Pınar, Mümtazer Türköne’nin Zaman gazetesinde yayımlanan 17 Mart 2011 tarihli yazısı hakkında kendisine iki mesaj yollamıştı. Bu mesajları bu yazının sonunda bulacaksınız.
Bugünkü yazısında Türköne, Pınar için “(…) bizler de bu hanımefendiyi takdir etmeliyiz. Savunma hakkı kutsal. Ancak, herkesin olması gereken yerde durması lâzım” demiș.
Türköne şöyle devam ediyor:
“Bizler, Pınar Doğan gibi veya vekâletini üstlendiği sanıklar gibi hukukî sürecin doğrudan tarafı değiliz. Delilleri irdelemek, ifadeleri karşılaştırmak ve tek tek sanıklar ve eylemleri hakkında hüküm sahibi olmak bizim işimiz değil. Üstelik işimiz olmamalı. Bize düşen, bizim adımıza iş gören yargının işini hakkıyla yapmasına katkıda bulunmak.”
Bunu yazan Türköne, aynı zamanda aşağıdaki satırların da yazarı:
“Haberi bile tepemize balyoz gibi indi. Taraf Gazetesi’nin yayımlamaya başladığı 2003 yılına ait darbe planı öncekilerden farklı.
Askerlerin, bütün sıkı bürokratik kurumlara özgü belge düzenleme ve saklama alışkanlıkları sayesinde bütün detaylar ve deliller elimizin altında. Hatta ses kayıtları bile. 29’u general 162 subay bu darbe planlarının konuşulduğu toplantıya bi’lfiil katılıyor. Darbe için hazırlanan genel harekât planı ve bu plana bağlı eylem planları, üst düzey komutanların ellerinden çıkma notlar, “çok gizli kaydı” ile verilen emirler 5 bin sayfayı bulan dosyanın içinde mevcut.”
Yazının devamı için buraya tıklayın.
Bu satırlar (ve benzerleri) hüküm içermiyor mu?
Siz bir yandan balyoz darbe belgeleri hakkında belgelerin gerçeklikleri kanıtlanmış gibi yayın yapın, sanıkları daha mahkeme sonuçlanmadan kamu önünde suçlu ilan edin, öte yandan bu belgelerin sahte olduğuna dair somut bulgular ortaya çıkınca, “bunları tartışmak bizim değil, savcılarla avukatların işidir, herkes yerini bilsin” deyin.
Samimiyetinize kim inanır artık?
***
Pınar’ın mesajı (1):
Sayin Turkone,
Ben Cetin Dogan’in kiziyim, Pinar Dogan.
Bugunku yazinizinizi soyle bitiriyorsunuz:
“Ergenekon davası Silivri’de görülüyor. Delilleri değerlendirmek yargıçların işi. Bizim işimiz hakkımıza ve hukukumuza sahip çıkmak.”
(1) Yazilarinizi yayimladiginiz gazetesde bu davalar ve davalardaki deliller hakkinda (ben Balyoz’u cok yakindan takip ettigim ve bunlari kayda gectigim rahatlikla konusabilirim) sistematik olarak yalan, yanlis ve yaniltici yayin yapildigini biliyor musunuz? Orneklerini gormek isterseniz, blogumuzda (cdogangercekler.wordpress.com) “kategoriler” altinda bulunan “medya yalanlari” bolumune bakabilirsiniz.
(2) Bahsettiginiz “hak ve hukuka sahip cikmak” isi, (takdir etmediginiz kisilerin) adil yargilanma hakkini da iceriyor mu? Balyoz davasina esas teskil eden ve tum suc unsuru iceren belgerin kaydedildigi CD’lerin imajlarinin ya da yakindan cekilmis fotograflarinin (defalarca talep edilmis olmasina ragmen) savunmaya verilmedigini biliryor musunuz? Hala savunmaya verilmeyen fotograflarin Zaman gazetesinde ilk sayfadan yayimlandigini? Iddianamede Balyoz belgelerini iceren CD’lerin 2003’de olusturuldugu iddia ediliyor. Sorusturma surecinde savcilarin bu CD’lerin 2003’de hazirlanmis olamayacagini gosteren yazismalari adli emanete sakladiklarini ve bunlari iddianameye dahil etmediklerini biliyor musunuz?
