardı siyasi iktidarın nimetlerine koşan yüzbinlerce çocuğun da işe eve maaşa ihtiyacı vardı ve bu açlığı çaresizliği anlamayıp suçlayarak aşağılayarak konuşan herkese karşı yavaş yavaş otoritenin önce dilini konuşmaya sonra kölesi olmaya başladılar..
Yani hepimizin bildiği sosyal fırsatları ve sosyal sigortaları olmayan bir toplumda en aşağılık hakim dili inşa etmek işte iki dönemlik bir iktidar imkanıyla kurmak bu kadar kolaydır.. Ve şimdi ülkenin en vazgeçilmez bağımsızlık değerlerine düşman buz gibi kaskatı bir devasa köleleşmiş yüzbinlerce gençle karşı karşıyayız..
7) Aynı süreç medyada çokca görülen sözümona liberal sözümona bilim adamları için de geçerli, hatta daha vahşice, bakın, yüzlerce örnekten bir örnek, ülkemizde bir ‘ıslak imza’ tartışması çıktı, henüz bu belgeler bilimsel bir test’ten geçmeden, irili ufaklı hepsi, hayır o gerçek imzadır diye yayına başladı..
Oysa bilim diye bir şey var, laboratuvara götürür, teknolojinin gücü yettiğince bir fikir edinirsin, hayır, labarotuvara henüz gitmeden hepsi ayağa kalkıp bu imzanın gerçek imza olduğu fikrinde iddiayla konuştular.
Neden? Çünkü hepsi bilime değil ‘otoritenin diline’ iman etmişlerdi.. Artık imzayı geçin, Suriye’ye savaş açıyoruz, eleştiren tartışan yok, hepsi otoritenin diline iman etmiş gibi saldırıya hazır yazılar yazıyor.. Ülke medyasında tartışılan aklınıza gelen her konuda adına liberal ya da bilim adamı denilen hepsi peşin peşin ‘otoritenin diline’ harfiyen kayıtsız şartsız itaat eden yazılarla beyin yıkıyor..
Bu şu demek, burada artık bilim, düşünce, tartışma yok, otorite dilini kurmuş ve herkes asker gibi bu dille konuşuyor ve bu dili yüzde ellinin görüşüymüş gibi ilan ediyor.. Bu basitce şarlatanlık çanak yalayıcılık basitce bir dalkavukluk yandaşlık değildir, bu mutlak bir diktatörlük kurulmuş demektir..
8) Ve kimse kandırıldığını kabul etmez.. Amerika’da onbinlerce genç kız uzaylılar beni düzdü diye ortaya çıktı ve binlercesi ruhsal bir tedaviyi red edip yaşlılığına kadar yalanını savundu.. Uzaylılar beni kaçırdı ya da uzaylılar bana tecavüz etti gibi akıl almaz yalanları bütün medyanın kamuoyunun gözleri önünde on yıllardan beri savunan insanlar var.. Uzaylılar uzayın bir yerlerinde başka formlarda vardır yoktur bilemeyiz, ancak uzaylıların henüz dünyamızda bir ayak izi bir metal parçası bırakmadığı yüzde yüz kesin..
Şarlatanlıklar bilimden değil iki ayrı yerden büyüyor, birincisi beyin.. İnsan düşleri, insan rüyaları, insan sanrıları, insan hezeyanları.. Sebebi geçmişte bir tacizdir travmadır bilinmez, ancak uydurulan öykülerin hepsi insan hayalinden üretilmiş..
İkincisi, üstün bir teknoloji görüntüsü veren özellikle amatör kameraların yanılsamaları.. Mesela Amerika’da her evin girişinde çıkışında uzaya doğru dağda ovada her yerde çok gelişmiş kameralar sahici bir görüntü yakalayamadığı halde amatör kameralar mutlaka bir yerde bir tuhaf görüntü bulabiliyor…
Bir de tuhaf tarikatlar, şu gün uzaydan gelip benimle görüştüler diyenler, ya da kehanetciler, medyumlar, falcılar gibi olmayan iddialarda bulunanlar ya da satanist benzeri garip tarikatlar, gurular, falan filan..
Bu tuhaf tarikat üyeleri içinde onbinlerce evet yüzbinlerce tarikat üyesi halen yalanlarında ısrarlı ve yaşlanıncaya ölünceye kadar karşılarına gerçek bilgiler sunulduğu halde, yalanlarını hiçbir şekilde ispatlayamadıkları halde halkın gözü önünde yalanlarını neden sürdürüyor.
Bu bizlere fantastik bir konu gibi gelse de batıda bilim adamlarını psikiyatristleri çokca meşgul eden bir konu..
Onbinlerce insanın bu apaçık bir yalana hem inanıp hem savunmasının sebebi ne olabilir? Şu olabilir, ‘kandırıldıklarına inanmak istemiyorlar’ ve kendisi gibi kandırılmış olanlarla yan yana üstelik huzur içinde yalanlarını sürdürüyorlar..
Burada dikkatimizi çekecek olan tuhaf garip bir tarikat üyesi olmalarından çok, tarikat üyesi olduktan sonra toplumla yüzleşip rezil kepaze olup asıl ikinci katman bir ‘ dayanışma örgütü’ oluşturuyorlar..
Burayı iyi anlamak için tekrar edelim, diyelim uzaylılarla görüştüğünü iddia eden bir tarikat var, bunu biliyoruz.. Bu örgüte siz de katılmışsınız, bunu da geçin..
Bu örgüt sizi içine alarak değil, yalanlarını size savundurarak sizi yeniden örgütlüyor, ki, örgütün asıl gerçek yapısı budur..
İşte siyasi iktidarın büyük marifeti budur, siz bir sempatiyle, bir fikir uyumu, bir sevdim işte canım diyerek siyasi iktidara yakın durursunuz, burada sorun yok, ikinci aşamada, sizler siyasi iktidarın yalanlarını hiç eleştirmeyerek aksine savunarak siyasi iktidarın kendisinden daha büyük daha çelikten çözülmez devasa garip bir tarikat gibi örgüt oluşturursunuz..
Kiminle? Kendiniz gibi kandırılmışlarla…
Bunca uydurma soruşturmadan işte bu yüzden çok korktuk, Türkiye’de gazeteciler yazarlar askerler bin çeşit insan içeri atılırken karşımızdaki garip tarikat gittikçe büyüdü, çünkü ellerine otorite yalanlarını tutuşturmuş ve hepsini yalanlarına ortak ederek örgütlemişti, yok şurada şu bulundu yok burada bu varmış…
Üstelik hiçbir şekilde ispatlanamayacak belgelenemeyecek asılsız gülünç iddialar, uzaydan gelmişler bilgisayarlara girmişler montajlamışlar gibi binbir karışık çözülmez uydurma…
Ve bu yalanlara inanan binlerce yazar ya da en azından inanmış gibi yapan halkın yüzde ellisi…
Hoş geldin Ortaçağ!
Artık çok geçmez Suriye’ye ya da İran’a ya da bilfiil katılmanız gerekmez buradan Müslüman kardeşlerinizin kanını dökmeye devam edersiniz..
Eleştirmediğiniz için eleştirenleri içeri tıktığınız için eleştirenleri sansürlediğiniz için hepiniz on yıl içinde Amerikan Ordusu’nun tarihlerde arayıp bulamadığı gönüllü askerleri oluverdiniz, gazanız mübarek olsun.
Gitmişken oraya kadar, şayet utanmaz iseniz Şam’da Selahattin Eyyübi’nin türbesine selam söyleyin, sizin ruhunuzu biliyorum siz Selahattin Eyyübi türbesine değil Şam’da Selimiye Camii bahçesinde Vahdettin’in türbesine koşuyorsunuz..
Biz de burada nefes almaya ayakta kalmaya çalışan birkaç yurttaş, bakalım, yurttaşların cinlerle bitmeyen bu ortaçağ savaşları ne kadar sürecek?
Nihat Genç
Odatv.com
27 Haziran 2011 07:46
Nihat Genc, yasanan sorunlarin nedenlerinden biri olarak, yazida birinci siraya koyduguna bakilirsa belki de en onemli neden olarak, koylulerin, koyde egitim alanlarin bugun iktidara gelmis olmasini goruyor, deyim yerinde ise ayaklar bas olmus demeye getiriyor:
“Köy eğitiminden gelmiş insanlar bugün hem siyasette hem medyadan Türkiye’yi yönetiyor ve artık köy eğitiminden gelmiş insanların elinden Türkiye’yi alacak bir güç yakın bir gelecekte gözükmüyor, hoş geldin Ortaçağ!”
Ben cevap vermeyecegim, sozu ulu onderimize birakacagim:
“Koylu milletin efendisidir!”, Mustafa Kemal Ataturk
🙂
O kadar da kizmaya gerek yok yani… Hatta yukaridaki veciz sozu Ataturk’un ilerigoruslulugunun bir baska kaniti olarak da kabul edebilirsiniz! 🙂
27 Haziran 2011 13:07
Yanlış hatırlamıyorsam SHP’nin seçim propagandasına destek olmak amacıyla çıkarılmıştı ‘limon’ dergisi, o yıllar medyadaki önlenemez gelişim çerçevesinde her parti bir yayın organı ortaya sürmüştü hatırlarsanız, star, teleon, kanal7 vs. Daha sonra adı ‘deli’ oldu,ardından ‘leman’ oldu ,Türk solu gibi bölünerek çoğalsa da hala da yayınını sürdürüyor.Bu arada gerçekten kaliteli bir yapıya sahip entellektüel-eleştirel ‘öküz’ dergisini çıkardılar,o kapandıktan sonra da ‘yeni harman’ ve ‘kaçak yayın’la misyonlarını sürdürüyorlar.Tüm bu süreçleri ‘okuyucu’ gözüyle yakından ve
kesintisiz(2 yıl öncesine kadar) takip eden birisi olarak,süreçlerin hepsinde yer alan (ara verse de) ex-sosyalist,neo-ulusalcı Nihat Genç’i izledim ve okudum.Ondaki değişimi okuduklarım nispetindegözlemledim.Bu arada unutmadan 12 Eylül öncesi ülkücü camia ile fikir birliği ettiğini de iletelim ki dönüşümün başlangıç noktası eksik kalmasın.
Akıl melekelerini yitirdiğini düşünüyorum,çünkü ondaki bu değişimi açıklamaya ne kelimeler kifayet eder ne de geçmişte yazdıkları.12 Eylül sonrası cesaret edip kaleme aldığı belki yüzlerce yazısına ihanet edip bugün durduğu yeri dolduramayan ve iğreti duran Genç aslında kendi sonunu kendi hazırlamıştır.İspatla derseniz ispat edemem ama hala gözümün önündedir,o dönem islamcı gençleri faşizme karşı birlikte savaşmaya çağıran yazıları.FKÖ ve Türkiye’deki sol örgüt ilişkilerine yaptığı atıflar,aslında islamın devrim’le çatışamayacağı türevli yazılar…2000’li yılların
başından itibaren içdünyasında başgösteren islamofobi sky-türk te en üst seviyeye ulaşmış,bir tür -yazdıkça kendi kendini inandırmaya dönük motivasyon- haline gelmiştir.Artık o bir ODATV yazarıdır ve tarafsız yazma güdüsünü kaybetmiştir.
Nasıl bir duygu tezahürüdür anlayamadım,çünkü onyıllardır kendisini ‘köy kaynaklı aydın’ olarak niteliyor ve bundan gurur duyuyordu.Türkiye solcularının/sosyalistlerinin varlığından övündüğü üç-beş olgu say deseniz en başta ‘köy enstitüleri’ni saymak gerekir ki bu yazıyı yazarken yaptığı genelleme aklının ne kadar karışık olduğunu ortaya koymaktadır.’Köy eğitimi’nden gelenler diyerek kastettikleri aslında ‘aydınlar’ ve ‘devlet erbabı’ dır.Sanıyorum üniversite okuyamamak/bitirememek onda bir tür kompleks yaratmıştır.Bu çok açıkça sırıtıyor.Muhtemelen ‘Amin Maaluf’u bir kez bile okumamıştır,okusaydı eğer bir Arap-Fransız entellektüelin bu güzelim ülkeye bakış açısını yakalayıp utanırdı yukarda yazdıklarından.Orhan Pamuk’ta okumamış belli ki,Nuri Bilge Ceylan’ı da dinlememiş can kulağıyla.Yoksa nasıl açıklanır ki hüzünlü bir Yemen türküsü isteyip o türküyü yaratanları böyle hor görmek.Kafası karışık olmasa köylü destekli burjuva sınıfının (Fransız) İhtilalini ‘ulusçuluk’ ve ‘laiklik’ le bağdaştırma cambazlığını yaparmıydı hiç?
Dönem dönem kafası karışır Nihat Genç’in,yine kafasının karışık olduğu bir dönem hızını alamamış Atatürk’e ve Atatürkçü’lere de saldırmış, Ceyhan Mumcu kendisini mahkemeye verdiğinde ve kaybettiğinde yanlış anlaşılmakla savunmuştu kendisini.Yargıtayca’ da tescil edilmiştir ayrıca hakareti.
KÖPEK SAHİPLERİNE REHBER KİTAP
“Biz Mustafa Kemal’e hayran büyüdük, ama bu Atatürkçüler’i bu ‘sığlıkları’ yüzünden sevmiyorum, Mustafa Kemal’in de çok uğraşıp ıslah edemediği bu türleri ıslah etmek için yazıyorum…
…Köpek cinslerini ıslah çalışmalarında, sahipleri ağız, salya, salgı bezlerine dikkat etmelidir. Bu cinsler sahibine çok düşkündür. Tüylerinin taranmasından hoşlanır. Boynuna takılan tasmayı yalamaktan ayrı bir keyif duyarlar, Kurt türüyle melezlenerek çoğaltılabilir. En güzel köpek hikayeleri de bu melezlerden üretilmiştir. Devletimiz 12 Eylül’lerde bunları çok kullanmıştır, Sahipleri öldüğünde sirk ve cambaz gruplarıyla da çalıştırılabilir. Evlerine kendi gibi apoletli tabloları asmaktan hoşlanırlar. Boylarına göre küçük beyinlidirler. Sergi ve standlarda broşür satmakla görevlendirilebilirler. Köpeğin pislemesi halinde bakıcıları ona avukat tutabilir. Bu köpeklerle oynamak, onları taşımak zordur! Eğitimleri, deney fareleriyle aynı grup içinde verilir. Oyuncakları kırarlar. Ancak, bağlılıklarıyla sahiplerini mestederler. Komutlarla eğitilirler.Espriye, inceliğe, yumuşaklığa düşmandırlar. Yaşlandıklarında gösteri ve ev köpeği olarak hizmet görebilirler. Operaya dahi yanaşık düzen eğitimiyle giderler, diğer köpeklerle beraber olmak istediklerinde genellikle dalaşırlar! Dalaştırılan bu türler sempatik, oyuncu-kavgacıdırlar. Genellikle laik-şeriat konusunda dalaşma uzmanıdırlar. Bekçilik görevinde kusursuzdurlar.’Üniformasız bütün insanlar bir hiçtir’ düsturuyla eğitilirler.
