Ekrem Dumanlı bugünkü Zaman gazetesinde “global yalanlarla mücadele zamanı” başlıklı bir yazı yazmış. Yazının İngilizcesi “Time to counter global lies” başlığı altında Today’s Zaman’da da yayımlanmış.
Yazının bir bölümü Dani’ye ayrılmış. Dumanlı şöyle yazıyor:
“Harvard Üniversitesi’nde hafta içinde bir konferans düzenlenmiş. Programa göre Orhan Kemal Cengiz de konuşmacıymış. Balyoz davası sanıklarından emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın damadı Dani Rodrik , sağa sola mesaj göndererek bu yazarın konuşma yapmasını engellemek istemiş. Üstelik bu, ilk vukuatı da değil. Daha önce aynı kuruma giden Etyen Mahçupyan’ın konuşmasına da kendince şerh düşmüş.”
Dumanlı’nın yazdığı aleni bir yalan. Dani’nin sağa sola mesaj göndererek Cengiz’in konuşma yapmasını engellemek istediği doğru değil (buraya tıklayın). Dumanlı, Dani için “Üstelik bu, ilk vukuatı da değil” diyerek de yalan söylüyor.
Dumanlı’yı düzenli takip etmiyoruz, ancak bu kendisinden okuduğumuz ilk yalan degil. Örnegin, Ergenekon sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin telefonuna Emniyet’te Hizbü-t Tahrir üyesinin rehberinin yüklendiğinin ortaya çıkması akabinde aynen şöyle yazmıştı:
“Yükleme falan yok. Her zanlı için ayrı tutanak yazılırken bunlardan biri teğmenin listesine ekleniyor. Olayı emniyet fark ediyor ve düzeltiyor. Onlar düzeltmese ve düzeltmeye dair tutanak tutmasa hiç kimsenin haberi olmayacak.”
Oysa bilirkişi raporunda Çelebi’nin cep telefonunun ekran fotoğrafları var ve fotoğraflardan bu kayıtların cep telefonuna yüklenmiş olduğu açıkça görülüyor (buraya tıklayın).
Ayrıca olayı emniyetin farketip düzelttiği de doğru değil. Mahkeme Çelebi’yi telefonunda görünen rehber kayıtları üzerine sorguluyor. Çelebi’nin bu kayıtların kendine ait olmadığını söylemesinden sonra da mahkeme 29 Kasım 2010 tarihli bir yazıyla Emniyet’ten açıklama istiyor. Emniyet’in yanlışlık yapıldığını kabul ettiği tutanağı ancak bunun üzerine yazılıyor. (Mahkemenin talebini ve Emniyetin tespit tutanağını görmek için buraya tıklayın.)
Dumanlı’nın Genel Yayın Müdürü olduğu Zaman gazetesi’nin Balyoz konusunda sistematik olarak yalan yayın yaptığını biliyoruz. Medya yalanları bölümünden örneklerini görebilirsiniz. Mesela, Balyoz soruşturması sırasında (soruşturmanın gizliliği yüzünden belgelere erişim henüz mümkün değilken) “TÜBİTAK onayladı: imzalar gerçek” başlığı altında (her iki satırdan birine yalan bir ifade düşen) bir haber yayımlamış, gerçekler ortaya çıkınca da haberi İnternet’ten uçurmuştu. (Bilindiği üzere, Balyoz belgelerinde imza olmadığı gibi, TÜBİTAK’ın (olmayan) imzalarla ilgili bir raporu da yok.)
Daha önceki bir yazısında da bizi propaganda yapmakla suçlayan Ekrem Dumanlı’ya kamuya açık bir şekilde Balyoz’u tartışmak için davet de göndermiştik, ancak davetimiz yanıtsız kaldı.
Tekrar edelim; biz gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyoruz. Ya Dumanlı ve Zaman gazetesi hangi amaca hizmet ediyor?
09 Mayıs 2011 23:56
Aslinda Elaine`nin Dani`nin emailini cevaplandirip cevaplandirmadigini, cevapladiysa ne dedigini baya merak ediyorum 🙂 Bence Elaine Cengize gidipte bak Dani bunlari senin hakkinda soyluyor diye emailden bahsetmemistir. Ozaman cengiz bu Dani’ den saga sola email-mail-chit/chat seklindeki soylentileri nerden duydu? En iyisi Elaineée bir yerde rastladigimda ayak ustu sohbet sirasinda ben bir sorayim, sonra sizi bilgilendirim 😉 !
10 Mayıs 2011 00:30
ihtimal,
Sorduğun sorunun cevabını zaten Cengiz (biraz da Organizatörlerin uyarısıyla) vermişti.
Yine tarihe not düşmek açısından Cengiz’in (ve dolaylı olarak Cengiz’e ayar veren organizatörün) twitleri söyle:
@orkece: “Az önce beni çağıran kuruluşla konuştum. Rodrikin mesajını yanlış anladığımı, benim çağırılmamı eleştiren mesajın sadece”
@orkece: “organizatörlere gönderildiğini kamuya böyle bir mesaj gönderilmediğini söylediler.”
@orkece: “Anladığım kadarıyla Mahcupyan geldiğinde Dani bey kamuya açık bir deklarasyonda bulunurken, benim glişimle ilgili olarak”
@orkece: “organizatörleri eleştirmiş.”
@orkece: “Todays Zamandan haberi yayından kaldırmalarını rica ettim, beni çağıran organizatörlerin ricası üzerine…”
@orkece: “Dani bey gördüğünüz üzere organizatörlerin bana söylediklerini twitler aracılığıyla paylaştım.”
ihtimal,
Dikkat et, Elaine sana da ayar vermesin, sonra burada “organizatörlerin ricası üzerine” şeklinde düzeltme yorumları yazmak zorunda kalabilirsin.
10 Mayıs 2011 01:10
Hahahaha, yahu adam yelkenleri suya indirmis gak guk ediyor. Ayni adamdan Fmerakli’nin buraya yaptigi alinti:
orkece: Dani bey yazdığınız mesajı okudum, geri zekalı olmayan herkesin anlayacağı üzere benim konuşmama gelmemelerini telkin ettiniz…
Neymis? Dani bey (veya belki buradaki tamamen Zaman/Taraf yorungesinde hareket etmeyen harhangi biri) ‘yanlis diyorsunuz’ derse dili pabuc kadar cikip ‘okudum’ ve kendi yaydigi gibi anlamayana ‘geri zekali’ diyen adam ‘organizatorler’ kimse onlarla konusunca yukarkileri der hale gelmis. Bu organizatorlere kebap filan ismarlarsak baskalariyla da konusurlar mi acaba? Cok sey de istemiyoruz, yalan soylenmesin istiyoruz.
10 Mayıs 2011 01:28
Cengiz bey en azından prensipli davranarak yanıldığını itiraf etmiş. Bu da bir şeydir.
Ama yazarı olduğu gazetenin çarpıtmalarına sessiz kalması, hatta bu çarpıtılmış haberler üzerinden Dumanlı gibi diğer köşe yazarlarının da bu oyuna devam etmesine göz yumması prensipli davranışına gölge düşürüyor.
10 Mayıs 2011 00:02
İhtimal;
Elain’i falan bırak be oğlum; sen Ekrem Dumanlı’ya sor.. O doğrusunu anlatır sana..
10 Mayıs 2011 01:03
Ekrem Dumanlı günün en sıkı espirisini yapmış… 🙂 🙂 🙂
“It’s impossible for lies to go on forever. And they didn’t. Fortunately, Turkey was able to end the practice of false journalism.”
Ortada objektif bir basın mı kaldı?
10 Mayıs 2011 01:27
Alçaklığın sınırı yok.
10 Mayıs 2011 01:48
Evet.. Alçaklığın sınırı yok maalesef Solmaz Türk…
10 Mayıs 2011 12:12
Bu disinfo ajanlarinin Allah’i para, onlar herseyi yaparlar para icin.
10 Mayıs 2011 12:16
Birde hangi yazarin hangi gazetecinin avrupa ve amerikan fonlarindan para alip Turkiye Cumhuriyet’i aleyhinde televizyon programlari yayip, koselerinde yazilar yazdiklarini herkes biliyor. Mesela Karen Fogg’un epostallari (Dogu Perincek. Bunlar surekli para aliyorlar, Candar, Birand’lar falan.
11 Mayıs 2011 00:26
Mehmet Ali Birand 28 Subat sureci ile ilgili bir belgesel hazirliyormus. Belki Cetin Dogan Bey de donemin onde gelen aktorlerinden biri olarak deneyimlerini paylasmak ister. Ya da Pinar Hanim ikinci elden neler yasandigini -bildigi kadariyla- anlatir. Hic zannetmiyorum tabi ama, wishful thinking iste:)
11 Mayıs 2011 01:56
yakında 28 şubat’a bir dava açılırsa birand, doğan’la röportajını duruşmadaki çapraz sorguda yapar artık. birand müdahil, çetin doğan sanık olarak:)
11 Mayıs 2011 00:48
merttalay,
iyi hatırlattınız, Birand belgeselin bir bölümünü Cemaat’e ayırır da Fethulllah Gülen Hocaefendi 28 Şubat’ta seçilmiş Erbakan’a MGK ağzıyla “Hükümet gitsin” tarzı çağrıları niye yapmış öğreniriz.
Belki bu vesileyle “Komutanlar bir içtihadda bulunmuşlardır. İsabet etmişler ise 2 sevap, hata etmişler ise 1 sevap almışlardır” gibi demeçleri ve 28 Şubat sürecinde neden “Gerilimin nedeni olarak Erbakan’ı ve hükümeti gösterdiğini ve hükümetin istifasını istediğini” açıklar. ‘Wishful thinking’ işte..
11 Mayıs 2011 06:46
Katiliyorum, donemin her yonunun aydinlatilmasi iyi olur.
11 Mayıs 2011 02:42
tam size gore bir davranis, en sonunda yapmadiginiz bir bu kalmisti, oda icinizde kalmadi. Balyoz hakimlerini tahliye olmazsa olumle tehdit ettiniz. Ne diyelim bu cesarete helal olsun demekten baska?!?!
http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1132682&title=balyoz-hâkimlerine-tehdit-mektubu-tahliye-olmazsa-olursunuz
11 Mayıs 2011 03:31
Süpermiş… 🙂 🙂 🙂
Tam yargılananların tarzına uygun bir tehdit mektubu.. Kuran’dan alıntılar falan.. 🙂
Eminim bu hakimler hayatlarında hiç tehdit mektubu almamışlardır. İsimsiz mektupların genelde diğer cenahtan gelmesine aşinaydık. 🙂 Bu sefer değişiklik olmuş.
Zaman bu sefer sazanlık yapmış… hem de aynalısından… 🙂
11 Mayıs 2011 03:35
“Yoksa siz değil dünyanın süper güçleri, feriştahı da gelse KUR TA RA MAAAAAZ.”
Ne tesaduf bu mektubu yazan kişinin uslubu ve tarzı,hatta imla hataları Eskişehir ve Gölcük’teki Balyoz belgelerini ortaya çıkartan ihbar mektuplarıyla çok fazla örtüşüyor.
Zaten ne zaman Balyoz Davasında çıkmaza girse gizli bir el gizemli mektuplar yazmaya başlıyor. O gizli el kimi zaman ‘Sahte Balyoz Belgelerini’ ihbar eder, kimi zaman Hakimleri tehdit edip Zaman’a malzeme çıkartır.
Gizemli ihbar mektupları hakkında hiç bir inceleme yapılmamıştı, bakalım bu gizemli tehdit mektubu hakkında araştırma yapılacak mı? Kriminoloji uzmanı değilim ama mektubun üzerindeki parmak izleri, el yazısı,zarfın üzerinden postaya verildiği tarih ve yer, o postanedeki kamera kayıtları,yani araştırılmak istenirse elbet birşeyler çıkar diye düşünüyorum ama heralde pek kurcalanmak ve gizemli komplo merkezine dokunulmak istenmiyor.
11 Mayıs 2011 10:07
İlkokulu bile zor bitirmiş(belki de bitirememiş) bir şahsın üslubu ile yazılmış(bilerek-bilmeyerek) bu tehdit mektubunu sağlıklı bir zihin asla ciddiye almaz.
Almaz ama; burada bir durup düşünmek gerekir;bu mektup hangi ihtiyacın giderilmesine yönelik yazılmış,neden gerek görülmüş?
İhtimal;
Bu ‘siz’ dediğiniz kim ve bu hitabınızla kime sesleniyorsunuz? Hadi siz dediklerinizi anladık diyelim,karşılığı olan ‘biz’ kim?Sizi bu ‘biz’ içine kim almış veya ne hakla onların temsilcisiymiş gibi yorumlar yapıyorsunuz?
Bu yaptığınızın nasıl bir amacı var,sehven ve aceleyle yapılmış bir hata mı yoksa siz potansiyel bir bölücü müsünüz?
Eğer birkısım çevrelere yaranmak anlamında yapıyorsanız emin olun ki onlar bile bu yaptıklarınızı onaylamıyordur.Çünkü onlar irfan sahibi olmakla övünürler,birleştirici ve kaynaştırıcı olmakla övünürler.
Anladığım kadarıyla sadece ‘siz’ ve ‘biz’ var kafanızda ,diğer bütün renkler gayya kuyusuna düşmüş.
Bu tahriki sanırım bilerek yapıyorsunuz,yoksa sağlıklı bir beyinden böyle çıkarımlar yapmasını beklemek çok düşük bir olasılık.
Burada her düşünceyi savunan insan var ama hiçbiri sizin gibi değil.Anlaşılan provakasyon amaçlı ‘tutulmuş’ birisiniz, ama ben bu kiralamanın (yaygın olarak düşünüldüğü üzre) cemaatle bir ilgisinin olduğunu sanmıyorum,
çünkü ben olsam ‘tutmazdım’ böyle ‘useful but harmful’ birisini.
12 Mayıs 2011 09:38
Guzel bir elestiri, her noktasina dikkat ederek okudum! Beni sahsi olarak tanimayan birisi icinde yeterince hakli yonleriniz var! Yazarken Siz kelimesinin bir boluculuk ve provakasyon gibi gorulup gorulmeyecegi de aklima geldi ama yinede yazdim. Tek savunmam(eger kabul edilirse) ‘Yarasi olan gocunur’ olacaktir bu durumda! Useful ve harmnful konusuna gelince, kimseye useful olmaya calismadigim icin, harmful olacagimida dusunmuyorum acikcasi.
11 Mayıs 2011 03:59
Eskişehir’deki Balyoz baskınını tetikleyen emaili gönderen IP adresi polisin ihbar tutanağında mevcuttu. Kısa bir araştırmayla IP adresinin Türk Telekom’a ait bir DSL hattına ait olduğu görülebiliyordu. Balyoz tertibini düzenleyenler bu sefer acemilik etmiş, e-postayı yurtiçinden yollayıp arkalarında iz bırakmışlar. Ama malesef 16:37’de gelen ihbar mektubunu aciliyetle işleme alıp, Emniyet Müdürlüğü ve sonra Savcılık koridorlarında tatlı bir telaşla koşuşturan ve sonunda aynı gün içinde Nöbetçi Mahkemeden arama ve tutuklama kararı çıkartan zihniyet nedense Türkiye sınırları içinde IP’si belli bir sabit DSL adresini belirleyip oraya baskın yapmamayı tercih etti.
Belki bu DSL’in ucu bir internet kafeye çıkacaktı ama aynı hızla gidip kafedeki kamera kayıtları sıcağı sıcağına incelense veya MOBESE’lere bakılsa Balyoz Tertibini düzenleyenler hakkında önemli bir ipucu elde edilebilecekti.
11 Mayıs 2011 11:50
Yaptıkları yalan habere özür dilemiş Zaman. Ancak haberi 1.sayfadan verirken, özür yazısını tabii arka sayfalarda altlarda vermiş. Önemli olan “algı”. o da işe yaramıştır. Hangimiz gazeteleri küçük ilanlarına kadar okuyoruz ki.
“6 Mayıs 2011 tarihli ‘Yurtdışında denilen sanıklar Balyoz toplantısında çıktı’ başlıklı haberde, Genelkurmay’ın İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdiği yazıda Balyoz davası sanıkları Hakan Dereli ve Aytekin Candemir’in yurtdışında görevlendirme tarihlerinin “sehven” yanlış bildirdiği, Dereli’nin görev tarihinin 28 Şubat 2002 değil, 28 Ağustos 2002 olduğu, Candemir’in de 23 Şubat 2002 değil, 23 Mart 2002 olduğu aktarılmıştır. Haberde bu tarihlerin Balyoz Seminer Planına katkıları iddiasını güçlendirdiği bilgisi yer alsa da, bu bilgi doğru değildir. Nitekim, Balyoz seminer planı 5-7 Mart 2003 tarihlerinde gerçekleşmiştir. Söz konusu yanlış bilgiyi düzeltir, özür dileriz.”
11 Mayıs 2011 19:54
Hayati Yazici’dan geldigi gorunen bir emaille Ali Demir’den torpil istenmis, Kilicdaroglu da bunu gundeme tasimis.
Hayati Yazici (buyuk ihtimalle hakli olarak) demis ki, bu adres benim degildir, benim adima kotu niyetli kisilerce acilmistir, suc duyurusunda bulunacagim.
Cok yakin bir zamanda da tahminen ya Hayati Yazici ya basbakan diyecek ki: Kim tarafindan acildigi belli olmayan bir email hesabi, veya bir emailde birisinin ismi geciyor diye nasil onu suclu ilan edersiniz? Terbiyesizler, serefsizler, sutu bozuklar…
Sizce o zaman kendine gazeteci diyenlerden birisi cikip “…ama Balyoz?” diyebilecek mi?
13 Mayıs 2011 01:44
Vay be… Hurriyet’ten Mehmet Y. Yilmaz yazmis..Cok sasirdim:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17775691.asp?yazarid=148&gid=61
13 Mayıs 2011 03:09
Oray Egin de yazmis..
http://www.aksam.com.tr/odule-golge-dusurmek-istemem-ama…-2206y.html
14 Mayıs 2011 01:47
Yasasin! Yalcin Dogan da yazmis..
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17783631.asp?yazarid=91&gid=61
14 Mayıs 2011 01:50
Yilmaz Ozdil de yazmis…
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17783714.asp?yazarid=249&gid=61
14 Mayıs 2011 02:04
Iste en cok buna sasirdim:
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17784305.asp?gid=381
15 Mayıs 2011 05:16
Ahu Ozyurt da yazmis, Balyoz dememis ama ne dedigini anlayan anlar…
http://www.gazeteport.com.tr/YAZARLAR/NEWS/GP_904838
12 Mayıs 2011 11:36
Savunma almak haddime değil sayın ihtimal,bu blogda gördüğünüz üzere herkese eşit davranılıyor(başlıkları değil yorumcuları kastediyorum),ben de sadece onlardan biriyim.Ayrıca kimsenin de(düşüncelerinden ötürü) savunma yapmak zorunda olduğunu düşünmüyorum.Önce burada demokrasi istersek eğer,diğer saygıdeğer konum ve detaylarda da istemeye hakkımız olur diyorum.Herkese söz hakkı verilmeli ve veriliyor da. Burada kilit sözcük ‘tahammül’. Mesela ‘Horatio’ rumuzlu okur çok güzel bir vurgu yapmış varolan ‘gerçek’e aşağıda değil mi?
‘Yarası olan gocunur’ konusuna gelirsek ve bunu benim için söylediğinizi varsayarsak;yaşamım boyunca yaptığım çok
yanlış var ama tartıştığımız konuda asla zaafım yok diyebilirim,he daim demokrasi taraftarı oldum ve bundan da gurur duyuyorum.Benim için önce ‘halk’ sonra diğer ikincil problemler gelir.Yani ülkeyi ‘halka rağmen’ özlenen seviyeye getirmek değil de ,bunu ‘halkla birlikte’ yapmak gibi.Her ne kadar bazıları bunun bir ‘ütopya’ olduğunu düşünse de…
Evet bazı durumlar da fazlaca düşünmeden yazıyorsunuz ve bu kışkırtıcı üslup nedeniyle haklı olduğunuz birçok konuda bile tepki alabiliyorsunuz (mesela savcıların görevlerine iadesi konusunda yazdıklarınız gibi,ilk aklıma gelen…)
Özüne inerek ,detaylı ve hakkaniyetli yazmış olsanız bu konuda size hak verecek bir çok yazar var,ama sizin tercihiniz çoğunlukla kışkırtma yönünde.Bu arada yazdığınız bu yanıtı eğer bir başkasına yazsaydınız,hadi ordan ‘Fetocu’ seni yanıtını almanız ve tartışmanın bu mecrada yürümesi de çok büyük bir ‘ihtimal’ idi, onu da açık yüreklilikle söyleyeyim.
Benim fikrim olaylara ve olgulara daha geniş bir çerçevede bakabilmek,eğer bunu başarabilirsek yaşam daha yaşanası bir hal alacak.
12 Mayıs 2011 11:41
9 nolu bölüme yazdım ama burada çıktı,özür…
12 Mayıs 2011 22:53
Yorumsuz! Demokratin tavsiyelerinden esinlenerek bu kasete yorum yapmak istemiyorum. Lutfen TSK icindeki yoneticilerde bir okuyup/dinleyip, bu konusmalarin ne kadar saglikli bir ruh hali icinde yapildigini dusunsunler.
http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1133512&title=kurmay-albaydan-sok-ses-kaydi
12 Mayıs 2011 23:14
Yorum yapmaylım değil de ,ajitasyon ve kışkırtma yapmayalım demiştim.
Bir saat önce okudum,çok talihsiz ve özellikle ”ortalığı boş bırakmışız” tarzı yaklaşımları çok çirkin,eğer doğruysa tabii.Cahilce,derinliksiz ve gereksiz.Bir de işin şu boyutu var ki;her ortam ve şartta dinleniyorsunuz,izleniyorsunuz ve hala bile bile…
12 Mayıs 2011 23:27
TSk da insanlarin nasil bir egitimden (veya zihniyet sekillendirmesinden) gectigini iyice merak etmeye basladim. Acaba askerlerin yuzde kaci bu zihniyette?, acaba alper gormusun teskilat-zihniyet modeli bu dejenere sistemi saglikli bir sekilde cozmemize/tamir etmemize nasil yardimci olabilir? Bilmiyorum bu konusmalarin saglikli oldugunu hala iddia edebilen insanlar var mi acaba bu blogta, belki saglikli dusunemeyen benimdir?
13 Mayıs 2011 01:30
ihtimal,
Gerçi demokrat arkadaş kısmen size katılmış ama ben sizin yorumlarınıza katılmayacağım. Haberi okumakla kalmayıp videoyuda dikkatle izledim. Vardığım sonuçlar şu oldu:
– Öncelikle videonun tarzı ile MHP’nin meşhur videoları arasında tarz olarak ciddi benzerlikler var. Sanıyorum aynı ellerden çıkmış.
– Çeşitli konuşmalardan alınan kısımlar bir araya getirilmiş. Bunlardan bazıları sohbet tarzında iken bazıları sanki sunumdan alınmış. Belli bir anlam bütünlüğü yaratmak için birlikte kurgulanmış. Halbuki ben konuşmaların tamamını dinlemek isterdim.
– Söylenilenler arasında hoş görülmeyecek şeyler olabilir. Bunlar “hükümet karşıtlığı” veya “cemaat karşıtlığı” şeklinde algılanabilir. Ancak, anladığım kadarıyla bu konuşmalar Jandarma İstihbarat çalışması için hazırlanan bir sunumda sarf edilmiş sözler. Yanılmıyorsam aşırı fraksiyonlara yönelik mücadele Jandarmanın görevlerinden biridir. İster Süleymancı olsun, ister PKK’lı olsun, ister militan solcu olsun, ister hizbullahçı.
– Konuşmaların içerisinde “SUÇ” olarak algılanabilecek bir şey göremedim. Yanlı ve radikal olduğu söylenebilir. Kim öyle değil ki?
– Adam, “herkes oyunu kullanacak” diyor. Bundan suç üretmenin anlamı nedir? Ahmet veya Mehmet’e oy verin demiyor!
– En önemli soruya gelecek olursak; neden sürekli bu dinlemeler, kasetler vs. piyasaya çıkıyor? Bundan kim zarar görüyor, kim kazançlı çıkıyor? Sızdırılan bu video ve kasetlerin bir amacı, hedefi olması lazım. Artık çok açık belli oldu… belli bir örgüt sürekli bu işleri organize şekilde planlıyor ve zamanı gelince yürürlüğe koyuyor. Burada asıl endişe edilmesi gereken bu iken bizi başka tarafa kanalize ediyorlar.
Silahlı Kuvvetlerin 3-4 senedir sürekli yıpratılması ve itibar kaybettirilmesinin KİMİN İŞİNE YARAYACAĞI’nın iyi sorgulanması lazım. Bu, basitçe vesayetin kaldırılmasıyla açıklanamaz. Bir vesayet durumu söz konusu olsaydı geçtiğimiz 7-8 yıl içinde sonucunu görürdük. Görmediğimize göre, mesele vesayet meselesi falan değil.