(3) Savunmayi bir cumle ile ozetlemissiniz. Umarim en azindan ilk iki gunku savunmanin butununu dinleme ya da okuma firsatiniz olmustur. Ayni ilgiyi davada yargilanan 195 kisi icin gostereceginizi umuyorum.
Eger bir kac dakika vaktiniz olursa, sizden ekteki bilgi notunu okumanizi rica edecegim. Davanin esasi ile ilgilenmeyebilirsiniz, ancak bu bilgi notunda hukuk surecindeki usulsuzlukleri ve hak ihlallerini de goreceksiniz. Isinizin hak ve hukuka sahip cikmak oldugunu belirttiginiz icin ilgileneceginizi dusunuyorum.
Saygilar,
Pinar Dogan
***
Pınar’ın mesajı (2)
Sayin Turkone,
yazinizda Golcuk belgelerinden bahsettiginiz icin (ve gonderdigim bilgi notunu okuma firsatiniz olmayacagini dusunerek) eklemek istedim.
Evet, bu belgeleri hazirlayanlarin ehil oldugunu soylemek mumkun degil. Sadece iki ornek vereyim
–2003 tarihli belgede, ordunan atilacak olarak listelenen bir personelin gorev yeri TCG Alanya gemisi olarak listelenmis. Bu gemi (Almanya’da insasi bittikten sonra) 2005 yilinda Turkiye’ye getiriliyor ve donanmaya katiliyor. 2003’de henuz yok!
— Bir belgenin imza hanesinde belgeyi hazirlayan olarak Feyyaz ÖĞÜTÇÜ olarak beliriyor. Üstelik, belgenin üstverisinde de belgeyi kaydedenin “kullanıcı adı” da Feyyaz ÖĞÜTÇÜ. Sahte belge uretenler bu kisinin isminin Feyyaz ÖĞÜTCÜ oldugunu bilmiyorlar. (Siz bilgisayariniza kullanici adi olarak Mumtaz Turkine tanimlar, bir belgenin altina adinizi Turkine olarak yazar misiniz?)
“Delil uretme cesareti ve yetenegi”nden bahsediyorsunuz. Delil uretmek icin cok yetenek gerekmedigi belli. Isin daha kotusu, bugunku kosullarda fazla cesaret de gerekmiyor. (Belgelerin sahte oldugunu gosteren yazismalari adli emanete saklayan ve iddianamede bu konuda yanlis beyanlarda bulunan savcilar hakkinda suc duyurusu yapilmisti; gectigimiz haftalarda bu savcilardan ikisi Yargitay’a uye olarak secildi).
Iyi gunler,
Pinar Dogan
18 Mart 2011 21:56
Topyekün ricat !
(…) Delilleri irdelemek, ifadeleri karşılaştırmak,bizim işimiz değil (…)
Sıra Adeletin Tecellisinde !
18 Mart 2011 22:59
Zavallı Mümtaz’er
Bu gün zaman gazetesinde döktürmüş yine.Adam haklı milletvekili olacak,hizmetlerinin karşılığını alacak.Karısına,dur bu dönem de ben vekil olayım çifte kıyak maaş,gül gibi geçinir gideriz demiştir.Emeklerinin karşılığını alacak.Suç kendisinde değil,profesör yapanlarda.
Neler söylemiş bir bakalım.
Balyoz davasının bir numaralı sanığı, emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın avukat kızı Pınar Doğan, babası için bir hukuk mücadelesi veriyor.
Dünkü yazımı konu edinerek bana da ‘hukuk sürecindeki usulsüzlükleri konu alan bir bilgi notu’ göndermiş. Çetin Doğan kızıyla gurur duymalı, bizler de bu hanımefendiyi takdir etmeliyiz. Savunma hakkı kutsal. Ancak, herkesin olması gereken yerde durması lâzım.