Ancak, sokak köpeklerinin huylarını kestiremedikleri için, bu şımartılmış köpekler, her defasında düzülüp, evlerine hamile dönerler….”
Burada gönderme yaptığı ve ‘laik-şeriat’ tartışmasında ‘dalaşma uzmanıdırlar’ diyerek hakaret ettiği kanadın rengini de açıkça belli etmiştir. İnsanın sorası gelmez mi ”ne değişti 1997’den beri” diye.
Velhasıl bir anlamda başladığı noktaya geri dönmüştür Nihat Genç, ama sosyoloji/psikoloji/tarih/antropoloji/siyasal bilimler altyapısı olmadan böyle bir analiz yapması ancak çalıştığı dergi tarafından ciddiye alınmasına yaramıştır , mizah dergisi…
27 Haziran 2011 23:12
Kendine demokrat ;
”Akıl melekelerini yitirdiğini düşünüyorum,çünkü ondaki bu değişimi açıklamaya ne kelimeler kifayet eder ne de geçmişte yazdıkları.12 Eylül sonrası cesaret edip kaleme aldığı belki yüzlerce yazısına ihanet edip bugün durduğu yeri dolduramayan ve iğreti duran Genç aslında kendi sonunu kendi hazırlamıştır.İspatla derseniz ispat edemem ama hala gözümün önündedir,o dönem islamcı gençleri faşizme karşı birlikte savaşmaya çağıran yazıları.FKÖ ve Türkiye’deki sol örgüt ilişkilerine yaptığı atıflar,aslında islamın devrim’le çatışamayacağı türevli yazılar….”
İspatla dersen ispat edemem…..ama ileri geri konuşursun değil mi ?…..sivil diktaya giderken (!!) muhalif duruş sergileyenleri eleştirmek onlara giydirmek mi senin demokratlığın sadece ?
Ha sen ha fmerakli…topluyorum ama yine de bir etmiyorsunuz…
28 Haziran 2011 00:12
”Ha sen ha fmerakli…topluyorum ama yine de bir etmiyorsunuz…”
Blog sahipleri,
Bu ahlaksız adamın ,kendisi gibi aşağılık hakaretini buradan kaldırmazsanız hakettiği yanıtı verme hakkım doğacaktır.Bilgilerinize.
28 Haziran 2011 00:23
kendine demokrat ;
”Bu ahlaksız adamın ,kendisi gibi aşağılık hakaretini buradan kaldırmazsanız hakettiği yanıtı verme hakkım doğacaktır.Bilgilerinize…”
demokrat…hımmm…nickini değiştirmelisin….yada kullandığın nickin içini doldurmalısın…hakkını vermelisin….
28 Haziran 2011 01:21
Dangalaknigth,
Bu blog’un edebini ve ahlakını bozma, Senin için biraz zor olacak ama,önce insan olmayı dene sonra da adam olmayı.İspat edememden kasıt limon dergisinin arşivlerini bulamamamdır.Sanırım senin o kuşlara hakaret beynin bunu agılayamadı,benim hafızam henüz yerli yerinde,eğer sıradan bir moron kadar zekan varsa yukarda yazdıklarımdan benim bu dergiyi 22 sene aralıksız okuduğumu çıkarırsın,ama sanırım o kadar da yok.Muhalif duruşmuş,köpeklik hoşunuza gidiyorsa diyecek birşey yok,öyle buyurmuş arkadaşınız.Aç biraz tartışma platformlarını oku aydınlanırsın ,bu arada muhalif yıldızınız hakkında gerçekten adam gibi muhaliflerin(adamların-yazarların) neler düşündüğünü de öğrenirsin.
Patates salatası kadar duyarlı bir beynin olsa buraya getirip koyduğun adamın önce kaç paralık olduğuna bakarsın,ne yapmış,ne etmiş diye;
Aşağdaki sözler Nihat Genç’e ait;Başbakan’ın Davos çıkışı üzerine;
-şok şok şok… heyecan içindeyim. ne diyeceğimi bilemiyorum. dünya medyası önünde israil’e karşı bu denli açık net ve samimi bir şekilde meydan okuyan bir başka liderle tanışmadık…
-islam dünyasının liderliği tayyip erdoğan’ın eline geçmiştir.
-erdoğan peres’i tokatladı -o lafları peres’e türk medyasının aydınlarının yapmasını beklerdim. türk medyası, türk aydınları bu lafları söylemediği için bu laflar başbakanımıza düşmüştür. yazarları, medyası görev yapmayın bütün bu yükü başbakanımız üstüne almıştır
Bu saçmalıklar da ona ait;
”CHP’nin Bağımsız Cumhuriyet Güçbirliği adaylarına listesinde yer vermemesini de eleştiren Nihat Genç, “CHP bu seçimde büyük bir hayal kırıklığı yaşayabilir. Oy oranı MHP’nin altına kalabilir” dedi.”
http://www.focushaber.com/-chp-secimde-mhp-nin-altinda-kalabilir–h-36562.html
Bu soytarılıkta ona ait;
Nihat Genç kurultayda Devlet Bahçeli’yi alkışlarken.
Bu sizden bahsettiği edepsizlikte ona ait;
“bu insanlar ancak karanlıklara sığınıp konuşur. çünkü bunları anaları sıçarken yanlışlıkla doğurdu. böyle bir hukuk düzeni içine düştük. güya ınternet insanlığa bir yol bir kapı araladı, araladığı kapı da işte bu, binlerce adını resmini kimliğini söylemekten aciz insanlar sabahlara kadar uyamadan akıllarına gelen her iftirayı yapacak söyleyecek konuşacak.. yani çamur atacak kirletmek isteyecek pisleyecek sıçacak.. zaten başka ne yapabilirler? ”
“… bu soylu hayatımın her dakikasını alnımın teriyle savunmak zorundayım ve eşcinsel kurbağaların geceyarısı viyaklamalarına kurban edemem…”
CHP’nin aydınlar toplantısına kendisini çağırmaması üzerine fırlattığı şu kusmukta ona ait;
”Gelin görün ki, gerçekten CHP’nin bir toplantı yapıp adımıza çağrı yapmaması beni de kuşkulandırdı…
CHP’nin curuflaşmış küspeleşmiş liberal isimlerle bir toplantıya ihtiyacı mı var, çok istiyorsa, her akşam Samanyolu ve benzeri TV’leri seyredip CHP için elzem olan gıdalarını alırlar.. Memleket zaten bulacağı kadar belasını bulmuşken bir de CHP’nin sonuçlarını kestiremeyeceği eften püften geyik medyatik işlere girmesi hepimizi kaygılandırmaktadır…”
Binlerce saçmalık,binlerce ayağa düşmüş yazı müsveddesi…
Soldan görünümlü azgın faşistle çok yakışmışsınız birbirinize,Allah bir yastıkta kocatsın.
28 Haziran 2011 04:15
Ben bu topa hic girmeyecegim Demokrat, siz soylenmesi gereken herseyi soylemissiniz, ama bir yastikta kocama sanslari yok. Ruzgar yon degistirir, Nihat Genc bugun soylediklerinin tam tersini soylemeye baslar; 87’den 2011’e gecirdigi evrimin sona erdigini, Nihat Genc’in kendi kisisel evrimini tamamladigini dusunmek icin herhangi bir neden yok. O zaman da bu arkadaslar yeni Hinat Genc’lerini bulacak ve kutsayacaklardir, statukoyu koruma mucadelesi bosluk kabul etmez zira…
28 Haziran 2011 19:42
fmeraklı,
Aklımdaydı ama kim olduğunu çıkaramamıştım,hatırladım sonra,sizinkine çok yakın birşey söylemişti;
”Ki, bu fikrimi ve yargımı sonraki gelişmeler de hep doğrulayacaktır. Nihat o an neredeyse oranın adamıdır ve çok kolay da fikir değiştirebilmektedir. Sebebi gayet açıktır. Fikren zora gelen bir adam değildir Nihat.”
http://www.derinkulis.com/haber/murat-guzel,-nihat-genci-yorumluyor-ozel–31603.htm
28 Haziran 2011 07:10
kendine demokrat ;
”Bu soytarılıkta ona ait;
Nihat Genç kurultayda Devlet Bahçeli’yi alkışlarken…..”
Devlet BAHÇELİ yi alkışlaması neden soytarılık ? Devlet BAHÇELİ ne diyor o konuşmasında ?
ve diğer copy + past cımbızlamaların da ‘sahte Balyoz CD” lerine rahmet okutacak cinsten…
Fmerakli ya söylediğim bir şeyi sana da ileteyim….gerçekleri eğip bükebilirsin, çapıtabilirsin, önüne engeller koyabilirsin ama asla değiştiremezsin. Gün geldiğinde ve gerçekler bir bir ortaya çıktığında bir daha konuşalım….demoratmış…kendine demokrat….
28 Haziran 2011 12:24
Yirmi senden fazla süredir sol-sosyalizm adına yazdığını iddia eden adamın neo-ulusalcılık adına yaptığı bu eblehliklerin , benim gibi milyonları hayal kırıklığına uğratırken size normal gelmesine şaşırmıyorum nedense.Sözde sivil-diktaya gidenler de zaten tüm gücünü sizin gibi eblehlere borçlu,sizler olmasanız ne yaparlar?Bu kafayla devam edin ki bir daha ki seçimde % 60 olsun,sonra % 70,memleket istikrarına katkınız olur belki.
27 Haziran 2011 23:04
fmerakli ;
Yazıda bahsedilen ‘Köylü Eğitimi’nden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ‘Köylü Milletin Efendisidir’e gelmen sizin şu oynamayı çok sevdiğiniz mağdur edebiyatınızla o kadar çok örtüşüyor ki…Hele hele ikisi arasındaki farkı görememen o akademisyen kimliğine de ne çok yakışıyor bir bilsen….
28 Haziran 2011 04:20
Evet, kendini yillardir koy kokenli aydin olarak ‘pazarlayan’ Genc’in bugun koylu egitimi almis olanlar icin soyledikleri, Nihat Genc’in bu ikisi arasindaki farki cok iyi gordugunun isareti zaten. Bilenler bilmeyenlere anlatsin derler ya, onu sehirliler koylulere anlatsin diye degistirmek lazim artik. Farki gorebildiginize gore siz de sehirli olmalisiniz, ne mutlu size!
28 Haziran 2011 00:26
Türkiye’de mahküm sayısı yüzyirmi bin kadar olsun oy alamayan bütün küçük partilere, önümüzü açtınız, Allah sizden razı olsun, siz gerçekte bir vızıltıydınız, olsun, seçim günlerinde sizlerin vızıltıları çok işe yaradı, vızıltılarınızı ‘eşkıya’ yapıp manşetlerimize taşıdık, savcılarım ve polislerimle hepinizi kucaklamaya devam edeceğim..
Beşyüz milyar dış borç, yüzde elli oy, gelecek seçimde bir trilyon dış borç yüzde doksan dokuz oy, istikrar sürüyor, Türkiye büyüyor..
Bernanke’nin para musluklarını kısacağı kabusları yazan ekonomistler çok daha avuçlarını yalar, istikrar, tüm milli direnişler kırılıncaya kadar, birkaç yıl içinde Suriye, sonra İran, Fas’tan Pakistan’a bir ‘sivil, ileri demokrasi cenneti olana kadar’ sıcak para akacak. Dış borç alıp vatandaşa ev satıyoruz, dış borç alıp kurbanlık inek ithal ediyoruz, istikrar sürüyor Türkiye büyüyor, tek bir çobanı olmayan ülkede endişeniz olmasın kurban bayramlarınızda her köyde her kasabada kavurmalarınız eksik olmayacak, milli irade, halkın iradesini tüm dünyaya gösterdiniz..
Yüzde elli oy’u havai fişekleriyle kutlayan bağımsız özgür medyamız, Hanefi Avcı bir kitap yazdı diye aylarca karalama yazıları yazdınız, adamı sırf bir kitap yazdı diye içeri tıktınız, sizlere bir teşekkür yetmez…
Ahmet Şık’ı, kitabını dahi bitirmeden enseleyip bilmem hangi terör örgütünün kanlı üyesi yapmayı birkaç haftada başardınız, Allah hepinize gönlünüze göre versin..
Yüzde elli oy aldığına göre Nedim Şener’i de artık hepten görmezden geliriz, yeter ki istikrar sürsün..
Soner Yalçın ve Barışlar ne kitap yazdı ne de hazırlığı vardı, sadece bilgisayarlarına bir e-mail atıldı diye yaka paça yakalayıp kodese tıktınız, yetmedi binlerce evet onbinlerce TV programı yapıp her biriniz ayrı iftiralarla boğdunuz öldürdünüz kirletip çöpe atmayı başardınız, bu ülke sizlerin canhıraş gayretlerinizi unutmayacak…
Daha birkaç gün önce kaset skandallarıyla MHP’ye saldıran cemaatçiler ve AKP, bugün ne çok çalışmış mış lar, Türkiye için ne fedakarlıklar yapmış mış lar diye ballandırarak anlatan medyanın tüm onurlu yazarları, zafer sizindir, artık tıksırıncaya kadar yiyin efendiler, bu hanı iştaha sizin..
Ey medyanın dev özgür bağımsız yazarları, AKP’nin ilk iktidar günlerinde AKP dünyaya açılıyor AB’ye giriyoruz, CHP ise AB’ye karşı, kendine ders çıkartsın CHP içine kapanmasın dünyaya açılsın diye onbinlerce yazıyla dersler verdiniz Türkiye’ye..
AKP’nin ikinci iktidarı başlarken AKP açılımları başlatıyor Kürt Sorunu’nu çözüyor, CHP ise ağzına Kürt kelimesini almıyor diye Türkiye’ye ve CHP’ye dersler veren onbinlerce makale yazdınız..
Şimdi AKP’nin üçüncü iktidarında ders vermeye devam ediyorsunuz, şimdi de AKP anayasa hazırlayacakmış CHP destek versin akıllarına başladınız, yani yine oyu yağı böreği alan siz ceremesini çeken yine dayağı yiyen CHP mi olacak…
Birinci iktidarında AKP’nin tek vizyonu AB’ydi, giremedi, ikinci iktidarında vizyonu ‘açılım’dı, Habur’da rezil oldu, üçüncü iktidarında şimdi Anayasa yapacakmış, yapar yapar bu yazarlar varken uzay projeleri dahi yapmadı mı?
.BDP’lilerin pazarlığı nerden tuttuğu ortada, Kürt sorununa koyduğu rayiç el yakıyor kimse yanaşamıyor, birkaç aya kalmaz, bu üçüncü vizyon döneminizde de hiç şüpheniz olmasın istikrar sürecek Türkiye büyüyecek ve sizler ‘yeni vizyonlarınızla’ tatlı ballı kaymaklı ekranlı hayatlarınızı non stop devam edecek yüzde ellileri çoktan buldunuz, Allah eksik etmesin..
