Mustafa Akyol’un 16 Şubat 2011 tarihli Star gazetesindeki yazısından:
“Balyoz belgelerindeki tuhaf çelişkiler ise işe tuz-biber ekti.
Bu çelişkileri, mâlum, yargılanan general Çetin Doğan’ın kızı ve damadı, yani Pınar Doğan ve Dani Rodrik gündeme getirdi. 2003 kayıt tarihli bilgisayar dosyasında, ancak sonraki yıllarda ortaya çıkan kurum adlarının geçtiğini gösterdiler.
Ve benim anladığım kadarıyla bu “problem” hala çözülemedi. Dosyaların sonradan “güncellendiğini” iddia etmek ve hatta “güncellenmiş versiyonlarını” bulmak, kurtarmıyor. Çünkü “suç delili” sayılan dosyanın kayıt tarihi değişmiyor: 2003.
Bu ise yenilir-yutulur bir şey değil. İster istemez, “acaba birileri, zaten darbecilik kokan bir seminerin kayıtlarını daha bir kriminal hale getirmek için sonradan araya parça mı attı” sorusunu doğuruyor. 28 Şubat’ın meşhur “andıç”ının bir karşı-versiyonunu akla getiriyor.”
Akyol yazısını şöyle bitiriyor:
“Kuşkusuz bunlar son tahlilde hukuki meseleler. Ama bu kadar kamusallaşmış bir davanın ahlaki bir tarafı da var.
O tarafın özünde ise, bizden olmayan, sevmediğimiz ve hatta “düşman” bildiğimiz insanlara karşı da adilce yaklaşmak zorunluluğu yatıyor.
Bu, elbette, “evrensel” bir erdem. Ancak Balyoz davasına özel ilgi duyan, çünkü darbecilerin açık hedefi olan dindarların bence bu açıdan ayrı bir hassasiyet göstermesi lazım.
Çünkü Allah, tam da bu konuda bir uyarı yapıyor Kur’an’da:
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide Suresi, 8)”
***
AİHM eski yargıçlarından Riza Türmen son Balyoz tutuklamalari ile ilgili Milliyet’teki 21 Şubat 2011 tarihli yazısını şöyle bitiriyor:
“10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin son kararında ise, “kuvvetli suç şüphesini gösteren olgular” gibi soyut bir ifade kullanılıyor. Ama bu olgular somut verilere dayandırılmıyor.
Bütün bu nedenlerle, AİHM’den tutuklamanın keyfi olduğu, Sözleşme’nin 5. maddesini ihlal ettiği yolunda bir karar çıkması beklenebilir.
AİHM, tutuklamada şu sorunun sorulmasını istiyor: Tutuklama gerçekten gerekli mi? Başka koruma önlemleri ile aynı sonuç elde edilemez mi?
Balyoz tutuklamaları kararı, mahkemenin bu soruyu sorduğunu göstermiyor.”
25 Şubat 2011 17:00
Vicdan ve hukuk bazılarımızda var bazıları ise onu para ile satın alır.
25 Şubat 2011 18:54
Mustafa Akyol’un yazisi cok guzel bir yazi. Yazar hem kendi dunya gorusu ile inandiklarini soyluyor hem de mevcut deliller itibariyle kafasina yatmayan seyleri kimseden korkmadan ortaya koyuyor. Simdiye kadar ulusalci taraf da dahil gordugum en objektif yazi.
Turkiye’nin boyle aydinlara ihtiyaci var.
25 Şubat 2011 19:11
Katılıyorum Mustafa Akyol yazısına. Hem dee o kadar katılıyorum ki yazının tam metninin burada olması gerekir diye düşünüyorum. Buyurun:
‘Balyoz’a dair çekincelerim Mustafa AKYOL mustafaakyol@stargazete.com
Bu sütunu takip edenler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin büyük bir hayranı olmadığımı bilirler. Ordunun “ülke sınırlarını koruma” misyonuna saygım ols‘Balyoz’a dair çekincelerim Mustafa AKYOL mustafaakyol@stargazete.com
Bu sütunu takip edenler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin büyük bir hayranı olmadığımı bilirler. Ordunun “ülke sınırlarını koruma” misyonuna saygım olsa da, ülke içinde oynayageldiği anti-demokratik role şiddetle karşıyımdır.
Bu rolün “hesabının” bugüne kadar sorulamamış olması da bence büyük bir sorundur. Bana kalırsa 27 Mayısçılar’dan (“Menderes’in katilleri”nden) başlanarak tüm darbeciler gıyaben de olsa yargılanmalı, “tarihte hak ettikleri yeri” almalıdırlar. Yani “vatan kurtarıcısı” değil, “üniformalı haydut” olarak bilinmelidirler.
Geçtiğimiz on yıl içinde de bazı subayların “üniformalı haydut” olmaya niyetlendiğinden, kimi sivillerin de onları desteklemek (ve hatta kışkırtmak) için epey uğraştığından adım gibi eminim. Yine biliyorum ki bu darbe koalisyonunun hedefine ulaşamayışının tek sebebi, ellerinde olmayan şartlardı. Eğer yerel ve küresel konjonktür bu kadar elverişsiz olmasaydı ve AK Parti bu kadar “ sağlam” çıkmasaydı, büyük olasılıkla bir tür darbe yapacaklardı.
Ve eğer yapabilselerdi darbelerini, siz muhtemelen bu gazeteyi okuyamıyor ben de muhtemelen bu yazıyı yazamıyor olacaktım. Selimiye’de veya Mamak’ta volta atıyor olacaktım belki.
Tüm bunlardan ötürü, gerek Ergenekon gerekse Balyoz davalarını en baştan beri hayırlı gelişmeler olarak gördüm. Hala da öyle görüyorum.
Gelgelelim, bu davaların işleyişindeki bazı aşırılıklar (örneğin Mustafa Balbay gibi şahsiyetlerin uzun tutukluluk süreleri) ve “Ergenekonculuk” suçlamasının siyasi bir anlam kazanıp bir tür “McCarthycilik”e dönüşme emareleri beni rahatsız ediyordu.
Balyoz belgelerindeki tuhaf çelişkiler ise işe tuz-biber ekti.
Bu çelişkileri, mâlum, yargılanan general Çetin Doğan’ın kızı ve damadı, yani Pınar Doğan ve Dani Rodrik gündeme getirdi. 2003 kayıt tarihli bilgisayar dosyasında, ancak sonraki yıllarda ortaya çıkan kurum adlarının geçtiğini gösterdiler.
Ve benim anladığım kadarıyla bu “problem” hala çözülemedi. Dosyaların sonradan “güncellendiğini” iddia etmek ve hatta “güncellenmiş versiyonlarını” bulmak, kurtarmıyor. Çünkü “suç delili” sayılan dosyanın kayıt tarihi değişmiyor: 2003.