Askerin irtica karşıtı olduğu bilinmeyen bir şey değil… bu konuşmalar da kimse için sürpriz değil… Peki neden bu kadar sıklıkla gözümüze sokuluyor?
13 Mayıs 2011 02:46
Konusmanin icerisinde suc olarak algilanabilecek bir sey goremedim demissiniz; herhalde asagidaki ifadeler gozunuzden kacmis:
“Bu saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Bundan sonra yapılacak tek şey, fazla miktarda güç kullanıp kafalarını ezmek, ondan sonra bunu soğumaya bırakmak. Soğuduktan sonra da daha değişik tedbirlerle asimilasyonu hızlandırmak. Başka türlü olmaz bu iş. Artık Avrupa’yı mavrupayı unutup, hayır gidişat artık yani Kürtlerin özerklik kazanması yönünde ilerliyor hızla. Bu hükümetle bu iş olmaz. Bu hükümetin derhal alaşağı edilmesi lazım arkadaşlar, başka çare yok yani, gerekirse biz yapacağız”
Kaydin yapilmasi ve yayilmasi yonundeki rahatsizliginiza katilsam da bu konusmalarin benim icin de pek surpriz olmadigini soylemeliyim. Pek cok kimse, eminim ki iyi niyetle, Turkiye’de artik asker darbe yapmaz/yapamaz dese de ordu icinde hala darbeperver isimlerin oldugu ve eski genelkurmay baskaninin aksi yondeki taahhutune ragmen bunlarin ordu icinde barinabildigini dusunmekteydim, bu ses kaydi benim acindan bu yondeki gorusumu bir nevi teyit eder nitelikte, surpriz degil yani…
13 Mayıs 2011 11:40
Sayın Olasılıksız;
” Konuşmaların içerisinde “SUÇ” olarak algılanabilecek bir şey göremedim. Yanlı ve radikal olduğu söylenebilir. Kim öyle değil ki?”
Haklısınız ben de çirkin olduğunu belirttim ama içinde suç oluşturacak bir bölüm yok gibi.Burada sayın fmeraklı ile ayrılıyoruz.Aslında O’nun bizi suç olmadığına ve fikir boyutunda kaldığı sürece ,eyleme geçmediği sürece de suç
oluşturmayacağına ikna etmeye çalışıyor olması gerekir bir ‘özgürlükçü’ olarak.Problemli kısım ”…gerekirse biz yapacağız..” Burada ”nasıl yapacaksınız” sorunsalı çıkıyor önümüze.Yanıt çok çeşitli olabilir; ” seçime katılacağız,oy vereceğiz,halkımızı bilinçlendireceğiz,halkın eğitim seviyesini artıracağız (yerseniz tabii) ya da her neyse işte…Aslında değerlendirmeyi ,bu sözlerin nerede ve nasıl söylendiğini de bilerek ve hesaba katarak yapmak gerektiğini düşünüyorum.
Diğer bölümler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir ve beyefendi hala ”öldürmekle ,ezmekle,asimile etmekle sorunların çözüleceğini sanacak kadar geride kalmış ” diyebilirsiniz.Kaldı ki bu söylediklerini ve daha fazlasını insanlar meydanlarda hergün bağıra çağıra söylüyorlar.Söylediklerinden (etnik mesele)çıkacak sonuç bağlamında ise çıkarımlarının
doğru olduğunu düşünüyorum.Tek ‘çözüm’ olarak ‘özerklik’ modelinin getirilip önümüze konduğunu ve artık tehdit etmeye varan seviyelerde konuşulduğunu kimse inkar edemez.Ayrıca ‘özerklik’ sonrası oluşabilecek konsept ve
sonrasında yaşanacak gelişmelerin ne olacağı belirsiz değil mi?Ali Bayramoğlu dünkü yazısında ‘özerklik’ fikrinden beslenen çatışmacı ve yeniden inşaacı,genişlemeci zihniyet olduğu sürece çözüm’ün
zorlaşacağından bahsediyordu ama sanki ‘karnından’ konuşuyordu biraz.
İşin servis edilme boyutunda hepimiz aynı sonuca ulaşamıyoruz sanırım, şahsen iki düşünce yapısını da önemsiyorum;servis edilme gerekçesi hem TSK’yı yıpratmak maksadı güdebilir,hem de artık bu darbeci zihniyet son bulsun,ve bu ülke bu ‘vesayet paranoyası’ndan kurtulsun mantığı taşıyabilir ,her ikisi de olabilir tabii.
13 Mayıs 2011 17:34
Demokrat,
Ses kaydindan yukarida alintiladigim kisimla ilgili gercekten de sizinle ayriliyoruz. Bir ozgurlukcu olarak benden o ifadelerin suc olusturmadigina yonelik bir tavir almam gerektigini ifade etmissiniz.
Hemfikir degilim, zira evrensel anlayisa paralel olarak benim dusunce ozgurlugunden anladigim siddet icermedigi ve siddeti tesvik etmedigi surece her tur dusuncenin ozgurce ifade edilebilmesidir. Belli bir etnik gruba yonelik olarak kafalarini ezmekten, asimile etmekten bahsedilmesini yukarida ifade ettigim anlayis baglaminda dusunce ve ifade ozgurlugu kapsami icerisinde degerlendirmek bence mumkun degil. Ses kaydindaki ifadelerin bangir bangir meydanlarda soyleniyor olmasi da benim acimdan bir degisiklik yaratmiyor, zira o ifadeler nerede, kimin tarafindan ve hangi baglamda soylenirse soylensin dusunce ve ifade ozgurlugu kapsaminda degerlendirilemez, ya da en azindan ben oyle dusunuyorum.
13 Mayıs 2011 18:01
fmeraklı;
aslında ayrılmıyoruz,
ben ifade etmekte biraz eksik kaldım sanıyorum.
”… değerlendirmeyi ,bu sözlerin nerede ve nasıl söylendiğini de bilerek ve hesaba katarak yapmak gerektiğini düşünüyorum.” Buraya biraz daha vurgu yapmam gerekirdi,yeterli olmamış.
Şimdi sözlerin söyleniş tarzına ve
içeriğine bakarsak, bir sohbet ortamında söylenmiş olduğu çok belli.Yani diyeceğim bu sözler sohbet edilen ortamda kalması gereken ,gizlice kaydedilmiş ve servis edilmiş sözler.Bence söylenmiş olması suçun oluşması için yeterli değil,çünkü resmi bir sıfatı yok,görevle ilgili değil ve yüksek ihtimal propaganda amaçlı da söylenmemiş.Hangimiz masumuz,hangimiz şöyle sunturlu bir küfür etmez ki
damarımıza basıldığında.En fazla o kişi hakkında/düşünce yapısı hakkında fikir verir ama dediğim gibi suç oluşturması için mekan , zaman ve amaç denklemlerini çözmemiz gerekir.Yoksa çardakaltı muhabbetinden öteye gidemez.
13 Mayıs 2011 19:00
not:Ayrıca bir hukuk sitesinden alıntıladım;
”Aleni konuşmaları kaydetmek suç değildir. Buna karşılık kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinlemek veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydetmek iki aydan altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Kişi aleni olmayan söyleşinin tarafı da olabilir, yani söyleşiye katılan kimselerden biri de olabilir. Bu durumda da diğer konuşanların rızası olmadan söyleşiyi kayda almak suç oluşturmaktadır. Bu dinleme veya kayıtları kullanarak yarar sağlayan veya bunları başkalarına veren veya diğer kişilerin bilgi edinmelerini temin eden kişi de altı aydan iki yıla kadar hapis ve 1000 güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır (md. 133).
Konuşmanın aleni olup olmadığını belirlemek bakımından, konuşmanın başkaları tarafından ancak özel gayret gösterilerek duyulabilecek olması aranır. Dolayısıyla kamuya açık bir yerde de iki kişi arasında yapılan özel konuşmalar aleni değildir. ”
”( CMUK ) 254/2.maddesinde (koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz.) ”
13 Mayıs 2011 18:59
Onbeşinci yüzyıla hoşgeldiniz …
“Bana en dürüst bir insan tarafından yazılmış altı satır getirin, içerisinde onu astıracak birşey bulurum” — Kardinal Richelieu
“Ben özgürlükçüyüm, özgürlüğün tanımını da ben yaparım” — Kral III. FMerakli
Kralımız çok yaşa!
13 Mayıs 2011 19:22
15 yuzyila zaman yolculuguna cikacaklara kucuk bir uyari: Kaptan sofor ayni yil icinde Mart ayinin Haziran ayindan once geldigini bile pek farkedemiyor, binaenaleyh 15. yuzyila dogru uzun bir yolculukta basiniza bir sey gelirse benden bilmeyin, bir de can guvenliginiz icin seyahatte sakin yaniniza okumak icin Balbay’in notlarini almayin, benden soylemesi…
13 Mayıs 2011 19:41
Yandaki Blog yazısından taşıdığınız yorumları bile çarpıtabildiğinizi görmek ustalığınıza olan hayranlığımı bir kat daha arttırdı. Sizin gibi bir usta varken kaptanlık yapmak bana düşmez. Ben olsa olsa muavininz olurum. Emriniz üzerine Balbay okuyanları da yardım ve yataklık suçundan Silivri’ye bırakıveririz ondokuzuncu yüzyıldan geçerken.
13 Mayıs 2011 19:49
Rica ederim, sizin gibi her yorumunda gercegi carpitan birinin elinden manipulasyonun krali unvanini aldim ya, o onur bana yeter…
13 Mayıs 2011 21:03
Fmerakli: “farkedememek” konusunda, hatali referanslar vermek konusunda, cimbizlanmis alintilar ve okudugunuzu manipule etmek konusunda sizin guzergahiniz belli. Soyle actim baktim, benim yorumlarimin buyuk kismi sizi duzeltmekle gecmis. Yine duzelteyim:
http://www.un.org/en/documents/udhr/index.shtml
Evrensel insan haklari beyannamesine gore 18 ve 19. maddede duzenlenen dusunce ve fikir ozgurlugune kisitlama 30. maddede bunlarin baskalarinin hak ve ozgurluklerini kisitlayici *aksiyon* ve *davranislara* girmek icin kullanilamayacagini alenen soyluyor.
Bunu da soylediklerinizin genel olarak icerigine katilmadigim icin, yani bu kayitta gecenleri “yahu insaf, hala mi!” diye dinlemedigim icin de soyluyor degilim, onu da belirteyim.
Yalniz sizin bu ileri surdugunuz fikir, genelde hep evrensel insan haklarina dayandirilarak verilir, sizin yaptiginiz gibi hatali da verilir, orada kisitlanan ifade ve dusunce ozgurlugu degil bu ozgurlugun baskalarinin haklarina ve ozgurluklerine mudahil aksiyonlara, davranislara girismek icin kullanilamayacagidir. Zaten Ergenekon’daki belli tutuklamalar gecmiste de hep dusunceden dolayi olmus gibi gorunuyor. Onun disinda (bunun insan haklarina gore suc teskil ettigini ileri surdugunuz hataniz disinda) etik olarak, siyasi olarak benim de asla kabul edebilecegim bir bakis acisini yansitmiyor. Orgutlenip bu adam darbe yapmaya kalkarsa o ayri. Tutuklansin tabii o zaman.
Ama bunlar ayri ayri seyler.
14 Mayıs 2011 04:29
Tabi bu arada, dusunce ozgurlugunu tamamen ortadan kaldirmak icin ortaya atilan fikirleri de dusunce ozgurlugu icerisinde mubah gorebilmek apayri bir argumantasyon yetenegi gerektirir 🙂 Bu kisir dongunun bir yerde bitmesi gerekiyor ama nerde?
14 Mayıs 2011 12:50
”Kısır döngü gerçeğine katılmamak elde değil tabii ama bir de hukuki açıdan (en azından şu alıntıladıklarım açısından) bakarsanız;
”…ortaya atilan fikirleri de dusunce ozgurlugu icerisinde mubah gorebilmek apayri bir argumantasyon yetenegi…”
yeteneğin nereden geldiğini ve asıl boyutunu görebilirsiniz.HUKUK.
14 Mayıs 2011 14:08
Demokrat, evet haklisiniz. Insanlar hoslarina gitmeyen seyleri duyunca bunu argumantasyon saniyorlar. Yazik olan da bu. Cunku olmamasi gerektigini dusunuyorum ben de boyle bir fikrin, ama var, olmamasi gerektigini dusunuyorum diye de bunu evrensel insan haklari beyannamesi boyle diyor diye satamam. Olmamasi gerektigini dusundugumu, insaf yahu artik dedigimi soylerim. Ama soyledigimi desteklemek icin uluslararasi hukuku carpitamam. Olan budur.
14 Mayıs 2011 15:40
Demokrat:
Kisir dongu kismina doneyim: katiliyorum. Ama acikcasi ben artik Turkiye’de darbe olabilecegini olasiligini dusuk goruyorum. Olacak olsaydi butun bu gelismeler olurken olurdu diye dusunuyorum. Elbette TSK biraz siyasi guc kazansa yine mudahale etmeye kalkmaz diyemiyorum ne yazik ki. Ama mudahalelerin sekli degisik olur diye dusunuyorum. Buyukanit’in e-muhtirasi gibi. Ya da Nokta’nin basilmasi gibi. Bu benim sahsi kanaatim. Bu, bu mantalitede insanlar olmadigi anlamina gelmiyor. O ayri.
Isyan ettigim nokta, su anda dusunce ve ifade ozgurlugunun muthis bir baski altinda oldugu bir ortamdayiz ve bunu “siviller” yapiyor.
Soruyorum: biz milletce illa bu ikisinin arasinda sıkısmak zorunda miyiz?
14 Mayıs 2011 07:59
Acracia,
Hemfikir degilim, hukuk niyahyetinde kacinilmaz olarak yorumu icinde barindirir, ben sizin yorumunuzu kendi adima dogru bulmuyorum. Ozellikle Turkiye ozelinde fazla iyimser bir yaklasim oldugunu dusunuyorum. Diyelim ki dokunulmazlik zirhi tasimayan bir AKP’linin soyle bir ses kaydi cikmis olsun:
“Bu saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Bundan sonra yapılacak tek şey, fazla miktarda güç kullanıp komutanlarin kafalarını ezmek, ondan sonra bunu soğumaya bırakmak. Soğuduktan sonra da daha değişik tedbirlerle sivil diktayi hızlandırmak. Başka türlü olmaz bu iş. Artık Avrupa’yı mavrupayı unutup, hayır gidişat artık yani ordunun yonetime el koymasi yonunde ilerliyor hızla. Bu orduyla bu iş olmaz. Bu ordunun derhal alaşağı edilmesi lazım arkadaşlar, başka çare yok yani, gerekirse biz yapacağız””
Cok merak ediyorum acaba albayin soylediklerini dusunce ve ifade ozgurlugu icerisinde goren bu blogta yorum yapanlar da dahil kac kisi yukarida benim uydurdugum ifadeleri de dusunce ve ifade ozgurlugu icerisinde gorur acaba? Savcilar halki askerlikten sogutmak basta olmak uzere TCK’nin bir suru maddesini yukaridaki ifadelere uygulayacakar, Balyoz/Ergenekon davalarinin tezgah oldugunu dusunenler de buna pek ses cikarmayacaklardir, haksiz miyim? Sizi tenzih ederek soyluyorum, siz acikyureklilik cikar “AKP’linin soyledikleri dusunce ve ifade ozgurlugu kapsaminda degerlendirilmelidir, ortada aksiyon, eylem yok” dersiniz. Ben her iki ifadenin de siddeti icerdigi/savundugu/mesrulastirdigini dusunuyorum ve bu anlamda da yaptirima tabi olmasini uygun buluyorum.
Bir de orgutlenip darbe yapmaya kalkarsa ayri tutuklansin o zaman diyorsunuz, ama orgutlenip darbe yapmaya kalkistigi icin yargilanan Tolan, Eruygur basta olmak uzere asker kokenli Ergenekon saniklari icin surmekte olan yargi surecini pek desteklemediginiz gibi bir gorunum de cikiyor yazdiklarinizdan. Eger bu sekilde dusunmuyorsaniz duzeltirsiniz, ama ben boyle bir izlenim ediniyorum yazdiklarinizi okuyunca. Hele ki Sarikiz, Ayisigi, Yakamoz planlari icin Balyoz plani hakkindaki var olan soru isaretlerinin mevcut olmadigi goz onune alindiginda pek cok kisi Balyoz plani hakkinda supheler var, oyleyse Ergenekon davasindaki planlar da suphelidir gibi bence hicbir dayanagi olmayan bir tavir izliyorlar. Mesela asagidaki satirlar Ergenekon 2. iddianamesinde yer alan Ayisigi darbe planinindan bir kesit:
————
“GENELKURMAY BAŞKANI HİLMİ ÖZKÖK’ÜN EMEKLİYE AYRILMASI VEYA ETKİSİZ/YETKİSİZ HALE GETİRİLMESİ İÇİN;
“YAPILACAKLAR”
01-Kuvvet Komutanlarının yapacağı açıklamaların metinlerinin hazırlanması,
02-Darbeye katılacakların ve karşı olanların belirlenmesi, katılacaklarla temas edilmesi, karşı olanların ise saf dışı edilmelerinin planlanması,
03-Darbeye karşı olan bazı kişilere vaatlerde bulunulması,
04-1.Ordu Komutanı Yaşar BÜYÜKANIT ve 2. Ordu Komutanı Fevzi TÜRKER’İN altında sağlam adamlar bulunması yada oldu bitti ile bunların hareketsiz ve yetkisiz bırakılması,
05-Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç YALMAN ile irtibat elemanı bulunması,.
06-Kuvvet Komutanlarının arka arkaya sert açıklamalar yapması,
07-“Emekli Generaller, diğer subayların ve darbe ile koordineli hareket eden sivillerin Başbakan ERDOĞAN ve Genel Kurmay Başkanı ÖZKÖK’ü hedef alan açıklamalar yapmaları,
08-TSK içerisindeki generallerin Genelkurmay Başkanına açık ve imzalı mektup yazması,
09-TSK içerisindeki alt hiyerarşik yapının da yoğun mektup, faks ve e-posta ile tepkilerini dile getirmesi,
10-Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç YALMAN’ın’ın son anda işin içine çekilmesi…
————-
Ne dusundugunuzu tam bilemedigim icin sizi tenzih ederek soyluyorum ama Eruygur, Tolon basta olmak uzere Sarikiz, Ayisigi, Yakamoz planlarina dahli olan asker ve sivillerin yargilanmasina itiraz edenler icin “darbe planini yargilamak icin dogru zaman ne zamandir?” sorusuna ne cevap vereceklerini de cok merak ediyorum. Tanklarin kisla kapisina ilerlemesini mi beklemek lazim acaba?
14 Mayıs 2011 11:49
Sayın fmeraklı,
Bu blog’da fikir ayrılığına düşmek istediğim en son yazar sizsiniz,öncelikle bunu belirteyim,ama nedense görmek istediklerinizi görüp,diğer taraflara bakmayı reddediyorsunuz.Bu konuşmaların çirkin ve gereksiz olduğunu,vicdanlarda
‘suç’ oluşturduğunu herkes kabul ediyor.Bunu slogancı ve düzeysiz yazarlar hariç kimse inkar etmez,ancak siz de kabul ediniz ki yaptığınız benzetme hem uygun değil hem de yaşamın görünen gerçeklerine ters.Şöyle ki;bahsekonu şahsın söyledikleri belirli bir etnik çevreye yönelikken sizin örneğiniz ülkenin tamamen yasal bir devlet kurumuna yönelik.İkincisi bu kurum mevcut iktidarın emrinde olan bir kurum ve ‘isyan’ noktasında değil.Yani ne kadar mantıklı bir değişim yapmış görünseniz de içerikte öyle olmuyor.
Bir de işin şu boyutu var ki ;bu benzetmenizin çok daha ağırları internet ortamında ,özellikle yurtdışından yazıldığı belli olan yorumlarda bolca mevcut,araştırsam size binlerce bulabilirim.En basitinden bir örnek hemen aklıma geliyor,
Sayın Cumhurbaşkanı’nın beyin takımından olduğu iddia edilen bir yeni yetme Silahlı Kuvvetleri Hitler’in ordusuna benzetebiliyor, bundan büyük hakaret olur mu?
http://siyaset.milliyet.com.tr/kilicdaroglu-na-circir-tsk-ya-fuhrer-benzetmesi/siyaset/siyasetdetay/13.05.2011/1389673/default.htm
Kaldı ki (yukarıda da yazdım)gizli ortam dinlemesinin suç olduğunu ve asla bir kanıt olarak kullanılamayacağını sizin daha iyi bilmeniz gerekir, nedense bu konuyu görmezden geliyorsunuz.
14 Mayıs 2011 14:13
Fmerakli,
Zahmet etmissiniz. Soyledigim cok basit: o kayitta soylenen seye katilmiyorum. Oldukca da nahos. Evet.
Ama soyledigi seyi sevmedigimi soylemek icin uluslararasi hukuku, olmayan bir sey gibi gosteremem. Sevmedigimi soylerim. Sizin soylediginiz “…ya da ben boyle dusunuyorum” kismina itirazim yok, nasil olabilir? Ama soylediginizi desteklemek icin evrensel insan haklari beyannamesini egip bukmenize var.
Konu bunlarin hicbiri degil. Kusura bakmayin.
14 Mayıs 2011 00:51
fmerakli,
İlk mesajımda ses kaydının çeşitli kayıtların kırpılması ile oluşturulduğunu, tümünü dinlemek istediğimi dile getirmiştim. Neden ilgili bölümün tamamı veya geniş bir kısmı servis edilmemiş de içinde “asimilasyon, kafalarını ezme, hükümeti alaşağı etme” gibi sınırlı bir kesimden alıntı yapılmış… benim merakımı cezbetti.
Bunlar hoş sözler değil… ama asker olsun, olmasın hepimizin çevresinde benzer düşüncelerde olan kişiler vardır. Hatta, asker düşmanı olan kişilerinde benzer düşünceleri asker için dile getirdiklerini görmek de olası. Sonuç olarak kişisel bir görüş ve bunun özel bir sohbette dile getirilmiş olması “hata olarak” görülebilse de hem suç teşkil etmez, hem de askerin darbe istediğine işaret etmez. Aynı şahsın 30-40 sn sonra “herkes oy kullanacak” demesi bahsi geçen şahsın kendi başına darbe gayretinde olmadığının, demokratik yollarla hükümetin “alaşağı edilmesi” düşüncesinin tezahürü de olabilir.
Tabi olayı bu kadar basite indirgemek de istemiyorum. Ancak, ağaca bakarken ormanı gözden kaçırmamak lazım. Binlerce subayın olduğu silahlı kuvvetlerde her zihniyette, darbe karşıtı, darbeci, çeteci, cemaatçi, hırsız, yalancı, dürüst, mütedeyyin her türlü kişi olabilir. Burada kanımca dikkat edilmesi gereken şey; bu tür kayıtların yapılmış olması ve bunların sürekli aynı mekanizmalar (Taraf, Zaman, Yeni Asır, Vakit vs.) tarafından servis edilmesidir.
Burada hedeflenen amaç gözden kaçırılmamalıdır. Askere karşı olan zihniyet tarafından askerin itibarsızlaştırılması ve halk desteğinin azaltılmasının amaçlandığı çok açık ortadadır. Özellikle dindar kesimin askere tavır alması için tüm gayrı resmi istihbarat kaynakları seferber edilmiş gibi görünüyor. Bu önemli bir husustur.
Aslında asker sanıldığı gibi dinsiz ve din karşıtı bir kurum da değildir. Askerlerin çoğu muhafazakar veya ortanın sağında denilebilecek kişilerdir. Ama asker irticaya, dincilere karşıdır ve tavırlıdır. Şu anda yürütülen politikayla bu tavır ve hareket kabiliyetinin de önlenmeye çalışıldığı aşikardır. Halbuki, Cemalettin Kaplan ile başlayan Silahlı İslami mücadele ve yakın tarihte tezahür eden Hizbullah ve El Kaide gibi örgütlenmelerin özgürlükçü, demokratik veya “liberal” çizgilerde oldukları söylenemez.
Peki, cemaatler ve dini örgütlenmelere karşı askerin tavrı ve hareket kabiliyeti nasıl önlenebilir? Yanıt önümüzde duruyor.
Görmek için sadece bakmak lazım.
———————————————-
Ek olarak; cemaatlerin bir tehdit unsuru olmaktan çıkartılmasının “başlarının ezilmesi” değil, bu örgütlerin legalize edilmesi olduğunu düşünüyorum. Yani, kaydı, kuydu, üyeleri, örgütlenmesi olan yapılar haline gelmelidir. Bir metodist kilisesi veya protestan örgütlenmesi gibi yasal yapı içerisinde yer almalılar. O zaman hepimizin kafasındaki kuşkular ortadan kalkacak, kimsenin başının ezilmesine de gerek kalmayacaktır.