Ve şüphesiz, korkudan donuna işeyip reklamı selamı sabaha kesen bütün işadamlarınıza da ayrı ayrı teşekkür ediyorum..
ODA TV’ye ödül verip sonra karalama kampanyası başlar başlamaz korkudan donuna işeyip ödülü geri alan gazeteciler cemiyetine de gösterdiği insanlık ahlak ve vefa’dan dolayı ayrıca teşekkür ediyorum..
Üniversitelerde kendi paramla gidip geldiğim hiçbir aşamasında tek kuruş para almadığım ancak tıka basa doldurduğum konferanslarıma izin vermeyen rektör ve dekanları ise gerçekten kutluyorum, aferin iyi iş yaptınız, artık yüzde elli oy bütün günahlarınızı affettirmiştir..
Çalıştığım TV’leri basan polisleri tek tek tebrik ediyorum, onlar zaten Roma’dan beri emir kulu, Allah emirlerini kulluklarını arttırsın..
Çok yüksek dinlenme oranlarına rağmen hükümetin vergilerinden korkup işime son verdiği için asla değil bir telefon bir merhaba bir açıklama dahi yapmaya cesaret edemeyen büyük TV patron ve yöneticilerini ise bu vesileyle kutluyorum..
Çalıştığım TV’yi digitürk 36 numaradan bir gecede kaldırıp yerine bir gecede Melih Gökçek sahipliğinde bilinen Beyaz TV’yi yerleştiren Digitürk’tün reklam ve tanıtımdan ve promosyondan ve yurtdışı tarife indirimlerinden sorumlu yetkililerine ayrıca teşekkür ediyorum..
Çanak anten yayınlarını belediye imkanlarıyla yasaklayan olmazsa frekans ayarlarıyla her hafta yorulmadan bozan oynayan belediye ve adını bilmediğim cemaatin cinlerine Türkçe olimpiyat ödülleri vermek boynumun borcu olsun..
Yeni çıkan kitaplarımdan tek satır bahsetmeyen medyanın ahlaktan medeniyetten insanlıktan ve adaletten sorumlu kültür müdür ve yazarlarına özellikle tek tek teşekkür ederim..
ODA TV’de çalıştığım yedi arkadaşımı aylar geçmesine rağmen iddianamesi yazılmadan aylarca hapiste tutan savcılara, ayrıca ekranlarda iddialar var efendim iddialar diye veryansın eden yazarlara ve arkadaşlarım içeri atılınca zınk diye kilitlenip susan onca vahim iddiayı bugüne kadar tek satır dile getirmeyen özgürlükçü ve demokrat kalemlere ise: sizlere hayranım bir insan evladı bu kadar şerefsiz nasıl oluyor sonunda ben de anladım, yüzde elli oyla olunuyormuş..
Yıllar önce Maliye Bakanı Unakıtan’ın mikrofonu açık kalıp Türkiye’nin duyduğu YÖK Başkanı aleyhindeki sözleri aynen ekranda söyledim diye, beş milyar tazminatı benden, ifadem alınmadan nasıl oldu anlayamadan çalıştığım yayınevi ve TV’nin muhasebesinden bir günde almayı başaran YÖK başkanının acar avukatlarına, hızlarına gayretlerine tane tane teşekkür ediyorum, çünkü lafı söyleyen Unakıtan tazminatı ödeyen ben oldum..
AKP’nin ikinci iktidarının Anayasa taslaklarının konuşulduğu günlerde, Tanzimat’tan beri bizim anayasa yapıcılar batıdan kesip kopya yapıştırıp anayasa yaparlar, diye bir cümle kurdum diye, yetmiş milyarlık tazminat davası açan, ünleri dünyayı sarmış büyük anayasa profesörlerine sadece teşekkür yetmez ayrıca ellerini öper başıma koyarım..
Telefon kayıtlarımızı saniye saniye dinleyenlere savcı ve siyasi iktidara ve medyaya bakın bir bok çıkar mı diye servis edenlere teşekkür az kalır, dinleme yetmediği gibi, gittiğim kahveye gelip yan masada kim geldi kimle konuştu diye yıllardır usanmadan oturup bizi bekleyen kamu düzeninin organizenin tüm sivil görevlilerine tek tek teşekkür ederken, bir küçük ricamı dile getirmek istiyorum, bir suçluymuş gibi benimle göz göze gelmemeye çalışmayın, biliyorum sizin de çocuklarınız var siz de ev geçindiriyorsunuz..
Belediye festivali ya da özel günlerde üçüncü sınıf pavyon şarkıcılarına dahi on milyar yirmi milyar gibi paralar ödeyip ve binbir rica ve araya adam koyup bizleri davet edip sonra bir kuru fasulye yedirip otobüsle geri gönderen belediye başkanlarının tümüne birden büyük saygılarımı iletiyorum..
Hemen her üniversitede öğrenci anketlerinde adım ilk sırada çıkmasına rağmen sıra ödül vermeye gelince üniversite yönetiminin ısrarıyla ödülleri hep zararsız emmeye gömmeye müsait şöhretlere iftiharla vermeyi gelenekleştiren tüm idarecilerine sırf ekranlarda adları duyulsun diye organize ettikleri bu insanlık görevlerinden dolayı kutlar, ayrı ayrı öperim..
Kürt milliyetçiliği tehlikelidir deyip topa girmeyi red ettiğimiz için bizimle selamı sabahı kesen devrimin büyük yoldaşları onlarca yılın arkadaşlarına, sizlere en ayrıntılı teşekkürlerimi anılarımda tek tek düşünüyorum..
Eleştirel bir cümle içinde ‘herifcioğlu’ diye bir sıfat geçirdiğim için yetmiş milyarlık tazminat davası açan Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ise yurdumuza döner dönmez ilk karşılayıp kucaklamak ne haddime ben ettim sen etme diye önünde diz çöken ben olacağım, yani herif dedim diye az daha Silivri’deydim, hala tehlike geçmiş değil dava sürüyor Türkiye büyüyor..
Rekor izleyici sayısına karşın oyunumu iptal eden ve en parasız günlerimde on milyarıma oturup üstelik yüzsüzlükle korsan kitabımı da basan yayıncılarım, sizleri bu satırlarda harcamak istemem, hepinizi gün gelir ben de kucaklarım…
Yayınlarımız karartıldıkça itildikçe örtüldükçe susturuldukça sevinen medyanın bağımsız özgürlükçü yazarları, Eylül ayına kalmaz, hepinizin duyabileceği görebileceği Digitürk’ten bir kanaldan kaldığım yerden yayınlara başlıyorum, teşekkürlerime artık oradan devam ederiz, saygıyla..
Nihat Genç
Odatv.com
28 Haziran 2011 08:36
I. Körfez Savaşı’nın tıpkısının aynısı, fotokopisi Suriye’de film çoktan başladı, I. Körfez Savaşı öncesi Saddam tanklarıyla kimyasallarıyla kovalamış Kürtler üç yüz-beş yüz bin kişi sınırlarımıza girmiş.. Sonra ‘uçuşsuz bölge’, şu meşhur çekiç güç, zahmetli olmaz Adana Üssü orda, sonra Irak’ın kuzeyindeki gibi kırmızı çizgiler, ki, ilerde Suriye’nin güney kürt federasyon sınırlarını da (şüphesiz Barzani’nin denize ulaşma hayali de dahil) tayin edecek ve Kızıay’ı Kızılhaç’ı ve yardım melekleri koşup burada çok trajik insanlık durumları olduğunu dünyaya duyurmaya çoktan başladı..
Aynen, I. Körfez Savaşı’nda basın (sahipleri ve adı değişti) aynı basındı, Saddam canisini devirmek için manşetlerle savaşa giriyorduk, Özal’ın tarihe giren lafıyla bir koyup üç alıyorduk, sonra Özal, Amerikalı bir yetkiliyi, aslında kim olduğu belli değil, Genelkurmay Başkanı Torumtay Paşa’ya gönderdi. Torumtay Paşa bu adam kimdir anlamadan ‘savaşa girilmesi’ konuşuluyormuş, Torumtay Paşa savaşmam deyip istifa etti.. Sonra anılarında dedi ki savaş kararını meclis verseydi tamam hatta Özal verseydi ona da tamam, ama benim karşıma Amerika’dan bir adam geliyor talimat gibi savaşın gününü saatini konuşmaya başlıyor..
Tabii ki bunlar soğuk savaşın hemen sonrasıydı, Türk Ordusu’yla Amerika arasında ilk çatlak işte Torumtay Paşa’nın istifasıdır, sonra II. Körfez Savaşı’nda kriz daha da büyüdü, Türk Ordusu Amerika’nın yanında savaşa girmekte ikircikli çelişkili kalınca ve Amerikan Askerleri İskenderun hattını kullanamayınca, ki planlar değişti, yeniden Basra’ya indiler, kızıl kıyamet koptu..
Türk Ordusu Irak savaşının birinci ve sonra ikinci sahnesinde de gönüllü köpek rolünü oynamayınca yukardan büyük emir verildi ve tasfiyeye başlandı..
Ancak düşman muzaffer işgal ordularının uğratabileceği bir tasfiye Türk ordusu hiçbir orduya yenilmediği halde siyasi iktidarın kararlı azimli talimatlarıyla yıllardır sürüyor ve tüm tarihi içinde Türk Ordusu ilk defa büyük dehşetli varolma yokolma kavgası içinde bitiriliyor..
Artık ‘tasfiyenin de’ sonuna gelinmiş olmalı ki, ikinci aşamaya geçildi, Türk Ordusu Suriye’ye karşı seferber vaziyette..
Önce dünya kamuoyuna Suriye’den kaçanların ağzıyla kadınların rahimlerini memelerini kestiler napalm bombası attılar çocuklara tecavüz ettiler gibi yalanlarla yıkadılar, doğrusu Suriye ordusu tanklarıyla silahlarıyla kanlı ve acımasızca bastırdı, sindirdi…
Ancak rahim kesmek napalm atmak lafları Suriye’nin değil Suriye’ye karşı tezgahı kuranların işi, bugünlerde haberden yoksun bizler için kurulan bu dil hangi oyunun parçasını olduğunu anlamak için çok önemli..
Önce Cumhurbaşkanımız sonra siyasi iktidar defalarca beyanatlarıyla her şekilde hazır olduklarını yani müdahale dahil tetikte olduklarını duyurdular, ki, savaş planları dahil çoktan düğmeye basılmış..
Savaşlar da çayır güreşleri gibi peşrev ve naralarla başlar, düşmanı hamleye sinirini bozmaya kafasını yığınaklarını taktiklerini ve moralini karıştırmaya çalışırsın, başımızdakiler eksik olmasın ordunun tasfiyesinin borcu olarak harfiyen yerine getirdik..
Allah’a şükür buraya kadar plan kusursuz, iyilik meleğimiz de teftişe geldi ki, tadından yenmez bir savaşın açılış şenlikleri gibiydi..
Ve Türk Ordusu’na gözlerine mil çeker gibi gözdağı ve teğmeninden generaline tasfiye tam olarak sonuçlanmış olmalı ki Amerika artık yeni CHP gibi yeni Türk Ordusu’na güvenip Suriye’ye karşı startı verdi..
Yakın vadede neler olacağını da söyleyeyim rahatlayın, Suriye’nin güneyinde bir Kürt muhalif isim dünya basınında gündeme getirilecek ve Suriye’nin güneyi artık onun bölgesiymiş gibi konuşulacak, bir isyancı kız numarası ajan oyunu çıktı, şu Antalya’daki toplantıda bir isim üzerinde henüz anlaşma yapılamadı, bir iki güne çıkar, bekleyin..
Makro hesaplarda ikinci ne olacak bir taneciğini olsun söyleyeyim, muhtemel bir yeni yönetimin İsrail işgalindeki Golon Tepeleri sorunundaki iddiası çok daha az sözümona hale gelecek ki, İsrail iki büyük kamburundan birinden kurtuluyor demektir, İsrail zil takıp oynamasın da Türkiye’ye övgüler düzmesin de ne yapsın..
Üçüncü ne olacak, onu çokca yazacağım, bir taneciğine kısaca değinelim, şayet Lübnan Hizbullah’ını karşılarına alırlarsa, ki Hizbullah Suriye’deki yönetimin değişmesine asla sessiz kalmaz, işte asıl atom bombaları o zaman patlayacak, çünkü, Nasrallah’ın İsrail’in gizli nükleer tesislerini vuracak gücü var, Nasrallah’ın Türkiye’de de aklınız almayacağı kadar büyük gücü var, Adana’daki Üssü’nden İzmir’deki Nato karargahlarına kadar, çünkü Türkiye’de 1975’lerde Beyrut iç savaşından kaçıp gelen ama asıl 80 sonrası okumaya gelen ve şimdi senin benim mahallemde dükkanı olan üniversitede hocamız olan ve halkı aynı zamanda ordusu olan bir Hizbullah gerçeği var..
Yani Suriye de Libya gibi dümdüz olur Türkiye yine avcunu yalar ama sınırları içinde PKK’dan da beter bambaşka bir gizli vurucu orduyla baş başa kalır, çok sevip otuz yıl manşetlerde güle oynaya sürdürdüğünüz Türk-Kürt savaşı yanında nurtopu gibi bir Türk-Arap çocuğunuz olur..
Bir de şunu öğrenelim, Amerika hiçbir zaman aynı zaman diliminde iki ayrı operasyon yapmaz, bu yüzden aylarca CNN alt yazısında okuduğunuz Taliban’la el altından gizlice görüşülüyor, şu demek, Afganistan yeniden ‘hafif ateşe’ alınıyor, bir zamana kadar..
İkinci olarak PKK’nın eylemsizlik kararı asıl Türkiye’de anayasayı beklediği için değil Suriye’deki bu operasyon için, Amerika dağda bayırda işe başlamışken ayağına dolaşacak sırtında silahlı adam görmekten hiç hoşlanmaz, Suriye’nin güneyindeki operasyon tamamlanana kadar PKK’da hafif ateşte bekletilecek..
İnsan ağız dolusu bir isyanla YUHH BEE diyesi geliyor, tüm İslamcı medya düne kadar dost oldukları Suriye’ye savaş açmış Şam’a Türk tanklarını çoktan harekete geçirmiş üstelik Türk Ordusu’nu alevi ve şiiler’e karşı…
Türkiye daha fazla seyredemezmiş, neyi, Suriye’nin güneyinde olup bitenleri.. Sayın bakanım, Felluce’de kaç on bin Türk öldürüldü, siz de dünya da seyretti, Bosna’yı da seyrettik. Ne demek oluyor şimdi, Türk Ordusu’nun eline Müslüman kanı mı sıçratmak istiyorsunuz, Türk Ordusu’nun bir Müslüman devlete saldırmasının maliyetinden bin yıl iki bin yıl kurtulamazsınız, hani bütün komşularımıza açıktık hani sıfır sorundu hani onlar bizim kardeşlerimizdi, ne oldu? Siz İslamcı iktidara mı kaldı Müslüman bir ülkeyle savaşmak..
