Bugün Vardiya Bizde Platformu İzmir’de yürüyüş düzenledi. Nilgül Doğan’ın Platform adına yaptığı konuşmayı aşağıda veriyoruz.
Ben, Balyoz davasının bir numaralı sanığı Çetin Doğan’ın eşiyim, Nilgül Doğan.
Aslında ne eşime, ne de bu davada yargılanan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin diğer mensuplarına “sanık” demeye dilim varmıyor. Çünkü, eşimin de mahkemede belirttiği gibi, sahte delillerle inşa edilmiş bir davanın sanığı olmaz, olsa olsa tanığı olur.
Ülkemiz, tarihi bir dönemden geçiyor. Bizler, tarih kitaplarında yer alacak bu dönemin yakın tanıklarıyız. Bugün eşlerimiz, hiçbir hukuk devletinde ciddiye alınmayacak, sahte olduğu bariz bir CD’nin içinden çıkan belgeler nedeniyle Hasdal ve Silivri cezaeverinde tutsak bulunuyorlar.
***
Bugün, İzmir’imizde bu umut verici birlikteliği mümkün kılan Cumhuriyet İçin Güçbirliği Platformu’na hem Vardiya Bizde Platformu olarak, hem de Hasdal ve Silivri cezaevlerindeki eşlerimiz adına sonsuz teşekkürler sunuyoruz. Bugün burada bulunan tüm dostlara minnettarız; sağolun.
***
Sevgili dostlar; bize, “eşleriniz 2003’de darbe planı hazırladı, İstanbul’dan hükümeti devireceklerdi” dediler.
Bize, “eşleriniz, namaz vakti camileri bombalayacaktı, Türk jetlerini düşürecekdi” dediler.
“Dernekleri kapatacaklardı, hastanelere el koyacaklardı, gazetecileri tutuklayacaklardı” dediler.
Kısaca bize, 40 senedir evli olduğunuz, hayatınızı paylaştığınız, birlikte çocuk yetşitirdiğiniz, torun sevdiğiniz insanlar birer canidir, teröristdir dediler.
Biz, peki nerede bu planlar dedik?
Bir CD’nin içindeymiş. Eşlerimiz canice planlar yapmış, sonra da bunları CD’ye kaydetmişler.
Ne zaman? 2003’de.
Nerede ıslak imzalı, kuru imzalı hatta imzasız kağıt belgeler? Yok! Herşey CD içinde.
Herşey 2003 tarihli Balyoz CDsi içinde. Şu anda tutuklu bir subayımızın dediği gibi, 50 kuruşluk bir CD!
Evet, eşlerimizi tutsak eden Balyoz davasının temeli, kimin hazırladığı belli olmayan 50 kuruşluk bir CD.
Ve işte o 50 kuruşluk CD’den, çok sonraki yıllar isim değiştiren dernekler, hastaneler yeni isimleriyle çıktı!
Ve işte 2003’de hazırlandığı iddia edilen o CD’den, 2009 yılında isim değiştiren ilaç firması yeni ismiyle çıktı!
Ve hala bugün 200’e yakın ordu mensubu, o 50 kuruşluk CD 2003’de hazırlandı diye suçlanıyor.
Ve hala 160 kadar ordu mensubu, o 50 kuruşluk CD’nin gerçek olduğu iddiasiyla bugün hapiste bulunuyor.
Hangi akıl, hangi vicdan bunu kabul edebilir?
***
Biz adalete güvenmek istedik. Güvenmiştik de.
Balyoz bavulu savcılara verilince sevindik, gerçekler ortaya çıkacak dedik. Bu soruşturma üç günde bitecek, sahte belge üreten çetenin bulunması için yeni soruşturma başlayacak dedik.
Peki ne oldu?
Soruşturmayı yürütenler Balyoz CD’sinin sahte olduğunu gösteren bütün resmi yazışmaları adli emanate sakladılar, Balyoz CDsi 2003’de hazırlanmıştır diye iddianame yazdılar. Sahteciğin izleri neredeyse bir yıl boyunca adli emanette gömülü kaldı. Bu süre içinde kimimizin eşleri hapise girdi, çıktı, tekrar girdi, tekrar çıktı.