14 Mayıs 2011 08:03
Yazinizin ust bolumu icin Acracia’ya verdigim cevabi okursaniz memnun olurum, uc asagi bes yukari sizin yorumunuza da cevap niteligi tasiyor. Yorumunuzun son bolumunde cemaatlerin tehdit unsuru olmaktan cikartilmasi icin getirdiginiz oneriyi onemsedigimi ve destekledigimi de ifade etmek isterim…
14 Mayıs 2011 00:59
Sayın demokrat,
Haklısınız.. zaten bende konuşmanın tümünü dinlemek istediğimi belirtmiştim. Ama önümüzde derlenmiş bir buket cümle yığını var. Belki adamın 2 saatlik konuşmasından 45sn lik bölümü alınmış.. Kalan 119 dakikada demokrasinin faziletlerini saymış.. bunları bilemiyoruz. (Fazla iyi niyetli oldu sanırım… 🙂 Ama aksini düşünmek için konuşmalardaki kısımlar da yeterli değil)
Vesayet kısmında sizlere katılmıyorum. Ülkede uzun süredir bir vesayet ortamı yok. Hilmi Özkök ile o süreç sona erdi. Yanlış anlaşılmasın, vesayet olmaması darbe riskini önlemiyor kanımca. Hatta vesayet sistemi belki de bir emniyet sübabıydı. Şimdi ansızın darbeler de gelebilir. Silahlı kuvvetler olduğu sürece ve ülkede refah ve demokrasi doğru düzgün yerleşmediği sürece kimse bunun aksini garanti edemez.
Aslında ben gidişatın da pek sağlıklı olmadığı kanısındayım. Ülkede ciddi şekilde hizipleşme, kutuplaşma başladı. Özellikle kürt sorunları her ne kadar dağ eylemler anlamında azalsa da, şehir eylemleri ve söylemleri olarak kontrolden çıkmaya başladı. Bu daha tehlikeli bir gelişme.. çünkü önünüzde silah atacağınız bir düşman da yok. Birbirine düşman olmuş kitleler var.
Darbeler de böyle ortamı sever zaten.
14 Mayıs 2011 11:05
Tamamen anı fikirdeyim sayın Olasılıksız ,o nedenle vesayet değilde’‘vesayet paranoyası” demiştim zaten.Ama bu zihniyetteki şahısların çıkıp muhabbet ortamı da olsa bir çuval inciri heba etmesi yok mu…
14 Mayıs 2011 14:40
Demokrat,
Bir seyi de hatirlatayim, belki manidardir: ben ordu icinde disinda da bu kayitlarda ifade edilen fikirlere sahip insanlar olduguna eminim. Tabii AKP ve Gulen cemaatine bagli sahislar ozelde ne konusuyorlar, bilemiyoruz.
Bunu da darbeyle bu sahislarin dusuncelerini esdeger gordugum icin soylemiyorum; bunun yanlis anlasilmasini istemem, zaten ne kimsenin dinlenmesini ne de zan altinda birakmak istemem. Sadece hep belli fikirlere sahip sahislarin kayitlari medyaya servis edildigini vurgulamak istiyorum. Bu seklen boyle.
Icerik olarak, o kayitta soylenenlere katilmamak baska.
Baska bir seye dikkat cekmek istiyorum yalniz: o tehdit mektubunun yollanmasinin hemen arkasindan bu kayit servis edildi. Oysa cok aci bir sey bu soyleyecegim, ama ben ellerinde boyle asker konusmalari kayitlarindan cok olmasina pek de sasirmayacagim eger varsa, dolayisiyla neden simdi diye dusunmuyor degilim. Bunu da buraya not edeyim, dursun.
14 Mayıs 2011 14:43
pardon hep belli fikirlere degil, belli meslek mensubu veya hedef kitleye kim dusmusse onlarin konusmalari olacakti. hep belli bir fikre sahip degil. duzeltmek isterim.
14 Mayıs 2011 20:05
Sayın Acracia;
”Soruyorum: biz milletce illa bu ikisinin arasinda sıkısmak zorunda miyiz?”
Kısmını alıntıladım uzatmayayım diye,ama söylediklerinizin her kelimesine katılıyorum.Yazılarınızı büyük bir keyifle okuyor ve tarafsızlığınıza/objektifliğinize hayran olmamak elde değil diyorum.İyi ki varsınız,kılı kırk yarıyorsunuz,bilgi ve görgümüze katkı yapıyorsunuz.Sanırım bu detayı sayın Fmeraklı’da görüyordur.
Bu arada ben şahsen tam da yukarda parmak bastığınız yerdeyim…
14 Mayıs 2011 21:37
Demokrat Bey,
Iltifatiniz icin tesekkur ederim ama inanin boyle bir iddiam hic yok; ben normalinde olmasi gerektigini dusundugum gibi bakmaya calisiyorum, ama bazen, Bulent Bey’e de soyledigim gibi karsimdaki sahsin cok gudumlu baktigini dusundugum zaman karsit delilleri ozellikle vurgulama ihtiyaci duyuyorum. Tabii o arada yafta ustune yafta yiyorum, onun da bilincindeyim ama cok da onemli degil acikcasi. Boyle yapa yapa susturdular insanlari. Onu hissedince de benim damarim tutuyor, bazi konularda sesim normalde olacagindan fazla cikiyor, hepsi bu.
Ama bakin hic otorite olmak gibi bir iddiam da yok; ben de herkes kadar birseyleri anlamaya calisiyorum. En rahatsiz oldugum da su “otorite” insasi, yani bunun otoritesi, sunu bunu yapmis falancayi bilir gibi. Bunu kose yazarlari da yapiyor, bazen detay verip soylediklerine otoriter bir ton katmaya calisiyorlar, mantik veya bilgi hatasi icerince de rahatsiz oluyorum; zira bu sekilde de insanlarin dusuncelerine nufuz etmeye muktedirler ve bunda da basarili oluyorlar.
O verdigim linklerdeki mantik hatalarini tercume etsek Ingilizce bilmeyenler icin ve acsak baksak, bu blogda cok buluruz. Diyorum ya, benim yaptigim ozel bir sey aslinda hic yok. En objektif benim de demiyorum asla. Ama elimden geleni yapmaya calisiyorum
Bir dokundunuz bin ah isittiniz, gordunuz mu? Bu blogun asil huysuzu benim aslinda.
14 Mayıs 2011 21:54
Aslinda bu is icin bir tesebbus vardi. Alev Alatli’nin gurubu ugrasip bir seyler ortaya cikartmisti. Soyle: http://www.safsatakilavuzu.com/giris.htm
14 Mayıs 2011 22:22
Doğru,adı üstünde doğru bir çizgidir ,sağından ,solundan , altından,üstünden,kıyısından,çaprazından baksanız da farklı gibi görünür ama bu görüntüler onun doğru olduğu gerçeğini değiştirmez.Ben sizin hem tüm bakış açılarından bakmaya çalıştığınızı hem de (detayları) geniş perspektiften (bağımsız)değerlendirdiğinizi düşünüyorum,huysuzlansanız da benim gördüğüm bu.Buna vurgu yapmak istedim yalnızca.
14 Mayıs 2011 23:09
Demokrat Bey,
Evet, iltifat alinca genelde huysuzlandigim dogru. Genelde bastirabiliyorum ama daha onceki tartismalardan olacak bu sefer yaziverdim. Elbette, siz incelik gostermissiniz, tesekkur ederim.
Umarim bunun sizinle alakali olmadigini, benim genel bir bakis acimi yansittigini anlatabilmisimdir. Ben asil beni uzeni soylemeye calismistim, sizin soylediginiz vesile oldu. Nezaketiniz icin tekrar tesekkur ederim.
Not: ama argumanlarda ozen aramaya huysuzluk demek istemedim. O da yanlis anlasilsin istemem. O ozenin onemini azaltir yoksa. Duzeltmek isterim.
15 Mayıs 2011 02:02
Uzatmak istemem, ama su hususa parmak basmanin onemine inaniyorum zira yanlis anlasilmak daha da az istedigim bir sey:
Bir sahis, olmasi gereken olduguna kani olarak bir prensipten yola cikarak hareket ederken, ona iltifat edilince aslinda bu sanki atiyorum mesela yalan soylemediginiz icin tesekkur ederim gibi bir sey oluyor sanki. Halbuki zaten olmasi gereken o, anlatabiliyor muyum? Bu sebeple yapilmis bir iltifat, o sahsin olumlu gorunen ozelliginden ziyade aslinda tartisma ortaminin durumu hakkinda daha cok fikir veriyor. Bunu dusunurseniz de uzucu bir sey aslinda. Uzuldugum de dogru, nerede yasiyordunuz ayda mi diyeceksiniz ama ben bu Balyoz tartismalarina girene kadar ortamin bu kadar kutuplastiginin farkinda degildim. Akli basinda bildigim insanlardan acaip yorumlar duyunca da hayrete dustugumu de ekleyeyim.
Huysuzluk dedigim de bu ortamda iyi kotu elimden geldigince adil olmaya calistigim icin yucegonulluluk gosterip sarf ettiginiz guzel sozler, aslinda ortamda ne cok haksizligin ve adaletsizligin hukum surdugunu dusundurtmesi aslinda.
Dahasi da var, bir kismini acikladim zaten, ama bunun icini daha da acabilirim, ama bunun beni mahcup etmesi disinda etik acidan baska boyutlari da olmasina ragmen burada keseyim; yeterince vaktinizi aldim. Cogu zaman bastirabiliyorum derken de bu konuya girmemekten bahsediyorum. Soylediginiz seyler vesile oldu bu kez zira bir de o otorite durumunu da dusunmekteydim. Ancak yersiz bir cikis oldu belki burada. Eger oyleyse ozur dilerim.
15 Mayıs 2011 02:16
Acracia bey, bu otorite isi cok ilginc aslinda. Turkiye’de oldugu kadar disarida da karsiniza cikiyor. [Belki mana veremediginiz bir itismeye de mana verir bu, hem de bir ornek] Bakin ABD baskaninin da okudugu ortaya cikan blogda ‘otorite’ konusunda burali da olmayan insanlardan ne laflar dokuldu. Bu tavirlarin ‘batili’ insanlarda hele su veya bu sekile aydinlanma degerlerinden dem vuranlarda olmamasi beklenir ama oluyor, acikca oluyor, ‘dediginiz budur’ denince de tepki cekiyor. Asil bu isin antropolijisi midir artik neyse ona bakilmali. Insan kaynagimizi yoldan cikartiyoruz ama o insanlara ihtiyacimiz var.
15 Mayıs 2011 03:22
Yanlis bir sey soyledim. “Bakin ABD baskaninin da okudugu ortaya cikan blogda…” degil. Oyle bir sey yok. Birilerinin baskana oku dedigi blog olacak o. Ozur dilerim.
17 Mayıs 2011 12:04
Bulent Bey, size yanit verdim ama biraz asagida cikti.
14 Mayıs 2011 22:41
Soruyorum: biz milletce illa bu ikisinin arasinda sıkısmak zorunda miyiz?
Bu sorunun ima yoluyla ‘zalim secmece mi oynuyoruz?’ seklinde sorulmusu vardi Eksi Sozluk’te. Avci’nin kitabinin uzerine Taraf’ta filan cikan garip garip yazilara tepkiydi galiba. Biraz kufurlu, rahatsiz olacak olan tiklamasin lutfen: http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=%2320144821
14 Mayıs 2011 23:21
Ben bunlari gormemistim, Bulent Bey (Alev Alatli ve ekibinin bu calismasi ile Eksi Sozluk’te gecen tartismayi). Keske bitirseymis Alev Hanim ve ekibi bunu.
Baglantilar icin cok sagolun. Yagmurdan kacarken doluya tutuluyoruz hissi icindeyim nicedir.
17 Mayıs 2011 02:08
Bulent Bey, otorite konusu cok ilginc cunku hem oldukca karmasik, hem de belki de bir nebze herkes kendisini cesitli konularda kendi goruslerine sahiplenerek konusuyor aslinda. Ama sorun bunun nasil yapildiginda, nasil bir tartisma kulturu yaratildiginda, kimi zaman da karsisindakini nasil ezmek icin kullanildiginda. Uzatmamak icin cok acmiyorum simdi ama:
Mesela obur sahifede, daha once burada insan haklari otoritesi ilan edilen Orhan Kemal Cengiz’in Twitter’da bir baska otoriteye gidin dedigi seyleri koymus birisi, o otorite de AIHM.
Neden? Kendisi bu blogu okuyup kendisi karar veremiyor mu? Insan haklari konusunda calismis o kadar, AIHM’den karar cikinca mi buradaki haksizliklar hakliliklar tescillenecek? En cok da buna icerliyorum, cocuk muyuz biz, Avrupa Insan Haklari Mahkemesi bir sey dedi diye gecerligi olacak??]
Not: Sizin verdiginiz linkte de enteresan bir dinamik donmus. Aslinda bir gun yeri gelirse o konuda konusmak isterim o konuda. Beni rahatsiz eden bir konu bu otorite meselesi; orada da farkli anlam dunyalarinin besledigi gorusler birbirini teget gecmis gibi gorundu bana. Belki yaniliyorumdur, ama oyle geldi. Zira obur adam size “oralisiniz diye otorite sayilmazsiniz” demeye getirmis gibi geldi. Ama sizin gercekte ne soylemeye calistiginizi anladigini sanmiyorum.
17 Mayıs 2011 14:38
Acracia bey,
OKC’nin dedigini cozmek zor cunku benim buradan anladigim zaten bahsettigi itirazlar yapildi o surecler yuruyor ve o dedigi 1-2 sene gecmis degil. Bilemiyorum, diger Ergenekon davalari ile bu davayi ve bu delilleri de karistirmis biraz galiba. Benim aklim almiyor bu basin iliskisi, koseci olma, oralarda yazma, yazarken o agizdan yazma filan islerini zaten. TZ ve isini kaybeden bir kosecisi baglaminda burayla ilgili ama FG’nin bordrosundaki insanlardan isittigini kendi agzindan satmayan turden bir yabancinin Finkel icin yazdigina link vereyim.
O konudaki otorite meselesinde haklisiniz. AIHM (ve AB) durumunda bir de soyle bir de soyle bir problem var, Ankara’ya dahi halk olarak ne derece hakim oldugumuz ortada degilken gucu iyice uzaga ve kontrolumuzun iyice disina tasiyoruz. Bu bizim Ankara ile problemimizi cozer gibi gozukuyorsa da aslinda tehlikeli bir sey. Yakindaki bize tabi otoriteyi begenmedik, uzaktaki — prensibe tabi oldugunu ve oyle kalacagini umid ettigimiz — duzeltsin demek gibi geliyor bana bu. Bir tur liberallesmeden belki bu anlasilabilir ama demokratiklesme boyle olmamali herhalde. (Olamadigi icin oyle yapiyoruz diyenler de o zaman secmenimiz, milletimiz ne derse olur filan diye tepinmesinler. Boyle yapilinca anlayamiyoruz ki kimin ne hesabi vardir hangi dedigi ciddi hangi dedigi politik propaganda/yalan diye.)
Obur tarafta dediginiz gibi bir teget bir hal olabilir, haklisiniz. Yalniz uzmanlik sorgusu ile isi tetikleyen adam da burali filan degil (degilim diyor kendisi). Benim mudahale etmem cevaben akademik titr kullandildigi icin oldu, yoksa asikar zaten o gun icin moda ve genel laflarin kabaca ozet icin edildigi. Spesifik itiraza cevap yerine genel ‘ama o koca muteber profesor’ denirse karsiliginda nasihat da alinma ihtimali olabilir tabii. Ilginc olan orada satir aralarinda — belki huysuzlugumdan(!) — sezdigim bir sekuler ruhban sinifi tarifi. Bu ‘Bati’lidan geliyor ve malesef bu tur seyler ‘koskoca AB kriteri’ ‘eh AIHM de basortusu icin fesmekan dedi'[1] filanda oldugu gibi TR’de de kabul goruyor. Temelden kirmak lazim bunu gibi geliyor bana ama nasil bilemiyorum.
[1] Ki Leyla Sahin karari hakkinda cok yalan da yazildi. Yani hem ‘otorite dedi’ yapilip hem o otoritenin dedigi konusunda yalan soyleniyor. Bunu bazen meshur insanlarin meshur kitaplarina atifla — o kitaplarda yazmayan — seyler iddia edildigi zaman da goruyoruz. Orada otorite olanin yaptigi da degil, sadece ismi uzerinden gidiliyor. Ne acayip.
19 Mayıs 2011 10:36
Bulent Bey,
Verdiginiz link icin tesekkur ederim; o daha once konustugumuz insanlarin neden bu kadar kolay TZ soylemlerini benimsemis oldugu konusu icin ilginc bir tersine ornek; demek elestirel bakabilenler de varmis. Bunun icin tabii dinamikleri daha iyi kavramis olmak gerekiyor biraz. Bu elestirdigi de bir tur otorite aslinda–daha dogrusu otorite pratigi. AIHM ve AB icin verdiginiz problem linkleri cikmamis yalniz?
OKC’nin dedigine gelince, evet karistirmis, ama bu da zaten ithamlarini cok daha vahim yapiyor. Cunku neden bahsettigini bilmeden ezbere konusuyor goruntusu ciziyor bir de ustune itham ederek.
Aslinda eskiden ilk size bahis konusu ettigim Yeni Safak ve Zaman gazetelerine gecmis yazarlar vardi, hani Ingilizce tartisirken soylemistim, iste o donemde bu dediginizin disinda bir dinamige cikma potansiyeli vardi. “Bir adimdi” diye dusunmusumdur hep o zamani. Bu aslinda AKP’nin ilk yillarindaki o ittifak potansiyelini yansitir benim icin. Tabii Hurriyet yine bildigimiz Hurriyet’ti, onu demiyorum. Ama YS ve Z ozel bir dinamik yakalamislardi diye dusundugumu hatirliyorum. Neyse.
Leyla Sahin ne kadar guzel bir ornek olmus otorite isine. Hay Allah, adini unutmusum, siz soyleyince hemen baktim da hatirladim. Tabii AIHM’ye nasil gidildigi de ilginc, ilk baslarda vatan haini oluyordunuz gidince. Oyle cok yazi cikti. Ama galiba Turk usulu demokratiklesme herkese esit adalet degil herkese esit adaletsizlik uzerinden gidiyor, saka yapiyorum tabii, islerini dogru yapmaya calisan saygideger cok hukukcu olduguna eminim.
Leyla Sahin ise bakin otorite ne dedi gibi bir soylemle lanse edilmisti diye biliyorum, yaniliyorsam duzeltin. Ben aslinda kizmistim o zaman, zira cikan kararin bir kismi aslinda biraz da Fransa’ya emsal teskil etmesin diye mi (orada da ugrasiyorlar(di) ya basortusuyle) acaba buna gidildi diye dusunmustum. (Saniyorum Alemdaroglu’ydu rektor, ama yanlis hatirliyor olabilirim.) Anayasayi degistirsinler diye bekliyoruz bakalim.
Obur tarafa gelince, dediginizi okuyunca guldum. Simdilerde sekulerlik ve akademi uzerine cok tartisma donuyor aslinda. Sekuler ruhban sinifi aslinda hos bir benzetme olmus, katilmamak elde degil bazi acilardan dusununce. Cunku o hiyerarsik yapiyi bazi kurumlar acisindan iyi yakaliyor. Yalniz bu sozunu ettiginiz sahis ecnebi ama nereli merak ettim, cunku aslinda o hiyerarsik yapinin Turkiye’dekinden beter kendini hissettirdigi bir yer de Bati Avrupa.
Diger taraftan ben sizin ne demek istediginizi anlamistim, ancak sizin itiraz ettiginiz seyi o, otorite sorgulamasi olarak okumus o yuzden refleks tepki vermis gibi geldi [ancak bir baska enteresan nokta da paralel bir tartismanin daha donuyor olmasi ayni anda]. Internetin bu otoriteleri torpuleyici herkesi ayni duzleme cekici bir tarafi var, boylece aslinda kim oldugunuza degil tartismaniza, soylediklerinizin icetigine daha kolay odaklanmak mumkun. Bu tartismayi da daha temiz yapiyor benim icin. Cunku sirf bir ses olabiliyorsunuz. Kim oldugunuz degil ne dusundugunuz, nasil iletisim kurmayi sectiginiz, fikir tealliniz, kurdugunuz argumanlar onemli. Aslinda olmasi gerektigi gibi. Ama yuzyuze olunca bu olamiyor maalesef.
19 Mayıs 2011 19:21
Acracia bey,
Evvela vakit harcayip obur tarafa astiginiz yazi icin tesekkur edeyim. Kisa kisa geciyorum:
— kayip link yok, link bulup koymaya usenmek var!
— bahsedilen yerdeki oyuncularin milliyetlerini bilmiyorum. Birinin Avrupa’da yasayan Iran kokenli, digerinin (otorite reklami yapanin) Amerikali oldugunu tahmin ediyorum.
Kalaninda mutabikiz, daha da acmissiniz iyi olmus.
Bir de ek yapayim. OKC bugun bir yazi yazmis:
http://www.todayszaman.com/columnist-244503-why-ergenekon-and-sledgehammer-allegations-are-not-taken-to-the-ecthr.html
Orada polisin delil urettiginin soyledigini iddia ediyor ve onun uzerine bir AIHM itirazi senaryosu bina ediyor gorebildigim kadariyla. Ben burada delillerin sahte oldugu iddiasi gordum, tarih tutarsizligi ispati gordum ama bunlari polis uretti iddiasi gormedim. Goren var mi? Eger ben dogru hatirliyorsam bu gariplik de belki ileride kitap ebadina gelecek calismaniz icin bir veri olabilir.
Diger taraftan akil vermek istiyorsa, yolunu da biliyorsa nicin OKC’den avukatlik hizmeti alinmasin? Isi buymus banim anladigim. Insan hakkiysa insan hakki iste?
19 Mayıs 2011 19:33
Biraz twitter kurcaladim, benim dikkatimi ceken seyi — herhalde — bizim Can bey iki gun evvel kendisine soylemis (veya sormus) zaten: http://twitter.com/#!/acar_can/status/70249576484962304
Nasil is bu?
19 Mayıs 2011 21:25
Bulent Bey,
Bunu simdi gordum hemen yazayim, unutmadan: bence bu yeni bir kampanya gorunumunde. Oyle midir bilemem. Ancak Can Bey kendisini uyardigi halde hala ayni seyi yaziyorsa, kontrol etmek ihtiyaci duymuyorsa, bir de bunlari ettigi yalan beyanlardan sonra devam ettiriyorsa, ardinda iyi niyet aramak cok zor.
Aslinda var olanin gorulmemesi, icerige odaklanilamamasi icin bir baska atak saibesini guclendiriyor yaptiklari. Konu ne AIHM ne AB ne de baska bir sey. Bu, Zaman gazetesinin Dumanli’dan yaptigim alintiyla yurt disi kamuoyuna (ve bence yurtici de, cunku o yazinin sonunu Zaman alalim daha cokvari bir seyle bitirmis Dumanli) verdigi onemi bilerek bir arada dusunuldugunde, bu davalarin icerigine bakilmasini onleyici, siz Bati karar verin demeye getiriyor. Halbuki bu basvurular yapilmis, duzeltme yapildi. Ama hala israr ediyor. Blog yazarlari bunu umarim aciklayici bir yazi yazarlar.
Onun disinda bir de su var: istihbarat ve emniyet uzerinde saibeler mevcut ama burada bu belgeleri polis hazirladi diye bir sey hic yazdiklarini gormedim. Zaten yazamazlar da, bilmiyoruz. Ancak saibe mevcut, zira evraklar sahte.
Ama bunu polisi yapti diyorlar diye ortaya koymasi, hem iyi niyetten uzak (cunku burada oyle bir sey soylemediler), hem de yine acaba Zaman eliyle referans noktalari sasirtmacasi mi diye dusunmuyor degilim.
O yaptigim arastirma cileden cikmam sonucu yazildi zaten. Sizin de bunlari buraya eklediginiz iyi olmus. Cok tesekkur ederim. Bir sonraki sahneleri bekliyorum, bakalim neler olacak. Ama blog yazarlarinin OKC’nin sozlerinin sorunlarini ifsa edici bir sey yazacaklarini umuyorum.
19 Mayıs 2011 21:49
Twitter ilginç bir ortam. Söylemek istediğinizi 140 karaktere sığdırmaya çalışmak ilginç bir egzersiz. Herkese göre değil sanırım 🙂 OKC o mesaja cevap vermeye yeltenmedi. Ardından aynı hatalı argümanı TZ makalesinde de yazdığına göre algı filtresine takılmış olmalı. Belki de Balyoz ile Ergenekonu karıştırıyordur kimbilir.
19 Mayıs 2011 21:51
Valla kotu niyet varsa bilmem. Baska twitlerine de baktim, insanlari davayla tehdit ediyor onun icin simdi DIITdir filan demek de dogru degil belki ama ondan yazmiyorum bunu. Hakikaten bu insanlar cok dogru bir is yapiyor olduklarini dusunuyor olabilirler. O daha ilginc bir durum. Yani o halet-i ruhiye nasil bir seydir onu anlamak da ilginc olabilir. Yahut bize de anlatsinlar biz de oyle olalim?