Gücün yetiyorsa o çok bilmiş laflarını biraz da Felluce’de kaç onbin kişi gaz bombalarıyla öldürüldü diye sıkıyorsa sarfet…
Şuraya bakın, biz umutsuz seçim günlerinde belki son bir umuttur diye sandıkların açılmasını beklerken, bizim İslamcı iktidar, Orta-Doğu’da bir çok ülkeye alttan alta savaş açtı, kimini devirdi, kiminde savaşı başlattı, kiminde iç savaş sürüyor, kiminde kelleler uçtu kimi ülkeyi terk etti ve Fas’tan Pakistan’a bir büyük Amerika Planı’nda, üstelik dünya devleti olduk cakası satarak şimdi Suriye’ye savaş naraları atarak yolunda ilerliyor..
Savaş çığlıkları atan medyasını arkasına almış Yavuz Sultan’la yeniden Suriyeler’e Mısırlar’a koşuyor..
Amerikası Fransası da size yedirir bu toprakları, siz sağcı iktidarlar değil misiniz elli yıl Sovyetler’e karşı Batı’nın köpekliğini yaptınız, elde var sıfır, üstelik götünüze tekme vurup kovdular, şimdi yine bekçilik köpeklik pislik işlerini yine sizlere gördürecek yine götünüze tekmeyi yiyecekseniz, olan, iki komşu arasında yüzlerce yıl kapanmayacak bir büyük düşmanlık baki kalacak..
Bizim de halimize bakar mısınız Irak savaşına karşı çıktık diye binlerce yazar asker siyasi içerde, yetmedi, adımız oldu Saddamcı. Tahrir Meydanı’nda ABD’nin işbirlikçisi tiyatrolara inanmadık adımız oldu diktatör Mübarekçi. Libya’da savaşa karşı çıktık adımız oldu Kaddafici, Afganistan’ın işgaline karşı çıktık adımız oldu Talibancı, şimdi de Suriye’ye Türk ordusu giremez dokunamaz aman haa diyoruz adımız oldu Hama’da Müslümanları katleden Hafız Esadcı…
Ve kardeşlerim, işbirlikçiler’in baş tacı edildiği medyada başköşeye oturtulduğu günlerde yaşıyoruz, Barzani, AKP, Müslüman Kardeşler, Hamas, hepsi ilk günlerinden beri Amerika’yla işbirliği yapıp bugünlerde yükselen ‘siyasi değerler’..
İşbirlikçilerle özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi gerçek insani değerler hiçbir zaman konuşulmaz..
Hafız Esad’ın Hama’da bir insanlık utancı olan katliamının sebebi Müslüman Kardeşler’in ABD’yle işbirliğine karşı dinmez öfkesidir..
Batılılar bu toprakları alevi, şii, Kürt gibi mezhep ve ırki okumaya çok meraklıdır, ancak bu topraklardaki gerçek iç savaşlar ‘işbirlikçilerle’ ‘milliciler’ arasında yaşanmıştır. Ülkemizin yakın bir gelecekte korkulan büyük iç çatışmasının kaynağı da asla Türk Kürt İslamcı kavramları taşımayacak, tam tersine tarihte ve har çağda olduğu gibi işbirlikçiler ile yerliler arasında gerçekleşecek. Bugün hava güzel manşetlerde savaş çığlıkları atıyorsunuz, ancak yarın hava bozduğunda bu işbirlikçileri Orta-Doğu topraklarında hiç kimse unutmayacak..
Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler Osmanlı’dan toprakları kopartıp şeyhlere teslim etmişti, ancak, şeyhleri kral yaparken yanlarına bir de ‘İngiliz komiserliği’ni şart koymuştu..
Sonra milli direnişçiler diyelim Baas, şeyhleri indirip yerine kendince milli rejimler kurmaya çalıştı, şimdi olan, bu sefer Amerika, millicilerden yönetimleri alıp yerine ‘işbirlikçileri’ yerleştiriyor. Ancak İngilizler gibi aynen yanlarına ‘İngiliz komiserliği’ gibi Amerikan komiseri ajanlarını, elçilerini, gazetecilerini ‘vasi’ koymak kaydıyla…
Şu kadarını söyleyeyim, binlerce subayının kodese tıkılması dahi Türk Ordusu’nu bitirmez, ancak Müslüman bir ülkeye üstelik Amerika’nın yanında Türk Ordusu el kaldırırsa işte o zaman biter, çünkü, o zaman Türk Ordusu’nun ‘işbirlikçilerle’ el ele yola çıktığı anlaşılır ki, işbirlikçilerle yola çıkmak hepimiz ve dünya için Türk Ordusu’nun beyin ölümü gerçekleşti, anlamı taşır..
(Bu yazı uzundur, birkaç gün üst üste devam edecek, okunma kolaylığı için burada kesiyorum, yarın Hu Komşu Savaşıyoruz II diye başlığıyla devam edecek..)
Nihat Genç
Odatv.com
28 Haziran 2011 09:28
“siz sağcı iktidarlar değil misiniz elli yıl Sovyetler’e karşı Batı’nın köpekliğini yaptınız” diyen adamin MHP kongresinde Bahceli’ye alkis tutmasini ben acikliyamiyorum. Bahceli’ye alkis tuturarak nasil bir sol iktidar perspektifi sunulur onu da anlamiyorum, koylulukten muzdaribim herhal!
Ama dogru soyledigi bir sey var; isbirlikcilerle; onu da netlestireyim, Genc’in bizatihi kendisi dahil bu blogta da ornekleri sikca gorulen statukonun isbirlikcileri ile demokrasi, ozgurluk, insan haklari gibi kavramlari tartismanin manasi yok.
28 Haziran 2011 12:14
Fmeraklı,
Karın bölgesinde hissettiği dayanılmaz ağrılar sonucunda yazısının geldiğini anlayan ve hemen kaleme sarılan N.G. değil aslında problem,özellikle artırdığı kemiklerle beslenen bu taife.Onlar okumazlar,onlar araştırmazlar,onların kıblesi hep oynaktır,rüzgara göre savrulur.Sonra yaladıkları kemikleri buraya getirip hiç utanmadan sergilerler.Nihat gibi faşist aaabileri de onları yeni ve az yalanmış kemiklerle tekrar kutsar.
Oysa araştırıp okusalar herşey ayan beyan ortadadır.Bu beyinsizlerden çok var maalesef,salyalarıyla ünlü olduktan sonra bir şekilde ahaliyle birlikte meşhuru keşfedip,yılların emeğiyle sidik yarıştırmaya cüret ederler.Hayır utanır insan biraz yirmi sene kadar geriden geliyorsun değil mi?
29 Haziran 2011 07:44
Aciklanilabilcek cok birsey yok bu hususta, fmerakli. Fani dunya herkes ekmek parasi derdinde, Nihatta oyle. Neyden yemek yiyiyorsa, ordan konusuyor 😉
29 Haziran 2011 13:23
İktidara yanaşarak nemalanmak”mamalanmak” varken ,muhalefet ederek ekmek parasını çıkarmak daha zor değil mi ?Önüne her gittiği yerde,binbir türlü engel çıkarılan Nihat Genç neden zor yolu seçmiş acaba?
29 Haziran 2011 23:21
Solmacim bu olaylar optimizasyon meselesidir. Halihazirdaki duruma nemalanamayacak kadar uzak duranlar en azindan mesela fikri olarak, cirkefleserek muhalefet yapmaktan baska cikar yol bulamazlar. Hele hele karsilarindaki “guce” karsi hic bir sekilde normal muhalefet yaparak kazanma sanslari yok ise. Kaldiki bununda gayet beklenilen bir vaka oldugu gecmisteki muhalefet hareketlerinin gerektiginde orduyu kullanabilecek kadar ileri gitmesiyle sonuclandigi apacik ortadadir. Cetin dogan gibilerde boyle durumlarin basaktorudur. Suanda olan butun tutuklanma ve yargi kargasasininda politik tarafi ne diye soracak olursaniz, muhalefetin bu umutsuzluk aninda ordu opsiyonunu ortadan kaldirmasiyla politikaya fairplay’in gelmeseyli aciklanabilir. Yani dahada acikcasi, cetin dogan ve “ekibi” elimine edilmesiyle en azindan turkiyede siyasetin onu acilacak. Herhangi bilmedigimiz bir sebebten oturu daha fazla bir katkisi olacak mi onuda mahkeme sonunda gorecegiz 🙂
28 Haziran 2011 08:38
Kurulduğu günden beri dünya siyaseti ve dünya ekonomisinin rüzgarını arkasına alan AKP nihayet çetin bir cevizle karşı karşıya.
Başını taşa vurmak üzere, duvara toslamasına beş-altı ay kaldı.
Dünya siyaseti ve dünya ekonomisinde ağzını ABD anahtarıyla açıp kapatan AKP, ya bunca yıl yediği naneleri yemeğe devam edecek (artık geri dönüş yok) ya yediği kaba pisleyip nankörlükle suçlanıp siyasi hayatını sonlandıracak ki hiç ihtimal vermiyoruz.
Sebep, Suriye.
Suudların sarı sarı altınları ABD’nin yeşil yeşil dolarlarıyla gününü gün eden AKP’ye talihi, artık yar olamayacak keskin bir uçurumun kenarına getirdi koydu. Şeytanlarla tamahkâr dostluğun bedelini artık ödemek zorunda.
Suudlar’ın ‘Şiilere’ karşı amansız kavgasında taraf olduğunu açıkça ortaya koydu, artık herkes biliyor ki AKP’nin Suudlar’la ortaklığının en büyük sebebi tatlı sıcak dolarlar. Suudlar’ın hiç hazzetmediği İran, Suriye, Lübnan Hizbullah’ına karşı ‘cephe’ çoktan kuruldu.
Öbür taraftan iki ayrı savaşta da rezil olup geri çekildiği Lübnan Hizbullah’ının bu vesileyle darbe yiyecek ihtimali olması İsrail’i düğün evine çevirdi, AKP’nin Hizbullah’ı karşısına almasına zil çalıp oynuyorlar.
Yani Suudlar, Müslüman Kardeşler, Amerika-İsrail ve AKP aynı cephede, oyun çoktan başladı.
Rusya Suriye’nin sıkıştırılmasına sessiz kalır mı ya da ne kadar dayanır, tam bir muamma, ancak otoritelerin görüşü kızışmanın çok ileri safhalarına kadar mesela Suriye’yi gemileriyle silaha doyurana kadar geri adım atması düşünülemez.
Şimdi de gelişigüzel fantastik konuşalım,
l) kriz gittikçe büyürse önümüzdeki kış doğalgaz sıkıntısı önceden kestirildiği için mi azıcık bir nebze de olsa bir vadiye bir tane yeterken dört beş hidrolik santral kurulmaya panikle başlandı. Ya da Rusya’ya nükleer tesislerde peşin peşin tavizler verilmesi, bugünler için miydi?
2) Geçen yıllarda Suriye’nin mayınlı arazilerini meclise sormadan İsrail’e verilmesinde Tayyip Erdoğan’ın ısrarcı davranmasının sebebi, bugünler miydi?
3) Ortadoğu’nun en huzurlu bölgesi Hatay bölgesinde bakalım önümüzdeki günler hangi oyunlar sahneye koyulmaya başlanacak… “Suriye Hatay’ı istiyor” kampanyalarına hiç şaşırmayın. Hatay’ın dünya siyasetinin gündemine getirilmesi iyilik meleğiyle çoktan başlatıldı. Hani ‘dinlerarası hoşgörünü’nün bayraktarlığını yapanlar nerde? Tam da bugünlerde yatıştırıcı olmaları gerekmez mi, tam tersine hücum marşlarıyla gençliği dolmuşa getirip Hatay sınırına saldırıya geçtiler. Yoksa, bizim de tahminimiz, Hatay’ı bataklığa sokmak isteyen güçler Dinlerarası diyalog’un sivil güçleri mi?
4) Suriye, tarihimizde ilk defa tanklarını toplarını sınıra dizip Türkiye’ye meydan okumuştur. Ve bu meydan okuma hem AKP hem medya tarafından nedense böyle bir şey yokmuş gibi davranılarak geçiştirilmeye çalışıldı. Bir ülke daha ne yapsın, siz meydan okudunuz, iç işlerine karıştınız, herifler de ‘çok ileri gidiyorsunuz’ postası atıp tankları sınıra dizdi. Ancak Türkiye’de direnecek ses getirecek yazar medya asker kim varsa susturulduğu için, Kardak gibi çekirdek sayılmayacak konularda dahi dünyayı ayağa kaldıranlar bugünlerde niçin çok sessizler.
5) Suriye’ye bir müdahale ya da sert bir iç savaş halinin en az Libya kadar uzun süren bir direnişle karşılık bulacağını tahmin edersek, Türkiye ekonomisi bu belirsiz savaş haline ne kadar dayanabilir ve AKP dünya siyaset devlerinin bilinmez kazıklarına karşı nasıl bir hazırlık içinde.
6) Bizler de artık keriz değiliz, olup biteni Balkondan Seyredeceğiz, AKP, İsrail, Suudlar, Amerika, Müslüman Kardeşler, bataklıklarında boğulana kadar.
Irak Savaşı’nda safça bağımsızlık dedik, safça savaşa karşı çıktık, safça yürüyüşler, mitingler yaptık ve hepimiz ‘keklik gibi’ avlandık, Edelman tek tek not edip hepsini, tek tek içeri tıktırdı.
7) Gazanız mübarek, başınız b.ktan beladan kurtulmasın, amin…
Nihat Genç
Odatv.com
28 Haziran 2011 12:20
Bazı tiplemeler vardı,belki halen vardır…”edi-büdü” , “nokta-virgül” benzeri…..bir de ifadeler var, “abuk-subuk” , “dolma-molma” , “dangalak-mangalak” , “kifayetsiz-mifayetsiz” vb.
Yorumları takip ederken, “sen gerekli ve yeterli cevabı vermişsin” mealinde cümleyi görünce , bu “çift egsoz çıkışları” aklıma bunları getirdi.
28 Haziran 2011 12:30
Doğru söze ne denir,
Yazı yazarken kendi düştüğü durumu görmeyenler yazar böyle genelde, değil mi?Az biraz zeka kırıntısı olsa düşünür halbuki,yazarken ben aynı konuma düşmeyeyim diye…
28 Haziran 2011 13:50
“Doğru söze ne denir,
Yazı yazarken kendi düştüğü durumu görmeyenler yazar böyle genelde, değil mi?Az biraz zeka kırıntısı olsa düşünür halbuki,yazarken ben aynı konuma düşmeyeyim diye…”
🙂 🙂
Ne diyeyim ben şimdi….
Kendisi doğrusunu elbette yazacaktır ama benim anladığım kadarıyla sevgili Ata, çift egsoz çıkışından sizi ve Fmeraklı’yı kastediyor…
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/06/19/balyoz-davasi-38-celse-durusma-tutanagi-6-mayis-2011/#comment-7930
Sizi nerede yetiştiriyorlar vallahi ben anlamadım. Yaf, “…Az biraz zeka kırıntısı olsa düşünür halbuki,yazarken ben aynı konuma düşmeyeyim diye…” yazmamışmısınız bir de…
Sevgiler.
