Yayın hayatına Pazartesi günü başlayan soL gazetesinden Emre Deveci ile yaptığımız söyleşi aşağıda.
Söyleşinin daha uzun versiyonuna buradan ulaşabilirsiniz:
02 Ekim 2012
Yayın hayatına Pazartesi günü başlayan soL gazetesinden Emre Deveci ile yaptığımız söyleşi aşağıda.
Söyleşinin daha uzun versiyonuna buradan ulaşabilirsiniz:
Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.
03 Ekim 2012 01:43
Aksam Gazetesi 2 Ekim 2012 alinti….. BCG nun yasadisi faaliyetleri konusunda. BCG icin “terms of reference”leri Cetin Dogan nin yazdigini cok iyi biliyoruz kendi ifadesi ile!!!
Çiller, ”Bugün burada, daha fazlasını ifade etmek istemediğini” söyleyerek, ”Bugün her şeyden daha fazla, sadece toplanan bilgileri gördüğünü, belgelere şahit olduğunu” belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: ”Bugün görüşlerimi açıklamak yerine, davet edildiğim Meclis Araştırma Komisyonu’nda ifade etmeyi daha verimli buluyorum. Ülkemizin ihtiyaç duyduğu milli birlik ve beraberlik ruhuna ve yeni nefret tohumları atılmamasına özen göstererek, bu derslerden çıkacakları ortak paydalarda buluşarak yapmanın, milletin beklentisi olduğunu düşünüyorum. Bu konuda umudum sürüyor.”
03 Ekim 2012 04:05
Vatan Gazetesi 2 Ekim 2012 alinti….. 28 subatta Cetin Dogan nin sundugu askeri brifingler
Brifing utanç vericiydi’
Genelkurmay’da düzenlenen basın brifingine katıldığını anlatırken “Gazeteye davet gelmiş. Ben de o zaman sert yazılar yazıyordum, o ünlü basın brifingine gittim. Önce içeri almadılar, sonra girdim ve dinledim” diyen Bayramoğlu şöyle devam etti: “Utanç verici bir tabloydu. Çetin Doğan brifingi sunuyordu. Düz bir mantıkla Türkiye’deki bütün sosyolojik, politik ve ekonomik gelişmelerin nasıl tehlikeli olduğu anlatılıyordu. Basının görevlerinin neler olduğunun söylendiği bir dersti, telkindi. Çetin Doğan İslami kesimin askere karşı pompalı silahla silahlandığını, askerin de buna müdahale edebileceğini söylüyordu. Ertesi gün basında yazılanları okudum, açıkçası utanç vericiydi.”
04 Ekim 2012 19:32
İhtimal, bir tutturmuşsun 28 Şubat.
Nasreddin Hoca fıkrası gibi. Hırsınız hiç mi şucu yok ya.
50 senedir Demokrasi işletmeyen, Apoletsiz generallere, parmak hesabı yapanlara, otel odasında milletvekili satın alanlara, tahkikat komisyonu kuranlara, her türlü yolsuzluğu, kanunsuzluğu, adam kayırmacılığı, işgüzarlığı yapıp da hesabını bugüne kadar vermeyenlere yok mu bir çift sözün. Biraz da bunlara gör de objektifliğini görelim.
Benim ki boş bir hayal tabii, Trol trollüğünü yapmaktan vazgeçer mi?
Eğer bugüne kadar sandıktan çıkanlar hesaplarını verselerdi, ne 12 eylül olurdu ne 28 Şubat. Tamam mı kardeşim.Yetti artık bu darbe de darbe söylemin.
03 Ekim 2012 22:05
“Geçen Çarşamba’dan başlayarak, “Balyoz” kararları ve Türkiye’nin 2002-2007 arasında yaşadıklarının çeşitli boyutları hakkında ne düşündüğümü bir kere daha anlatıyorum. Ben “ama”sız memnunum’la, bir kere, bu cezaları neden haklı ve yerinde bulduğumu açıkladım. Sonra buna üç ek yapacağım dedim. (1) “Kin ve intikam” iddiasını eleştirdim. Ortada bir rövanşizm varsa, bunun, vesayet yanlılarının her göreli demokratikleşme adımından (ve bunların fikren önünü açan, bunları savunan ve destekleyen “liboş”lardan) intikam alma çabası olduğunu hatırlattım.