Bu kadar mı? Hayır.
Daha buraya gelmeden yeni öğrendik ki, belgelerin 1nci Ordu bilgisayarlarında hazırlanmadığını gösteren ve soruşturmanın en başında savcılara ulaştırılan bilirkişi raporu Adliye’de buhar olmuş. Ne iddianamede ne de ekinde yok. Hiç bir yerde yok.
Gerçekleri ortaya çıkarmakla görevli kişiler gerçekleri nasıl saklar? Raporları nasıl yok eder?
Biri bize anlatsın. Biri bize izah etsin. Hangi adalet anlayışına sığar bu?
Kimin adaleti bu?
Adalete nasıl güveneceğiz artık?
***
Şimdi soruyorum; kim bu sahte belgeleri üretenler? Sadece bu davada 195 ailenin hayatını dümdüz eden, iftiracı çete kim? Ya diğer davalar? Daha ortaya çıkmadan şüphelilerin sorgularında sorulan eylem planları? Gencecik bir teğmenin telefonuna sehven yüklenen örgüt üyelerinin telefon numaraları? Gölcük’ten çıkan, daha inşa edilip donanmaya katılmamış gemileri listeleyen sahte darbe belgeleri?
Kim bu sayısız hayatı karartan sahte belge çetesi? Kim bu ülkemizin geleceğini karartmak isteyenler? Kim bu ahlak ve iman yoksunu, iftira çetesi? Kim bu gücünü mutlak bilip, arsızca kullanan çete?
Şimdi soruyorum; dün rektörler, bilim insanları, siyasetçiler, ordu mensupları; bugün gazeteciler. Peki, yarın sıra kimde?
Şimdi soruyorum; neden yetkililer bu çeteyi sessizce seyrediyorlar, hatta el çırpıyorlar, alkışlıyorlar?
***
Biz Vardiya Bizde platformunu kurduk. Çünkü biz, bu haksızlık, bu hukuksuzluk karşısında sessiz durmamayı seçtik.
Ve biz, gerçekleri ört bas etmek isteyenlere karşı sesimizi yükselteceğiz.
Bizler, doğru olan taraftayız. Haklı olan taraftayız. O yüzden başımız dik. Bu dönem tarih kitaplarına geçtiğinde, sahte belge üretenler, onlara alkış tutanlar, insanları işlemedikleri suçlarla tutsak edenler, tarihin çöplüğünde bulacak kendilerini.
Eşlerimiz ise senelerce bu ülkeye hizmet verdi. Ülkenin dört bir yanında, ülkenin güvenliği için, sevgiyle, özveriyle çalıştılar. Şimdi Hasdal’da ve Silivri’de hizmet vermeye devam ediyorlar.
Onlar tutsak kaldıkça VARDİYA BİZDE!
Sahte belge çetesi adalet önünde hesap verinceye kadar VARDİYA BİZDE!
Sadece eşlerimiz için değil, benzer iftiralarla tutsak olmuş herkes için.
Sadece eşlerimiz için değil, çocuklarımız, torunlarımız, ve de laik demokratik demokratik Cumhuriyetimizin geleceği için.VARDİYA BİZDE!
VARDİYA HEPİMİZDE!!
Vardiya Bizde Platformu adına Nilgül Doğan
İzmir, 26 Mart 2011
26 Mart 2011 21:01
Sahte belge çetesi adalet önünde hesap verinceye kadar VARDİYA BİZDE!
Sadece eşlerimiz için değil, benzer iftiralarla tutsak olmuş herkes için.
Sadece eşlerimiz için değil, çocuklarımız, torunlarımız, ve de laik demokratik demokratik Cumhuriyetimizin geleceği için.
VARDİYA BİZDE!
VARDİYA HEPİMİZDE!!