28 Haziran 2011 14:54
Gençlerin deyimiyle birileri iyice keklenmişler.
28 Haziran 2011 15:02
Maalesef o zeka kırıntısından siz de de yok,olsaydı bana bunu yazarken aslında Ata’nın da drunkenknight’la aynı konuma düştüğünü ve benim de bunu kastettiğimi anlardınız.Halbuki ilköğretim son sınıfa giden bir çocuk bile anlamıştı…
Demek bizi kastediyor ve siz bunu bir okuyuşta anladınız ,hayret,şaşırdım kaldım…Teşekkür ederim açıklamada bulunduğunuz için.Eksik kalacaktı yoksa, iyiki varsınız.
28 Haziran 2011 15:27
Vallahi ne deseniz haklısınız.
Ben cidden anlayamamıştım. Herhalde, alışmamışım sizin birisine bu kadar doğrudan hakaretamiz konuşmanıza.
Sevgiler.
28 Haziran 2011 15:41
Kemal Bey,
Dediğim gibi benim için bundan daha büyük hakaret olamaz ve böyle başlamıştı;
”Ha sen ha fmerakli…topluyorum ama yine de bir etmiyorsunuz…”
Üstelik kimseye hakaret etmedim,sadece N.G. nin yaşamından bir kesit sundum,geçmişte O’nu çok ciddiye almış birisi olarak.Hoş yazdıklarıma ne bir yanıt var,ne bir alıntı ,yalnızca hakaret.Ayıp değil mi bombayı ortaya bırakıp gitmek, ancak ”yazması olupta okuması olmayanlar” yapar böyle.
28 Haziran 2011 15:45
Yanlış anlaşılma olmasın fmeraklı’yla aynı kefeye konmaktan onur duyarım,benim kızdığım ve kastedilen başka birşey.
28 Haziran 2011 16:11
Sevgili Demokrat,
“Üstelik kimseye hakaret etmedim…” derken sanırım Nihat Genç’i kenarda tutarak bu cümleyi kuruyorsunuz. Aşağıdaki sözler size ait:
“…buraya getirip koyduğun adamın önce kaç paralık olduğuna bakarsın…”
“…Bu saçmalıklar da ona ait…”
“…Bu soytarılıkta ona ait…”
“…Bu sizden bahsettiği edepsizlikte ona ait…”
“…fırlattığı şu kusmukta ona ait…”
“…Binlerce saçmalık,binlerce ayağa düşmüş yazı müsveddesi…Soldan görünümlü azgın faşist…”
“…Karın bölgesinde hissettiği dayanılmaz ağrılar sonucunda yazısının geldiğini anlayan …”
“….Bu beyinsizlerden çok var maalesef,salyalarıyla ünlü olduktan sonra bir şekilde ahaliyle birlikte meşhuru keşfedip,yılların emeğiyle sidik yarıştırmaya cüret ederler….”
Nedir Nihat Genç’le alıp veremediğiniz bilemiyorum. Yukarıdaki cümleler ciddi bir probleminiz olduğunu göteriyor.
OdaTv’de eli kalem tutan herkes zaten Silivri – Memory Hole’a gönderildi. Nihat Genç kaldı dışarıda. Bırakın bari o dışarıda kalsın.
Ben anlamadım ki niye Devlet Bahçeli’nin alkışlanması soytarılık olsun? Nasıl Ak Partili insanlar varsa MHP’li olan ya da bazı politikalarını desteklemesi doğal değil mi?
Nasıl bir demokrasi anlayışı bu? Bu blogda MHP’li yazar/okur hiç mi yok? Sizin bu sözleriniz Nihat Genç üzerinden onlara da hakaret değil mi? Hatta ülkenin en az %13’üne hakaret değil mi?
Bu sözlerden sonra sizinle Nihat Genç tartışması nereye varır ki? Nihat Genç – Mehmet Baransu – Oray Eğin – Can Dündar – Tamer Korkmaz – Ruşen Çakır vs. bunların hepsi bu ülkenin bir kesimini temsil eden seveni olan, nefret edeni olan kişiler.
Şimdi bunların herhangi birisine yukarıdaki sözlerle hakaret eden birisiyle ne tartışırsınız?
Nereye varır?
Gerek var mı?
Sevgiler.
28 Haziran 2011 16:38
Beyefendi gene düşünmeden yazıyorsunuz,dilimizde tüy bitti söylemekten ama değişen birşey yok,bilerek ya da bilmeden çarpıtma;
Tabii ki yazının Sayın Bahçeli’yle ya da partisiyle hiç bir ilgisi yok,dolayısıyla oy verenlerle de yok ,neyle mi var?
Yıllarca ortalıkta ben sosyalistim diye gezen şahsın yaptığı davranış bozukluğuyla var,
Yıllarca bize yazdıklarını hiç utanmadan inkar edip oraya gitmesiyle var,
Sadece ve sadece iktidara muhalefet edeceğim diye geçmişte inandığı tüm doğrulara ettiği ihanetle var,
Daha sayayım mı?
Hoş saysam da farketmeyecek gene çarpıtacak birşeyler bulursunuz.Yani oradaki soytarılık tablonun gör(e)mediğiniz tarafında.
28 Haziran 2011 17:12
Sevgili Demokrat,
Samimi bir şekilde soruyorum.
Yıllarca ben sosyalistim diyen biri Ak Parti kongresinde Tayyip Erdoğan’ı alkışlasa ve ben halen sosyalistim dese soytarılık olarak mı nitelenir?
Sevgiler.
28 Haziran 2011 17:30
Gormek icin bakmak lazim Demokrat, ki onun bile yeterli olamadigi durumlar oluyor soz konusu Kemal bey olunca…
28 Haziran 2011 17:39
Evet tabii ki, ne söylememi bekliyorsunuz?
Katılmakla,hararetli hararetli alkışlamayı karıştırmadıysanız eğer.
28 Haziran 2011 17:41
🙂 bana karismis gibi gorundu!
28 Haziran 2011 16:43
Demokrat bu alkis meselesini neden soytarilik olarak gordugunu dilerse aciklayacaktir, ben de olaya nasil baktigimi kisaca ifade etmek isterim.
Nihat Genc yazisinda su ifadeyi kullaniyor: “siz sağcı iktidarlar değil misiniz elli yıl Sovyetler’e karşı Batı’nın köpekliğini yaptınız”
Genc’in deyimi Bati’nin kopekligini yapan o sagci iktidarlarin bir cogunda MHP koalisyon ortagi olarak hukumette, MHP’nin ‘sagci’ bir parti oldugu konusunda da bir tereddut yok herhalde diye dusunuyorum.
Nihat Genc’in 50 yil Batu’ya kopeklik yapan iktidarlarin donem donem parcasi olmus sagci bir partinin kongresinde tuttugu o alkista bir hakaret unsuru var ise o da o alkisi normal karsilamanin ve/veya tutarli bir siyasi cizginin yansimasi oldugunu soylemenin insan zekasina hakaret niteligi tasiyor olmasidir.
28 Haziran 2011 15:36
🙂
28 Haziran 2011 14:24
Bloğun seviyesi yerlere düşmüş maalasef. Özellikle demokrat, çok sert ve hakaratemiz ifadeler kullanmış. Ben hep dilim döndüğünce dile getirmeye çalışıyorum. Polemik yaratacak konulardan kaçınmaya çalışıyorum. Maalasef bazı arkadaşlar, polemik yaratmaya bayılıyorlar. Böyle olunca bloğun tadı kaçıyor ve internetteki onlarca düşük profilli platformlardan bir farkı kalmıyor. Bu bloğu, takip eden birisi olarak herkesi sukunete davet ediyorum.
Herkese Kolay gelsin. Kandiliniz mubarek olsun.
28 Haziran 2011 15:09
Sayın trekking,
Öncelikle sizin şahsınızda herkesten özür dilerim…
Benim için bunan daha büyük hakaret olamaz ve böyle başladı;
”Ha sen ha fmerakli…topluyorum ama yine de bir etmiyorsunuz…”
Bu blog’da daha önce kimseye açıktan hakaret etmedim,incittiklerimden de özür diledim,biliyorsunuz.Ama bu başka birşey ,her türlü küfürden daha aşağılayıcı ve değersizleştirici ve benden artık hakettiği türde yanıt alacak.
28 Haziran 2011 14:53
Yüzde kırkdokuzun verdiği bir rahatlıktan mıdır nedir diller uzadı,çatallaştı,seviye yerlere düştü,parmaklar sallanıp had bildirmeler,bayağılaşmalar başladı.İleri demokrasiye geçtik ya her halde ona ayak uydurmak içindir.Seçim meydanlarındaki ”edepsiz,şerefsiz,alçak,namert,cibilliyetsiz” laflarından kurtulduk derken aynı üslup buraya da taşındı.
29 Haziran 2011 07:54
%50 ! 😛
28 Haziran 2011 15:15
Bu bloğa ‘alçak’,’şeresiz’ türevi sözleri ilk olarak taşıyan ve bunlarla çoğunlukla devletin değerli memurlarını kasteden biri olarak en son sizin söz söyleme hakkınız var sanıyorum,hatta yok da diyebiliriz.
28 Haziran 2011 16:23
Blog sahiplerinin tespit ederek yayımlamış oldukları sahte belgeleri hazırlayanları kast ederek ”Alçaklığın sınırı yok” sözümü alarak ”devletin değerli memurlarını kasteden biri olarak en son söz söyleme hakkınız var sanıyorum hatta yok da diyebiliriz ”.gibi bir sözü nasıl anlamak lazım bilemiyorum.Sahte belgeleri hazırlayanlar devletin değerli memurları mı demek istediniz ?Okuduğunuzu iyi anladığınızdan emin değilim,yazdıklarınıza da bir göz gezdirirseniz iyi olur.
28 Haziran 2011 15:59
HADİ CANIM SEN DE…..
28 Haziran 2011 18:04
Bu arada Meclis’te yemin toreni ile ilgili CHP ve BDP’nin boykotu insanlarin aklina Leyla Zana ve Merve Kavakci’nin on plana ciktigi tartismali yemin torenlerini getirdi. Ama bence bir ucuncu yemin toreni var ki onda da basrolde 27 Mayis’ta tutuklanan, once idam sonra hapis cezasina carptirilan ve yemin konusmasina uc darbe sonrasinda yine yemin etmek icin kursuye geldigini soyleyen Abdulmelik Firat vardi, onu da yeri ve zamani gelmisken anmak lazim…
http://www.facebook.com/video/video.php?v=1833610254330
28 Haziran 2011 21:29
Tutuklu Milletvekillerinin yemin edememesi bana da yıllar önce Osman Bölükbaşı’nın hapishanede sembolik olarak yemin etmesini hatırlattı.
Bu linkten okuyabilirsiniz: http://nettavir.com/?islem=haberoku&id=764
Yazıyı okurken fark ettim ki 50 sene geçmesine rağmen Türk sağının muzdarip olduğu totaliter ve anti-demokratik zihniyet hala değişmemiş.
21. yüzyıldayız hala tek adam peşinden koşuyoruz, cemaatler tarafindan yönetiliyoruz. 50 sene önce odunu koyup milletvekili seçtirebilmekle övünen zihniyet, şimdilerde ceketi koyup milletvekili seçtirmekle övünüyor. 50 sene önce muhaliflere oy verdiler diye Kırşehir’i ilçe yapıp Nevşehir’e bağlayan zihniyet, ‘onlara’ oy verirseniz belediyenize kaynak ayırmayız pişkinliğine devam edebiliyor. İşimize gelince millet iradesi diyip işimize gelmeyince milletin vekillerini hücrede tecrit edebiliyoruz.
Osman Bölükbaşı gibi istisnalar çıksa bile demokrasi 700 senedir tek adamlar tarafından ezilmiş bu topraklara uzak kalacak gibi gözüküyor.
Millet boşu boşuna ‘iyi saatte olsunlar’ gibi deyimleri icat etmemiş, bu lafın adresinin dönem dönem değişeceni bildiği için heralde, sahi yeni ‘iyi saatte olsunlar’ ne zaman dönüyor? 12 Eylül’de MHP’lerin dediği gibi ‘kendisi sürgünde şakirtleri iktidarda’, ‘yeni anayasayı bekleyecekmiş’ diye haber salmış acaba halifelik gibi bir beklentisi mi var?
28 Haziran 2011 23:50
”Nihat Genc, yasanan sorunlarin nedenlerinden biri olarak, yazida birinci siraya koyduguna bakilirsa belki de en onemli neden olarak, koylulerin, koyde egitim alanlarin bugun iktidara gelmis olmasini goruyor, deyim yerinde ise ayaklar bas olmus demeye getiriyor:
“Köy eğitiminden gelmiş insanlar bugün hem siyasette hem medyadan Türkiye’yi yönetiyor ve artık köy eğitiminden gelmiş insanların elinden Türkiye’yi alacak bir güç yakın bir gelecekte gözükmüyor, hoş geldin Ortaçağ!”
Ben cevap vermeyecegim, sozu ulu onderimize birakacagim:
“Koylu milletin efendisidir!”, Mustafa Kemal Ataturk
O kadar da kizmaya gerek yok yani… Hatta yukaridaki veciz sozu Ataturk’un ilerigoruslulugunun bir baska kaniti olarak da kabul edebilirsiniz!
Yorum tarafından fmerakli — 27 Haziran 2011 @ 07:46 | Cevapla”
Fmerakli’nin işine gelmediği için alıntılama gereği duymadığı ”Köy eğitiminden gelmiş insanlar ….”ile başlayan cümleden öncesinde bakalım neler yazmış sayın Nihat GENÇ ;
”
Köy eğitimi diye bir şey vardır, yüzyıllardır köy kendi soyunun kökünün ve din ve mezhebinin eğitimiyle varlığını sürdürmüştür.. Cumhuriyet Türkiyesi yurttaşlık ve laiklik eğitiminin vazgeçilmez olduğunu biliyordu ancak uçsuz bucaksız köylerine ulaşması ve köy eğitiminin şehri ele geçirmesine sağ iktidarların atmış yıl varlığıyla baş edip karşı koyamadı.
Sonunda modern şehirlerimizde onbinlerce lise köy eğitimine teslim oldu, yani soy sop din mezhep eğitimcileri önce eğitim sonra sırasıyla hukuktan medyaya askerliğe kadar ele geçirmeye başladı.. ”
evet…. şimdi bu girizgahı atlayarak saçmalamasını ve cümleyi ATATÜRK’e getirmesini nasıl açıklayacaktır fmerakli bekleyip görmek gerek….
demokrat (kendine demokrat diyen şakirtçik) denen şahıs ise zaten kalitesini ve kalibresini göstermiştir…yazdıklarından sonra ağzının kenarındaki köpükleri de silsin içtiği ayrandan değil çünkü onlar…
29 Haziran 2011 01:19
Ayan olan zeka seviyeni ”kendine demokrat diyen şakirtçik” türü saçmalıklarla tekrar tekrar göstermene gerek yok,zaten anladık ve dersimizi aldık, artık kuşlara da daha fazla hakaret etmek istemiyorum,yazık…hem bana,hem okuyuculara hem de kuşlara…başka kapıya.