Bu ise yenilir-yutulur bir şey değil. İster istemez, “acaba birileri, zaten darbecilik kokan bir seminerin kayıtlarını daha bir kriminal hale getirmek için sonradan araya parça mı attı” sorusunu doğuruyor. 28 Şubat’ın meşhur “andıç”ının bir karşı-versiyonunu akla getiriyor.
Bu muammanın çözümünü elbette “yargıya bırakmak” gerek. Ancak sanıklar aleyhindeki delilleri dilimizden düşürmezken lehlerindeki delili görmezden gelmek doğru olmaz.
Tam bunları düşünürken gelen “balyozcu subayların tutuklanması” kararı ise çekincelerimi artırdı. Sordum kendime: Ergun Babahan’ın dünkü Star’da yazdığı gibi, “duruşmalara düzenli gelip giden, birkaç kez tutuklanıp salıverilmiş olmalarına rağmen kaçma teşebbüsünde bulunmayan, adresleri belli” insanlar niçin tutuklanır ki? Hele de emekli olanlar…
Kuşkusuz bunlar son tahlilde hukuki meseleler. Ama bu kadar kamusallaşmış bir davanın ahlaki bir tarafı da var.
O tarafın özünde ise, bizden olmayan, sevmediğimiz ve hatta “düşman” bildiğimiz insanlara karşı da adilce yaklaşmak zorunluluğu yatıyor.
Bu, elbette, “evrensel” bir erdem. Ancak Balyoz davasına özel ilgi duyan, çünkü darbecilerin açık hedefi olan dindarların bence bu açıdan ayrı bir hassasiyet göstermesi lazım.
Çünkü Allah, tam da bu konuda bir uyarı yapıyor Kur’an’da:
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide Suresi, 8)
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
a da, ülke içinde oynayageldiği anti-demokratik role şiddetle karşıyımdır.
Bu rolün “hesabının” bugüne kadar sorulamamış olması da bence büyük bir sorundur. Bana kalırsa 27 Mayısçılar’dan (“Menderes’in katilleri”nden) başlanarak tüm darbeciler gıyaben de olsa yargılanmalı, “tarihte hak ettikleri yeri” almalıdırlar. Yani “vatan kurtarıcısı” değil, “üniformalı haydut” olarak bilinmelidirler.
Geçtiğimiz on yıl içinde de bazı subayların “üniformalı haydut” olmaya niyetlendiğinden, kimi sivillerin de onları desteklemek (ve hatta kışkırtmak) için epey uğraştığından adım gibi eminim. Yine biliyorum ki bu darbe koalisyonunun hedefine ulaşamayışının tek sebebi, ellerinde olmayan şartlardı. Eğer yerel ve küresel konjonktür bu kadar elverişsiz olmasaydı ve AK Parti bu kadar “ sağlam” çıkmasaydı, büyük olasılıkla bir tür darbe yapacaklardı.
Ve eğer yapabilselerdi darbelerini, siz muhtemelen bu gazeteyi okuyamıyor ben de muhtemelen bu yazıyı yazamıyor olacaktım. Selimiye’de veya Mamak’ta volta atıyor olacaktım belki.
Tüm bunlardan ötürü, gerek Ergenekon gerekse Balyoz davalarını en baştan beri hayırlı gelişmeler olarak gördüm. Hala da öyle görüyorum. Gelgelelim, bu davaların işleyişindeki bazı aşırılıklar (örneğin Mustafa Balbay gibi şahsiyetlerin uzun tutukluluk süreleri) ve “Ergenekonculuk” suçlamasının siyasi bir anlam kazanıp bir tür “McCarthycilik”e dönüşme emareleri beni rahatsız ediyordu.
Balyoz belgelerindeki tuhaf çelişkiler ise işe tuz-biber ekti.
Bu çelişkileri, mâlum, yargılanan general Çetin Doğan’ın kızı ve damadı, yani Pınar Doğan ve Dani Rodrik gündeme getirdi. 2003 kayıt tarihli bilgisayar dosyasında, ancak sonraki yıllarda ortaya çıkan kurum adlarının geçtiğini gösterdiler.
Ve benim anladığım kadarıyla bu “problem” hala çözülemedi. Dosyaların sonradan “güncellendiğini” iddia etmek ve hatta “güncellenmiş versiyonlarını” bulmak, kurtarmıyor. Çünkü “suç delili” sayılan dosyanın kayıt tarihi değişmiyor: 2003.
Bu ise yenilir-yutulur bir şey değil. İster istemez, “acaba birileri, zaten darbecilik kokan bir seminerin kayıtlarını daha bir kriminal hale getirmek için sonradan araya parça mı attı” sorusunu doğuruyor. 28 Şubat’ın meşhur “andıç”ının bir karşı-versiyonunu akla getiriyor.
Bu muammanın çözümünü elbette “yargıya bırakmak” gerek. Ancak sanıklar aleyhindeki delilleri dilimizden düşürmezken lehlerindeki delili görmezden gelmek doğru olmaz.
Tam bunları düşünürken gelen “balyozcu subayların tutuklanması” kararı ise çekincelerimi artırdı. Sordum kendime: Ergun Babahan’ın dünkü Star’da yazdığı gibi, “duruşmalara düzenli gelip giden, birkaç kez tutuklanıp salıverilmiş olmalarına rağmen kaçma teşebbüsünde bulunmayan, adresleri belli” insanlar niçin tutuklanır ki? Hele de emekli olanlar…
Kuşkusuz bunlar son tahlilde hukuki meseleler. Ama bu kadar kamusallaşmış bir davanın ahlaki bir tarafı da var.
O tarafın özünde ise, bizden olmayan, sevmediğimiz ve hatta “düşman” bildiğimiz insanlara karşı da adilce yaklaşmak zorunluluğu yatıyor.
Bu, elbette, “evrensel” bir erdem. Ancak Balyoz davasına özel ilgi duyan, çünkü darbecilerin açık hedefi olan dindarların bence bu açıdan ayrı bir hassasiyet göstermesi lazım.
Çünkü Allah, tam da bu konuda bir uyarı yapıyor Kur’an’da:
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide Suresi, 8)
**************************
Maide Suresi’nden açılmışken bu da Sayın Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu’nun mesajı (kaynak: chp.org.tr). Bence çok doğru söylüyor. Siz ne dersiniz?
حزب الشعب الجمهوري يقف إلى جانب الشعوب العربية
حزب الشعب الجمهوري يقف إلى جانب الشعوب العربية
بدأنا نحن حزب الشعب الجمهوري البث باللغة العربية على موقعنا الالكتروني. ونحن نولي أهمية كبيرة لهذا الحدث، بهدف الوصول إلى جميع الأخوة الناطقين باللغة العربية وتشكيل أواصر جديدة بينهم وبين شعبنا. وإن التواصل يقضي على الأحكام …
قراءة المزيد
******************
27 Şubat 2011 02:57
Tamamini da okusak ben ayni seyi anliyorum. Balyoz davasi yazarin kafasina yatmiyor. Bunun bir tertip olabilecegini dusunuyor ve Kuran’a da referans yaparak adil olunmasini istiyor.