(2) 1960, 1971, 1980 ve “28 Şubat”tan sonra, (nasıl saydığınıza bağlı olarak) belki dördüncü belki beşinci bir darbe girişiminin neden hem akim kaldığını, hem de bu kadar çok yüksek rütbeli subayı suça bulaştırdığını, darbecilerin Lidersiz, cuntasız, kararsız, bir de geveze olmasından hareketle çözümlemeye çalıştım (Cumartesi, 28 Eylül). Amacım, bu işin gerçek militanları genelkurmay başkanını ikna edemeyince ve ancak onun başa geçmesinin sağlayabileceği bir konsensus kuramayınca, hangi sakatlıkların çığ gibi büyüdüğüne işaret etmekti. Hilmi Özkök’ün kendini ayırması, faraza Çetin Doğan’ın, “silâhlı kuvvetlerin olağan işleyişi” görüntüsü ardında yapmak istediği ve yapmaya da giriştiği “hazırlık”ları, böyle bir “sözümona yasallık” örtüsünden yoksun bıraktı. Bunun alternatifi olabilecek, yakalandıkları takdirde tartışmasız suç teşkil edeceği son derece açık, dar ve gizli bir cunta örgütlenmesine de her nedense giremediler. Sonuçta, ne yardan ne serden geçebildiler; iki arada bir derede kaldılar; o manevî otorite gene de var ve kimse bize dokunamaz sanıp, rastgele, hesapsızca genişlediler; ancak genelkurmay başkanı dahil bütün üst komuta heyeti birlik olduğu takdirde, icabında etrafına “oyundur” savunmasını örebilecekleri kaos planlarını gene de yaptılar ve her şey dışarıya sızınca (ki, birkaç yüz kişi söz konusu olunca mutlaka sızar), üstüne üstlük umulan o garanti, o geleneksel şemsiye de olmayınca (ki, Silivri aileleri Hilmi Özkök’ü bu alışılmış korumayı sunmadığı için yuhluyor), dımdızlak ortada kalıverdiler. ”
H. Berktay_Taraf
04 Ekim 2012 19:26
Benim oğlum bina okur döner döner yine okur. Halil Berktay namıyla anılan dönekten bugüne kadar ne olmuş ki, bundan sonra olsun. Gerçeklerden bu kadar kopuk ve uzak bir yazıyı kaleme almak ancak Halil Berktay tarafından başarılabilirdi. Yazık aydın denilen kitlenin yazdıklarına.Tam ibretlik.
04 Ekim 2012 12:24
İhtimal,
İnan ki darbeler, BÇG, 28 Şubat ve hatta yapılan tüm alçaklıklar konusunda seninle aynı fikirdeyim ama bir de işin şu boyutu var be kardeşim,yazık değil mi suçsuz günahsız insanlara;
Babam bize bugün seslerini duyurabilmemiz adına bu mektubu gönderdi. Siz de paylaşırsanız sesimizi daha çok duyurabileceğimizi düşünüyoruz.
Oğlu
Caner Candan
28 Eylül 2012
Sevgili Dostlarım,
Kamuoyunda sözde Balyoz Davası olarak bilinen bu çirkin iftira ile ilk defa Beşiktaş Adliyesi’nde karşılaşmamın üzerinden tam 2 yıl 5 ay geçti ve son 20 aydır da Hasdal Cezaevi’nde tutukluydum. 21 Eylül 2012 tarihinde 16 yıl hapis cezasına çarptırıldım.
Haksız yere cezalandırılmamıza neden olan bu iftira hakkında bu güne kadar hiçbirinizle görüşlerimi paylaşmadım, paylaşamadım. Çünkü tutuklanıncaya kadar masumiyetimden o kadar emindim ki, kimsenin bunu ciddiye bile almayacağını düşünüyordum. Ancak, 11 Şubat 2011 Cuma günü, Silivri’de duruşmanın bitmesini ve eve dönmeyi beklerken, salonun kapıları tutuldu ve kimsenin beklemediği bir kararla aniden tutuklandık. Tutuklandıktan sonra da aylarca sadece ben masumum diyebildim. Çünkü savcının emanete kaldırdığı (yani bizden sakladığı) 46 klasör belgenin tarafımıza verilmesine mahkeme heyeti tutuklanmamızdan tam beş ay sonra izin verdi. Ama bu sürede bize verilmeyen belgeler yandaş medyaya sızdırıldığı için biz halkın gözünde çoktan uçağını düşüren, camisini bombalayan darbeciler yaftasını yemiştik.