Ben de bayilirim soyle herkesi ikna eden delliler ve yargilama ile bu soylenen yok cinayetti yok korkunc plandi neyse hepsi ortaya ciksin, yapanlar hapse girsin diye ama olanlar makul gelmiyor. Cok istiyor olmak kafi degil, cok istiyor olmak + bir sey lazim herhalde. Bu insanlarin bu davranislari bana yardimci olmuyor ki? Normalde bizim OKC ile ittifak icinde olmamiz, PD ve DR’a da eger tanisiyor isek ‘gecmis olsun, iste o insanlar da oyle bir yola girmisler, ne yapalim’ filan diyor olmamiz lazim. Onun yerine olan bu hal nedir? Biz de normal haller istiyoruz, bizde nicin normal hal yok? (Cok sevdim o puskevitli cikisi, valla cukulata isteyen cocuga donduk.)
19 Mayıs 2011 22:16
Saibeyi de acayim: sahte evraklar, tutarsizliklar, vs’nin kayda gecerken kontrol edilmedigi goruntusu ile imzasiz ihbar mektuplarinin menseinin arastirilmamasi soru isaretleri uyandirmaktadir. Yoksa istihbaratimizin bugun geldigi yer o kadar gelismistir ki bazi konulardaki mumessilleri hemen bulabilmeleri aslinda gurur vericidir. Ancak buna karsilik, bazi baska seylerin arastirilmadigi goruntusu soru isaretleri uyandirmaktadir. Demek istedigim buydu. Netlestireyim. Yoksa su o yapti bunu bu yapti demiyorum. Arastirilmasi iyi olur, soru isaretleri epey birikti birikince de boyle bir goruntu cikiyor diyorum.
19 Mayıs 2011 22:42
Hah yanitlarinizi simdi gordum.
Can Bey, cok guldum okudugumda yazdiginizi (hani kisa mesaj gecme konusunu) cunku obur sahife ve benim genel durumuma baktigimizda, malumunuz.
Bulent Bey, ben kotu niyet var demiyorum zaten. Ama iyi niyetli bir insan gelip once burada ne yazilmis diye okumaya calismaz mi? Hele ki Can Bey o uyariyi yaptiktan sonra, cidden hakka niyete inanmis insanlarin once bir anlamaya calismalari gerekir mantiken. Zaman’in genel cizgisine bakinca da acaba neden boyle oluyor diye dusunmek cok dogal. Zaten iyi niyet bulmak cok zor diyorum, bu ozenin gosterilmedigini dusunerek.
Diger taraftan Zaman’in kampanyalari oldugu acik. Yalan haber, yabancilara burayi sikayet edip karalama yapan haberleri gorduk. Bu baglamda bu iyi niyetle yaklasmamak durumu daha carpici oluyor. Ancak niyetini bilemem, kimse bilemez kendisi disinda. Zaman’in kendi yayinlarinin olusturdugu saibe yuzunden belki de bir suru insana supheyle yaklasir olmusuzdur.
Dediginiz gibi belki de askere karsi olmak dogrudur gudusuyle yapilmis bir harekettir. Ancak iste bu dava da gosteriyor ki, sahte belgeler itibariyle artik referans noktalari sasmis durumda. Hakli ve haksiz daha karmasik bir duzlemde suregidiyor, eski bildigimiz kategorilerde degil… Cok karisik vesselam. Bildigim tek sey, refleks olarak suna buna karsi durmak yerine boyle bir ortamda bir seyleri soylemeden once ekstra efor sarfederek okumaya ve anlamaya calismak ve bildik kategoriler uzerinden (asker) cikis yapmak yerine karsindakini dinlemeye ve dinledigini de teyit etmeye calismanin boyle bir ortamda daha da onemli oldugu. Gerisini bilmek mumkun degil su asamada.
20 Mayıs 2011 00:12
“Eger ben dogru hatirliyorsam bu gariplik de belki ileride kitap ebadina gelecek calismaniz icin bir veri olabilir.”
Bulent Bey, unutmadan ekleyeyim, bunlari buraya eklememiz cok onemli ama o kitabi baskalari yazsin. Ortada soylenecek sey cok ama en onemlisi hukuki surecin seffaflasmasi aslinda. Ve butun bu saibelerin giderilmesi. Buraya eklenen cok detay var, hepimiz bir seyler anlamaya calisiyoruz ama bu isle dogru durust ilgilenmesi gereken kisiler aslinda gazeteciler. Benimkisi sadece bu kadar tuhafliklara isyan ve yalan haberlere kizginlik sonucu yazilmis bir sey.
Ancak simdiden sonra sirf istihbarattaki saibeleri gidermek adina vurgu istenmeyen isimlere kaydirilirsa, yine hedef sasirtma goruntusu olusabilir; zira asil arastirilmasi gereken (hukuken) bu yazilmis bazi kitaplardaki emniyetteki yapilanmanin, tasfiyenin gercek olup olmadigidir. Vurguyu kurumdan almak icin gunah kecilerine yuklemek degil. Bu biraz Agatha Christie gibi aslinda, neyi dusunmem isteniyor goruntusu verilirse, tam tersini dusunerek bakinca daha cok ipucu bulabilir insan. Ama benden bu kadar. Gerisini baskalari yapsin; isi-meslegi bu olanlar. Ve elbette hukukcular. Selametle.
13 Mayıs 2011 00:24
Yanlış kim tarafından yapılırsa yapılsın ‘yanlış’tır.Yanlışa doğru demek ya da ‘yanlış ama…’ başlıklı cümleler hastalıklı beyinlerin ürünüdür.Türkiye çok çekti bu ‘ama’ cümlelerinden geçmişte.Özellikle köşebaşını tutmuş,satılık
,cesaretsiz ve omurgasız yazarlardan.Zamanında demokrasiden yana tavır koyulsa belki bu yaşadıklarımızın çoğunu yaşamak zorunda kalmayacaktık.Bu bir gerçek.
Ayrıca mesela insanların yok yere hapishanelerde kalmasına en büyük gerekçe olan CD’deki absürdlükler de bir gerçek ya da ne bileyim bu davada ki tuhaflıklar da.Tutarlı ve dürüst olmak gerek değil mi?
13 Mayıs 2011 12:38
Konuyla pek ilgisi yok ama,güzel bir yazı,atlanmasın diye koyuyorum.
Umur Talu
Van minüt!
13 Mayıs 2011 Cuma, 10:08:16
Rezaletler bir zincir gibi birbirini kovalıyor…
Ama sen çocukları zincirliyorsun.
***
Ali Bey bir sınav yapamıyor.
Bir sürü sınavı yapamıyor ama en babası bu.
2 milyon genç, 10 milyon aile ferdi…
Sırada milyonlarca genç…
Ali Bey hepsini kahrediyor.
Şifre yok… Şifre var ama sehven… Şifre var ama kopya yok!
Ali Bey’in sınav yapamamasıyla kalınmıyor…
Cumhurbaşkanı ile Başbakan, şaibeli sınava kefil oluveriyor.
Sınav korkusu ne kelime; artık sınav kokusu devri!
Kokudan milyonlarca genç ve anası, babası kırılmışken; iktidar, tepki duyanı kırdırmaktan bahsedebiliyor.
***
Oysa artık her sınav, haklı haksız, “yandaş, kardaş, karındaş” kokuyor çok kişiye.
Bir kez çuval geçti ya…
Adil olan bile artık adalet hissi vermiyor.
Çünkü, ister doğru ister sahte olsun, “mail” bile “maaile” kokuşuk. Çürüklük, çürümüşlük.
ÖSYM’nin başı Ali Bey, ya sahiden bakan aradığı için, ya bakan diye balıklama atladığı için…
Ah Altan Günalp’in kemikleri…
Ah “Mikrobiyoloji”de önemli bir bilim insanı iken, hiç değilse bu sınav sistemini adam gibi kurup yönetmeye hayatını adamış, bilindiği kadarıyla başını dik tutmuş Altan Hoca…
Ah Ali Bey…
“Mikroşifroloji” profesörü…
Telefondaki hakiki veya sahte bakana hemen “Vaki görüşmemize ve bana gösterdiğiniz güvene çok memnun oldum” diye elektronik posta döşenen postacım, postam, elektroniğim!
Ah Yusuf Bey…
12 Eylül darbesi mirası YÖK’ü her iktidar gibi özelleştirenlerin akademik komiseri…
Bakandan mail gelmişmiş de Ali Bey heyecan meyecanla Yusuf Bey’e göstermişmiş de ciddiye middiye alma demişmiş de, bakan böyle şey yaparmıymış maparmıymış, kenara menara at da dursun mursun demişmiş.
Hale bak Lütfü…
Üniversite denen ciddi vakanın iki büyük yetkilisi…
Çocukların oraya nasıl gireceğini belirleyen ile oradan nasıl çıkacağını tayin eden, elde bakan adı taşıyan “Yiğen” mektubu, hakiki veya sahte, kafa kafaya verip herkesten saklıyorlar!
***
Sonra ne oluyor, biliyor musunuz…
Başbakan protestocu gençlere Taksim’de on bin kişi yollamaktan bahsetmişti ya…
(Bunu yazarken hep Kanlı Pazar’ı da hatırlıyorum nedense!)
“Genç polisler” de rahatsız ya bu gençlerden; basıveriyorlar Van Fen Lisesi yurtlarını.
Van, hani dünkü yazıda 16 yaşındaki Murat’ın, mezrayı talim sahası yapan askeriyenin saçtığı mermiyi kurcalarken öldüğü yer!
Basıyorlar yurdu; ne avukat, ne bir şey…
Çocukları topluyorlar, protesto ettiler diye…
Sanki şifreyi onlar koydu…
Sanki şifreyi onlar oydu…
Sanki “yiğen” onlardır…
Sanki yiyen onlardır…
Sanki mektubu onlar yazdı…
Sanki mektubu onlar sakladı…
Sanki maili yazan 17 yaşında İsmail…
Sanki onlar ÖSYM Başkanı, sanki onlar YÖK Başkanı…
Sanki tüm musibetlerin sebebi olacak kadar büyüdüler, güçlendiler, çoğaldılar…
Sanki temsili düşman kuvvetleri…
Sanki Gençlik ve Sipor Bayramı, sanki ağaç yaşken eğilir şenliği!
Bir de demezler mi, “Hiçbir öğrenci mağdur olmayacak” diye!
***
Gençlerin kaderine eden rezalet sürüp giderken…
Van’da çocukları kıstırıp hırpalıyorsan…
O zaman…
Van minüt birader…
Yanlış kısaltılmasından yakındığın parti adını daha da kısaltacak, “Adalet”i atıvereceksin; sadece “Kalkınma” kalsın…
O vakit…
İster parti parti kalkın, ister kalkınma!
Gençlere bir huzur, çocuklara karşı insaf ya Râb!
Not: Kısa yazı sevenler için parti kısaltmalarına başka öneriler de mevcut elimizde:
CHP, Cumhuriyet Partisi olsun; “Halk” zaten eksik.
MHP yine için dışın milliyetçi kalabilir; adı sadece “Hareket Partisi” olsun; son “çok güzel hareketler” ışığında.
DSP’de “Sol”a lüzum yok, “Demokratik” yeter; hatta “Tik” bile kâfi.
Diğerleri de bu minval kısalabilir; çoğunun adında olan zaten kendinde hiç yok. Kiminde “Türkiye” yok, kiminde “Doğru”, kiminde “Hak”, kiminde “Eşitlik”, kiminde “Özgürlük”, kiminde “Büyük”lük yok. Kiminde “İşçi”, kiminde “Millet” pek yok. Olmayana ergi yoluyla demokrasi böyle!
17 Mayıs 2011 11:19
Demokrat, ben de konuyla alakasi olmayan bir yanit giriyorum, kusura bakmayin lutfen, zira asagida Zaman gazetesi ve Hrant Dink davalari hakkinda girdigim yorumlara yukarida belirtici isaret cikmiyor. Yorumlar asagida, #17’den basliyor. Buraya gireyim istedim bu haberi.
17 Mayıs 2011 13:01
Efendim ne kusuru ,ben özellikle son bölümü çok hoşuma gittiği için okunsun diye koydum,okuyan okumuştur artık zaten.
17 Mayıs 2011 06:38
Zaman Gazetesi’nin yalanlariyla mucadele zamani baslikli bu girdinin altinda bir suredir beni dusunduren bazi noktalara dikkat cekmek istiyorum. Bahsini etmek istedigim husus kabaca bu davalarin nasil hem zekamiza hakaret eder tarzda bir takim absurd dinamikleri ihtiva ettigi, hem de Zaman vs’nin sadece yalan yaymakla kalmayip soylem ve olgu olusturma goruntusu icerisinde olmasi. Bunlar bilinmedik seyler degil, ama ben biraz daha yakindan bakmak istiyorum. Biraz uzun olacak ama derledigim bir seyler oldu, tefrika gibi parca parca koymaya calisacagim. Gozumden kacan ya da istemeden yapilmis bir hata varsa lutfen duzeltin. Vakit ayirip okuyan herkese ayirdigi zaman icin tesekkur ederim.
Zaman ve Taraf yayin politikalari (oralarda calisan herkes kesinlikle demiyorum; ama bugun artik ozellikle Zaman’da yazanlarin, o gecmisten gelmiyorlarsa sayet, cemaati daha iyi anlamaya calismak disinda bir sebeple yaziyorlardiysa, artik neden hala orada yazdiklarini merak ediyorum), Ergenekon, Balyoz ve aslinda biraz daha gozunu acip bakanlarin en azindan acaba diye sorabilecekleri gibi KCK [1] davalari da (Kurmanbek Allahverdiyev, kulaklariniz cinlasin) kamuya yansidigi sekliyle bu kafa karisikligina katkida bulunuyor. Hemen atlamaya hazir olanlar icin soyleyeyim: ben derin devlet dedigimiz ve bir devlet icinde muktedir bir grup olduguna inaniyorum ve bunun pesinden durustlukle giden herkese de bu katkilari baglaminda cok buyuk saygi duyuyorum. Ancak su anda olan bitenin, buyuk olcude eski derin devlet bildigimizden ziyade, devlet icinde muktedir bir baska grubun yaptiklari olduguna kaniyim.
Bu baglamda, “Zaman Gazetesi’nin yalanlariyla mucadele zamani” baslikli kisimda ozellikle Zaman’a ve temsil ettigi Gulen guruhuna (ki cemaatle gonul bagi olan ya da cemaatte alt kademelerde olan, kimsenin hakkini yememis, kimseye iftira atmamis o tertemiz ve iyi niyetli insanlari kesinlikle tenzih ederim) biraz daha yakinen dikkat cekmek istiyorum. Zira bu gazetedeki yayinlar burada da ifsa edildigi gibi sadece yalan yaymiyorlar. Kelimelerin anlamlarinin iclerini bosaltarak yeni gerceklikler de kuruyorlar. Yani kisacasi belirli bir strateji izleyerek kavramlarin, olaylarin, olgularin anlamlarini degistirip resmen ya tarihi yeniden yaziyorlar, ya olmayan seyleri yalanla olgulastirmaya cabaliyorlar, ya da gelecekteki bazi seylerin habercisi gibi soylem yaratiyorlar. Hem de futursuzca. Bunu da her zaman kendi gazetelerinde yapmiyorlar. Ama sizdirilan belgeler, kayitlar, vs daha sonra donup dolasip onlarin sahifelerinde yerlerini buluyor. Ya da onlarin argumanlarini kuvvetlendirici unsurlar olarak belleklere serpiliyorlar, tohumlar gibi. Vakti gelince de o tohumdan cikan agaca isaret ediyorlar.
Tuhafliklar, tutarsizliklar, yalanlar, akillara zarar mantiksiz gelen abuk sabukluklar, bir de ustune kendi yaptigini baskasina “sen bunu yapiyorsun” demeler, ki bu sonuncusu belki bilincli bile yapilmiyor olabilir, ama mesela Ahmet Altan’in burada alintilanan “Bakmazsan” yazisi (hani kendi bakmadigi gibi baskalarini gormemekle sucladigi yazisi) bir ornek olarak sayilabilir.
Bu baglamda aslinda bir seylere anlam vermekte gucluk cekmemizin en onemli sebeplerinden birisi referans noktalarimizin sasmasi. Yani ben bir seye (simdi cok alakasiz ve baska siyasi, ideolojik, vs anlamlardan yoksun oldugu icin ne soylemek istedigimi vurgulamak adina bu ornegi vereyim: portakal) “portakal” diyorsam, onun referans noktasi portakal meyvasi ise, bugun “portakal” dedigimde su yorumlarla karsilasma ihtimalim oluyor ki bunlar da iletisimi ve konustugunu/dinledigini/okudugunu anlama mekanizmalarini kopartiyor:
* o meyvenin neden simdiye kadar aklima gelmedigi (bu dogru ya da yanlis, onemli degil, ama bu hesap bir soruluyor, senin konusmaya hakkin yok deniyor bir kere); tabii o meyve kendisinin aklina ne zaman gelmis onu bilemiyoruz (ama zaten onemli de degil, cunku bu arguman zaten bastan sakat).
veya
* gozlerimle gordugum o meyveye bana “portakal” dedirtmek icin insanlara kitap yazdirildigi/siparis ettirildigi (yani sirf benim, yani “portakal” diyenin degil, portakaldan bahseden yazarin da bir masa oldugu) ve portakal diyen benim bir oyunun parcasi haline dondugum.
veya
* ben dezenformasyonu aslinda karsimdakinin yaptigini dusunursem ve bu konuda sesimi de cikarirsam benim de dezenformasyon yaptigim ve bu konuda konusmamin da tam propaganda oldugu.
Tanidik geldi mi? Mesela, bu tarz soylemler cok donuyor, ama butun bunlarin hepsini en guzel Ahmet Şık olayindan sonra Ekrem Dumanli’nin yazdigi ve akillara ziyan bir yazi ihtiva ediyor. Ahmet Şık tutuklandiktan sonra ve kitaba sahip olanlarin da Ergenekoncu sayilacaklari tuhafligindan sonra, kendisi sunlari kaleme almis “Tam bir operasyon” yazisindan:
“Şimdi kanaatim daha da netleşti: Cemaat aleyhine yoğun ve kara bir propaganda yapmak için kitap(lar) yazdırılıyor ve o kitapların her safhası psikolojik bir harekât olarak planlanıyor. Önce belgeler üretiliyor, insanlar hakkında çok ağır suçlamalar yapılıyor, sonra bunlar şaşaalı bir şekilde neşrediliyor, neşredilemezse daha büyük gürültü koparılıyor, sonra emniyet teşkilatında meydana getirilecek dalgayla Ergenekon davası gibi hukuki süreçlerin önü kapatılıyor.
Daha ötesini de söyleyeyim. Hanefi Avcı’yla başlayan o insafsız süreçte kitap operasyoncularına sonuna kadar destek veren bazı kişileri bugünden itibaren izleyin. Göreceksiniz, bunların önemli bir kısmı soluğu yabancı basın mensuplarıyla sohbette, yabancı diplomatlarla muhabbette alacak ve şu an hiçbir somut bilgiye dayanmaksızın yaydıkları cemaat algısını ve hükümet düşmanlığını yurtdışına da taşımak için çırpınıp duracaklar. Kimisi Washington’a kapağı atıp düşünce kuruluşlarında AK Parti ve cemaatin düşünce özgürlüğünü yok ettiğini, Ergenekon ve Balyoz davalarının fasa fiso olduğunu anlatacak, kimileri de AB üyelerine bu dezenformasyonu zerk edebilmek için olağanüstü bir gayret sarf edecek… “
Bu alintinin yorumunu asagida girerek acacagim.
************************
[1] Mesela en son KCK kapsaminda bazi universite sosyoloji ogrencilerine baskin yapildi ve bir tanesinin ders programi orgut belgesi sanilarak el konuldu. Aslinda o iddianamenin tamamini (sadece yanlis hatirlamiyorsam yuz kusur sayfalik bir bolumu bulunabiliyor) bekliyordum, ama henuz bulamadim.
Bu blogu okuyup da KCK davasina farkli bakan varsa sayet, adalet herkese lazim lafini hatirlatir, orduyu da kimse pek masum bulmuyor ama biz sizi dinliyoruz, derim.
http://www.t24.com.tr/ders-programi-orgutsel-dokuman-olur-mu/haber/143243.aspx
Ve sunu da eklemek isterim: hicbir davayi birbiriyle es tutma durumda degilim, haddim de degil zaten, sadece tuhafliklar, iddianameler, vs seklen cok benziyorlar ve bunlara dikkat cekmek onemli diye dusunuyorum.
17 Mayıs 2011 08:22
Bu yazinin devamini yavas yavas girebilecegim ancak bazi linklere gene referans verememisim (halbuki dediginizi yapmistim Can Bey). Linki acik vereyim: Ekrem Dumanli’nin “Tam bir operasyon” yazisi:
http://www.zaman.com/yazar.do?yazino=1113924&keyfield=
Ahmet Şık’in kitabini bulundurmanin Ergenekoncu olmak sayilacagi haberi icin bkz:
http://bianet.org/bianet/diger/128827-imamin-ordusunu-bulundurup-da-vermeyen-ergenekon-olacak
17 Mayıs 2011 08:25
Ozur dileyerek bu yukaridaki yazima istinaden bir link daha vermeyi deneyecegim.
17 Mayıs 2011 11:15
Yukarida #17’den devam:
Ekrem Dumanli’nin yukarida alintiladigim yazisini okuyunca, aslinda bugune kadar olan biteni belirli bir bakis acisindan, referans noktalarini degistirerek (yani Turkiye’nin gundemini son birkac yildir mesgul eden davalar, olaylar ve sikayetlerin asil gorunurdeki muzdaripleri yerine isim degistirip cemaati koyarak) cok guzel anlattigini dusundum. Asagida da kendisinin asama asama tarifini ettigi olaylari, kademeleri, kendi kanaatimce asil referans noktalarina geri iterek, yani Ekrem Dumanli’nin saydigi etaplara (belge uretmek, propaganda, vs) baska ornekler vererek ele almak istiyorum. Diger bir deyisle, Dumanli’nin tasvir ettigi asamalari baska orneklerle acmak, o asamalarin benim sahsi kanaatimce asil referans noktalarini geri koymak istiyorum.
Asagidaki kisim da kanimca son derece onemli ve mesru sorular sormak olarak okunmalidir.
Oncelikle, Ekrem Dumanli bu yaziyi, belli ki Ahmet Şık gibi cemaat hakkinda yazanlarin kendilerini hedefe koyarak yazdiklarini dusunerek yazmis. Ancak bu tarif ettigi basamaklar bence aslinda cok sey soyluyor. Yakindan bakalim:
1) Yogun ve kara propagandadan bahsetmis Dumanli. Burada once soylediginin icerigine bakip, ardindan Zaman’in bazi faaliyetlerine ve haberciligine gonderme yapip, bambaska bir tuhafliga bakarak birkac noktaya deginelim:
a) O dedigi cemaatle ilgili yogun propaganda nasil olacak bilemiyoruz, hele ki son zamanlarda cemaatin son yillardaki faaliyetlerini bugune baglayarak elestirenler, onlarin goturdukleri soylemleri bozanlar eger Turkiye vatandasi iseler cesitli sebeplerden tutuklandiklarina gore, hangi yogunluk hangi kara propaganda bilmek zor. Hele ki buna dair Ahmet Şık’in kitabinin bulundurulmasi bile Ergenekonculuk sayilacak diye karar cikmisken, kendisinin “şimdi kanaati[…] daha da netles[mis]” ki cemaat aleyhine kara propaganda kitaplari yazdiriliyormus. Sahsi kanaatidir tabii.
b) Bu baglamda, yogun propagandavari, yani karalamaya ve yipratmaya yonelik nesriyatlar deyince, ben bu blogda da sık sık dile getirilmis bir seyi hatirlatayim simdi, ama bunu yaparken illa Zaman gazetesini kast ettigim dusunulmesin lutfen, sadece genel olarak ortama, internet sitelerine gazetelere baktiginizda son yillarda goze carpanlar:
mesela asker ailelerini ve ozel yasamlarini ifsa eden siteler ve yazilar, linc kampanyalari, Yahudi damatlar, yabanci damatlar irkciliklari, sahislarin sirf esleri ekalliyetlerden veya baska dinlerden diye TC kimlik nolarini ifsalar, servis edilen sahsi konusmalar. Bunlar herhalde bu sahislara bayilindigi icin yapilmiyor herhalde? Alenen hedef aliniyorlar. Subaylarin isle ilgili icraatleri uzerinden degil, ki eger yasayi cignemisse onun haberi yapilmali kendisi yargilanmali, ozel yasamlari, aile efratlari, aile efratlarinin ozel yasamlari izdivaclari, uyruklarin fislenmesi uzerinden yapiliyor bunlar. Bunun adini ne koyarsaniz koyun, igrenc bir kampanya oldugu acik. TC kimlik numaralarinin, sahsi ortam konusmalarinin, sahsi dosyalarin resimlerin toplanabilecegi kac yer vardir bilmiyorum, ama gosterdigi adresler sorular uyandirmaktadir.