Bu yazidan baska bir sey mi anliyorsunuz siz?
25 Şubat 2011 19:50
Bu da blog saqhiplerinin çok beğendiği Akyol yazısının geri kalan kısmı:
Balyoz’a dair çekincelerim Mustafa AKYOL mustafaakyol@stargazete.com
Bu sütunu takip edenler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin büyük bir hayranı olmadığımı bilirler. Ordunun “ülke sınırlarını koruma” misyonuna saygım olsa da, ülke içinde oynayageldiği anti-demokratik role şiddetle karşıyımdır.
Bu rolün “hesabının” bugüne kadar sorulamamış olması da bence büyük bir sorundur. Bana kalırsa 27 Mayısçılar’dan (“Menderes’in katilleri”nden) başlanarak tüm darbeciler gıyaben de olsa yargılanmalı, “tarihte hak ettikleri yeri” almalıdırlar. Yani “vatan kurtarıcısı” değil, “üniformalı haydut” olarak bilinmelidirler.
Geçtiğimiz on yıl içinde de bazı subayların “üniformalı haydut” olmaya niyetlendiğinden, kimi sivillerin de onları desteklemek (ve hatta kışkırtmak) için epey uğraştığından adım gibi eminim. Yine biliyorum ki bu darbe koalisyonunun hedefine ulaşamayışının tek sebebi, ellerinde olmayan şartlardı. Eğer yerel ve küresel konjonktür bu kadar elverişsiz olmasaydı ve AK Parti bu kadar “ sağlam” çıkmasaydı, büyük olasılıkla bir tür darbe yapacaklardı.
Ve eğer yapabilselerdi darbelerini, siz muhtemelen bu gazeteyi okuyamıyor ben de muhtemelen bu yazıyı yazamıyor olacaktım. Selimiye’de veya Mamak’ta volta atıyor olacaktım belki.
Tüm bunlardan ötürü, gerek Ergenekon gerekse Balyoz davalarını en baştan beri hayırlı gelişmeler olarak gördüm. Hala da öyle görüyorum.
25 Şubat 2011 20:59
U.Atalay;
”…Yine biliyorum ki bu darbe koalisyonunun hedefine ulaşamayışının tek sebebi, ellerinde olmayan şartlardı. Eğer yerel ve küresel konjonktür bu kadar elverişsiz olmasaydı ve AK Parti bu kadar “ sağlam” çıkmasaydı, büyük olasılıkla bir tür darbe yapacaklardı….”
_Yukarıdaki satırları okuyunca ”Ve benim anladığım kadarıyla bu “problem” hala çözülemedi. Dosyaların sonradan “güncellendiğini” iddia etmek ve hatta “güncellenmiş versiyonlarını” bulmak, kurtarmıyor. Çünkü “suç delili” sayılan dosyanın kayıt tarihi değişmiyor: 2003…” ifadesinin bir anlamı kalmıyor Mustafa AKYOL için…Zira problem olarak ifade ettiği sahteciliklerin üzerine gitse ki gerçek bir gazetecinin yapması gereken şeydir, belki karşılacaklarından,belki inandığı değerlerin yıkılacağından ve belki de tükürdüğü şeyleri yalamak zorunda kalacağından (bu ifadeler rahatlıkla çoğaltılabilir) kolay olanı yapmayı tercih etmiş, 163 kişiyi kafasında ve yazmış olduğu yazısında mahkum etmiştir…
Çünkü Allah, tam da bu konuda bir uyarı yapıyor Kur’an’da:
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide Suresi, 8)”
_Şimdi yukarıdaki ayetin Mustafa AKYOL’un çekinceleri varmış gibi yapan ama aslında bununla uzaktan yakından alakalı olmayan (bir nev’i takıyye kokan)yazısından sonra bir anlamı kaldı mı,bu kadar çıplak olan bir gerçeğe (balyoz cd.lerinin sahte olduğuna dair)Kur’an-ı Kerim’i de alet etmekten başka ?…Fethullah GÜLEN de bu minvalde birşeyler söylemişti…Emrin geldiği yer belli olunca ifadeler de pek değişmiyor aslında…
25 Şubat 2011 21:41
_”Ve eğer yapabilselerdi darbelerini, siz muhtemelen bu gazeteyi okuyamıyor ben de muhtemelen bu yazıyı yazamıyor olacaktım. Selimiye’de veya Mamak’ta volta atıyor olacaktım belki…”…Mustafa AKYOL
_”Türkiye’nin AB ile ilişkilerinden sorumlu bakanı Egemen Bağış bakın neler demiş:
“Ben stadyuma biraz erken gittim ve stadyum dolarken ne düşündüm biliyor musunuz? Balyoz Darbe Planı’nı düşündüm. Nedir o planın ana unsurlarından biri hatırlayalım: İsimleri tespit edilenler stadyumlara doldurulacak. O planda Olimpiyat Stadı’nın rolünü anımsamak içimi ürpertti. Muhtemelen hem tribünleri hem de sahayı dolduracaklardı… Plana hayali denilebilir. Ama nedense tutuklanacakların isimleri gerçek. Listede adı olan Cengiz Çandar gerçek, Ali Bayramoğlu gerçek, Mustafa Karaalioğlu gerçek. Ve biz Balyoz Planı başarıya ulaşsa tutuklularla doldurulacak stadyumda U2 konseri yapıyoruz. O planda adı olmayanlar var. O plan uygulamaya konsaydı hedeflerden biri de bizlerdik. Ama bizim adımız yok. Neden? Ben söyleyeyim, adı olmayanlar stadyuma kadar bile götürülmeyip bir köşede infaz edilecekti de ondan. Stadyuma doldurulacaklar ne olacaktı? Stadyumlar da idam sahaları olacaktı.”…Egemen BAĞIŞ
Zihniyet aynı zihniyet….ve İleri Demokrasi diye zırvalıyorlar…
25 Şubat 2011 21:46
Mustafa Akyol geçmişe yönelik hesap sormaya yönelmiş ya benim de aklıma birden Abdi İpekçi’yi vuran katil M.Ali Ağca’nın cebinden çıkan Hergün gazetesi geldi.M.Akyol mahdumlarının babası Taha Akyol o gazetenin başyazarı olup o günlerde ülkücü gençleri provoke etmekle meşguldü.Birileri 27 mayıstan başlıyarak hesap verecekse 12 Eylüle götüren günlerde gençleri yazılarıyla kışkırtan her devrin adamı provokatörlerden de hesap sormalı.
25 Şubat 2011 21:54
Drunken arkadaş,
Bayağı sarhoş olmalısın. Eleştirdiğin kısım benim değil Blog Sahibi’nin çok hoşuna gidip alıntıladığı kısım. Ben sadece ev sahibini bu kadar etkileyen yazının kalan kısamını buraya koydum.
Ayıldığında bir daha oku.