Sanıklar kendilerini savunacaklar. Kimse kendi aleyhinde ifade vermeye zorlanamaz. Avukatlar da bu savunmaya katkıda bulunacaklar. Savcı iddialarının peşini kovalayacak, ispatlayacak. Mahkemede deliller kritik edilecek ve sonunda yargıçlar nihai bir karar verecekler. Bu süreçte bizler, yani halk iddia makamı tarafından temsil ediliyoruz. Dava bir kamu davası ve savcı, kamu yani halk adına suçun ve suçluların takibini yapıyor. Suçlar sabit görülürse mahkeme ‘Türk milleti adına’ suçluların cezasını verecek ve bizler yargının verdiği hüküm ile kendimizi güvende hissedeceğiz.
Mümtaz şahsiyet Pınar Hanım’ın avukat olduğunu yazmış.Pınar Hanım yanlışım varsa düzeltsin,ben ekonomist olduğunu biliyordum.Pınar Hanım avukat değilse aklınca alay etmek için mi yazdı.Yoksa gerçekten avukat mı bilmiyorum.Herkes duracağı yeri bilecekmiş.Sadece avukatlar savunmaya katkıda bulunacaklarmış.Bu adam bizim aklımızla alay ediyor.Aptal yerine koymaya çalışıyor.Yazısında evet diyebileceğim tek çümle,Çetin Doğan kızıyla gurur duymalıdır.(Dani’yi es geçmiş) Buna yürekten katılıyorum.Dani için de tabi.
Savcılar kamu adına takibini yapıyor diyor.Savcılık makamı,suçlular aleyhine ve lehine delil toplamakla yükümlü değilmidir.Kamu adına görev yapılıyorsa,kamu vicdanı dikkate alınmak zorunda değil mi ?
Asıl darbe deliller saklanarak adil yargılanma hakkına vurulmuştur.
Yazılarında,televizyon programlarında yargılananları peşinen suçlu ilan edip,davanın yüzlerce savcısından biri olarak her türlü suçlamayı yapacaksın.Başkalarına da mahkeme sonucunu bekle diyeceksin.Sonra da utanmadan ;
Silivri’deki davayı gerekçe gösterip siyasî tavır takınanlar, Ergenekon ayrışmasında yanlış yere yerleştiklerini görmeliler. İster siyasetçi, ister gazeteci olsunlar, Ergenekon’un kirli yükü altında ezilmeye mahkûmlar.
Diyeceksin sıkılmadan.Pınar Hanım’ın gönderdiği bilgiler nerede ?
Seni gidi tatlı su demokratı seni !
Seni gidi yandan müdahil seni !
Seni gidi seni !
18 Mart 2011 23:19
Amerika fırsatlar ülkesiymiş.Bunu Türkiye’yi bilmeyenler söyler ancak.Yanaş bir yerlere,fırsat ayağına gelsin.
19 Mart 2011 01:43
Bu adamın soyadında TÜRKöne olması bile İnsanlarımıza zuldür.
20 Mart 2011 05:37
Yazısını okuduktan sonra kendimi tutamayarak aşağıdaki maili Mümtazer Türköne’ye yolladım, hoş bizimki havanda su dövmek gibi birşey, yargıya müdahaleden, basın özgürlüğüne kadar herşey onların tanımlamalrıyla yeniden şekilleniyor şu günlerde ama en azından yazılanları okursa belki birazdaha tutarlı yazmak için çaba sarfederde, sinir bozucu düzeyde komik olmaz.
Bu arada ikinci bir maille isimini sehven Mümtaz olarak yazdığımıda kendisine belirterek yanlışlık nedeniyle özür diledim.
Mümtaz Bey,
Zaman Gazetesi’ndeki 18 Mart tarili yazınızda “Herkesin olması gereken yerde durması lâzım” şeklinde çok ilginç bir cümle kullanmışsınız.