Belgeler elde edildikten çok kısa bir süre sonra, bütün iddialar çürütüldü ve iddianame paçavraya döndürüldü. Adalete inanan her insan gibi biz de ortaya çıkan gerçeği mahkeme heyetinin de göreceğini, bizi tahliye edeceğini ve davanın düşeceğini sandık. Ancak mahkeme heyeti gerçekleri görmezden geldi. Başta bilirkişi incelemesi ile Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi taleplerimiz olmak üzere bütün taleplerimizin reddedilmesi ile hukuki olarak değil siyasi olarak yargılandığımızı fark ettik. Yani biz tutuklu değil, kendi vatanımızda esir edilmiştik.
Sonuçta mahkeme heyetinin de adil yargılama gibi bir derdi olmadığı ve bize ceza vereceği ortaya çıkmıştı. Biz de haksız yere de olsa cezamızı alıp tahliye olduktan sonra sizlere ve bütün dünyaya gerçekleri anlatırız umudundaydık. Ancak verilen cezalar yandaş medyanın bile ummadığı kadar ağır oldu.
Mahkeme heyeti tahliye edilmemizi ve bütün dünyaya gerçekleri haykırmamızı engellemek için savcının bile istediği ceza limitlerini aşarak 325 sanığa da Türk Ceza Kanunu’nda bulunan en ağır cezayı yani ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını verdi ve yine savcının talep etmemesine rağmen bizim terör örgütü üyesi olduğumuza karar verdi. Bu da yetmediği gibi babalık ve kocalık haklarımızın elimizden alınmasına karar verdi. Bize en aşağılık suçlamaları yapan, gözünü intikam ve kan ateşi bürümüş sözde aydınlar ve gazeteciler bile, televizyonlarda ve gazetelerde yaptıkları açıklamalarda bütün sanıklara toptan 16-20 yıl ceza verilmesini ve kimsenin tahliye edilmemesini savunacak cesareti kendilerinde bulamadılar.
Sevgili dostlarım, benim için hapiste ne kadar yatacağımın çok fazla önemi yok. Hayattan çok büyük kişisel beklentileri olan birisi değilim. Eğer bu cezanın ülkeme faydalı olacağına inanabilsem, haksız yere de olsa bana reva görülen bu cezaya zerre kadar itiraz etmem, vatan sağ olsun diyerek köşeme çekilir kitaplarımı okumaya devam ederim. Ama bize kurulan bu komplonun darbeler dönemine son verdik bahanesi ile güzel ülkemizi yeniden şekillendirme operasyonunun bir parçası olması beni dehşete düşürüyor.
Hapisteki bütün arkadaşlarım gibi benim de en zayıf noktam sevgili eşim ve biricik oğlum. Bugüne kadar vazife uğruna onları çok yalnız bıraktım, çok ihmal ettim. Artık emekli olmayı ve hiç olmazsa hayatımın geri kalanında onların yanında bulunmayı planlarken, yine onlardan ayrı düştüm. Hem de bu sefer darbeci, terörist iftiralarına uğrayarak. Ama çok iyi biliyorum ki onlar da onursuz bir şekilde bu iftiraları kabul ederek dışarıda yaşamaktansa, onurumla ve dimdik hapiste kalmama ve bu ayrılığa katlanmaya razı olacaklardır. Ailece biliyoruz ki, fiziki olarak ayrı düşsek de kalplerimiz ve beyinlerimiz hep birlikte. Onlarla gurur duyuyorum. Onlara tek söyleyebileceğim, demek ki daha köşeme çekilme zamanım gelmemiş, bu vatan uğruna daha yapmamız gereken görevlerimiz varmış.