25 Şubat 2011 22:20
U.Atalay;
geri kalanını yazdın ve yazı bir bütün haline dönüştü…yazdığım yorumu bir daha oku…eleştirdiğim kim ?
_ayrıca blog sahiplerinin çok hoşuna gittiği gibi bir kanıya nerden ve nasıl sahip olabiliyorsun ?
_’Ben sadece ev sahibini bu kadar etkileyen yazının kalan kısamını buraya koydum…’
bunu söylemenin maksadı ne? ikimizde biliyoruz ki senin yapmak istediğin : bak bu yazının devamında aslında neler neler demiş,hiçte sizin sandığınız gibi değil…diyebilmek…o yüzden gerçekten sarhoş olan kim?
Ki ben sarhoş olsam bile bundan sana ne?
25 Şubat 2011 22:23
Siz ayılınca cevap verir.
Adamın içki içip içmediğini bilmeden karşınındaki sarhoş sana kişi SARHOŞ’un tekidir.
( var ise ) Hatası veya yanlışını daha uygun uslupla hatırlatabilirsin.
25 Şubat 2011 21:54
Sanirim bu ayette Allah (c.c) ve Hz.Muhammed Mustafa (sav)’ya iman edenler kast edilmis, Pennsylvania’da mukim, Allah’i Amerika olup, CIA’e tapan, Graham Fuller’e peygamber kabul edenleri baglamadigini dusunmuyorum.
Akyol CIA’in guncellestirilmis -soft- kontragerilla handbook’undan birkac cumle alintilarsa adresini daha iyi bulur.
25 Şubat 2011 22:36
BRUNKENnight = Sarhoş şövalye “niye yazının tamamını koyuyorsun, cımbızlama işimize yarıyor, yazının tamamı bizi bozar” diye kızdı bana.
Bir diğeri de
25 Şubat 2011 22:38
BRUNKENnight = Sarhoş şövalye “niye yazının tamamını koyuyorsun, cımbızlama işimize yarıyor, yazının tamamı bizi bozar” diye kızdı bana.
Bir diğeri de “niye adını sarhoş koyana sarhoş diyosun” diye kızıyor!
Analar ne cevherler doğruyor!
25 Şubat 2011 22:51
Bir çok isim veya nick ile kişinin nitelikleri örtüşmez.
Örneğin;
Biz ne ŞEREF’ler gördük şerefsizlikleri ile anılan,
Ne GARİP’ler gördük, asaletleri ve dostlukları ile anılan.
anlayana sivri sinek saz…….
25 Şubat 2011 22:39
Düzeltme: Drunkenknight olacaktı
26 Şubat 2011 00:38
_Drunken= Sarhoş
Knight= 1)Şövalye 2)Satrançta At…Şövalye demişsin…Allahtan şövalye hristiyanlarda olur deyipte inançlarıma dair bir yorum getirmemişsin…yoksa düşeceğin komik/acınası durumu nasıl izah edebilecektin merak ediyorum…
Drunkenknight= Sarhoş At…1)Yıllardır satrançla ilgilenen amatör bir satrançseverim…aynı anda tehdit edebildikleri kare sayısı ve hamle şekli bakımından da diğer taşlardan farklıdırlar…kapalı pozisyonlarda oldukça işe yararlar…bu yüzden çoğu zaman fillere yeğlediğim taşlardır…
2)’Sarhoş atlar zamanı’nı çağrıştırır bana…bahman ghobadi’nin yönettiği iran sinemasının en güzel örneklerinden biridir…hem senaryosuyla hem de görüntüleriyle gerçekten başarılı bir filmdir…seyredilmesini tavsiye ederim…
Bu kadar bilgiden sonra gelelim esas konumuza….
_“niye yazının tamamını koyuyorsun, cımbızlama işimize yarıyor, yazının tamamı bizi bozar” diye kızdı bana…
Aksine Mustafa AKYOL’un yazısının geri kalan kısmını da koyduğun için müteşekkirim…zaten bir bütün oldu dememin sebebi de yok efendim cımbızlama yapıyorsunuz,yazının tamamı bize bozar gibi bir ifadenin ortaya çıkmaması içindir…ve Mustafa AKYOL’un gerçek düşüncesinin Sayın Pınar DOĞAN ve Dani RODRİK’in bloğa ekledikleri kısmından çok daha farklı olduğunun (ki bu yazıyı 16 şubatta Star gazetesinde okumuştum) görülmesine sebebiyet vermektedir…
O yüzden tekrar okumanız için yorumumu bir kez daha ekliyorum :
”…Yine biliyorum ki bu darbe koalisyonunun hedefine ulaşamayışının tek sebebi, ellerinde olmayan şartlardı. Eğer yerel ve küresel konjonktür bu kadar elverişsiz olmasaydı ve AK Parti bu kadar “ sağlam” çıkmasaydı, büyük olasılıkla bir tür darbe yapacaklardı….”
_Yukarıdaki satırları okuyunca ”Ve benim anladığım kadarıyla bu “problem” hala çözülemedi. Dosyaların sonradan “güncellendiğini” iddia etmek ve hatta “güncellenmiş versiyonlarını” bulmak, kurtarmıyor. Çünkü “suç delili” sayılan dosyanın kayıt tarihi değişmiyor: 2003…” ifadesinin bir anlamı kalmıyor Mustafa AKYOL için…Zira problem olarak ifade ettiği sahteciliklerin üzerine gitse ki gerçek bir gazetecinin yapması gereken şeydir, belki karşılacaklarından,belki inandığı değerlerin yıkılacağından ve belki de tükürdüğü şeyleri yalamak zorunda kalacağından (bu ifadeler rahatlıkla çoğaltılabilir) kolay olanı yapmayı tercih etmiş, 163 kişiyi kafasında ve yazmış olduğu yazısında mahkum etmiştir…
Çünkü Allah, tam da bu konuda bir uyarı yapıyor Kur’an’da:
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide Suresi, 8)”
_Şimdi yukarıdaki ayetin Mustafa AKYOL’un çekinceleri varmış gibi yapan ama aslında bununla uzaktan yakından alakalı olmayan (bir nev’i takıyye kokan)yazısından sonra bir anlamı kaldı mı,bu kadar çıplak olan bir gerçeğe (balyoz cd.lerinin sahte olduğuna dair)Kur’an-ı Kerim’i de alet etmekten başka ?…Fethullah GÜLEN de bu minvalde birşeyler söylemişti…Emrin geldiği yer belli olunca ifadeler de pek değişmiyor aslında…
*****
geri kalanını yazdın ve yazı bir bütün haline dönüştü…yazdığım yorumu bir daha oku…eleştirdiğim kim ?
_ayrıca blog sahiplerinin çok hoşuna gittiği gibi bir kanıya nerden ve nasıl sahip olabiliyorsun ?
_’Ben sadece ev sahibini bu kadar etkileyen yazının kalan kısamını buraya koydum…’
bunu söylemenin maksadı ne? ikimizde biliyoruz ki senin yapmak istediğin : bak bu yazının devamında aslında neler neler demiş,hiçte sizin sandığınız gibi değil…diyebilmek…o yüzden gerçekten sarhoş olan kim?