Bitmedi.
Yine bu sefer Zaman’dan bir ornek: Zaman ile Today’s Zaman’da Dani Rodrik’e karsi girisilmis linc kampanyasi ve genel olarak bazi yalanlari:
http://www.todayszaman.com/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=233192
http://www.todayszaman.com/news-233347-how-does-rodrik-affect-harvard-universitys-image.html
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/05/07/zaman-bizi-aninda-hakli-cikariyor/
https://cdogangercekler.wordpress.com/?s=Zaman
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/04/10/the-lies-of-todays-zaman-edition-392/
Bunun adini ne koyuyor Ekrem Dumanli bilmiyorum, ama kara propagandaya yakin bir sey olsa gerek.
c) Bu arada bir tane de ben ekleyeyim, bu da Sabri Uzun hakkinda, ancak Hrant Dink ve Zirve’yi de ilgilendiriyor, burada dursun:
20.2.2011’de Oda TV baskiniyla ilgili Zaman haberinden:
“KİTABA EKLEME YAPMAYA KORKMAYIN
‘Sabri Uzun’ adlı Word belgesinde ise şu ifadeler yer aldı: “Şık-Sabri kitap başlıklı belgede Sabri’nin kitap konusunda çekincesi var. İkna etmeye çalışalım. Kitabı seçimden önce yetişmeli. Nedim, Ahmet Şık konusunda görüşsün. Kitaba çalışırken, cesur olun. Çıkarma ve ekleme yapmaktan çekinmeyin. Bu kitap Simon’dan daha kapsamlı olmalı. Nedim’i kutlarım. Ahmet’i çalıştırsın. Hanefi çıkacak ve Sabri’ye katılacak. Emin ve Sabri’ye moral verin. Sabri adıyla çıkmasına zorlayın. Seçimden önce yetişsin.” Bu belgeyi de Soner Yalçın haberi olmadığı iddiası ile kabul etmedi.
Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Hanefi Avcı’nın yakın arkadaşı. Avcı’nın kitabı için Ankara’da düzenlenen imza gününe de katılmıştı. Uzun, Hrant Dink cinayeti sırasında istihbarat daire başkanıydı. Nedim Şener’in yazdığı kitapla ilgili davada ise tanık olarak yer aldı. Altında görev yapan meslektaşlarını suçladı. Dönemin İstihbarat C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’di. Ancak bakanlık tarafından yaptırılan dört ayrı soruşturma Sabri Uzun’u yalanlıyordu. Soruşturma, Yılmazer’in herhangi bir ihmalinin bulunmadığını ortaya koydu.”
OdaTV baskininda cikan ve saibeli bir belge oldugu tartisilan Medya 2010 belgesinden bahsederken, Zaman besbelli Sabri Uzun’a ayrica yer ayirmis. Hadi diyelim, o “belge”de (saibeyi vurgulamak icin tirnak icine aldim) Sabri Uzun’a ayrica bir yer ayirmis diye oldu, ama Zaman muhabiri hizini alamamis.
Her bir mundarlik Sabri Uzun’dandir demis olsa gerek, bir de tarihi yeniden yazarak Hrant Dink cinayeti esnasinda emniyet istihbarat daire baskani yapmis. Oysa o donemdeki istihbarat daire baskani
Sabri Uzun degildi, Ramazan Akyurek idi. Hani Zaman’in toz kondurmadigi, telekulak skandallarinda adi gecen, Rakel Dink’in Basbakan Erdogan’a mektup yazarak Ramazan Akyurek’in kendi istihbaratcisi Erhan Tuncel ile iliskisini arastirmasini istedigi, gorevden alinan ancak bir hafta once bu kararin iptal edildigiRamazan Akyurek.
Bu belki de bir hata desek, olabilir, ama hem Zaman’in yalan haber yaptigini biliyoruz, hem de bu hata Nedim Sener tarafindan duzeltilmisti ancak hala sitede o donemki istihbarat daire baskani olarak Sabri Uzun duruyor.
Elbette Zaman’in gelecekten de haber veren haberler yapabildigini dusunursek, Sabri Uzun’un hedeflerinde oldugunu dusunmek hatali olmayabilir. Ayrica nedense Zaman’da Dani Rodrik’e karalama yapilirken Hrant Dink adi gecmisti yine, yani yukarida linkini verdigim 24 Ocak tarihli yazida soyle geciyor:
“Is he doing this out of a humanitarian responsibility for generals, who are not subversive in the least? The fact that the assassination of Turkish-Armenian journalist Hrant Dink could not be solved in four years means nothing to him. Doesn’t the National Security Council’s (MGK) study on missionary activities, conducted in 2003 and repeated in 2009, mean anything to him? Doesn’t he see the process by which Dink was silenced?”
Burada, generallere yardim ediyor ama Zirve Cinayeti ve Hrant Dink, Rodrik’in umurunda degil deniyor ozetle. Hatta 4 yildir Dink cinayetinin cozulememesi Dink cinayetinin Rodrik’in umurunda degildir deniyor. Bu konuda takip edenler bilir, yeni gelismeler oldu.
Sunu ekleyeyim yalniz, olayin askeri kesimine odaklanilarak ele alindi–Adem Yavuz Arslan kitap yazdi, tehdit edilmis kendisi gecmis olsun diyelim bu vesileyle. Bir de yazdigi kitabin icinde yeni belge oldugu yazilmis, gercekse faillerin arkasindaki tetikcilerden asker kanadina ulasilacaksa bu harika bir haber. Ancak olayin polis kanadina bir turlu dokunulamiyor. Ramazan Akyurek’in kendi kurdugu ve Dink’lerin avukati Fethiye Cetin’e gore yasal olmayan sekilde muhbir olarak istihbarata katilan Erhan Tuncel iliskisi bir turlu didiklenip ortaya cikarilamadi.
Simdilerde Hrant Dink davasi silbastan haberleri cikiyor, ama bu, bu sekliyle oldukca tuhaf gorunuyor. Zira olayin emniyet kanadi eksik. Ogun Samast’in Istanbul’a geldiginde yaninda birkac kisi daha (yanlis hatirlamiyorsam uc) oldugu haberi uzerine, oradaki mobese kamerasinin bozuk oldugu haberine de rastlamistim ama bulamadim simdi. Ve teyit edemedim, ama birisi bakar da dogru mu diye yazarsa mutesekkir olurum.
Dahasi da var, zaten yakin zamanda Kemal Bey bu konuda yazmisti.
Neresinden baksaniz tuhaf olan Hrant Dink davasini Zaman sahiplenmis gibi gorunse de, Ramazan Akyurek etrafindaki bulut gormezden geliniyor, Nedim Sener’in yazdigi ve emniyetin bu isteki durumunu ele alan
kitabina karsilik Zaman gazetesi’nin one surdugu “Bi Ermeni var” adli kitap icin Kursat Bumin Yeni Safak’ta, Fethiye Cetin gibi devlet kurumlarinin elinde bulunan belgeleri tutup yeni servis edildigini dusundugunu belirterek soyle yazmis:
“”Esrarlı sözler” ettiğim kanaatine varılmasın. Okuduğunuzda siz de göreceksiniz ki, bu kitap bugüne kadar cinayet dosyasında adı geçen bazı kişi ve kurumları “temize çıkartmak”, bazılarını ise doğrudan işaret etmek amacıyla yazılmış.
Mesela cinayete ilişkin adları geçen üç kurum: Polis, Jandarma ve MİT. Kitap bu üç kurumu da –şöyle bir- gözden geçiriyor. Varılan sonuç ise şöyle: “Polis”in de ihmalleri vs var ama bu polis İstanbul Polisi. Hatta “İstanbul Polisi”nin tamamı da değil, oranın istihbarat dairesinin başındaki kişi… (dönemin İstanbul Emniyet Müdürü’ne de söz yok; o sadece “yanıltılmış” durumda) Ayrıca, İstihbarat Daire Başkanlığı gibi yine “Polis”in içinde yer alan ve bugüne kadar suskunluğunu korumuş olan önemli birimin de hiçbir günahı yok… (Özellikle bu kurumun hiçbir günahı yok!) MİT derseniz, bu kurumun sorumluluğu-sorumsuzluğu da bazı kişilerle sınırlı. Tahmin ettiğiniz gibi geriye kalıyor “Jandarma”. Ve yine kolaylıkla tahmin ettiğiniz gibi, Trabzon’da Rahip Santora cinayetiyle başlayıp, Hrant’ın canını aldıktan sonra Malatya’da “Zirve” yapan bütün bu “misyonerlikle mücadele” bahanesiyle işlenen cinayetler “Jandarma” ve onun içine sızan grupların eseri. Kitap kendisini (kimilerini) açıkça işaret etme ve (kimilerini) koruma amacına kaptırmış ki, dönüp dolaşıp Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan raporun –ve de müfettişlerin- hatalarından ve “ideolojik kimlikleri”nden söz ediyor.”
Today’s Zaman’da mesela bu kitaptan soyle soz edilmis:
http://www.todayszaman.com/news-232745-arslans-new-book-to-shed-light-on-dark-points-in-hrant-dink-murder.html
Ben gizli taraflarin ortaya cikarilmasindan hosnudum. Ancak sunu anlamiyorum:
1) Nedim Sener bu konuda yazdigi kitapla 17 yil, Ogun Samast 20 yil istemiyle yargilanmaktaydilar.
2) Nedim Sener emniyetle ilgili sorunlara daha cok bakarken, Yavuz jandarmaya bakmis. Tamam cok guzel. Birbirlerini tamamlasinlar. Ama biri yargilanirken ve sonra da Ergenekonculuktan iceri girerken oburunun kitabindan yola cikarak olmasi gereken oluyor ve savci bu kitabin dogrultusunda arastirmaya giriyor.
Birinin yazdigi kitapta dikkat cektigi kurum belli ve kendisi iceride, hatta kaleminin tam da Ekrem Dumanli’nin kara propaganda diye niteleyebilecegi bir masa oldugu imali sucla. Digerine tehdit gelmisti, “olursun” babinda mermi ve Ogun Samast’la ozdeslesen beyaz bere gonderilmis. Hatta Zaman 27 Ocak’ta su haberi yapmis:
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1085314
Ancak hersey bir yana, bir ay kadar sonra, Samanyolu savcinin kitaptaki iddialari arastirdigini soyluyor:
http://videogaleri.samanyoluhaber.com/h_513327_zirve-davasi-savcisi-%E2%80%98bi-ermeni-var-kitabindaki-iddialari-arastiriyor.html
Evet, tehdit cok korkunc. Neden bunun menseini arastirmadilar o zaman? Hele ki Hrant Dink de oldurulmustu ve bu dava ihmale de bakan bir dava; ayrica savci Arslan’in kitabindaki belgeleri arastiriyorsa, bu cok olumlu. Nedim Sener’in kitabindaki iddialari arastirmak yerine neden kitabi dava ettiler peki?
Bu arada Nedim Sener’in kitabinin ucunun dokundugu Ramazan Akyurek ise gecen hafta itibariyle goreve donebilir. Ama o konu dogru durust arastirilmadi ki?
Zaman’in destekledigi, Arslan’in anlattigi versiyon, yani sadece jandarmaya yuklenen ve MIT ve emniyet ve istihbarati goz ardi eden ve Yeni Safak yazari Kursat Bumin’in bir tarafi aklamaya calistigini ileri surdugu kitap.
Eger Bumin ve Fethiye Cetin’in dusundugu dogruysa, o zaman Adem Yavuz Arslan’in kitabina konu olan obur belgeleri eger devlet kurumlari tutmasaydi ve sonra da servis etmeseydi bu davanin degisik boyutlari ortaya ciksaydi.
Ayrica ilginc bir sey daha var, kendisi de Ilhan Cihaner’le ilgili haber yapmak dahil degisik davalar hakkinda haber yapmaktan yanlis hatirlamiyorsam 100 yil kadar hapis istemiyle yargilanan Ismail Saymaz ilginc bir haber yapmisti: Nedim Sener aslinda Zaman ve guruhunun iyice merceklerine oturdugu belli olan [ve aslinda gercekten de iyice arastirilmasi gereken ama nedense Zaman ve surekasinin mercegine dogru sebeplerle oturduguna ikna olamadigim (bkz. Dink Cinayeti hakkindaki kitaplar ve duruma dair takindiklari tutum)] Zirve ve Santoro cinayetlerinden Santoro cinayetini de arastirmaya hazirlaniyormus aslinda.
Bu uc şık altinda bu genel tabloya bakinca benim gordugum, Zaman ve efradinin kara propaganda diye ona buna laf edip, yalan haberden saldirganliga, kara propagandavari linc kampanyalari guden yazilara ev sahipligi yaptigi.
Ayrica bir baska gordugum, Zaman surekasinin, Hrant Dink davasina sahip cikiyormus gibi yaparken, olayin polisle ilgili kisminin hasir alti edilmesine canak tutuyor izlenimini vermesi, hatta olayin sirf jandarma kanadini inceleyen (ki incelemeli de elbette, ama sirf jandarma mi?) ve emniyeti ozellikle aklamaya calistigi havasi veren bir kitabi hararetle savunmasi.
Dani Rodrik’e yabanci damat diyerek antisemitizm dahil soylemlerle saldirirken, Adem Yavuz Arslan’in kitabindaki iddialari (kitap tam ne zaman basildi bulamadim, belki once basilmistir) ozumsemiscesine, Hrant Dink ve Zirve’yi diline dolayarak Dani Rodrik’e generalleri savunuyorsun uzerinden sadece guya kendisinin ne kadar demokrat oldugunu gosterme cabasi degil (bakin hem Zaman’da yaziyorum, hem farkli dinlerden olanlarin davalarina ben sahip cikiyorum, tam bir interfaith dialogue), ayni zamanda tam da sectigi bu iki ornek uzerinden “bakin ben musluman olmayanlara da sahip cikarim” babinda okunabilecek bir de ders vermeye soyunmus gorunuyor. Tuhaf tabii.
Sonuc olarak, burada degisik orneklerle Ekrem Dumanli’nin sikayetci oldugu kitaplar ve medya uzerinden propaganda yapma konusunun icini acmak istedim biraz daha. Tablo pek hos degil. Simetrik hic degil.
Bu yine uzun oldu. Devami asagiya girecegim.
17 Mayıs 2011 11:16
Bu arada yazdiklarim icin isaret cikmiyor. Tam cozemedim. Belki de link verdigim icindir.
17 Mayıs 2011 11:21
Evet hala cikmiyor. Her neyse, yukarida #17’den itibaren Zaman, anlam kargasalari, kafa karisikligi getirici tuhafliklar, bunlari Ekrem Dumanli’nin cemaate karsi yapildigini ileri surerek sikayetci oldugu unsurlari inceleyerek tartismaya calistim. Devami asagida gelecek. Blog ahalisinin ilgi ve bilgilerine…
17 Mayıs 2011 11:45
Yukarida #17 ve 18’de ele almaya calistigim ve bir suredir sozunu ettigim yazinin devami–neden bu kadar kafa karisikligi yaratan anlam kargasasi yasiyoruz, hicbirseyi anlamak kolay gorunmuyor sorularina Zaman ve surekasinin yayinlari ozelinden yola cikarak daha genel Ergenekon, vs yelpazede bakarak yanit aramaya calistigim kismin devamini giriyorum. Ancak belki de link verdigimden, yazdigim kisimlari isaretleyici logo yukarida cikmadigi icin, simdi boyle girip asagiya girecegim gerisini.
Bu yaziya ilham olan Ekrem Dumanli’nin “Tam bir operasyon” yazisinin ilgili kismini tekrar alintiliyorum, tam link en yukarida #17’de, ancak kisaca Ekrem Dumanli Radikal gazetesine gidip orada dijital Imamin Ordusu kopyasi aradigi icin herkes “cemaat!” demeye basladi diye sikayetine baslayarak hedef haline getirildiklerini soyledikten sonra, Ahmet Şık’ın kitabina dair iki cift lakirdisini (yukarida icini acmaya calistigim propaganda ve kitap meselesi)da ekliyor ve Radikal’e polis gitmesine baskin denmemesi gerektigini, delil olmadan cemaat denmemeli diyerek soyle diyor:
“Bu ülkede biz ne gazete baskınları gördük. 1999’da bir gazetecinin yazısı dayanak yapılarak basılan Akit gazetesini ve arkasından hiçbir şey çıkmamasını ne çabuk unuttunuz? Yeni Şafak gazetesini onlarca polis bastığında, gazete binasındaki her bir ferdi saatlerce taciz ettiğinde neredeydiniz? Hadi ondan vazgeçtim, Nokta Dergisi, ‘darbe günlükleri’ni yayınladığında, yapılan baskına neden sesiniz çıkmadı? O gün de çıkıp ‘daha basılmamış günlüklere savcı yasak koyuyor’ diye neden kükremediniz? O gün bilgisayarlar sökülüp götürüldü, askerî savcının talebiyle. Ve Nokta Dergisi kendini kapatmak zorunda kaldı. O zaman da uluslararası camia ayağa kalkmış, ‘ülkenin imajı’ yerle bir olmuştu.”
Ben Ekrem Dumanli Nokta dergisi basildiginda neredeydi bilmiyorum, ama propagandaci oldugunu isaret ettigi Ahmet Şık’in nerede calistigini biliyorum: Nokta dergisinde[1]. Oksimoronlara boylece bir tanesini daha katan Dumanli iyice 28 Subat karsitligina sahip cikacagim derken, goz cikariyor. Bu anlam kargasasini da not ediyor, kafamiz nasil karismasin boyle mantikla diyor, yukaridaki #17 ve 18’e Zamanla ilgili girdigim yorumlarima esin kaynagi Dumanli yazisinin o kismini tekrar alintiliyorum:
“Şimdi kanaatim daha da netleşti: Cemaat aleyhine yoğun ve kara bir propaganda yapmak için kitap(lar) yazdırılıyor ve o kitapların her safhası psikolojik bir harekât olarak planlanıyor. Önce belgeler üretiliyor, insanlar hakkında çok ağır suçlamalar yapılıyor, sonra bunlar şaşaalı bir şekilde neşrediliyor, neşredilemezse daha büyük gürültü koparılıyor, sonra emniyet teşkilatında meydana getirilecek dalgayla Ergenekon davası gibi hukuki süreçlerin önü kapatılıyor.
Daha ötesini de söyleyeyim. Hanefi Avcı’yla başlayan o insafsız süreçte kitap operasyoncularına sonuna kadar destek veren bazı kişileri bugünden itibaren izleyin. Göreceksiniz, bunların önemli bir kısmı soluğu yabancı basın mensuplarıyla sohbette, yabancı diplomatlarla muhabbette alacak ve şu an hiçbir somut bilgiye dayanmaksızın yaydıkları cemaat algısını ve hükümet düşmanlığını yurtdışına da taşımak için çırpınıp duracaklar. Kimisi Washington’a kapağı atıp düşünce kuruluşlarında AK Parti ve cemaatin düşünce özgürlüğünü yok ettiğini, Ergenekon ve Balyoz davalarının fasa fiso olduğunu anlatacak, kimileri de AB üyelerine bu dezenformasyonu zerk edebilmek için olağanüstü bir gayret sarf edecek…”
Yazinin tamamina linki yukarida vermistim. Ben bu kismina odaklaniyorum, zira sozunu ettigi kategorilerden “propaganda”yi ve kitap konusunu yukarida #17 ve #18de acmaya calistim. Buradan da sonraki kisimlara bakarak Dumanli’nin muzdarip oldugunu iddia ettigi seylerle (propaganda, kitap yazdirma, vs) bizim muzdarip oldugumuz (kafa karisikligi, tuhafliklar, mantiksizliklar) seyler arasinda baglanti var mi diye sorgulamaya calisiyorum. Uzun oldu. Asagidan devam edecegim.
*****************
[1]Konuyla ilgili Alper Gormus’un T24 nokta com nokta tr’deki 11 Mart 2011 tarihli gorusleri okunabilir.
17 Mayıs 2011 13:38
Efendim, yukarida “kara propaganda” olayina girmistim biraz. Simdi Ekrem Dumanli’nin yazisinin esin perisi vazifesi gordugu yaziya devam edeyim:
2) Dumanli, cemaati hedefleyen yayinlari psikolojik harekat olarak gormus, bundan sikayetci. Yani tabii kara propaganda ile psikolojik harekat cok ayri olmasa gerek. Bu durumda sirf birisini veya bir grubu hedef alirsiniz, degil mi?
Mesela bu hem okudugunuz metinlere yeni kiliflar hazirlayarak onlara yeni anlamlar turetme (Ahmet Şık’in, Hanefi Avci’nin, Nedim Sener’in kitaplari yazdirildi soylemi; Taraf eski yazari Onder Aytac sagolsun), hem de sesinizi yukseltmeye sorular sormaya kalkarsaniz yipratilarak susturulma (Dani Rodrik’e yapilmaya calisildigi gibi) ve konusma sahasinin kisitlanmasi—ki daha once Today’s Zaman ve Taraf’ta yazan Emrullah/Emre Uslu’dan twitter ornegi vermistim bu blogda, soyle:
“Sirf Balyoz hakkinda Radikal’de yazi dizisi yayinladi diye Ezgi Basaran ve Eyup Can Saglik icin Emrullah/Emre Uslu’nun Twitter’da yazdigi
‘Merakımı giderecek var mı: Eyüp can ve Ezgi Başaran “Balyoz”da yararlanılacak gazeteciler arasında var mıydı yoksa update edilmiş listede? 7:02 AM Jan 16th via web’”
Yani onlara bir sekilde baski yapma. Hos Emrullah/Emre Uslu biraz fazla konusan birisi gibi gorunuyor. Belki Ozgur Mumcu’yla Ahmet Şık’in kitabina dair girdigi polemikte Uslu, “benden ozur dilemezse sokaga cikamaz hale gelir” tarzi bir sey yazmisti. Bu yani bir nevi aba altindan sopa gosterme gibi bir sey. Aldigi tepki uzerine de “utanctan” (sokaga cikamaz hale gelir) diye ekleme yapmistir.
Nitekim Ozgur Mumcu “Kara Propagandayi kim yapiyor?” yazisinda yazisinda Ahmet Şık’in kitabi ve sorgusu hakkinda yazarken,
Emrullah/Emre Uslu, Ozgur Mumcu’nun Kara propagandayi kim yapiyor sorusuna “Ben!” dese boyle carpici bir baslik atip ayni seyi dusundurtemezdi herhalde, akillara ziyan bir baslikla Abdullah Ocalan ve Ozgur Mumcu’ya cevabimdir diye yazmis. Yani ikisinin adini yanyana gorunce yatabilecegi etkiyi hesab edememis olmali herhalde diye dusunelim biz yine de. [Mumcu’nun cevabi: http://www.medyatava.com/haber.asp?id=79110 ]
Buna karsilik, sahsen cemaat ile Ergenekon’u ilintilendirmenin Ergenekonculuktan sayilmasi Nisandan once hizla gidilen istikamet gibi idi. Bu baglamda ornegin simdi burada yapilan yorumlar aslinda BM insan haklari beyannamesi tarafindan guvence altina alinmis ifade ve dusunce ozgurlugunun kapsaminda iken, anlasilan isin icinde elestirel boyutu olunca, Ekrem Dumanli gibiler tarafindan propaganda, psikolojik harekat kapsamina giriyormuscasina yorumlanmasi isteniyor. Ahmet Şık’in kitabi mesela propaganda unsuru olarak nitelendiriliyor.
Zaten o konu cok katmerli:
a) Birinci katmerde belgeler uretilip servis ediliyor diyor Dumanli.
b) Ikinci katmerde kitaplar yazdiriliyor diyor hem Dumanli hem de Mehmet Baransu ve fmerakli’nin buraya daha once tasidigi ve konustugumuz “Karargah’in tespih taneleri” yazisinda.
c) Ucuncu katmerde de cemaate saldirilarak (elestiri olabilir mi o saldirilarin bir kismi? hem zaten artik cemaat konusunda fazla yazabilen de kalmadi saniyorum) kara propaganda yapilmasi.
Ben cemaate bu faaliyetlerinden dolayi kuvvetli duygular icinde insanlar yok demiyorum; olduguna eminim. Ama belki de Dumanli biraz ozelestiri yapmak ister bu konuda… nacizane bir oneri benimkisi.
Herneyse, devam edelim ve once su Dumanli’nin sozunu ettigi ilk katmere gelelim: belge hususuna. Zira “Once belgeler uretiliyor” demis Dumanli.
Hersey bir tarafa, Ahmet Şık’in kitabi uzerine yazilmis bir yazi bu ve tam da bu yuzden bu yorum cok tuhaf. Soyle ki:
Kitap taslaginda hemen hemen hersey (birkac sahsi gorusme haric) zaten polis, istihbarat, mahkeme tutanaklarindan, veya basilmis gazete haberi veya kitaplardan yazilmis idi? Hadi basilmis kitaplari/dergileri biraktim (ki kitap taslaginda bir haber eger herhangi bir rapora dayali cikmamissa, onu da yaziyor); diyelim ki degil ama Dumanli hakli olmus olsun ve bu kitaplar dayanaksiz. Iyi de oburleri uretilmis belge degil ki? Emniyet, mahkeme, istihbarat raporlari?