Size şunu söylemek isterim. Tutuklandığımız günden beri yaşadığımız bir kâbus var. Hani kâbuslarınızda, kaçmak istersiniz ayaklarınız hareket etmez, bağırmak istersiniz sesiniz çıkmaz ya. Biz de Silivri mahkemelerinde gerçekleri haykırdık ancak çığlığımız mahkeme duvarlarının dışına çıkmadı. Gelen üç beş gazeteci, söylediklerimizi yazmaktan korktu, yazsa da gazetesi yayınlamadı. Yayımlananlar da çoğu zaman tam derdimizi ifade etmedi. Yani acımasızca bir yargısız infaz devam ediyor ve tutuklu olmamızdan dolayı iletişim hakları engellenmiş olan bizler bütün bunlar iftira, yalan diye cevap veremiyoruz. Sesimizi duyuramadan, bütün bu iftiraları elimiz kolumuz bağlı olarak televizyonlardan seyretmek, gazetelerden okumak zorunda kalıyoruz.
Size bu aşamada söyleyebileceğim tek şey suçsuz olduğumuz ve bunu mahkemeye karşı defalarca ispatladığımız. Bu nedenle bu kirli senaryo ile ilgili düşüncelerimi, her seferinde bize atılan pisliğin bir noktasını açıklayacak şekilde bir iki sayfalık mektuplarla açıklamayı düşünüyorum. Lütfen vicdanınızın sesini bana açın ve elinizden geliyorsa çevrenizle de paylaşın.
Ben hayatını vatanına ve milletine hizmet etmeye adamış birisi olarak darbeciliği ve vatan hainliğini kabul etmiyorum. Feryadıma kulak verin.
Aydınlık ve mutlu bir gelecek dileği ile görüşmek üzere.
Cemal CANDAN
Esir Bir Türk Subayı
Hasdal Cezaevi
11 Ekim 2012 17:49
Güllü Salkaya bir devlet memuru,hem de tecrübeli bir memur.Çocukları var Güllü’nün,bir evi bir yuvası var…Bir süredir yuvasına gidemiyor Güllü hanım,dehşet bir suç işlemiş,darbeye kalkışmış,tek başına ülke yönetimine el koyacakmış,ardından gelsin işkenceler,gözaltılar,idamlar…
”“Ben, Güllü Salkaya. Hani şu 2003 yılında yapıldığı iddia edilen Balyoz Darbe Planının Silivri’de süren duruşmaları sonunda müebbet hapis cezasına çarptırılan tek sivil memur var ya, işte o benim.
Sadece 27 senesini devletine hizmetle geçirmiş bir insan değil, aynı zamanda bir eş ve anneyim.
Biri 22, diğeri 24 yaşında iki evladım var. Canım kızımı ve oğlumu evde babalarıyla baş başa bıraktım. Onurumu ise asla kimseye bırakmadım ve de bırakmayacağım.
Tek tesellim ailemin ve evlatlarımın başımıza gelenleri anlayacak yetişkinlikte olmaları.
Ben, 27 yıl ekmeğini yediğim bir kuruma ihanet edecek kadar hainleşmedim. Ama Sayın Mahkeme, Sayın Heyet dedi ki; Güllü Salkaya, sen darbecisin!
İlk gün sorduğum soruyu bugün yine soruyorum:
Neymiş benim darbeciliğim? Koca koca generallerin, amirallerin, albayların, komutanlarımın suçu neyse benimki de o!
Güllü Salkaya adına tahsisli bir bilgisayarda son kaydedilen isim olarak benim gözüktüğüm birkaç sözde dijital belgenin varlığı!
Peki, 2003 yılında benim bu isimde bir bilgisayarım mı vardı? Mehmet Baransu bavuluyla sözde belgeleri Beşiktaş’a (Beşiktaş Adliyesine) taşıyana kadar bu planı duymuşluğum görmüşlüğüm mü var? Bir yerde imzama mı rastlamışlar?
Hiçbiri değil. Peki, ben ne demeye 16 yıl ağırlaştırılmış hapse mahkum oldum o zaman? Bunun cevabını verecek bir makam var mı? O da yok.”
Değil mi İhtimal?
Sence yüzde kaçtır Güllü’nün darbe yapma İhtimal’i?