*****
Bütün yandaş kalemler gibi söylecek kelimeleriniz kalmadığında belaltı vurmanız zavallılığınızın göstergesidir…
Gül de şarab da bilene güzel gelir;
sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir?
cebi boş gönlü dolu olmayan kişi
herşeyden geçmenin tadını ne bilir?”……….Ömer HAYYAM
Son Sözüm = ”Bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz….”
26 Şubat 2011 00:27
Sırayla geliyorlar, sırayla gidiyorlar…
Şimdi de sıra U.Yıldırım’da, sahte CD’yi hazırlayan sahtekarlara yardım ve
yataklık etmek için…
26 Şubat 2011 01:39
Butunuyle (sadece Dogan ve Rodrik in yayinladi bolumu itibariyle degil) guzel bir yazi ve akli basinda herkesin dusuncelerini ortalamis bir dusunce sekli. Bir defa bu bilgilerin sadece 2003 ile sinirli olmadigini kabul edilmesi gereken bir gercek, peki neden birileri daha sonra bu bilgileri guncellediyse tarihleri hep 2003 diye belirtme ihtiyaci duydu? Amaci butun olayi sadece Cetin Dogan a yikip pacayi kurtarmakmiydi? Diger bir taraftan cetin dogan nin daha yeni yapilmis eljezeera ropartajinda AKPyi bu ulke icin tehlike olarak nitelendirdigi gibi konusmalari gorunce darbe yapmadiysa yazik etmis dememek ve onun lehinde konusmak biraz hayalcilik gibi geliyor bana en azindan bu yapmak icin kizi veya damadi olmak lazim sanirim…. Hala 2008 senesinde bir subayin esine ait sigorta odendi dekontunun (resim dosyasi ve uzerinde baris bir sekilde 2008 yazarken) neden 2003 tarihli olarak kaydedildigine dair kimse mantikli bir aciklama yapmadi, hatta deniz kuvvetleri bilirkisi heyetide dahil olmak uzere. Sanirim ise Kemalettin binbasiyi konusturmayi becerek baslalamis lazim, en azindan elimizde bilgilerin son guncellesmis haline en yakin kisi olarak o var!
27 Şubat 2011 01:06
_”Butunuyle (sadece Dogan ve Rodrik in yayinladi bolumu itibariyle degil) guzel bir yazi ve akli basinda herkesin dusuncelerini ortalamis bir dusunce sekli…”
Aksine artık sözde Balyoz iddinamesinin dayandırıldığı 11 nolu cd ve son olarak Gölcük’te ortaya çıktığı iddia edilen ama sözde balyoz belgelerindeki sahtecilikle yarışan belgelerde işin içine karıştığında ve buna mahkeme hakiminin sadece davadan iki gün önce görevden alınması,savcıların sanıkların lehine olan delilleri adli emanete saklaması, hakimlerin medyadaki kamuyou iyice kemikleşinceye kadar sanık avukatlarına delillere ulaşım imkanını verilmemesini de eklerseniz…Toplumda oluşmaya başlayan ”acaba gerçekte neler oluyor..iddia edilen sahtecilikler gerçek mi…vb.” sorular karşısında verilecek mantıklı/gerçek bir izahatları olmadığından – yalanları gerçeklerle açıklayamazsınız – bu sahteciliklerin hala cevaplanması gereken sorunlar olduğunu belirttikten sonra – neden bu sahteciliklerin üzerine gidip bu sahte belgeleri üretenlerin her ne pahasına olursa olsun bulunmasını istediğini belirtmemiştir yazısında ?…Madem ki iddia makamının kanıtlayamadığı/izah edemediği çelişkiler/tutarsızlıklar vardır o halde 163 kişinin tutuklu olarak yargınlamasına devam edilmesi nasıl bir hukuk faciasıdır buna da değinmemiştir yazısında… – TSK nın darbeci/cuntacı geleneğinden(???)bahsedip ve bunu ”AK parti sıkı/sağlam durmasaydı” sosuyla bezemek hem saçmalamak hemde seçimler de yaklaşmışken bir siyasi partinin ‘maduriyet edebiyatına dayalı’ propagandasını yapmaktan başka birşey değildir…
”Eğer yerel ve küresel konjonktür bu kadar elverişsiz olmasaydı ve AK Parti bu kadar “ sağlam” çıkmasaydı, büyük olasılıkla bir tür darbe yapacaklardı.
Ve eğer yapabilselerdi darbelerini, siz muhtemelen bu gazeteyi okuyamıyor ben de muhtemelen bu yazıyı yazamıyor olacaktım. Selimiye’de veya Mamak’ta volta atıyor olacaktım belki…”
_Daha önce Sayın Pınar DOĞAN ve Dani RODRİK ”Balyoz’da flaş haber: Zaman gazetesi bize hak verdi!..(15 Şubat 2011…16.25)” yazısını eklediğinde yorum olarak şu satırları eklemişim :
Aksine bu durum kıvırtmaya değil,uygulanan taktikte/stratejide/planda değişikliğe gidildiğine işaret eder…tamamen reddetmektense kısmen kabul edip yola devam edileceğini gösterir…Dışarıya ABD/AB ye karşı bir bakıma şirin görünme çabası olarakta değerlendirilebir…
Yorum tarafından drunkenknight — 15 Şubat 2011 @ 17:21 | Cevapla…
_”_Bir defa bu bilgilerin sadece 2003 ile sinirli olmadigini kabul edilmesi gereken bir gercek, peki neden birileri daha sonra bu bilgileri guncellediyse tarihleri hep 2003 diye belirtme ihtiyaci duydu?”
Güncelleme neden ve hangi amaçla yapılır ? İhtimalin belirttiği ama eksik tanımladığı bir gerçek var : tarihin hep 2003 olarak kaldığı…güncellemeler eldeki mevcut/hatalı verilerin/bilgilerin yeni ve doğru olanlarıyla değiştirilmesi olarak tanımlarsak…
(1) 2003 tarihli bir Suga belgesinde bir personel TCG Alanya gemisinde çalışıyor gibi listelenmiş. Oysa, 2003’de Türk Donanması’nda böyle bir gemi yok. TCG Alanya gemisi, Almanya’da inşası tamamlandıktan sonra Türkiye’ye 2005 yılında getirliyor ve bayrak çekiliyor.
(2) 2003 tarihli belgede 2003’de NATO’da varolmayan ve Temmuz 2004’de kurulacak bir askeri birim geçiyor.
(3) Belgelerin bir kısmında belgeyi hazırlayan gibi görünen ve imza hanesinde ismi bulunan kişiler kendi isimleri ya da rütbelerini bilmiyorlar.