Bende destek veriyorum. “Sahte belge çetesi adalet önünde hesap verinceye kadar VARDİYA BİZDE!”
27 Mart 2011 00:06
yürüyüşteydim. Bundan sonra meydanlardayız. Faşizme karşı 30 sene önce yürüdüğümüz gibi yürüyeceğiz ömrümüz yettiğince.
27 Mart 2011 00:25
Sayın Doğan’ı tebrik ediyorum. Yüreğine, soluğuna sağlık.. Tüm destekçilerin yüreklerine sağlık.
27 Mart 2011 04:22
Bu delillerle tutukluluk veren/talep eden yargı mensupları merak ediyorum nasıl uyuyorlar, nasıl sayıyorlar kendi yargılanmalarına kalan günlerini? Hukuk ve ülkemiz tarihi onların isimlerini yazacak, biliyorlar bunu, göze alıp kabullendiler diyelim, peki herşeyin delice bir süratle değiştiği çağımızda yaptıklarının hesabının sorulacağı günün ne kadar yakın olduğunun farkında olamayacak kadar kör nasıl oluyorlar? Vicdanların karası gözleri de mi kör ediyor?
28 Mart 2011 10:39
İzmir, NATO’ya mezar olacak sloganı atılmış. tutuklananlar arasında yurtdışındaki görevini bırakıp gelen nato subayları yok mu
28 Mart 2011 10:49
bende oradaydım i,zmirde…komutanlarım dışarı çıktıklarında da mücadelemiz devam etmeli…koyu bir vardiya bizde elemanı oldum çıktım sayenizde 🙂 tam destek.iyiki varsın vardiya bizde..saygılar
28 Mart 2011 22:29
Kislalarin gizli kutular olmaktan ciktigi, iceride komutanlarin hic bir guc tarafinda sorgulanamamasinin tartisildigi, halk tarafindan ellerine verilen silahlarin yine kendilerinin karsi kullanilmasinin sorgulandigi, bu gune kadarkikirli islerdeki ordu-medya-siyaset-tiracet arasinda al gulum ver gulum olayinin bozuldugu ve ortaya cikarildigi ve dolayisiyla suclularinin hic beklemedikleri cezalarini cekmeye basladigi Turkiye Cumhuriyeti adaleti bu!
28 Mart 2011 22:40
Ne dersin ihtimal, cemaati de gizli kutu olmaktan çıkartalım mı? Avrupa’da müslümanlardan toplanan yardımların üzerindeki örtüleri kaldıralım mı? Belediyelerdeki al gülülüm ver gülüm çarklarına çomak sokalım mı? Sence Turkiye Cumhuriyeti adaleti yapabilir mi bunu? Yoksa mevcut statüko altında “küçük bir ihtimal” mi?
28 Mart 2011 23:30
Sorularinin hepsine ‘Yetmez ama Evet’ diyorum!
29 Mart 2011 10:55
Sevgili İhtimal,
Bir kaç gün yorumlarınızı göremeyince endişelendim, çok şükür üstün entellektüel zekanız yeniden aramızda, tekrar hoşgeldiniz.
Gerçekleştirilen darbeler ve 28 Şubat, e-muhtıra gibi olayların sorumluları hakkında yargılamaların başladığını sayenizde sevinerek öğrendim. Hükümetimizin referandum öncesi verdiği sözü yerine getirdiğini görmek çok güzel. Evvel ki gün Çevik Bir ve Yaşar Büyükanıt’ın evleri de aranmış ve tutuklanmışlar.
Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz sayın ihtimal? Şu an görülen tek dava, dijital belgelere dayalı, yüzlerce çelişki barındıran ve bu belgeler ışığında her aklı selim insanın kurmaca olduğunu gördüğü bir tiyatro oyunu. Sizin tabirinizle cezalarını çekmeye başlayan tek insanlar da bu davanın sanıkları. 12 Eylül’ü yapanlar, 28 Şubat’ı yapanlar, e-muhtırayı verenler, bakanlarımızın katıldığı resim sergilerini açmakla, başbakanımızın damadıyla yurtdışı gezilerine katılmakla, başbakanımızla beraber şeref tribününde maç seyretmekle meşguller.