13 Ekim 2012 03:35
Sayın demokrat,
Bence Güllü hanım çok şanslı…
Bu davayı 40 yıl geçmişe taşısaydık idam cezası da almış olabilirdi. Ülkemize “demokrasi” geldiği için artık öldürmüyor, süründürüyoruz.
13 Ekim 2012 13:50
Sayın Olasılıksız,
Eğer 40 yıl geriye taşısaydık bu kararı ‘öbür’ taraf verirdi ve fakat değişen bir şey olmazdı Güllü’ler için.Güllü,Adnan,Deniz farketmiyor biz oyuncak oldukça ve oynayanlar aynı kaldıkça böyle devam edecek maalesef.Kurtuluş için reçete ne bilen yok.Denize düşen yılana sarılır misali bugün insanlar kaşarlanmış faşistlerde kurtuluş arıyorlarsa eğer küçücük bir umut bile göremiyor insan geleceğe dair.Demokratikleşmenin umudu olarak görülüp geniş bir destekle iktidara gelenler isteyerek ya da istemeyerek kendi bacaklarına sıkıyorlar.
14 Ekim 2012 15:25
Kesinlikle haklisiniz Gullunun tek basina darbe yapma ihtimali milyonda sifir yakin! Ustelik asagida iddia edilen ahlaksizliklari organize odenlerle Gullu nin 20 ye 16 onaninda hapis cezasi almasida baska bir komedi!
Yenisafak gazetesinden alinti…
‘ANKARA ADLİYESİNDEN GİDEN YARGIÇ VE SAVCILARI ASKERLER ARAMIŞ’
‘Brifinglere yargı mensuplarının gitmesi, alkışlamalarını doğal göremeyiz’ diyen Gündel, ‘Daha anormal gelişmeler de yaşandı. Mesela brifinglere Ankara Adliyesinden giden yargıç ve savcıları askerler aramışlar. Normalde yargıç ve savcı aranmaz. Bu açıkça küçük düşürme operasyonudur.
Yargının askere giderek brifing alması, 28 Şubat darbesine destek vermeleri ve meşru hale getirmeleri büyük utançtır. Yargı olayı meşru hale getirmek için devreye sokulmuştur. Ve darbeciler bunu başarmıştır. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, brifingler ortaya çıktığı zaman adliyelere genelge gönderdi.
‘Bu brifinglere katılmayacaksınız, izin vermiyorum’ dedi Sayın Şevket Kazan. Zaten o dönem toplantılara katılmak Adalet Bakanlığı’nın iznine tabi idi. Fakat Adalet Bakanlığı dinlenmeyerek devlet otoritesinin çökmesine neden oldular.
Sivil iradeyi hiçe saydılar. Bundan daha vahim bir şey olamaz. Hükümetin otoritesi asker eliyle sıfırlandı. Bunun hesabının sorulması lazım. Suç işleyen kim varsa cezalandırılmalı.’ ifadelerini kullandı.
‘YARGITAY 8. DAİRESİNİN KASITLI KARARLAR VERDİĞİNİ DEFALARCA SÖYLEDİM’
28 Şubat sürecinde bazı kararların da şaibeli olduğunu ifade eden Gündel, şöyle devam etti: ‘İnsanların ceza alması o davanın yeniden gündeme getirilmemesi anlamına gelmez. Baskı ya da yargıya müdahale söz konusu ise süreç yeniden ele alınır. Yargı 28 Şubat sürecinden çok etkilendi.
Zaten yüksek yargı kendisi gibi düşünmeyenlere mahkûm etmek için her türlü bahaneyi kullandı. Çalıştığım dönemlerde de karşı çıktığım süreçler oldu. Sabih Kanadoğlu ile toplantılarımız oldu. Ben açık açık Yargıtay 8. Dairesinin ideolojik davrandığını, kasıtlı kararlar verdiğini defalarca söyleyip gündeme getirdim.
8. Ceza Dairesinin bir yapısı vardı. Çok ideolojikti. Kendisi gibi düşünenleri kurtarmaya yönlendi. Kendisi gibi düşünmeyenleri ise bahaneler ile mahkumiyete gitmeye yöneldi. Bir de 4. Hukuk Dairesi vardı. Aynı şekilde bir çalışma yürüttü. Biz bunları yaşadık, içerisindeydik.