Hem de Hanefi Avci elindeki bilgileri/belgeleri paylasacagini aciklamisti gibi hatirliyorum (yalniz teyit edemedim simdi, yaniliyorsam biri duzeltsin) ve tam konusmasina birkac gun kala tutuklanmisti gibi hatirliyorum. Neden? Eger uretilmis ise belgeler, bu infial niye? Dava acarsiniz olur biter.
Ancak bir noktada hakli Dumanli. Uretilmis belgeler var. Mesela bu blogun defalarca sahteligini ortaya koydugu gibi Balyoz’da. Ve kimbilir baska kac davada da vardir ama orada boyle ugrasan bulan yok, bilemiyoruz. Ayrica Zaman gazetesi’ni yakinen takip etmemiz gerektigini, kendilerinin “gaipten” belge haberleri verme huylari oldugunu biliyoruz:
Bu blogda verilmisti mesela boyle tuhaf bir ornek, Zaman Gazetesi Golcuk’ten belgeler cikar cikmaz daha nelerin cikacagini ilan etmisti; blog yazarlari da soyle demisti: “cikanlarin hangi davalarin ek klasorlerine girecegini ve bu yeni bulgularin diger davalardaki iddialari nasil dogrulayacagini simdiden kestirebiliyor.”
Bir de iki ayri yerden cikan flash bellek var mesela, emniyet ile ilgili, deliller, belgeler ile ilgili soru isaretleri uyandiran.
“Sehven” yapilmis yuklemeler de var.
Buna yine Ekrem Dumanli soyle demisti ve bu blogdasoyle yazilmisti, benim vurgulamak istedigim sey acisindan onemli olan kismini alintiliyorum:
“Dumanlı şu iddiasında da tamamen yanılıyor:
‘Olayı emniyet fark ediyor ve düzeltiyor. Onlar düzeltmese ve düzeltmeye dair tutanak tutmasa hiç kimsenin haberi olmayacak.”
Emniyet bu konudaki raporunu ancak mahkemeden talep geldikten sonra hazırlıyor.”
Ayrica ben de sunu ekleyeyim: dogru olsaydi bile, emniyet icinde bu kadar guc savasi varken, birisinin oyununu oburunun duzeltmesi olasi. Ama ondan hic bahsedilmiyor tabii. Ayni bana “onurlu subay”in teslim ettigi bavul (markasinin “faith” olmasi da ilginc bir tesaduf eger markasini dogru hatirliyorsam) dolusu “belge”nin de ayni guc savasinin bir parcasi oldugu ama belki de aslinda olanin tam tersi oldugunu dusunmeye davet ediliyor olabiliriz.
Ayrica mesela, Kemal Bey’in bir tespiti vardi: 17 nolu CD’den Tubitak raporuna gore Suga belgesi cikmamasina ragmen, iddianamede defalarca 17. CD’deki suga belgeleri ifadesi geciyor olmasi. Daha once de iddianamenin emniyet raporundan birebir kopyalandigi epey sayida bir sayfanin oldugu ortaya cikmisti. Hatta fmerakli bir arkadasina sormus ve bunun rutin oldugunu soylemisti; KCK davasi ile ilgili de benzer sikayetler yazildi cizildi. Savcilarimiz sirf aleyhine degil lehe de delil toplamali degil midir? Emniyet raporu oldugu gibi gececekse, bu size sanik-suc-savci-yargi dortlusu arasinda nasil bir bag oldugunu dusundurtuyor?
Tabii bundan bagimsiz soyluyorum, zira Kemal Bey’in buldugu o soz konusu iddianame sayfalari emniyet raporundan kopya mi bilemiyorum; ama gercekten de neden 17 nolu CD’de Suga cikacagi varsayimi mevcut? Sehven deseniz, bir kere olur, oysa Kemal Bey’in buldugu gibi defalarca geciyor ayni ibare.
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/04/19/tutukluluklarin-itirazina-yine-red%e2%80%a6/#comment-6234
Son katmer kara propaganda da enteresan:
Bir de kendim acikcasi OdaTV’nin cizgisinden genel bir rahatsizlik duymama ragmen, mesela sahte delilcilikle ilgili goruntuler yayinlamislardi sitelerinde, onu hala meraktayim. O gun baskin yapildiginda bu goruntuler epey kafa karistirici seyler ortaya koyuyor gibiydi. Hem yok oldular hem de sozleri edilmez oldu… ya da belki de benim gozumden kacti. OdaTV’nin de nami cok temiz olmadigi icin sonrasini bilemiyorum.
Ancak sonra OdaTV’den cikan Medya 2010’da cikan ibarelerde yine mantiga aykiri gelen seyler vardi. Bu konuda Altan Alpay’in bir yorumuvardi, buradaki direktif tadindaki seylerin nasil kendisine mantikli gelmedigine dair, fmerakli’nin alintiladigi Medya 2010 belgesindeki metne:
““Hanefi’nin kitabı ne durumda referandum öncesi yetiştirilmeli. Nedim’i sıkıştırın hızlandırsın. Referandum sürecinde cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı. Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli. Avcı ile direkt görüşmeyelim. Yayın sonrası dürüstlüğü ön plana çıkarılmalı. Sabih üstat, İlhan Cihaner olayı kitapta muhakkak işlenmeli diyor. Cihaner’i bayraklaştıralım. Doğu, Hanefi’nin ağzından Ergenekon boş bir dava olarak anlatılmasını sağlamalı” (fmerakli’nin butun girdisi surada, okumak isteyenler icin.
Buna Altan Bey’in cevaben yazdiklari:
“fmerakli
“Eger yukaridaki ifadeler dogru ise” bende IQ seviyesi bayağı düşük bir şakirtin milletin zekasiyla dalga geçtiğini düşünürüm.
Acaba kendi aralarında bir cümleye en fazla ergenekoncuyu kim sığdıracak diye bir yarışma mı yapmışlar? Maaşallah 3 cümlede Sabih’inden Doğu’suna, Nedim’inden Hanefi’sine hepsi elden geçmiş.
Paragrafı okuyunca tamamen tribunlere yönelik yazıldığı izlenimi veriyor. Yazanlar ayrıca -kafalarının- parmak izini bırakmışlar. Üstelik 3 cümlede 50 tane mantık hatası da cabasi.
> Referandum sürecinde cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı.
Eee zaten Soner bunu hep yapiyor, koskoca Soner Yalçın’ı tetikçi yandaş gazeteciler gibi YIPRAT komutu mu bekleyecek? Kurulduğu günden beri cemaat hakkında yazıyor. Soner’e bu şekilde bir direktif vermek hakkaten zekasına hakaret.
Ama bu cumleyi tersine çevirirsek cümleyi yazan hakkında enterasan bir resim çıkabilir:
“Referandum sürecinde hanefi yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı” derseniz yandas medya tetikcilerinin bir anda sanki bir yerden emir gelmis gibi Hanefi Avci’yi itibarsizlastirmaya operasyonuna nasil basladiklarini daha iyi anlayabilirsiniz.
Paragrafin birinci cumlesi ile gerisi mantiksal acidan uyumsuz. ilk cumlede Avci’nin kitabinin yazilmaya baslandiktan sonra bir zaman dilimi soz konusu fakat ikinci cumleden sonra sanki kitap yazdirilmasi fikrinin tartisildigi -yani yazima baslanmadan onceki bir zaman dilimi- izlenimi aliniyor.
Hanefi kitabi yazmaya basladigina gore “teklif etmesi önemli” niye desin, teklif etmis sende kabul etmissin, adam yazmaya baslamis.. Yine “Hanefi kullanilmali” derken zaten kitap yazdirarak kullaniyorsun veya kitap yazmasi zaten kullanildigi anlamina geliyor, niye “Hanefi kullanilmali” demek zorunda hissediyorsun, kasinda geri zekali mi var?
Senaryo biraz aceleye gelmis gibi gozukuyor, her turk filminde olur boyle seyler, izlemeye devam.
Dursun Çiçek’in yazdığı söylenen planda da ‘kara propaganda yapılacak’ deniyordu. Bir grubun kendi davası hakkında ‘kara’ demesi garibime gitmisti. Pentagon bile öldürdüğü sivillere colleteral damage falan gibi kibar nitelemeler yaparken ‘kara propaganda’ lafı bana sanki cemaate toz kondurmadan tribunlerin anlacağı şekilde yazıldığı izlenimi doğurmuştu. Bilmem sizde aynı izlenimi aldınız mı?”
Bu kara propaganda ve belge uretimi kismi bu yorumda sorgulaniyor. Elbette daha ABD’nin Turkiye eski buyukelcisi Edelman’in, kendisine sahte darbe belgeleri tasidigini ifade ettigi Fethullah Gulen cemaatinden birisi oldugu haberi de yalanlanmadi.
Devamini getirmeye calisacagim. Dinlendikten sonra vakit bulur bulmaz. Bundan sonrasinda da anlam kaymalari, referans noktalarinin sasmasi gibi noktalara biraz daha deginmek istiyorum.
Cok uzun oldu. Ama konu uzun, bitmedi bir turlu. Vakit ayirip goz gezdiren herkese tesekkurler.
Devami sonra…
17 Mayıs 2011 19:45
Fmerakli’ya verdigim link cikmamis, veriyorum burada:
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/02/18/odatv/#comment-4204
Burada sunu not edeyim: aslinda ben cemaat guc kaybederse olabileceklerden oldukca endiseliyim. Cunku aslinda parcasi olduklari sey bir guc savasi goruntusunde, bunun bir baska kutbu veya kutuplari daha var ki, onlardan da ben cok rahatsizim. Ve eger bu guc kaybetme durumu olur da olursa, ki hicbir sey baki degil, bence olacagina bakin, ama o ortamda ayni kendilerinin yaptigi goruntusu cizen kurunun yaninda yas yakmanin onlara da yapilacagindan endise etmekteyim. Vicdanen bunlari yazarken, aslinda cemaatin icinde ve alt kademelerde yer alan temiz, iyi niyetli, vefali ve idealist insanlar icin icim gercekten uzuluyor. Dilerim cemaatin elitleri de bu gidisin iyi bir gidis olmadigini ve bu kendilerine gonul vermis insanlari biraz olsun dusunuyordur.
Bu sebeple yukarida yazdiklarim, su ortamda neler dondugunu anlamaya calisirken ortaya cikan ve birlikte dusunulmesi gerektigine ikna oldugum noktalar. Ancak altini cizeyim: bu noktalari bir arada gordugumde nahos bir tablo cikiyor ve bu noktalarin arasindaki iliski seffaf bir sekilde *arastirilmalidir* diyorum.
Sadece Hrant Dink davasi ve Zaman’in ne yapmaya calistigi, bir kisim ifsa edilirken aslinda kimlerin neden korundugu sorgusu icindeyim. Bunun cevabinin cok basit bir sekilde sadece cemaat mi yoksa yapilmis baska ittifaklar mi sorusu ise hala cevapsiz. Trekking rumuzlu okuyucu asagida alinti yaparak belirtmis, ben obur geleneksel derin devlet denen yapilanmanin ya iyice yer altina indiginden ya da Ergenekon surecinde aslinda dogru isimlerin ozensiz iddianamelerle aslinda tam bir laf kalabaligi icerisinde (ki kimsenin emek verip yazdigi iddianameye laf uzatmak degil amacim, emege saygisizlik degil, ama icine cocuk boyama kitabi dahil eklerin konmasidir ve binlerce sayfadir sorun olan) gercek suclari uzerinde dusunulmeden iceri alinmis olabilecegini dusunuyorum. Bu sahislarin yeniden at kosturmasini *istemiyorum*. Ama su anda olanlari da gormek istemiyorum.
Butun bunlari goz onune alarak aslinda endiselerimi, gozlemlerimi paylasirken hem bu sikintilari tasiyorum, hem de bunlari dile getirmenin artik ecnebilerin tabiriyle odadaki fili gormezden gelmeyi birakmak adina onemli olduguna kaniyim.
17 Mayıs 2011 19:50
Sunu da acayim:
“aslinda ben cemaat guc kaybederse olabileceklerden oldukca endiseliyim.” Ben bu oynandigi gorunen oyundan oldukca muzdaribim ve bitmesi gerektigini dusunuyorum. Bu, benim sahsi gorusum, kimseyi de baglamaz elbette. Ancak, bu oyun bittiginde uzerlerine cullanmayi bekleyen, dis bileyen, ayni istahla onlari yok etmek isteyen bir enerji biriktiginden de hic suphem yok. Iste o zaman yine kurunun yaninda yas yanarsa cekincem mevcut. Sadece kirli islere bulasmis sahislar yargilanmalidir. Kastim budur.
17 Mayıs 2011 22:28
Komplo teorilerinden gayet rahatsiz olan birisi olarak sunu soyleyeyim, tekrar okudugumda Baransu’ya gelen bavuldan bahsederken yanlis anlasilmaya acik bir sey yazdigimi gordum. Netlestirmek isterim: bavulun markasinin bu isaret ettigim konularla bir baglantisi var demiyorum. Bunu aciklamak bile komik geliyor ama o kadar yanlis anlamalarla dolu bir ortam var ki, olur da bavulla ilgili bir ima yaptigimi dusunebilecek birileri cikarsa sasirmam. Dolayisiyla dedigim sey su idi: bu kadar “suna inaniyorum”,”buna inanmiyorum” uzerinden tartisilan Balyoz davasi belgeleri bile kaderin cilvesine bakin ki “inanc” markali bir bavulda gelmis diye dusunuyordum. Aciklayayim ki komik taraflara cekilebilecek anlamlar cikmasin.
17 Mayıs 2011 15:41
” ben derin devlet dedigimiz ve bir devlet icinde muktedir bir grup olduguna inaniyorum ve bunun pesinden durustlukle giden herkese de bu katkilari baglaminda cok buyuk saygi duyuyorum. Ancak su anda olan bitenin, buyuk olcude eski derin devlet bildigimizden ziyade, devlet icinde muktedir bir baska grubun yaptiklari olduguna kaniyim.”
Sevgili acracia eline, bileğine, yüreğine, aklına sağlık öncelikle.Çok değerli bir çalışma. Ancak bir kere okumakla olmayacak, satır satır okuyup katkı verebileceğimiz noktalar olursa onları belirtmeliyiz diye düşünüyorum. Ve blog yazarlarından ricam böyle bir emek ve çaba’nın tek başına bir yazı konusu olmasıdır. Yani “bu nasıl mahkeme” altında kalmamalı.
Yukarıda alıntıladığım kısımla ilgili olarak bende bazı bilgiler vermek istiyorum. Bu vereceğim kronolojik sıralama da Ergeneokon evrakları arasında bulunan “Şirketler ve Köstebekler” adlı analiz çalışmasından dır.
“). KRONOLOJİK GELİŞMELER
Şimdi başlangıçtan buraya değin, 1991-1997 tarihleri arasında Ankara oligarşik çetelerinin gelişen olaylarının en önemlilerine tarih sırasıyla bir kez daha göz atalım ve Afganistan Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Şah Ahmet Zeyd’in sözlerini bir kez daha anımsayalım:
31 Aralık 1991-Osman Ayanoğlu öldürüldü.
25 Aralık 1992-Şehmuz Daş öldürüldü.
10 Aralık 1992-Nejat Daş adı, Kısmetim-1 uyuşturucu operasyonu ile
duyuldu.
07 Ocak 1993-Lucky-S eroin operasyonu
05 Şubat 1993-Adnan Kahveci kuşkulu bir trafik kazasında öldü
17 Şubat 1993-Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis öldü
06 Kasım 1993-Cem Ersever öldürüldü
14 Ocak 1994-Behçet Cantürk, kaçırılarak öldürüldü
25 Şubat 1994-Behçet Cantürk’ün avukatı Yusuf Ekinci kaçırılarak
öldürüldü.
10 Mayıs1994-Sağlık Bakanlığı Tefştiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan kaçırılarak öldürüldü.
03 Haziran 1994-Savaş Buldan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım; TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu’na ifade verdikten sonra öldürüldüler.
11 Ekim 1994-Behçet Cantürk’ün avukatı Medet Serhat öldürüldü
02 Mart 1995 MİT Ajanı Tarık Ümit kaçırıldı, cesedi bulunamadı
17 Mart 1995-Azerbaycan’da Aliyev’e yönelik darbe girişimi önlendi. Darbeden Mehmet Ağar, Kemal Yılmaz, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ferman Demirkol ve Abdullah Çatlı sorumlu tutuldular.
28 Eylül 1995-Mehmet Urhan öldürüldü, cinayetten Özer Uçuran Çiller sorumlu tutuldu.
28 Kasım 1995-Tefeci Nesim Malki öldürüldü
05 Mart 1996-Tefeci Veli Sözdinler öldürüldü
28 Temmuz 1996-Ömer Lütfi Topal öldürüldü
19 Ekim 1996-Özdemir Sabancı öldürüldü
03 Kasım 1996-Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında, aynı Mercedes’te seyahat eden; Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, Bucak aşiret lideri ve Milletvekili Sedat Edip Bucak, Abdullah Çatlı ve sevgilisi Gonca Us ilişkileri gözler önüne seren bir skandal yaşandı.
08 Kasım 1996-İçişleri Bakanı Mehmet Ağar istifa etmek zorunda kaldı.
15 Kasım 1996-Mehmet Ağar: “Bin tane operasyon yaptık” diye, gizli operasyonları üstlendi.
05 Kasım 1996-Pakistan Cumhurbaşkanı Faruk Laghari Başbakan Benazir Butto’yu görevden aldı
08 Aralık 1997-Faili Meçhul Cinayetleri soruşturup araştıran Hakim Akman Akyürek, kuşkulu bir trafik kazasında öldü.
Türkiye’de olup bitenlerin özünde sürüp gitmekte olanlar; Ankara’nın uluslararası oligarşik çetelerinin sürdürdükleri “Kirli Savaş”ın finans kaynağı eroin ve silah ticaretini ön plana çıkartıyor. Terör, Faili meçhul cinayetler, Azerbaycan darbe girişimi, yükselen fundamentalizm, giderek ekonomiyi ele geçiren kökten dinci sermaye grupları ve eroin trafiği aynı zincirin halkaları.”
Derin devlet denilen olgu, tek tip bir yapılanmadan ibaret değildi bana göre. Her dönem devlet içinde iktidar mücadelesi varolmuştur. Yukarıda ki isimler bunun ispatıdır bence.O yüzden bügün yaşananlar kafa karıştırıcı gelmiyor bana. Bu mücadele hep vardı, bugünde var ve bu yapı bügün bir diğer kanadı tasfiye için kullanılmaktadır. Yani Türkiye kimilerinin dediği gibi “Geçmişiyle hesaplaşmıyor, bağırsaklarını temizlemiyor”.
Can Ataklı’nın bugünkü yazısında katıldığım bir bölüm var. Orhan pamuk la ilgili olarak yazdığı ” Sanıyorum Nişantaşı, New York, Londra, Hindistan’ın tatil beldeleri arasında mekik dokuduğundan olacak Türkiye gerçeğini tersten görmeye devam ediyor.
Bir entelektüel olarak hukukun üstünlüğüne, demokrasinin erdemine, insan haklarına saygı göstermesi gerektiği halde, hukuksuzlukların, demokrasiyi ayaklar altına almanın ve insan özgürlüğüne darbe vurulmasının yanında olduğu gibi bir görünüm sergiliyor.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından ve iki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra Türkiye’de de ordunun gücünü kaybettiğini ve bunun çok doğal olduğunu unutup, iktidarı “ordunun gücünü azalttı” diye alkışlayabiliyor.
Asıl uygulamanın Türkiye’yi dönüştürmek için asker üzerinden tüm muhalefeti susturmak, Türkiye’yi bir korku ülkesine haline getirmek olduğunu nedense görmezden geliyor.”
İşte bende buna inanıyorum.
Tabii bu süreci dış dinamiklerden ve hep yaptığım gibi “ekonomi”den ve ekonomik gelişmelerden bağımsız düşünemiyorum. Zira bunlar olmadı mı bana göre bacakları eksik kalacaktır.
17 Mayıs 2011 20:03
Trekking, iltifatiniz icin tesekkur ederim. Ben yorumlarimin yorum olarak kalmasini aslinda tercih ederim. Zira bir baglam icerisinde bir butun olarak anlamlilar ve nitekim cok da uzunlar; kendilerine referans vermek isteyen elbette verebilir, o ayri, onun icin yazdim zaten. Dedigim gibi isaret ettigim sey nacizane su idi: ben onemli gordugum noktalari ortaya koydum. Asil vurgulamak istedigim de bunlarin arasindaki iliskinin (sizin de dediginiz gibi ekonomik boyut da dahil, ama hem isin hukuki boyutu hem de o beni asar) seffaf bir sekilde ve hukuken arastirilmasi gerektigi ve su asamada butun bunlarin bir arada bakildigi takdirde ortaya cikan tablonun nahoslugudur.
17 Mayıs 2011 20:13
ekleyeyim: “…kendilerine referans vermek isteyen elbette verebilir” demistim, alinti yapmak isteyen de elbette keza oyle, buna herkes dahil. Eger dediginiz gibi burada ayri bir baslik acilacaksa, ona da itirazim elbette olmaz, sonucta buraya yazdiklarim artik kamusal alandadir. Yine de bu yapilsa dahi, buradaki butunluge isaret edilerek yapilmasini tercih ederim. Zira buraya yazmamin sebebi zaten bunlari paylasmak.
17 Mayıs 2011 16:04
Bir dönem Aganistan da Başbakan Yardımcılığında bulunan
-Ahmet Şah Ahmed Zeyd: Yılda 3 milyon 200 bin kilo eroin sattım. Geçen yıl 1 katrilyon liralık eroin geldi. -Bu sözler, bir dönem Afganistan’da Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunmuş Ahmet Şah Ahmet Zeyd’in ağzından (2 Haziran 1996’da Taksim/Eresin Otel) çıkmıştır. Bugünün değeri ile sözü edilen meblağ 10 katrilyon Türk lirasıdır.- Afganistan dünyanın bir numaralı Afyon üretim yeri, bilinmeyen ve bilinmesi istenmeyen bu uyuşturucu ağına kimlerin adının karıştığıdır. Afganistan da Afyon ekimi var, doğrudur. Bunu Pakistan’a ve ABD’nin istihbarat kuruluşu CIA’in operasyonlarda kullanmak için kurduğu örtülü şirketi CAT uçak şirketi taşıyor. Uyuşturucuyu ABD’ye taşıyor. Benazir Butto’nun kocası Afyonu lâboratuarlarında işleyip, eroin haline getiriyor. Bunun için hapse girdi, bu yüzden. Afganistan’ın güney bölgesinde Amerikalılar var. Bize okul, yol yapın uyuşturucu yapmayalım. Türkiye’den bir katrilyon dan daha fazla alacağımız var. MAFİA’dan da siyasilerinizden de…
”
Bu kısım çıkmamış yukarıda.
17 Mayıs 2011 19:16
Sayın Acracia’nın çok detaylı ve arkası gelecek izlenimi veren,değerli araştırmasının bütününü gördükten sonra yorum yapmayı tercih ediyorum.
Sayın trekking;
Sözlerinizin bir kısmına katılmak elde değil maalesef,Can Ataklı’nın ne mevcut yetenekleri ,ne düşünsel durumu ne de entellektüel seviyesi Orhan Pamuk’u sorgulamaya yetmez.
Kaldı ki Orhan Pamuk röportajında
”Bir entelektüel olarak hukukun üstünlüğüne, demokrasinin erdemine, insan haklarına saygı göstermesi gerektiği halde, hukuksuzlukların, demokrasiyi ayaklar altına almanın ve insan özgürlüğüne darbe vurulmasının yanında olduğu gibi bir görünüm sergiliyor.”
yaftasını hakedecek herhangi bir vurgu yok sadece fikirlerini söylüyor ama tabii Can Ataklı gibi düşünmüyor!
Orhan Pamuk’un iktidarı desteklemek üzere bu röportajı yaptığını söylemek safdilliği ise ancak Can Ataklı gibi birisine yakışır diyeceğim,fazla da uzatmaya gerek yok.
Kolaycılık bu, her şeyi iktidarın üzerine yık ”Asıl uygulamanın Türkiye’yi dönüştürmek için asker üzerinden tüm muhalefeti susturmak, Türkiye’yi bir korku ülkesine haline
getirmek olduğunu nedense görmezden geliyor.” diyerek kurtul.Bu kadar basit, sayın Acracia yine anacağım ama bakın insanlar kolay yolu bulmuş,işi iki dakika da çözmüş,siz boşuna uğraşıyorsunuz.
17 Mayıs 2011 21:25
Can Ataklı da fikrini söylemiş, ama Orhan Pamuk gibi düşünmüyor.
Ne var yani,
Bu süreci insanlar iki dakika da çözmüş diyorsunuz. Valla bravo size. Diyecek bir şey bulamıyorum.