Sizin suçlu gördüğünüz insanlar Balyoz ile suçlanıyorlar, peki size tekrar soruyorum sayın ihtimal, bizim somut delillerimiz ortada, sizin somut delilleriniz nedir? Evet savcı ihtimal somut delillerinizle oluşturduğunuz iddianameniz nedir? Evet hakim ihtimal somut bulgulara dayalı gerekçesiyle kararınız nedir? İşte sizin hukuk, demokrasi anlayışınız, işinize geldi mi savcı da olursunuz hakim de, işinize geldi mi dersiniz ki süren davaya müdahele etmeyin hukuk sistemi işliyor.
Gözlerinizden öpüyorum, size ve 120 arkadaşınıza selamlar, sevgiler, saygılar.
29 Mart 2011 17:16
Komutan eşinin yazdığı yazı beni çok duygulandırdı. Bir daha askere gitmek, orduevlerinde hanfendilere garsonluk yapmak, köpeklerini gezdirmek istedim, zira herşey vatan için. Yaşa varol harbiye filan.
29 Mart 2011 19:45
Ordu , imamın askeri olsaydı gezdirilmeyi bile isterdi canın , değil mi ?
29 Mart 2011 19:47
Yaşa varol imamın askeri filan…
29 Mart 2011 19:58
Sayın Akay,
Ben de gençlerimizin askerlik gibi kutsal bir görevi, garsonluk, kuaförlük, bahçivanlık olarak yapmamaları taraftarıyım. Bu tür işleri maaşlı profesyonel kadrolar yapmalı, genşlerimiz askerlik borcunu vatanın bütünlüğü ve güvenliğini bir fiil koruyarak yerine getirmeli. Eminim ki bu anlamda gidip sınırda vatan nöbeti tutmak için gönüllü olarak koşa koşa bir kez daha askere gidersiniz.
Ancak bu durumun burada bahsi geçen konu ile alakasını pek kuramadım. Bilmiyorum bloğu inceleme fırsatınız oldu mu? Blog içeriğinde davanın tutarsızlığını ve yapılan yargılamanın hukuksuzluğunu ve dayanaksız yanlılığını gösteren yüzlerce giriş var. Bu konu başlıklarının çok büyük bir kısmı bizzat iddianame de suç unsuru olarak gösterilen delillerde ki yanlışlıkları ve dışarıdan bazı ellerin yaptığı müdaheleleri, yine bizzat aynı belgelerin üzerinde göstermekte. Bu anlamda burada yükselen ses, delillerde ki bu kadar yanlışlıklara rağmen içeride hapis tutulan insanların binlerce mağdur yakınının sesi. İçeride olan insanların subay, polis, gazeteci, öğretmen, doktor, bilim adamı, memur, işçi, her ne görevde olduğunun hiç bir önemi yok. Kurumlara her ne sebepten dolayı olursa olsun beslenen kinlerin bir alakası yok. Burada yükselen sese verilen desteğin sebebi, davanın haksızlığının, yapılan yargılamanın hukuksuzluğunun delillerle somut olarak defalarca belgelenmesi. Yaptığınız yorumu belki bu çerçevede bir kez daha değerlendirmek istersiniz diye umut ediyorum.
Saygılarımla,
30 Mart 2011 00:27
Samimi ve sağduyulu mesajınız için teşekkürler. Lakin;
Davanın haksız olduğunu düşünmüyorum. Çetin Doğan’ı tanıdığım kadarıyla bu tür tertiplerin içinde olabilecek karakter yapısında. Askeriyenin içini bilen herkes bu iddiaların ciddi olduğunu anlar.