(4) Kimi subaylar hem Suga ile TSK’dan ilişiği kesilecek olarak hem de Suga planında “müzahir” (destek veren) olarak listelenmiş. (Aynen Balyoz’da irticacı oldukları için atılacak üç kişinin plan seminerinde “darbe müzakere” etmesi gibi). Buraya tıklayın. Aynı zamanda tutuklanacak komutana yapılacak tutuklamalar ile ilgili mesajlar çekilmiş.
(5) Kimi subaylar çok sonraki yıllarda alacakları rütbeleri ile listelenmiş.
(6) Çeşitli Suga toplantılarına katılmış gibi belirtilen personelin bir kısmı, toplantı tarihinde Hayfa/İsrail’de tatbikatta bir diğeri ise Roma’da görevde.
(7) Belgelerin üstverilerinde belgeleri hazırlamış gibi görünen kimileri o tarihlerde ya Amerika’da eğitimde, ya da açık denizde tatbikatta.
yukarıdaki bilgilerin ele geçirilen cd.deki belgelerde olmaması gerekir…Çünkü yanlış bilgilere dayanan belgelerle bırakın darbe yapmayı yemek bile yapamazsınız…
__”Amaci butun olayi sadece Cetin Dogan a yikip pacayi kurtarmakmiydi?”….Bu kadar çetrefilli bir plan hazırlamaktansa sadece ve sadece Çetin DOĞAN ı hedef alacak bir organizasyon tertip etmek çok daha kolay olurdu…hem daha doğru bilgiler kullanabilir hemde daha az hata yapılırdı…züccaciye dükkanındaki file dönüştürülmezdi hukuk…Bu da gösteriyor ki Bu kadar geniş kapsamlı bir planın hazırlayanların gerçek hedefi Çetin DOĞAN değildir…Gerçek hedefin ne olduğunu anlayabilmek için Balyoz ve Ergenekon iddiaları Türkiye gündemine düştüğünden beri yaşanan olaylara bakmak oldukça faydalı olacaktır…
__”Diger bir taraftan cetin dogan nin daha yeni yapilmis eljezeera ropartajinda AKPyi bu ulke icin tehlike olarak nitelendirdigi gibi konusmalari gorunce darbe yapmadiysa yazik etmis dememek ve onun lehinde konusmak biraz hayalcilik gibi geliyor bana en azindan bu yapmak icin kizi veya damadi olmak lazim sanirim….”
İhtimalin komikliklerinden ve belaşağı vuruş incilerinden bir seçme daha….Anayasa Mahkemesinin bile irticai faaliyetlerin odağı olarak gördüğü,kapatılmaktan kıl payı kurtulmuş bir partiyi ki uygulamalarında bile bu faaliyetleri görmemek için kör olmak yada tatlı su aydını/liboş olmak gerekir -her ne kadar reddetselerde milli görüş gömleğini aslında hiç çıkarmamışlardır- ülke için tehlike olarak gördüğünü ifade etmesini darbecilikle bağdaştırmak çarpık bir zihniyetin (sormak isterim düşünce ve ifade özgürlüğü nedir ve nasıl olmalıdır…muhalif bireylerin düşünce özgürlükleri nerede başlar ve nerede biter ?)üretiminden başka bir şey olamaz…
__”Hala 2008 senesinde bir subayin esine ait sigorta odendi dekontunun (resim dosyasi ve uzerinde baris bir sekilde 2008 yazarken) neden 2003 tarihli olarak kaydedildigine dair kimse mantikli bir aciklama yapmadi, hatta deniz kuvvetleri bilirkisi heyetide dahil olmak uzere…”
Burada bir motif görüyor musunuz?
Süha Tanyeri isimli kullanıcı 3 Mart 2003’de saat 16:02’de bir belgeyi son olarak kaydetmiş. Aynı kullanıcı 19 Subat 2003’de bir başka belgeyi 16:05’de, bir diğerini 16:08’de kaydetmiş. Ayni kullanıcı 2 Aralik 2002’de Balyoz belgesini 16:14’de kaydetmiş…. Anlasılan bu kullanıcının suç unsuru iceren belgeleri günün birbirine yakın saatlerinde kaydetme gibi bir alışkanlığı var.
Diğer bir ihtimal de şu: Suha Tanyeri isimli kullanıcı aslında suç unsuru içeren bütün bu dosyaları aynı gün kaydetmiş. Ancak, her kayıt isleminden sonra bilgisayarının sistem tarihini ileri-geri değiştirirken sistem saatini değiştirmediği için saatler hep birbirini takip etmiş….”
Sahte cd.lerin nasıl hazırlandığını gösteren çok önemli bir ayrıntı…TSK dan sızdırılan belgelerin ve imal edilen/üretilen belgelerin harmanlanıp sahteciliğin nasıl yapıldığına dair önemli bir saptama…
__”Sanirim ise Kemalettin binbasiyi konusturmayi becerek baslalamis lazim, en azindan elimizde bilgilerin son guncellesmis haline en yakin kisi olarak o var…”
O dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK dururken,yada Mehmet BARANSU ya sözde darbe planı iddialarını veren onurlu subay dururken Kemalettin Binbaşıyı ele almak bir gizleme/örtbas hamlesi gibi geliyor bana ama yine de bekleyip görmek gerek….
AKP-Cemaat darbesi ve Hilmi Özkök
Ergenekon ve onun bir devamı niteliğindeki Balyoz soruşturmaları sırasında bir isim yeniden gündeme gelmeye başladı; Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök… Hakkında yeniden tutuklanma kararı verilen 1. Ordu eski Komutanı Emekli Orgeneral Çetin Doğan açıkça Hilmi Özkök’ü “köstebek” olmakla suçlamaya, yani üzerinde çok sayıda değişiklik ve eklemelerin yapıldığı belirtilen bazı belgelerin AKP hükümetine Özkök tarafından verildiğini ileri sürmeye başladı.
Hilmi Özkök, “darbe” ve “darbecilik” gibi kavramların hayli hafifletildiği şu günlerde ismi üzerinde önemle durulması gereken bir kişiliktir. Çünkü Özkök’ün, bugün devam eden rejimin dönüştürülmesi operasyonunun başlatılmasında önemli bir rol üstlendiği her geçen gün daha net şekilde anlaşılmaktadır.
Şimdi biraz geriye giderek, negatif ya da pozitif bir anlam yüklemeden* yakın geçmişte yaşananları hatırlamakta, durumu analiz edip olguları ortaya koymakta yarar var. Bunu yapmak, anlamı hafifletilse de, gerçek darbe ve darbecileri saptamak için artık bir zorunluluktur.
Önce bir dizi kısa saptama yapalım: Bugün iktidar mücadelesinin cereyan ettiği üç düzleminden söz edilebilir: Birinci düzlem geleneksel iktidar blokudur; ikincisi geleneksel iktidar blokunun 2000’lere kadar sabit bir bir bileşeni olan Türk Silahlı Kuvvetleri’dir (TSK); ve nihayet üçüncü düzlem ise yüksek yargıdır.