17 Mayıs 2011 21:54
çözmüş adam (Can Bey) işte,bir senedir ağzında,hep aynı slogan,TV’de girdiği her tartışmada bağıra çağıra alay konusu oluyor,bilgisiz gittiği için de hep tıkanıyor.Şu blog da ondan daha iyi yazacak/tartışacak/fikir yarıştıracak bir sürü insan var, siz de dahil…
17 Mayıs 2011 22:59
Sayın Demokrat,
Ben insanları bu kadar hafife almam. Daha önce de aynı tartışmaları yapmıştık. Yalçın Küçük ve Soner Yalçın konusunda.
Can Ataklı ya katılmayabilirsiniz. Nihayetinde o da fikrini beyan ediyor.
Fakat Türkiye de turpun büyüğünün heybede olduğunu görmeyen çok büyük bir kesim var maalesef.
Askeri vesayet rejiminden bahsedenler, sanki bizim sistemimiz dört dörtlük müş,tam demokrasiymiş gibi bahsediyorlar. Ama bırakın tam demokrasiyi, kusurlu bile saymıyorlar işte. Hibrid sistem diyorlar.
Ayrıca Askeri vesayet den bahsedenler, cemaat-ticaret-siyaset ilişkilerini nedense görmezden geliyorlar veya küçümsüyorlar.
Oysa asker iktidarların görünmez ortağıysa, cemaat-tarikat lar bilfiil ortağıydılar. Yıllardır. İnönü ‘nün CHP si dahil.
Yıllarca devlet yönetiminde deneyim kazandılar, ticarete daldılar, devleştiler ve artık devleti teslim alma, toplumu kendi anlayışlarında dönüştürme seanslarına başladılar.
Can Ataklı’nın yazısını bunun için alıntıladım. Orhan Pamuk’u edebiyat alanında eleştirse idi, söylediklerinize katılabilirdim. Ancak siyaset konusunda Benim nazarımda Can Ataklı daha yetkindir. Bu da benim şahsi fikrim.
18 Mayıs 2011 00:11
Tabii ki ben alıntıladınız diye sizi suçlamadım,sadece Can Ataklı hakkındaki fikrimi söyledim.Hafife de almıyorum aynı zamanda,hafife almam için benim daha iyi olmam gerekir.Fikrim ,insanlar neyi iyi yapıyorsa onu yapmalı. Bence bu arkadaş hayata tutunmuş,hasbelkader biryerlere gelmiş,iyi kötü düşünen ama, bir türlü anlatamayan ve asla yazarlık yapamayacak birisi.Zamanında T.ÖZAL’a yağdanlık yaparak,hanımefendinin eteklerinden tutarak gazetecilikte kariyer yapmış daha sonra da işte bir şekilde…
Herneyse diğer konuya dönersek ülkede tarikat gerçeği vardır ve dinler olduğu sürece de olacaktır.Önemli olan sizin de belirttiğiniz gibi bunların ne ölçüde siyaset ve ekonomi üzerinde belirleyici rol oynadığıdır.Sayın Acracia bitirirse konusunu yine devam ederiz diyorum ,çünkü o konuda benim de söyleyeceklerim var.
18 Mayıs 2011 13:17
Demokrat, nezaketiniz icin tesekkur ederim. Nihayet bitti ama blog yazarlari baska yeri tasimislar, oranin altina girdim.
18 Mayıs 2011 00:48
Sayın Demokrat, Dinler olduğu müddetçe tarikatlar da olucak elbet. Batı da da var tarikatlar.Ama, ama işte!
20 Mayıs 2011 17:09
ZAMAN , “Z” ve “M” harflerini, alfabedeki bir önceki sıradaki harfler ile değiştiriyorum…oluyor ” YALAN” şifreleri de, senaryoları kadar basit.
03 Temmuz 2011 19:31
Bu konuyu burada paylaşmayı uygun gördüm. Medya yalanları bahsinde. Ancak, bahsedeceğim konu direk yalandır falan demiyorum. Bir senaryo kurgulanıyor ve o senaryo daki tuhaflıklara dikkat çekmek istiyorum.
Konu Albay Kazım Çillioğlu. Bir süre önce fmeraklı da taşımıştı bloga.Aksiyon dergisi son sayısında işlemiş. Bir senaryo eşliğinde. Önce bu kısmı alıntılıyorum.
“3 Şubat 1994… Albay, her zaman olduğu gibi ikindi namazını kıldıktan sonra ellerini açıp uzun uzun dua etti. Yükselip alçalan sesi, kapıdaki görevli subay tarafından duyuluyordu neredeyse. Son zamanlarda canına kastedileceğine dair şüpheleri iyice artmıştı. Zaten Tunceli’ye geldiğinden beri birileri ölümü için her türlü yolu deniyordu. Son anda şüphelenip binmediği helikopter düşmüş ve üç subay şehit olmuştu. Son bir yıl onun için bayağı sıkıntılı geçmişti zaten. Namazdan sonra makamından çıktı. Tunceli Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu saatler sonra birilerinin aklına gelir ve aranmaya başlanır. Başvurulan ilk adres, nedense kaldığı lojman olur. Tam teşekküllü, yüzeysel otopsi raporu hazırlayacak ekip de gelenlerle birlikte kırılan kapıdan içeri girer ve salonda Çillioğulu’nun cansız bedeniyle karşılaşılır. O gün makamında ölü bulunduğu açıklanan Çillioğlu’nun, ölüm raporunda ise evinde intihar ettiği belirtilir. Ölümünden sonra sadece dış otopsi yapılarak ‘intihar etti’ raporu verilir ve dosyası kapatılır. 8. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı da kovuşturmaya gerek olmadığı yönünde karar verir. Albayın yanında “Bu, Türklüğün var olma mücadelesidir. Bir an önce geniş kapsamlı düşünmeliyiz.” yazılı bir de not bulunur. Sağ elini kullanan albay, kendine garip bir şekilde sol tarafından ateş etmişti. Başka bir gariplik de namazlarını kaçırmayan Albayın evine botlarıyla girmesidir. Üniforması ve botu ayağında salonun ortasında ölü bulunmuştu Albay Kazım Ç illioğlu.
9 Haziran 2011… Oğlunun resmî başvurusu ve Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nın kararıyla, Çillioğlu’nun Düzce’de bulunan mezarı açıldı. Yapılan ilk otopsi incelemesinde albayın kaburgasının iki yerden kırıldığı ve kürek kemiğinde bir kurşun yarası tespit edildi. Bu durum intihar iddiasını çürüten önemli delil oldu. Savcılık, şimdi dönemin tanıklarını ve vakanın oluşumunu inceliyor. İlk kanaat, albayın ölümünün intihar olmadığı yönünde.
Peki, Albay Kazım Çillioğlu, son görev yeri olan Tunceli’de nasıl ve kimler tarafından öldürüldü? Aslında oğlu Gökhan Çillioğlu’nun da zaman zaman gündeme getirdiği ‘Babamı Yeşil öldürdü’ tezi giderek güçleniyor. Bu durumda Yeşil, elini kolunu sallayarak alay komutanını kendi lojmanında nasıl öldürebilir? Ve ayrıca neden öldürsün? Cevaplar için 1993’e gitmekte fayda var. Çünkü albayın ölümünün altında yatan süreç, o yılın ikinci ayında başlıyor.
Takvim yaprakları, 17 Şubat 1993’ü gösteriyor. Ankara’da zemheri soğuğu var. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’i Diyarbakır’a götürmek üzere Güvercinlik Askerî Havaalanı’ndan kalkan 10011 numaralı BEECHCRAFT SUPER KING AIR B 200 Vip uçak, kalkışından 7 dakika sonra, saat 12.27’de Yenimahalle Posta İşletmeleri Merkezi bahçesine düşüyor! Olayı telsizden duyan JİTEM Gruplar Komutan Vekili Kıdemli Binbaşı Ahmet Cem Ersever, hemen arabaya atlar, hızla olay yerine intikal eder. Posta İşletmeleri Merkezi bahçesine sanki bomba düşmüş gibidir!
Üstünü beyaz bir kar örtüsü kaplamış olan bahçenin yaklaşık 500 metrekarelik kısmı kapkaraydı. Bekçi kulübesi köz hâlindeydi… Etraf, dumanı tüten metal yığınlarıyla doluydu… Uçak enkazının bulunduğu alan gelişigüzel koruma altına alınmıştı. Bir iki astsubay ellerindeki eski tip fotoğraf makineleriyle bütün bu manzarayı görüntülemeye çalışıyordu. Özellikle etrafa saçılmış enkaz parçalarının tek tek fotoğraflarını çekiyorlardı. Gazeteci ordusu da olanları ve yaşananları görüntülemeye çalışıyordu. Bütün objektifler, karaltıların içine yönelmiş, ne aradıklarını bilmez bir şekilde dolaşıyordu. Ve başta Orgeneral Eşref Bitlis olmak üzere uçakta bulunan herkes şehit olmuştu. JİTEM Gruplar Komutan Vekili Kıdemli Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in gördüğü ilk manzara buydu! (En önemli delil niteliğindeki uçak enkazının 500 lira karşılığında hurdacıya satıldığını da yeni soruşturma ortaya çıkardı.) Ersever, kalabalıkta ilk bakışta Başbakan Süleyman Demirel’i, eski Başbakan Mesut Yılmaz’ı, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’i fark etti. Ve askerî savcılar Hasan Tüysüzoğlu ile Serdar Karapınar’ı… Bu kadar karışıklık ve kalabalıkta delillerin kaybolmadan toplanması imkânsızdı… Herkes her yerde rastgele dolaşıyordu. Bu durumda uçağın hangi sebeple düştüğü tespit edilemeyebilirdi. Bunu fark edince içi cız etti! Demek komutanının ölüm sebebi dahi belirlenemeyecekti! Ersever, “Eyvah, komutanım!” dedi, “Eyvah! Uçağın düşme sebebi bile tespit edilemeyecek!” Babası gibi sevdiği, hatta belki de babasından çok sevdiği komutanının öldüğünü, işte ilk olarak o an idrak etti! Olay yerinden uzaklaşmak isterken olayı çözmek için yemin etti: “Komutanım, uçağın düşmesinin ve ölümünün sebebini hayatım pahasına bulacağım ve dünyaya açıklayacağım!”
1994’te intihar ettiği söylenen Albay Kazım Çillioğlu’nun ölüm yolculuğu, Eşref Paşa’nın uçağının 17 Şubat 1993’te Ankara’da düşmesinden sonra başladı. Bunun ilk fişeğini Cem Ersever çaktı. Ve Türkiye değerli bir albayını faili malum ama üstü örtülen bir meçhul intihara kurban verdi. Ahmet Cem Ersever, ettiği yeminden sonra kendini Eşref Paşa’nın uçak kazasının sebebini bulmaya adadı. Artık bütün mesaisi buydu. Zaten 17 Mart 1993’te JİTEM’deki görevinden istifa eden Ersever, yanına aldığı ve daha önce bir kısmını itirafçı olarak çalıştırdığı kişilerden oluşan 30 kişilik bir ekip kurdu. Bu ekibin amacı, Bitlis suikastını çözmek ve PKK’ya karşı mücadele etmekti. Hatta Ersever, İstanbul’da bir de şirket kurarak itirafçı Mustafa Deniz ile ortak işletmeye başlattı. Bu sırada Çillioğlu’nun uçağa binmemesi, Jandarma’da bir grup tarafından hep bir şüpheyle karşılandı. Bu şüpheyi duyanlardan biri de Ersever’di. Oysa olayın aslı çok basitti, uçağın kalkışı hava şartları nedeniyle tam olarak belli olmadığından (yarım saatte bir erteleniyordu), Çillioğlu uçağın kalkacağını son anda, yani kalkıştan 10 dakika önce öğrenmiş ancak uçağa yetişememişti. Fakat uçağın sürekli bilinçli şekilde bekletildiği iddiası bazı tanıklar tarafından artık dile getiriliyor. Olayın aslı bu olmasına rağmen Albay Çillioğlu, adı listede olduğu (adı bir gün önceden çıkarılmamış, aksine Paşa ile birlikte Diyarbakır’a gidecekti) ancak uçağı kaçırdığı için bir numaralı şüpheli olarak görüldü. Bu nedenle olayları birinci ağızdan dinleyen ve takibe alan bir tanığın anlattıklarına göre Ersever, sivil olmasına rağmen Çillioğlu’nu gayriresmî sorguya çekti. Bu sorguda ikna olan Ersever, Çilioğlu’na zarar vermeden onu bıraktı. Ancak Eşref Bitlis Paşa’nın kazasının izini hep sürdü. Bunun için çalışmalarını derinleştiren Ersever’in önemli bilgi ve belgelere ulaştığı bilgisi, JİTEM ve özellikle itirafçıların kulağına kadar gitti. Hatta 24 Ekim 1993’te Ankara’ya giden Ersever, burada “Şam’daki Kemancı” isimli kitabının hazırlık çalışması için yayıncısı ile görüşür.
Kitap, iki bölümden oluşmaktaydı. Birinci bölümde, PKK ve ona karşı yapılacaklar; diğerinde ise Eşref Bitlis suikastı vardı. Hatta bu konuda önemli belgeler de toplamıştı Ersever. Yayıncısına, “Dur, bekle. Olayın arkasında öyle bir isim var ki söylesem bana deli dersin. Ama bekle, sana belgesini getireceğim. Kitabı öyle basalım.” dedi. Bu, Ersever’in son görüşmesi oldu. Ortadan kaybolan Ersever, 4 Kasım 1993’te Ankara Elmadağ’da ölü bulundu. Ancak öldürülmeden önce, Ersever’in Bitlis suikastını aydınlatacağından korkan bir ekip onu uzun bir sorguya alır, evrakların kimde olduğunu işkence yaparak söyletir. Ersever, belgelerin İstanbul’da Neval Boz’da olduğunu söylemek zorunda kalır. Aynı ekip Boz’u ve bulabildikleri bazı evrakları Ankara’ya getirir. Aynı şekilde Neval Boz da infaz edilir. İddiaya göre, Ersever’i infaz edenlerle Bitlis Paşa’nın uçağını düşürenler aynı ekipti. Bu ekibin, yerli ve yabancı olmak üzere ikili ortak şeklinde çalıştıkları belirtiliyor. İşin ucu Ergenekon’a kadar uzanıyor. Ersever’i sona sürükleyen önemli kişilerden biri, ortağı itirafçı Mustafa Deniz oldu. Deniz, Ersever’in bütün çalışmaları hakkında hem MOSSAD’a hem Amerikalılara hem de Ergenekon yapılanmasına bilgi veriyordu. Öldüğü söylenen Mustafa Deniz’in İhsan Hakan adını kullandığı ve hayatta olduğu artık resmen biliniyor. Hâlen JİTEM’den maaş aldığı belgeleri yayımlandı. Ersever’i ihbar eden Mustafa Deniz, daha sonra eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’nın itirafçı ekibinde yer alıyor. Aslında onlar birbirlerini Diyarbakır’da tanıyor. Deniz’den sonra Cem Ersever’in aleyhinde çalışanlarından biri de eski Habur Gümrük Müdürü Ali Balkan Metel’in şoförü JİTEM elemanı Kemal Uzuner’di. Bu kişi, Ersever’in elinde bazı belgeler olduğunu söyleyip onu JİTEM’e gammazladı. Bu şahsın da yolu Hanefi Avcı ile kesişiyor. Ergenekon tutuklusu Veli Küçük’ün Batı Trakya Dergisi’nden ortağı olan Uzuner, Ersever ile son görüşenlerden biri. Bitlis Paşa ile ilgili belgelerin Veli Küçük’ün evinde ortaya çıktığı söylense de bu gerçekleri yansıtmıyor. Yani suikasta dair belgelerin Ergenekon operasyonunda ele geçirilen belgeler olmadığını; ancak önemli evraklar olduğunu söylemek mümkün. Fakat hem Mustafa Deniz hem de Kemal Uzuner’in Hanefi Avcı ile irtibatları, Ersever’e ait belgelerin Avcı’da olma ihtimalini güçlendiriyor. Aynı şekilde Çillioğlu cinayetinde kullanılan silahın da Uzuner tarafından Ergenekon ekibine verildiği belirtiliyor. Olaydan sonra kovanların balistik incelemesi yapılmamıştı.
Cem Ersever’den istenilen belgeler alınamayınca Albay Çillioğlu’nun Eşref Bitlis suikastına dair çok şey bildiği ve kilit adam olduğu ortaya atıldı. Bundan korkan ekip, Çillioğlu’nu sorgulamak istedi. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım görevlendirildi. Tunceli’yi çok iyi bilen, hatta Tunceli halkının ‘Sakallı’ lakabını taktığı Yıldırım, kendisi için bütün kapılar ardına kadar tuhaf bir şekilde açılınca, Albay Kazım Çillioğlu’nu Ersever’den sonra sorguya aldı. Albayı lojmanına getirip sorgulayan ekipte Mahmut Yıldırım, Mustafa Deniz, Kemal Uzuner ve üç kişi daha vardı. Bu ekip alay komutanını alıp sorgularken hiç kimsenin görmemiş olması hâlâ önemli bir çelişki. Yeşil ve ekibinin Çillioğlu’nu sorgularken kendi bildik yöntemlerine başvurduğu belirtiliyor. İddiaya göre Yeşil, Çillioğlu’nu bildiklerini anlatması için zorladı, işkence yaptı. Çillioğlu, önce havluya sarılmış sopalarla ve tekmelerle darp edildi. Ardından öldüğünden şüphelenen infaz ekibi bilgi ve belgeleri aldıktan sonra intihar süsü vermek için tabancasını kafasına sıktırdı. Böylece dışarıdan bakıldığında üzerinde üniforması olan albaya, bunalıma girmiş ve intihar etmiş görüntüsü verildi. Otopsi raporları hazırlandı, kayıtlara intihar olarak geçirildi. Albayın yazdığı notun da olayı bilenlere yönelik bir tehdit mesajı olduğu ve Çilllioğlu’na zorla yazdırıldığı belirtiliyor. Çünkü “Bu, Türklüğün var olma mücadelesidir. Bir an önce geniş kapsamlı düşünmeliyiz.” şeklindeki not, albayın hayat felsefesine dair hiçbir anlam içermiyor.
Yeşil’in bazı delilleri aldığı ve kararttığı gibi bazı belgelerin de Mustafa Deniz ve Kemal Uzuner’in eline geçtiği, bunların da durumu Avcı’ya bildirdikleri belirtiliyor. Emniyetçi Hanifi Avcı’nın 4 Şubat 1997’de Meclis Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadeye göre, Ersever JİTEM’in Güneydoğu sorumlusu olduğu için elinde çok önemli belge ve bilgiler vardı. Bu belgeleri eski Habur Gümrük Müdürü Ali Balkan Metel’in şoförü olan JİTEM elemanı Kemal Uzuner’in evinde saklıyordu. Uzuner de ifadesinde bu bilgiyi doğruluyor ve belgelerin evde kapalı bir valiz içinde yer aldığını anlatıyordu. Yine Hanifi Avcı’nın ifadesine göre Ersever, sevgilisi ve itirafçı arkadaşı Mustafa Deniz ile birlikte en son bu evden jandarmalar tarafından alınmıştı. Söz konusu valiz de yanlarında gitmişti. Oysa bu beyanatlar olayın üstünü örtmekten başka anlam taşımıyor. Belgeler alınmış olsaydı Çillioğlu’nun öldürülmesine gerek kalmayacaktı. Nitekim bu ekip, Çillioğlu’nu sorgulayıp elinde belge olup olmadığını ve neler bildiğini anlatmasını istemişti. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın ön plana çıkarılmasıyla olayın zaten bir türlü izine rastlanmayan bu şahsın üzerine yıkılıp davanın kapanacağını düşünmek yanlış olur. Çünkü Yıldırım yaşıyor ve Ergenekon tutuklusu Levent Ersöz samimi şekilde irtibatlıydı. Yeşil’in, Ersöz’ün Bursa’da görev yaptığı sırada bu kente adamlarıyla gelerek İbrahim Sönmez’e (bilinen Sönmez ailesi ile bir bağı yok, soyadı benzerliği) ait tekstil fabrikasına el koyduğu biliniyor. Yıllar önce öldüğü söylenen Mahmut Yıldırım’ın aramızda dolaştığı bir gerçek.
Albay Kazım Çillioğlu cinayeti ile ilgili Mahmut Yıldırım başta olmak üzere Mustafa Deniz, Kemal Uzuner ve Cem Ersever’in yardımcısı olan Binbaşı Aytekin Özen’in (JİTEM Diyarbakır Grup Komutan Yardımcılığı yaptı) görüşleri ehemmiyet kazandığı gibi, Veli Küçük ve Yeşil ile irtibatlı olan Levent Ersöz ve Hanefi Avcı gibi kişilerin görüşlerine de başvurulması, Çillioğlu dosyasının açıklığa kavuşturmasına önemli katkı sağlayacak nitelikte. Tabii o tarihte Tunceli Jandarma Alay Komutanlığı’nda görev yapan subay ve diğer personelin de bir bir sorgudan geçirilmesi ve ifadelerine başvurulması şart. Çünkü Yeşil’den Veli Küçük’e, oradan Mustafa Deniz ve Hanefi Avcı’ya kadar uzanan bu infaz olayı, Ergenekon davası ve özellikle faili meçhul cinayetlerin çözümü adına önemli ipuçlarını içeriyor. Çünkü iddiaya göre, Kürt meselesi ile ilgili olan ve Eşref Paşa ile aynı çizgide olan Kazım Çillioğlu’nun, bölgedeki binlerce faili meçhul olayın listesini tuttuğu ve olayları aydınlatmak için önemli delillere ulaştığı, aktarılan bilgiler arasında. ”
Şimdi bu kurguda ilk dikkatimizi çeken ve kafamıza kazınan, rahmetli Kazım Çillioğlu’nun beş vakit namaz kılması. Sanki konu ile bir bağlantısı varmış, belirtilmese bir şeyler eksik kalacakmış gibi.
Albay Çillioğlu, Eşref Bitlis’in ekibinde gösteriliyor. Cem Ersever de adeta bir “Aziz” olarak bu ekibe dahil ediliyor. 3 de rahmetli.
Veli Küçük, Hanefi Avcı ve Levent Ersöz de direkt olarak olmasalar da indirekt olarak senaryo ya dahil edilmişler. Ve kötüyü temsil ediyorlar. “Algılar” önemli biliyorsunuz. 3 de hayatta ve 3 de Ergenekon sanığı.
Binbaşı Cem Ersever’in ordudan istifa edişinin en büyük nedeni olarak Eşref Bitlis olayı gösteriliyor. Ve öldürülmesine de bu olayla ilgili belgelere ulaşmış olması gösteriliyor.
Mustafa Deniz ise Ersever’in en yakınında bulunan isim. Ancak o da senaryo da Ersever’i derin devlete ve MOSSAD’ a gammazlayan olarak adı geçiyor. Aslında infaz edilmediği, yıllarca Jitem’den maaş almaya devam ettiği ve Hanefi Avcı’nın ekibinde yer aldığı ve halen aramızda olduğu dile getiriliyor.
Şimdi senaryo böyle. Daha da derinleştirelebilir. Şİmdilik burada kesiyorum. Ve tuhaflıklara geçiyorum.
1) MİT’in Ergenekon Şemasına göre Eşref Bitlis de Veli Küçük gibi Örgütün üst düzeyinde yeralıyor. Bunu da sahte haham Tuncay Güney’in Emniyet teki mülakatlarından öğreniyoruz.
“Bunlar, Karadayı, Kıvrıkoğlu, Veli Küçük, Eşref Bitlis… Teoman Koman… Rasim Betül… Osman Özbek bunların bir grup olduğunu söylüyorlar” (Mülakat s. 29)
“Çekirdek kadro olarak İsmail Karadayı, Necip Torumtay, Teoman Koman, Rasim Betir… Nejat Müldür… Veli Küçük… Osman Özbek” (Mülakat s. 94)”
Yani Eşref Bitlis Paşa şu an hayatta olsaydı muhtelemen Ergenekon sanığı idi. 1993 de uçak kazası meydana geldiğinde bu işin peşini birtek İşçi Partisi ve Doğu Perinçek, Aydınlık Grubu bırakmamıştı. Ve bu konuda kitablar yazıp “Eşref Bitlis’i ABD öldürdü” diyen Doğu Perinçek, Nusret Senem, Adnan Akfırat, Hikmet Çiçek, Ferit İlsever, Serhan Bolluk şimdi Ergenekon sanığı.
Özellikle Nusret Senem 1994,97 ve 2000 yıllarında MSB’ye, 97 ve 2000 yıllarında da bizzat Genelkurmay’a başvurarak soruşturma nın yeniden açılmasını istemiştir. Bu çabalar sonucu Ankara Cumhuriyet Savcılığı yeniden soruşturma açmıştır.
Mütareke Basını, bu olaya yeni sahip çıkmaya başlamış ve günah çıkarır gibi Eşref Bitlis’i yüceltmeye soyunmuştur.