Mesela bir savcının “olması gereken yerde durmak” için yapması gereken, sanıklar lehine olacak dellileri, kim, nezaman ve nerede yazdığı belli olmayan dijital dökümanlar üzerine kurulmuş iddanameye koymayıp, savunmanın da erişmesini engellemek üzere adli emanete kaldırmakmıdır. Yine hakimlerin “olması gereken yerde durmak” adına yapmaları gereken, savunmanın defalarca talep etmiş olmasına rağmen söz konusu cd’lerin fotoğraflarını, ki bu fotğraflar size bu maili yazmama sebep olan yazınızın yayınlandığı gazete dahil birçok gazetede yayınlanmışken, savunmaya vermemek midir?
Yoksa savcıların olmaları gereken yerde durmak adına ilk önce iddanamelerine temel teşkil eden djital dökümanların kim tarafından, ne zaman ve nerede oluşturulduğunu şüpheye yer bırakmaksızın ortya koymak, davayla ilgili buldukları tüm delillere, sanıkların lehine olacak olsa bile, iddanamede net bir şekilde yer vermek, vardıkları çeşitli yargılarını delillere dayandırmak, eğer bu yargıların dayandığı bir delil var ise bunları iddanamede ortya koymakmıdır. Bence başta saydıklarımı yapanlar gerçek bir huku devletinde olması gereken yerde duruyor kabul edilemezler. Neden Pınar Doğan ve onun gibi bu davanın sanık yakınlarına “Herkesin olması gereken yerde durması lâzım” telkinde bulunurken, olması gereken yerde durmayanlara sesinizi çıkarmıyorsunuz. Bunun sebebi onların tam da sizin istediğiniz yerde duruyor olmaları olabilir mi?
Peki basının “olması gereken yer neresidir”, okurlarına gerçekleri iletmek mi, yoksa hiç utanmadan alenen yalan haber yapmak mı? Halen o gazetede yazı yazmayı içinize sindirebildiğinize göre işinize geldiği sürece yalan haber yapmayı da “olması gereken yerde durmanın” bir parçası olarak görüyor olmalısınız diye düşünüyorum.
Yazınızda ilgimi çeken bir başka bölüm ise “Suçlar sabit görülürse mahkeme ‘Türk milleti adına’ suçluların cezasını verecek ve bizler yargının verdiği hüküm ile kendimizi güvende hissedeceğiz” şeklindeki sözleriniz. Burada yargının verdiği hüküm ile kendinizi güvende hissetmek için mahkemenin ceza vermesine ihtiyacınız varmışcasına bir anlam çıkıyor malesef, ama sanırım sizin asıl söylemek istediğiniz “Suçlar sabit görülürse mahkeme ‘Türk milleti adına’ suçluların cezasını verecek, sanıkların suçsuz olduğu ortaya çıkarsa da mahkeme yine “Türk milleti adına” beraat kararı verecek ve “hepimiz” yargının verdiği hüküm ile kendimizi güvende hissedeceğiz” şeklinde olacaktır herhalde. İnsanlar hakkında peşinen hüküm veren ve verdiği bu hükümü toplum içinde pekiştirmek uğruna yalan haber yapmaktan çekinmeyen bir zihniyetin eseri olan gazetenin yazarı olduğunuz için sanıkların beraat etmesi sizi mutlu etmeyebilir dolayısıylada yargının hükmüne rağmen kendinizi güvende hissetmeyebilirsiniz diye şüphelerim olduğundan yanlış yorumlayacağıma size sormayı daha doğru buldum. Keşke herkes işin doğrusunu öğrenmek için bu kadarcık bir çaba gösterse değil mi Mümtaz Bey.