Bugün yargıyı eleştirenler, bu oluşumlara destek verdiler, içinde yer aldılar. Bugün ağlamaya hakları yoktur. Biz oh olsun demiyoruz. Yargı ideolojiyi, siyasallaşmayı kaldırmaz. Ama geçmişte insanların gözünün içine baka baka bu ülkede yapılmayan kalmadı. Kasıtlı ideolojik kararlar alındı.’
14 Ekim 2012 17:45
1. İki yanlış bir doğru etmez.
2. Sui misal emsal olmaz.
3. Bunların Balyoz davasıyla ne alakası var?
14 Ekim 2012 20:15
Ben de katılıyorum.
12 Ekim 2012 22:17
Bir kişinin yıllarca devlete hizmet etmiş olması onun hiçbir yanlış, hiçbir yasadışı iş, eylem yapmayacağı anlamına mı geliyor yani? Önemli olan devlete kaç yıl hizmet ettiğin değil, nasıl hizmet ettiğindir…
13 Ekim 2012 03:33
Arkadaş,
Birini devlete iyi memur oldu, kötü memur oldu diye yargılamıyorsun… Bir sekreteri “darbe yapacaktı” diye suçlayıp cezalandırıyorsun.
Aklın fikrin bunu mantıklı görüp, vicdanın kabul edebiliyorsa senin “memur” zihniyetinden hakikaten korkmak gerekir.
13 Ekim 2012 12:18
Sanırım yanlış anladın. Ben yargılamadan bahsetmemiştim. Bir kişinin, kim olursa olsun devlete yıllarca hizmet etmiş olması o kişinin hiçbir zaman yanlış yapmayacağı anlamına gelmez demek istedim. Güllü Salkaya suçludur da demedim. Ergenekon ve Balyozdan tutuklu olup Güllü Salkaya’dan çok daha uzun süre devlete hizmet etmiş olanlar da var.
Yani senin mantıgına göre önemli olan devlete hizmet etmek ama nasıl hizmet edersen et önemli değil de hizmet ettiğin süre mi önemli oluyor? Ben senin memur zihniyetinden korkmadım, güldüm sadece…
13 Ekim 2012 16:22
Sn. AdaletSavaşcısı,
Belli bir içeriği olan bir blogda (Balyoz davası), belli bir şahıs hakkında (Güllü hanım), belli bir vasfı nedeniyle (yıllarca devlete memurluk yapması), belli bir suç ithamını (darbe girişiminde bulunması) konuşuyorsak, “ondan, bundan bahsetmedim” gibi genellemeler yapamayız.
Konu memuriyetin faziletleri olsaydı bunu oturur, saatlerce tartışırdık. Hatta devlet memurluğunu kendi isteğiyle bırakmış bir kişi olarak en acımasız eleştirileri dile getirirdim.
Her insanın iyi veya kötü olabileceği gibi, her memurun da iyisi, kötüsü olabilir.
Sonuçta biz Güllü hanımın hizmet vasfını değil, yaptığı iş ve bulunduğu konum itibariyle darbe yapmaya muktedir olup olmadığını konuşuyoruz. Buradan “hizmet süresinin uzun olması kişinin hizmet niteliğinin göstergesi olamaz” gibi bir genellemeye gitmek kolaycı bir demagojiden başka bir şey değildir.
Bahsi geçen kişiler yüz kızartacak kadar kötü bir memuriyet siciline sahip bile olsalar (ki bildiğim bu nitelikte çok memur var) bunu darbe yapma arzusuyla ilişkilendirmek anlamsız olur.
14 Ekim 2012 14:03
Anlıyorum. Ben şunu demek istiyorum. Suçlananların neredeyse hemen hepsi ben 20 yıl devlete hizmet ettim, ben 30 yıl, ben 40 yıl… dediği için böyle dedim. Sanki koskoca ülkede devlete hizmet eden başka memur yokmuş gibi veya onlardan daha iyi hizmet etmiş olan yokmuş gibi konuştukları için böyle dedim. Belki de ben yanlış algılamışımdır…