Bir başka tuhaflık, Cem Ersever ile ilgili. Cem Ersever de Aksiyon’un kurguladığı senaryo da aklanmaya çalışılıyor. Oysa daha yakın zaman önce Star başta hemen hepsi, Ergenekon sanığı Albay Arif Doğan ‘a ait olduğu öne sürülen “Eşref Bitlisi Cem Ersever ekibi öldürdü. Ben destek vermesem nah öldürürlerdi” ses kaydını manşetlerine taşımışlardı.
Bir başka tuhaflık, Cem Ersever’in ordudan ayrılma nedeninin, Bitlis olayı olması hadisesidir. Yani 17 Şubat 1993 de Eşref Bitlis olayı vuku buluyor. Mart 1993 de Cem Ersever 30 kişi lik ekibi ile beraber istifa edip ayrılıyor. 7 Haziran 1993 de Aydınlık ta Soner Yalçın’a (o Da Ergenekon dan tutuklu) bir dizi röpörtaj veriyor. Ve Soner Yalçın la görüşmeleri bir süre daha devam ediyor.
Soner Yalçın daha sonra bunu kitab’a dönüştürdü. “Cem Ersever’in itirafları” adiyla. O kitab da Eşref Bitlis olayını soruyor Cem Binbaşı’ya
” -Bu görüşmeler sırasında Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in adı çıktı. Bitlis’in konumu neydi sizce? Ordu içinde neyi temsil ediyordu ?
ERSEVER: Ben, Bitlis Paşa’nın İstihbarat Grup Komutanı olarak çalıştım. Bitlis Paşa, kendince bir şeyler yapmak istiyordu. Rahmetli bu mücadele içinde bulunan en şuurlu askerlerden birisiydi. Söyleyeceğim
bu kadar. Kendisi ölmüştür, Eşref Paşam hakkında konuşmak istemiyorum.
-Peki, sizin açınızdan Eşref Paşa ‘nın öldürülmesinde bir kuşku var mı ?
ERSEVER: Bana göre yok! Milyonda bir olabilecek bir kaza Eşref Paşa’yı bulmuştur. Suikast olsaydı bugüne kadar çıkardı. Yapanlar açıklamalarda bulunurdu.
-Türk ordusu içinde bir kuvvet değil de, Amerika, İngiltere gibi bir kuvvet, kendi stratejilerine ters düştüğü gerekçesiyle suikast yapmış ve bunu gizlemiş olamaz mı?
.
ERSEVER: Bu konuda herhangi bir yorum yapmak istemiyorum. Şu an için bir soru işareti bulunmuyor, bana göre…
-Eşref Bitlis’in stratejisi, Amerika, İngiltere, Almanya ile çelişiyormuydu?
ERSEVER: Eşref Paşa şunu her zaman söylemiştir. Kürt meselesi ile PKK aynı şey değildir. Bu sözlere bakarak, siz yorumda bulunun! Eşref Paşa bu konuda bilinçliydi. Eşref Paşa dağdaki gerillanın kökünün
kazınmasını arzu ediyordu. PKK sorununa çözüm bulmadan, Kürt sorununa -eğer varsa- çözüm aranmaya başlanabilir. Öcalan ve PKK ortada kalmayacaktır, ondan sonra eğer varsa çözüm aranacaktır.
Dünyanın hiç bir yerinde, silahlı mücadelenin olduğu bir bölgeye, ekonomik, siyasi hiçbir yatırım yapılmaz. Bir çivi bile çakılmaz.Çakılırsa, taviz verilmiş olunur. ”
Cem Ersever ‘in itirafları kitabında neden istifa ettiği konusunda da Ersever’in gazete ve ajanslara gönderdiği bildiri
“Ben A.Cem Er-sever,PKK ile mücadelede atılan adımların yanlış olduğunu, mücadelenin ehil ellerce yürütülmesi gerektiğine, TC’nin PKK sorununa karşı bir stratejisinin olmadığına inandığımı ve 1992 yılında zevahiri kurtarmak gerekçesiyle bilgisizce yapılan Kuzey Irak harekâtının devleti bir
açmaza soktuğunu, PKK’ya siyasi kazanımlar getireceğini, güçlenmesini sağlayacağını, siyasi işportacı Celal Ta-labani isimli şahsın Türkiye’de sadece PKK’nın askeri gücünü ele geçirmek maksadıyla tezgâhlar peşinde olduğunu beyan ederek, 1993 yılı Mart ayında kıdemli binbaşı rütbesinde Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Grup Komutanlığı görevinden kendi isteğimle ve bazı arkadaşlarımla birlikte emekli oldum” .
Ersever’in açıklaması şöyle sürüyor:
“1984 yılından bugüne kadar yapılan yanlışlar, ihanetler ve uygulamalar konusunda Türk kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyorum ve Türk basınıyla kamuoyu önünde Celal Talabani’nin
ihanetleri, PKK ilişkileri, Güneydoğu’daki gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları hakkında açıklamalarda bulunacağım.”
Ersever’in ayrılma nedeni başarısız Kuzey Irak Harekatı’dır. Bu harekatın planlaması içinde yer alan isimlerden biridir.Bu harekat ta Talabani, Barzani, Ömer Surçi ve başka bazı aşiretler de yer almıştı. Ve harekat 3 gün içinde sona ermişti.
-Kuzey Irak harekâtında tarafların kaybı ne kadardı, sizin rakamınız nedir?
ERSEVER: Abdullah Öcalan’ın da bu konuda açıklamaları var. 80 civarında peşmerge öldü. 72 tanesi KDP’nin, 8’i kazaren ölmüş ya da Talabani’nin adamlarıdır. PKK’nın 900 civarında yaralısı vardır.
Harekât sırasında bizzat Abdullah Öcalan’ın kendi ağzından konuşmalarını da takip ettik -tüm PKK savaşçılarının başındaki o komutanların adamlarıyla konuşmalarını da takip ettik- PKK’nın kaybı
1500-2000 civarında, bunlar kayıplarla beraberdir. Telsizlerden dinledik bunları. 4000 civarında kayıp var Talabani ve Bar-zani kuvvetleri de dahil. Türk askerlerinin kaybı ise 25-30’u geçmez.
PKK’nın firar edenlerle birlikte kayıplarına 4000-4500 diyebiliriz.
PKK’nın kaybı bu. Bazı kamp bölgelerinde ağzınıza ıslak havlu takmadan giremiyordunuz kokudan. O kadar ceset vardı.
MUSTAFA DENİZ: Yüzlercesini de kendileri öldürttü.
ERSEVER: Şu bombardımanlardan ziyade toplu mezarlarda elleri arkadan bağlanmış…
MUSTAFA DENİZ: Gözleri bağlı
ERSEVER: İşbirlikçi veya ikametçi veya dönek olanlar var deniyordu. Telsizlerden takip ediyorduk.
“Kuzey Irak Harekâtı Fiyaskodur”
-Bu sayılarla harekâtı nasıl başarısız görüyorsunuz?
ERSEVER: Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır. Dünyaca ünlü strateji uzmanlarının söylediği budur. Kuzey Irak’ta son sınır ötesi operasyonda peşmergelerin koordinasyonunu yaptım. Emir
komutalarını yürüttüm. Kuzey Irak harekâtı sonuçta politik bir başarısızlıktır. Çünkü askeri amaçlı bir harekâtın sonunda kesin zafer beklenir. Zafer PKK’yı Kuzey Irak bölgesinde yok etmektir. Ama böyle
olmadı.
-PKK’nın bu kadar kayıp vermesi neden ?
ERSEVER: Ordu Türkiye’de yapamadığını orada nasıl yaptı? Burada PKK’nın çok büyük bir hatası vardı. Öcalan, reddediyor ama 2 Ekim’de peşmerge saldırıya geçtiğinde Suriye’nin bir köyünden telsizle emir
verdi. Botan Eyalet Karargâh Komutanı Cemal kod adlı Murat Karayılan’a verdiği talimat şu, ‘Düşmanın saldırdığı bölge Botan-Bahdinan savaş hükümetinin kurulacağı bölgedir. Bu bölge bizim için
çok önemlidir. Var gücünüzle bu savaşı yerin. Cephe savaşı verin.’
Daha sonra bunu inkar etti. ‘Ben cephe savaşı emri vermedim’ dedi. Bu emri Karayılan’a, Osman Öcalan’a iletirken biz duyduk.
MUSTAFA DENİZ: Bugüne kadar söylediklerini yalanlamasaydı, Apo zaten ayakta duramazdı. O kadar kadroyu da öldürtmezdi. Çünkü, ‘böyle demedim, kadro yanlış yaptı’ demiştir hep. Ve kadrolarının ‘hata
yaptı’ diye kafasını koparmıştır. Kafasını kopartmazsa hesabın kendinden sorulacağını bilir.
ERSEVER: Öcalan hataları hep kadroların üzerine yıkmıştır. Ayakta kalmasının nedeni de budur. Öyle bir parti düşünün ki, partinin merkez komite üyelerinin yüzde 85-90’ı aynı örgütte hain ilan edilsin. Ben
bunu bizzat Murat Karayılan’a harekât sırasında telsizle söyledim: ‘Apo ağzıyla konuşma. Bir gün sende suçlanacaksın’ dedim. Merkez Komite üyelerini seçen Abdullah Öcalan değil mi? Demek ki, Öcalan, hep
hainleri seçmiş!
Gelelim tekrar harekâta: Kuzey Irak harekâtı siyasi açıdan tam bir fiyaskodur. İçinde bulunduğumuz duruma getirmiştir. Nasıl getirmiştir? 1992 yılında Celal Talabani Türkiye’ye geldi. Talabani’yi, bu
muhteremi, ben çok iyi tanırım. Harekât öncesinde ve sonrasında kendisiyle uzun uzun görüştüm, evinde misafir kaldım. Harekât öncesi ve sonrası çok şeyleri görüştük.
“Tezgâhı Amerika Planlıyor”
– Talabani kimin adına hareket ediyor?
ERSEVER: Şimdi bütün bu tezgâhlar, Amerika tarafından planlanır. İngiltere’ye ihale edilir. İngiliz istihbaratı da bu işleri yapar. Açıkçası budur. Bunu her subay bilir.
MUSTAFA DENİZ: Askeri uygulamacısı Amerika’dır.
ERSEVER: Siyasi uygulayıcısı İngiltere’dir. İstihbarat işinde İngilizler para verip insanları satın alır. Talabani’nin İngilizlerle-Amerikahlarla ilişkisi var.”
Soner Yalçın ile son görüşmesi 23 Ağustos 1993. O görüşme de, 2000’e doğru çalışanı Halit Gülgen’i öldürenleri söylüyor daha önce verdiği söz üzerine.Ancak Eşref Bitlis olayından bahsetmiyor.Tabii her konuyu bahsedecek değil. Belki gerçekten sonraki zamanlarda bu konu hakkında bilgiler edinmiş olabilir.
Cem Ersever’in itirafları kitabını okuduğunuzda ve Cem Ersever’in yazdığı 2 kitabı okuduğunuzda çok net olarak şunu görüyorsunuz. Aynı şey Eşref Bitlis içinde söylenebilir. Yakın zamana kadar ki resmi görüşten farklı değildir bu.
”
Bu iş Girek Vadisi’nde (Hezil Çayı) başladı, orada bitirilecektir, dağda başladı dağda
bitirilecektir”
Mustafa Deniz konusu ise ayrı bir çalışma konusu.
03 Temmuz 2011 23:37
Sahte Haham Tuncay Güney,
2001‘de kurgulanan mülakatta, Eşref Bitlis suikastı konusunda Tuncay Güney’e söyletilen şu sözler çok anlamlı değil mi?
“Eşref Bitlis konusu Veli Paşanın çok başını ağrıtır ileride. Ama şimdi ağrıtmaz biliyor musunuz? Elizabeth Şeltın yapmış ismini de bilmiyorum. Amerikan Adana Konsolosu Elizabet Şeltın, uluslararası anlaşmalar neticesinde Amerika’ya geri gönderilmiş. Çok önemli. Pilot Ümit Sezginler. Pilotun Sezginler soyadlı kız kardeşi bilmem 30 milyar mı 40 milyar mı Türkiye Cumhuriyeti askeriyesinden para aldı. Eşref Bitlis Paşanın oğlu devletten para aldı. Kitabın sayesinde, Adnan Akfırat’ın yazdığı kitap, böyle olmuş mahkeme tak tak para ödedi, kabul ödedi. Kim günah keçisi? Elizabet Şeltın! Veli Paşa, Eşref Paşayı öldürtmüştür. Cem Ersever’i öldürtmüştür.” (Tuncay Güney, Mülakat Çözüm Tutanağı, s. 124-125).
Böylece Tuncay Güney’in yüksek tanıklığıyla suikastın arkasındaki CIA aklanıyor ve Ergenekon tertibinin kurgusundaki köşe taşları daha o zamandan yerleştiriliyordu.
04 Temmuz 2011 00:23
Aksiyon, Cem Ersever’in istifa edip ayrılmasını “Ersever, “Eyvah, komutanım!” dedi, “Eyvah! Uçağın düşme sebebi bile tespit edilemeyecek!” Babası gibi sevdiği, hatta belki de babasından çok sevdiği komutanının öldüğünü, işte ilk olarak o an idrak etti! Olay yerinden uzaklaşmak isterken olayı çözmek için yemin etti: “Komutanım, uçağın düşmesinin ve ölümünün sebebini hayatım pahasına bulacağım ve dünyaya açıklayacağım!”” diye anlatıyor. Yani açık bir şekilde bu olaya bağlıyor.
Evet Mart ayında dilekçesini verip ayrılıyor. Ancak yine “Cem Ersever’in itirafları” kitabında sayfa 87.de
“-Ayrılmanızda, fikirlerinizin uygulanmadığını belirttiniz. Kuşkusuz asker olduğunuz için sınırlı konuşuyordunuz, yine de bu konuşmalarınız sizi o mekanizmaların dışına mı attı? Size ‘istifa edin denildi mi?
ERSEVER: Hayır, öyle bir şey denmedi. Bir kırgınlık falan da yok.
Ben dilekçemi Genelkurmay’a verdikten sonra on beş gün rahmetli Eşref Bitlis’de dahil herkesin baskısına maruz kaldım. Bana ‘niye ayrıldın gittin’ diye hâlâ soruyorlar.” böyle anlatılıyor.
Aksiyon’un senaryosu ile pek örtüşmüyor.
Senaryo da bir de anlamlandıramadığım bir tuhaflık daha var. Artık sivil olan Cem Ersever’in Eşref Bitlis olayından sonra Albay Kazım Çillioğlu’nu sorgulaması bahsi. Bu hiç mantıklı değil. Aklın alabileceği bir iş de değil.
Albay Kazım Çillioğlu o uçakta olacakmış. Ancak 2 gün önce Diyarbakır’a gitmiş. Aksiyon senaryosunda ise 10 dakika önce uçağın kalkacağını öğrendiği için uçağa yetişemediği haberi var. Yani senaryo, gerçekten senaryo.
Yine Aksiyon senaryosunda “Ancak Eşref Bitlis Paşa’nın kazasının izini hep sürdü. Bunun için çalışmalarını derinleştiren Ersever’in önemli bilgi ve belgelere ulaştığı bilgisi, JİTEM ve özellikle itirafçıların kulağına kadar gitti.” deniliyor. Yeri gelmişken JİTEM ‘in kurucusu olduğu söylenen Cem Ersever’in bu konuda söylediklerine yine “Binbaşı Ersever’in itirafları” kitabından bakalım.
“JİTEM (Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele) adını ilk kez 1991 yılı
sonunda duymuştum. Ancak ilgimi çekmemişti.
Daha sonraki günlerde JİTEM’de görev yaptığını söyleyen bir
astsubayla karşılaştım. 1992 yazının sıcak bir Haziran günü oturup
saatlerce sohbet ettik.
” Bu birim Jandarma’da ilk kez 1938 yılında değişik bir isimle
kuruluyor. O yıllarda Jandarma Teşkilat ve Vazife Nizannamesi’nin
şekavetin izalesi (eşkiyalığın ortadan kaldırılması) ve ajan muhbir
tayinine dair talimat var. İşte bu talimat sonraki yıllarda reorganizasyona
tabi oluyor. Sanıyorum 1987 yılında tekrar JİTEM adı
ile kuruluyor. Jandarma İstihbarat Birimleri bölük pörcüktü. Hepsini
22
bir komutanlığa bağlamak istediler. Adına da Jandarma istihbarat
Terörle Mücadele denildi.”
“JİTEM’in örgütlenmesi şöyledir: Direkt Jandarma Genel Komutanlığı
ile irtibatlıdır. JİTEM Grup Komutanlığının başında bir binbaşı
bulunuyor: Önce Cem Binbaşı vardı, o ayrıldı. Yerinde şimdi Nurettin
Binbaşı var.”
“”JİTEM’in Patronu Benim”
ERSEVER: Güneydoğu’da 1981-1992 arasında 12 yıl çalıştım. 1992’de
Ankara’ya grup istihbarat şefi olarak döndüm. Sizler 2000’e Doğru’da
arasıra, JİTEM’den söz ediyordunuz. Size gelip açıklama yapıyorlardı.
JİTEM’in kurucusu benim, patronu benim. Ayrılana kadar bu böyle
devam etti. JİTEM hakkında bir takım spekülasyonlar yapılıyor,
söylendiği gibi değil. Bundan emin olun. Bizim halkımız istihbarat
sözcüğünü duyunca, hemen aklına CIA gibi, MOSSAD gibi şeyler
geliyor. Şunu söyleyelim: Bizim istihbarat teşkilatları bir CIA gibi,
MOSSAD gibi veya geçmişteki KGB gibi olsaydı, bu işler başına
gelmezdi. En azından şu Güneydoğu meselesi bu devletin başına
gelmezdi.
-Acaba, siz ve otuza yakın subay kendiniz mi emekli oldunuz yoksa
emekli mi edildiniz?
ERSEVER: Basında otuz kadar kişinin istifa ettiği yolunda rakamlar
veriliyor. Sizden ricam, bu konuda herhangi bir rakam vermeyelim.
Mart ayı personelin emekliye ayrılma zamanıdır. Bu ayda, dilekçeler
verilir ve dilekçeler kabul edilmek zorundadır. Bir de Ağustos ayında
başvurular yapılır. Sayı 30’dan fazla ama bizle ilgisi yok. Beni
destekledikleri veya doğru bir deyişle bizleri destekledikleri için
ayrılanların sayısı da otuz değil. Ayrıca bu otuz kişi biraraya gelip de
anlaşmış protestoda bulunmuş da değil. Sizden ricam böyle bir rakama
girmemeniz.
46
Kendi isteğimizle dilekçelerimizi verdik. Normal prosedür uygulandı.
Biz de asker ve sivil arkadaşlar var. Siviller istifa ettiler. Benimki
doğrudan emeklilik.”
“JİTEM
-Nerelerde görev yaptınız?
ERSEVER: 1975’te göreve başladığımı söylemiştim. O dönemde
Silopi’deki suçlamalardan Türkiye Cumhuriyeti’nin Mahkemelerinde
beraat ettim. Ordan ayrıldıktan sonra, Foça Komando okulunda göreve
başladım. Daha sonra tekrar Güneydoğu’ya geldim. Kahta’da Jandarma
Komutanlığım var. Adıyaman Sıkıyönetim Ko-
90
mutanlığı’nda Sorgulama Amirliği yaptım. 15 Ağustos baskınını
müteakiben Siirt’e geldim. Diyarbakır istihbarat Grup Komutanı olarak
Ankara’ya geldim. JİTEM adı yanlıştır. Öyle bir teşkilat yok. Tam adı
Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığıdır. JİTEM, Jandarma İstihbarat
ve Terörle Mücadele demek: Böyle bir örgüt yok. Böyle bir
organizasyon hiç bir zaman olmadı.
-Eskiden vardı.
ERSEVER: Hayır, o şöyleydi. Deneme mahiyetindeydi, kısa süreli
JİTEM teşkilatı kuruldu. Sonra da kaldırıldı.
MUSTAFA DENİZ: JİTEM olması için icra unsurunun olması
gerekiyor.
-Siz sürekli istihbaratla mı uğraştınız?
ERSEVER: İstihbarat ve operasyon. Bu alanlarında faaliyet gösterdim.
Benim Şırnak, Mardin, Van, Hakkari, Siirt, Adıyaman, Bingöl, Muş,
Diyarbakır gibi tüm illerde faaliyetim oldu.
-Kontrgerillacı subay sözüne itiraz mı ediyorsunuz?
ERSEVER: Şöyle karşı çıkıyorum: Kontrgerilladan yasadışı faaliyetler
yapan bir kuruluş kastediliyorsa buna itiraz ediyorum. Ama gerilla gibi
davranıp, gerillayla mücadele eden kişi kastediliyorsa, evet bizler bunu
yapmak zorundayız.”
Aksiyon senaryosunda, Cem Ersever’in Bitlis suikastını aydınlatacağından korkan ekip tarafından sorguya alınıp, işkence ile belgelerin kimde olduğunu söylettikleri ve Neval Boz’a ulaştıkları onunda infaz edildiği belirtiliyor. Ancak devamında Ersever’den istenilen belgeler alınamayınca! Albay Çillioğlu ‘nun Bitlis suikastına dair çok şey bildiği ve kilit adam olduğu ifade ediliyor.
Sizce bir mantık silsilesi var mı? Ersever ve sevgilisi Neval Boz ‘da belge yok ise neden infaz edildiler. Çillioğlu nasıl kilit adam haline geldi de o da infaz edildi?
04 Temmuz 2011 01:03
Cem Ersever’in yarım kalan kitabı olduğu söylenen “Şam’daki Kemancı” nın sonsözünden “PKK siyasi çözüme zorluyor”. Bu sonsöz Tutkun Akbaş’ın “Ersever’in son 90 günü” kitabından.
“Cem Ersever, yarım kalan ‘Şam’daki Kemancı’ kitabının ‘Sonsöz’ bölümünde, bugün hararetle tartıştığımız ‘Kürt açılımı’na dikkat çekiyor. 16 yıl önce yazılan ‘Sonsöz’ün önemli bölümleri şöyle:
1993 ilkbahar ve yaz ayları içerisinde Türkiye ve Avrupa’da cereyan eden hadiseler göz önüne alındığında PKK’nın kırsal kesim ve kent alanlarında yapmış olduğu eylemlerle TC yöneticilerini bir an önce siyasi çözüm aşamasına getirmenin çabaları gözükmektedir. Bu kapsamda, TC nüfus kâğıdı taşıyan azımsanmayacak sayıda sapık da yurt içinde Apo’nun çanak yalayıcısı olarak siyasi çözüm arayışı içerisine girmiş bulunmaktadırlar.
PKK terörüyle mücadelede mutlak askeri çözüm yanlısı olduğumuz bilinmekle beraber, PKK terörünün Kürt insanı ile doğrudan bir ilgisi bulunmadığını tekrar belirtmekte fayda görüyoruz. PKK ve bu çetenin başı Apo, Kürt insanını rehin almış durumdadır. PKK terörüyle mücadele, gerçek anlamda ‘rehine Kürtlerin kurtarılması’ operasyonudur. ‘Kürt sorunu’, ‘kültürel kimlik’, ‘İkinci Cumhuriyetçilik’ gibi saçmalıklara bir son vermek gerekmektedir. (…) Güneydoğu’da özellikle, Şırnak-Cizre-Nusaybin-İdil-Silopi-Hazro-Kulp ve Van alanlarında pasif eylem biçimleriyle başlayan, giderek karmaşıklaşarak ayaklanma niteliği kazanabilecek kitle hareketleri beklenmelidir. Bu yerleşim bölgelerinde yakın geçmişteki olaylarda siyasal slogan ve politik talepler temelinde, PKK lehine gelişmeler gözlenmektedir. Politik ve örgütsel baskılar altındaki bu yerlerde artık devletin güvenlik kuvvetlerinin olumlu-olumsuz ölçülerdeki en küçük yönelimleri dahi kitle hareketlerinin nedeni olmaktadır. Buralarda, koordineli bir şekilde örgüt dağ kadrosu-kitle olayı ilişkisi söz konusu olmaktadır. (…) Terör olaylarının başladığı 9 yıldan bu yana PKK terör örgütü kırsal kesimde eylem açısından artık bir kısır döngüye girmiş durumdadır. İlçe saldırıları, askeri birliklere saldırılar yeterli değildir. Bu nedenle şehir faaliyetleri ve siyasal temsilcilikler anlamında oluşumlar ve sözcü kişilerle Türkiye Cumhuriyeti’nin almış olduğu tüm sosyal, ekonomik ve kültürel tedbirleri reformize etmeye, devleti siyasal çözüm zeminine çekmenin temeli olacak ateşkese zorlamaktadır ki; tek istediği de budur.”
Bugün ise geldiğimiz nokta, PKK ve onun elebaşısı ile varılan uzlaşmadır.Oysa bu kitabı yazanın da(Tutkun Akbaş), son zamanlarda Cem Ersever’i aklamaya çalışanların da Cem Ersever ile aynı nokta da olmadıkları yukarıdaki satırlarda aşikar.