Kamu davalarıyla igili bizlere düşen görevi “bizim adımıza iş gören yargının işini hakkıyla yapmasına katkıda bulunmak. Varsa bilgimiz veya belgemiz yargıya iletmek. Öbür yandan biri mahkemeye baskıda bulunmaya kalkarsa haddini bildirmek” şeklinde dile getirmişsiniz. Blayoz davası sanıklarından 19’u için tahliye kararı verilmesinin ardından 4 Nisan 2010’da ” Maalesef çetenin nöbetçi hâkimi, savcısı oluyor” diyen Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’e haddini bildirmek adına ne yaptığınızı, kısıtlı zamanda yaptığım araştırmada bulamadım, ama sanırım dava dosyasındaki çelişki ve sakatlıkları dile getirme konusunda bile hassasiyet gösterdiğinize göre bakanımızın bu sözleri içinde ciddi eleştirilerde bulunmuşsunuzdur. Şayet bulunmadıysanız kanımca bu dava dosyasındaki çelişkileri ve yapılan uygulamalardaki sakatlıkları dile getirmeyi mahkeme üstünde baskı kurmak olarak nitelendirip birilerine haddini bildirmek size düşmeyecektir.
Yazınızın devamında yine bence bazı çelişkiler bulunmakta. Örneğin yazınızın içinde “Sanık avukatları hukukî savunma yapacaklar; bizler halk adına siyasî savunma yapacağız” diyip, yazınızı “Silivri’deki davayı gerekçe gösterip siyasî tavır takınanlar, Ergenekon ayrışmasında yanlış yere yerleştiklerini görmeliler. İster siyasetçi, ister gazeteci olsunlar, Ergenekon’un kirli yükü altında ezilmeye mahkûmlar” şeklinde bir cümlele bitiriyorsunuz. Malesef buradan da Ergenekon ve Balyoz davalarına yönelik siyasi savunma yapma, yani yorumda bulunnma hakkını nedese sadece sizinle hemfikir olanlara veriyormuşcasına bir durum çıkmaktadır. Yani bu davalara şüpheyle yaklaşan, sorgulayan, çelişkileri dile getirenleri darbeci, bu davalardaki aksaklıkları görmezden gelip, ispatlanmamış iddaları direk kabul edenleri ise demokrasimizin savunucusu ilan eder bir görünüm sergilemektesiniz. Halbuki ortada bir yargı kararı yok, dolayısıyla hüküm giymiş kimse de yok, yani herkes çeşitli kaynaklardan edindiği bilgiler ışığında düşünüp yorum yapmakta özgür olmalıdır bence. Yani tıpkı sizin bu davaları “darbeler tarihini tabuta yerleştirip çivilerini çakmak” için fırsat olarak görmeniz gibi, bir başkasının da, yine bu davaları kimi kesime muhalif düşünceleri olanları cezalandırma, sindirme ve toplum üzerinde bir baskı ortamı yaratma aracı olarak değerlendirmekte özgür olabilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özetle birilerini Ergenekoncu, ki bir terör örgütü olduğu idda edilmektedir, dolayısıyla düşünce ve görüşlerinden dolayı bu kişileri bir nevi terörist olarak nitelendirmenin, sizin gibi demokrasiden yana birisine çok uygun kaçmadığı görüşündeyim. Tabi şu “ileri demokrasi” kavramıyla örtüşüyorsa bu tutum ona diyecek birşeyim yok.
Öte yandan “12 Haziran’da seçim sandığına Ergenekoncularla, demokrasiden yana olanlar dışında girebilecek başka bir parti var mı?” cümlenizle de, bu davaları siyasi rant kaynağı haline getirme, daha doğrusu zaten oluşmuş olan siyasi rantı körükleme çabanızı bir kenara bırakırsak, sanırım “istemeyerek” mahkemeler üzerinde bir baskı kurmuş olmaktasınız malesef. Çünkü yazınızınızda söz konusu davalara ilişkin soruları olanları, sanıkların lehine değerlendirlebilecek yarumlarda bulunanşarı Ergenekoncu olarak niteleyip, bu sanıklar lehine karar verecek herhangi bir mahkemeyi de peşinen aynı kefeye koymaktasınız. Umarım bakanımız Nihat Ergün’e yapmadığınız “hadini bildirme” görevinizi hiç değilse yanlız kaldığınız bir an kendiniz için yerine getirirsiniz.
Niyetlendiğimden çok daha uzun bir yazı oldu eğer buraya kadar okuma zahmetine katlandıysanız teşekkür ederim.
Volkan Varol