29 Haziran 2011 00:42
Savaşların moderni olur mu bilmem. Ölümlerin moderni varsa, savaşın da moderni vardır.
Emperyalist ülkeler sömürüyü sürdürebilmeleri için yarattıkları yeni yöntemler için modern sözcüğünü kullanıyorlar.
Artık bir yerde, “rasyonalite ve modernite” sözcüklerini duyduk mu, oradan etik ve ahlak sözcüklerinin atıldığını anlamamamız gerekiyor.
NATO eski Genel Sekreteri Wesley Clark, raporunun 130’uncu sayfasında, Suriye için şunları yazmış.
“Suriye’yi destabilize etmek ve rejim değişikliği meydana getirmek için 1-isyancıları silahlandırmak ve 2- ordu içindeki İslami militanlar ile bu isyancıları bütünleştirmek gerekir. Sivil ölümleri insani müdahalenin bahanesi ve haklılaştırması için kullanmak.”
Türkiye’deki gibi generalleri Hasdal’a gönderemeyince, bu stratejiyi uygun görmüşler. Buradan şunu söylemek belki mümkün olacak; Amerika karıştıracağı ülkenin özgün şartlarına göre bir strateji belirliyor. Ama her hali karda, içerideki isyancıları kullanıyor.
Bizde Bölücü Kürtleri kullandığı gibi.
Amerika sınırlarını ve rejimlerini değiştireceği ülkelerde hangi stratejiyi uygular ise uygulasın, medyayı yukarıda belirttiğim hususları tamamlayan ve tasdik eden merci olarak kullanmaktan asla vazgeçmiyor.
Wesley Clark’ın belirttiğine göre; İran, Irak, Suriye Lübnan, Somali ve Sudan için öngörülen süre beş yıl olarak planlanmışmış.
Planın yeterince hızlı işlemediği kesin.
Planın daha da aksayacağı, Esad’a verilen halk desteğinin güçlü oluşu nedeni ile sadece beş yıl Suriye için harcanacağa benzer.
1993 yılında, İsrail ve Türkiye gizli servisleri arasında imzalanan Memarandum’a göre, Suriye, Irak ve İran’dan toplanan istihbarat Türkiye İsrail arasında paylaşılacak ve değerlendirilecek. (Global Research)
Gene aynı anlaşmaya göre, Türkiye İsrail’in Türkiye’den elektronik istihbarat toplamasına izin verecek.
Şunu hatırlatmakta fayda var. Bill Clinton döneminde, İsrail Türkiye ve Amerika ortak askeri tatbikatlar yapageldi. 6 Ağustos 2006 yılında, Üçlü Müttefiklik Antlaşması ABD, Türkiye ve İsrail arasında imzalandı.
2005 yılında da, İsrail ile NATO arasında bir Askeri İşbirliği anlaşması yapıldı. Eğer NATO Suriye’ye bir askeri müdahalede bulunursa, İsrail’in bu harekâta katılması için gerekli hukuki metin de hazır durmaktadır.
İran Türkiye savaşını ihtimal dışı görenlere, yukarıdaki hatırlatmaların yararlı olacağı kanaatindeyim.
Amerika’nın asıl hedefinin Türkiye’yi parçalamak olduğunu, Türkiye’yi yönetenlerin anladığı gün, Türkiye artık onlar tarafından yönetilmeyen bir Türkiye olacaktır. Ama Amerika’nın Ortadoğu’daki kötü kaderini paylaşan bir Türkiye olacaktır. İşte o zaman üçüncü dünya ülkesi olacaktır.
Ana akım medya bu tehditleri gizlemek için vardır. Onun için yakın tehditleri halkımız algılayamamaktadır. Eğer koskoca bir seçim döneminde, iç ve dış tehditler hiç konuşulmamışsa, bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Yönetenlerimiz Amerika ile işbirliği içindeyse, Amerika’dan gelen tehditleri size söylerler mi?
Bülent Esinoğlu
Odatv.com
29 Haziran 2011 00:56
Türkiye’deki, üç ayaklı, -adli, idari ve askeri- yargı sistemine, bu yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili, bağımsız bir yüksek mahkeme olan “Uyuşmazlık Mahkemesi” eklidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilen “Uyuşmazlık Mahkemesi”ni öğrenen yabancı hukukçular, yargıç ve savcılar, şaşkınlıklarını gizlemezler. “Sizin Anayasanız ve yasalarınız yok mu? Mahkemelerinizin görev ve yetki alanları bu hukuk metinlerinde açık olarak yazılı değil mi? Mahkemelerin görev ve yetkileri yasalarla belirlendiğine göre uyuşmazlık nasıl ve neden çıkıyor?” sorularına sıklıkla muhatap olunur. Bu sorular Türkiye’deki hukuk devletinin niteliğini de gösterir ve yargı mercileri arasında görev ve hüküm uyuşmazlıkları çıkması haklı olarak şaşkınlığa neden olur. Ne kadar anlatılmaya çalışılsa da anlamazlar. Sonunda konu, “burası Türkiye” esprisi ile kapatılır. Hukuk devleti olarak bilinen Türkiye’de böyle örneklerle karşılaşılması kimilerince neredeyse kanıksanmıştır. Bu kanıksama, rahatlıkla, toplum üzerinde “kanıksatma” baskısına dönüşebilmekte, “olağandışılık” olağanlaştırılmaktadır.
Hukuk devletinin evrensel ilkeleri vardır. İnsanlık tarihinin uzun ve yorucu yolculuğuyla bugünlere gelen hukuk devleti, her süreçte, heybesine “özü insan ve adalet” olan ilkeler eklenerek gelişmiştir. İçinde bulunduğu toplumun ekonomik, sosyal, kültürel ve politik yapısından etkilense de temel ilkeler yerleşik hale gelmiş ve hukuk güvenliğini sağlayıcı etkilerle donanmıştır.
Yerleşik içtihatlara göre, hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, “hukuk kurallarının hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir”. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici, eşitlik ve adaleti bozucu, kişilere ya da olaylara göre farklı uygulamalara neden olacak yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Hukuk kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. “Öngörülebilirlik” şartı olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kişilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte hukuk kurallarında ve bu kuralların yaşama geçirilmesinde istikrarı da sağlar.
Demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletinde asıl olan “insan”, “özgürlük-eşitlik” ve “adalet”tir. Hukuk devletinde, “insana değer vermek” ve “iyiniyet” esastır. “Toplumsal barış ve ulusal dayanışma”nın egemen olduğu hukuk devletinde, toplum yararı, kamu yararı düşüncesi olmaksızın, yalnızca özel çıkarlar için veya yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa kabul edilemeyeceği gibi, yasaların uygulanması ve yorumunda da bu temel ilkeler esas alınmak zorundadır. Hukuk devletinde kurallar kişilerin niteliği ya da kimliğine göre yorumlanmaz; hukuk devleti “mağdur” yaratmaz, mağduriyeti önler. Sorumluluk “yasama”, “yürütme” ve “yargı” dahil herkesindir.
Etrafımıza ve yaşananlara baktığımızda, birçok alanda hukuk devletinin temel ilkelerinin zedelendiği hatta yok sayıldığı açıkça görülmektedir. Vahim olan ise zedelenmenin benimsenmiş/benimsetilmiş olmasıdır. Hukuk kurallarının koyucusu yasama organının oluşumu için yapılan seçimde yaşananlar ise, hukuk devleti ilkeleri yönünden, halkın deyişiyle “ağza yüze bulaştırılmıştır”. Kimlerin milletvekili adayı olacağını öngöremeyen, Milletin vekilini seçemeyen, “tutukluyu” “hükümlü” gibi gören, seçilen milletvekilinin “tutukluluğunu” kaldırıp Meclis’e getiremeyen, bir olayda binbir yorum ve formül üreten, içinden çıkamayınca da “Anayasa ya da yasaları değiştirme” sihrine sarılan oluşumlara “hukuk devleti” nitelendirmesini yapmak her halde “hukuk devleti” ilkeleriyle bağdaşmaz. Hukuk kurallarının insan ve toplum yerine belirli çıkar gruplarının lehine yazıldığı, bir kuralın birden çok şekilde yorumlandığı ortamda, birilerinin istediği şekilde yorum yapıp karar üreten savcı, yargıç ya da hukukçuya sahip olmak ise hiç şaşırtıcı olmasa gerek. Hukuku istediği gibi şekillendiren güç, onu uygulayan ve yorumlayanları da şekillendirmede hiç kaygı duymaz. Bu şekillenmeyi kabulde ise, ne yazık ki, toplumun yansımasını kabul yatar.
Olaya, zamana, mekana, kişiye göre kurallar oluşturmanın, yorumlar yapıp karar almanın; kriz yaratıp, her krizin arkasından yeni kurallar üretmeye sarılmanın, “beyinler özgürlük, eşitlik ve adalet uğruna değişmedikçe” insana ve topluma yarar sağlamadığı ve sağlayamayacağı bu kadar çok örnekle ortadayken, “hukuk devletiyiz” demenin anlamsızlığı da ortadadır. Anlaşılmayan, çözümde zorlanılan, içinden çıkılamayan şeylere sahipsek, asıl olarak kendimiz olmayan, insana yönelik olmayan şeylerle avutuluyoruz demektir. Bunun anlamı, kendi aklına, beynine ya da benliğine sahip olmama/olamama, başkalarının güdümünde yaşamadır. Başkaları sizin adınıza karar verdiğinde, sizin her türlü iradeniz de, seçtiğiniz milletvekili de başkalarının olur ya da yerine başkaları geçer. “Burası Türkiye” esprisine sığınmayı bırakarak savaşımın içine girmeden ne Türkiye ne de dünya “yerinden oynamaz”, “eski hamam eski tas” yaşamaya devam eder.
Ali Rıza Aydın
Odatv.com
29 Haziran 2011 01:42
Bu formda herkes herkesi eleştirirdi.
Ama hakaret etmek yoktu.
Utandım.
Aylardır yazdığı her ifadeyi sindire sindire okuduğum bazı yorumcuları tanıyamamışız.
Olmamış sevgili Demokrat olmamış.
Yakışmamış.
Bahriyeliler kimseye hakaret etmez, etmezdi.
Lütfen seviyemizi düşürmelim.
Yada düşük seviyeli binlerce forum var oraya gidin.
29 Haziran 2011 10:20
Sayın fenerant,
Yukarıdaki yorumları okudunuz mu bilmiyorum,ama lütfen bir daha tarih/zaman gruplarına dikkat ederek okuyun .Ve yazdığım ilk yazıyı her satırına dikkat ederek okuyun.Bu yazıda eleştiri var,sitem var en çokta hayal kırıklığı var.Orada kendi görüşlerim hakkında da ipuçları var,ama tabii burada yazan herkesten aynı zeka seviyesini beklememem gerektiğini biraz geç öğrendim.Bu da benim yanlışım.Tarafsız gözle bakarsanız bu tatsız atışmayı kimin başlattığını göreceksiniz.Herşeye tahammülüm vardır, küfüre bile ama ne idüğü belirsiz bir besleme tarafından aşağılanmaya asla.Kaldı ki benim yazdığım
ilk yazıda kimseye şahsi olarak bir hakaret yok.Maalesef sayın fmeraklı gibi sabırlı ve tefekkürlü birisi değilim.Bundan sonra şahsi oynayan en ağır cevabı alacak.Dediğim gibi lütfen zaman sıralamasını tekrar gözden geçirin ve adaletin terazisini şirazesinden saptırmadan suçlayabiliyorsanız beni suçlayın.
Herkesten tekrar özür dilerim,ben başlatmasamda…
29 Haziran 2011 12:08
kendine demokrat ;
satır aralarına yine salyalarını yerleştirmişsin…fmerakli gibi üzerine bol gelen demokrasi aşığı elbisenin ardından faşist kimliğin ortaya çıkıyor…
ikinizi toplasam bir etmiyordunuz ya…düzeltiyorum….0.5 bile etmiyorsunuz….
29 Haziran 2011 12:43
Dangalaknigth,
Copy-paste soytarıları ancak hakaret üretebilir, copy-paste soytarılarından düşüncenin kırıntısı bile çıkmaz,ancak oradan buradan kestiği/aparttığı yazılarla destekli hakaretlerini kusar.
Copy-paste soytarılarının muhtemel edepli bir aile yapısı yoktur,sorunlu yetişip psikolojik çatışmalar içinde kaybolmuşlardır.O nedenle ipe sapa gelmez tipleri muhtemeldir aile fertleriyle özdeşleştirirler.En küçük bir eleştiri emaresi gösterseniz babasına küfür etmişsiniz gibi tepki verirler,kimbilir belki de…
Yazık acıyorum artık sana sadece,zavallılığına,cehaletine,geri zekalılığına, en kötüsü de bunların farkında olmamana…
Tanrı yardımcın olsun…
29 Haziran 2011 18:19
faşist demokrat ;
sanırım kendi hayatına dair yansıtma yapmışsın….Ne diyeyim Allah acil şifalar versin…zira hezeyanların için dışarıdan yardıma gerçekten ihtiyacın var…
Şimdi bu önemsiz şahsiyeti bir kenara bırakırsak;
ŞERİATÇILAR tarafından kafası kesilen Asteğmen Kubilay ve onunla birlikte öldürülen kır bekçileri Hasan ile Şevki’yi anma törenlerine, hálá cumhuriyet devrimlerine sahip çıkmak isteyenler katıldılar.
Ama medya bunu öyle çok da önemli görmedi. Zaten anma törenine katılım da geçen yıllara göre düşüktü.
Ne yapacaksınız?
Türkiye, Bülent Ersoy’un baldırının kesilip kesilmediğini konuşuyor. Kubilay’ın kafasının kesilmesinin bugünkü sonuçlarını değil.
*
Ayrıca Cumhurbaşkanı Gül de Kubilay’ın kafasını kesenleri “Akıl ve sağduyusunu yitirmiş, öfkesine yenik düşmüş insanlar” olarak değerlendirip geçti.
Oysa:
Genelkurmay’ın internet sitesinde yeni yayınlanan arşiv belgelerine göre Kubilay olayı bir anda gelişmiş, öfkesine yenik düşmüş insanların sıradan bir cinayeti değildi.
Nakşibendi tarikatının planlı ve bilinçli bir hareketiydi.
(Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesini açıp bakmalısınız.)
*
Yazgıya bakın; Türkiye’yi bugün Nakşibendi tarikatı yönetiyor.
Nakşibendilerin ABD’de güven içinde yaşayan liderleri Fethullah Gülen, 22 Temmuz seçimlerinden hemen sonra gazetelere ilan vererek, tazelenen ve güçlenen iktidarlarını kutlamıştı.
Nasıl hatırlamazsınız?