TSK artık önemli ölçüde (bütünüyle değil) iktidar blokunun dışına itilmiştir. Batıcı İstanbul burjuvazisinin bu blok içindeki alanı daraltılmış, yükselen muhafazakar taşra sermayesinin sistem içindeki ağırlığı artmıştır. Sivil bürokrasi tamamıyla ele geçirilmiş, özel yetkili mahkemeler ve savcılıklar üzerinden paralel bir adliye oluşturulmuştur. Son anayasa değişiklik paketiyle de, zaten sınırlı olan yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılarak yürütmenin (hükümetin) denetimine sokulmaya, dahası yüksek yargı ele geçirilmeye çalışılmaktadır.
Ecevit hükümetine darbe ve TSK’da 2003 tasfiyesi
Bu iktidar mücadelesinde ilk net çatışma aslında en somut şekliyle 2003 Ağustos ayında ortaya çıktı. Kırılma noktası 2003’ün Ağustos ayıdır. Çünkü, bugün gerek “Ergenekon” gerekse “Balyoz” diye kodlanan darbe iddiaları kapsamında tutuklanan ya da soruşturulan üst düzey askerlerin önemli bölümü 2003 yılındaki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında emekli edilen ya da geriye çekilen subaylardan oluşmaktadır.
Gelişmeleri yakından izleyenler hatırlayacaktır; 2003 yılı Ağustos ayında yapılan YAŞ toplantısında ordunun komuta kadrosu neredeyse tamamıyla değiştirildi. Öyle ki, söz konusu YAŞ toplantısında 27 Mayıs 1960’dan sonra Cumhuriyet tarihinin en büyük general tasfiyesi gerçekleştirildi ve tam 55 general emekli edildi.
Bu operasyon, ordunun sistem üzerindeki ağırlığını azaltmaya yönelik en kapsamlı girişimdi. Bu hamlenin en önemli boyutunu, hem mevcut iktidar (AKP hükümeti) hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) küresel politikaları ile uyumlu bir komuta kademesi yaratmak oluşturuyordu. Nitekim, dönemin ABD yönetimi de Türkiye’de oluşturulan yeni komuta kademesinden memnun olduğunu gizlemedi. Küçük bir araştırma ile görüleceği gibi, Vaşington’dan bu dönemde yapılan açıklamalarda gelişmelerin olumlu bulunduğu açıkça ilan edildi.
Ancak 2003 Ağustos’undan sonra oluşan yeni yapılanma, Silahlı Kuvvetler içinde giderek derinleşen bir bölünmenin de başlamasına yol açtı. Ayrılıklar, kurumsal yapıya ve disipline, hiyerarşiye ve geleneklere sığmayınca “belgeler” birer birer basına sızdırılmaya başlandı. Dolayısıyla, TSK kaynaklı belgelerin basına servis edilmesi yeni bir gelişme değildir. Bu tip belgeler 2003 Ağustos’undan sonra, özellikle 2004 yılından itibaren sistematik şekilde basına sızmaya başladı.
Sorun sadece Silahlı Kuvvetler içindeki görüş ayrılığı değil, Türkiye’deki geleneksel iktidar blokunun yeniden şekillendirilmesiydi. Asıl çatışma, ABD desteğinde sürdürülen operasyonun çapı ve derinliğinden kaynaklanıyordu. İktidarını sağlamlaştırmak ve Türkiye’nin islamizasyonu için gerekli yürütme kudretini edinmek için ABD’nin bölge siyasetleriyle uyumlu bir çizgi izleyen AKP, bu konuda başta İstanbul burjuvazisi olmak üzere, büyük sermayenin de desteğini de almış görünüyordu. Türk burjuvazisi kendi zayıf geleneklerine ve devrimine ihanet ediyordu.
Gerçek darbeci Özkök olmasın?
Dolayısıyla, eğer bir darbeden söz edilecekse, bu darbeyi Bülent Ecevit’in başkanlığındaki 57. Hükümetin devrilmesinde, Türkiye’nin 3 Kasım 2002 erken genel seçimlerine götürülerek AKP’nin iktidara taşınmasında aramak gereklidir. Bu darbe sürecinin ilk etabı TSK’da gerçekleştirilen 2003 tasfiyesi ile önemli ölçüde tamamlanmıştır. Süreci yakından izleyenlerin hatırlayacağı gibi, 2003 Ağustos’unda emekli edilen generallerin devir teslim törenlerinde yaptıkları konuşmalarda öne çıkan iki nokta vardı: Birincisi emekli edilen komutanlar ABD’nin Irak’ı işgaline ve bu işgalde Türkiye’nin rol almasına açıktan karşı çıkmışlardı; ikincisi ise AKP hükümetinin izlediği islamizasyon siyasetine karşı sert çıkışlar yapmışlardı. Sadece dönemin gazete manşetlerine bile bakılsa açıkça görülebilecek tablo böyleydi.
Gerek Ecevit hükümetinin düşürülmesi ve Türkiye’nin erken seçimlere götürülerek AKP’nin iktidara taşınması sırasında, gerekse bir kalemde 55 generalin emekli edildiği tarihte Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tü. Yani şu islamcıların ve liberallerin pek demokrat buldukları Orgeneral Hilmi Özkök…
Özkök sonrası genelkurmay başkanı olan isimlerin de (Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ) belli rezervlerle aynı çizgiyi izledikleri olayların seyrinin ortaya koyduğu açık bir gerçektir.
Şimdi önümüzde hâlâ yanıtı verilmemiş bir soru bulunuyor. Ortada devrilmiş bir hükümet (Ecevit hükümeti) var ve bu operasyonun bir ucunda Kemal Derviş’in, diğer ucunda da Hilmi Özkök’ün bulunduğu biliniyor. O dönemde komuta kademesindeki askerlerin bazı gazeteciler aracılığıyla Ecevit’e çekilmesi yönünde haber gönderdikleri de gazete merkezlerinde neredeyse işportaya düşmüş “bilgi” durumdaydı. (Bu gazetecilerden biri de Radikal’in halen Ankara Temsilciliği görevini yapan Murat Yetkin’di ve kendisi de bunu açıkça yazdı.) Yanıtı verilmemiş soru ise şudur; neden gerçekleşmiş darbeler ve darbeciler değil de tasfiye edilenler yargılanıyor?
Tasfiye süreci ve bu sürece direnme eğilimi devam ediyor da o yüzden…
Çünkü, gerçekleştirilen tasfiyelere, tutuklamalara ve bütün sindirme girişimlerine karşın ordunun önemli bir kesimi hala Silahlı Kuvvetlerin sistem üzerindeki geleneksel etkinliğinin sürdürülmesini laikliğin bir teminatı olarak görmeye devam ediyor.