Tepeden tırnağa tüm kurumları ele geçirdiği gibi, önümüzdeki yılların kadroları için de yurdu okullar, dershaneler, kolejler, üniversitelerle donatan Fethullah Gülen, Ti-Vi’lerde günlerce yayınlanan canlı kasedinde diyordu ki:
“Adliyede, mülkiyede, askeriyede arkadaşlarımız devletin can damarları içinde dolaşıp çok ileri gidecekler… Kaymakam iseler vali olacaklar… Yargıç iseler yükselecekler… Erken vuruş yaparlarsa Müslümanların başı ezilir… Türkiye’deki devlet yapısında dengeyi kendi cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır…”
*
Bence akıllandılar.
Öyle “erken adımlar”, öfkelerine yenik düşerek akılsızca girişimler yerine, akıllı, planlı adımlar görüyorsunuz.
“Dengeyi çevirinceye kadar her adım erken…”
İşte böyle yuvarlanıyor Türkiye.
Nur’lu ufuklara doğru…
Tepetakla…
(Bekir COŞKUN – Hürriyet – Nurlu Ufuklara yazısı)
şimdi bu sitede daha önce de dile getirdiğim ve belirttiğim ”Adliyede, mülkiyede, askeriyede arkadaşlarımız devletin can damarları içinde dolaşıp çok ileri gidecekler…” ifadesine dikkat edin…
neden bu kadar saldırgan olduklarını daha iyi göreceksiniz….işler bu aşamaya gelmişken herhangi bir muhalif sese, düşünceye,kişiye nasıl tahammül edilebilir değil mi ?…Bu kadar yaklaşmışken hemde….
30 Haziran 2011 03:55
Sen yine sansli sayilirsin zira toplama yapabiliyorsun, senin durumunda olanlarin bir cogu basit toplama cikarma islemlerini bile yapamiyor. Gerci her toplama isleminde farkli sonuc buluyorsun ama olacak o kadar, takma kafana…
29 Haziran 2011 13:06
Sayın demokrat;
”tarafsız gözle bakarsanız bu tatsız atışmayı kimin başlattığını göreceksiniz ” demişsiniz.Herkese cevap verme gibi bir zorunluluğunuz varmış gibi burada yorum yapan insanlarla polemiğe giren sizsiniz.Önünüze gelene sataşıp,hakkında hiç bir şey bilmediğiniz insanları ırkçılıkla bile suçladınız.Sonra kalkıp şahsi oynayan cevabını alacak diyorsunuz.Benim yazdığım yazıda size karşı en ufak bir gönderme bile olmadığı halde ulusalcılık sosuna bulanmış,bir tutam da ırkçılık katılmış diyerek işi şahsileştirerek hakaret eden siz değilmisiniz?
Lütfen büyüyün biraz.
29 Haziran 2011 13:31
Sayın Türk,
Orada sizden özür dilemiştim hatırlarsanız, hata yaparsam özür dilemekten gocunmam ,ama burada sadece fikirlerimi söyledim diye aşağılanmaya da asla izin vermem, lütfen karıştırmayalım,Zaten okuduysanız ve vicdan sahibiyseniz, muhtemel buradaki gerçeği görmüşsünüzdür.Tabii zaman gruplarına bakmanız gerekir.
29 Haziran 2011 13:49
Sayın demokrat;
Yaş itibarıyla çok genç olmasam da hala okuduklarımı anlamıyacak kadar yaşlı olmadığımı da düşünüyorum.Sizin drunkenknight’a cevap verirken Nihat Genç için yapmış olduğunuz hakaretler gerçekten çok ağır.Nihat Genç’i sevmiyor,fikirlerine katılmıyor olabilirsiniz ama bu kadar ağır hakaret etmenizi gerektirmez.benim burada görmüş olduğum tek gerçek budur.
29 Haziran 2011 14:01
Hocam,
Bu benim ilk yazım;
”Yanlış hatırlamıyorsam SHP’nin seçim propagandasına destek olmak amacıyla çıkarılmıştı ‘limon’ dergisi, o yıllar medyadaki önlenemez gelişim çerçevesinde her parti bir yayın organı ortaya sürmüştü hatırlarsanız, star, teleon, kanal7 vs. Daha sonra adı ‘deli’ oldu,ardından ‘leman’ oldu ,Türk solu gibi bölünerek çoğalsa da hala da yayınını sürdürüyor.Bu arada gerçekten kaliteli bir yapıya sahip entellektüel-eleştirel ‘öküz’ dergisini çıkardılar,o kapandıktan sonra da ‘yeni harman’ ve ‘kaçak yayın’la misyonlarını sürdürüyorlar.Tüm bu süreçleri ‘okuyucu’ gözüyle yakından ve
kesintisiz(2 yıl öncesine kadar) takip eden birisi olarak,süreçlerin hepsinde yer alan (ara verse de) ex-sosyalist,neo-ulusalcı Nihat Genç’i izledim ve okudum.Ondaki değişimi okuduklarım nispetindegözlemledim.Bu arada unutmadan 12 Eylül öncesi ülkücü camia ile fikir birliği ettiğini de iletelim ki dönüşümün başlangıç noktası eksik kalmasın.
Akıl melekelerini yitirdiğini düşünüyorum,çünkü ondaki bu değişimi açıklamaya ne kelimeler kifayet eder ne de geçmişte yazdıkları.12 Eylül sonrası cesaret edip kaleme aldığı belki yüzlerce yazısına ihanet edip bugün durduğu yeri dolduramayan ve iğreti duran Genç aslında kendi sonunu kendi hazırlamıştır.İspatla derseniz ispat edemem ama hala gözümün önündedir,o dönem islamcı gençleri faşizme karşı birlikte savaşmaya çağıran yazıları.FKÖ ve Türkiye’deki sol örgüt ilişkilerine yaptığı atıflar,aslında islamın devrim’le çatışamayacağı türevli yazılar…2000′li yılların
başından itibaren içdünyasında başgösteren islamofobi sky-türk te en üst seviyeye ulaşmış,bir tür -yazdıkça kendi kendini inandırmaya dönük motivasyon- haline gelmiştir.Artık o bir ODATV yazarıdır ve tarafsız yazma güdüsünü kaybetmiştir.
Nasıl bir duygu tezahürüdür anlayamadım,çünkü onyıllardır kendisini ‘köy kaynaklı aydın’ olarak niteliyor ve bundan gurur duyuyordu.Türkiye solcularının/sosyalistlerinin varlığından övündüğü üç-beş olgu say deseniz en başta ‘köy enstitüleri’ni saymak gerekir ki bu yazıyı yazarken yaptığı genelleme aklının ne kadar karışık olduğunu ortaya koymaktadır.’Köy eğitimi’nden gelenler diyerek kastettikleri aslında ‘aydınlar’ ve ‘devlet erbabı’ dır.Sanıyorum üniversite okuyamamak/bitirememek onda bir tür kompleks yaratmıştır.Bu çok açıkça sırıtıyor.Muhtemelen ‘Amin Maaluf’u bir kez bile okumamıştır,okusaydı eğer bir Arap-Fransız entellektüelin bu güzelim ülkeye bakış açısını yakalayıp utanırdı yukarda yazdıklarından.Orhan Pamuk’ta okumamış belli ki,Nuri Bilge Ceylan’ı da dinlememiş can kulağıyla.Yoksa nasıl açıklanır ki hüzünlü bir Yemen türküsü isteyip o türküyü yaratanları böyle hor görmek.Kafası karışık olmasa köylü destekli burjuva sınıfının (Fransız) İhtilalini ‘ulusçuluk’ ve ‘laiklik’ le bağdaştırma cambazlığını yaparmıydı hiç?
Dönem dönem kafası karışır Nihat Genç’in,yine kafasının karışık olduğu bir dönem hızını alamamış Atatürk’e ve Atatürkçü’lere de saldırmış, Ceyhan Mumcu kendisini mahkemeye verdiğinde ve kaybettiğinde yanlış anlaşılmakla savunmuştu kendisini.Yargıtayca’ da tescil edilmiştir ayrıca hakareti.
KÖPEK SAHİPLERİNE REHBER KİTAP
“Biz Mustafa Kemal’e hayran büyüdük, ama bu Atatürkçüler’i bu ‘sığlıkları’ yüzünden sevmiyorum, Mustafa Kemal’in de çok uğraşıp ıslah edemediği bu türleri ıslah etmek için yazıyorum…
…Köpek cinslerini ıslah çalışmalarında, sahipleri ağız, salya, salgı bezlerine dikkat etmelidir. Bu cinsler sahibine çok düşkündür. Tüylerinin taranmasından hoşlanır. Boynuna takılan tasmayı yalamaktan ayrı bir keyif duyarlar, Kurt türüyle melezlenerek çoğaltılabilir. En güzel köpek hikayeleri de bu melezlerden üretilmiştir. Devletimiz 12 Eylül’lerde bunları çok kullanmıştır, Sahipleri öldüğünde sirk ve cambaz gruplarıyla da çalıştırılabilir. Evlerine kendi gibi apoletli tabloları asmaktan hoşlanırlar. Boylarına göre küçük beyinlidirler. Sergi ve standlarda broşür satmakla görevlendirilebilirler. Köpeğin pislemesi halinde bakıcıları ona avukat tutabilir. Bu köpeklerle oynamak, onları taşımak zordur! Eğitimleri, deney fareleriyle aynı grup içinde verilir. Oyuncakları kırarlar. Ancak, bağlılıklarıyla sahiplerini mestederler. Komutlarla eğitilirler.Espriye, inceliğe, yumuşaklığa düşmandırlar. Yaşlandıklarında gösteri ve ev köpeği olarak hizmet görebilirler. Operaya dahi yanaşık düzen eğitimiyle giderler, diğer köpeklerle beraber olmak istediklerinde genellikle dalaşırlar! Dalaştırılan bu türler sempatik, oyuncu-kavgacıdırlar. Genellikle laik-şeriat konusunda dalaşma uzmanıdırlar. Bekçilik görevinde kusursuzdurlar.’Üniformasız bütün insanlar bir hiçtir’ düsturuyla eğitilirler.
Ancak, sokak köpeklerinin huylarını kestiremedikleri için, bu şımartılmış köpekler, her defasında düzülüp, evlerine hamile dönerler….”
Burada gönderme yaptığı ve ‘laik-şeriat’ tartışmasında ‘dalaşma uzmanıdırlar’ diyerek hakaret ettiği kanadın rengini de açıkça belli etmiştir. İnsanın sorası gelmez mi ”ne değişti 1997′den beri” diye.
Velhasıl bir anlamda başladığı noktaya geri dönmüştür Nihat Genç, ama sosyoloji/psikoloji/tarih/antropoloji/siyasal bilimler altyapısı olmadan böyle bir analiz yapması ancak çalıştığı dergi tarafından ciddiye alınmasına yaramıştır , mizah dergisi…”
Bu da cevabı;
”Ha sen ha fmerakli…topluyorum ama yine de bir etmiyorsunuz…”
Gerisini vicdanıza bırakıyorum.
(Bazı insanların aklına hakaret deyince küfür gelir,benim aklıma ise bu tür aşağılamalar gelir,herkesin algısı ve kabuledebilirliği farklı,benim ki de böyle birşey bilmem derdimi anlatabildim mi?)
29 Haziran 2011 14:15
Sayın Türk;
”KÖPEK SAHİPLERİNE REHBER KİTAP
“Biz Mustafa Kemal’e hayran büyüdük, ama bu Atatürkçüler’i bu ‘sığlıkları’ yüzünden sevmiyorum, Mustafa Kemal’in de çok uğraşıp ıslah edemediği bu türleri ıslah etmek için yazıyorum…
…Köpek cinslerini ıslah çalışmalarında, sahipleri ağız, salya, salgı bezlerine dikkat etmelidir. Bu cinsler sahibine çok düşkündür. Tüylerinin taranmasından hoşlanır. Boynuna takılan tasmayı yalamaktan ayrı bir keyif duyarlar, Kurt türüyle melezlenerek çoğaltılabilir. En güzel köpek hikayeleri de bu melezlerden üretilmiştir. Devletimiz 12 Eylül’lerde bunları çok kullanmıştır, Sahipleri öldüğünde sirk ve cambaz gruplarıyla da çalıştırılabilir. Evlerine kendi gibi apoletli tabloları asmaktan hoşlanırlar. Boylarına göre küçük beyinlidirler. Sergi ve standlarda broşür satmakla görevlendirilebilirler. Köpeğin pislemesi halinde bakıcıları ona avukat tutabilir. Bu köpeklerle oynamak, onları taşımak zordur! Eğitimleri, deney fareleriyle aynı grup içinde verilir. Oyuncakları kırarlar. Ancak, bağlılıklarıyla sahiplerini mestederler. Komutlarla eğitilirler.Espriye, inceliğe, yumuşaklığa düşmandırlar. Yaşlandıklarında gösteri ve ev köpeği olarak hizmet görebilirler. Operaya dahi yanaşık düzen eğitimiyle giderler, diğer köpeklerle beraber olmak istediklerinde genellikle dalaşırlar! Dalaştırılan bu türler sempatik, oyuncu-kavgacıdırlar. Genellikle laik-şeriat konusunda dalaşma uzmanıdırlar. Bekçilik görevinde kusursuzdurlar.’Üniformasız bütün insanlar bir hiçtir’ düsturuyla eğitilirler.
Ancak, sokak köpeklerinin huylarını kestiremedikleri için, bu şımartılmış köpekler, her defasında düzülüp, evlerine hamile dönerler….”
Bu yazıyı yazdığında Ceyhan MUMCU sayesinde Atatürkçülüğe hakaretten mahkum oldu ve Yargıtayca da onandı.Yazının TSK kastedilerek yazıldığını da anlamışsınızdır umarım,siz de diyorsunuz ki N.G’ye hakaret etmişim.Şimdi karar verin isterseniz az mı söylemişim çok mu?
29 Haziran 2011 14:20
Sayın Solmaz,
Bu da yıllarca kankardeşim dediği islamcı yazar M.Güzel’in ağzından N.G.
http://www.derinkulis.com/haber/murat-guzel,-nihat-genci-yorumluyor-ozel–31603.htm
29 Haziran 2011 14:30
sayın demokrat,
Sanırım anlıyamadınız,beni Nihat Genç’in ne dediği ilgilendirmiyor.Yazmış olduklarını da fazla sığ bulduğumu söyleyebilirim.Burada insanları eleştireceğim diye yapmış olduğunuz hakaretlerin çok ağır kaçtığından bahsediyoruz.
29 Haziran 2011 14:43
Sayın Solmaz,
Ben sizi anladım da siz nedense nasıl başladığını bir türlü görmek istemiyorsunuz.
12 Eylül’ü en ağır şekilde eleştiriyoruz,ama her ne olursa olsun benim yıllarca ekmek yediğim kuruma kimse böyle hakaret edemez (kişileri kastetmiyorum),edenleri de savunamaz. Kurum başka kişiler başkadır.Kurum kutsaldır…
N.G. beni ilgilendirmiyor diyemezsiniz çünkü tartışmanın kaynağı benim N.G.’yı edep sınırları dahilinde eleştirmem ve karşılığında hakaret görmemdir.