Bu durumun toplumun bütün kesimlerinde olduğu gibi, TSK komuta kademesi ile ordunun orta ve orta-üst kesimi arasında bir gerilime yol açmaması imkansız görünüyor. Bu gerilimin yer yer kopma noktasına kadar geldiği de anlaşılıyor. Örneğin; “Balyoz operasyonu” kapsamında 25’i general 70’in üzerinde muvazzaf subayın gözaltına alınması girişiminin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın devreye girmesi üzerine durdurularak ilgili iki savcının görevden el çektirilmesi, bu gerilimin giderek şddetlendiğini ve tehlikeli bir hal almaya başladığını göstermesi bakımından önem taşıyor.
Özkök’ün boşa çıkan cumhurbaşkanlığı hevesi!
ABD, İslamcı kesimler ve bir kısım liberal tarafından “demokrat asker” olarak selamlanan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün geçmişte bir hesabının olduğu da, dönemin sızan bilgileri arasındaydı.
General Özkök, sunduğu hizmetler karşılığında geçiş döneminin cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Kendisine bu yönde işaret verildiği anlaşılıyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in görev süresi 3 yıl sonra doluyordu. AKP’nin Meclis’teki ezici çoğunluğu hatırlanırsa, üç yıl sonra Türkiye’de bir cumhurbaşkanlığı krizinin çıkması kaçınılmaz görünüyordu. Nitekim böyle bir kriz çıktı da.
İşte tam o aşamada General Özkök bütün taraflarca kabul edilebilir bir cumhurbaşkanı adayı profili vermeye çalışıyordu. Özkök’ün üslubu ve bütün davranışları da bu hesabı destekliyordu. Özkök, AKP hükümetiyle “uyum” içinde çalışmaya gayret ediyor, çıkan her siyasal ve idari kriz durumunda Tayyip Erdoğan ile görüşüyor ve bu görüşmelerden çoğu kez sonuç da alıyordu. Hükümet, TSK’nın bütünlük içinde tepki gösterdiği konularda hemen geri adım atıyor ve tansiyon düşüyordu. Buna karşılık Özkök, orduyu “yasal çerçeve içinde” tutuyordu. Fakat süreç belli bir kararlılıkla işliyordu.
Ama siyasette üç yıl çok uzun süredir. Nitekim üç yıl içinde AKP hükümet olmaktan iktidar düzeyine yükselmiş, 22 Temmuz 2007 seçimlernde daha büyük bir oy oranıyla iktidarını tazelemiş ve artık bütün iktidarı, yani devleti istemeye başlamıştı. Yeni durumda artık Özkök gibi bir “geçiş dönemi” cumhurbaşkanına da ihtiyaç kalmamıştı.
Gelgelelim “yasak ilişki” bir kez başlamayagörsün, “suç ortaklığı” taraflardan birinin açık itirafına kadar çaresiz sürecektir. Çünkü “mıntıka temizliği” devam etmektedir. Tehlikeli bir süreçtir ve bu nedenle dayanışma/ittifak gerektirmektedir.
—————-
* Yukarıdaki yazıda yer alan, “negatif ve pozitif bir anlam yüklemeden” kaydının altını çizmek istiyorum. Çünkü bazı okur yorumlarından da anladığım kadarıyla, somut durumun analizi ile bu analiz karşısında alınacak politik tavır birbirine karıştırılmaktadır. Egemen güçler arasındaki ilişki ve çelişkilerin doğru ve nesnel bir analizi, geliştirilecek devrimci politikalar açısından son derece önemlidir. Elbette bizim tercih ve politikalarımız ile yaptığımız analizler arasında doğrudan bir ilişki vardır. Fakat bunlar bir ve aynı şey değildir. Önemle belirtirim.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/merdan-yanardag/akp-cemaat-darbesi-ve-hilmi-ozkok-26591
27 Şubat 2011 07:27
Konu General Ozkok e gelmisken. Balyoz savcilarina ifade verdigini biliyoruz, ne soyledigi ise mechul. Mahkemede tanik olacak mi onu da bilmiyoruz. Ama bulmaya ve tahmin etmeye calismamiz gerekn konu, hilmi ozkok ile cetin dogan arasinda gecen konusma 🙂 Bu konusmanin icerigini ikisinden baska buyuk ihtimalle Pinar ve Dani biliyordur her ne kadar fatih altaylinin programinda onaylamamis olsalar da. Eger Hilmi Ozkok, Cetin Dogan ve darbe girisimi hakkinda istihbarat elde etti ve bunuda Cetin Dogana bir konusma sirasinda acikladiysa, bunlar umarim mahkeme suresince ortaya cikar. Ondan sonra Pinar Dogan ve Dani Rodrik in burda neyin mucadelesini veriyor olduklarini daha iyi anlariz. Bekleyelim, gorecegiz 😉
28 Şubat 2011 00:53
”Ama bulmaya ve tahmin etmeye calismamiz gerekn konu, hilmi ozkok ile cetin dogan arasinda gecen konusma 🙂 Bu konusmanin icerigini ikisinden baska buyuk ihtimalle Pinar ve Dani biliyordur her ne kadar fatih altaylinin programinda onaylamamis olsalar da. Eger Hilmi Ozkok, Cetin Dogan ve darbe girisimi hakkinda istihbarat elde etti ve bunuda Cetin Dogana bir konusma sirasinda acikladiysa, bunlar umarim mahkeme suresince ortaya cikar. Ondan sonra Pinar Dogan ve Dani Rodrik in burda neyin mucadelesini veriyor olduklarini daha iyi anlariz. Bekleyelim, gorecegiz ;)”
_ Neki bu şimdi ?…Eğer Hilmi ÖZKÖK’ün böyle bir istihbaratı olsa bunun delilleri de olur -ki kendisi böyle birşeyin olmadığını ifade etmişti- şimdiye kadar da bu yandaş tetikçi medyaya çoktan sızdırılmış olur ve onlarda binbir türlü yalan haber yapmazdı…Büyük ihtimallede onurlu subayın bavulunun içinden çıkar, 11 nolu cd deki tutarsızlıklar/çelişkiler/üretilmiş deliller olmaz ve iddianamenin en önemli delillerinden biri olurdu…
ama sana katılıyorum bir noktada;
Sayın Pinar Dogan ve Dani Rodrik in burada neyin mucadelesini veriyor olduklarini görüyor ve siz ne kadar küçümsenizde/çamur atsanız da/saldırsanız da yapmaya çalıştıkları şeyi daha iyi anlıyoruz…
27 Şubat 2011 01:50
_Se7en filmini izlemiş miydiniz ? – Dün gece kanaltürk te de yayınlandı – …Filmin tam olarak 1.38.19 ncu saniyesinde şöyle bir şey söylüyordu arabadaki seri katil (Kevin Spacey):
– Birinin seni dinlemesini istiyorsan omzuna dokunuvermek yeterli değil artık…’Balyoz’ la vurman gerek…O zaman seni pür dikkat dinlerler…
– one thing the people to listen you cant just tap them on the shoulder anymore…you have to hit with the ‘sledgehammer’…Then they listen you with strict attention
Belki ‘Balyoz’ adının nereden gelmiş olabileceğine dair bir fikir verebilir….