29 Haziran 2011 19:44
Bu adamların cımbızlamak ruhlarına işlemiş….:
Kendine demokrat ;
”Akıl melekelerini yitirdiğini düşünüyorum,çünkü ondaki bu değişimi açıklamaya ne kelimeler kifayet eder ne de geçmişte yazdıkları.12 Eylül sonrası cesaret edip kaleme aldığı belki yüzlerce yazısına ihanet edip bugün durduğu yeri dolduramayan ve iğreti duran Genç aslında kendi sonunu kendi hazırlamıştır.İspatla derseniz ispat edemem ama hala gözümün önündedir,o dönem islamcı gençleri faşizme karşı birlikte savaşmaya çağıran yazıları.FKÖ ve Türkiye’deki sol örgüt ilişkilerine yaptığı atıflar,aslında islamın devrim’le çatışamayacağı türevli yazılar….”
İspatla dersen ispat edemem…..ama ileri geri konuşursun değil mi ?…..sivil diktaya giderken (!!) muhalif duruş sergileyenleri eleştirmek onlara giydirmek mi senin demokratlığın sadece ?
Ha sen ha fmerakli…topluyorum ama yine de bir etmiyorsunuz…
Yorum tarafından drunkenknight — 27 Haziran 2011 @ 23:12 | Cevapla
”Ha sen ha fmerakli…topluyorum ama yine de bir etmiyorsunuz…”
Blog sahipleri,
Bu ahlaksız adamın ,kendisi gibi aşağılık hakaretini buradan kaldırmazsanız hakettiği yanıtı verme hakkım doğacaktır.Bilgilerinize.
Yorum tarafından demokrat — 28 Haziran 2011 @ 00:12 | Cevapla
kendine demokrat ;
”Bu ahlaksız adamın ,kendisi gibi aşağılık hakaretini buradan kaldırmazsanız hakettiği yanıtı verme hakkım doğacaktır.Bilgilerinize…”
demokrat…hımmm…nickini değiştirmelisin….yada kullandığın nickin içini doldurmalısın…hakkını vermelisin….
Yorum tarafından drunkenknight — 28 Haziran 2011 @ 00:23 | Cevapla
29 Haziran 2011 20:04
dangalaknigth,
Sanıyorum çözdüm, hakaretle beslenen mazoşist bir yapıya sahipsin, kralın soytarısını oynamayı da seviyorsun.Senin gibileri tanırım ,hakaretle de olsa adam yerine konunca mutlu olurlar ,hatta mesleğini de biliyorum ,çok gördüm böyle kompleksilerden ama ne çare ki tedavin henüz bilinen tıp literatüründe yok ,danıştığım bir veteriner ”hırlasın fazla yaklaşma,hatta çökersen dokunmazlar ,giderler dedi”
Bundan sonra sen yazdığında (pardon o kadar yeteneğin yoktu değilmi,copy-paste yaptığında) çöküp görmezden geleceğim,sana iyi soytarılıklar,
29 Haziran 2011 20:55
faşist demokrat;
nasıl düşündüğünü, kelimeleri ve cümleleri nasıl eğip büktüğünü, içini boşalttığını ve kendi sinsi amaçların doğrultusunda yeniden nasıl yapılandırdığını, bireyleri itibarsızlaştırmak için gazete köşerinde, tv programlarında ve hatta burada nasıl çirkefleştğini, de bilirim….senin o copy+ past dediklerin, sadece yalnız olmadığımı benim gibi senin sinsi planlarını bilenlerin de bulunduğunu belirtmek içindir…kısaca ben seni 1923 ten beri tanırım,…
29 Haziran 2011 04:49
Give it up Dani if you hope to maintain an iota of credibility. White-Washing a muderous Dr. Starangelove (if u prefer Jewish mames, Frankenstein) is a tall order even for the mighty Jewish propaganda machine. Would they expend their energy on him is another question. He is not their father in law after all; nor did they promise them Minister of Economy post in his cabinet.
29 Haziran 2011 08:10
Bak Dani, Selin nin de dikkatini cekmis 😉 Senden hala bir NewyorkTimes, FT veya WashingtonPost makalesi patlatmani bekliyoruz hatta bekleyenlerini gozunu yolda birakma.Ustelik secimin uzerinden iki hafta gecti, gec kalmadin mi sence!
29 Haziran 2011 10:34
Woww, level of ignorance, bipartisanship, apparently have become at all times high by few..
That just shows how much they can not stand the truth takes place in current Turkey. And, the blog reveals truth, nothing but the truth based on evidence, not fabrications, or few religious-political groups in direct coordination with CIA under a major plot that has been turning a secular Turkey into a so called ‘model’ based on Neocons’ ‘Greater Middle East’ ploy.
Truth always has a tendency to come out, one way or another.
Best to Pinar & Dani in their fight against tyranny that is taking hold in current Turkey.
29 Haziran 2011 12:14
12 Haziran seçiminin sonucu belli olduğunda dış basın, özellikle “AB” ülkeleri basını R.T. Erdoğan’ı, “sultan” ya da “yeni sultan” ilan etmişti.
İçlerinden Le Figaro gazetesi ise, Başbakan’ı “veziriâzam” olarak karşılıyordu.
Demek ki “Avrupa Birliği”, 88 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin bu Başbakanı’nı, Osmanlı Devleti’nin bir “sultan”ı, “hünkâr”ı gibi görüyordu.
Bu durumda, 12 Haziran akşamı, Türkiye’de radyo ve TV’lerde açıklanan “seçim” sonucu, aynı zamanda, Sultan’ın “cülûs”unu da mı duyurmuş oluyordu?
İster istemez öyle görünüyor; böyle olunca da geleneğe göre yeni sultan adına “hutbe” gerekiyordu.
“Hutbe”nin iki belirgin koşulu olduğu bilinir.
“Yüksek”çe bir yerden, yeterli bir “din” adamınca seslendirilmek.
Balkon hazırdı; “din” adamının da Erdoğan’dan “âlâ”sı olamazdı (!)
İçeriğine gelince; genelgeçer bir “hutbe” değildi bu kuşkusuz; bir “cülûsu hümayun” (tahta çıkış) “hutbe”si olduğuna göre, yüzlerce yıllık gelenekte olduğu gibi, bir “avf-ı hümayun” (sultan affı) içermesi de gerekiyordu.
Öyle de oldu; Erdoğan yaptığı “affı”, “helalleşme” adıyla duyurdu.
Ayrıca Osmanlı’da “avf-ı hümayun” ile sultan, hem “Devleti Osmaniye”nin “efendi”si, hem de Devleti Osmaniye “tebaa”sının, “kul”ları olduğunu vurgulama fırsatını yakalıyordu.
Sultan, “Devleti Aliyyem Kullarım” diyordu, tıpkı Erdoğan’ın “i”leri uzatarak “Beniiim vatandaşlarımı”, “beniiim bakanım!”, “beniim polisim” demesi gibi.
Sultanların “af” ettiği “kul”ları arasında başı çekenlerin -özellikle- sultanı “hicv” edenler olmak üzere türlü “kalem erbabı” olduğu dile getirilir; siyasetten affın, az da olsa görüldüğü de bilinir.
“Erdoğan affı”nın da içeriği tam böyleydi; üç siyasetten, üç basından.
Öte yanda, “sultan affı”nın, “şeriat hukuku”nun bir parçasını oluşturduğu belirtilir.
Günümüzde de “davayı çekme”, “dava açmaktan vazgeçme”, “hukuk”la ilişkili bir konudur.
Erdoğan bu “hukuksal” konuyu, daha çok “dinsel” alanda kullanılan “helalleşme”, “helal etme” gibi kavramlarla gündeme getirerek, tam “sultan”lara yakışan bir “şeriat” uygulaması havasını yaratmıştır.
Öte yanda bu “balkan hutbesi”ni “eş”iyle birlikte yapmasını bir “açılım” diye değerlendirmek kimi “zorluk”ları da içeriyor olabilir.
İleride, “dört” eşli “veziriâzam”lara sorun yaratabilir…
Ama Türkiye’yi, özellikle de Erdoğan’ı örnek alan kimi İslam devletlerine kesinlikle sorun olabilir; bu gibi ülkelerde, eşlere yetecek büyüklükte balkon bulunmayabilir…
Ne var ki, Erdoğan’ın “eş” katkılı “balkon hutbesi”, İran’da büyük bir olasılıkla dikkate alınmıştır.. Çünkü bu komşu ülkede, başörtüleri saçlarının bütününü örtmeyen kadınlara “ateş” püsküren “mollabaşı”na, Emine Hanım’ın “tesettür”ü somut bir “örnek” olmuştur sanırım.
Doğrusu bu da, “dış ilişkiler”e az-buz bir katkı (!) değil…
Ne yazık ki (!) AB basınının “sultan”ı Erdoğan’ın, bu “balkon hutbesi”yle teşekkür ettiği “tebaası”nın hazırladığı “Kanuni Esasi”yi (Anayasa) Meclis’te kabul edecek sayıda “mebus”u yok deniyor.
Yine de dış basının kimi yazarları, muhabirleri, “Erdoğan Anayasası”nda “basın”la ilgili düzenlemeyi merak ediyorlardı.
Sanırım haklılar; Sultan Erdoğan’ın ardıllarından (selef) Sultan 2. Abdülhamit’in, 1876 da yaptığı ilk anayasamız olan “Kanuni Esasi”ye, 1909 yılında yapılan “ek”in 12. maddesi: Matbuat kanun dairesinde serbesttir. Hiçbir vechile (nedenle) kablel-tab (basımdan önce) teftiş ve muayeneye tabi tutulamaz, der.
Demek ki, “2011”de Sultan Erdoğan’ın yönetiminde, A. Şık’ın kitabı “İmamın Ordusu”nun başına gelenler, “102” yıl önce, Sultan Reşat’ın döneminde gelmezmiş; kitap basılırmış…
Ayrıca 20. yüzyılın başlarının ünlü “hicv” ustası şair Eşref de, bu Sultan döneminde, hükümdara en ağır eleştirilerini yöneltmekten çekinmemiş.
Örneğin: “Âsiyâb-ı devleti bir har da olsa döndürür” demesi pek ünlüdür.
Daha sonraları, Eşref’in bu dizesini biri de şöyle yanıtlamış: “Döndürür ama, anasının cebine döndürür!”…
Acaba bu yanıt, Sultan Reşat’tan sonraki -“taklit”ler de içinde olmak üzere- sultanlar için de geçerli midir?
Ne dersiniz?
Meriç VELİDEDEOĞLU
Cumhuriyet – 24.06.2011
29 Haziran 2011 12:30
Tutuklu milletvekilleri krizinde, yemin törenine 24 saat kala, kendisinden bir çözüm beklenen Başbakan Tayip Erdoğan, “Partiler bunun böyle olacağını bilmiyorlar mıydı? Bunları aday gösterdiler. Başka aday bulamamışlar mı?” buyurdu. Ne demek bu şimdi?
Mehmet Haberal’ın, Mustafa Balbay’ın, Engin Alan’ın ve KCK sanıklarının nesini beğenmedi acaba sayın Başbakan. Kendisi de 1992’de, TBMM’ne girmeden önce aynı durumdaydı. Hatta beter durumdaydı.
Haberal, Balbay, Alan ve KCK’lılar henüz sanıktır. Kendisi hükümlüydü.
***
Milletvekili adayı olabilmek için savcılıktan belge alıyorsunuz. Götürüyorsunuz seçim kuruluna. Seçim kurulu durumunuzu inceliyor. “Milletvekili olabilir” diyor. “Olamaz” diyorsa zaten konuşulacak bir şey kalmıyor. Savcılıklar, seçim kurulları ( ki hakimlerden oluşur) adaylıklarını onaylamış mı bu arkadaşların? Onaylamış… “Bunlar milletvekili olamaz” diyen kim? Moda olan deyimle, 2′ye 1 mahkemeleri…Yeniden şekillendirilen ve başkanlığını Adalet Bakanı’nın, siyasi bir makam yaptığı HSYK‘ya bağlı, AKP dışında kimsenin de pek güven duymadığı yargı organları. Tahliye etmeyerek milletvekilliğini fiilen engelleyen bu mahkemeler, zaten Balbay’ı, Haberal’ı, Alan’ı aylardır 2′ye karşı 1 oyla hapiste tutuyor.
Yani?
Yanisi şu? Normal şartlar altında aylar, yıllar önce tahliye edilmesi gereken milletvekillerinin seçimden sonra tahliye edilip edilmeyeceğini CHP, MHP veya BDP’nin bilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla gösterdikleri milletvekili adaylarında bir sorun yoktur. Ancak AKP açısından iki sorun var. Erdoğan, daha seçimden 2 hafta önce bu adayların bırakılmayacağını ima etmişti. Yani sorunun kaynağında AKP bulunuyor.
AKP açısından ikinci sorun ise bir sorunun yanıtından ibarettir.
***
Soru şu: Ey Tayyip Erdoğan… Siz başka aday bulamadınız mı?
Adaylarınıza bir bakın. İstanbul Milletvekili yaptığınız futbolcu Hakan Şükür‘ün bütün transfer görüşmlerini 30′lu yaşlarında bile babası yapıyordu. Torino’ya transfer olduğu günlerde spor sayfalarının ona taktığı lakabı unuttunuz mu? Milletvekili olarak verdiği ilk demecinde, “Ben bilmem, büyüklerim bilir” diyen sizin milletvekiliniz değil mi? Başka birini bulamadınız mı?
Şaban Dişli’yi aday gösteren siz değil misiniz? Şaban Dişli, hakkındaki yolsuzluk dosyaları nedeniyle istifa etmek zorunda kalmadı mı? Tekrar aday gösterdiniz. Başka aday bulamadınız mı?
Hatay’da ortaya çıkan Ali Dibo yolsuzluklarının başaktörü Sadullah Ergin değil miydi? Ergin’i tutup Adalet Bakanı yaptınız. 12 Haziran seçimlerinde tekrar aday gösterdiniz. Başka aday bulamadınız mı?
Şamil Tayyar, yalan-yanlış, çarpık-çurpuk ne haber varsa yazdı Türkiye’nin aydınları aleyhine. Tazminat ve ceza davaları tepesinde sallanmaya başlayınca aday gösterip milletvekili yaptınız. Başka aday bulamadınız mı?
***
Neyse, boş verin.
Son 9 yıl içinde AKP adaylarını tek tek incelerseniz “ Başka aday mı yoktu?” sorusunu yüzlerce kez sorabileceğinizden eminim. Akbil mi, istersiniz, ihale mi? Özelleştirme vurgunu mu istersiniz, arazi rantı mı? Şimdi bu kadrolar başkalarına “Aday mı bulamadınız?” diyor.
Engin Alan, Mehmet Haberal veya Mustafa Balbay hakkında yolsuzluk dosyası var mı?
Halil NEBİLER
AYDINLIK