Türkiye malesef bir hukuk devleti değil. Bu dava olmadan önce de değildi. Bunun da en büyük sebebi askeri vesayetin demokratik gelişimi tıkamış olması. O yüzden kimse kusura bakmasın Çetin Doğan ve silah arkadaşları için hukukun şekli şartları gözetilmemiş diye üzülecek değilim. Kendi kazdıkları kuyuda debelensinler. Adalet çiğneniyor diye hiç endişeniz olmasın suçları o kadar çok ki, bir ömür yatsalar adalet yerini bulmuş olmaz.
Not: Bu arada askerliğin her türlüsüne karşıyım, öyle sınır filan beklemem salak gibi, işim gücüm mü yok? Vatanın, bayrağın bilmem neyin kutsal olduğuna filan da inanmıyorum.
Not: Bazı gerizekalılar bu davayı destekleyen herkesi Fethullahçı sanıyor. Elinde çekiç olan herşeyi çivi gibi görürmüş, bunlar da ellerinde Nutuk herkesi Nurcu, Fethullahçı sanıyor heralde. Gel de anlat olmadığını ama anlamaları güç.
30 Mart 2011 01:35
Çetin Doğan’ı, Askerleri, Fetullah’ı, o ya da bu gazeteciyi sevip sevmemek değil buradaki problem.
Türkiye’nin hukuk devleti olmamasını içine sindirip sindiremediğin önemli olan.
Eğer bu ülkede korkmadan özgür ve bağımsız yaşamak istiyorsan, sadece kendinin değil sevdiklerinin, çocuklarının, torunlarının güvenliği senin için önem taşıyorsa hukukun herkes için eşit işlemesini istemen gerekir. Hakkını savunabileceğin, düşüncelerini korkmadan ifade edebileceğin, en ufak bir şüphede suçlu olmadığını ispat etmeni gerektirmeyecek bir düzen istemen gerekir.
Eskiden hukuk yoktu, şimdi de yok diyerek kolaya kaçıyor, probleme arkanı dönerek aslında mevcut hukuksuzluk düzenine destek oluyorsun. Askerleri halledelim sonra düzeltiriz diye düşünüyorsan geç kaldın. Bu kafayla bir 30 yıl da bu statükoyu çekeceğiz anlaşılan. O zaman da biz yine saçımızı başımızı yolarken, torunlar cemaati yargısız infaz ile indirip askerleri veya o zamanki popüler “güç” her neyse onu baş tacı edecekler.
Saygılarımla …
30 Mart 2011 09:31
Ruhu anarşist. İmamcı ve çakma liberallerin söylevlerinden etkilenmiş. Bu nedenle suç ve ceza kavramı yerlerde sürünüyor…
30 Mart 2011 10:05
Sayın Akay,
Size katılmadığımı bir kez daha belirtmek istiyorum. Mahkemeler düşünceleri , inançları delil olarak kabul ederek yapılmamalı. Mahkemelerde alınacak kararlar somut deliller değerlendirilerek yapılmalı. Zaman ayırıp bu bloğu okursanız, sanıkların lehine bulunan sayısız delilin bulunduğunu görebilirsiniz. İnsanlar inancınıza, varsayımınıza göre mahkum edilemez; ancak işledikleri suç delille sabit ise mahkum olurlar.
Türkiye’de dediğiniz gibi geçmişte de hukuk dışı bir çok uygulamalar yapılmış, doğrudur. Peki size soruyorum, yanlış uygulama örnek olur mu? Geçmişte hukuksuzluk var diye yine hukuksuzluk devam mı etmeli? Buna göz yuman yönetimlerin geçmişte ki yönetimlerden ne farkı vardır? Geçmişte TSK’ya ait bireylerin yaptığı yanlışlardan dolayı, fırsat ele geçirildiğinde o dönem o kurumlarla hiç ilişkisi olmayan insanların sırf bugün TSK mensubu diye günah keçisi ilan edilip, mesnetsiz delillerle ve iddianamelerle asılmaya çalışılması hak mıdır?
Sizin söyleminizden anladığım, bu bir kan davasıdır ve böyle de olmalıdır. Bu durumda ne yazık ki belki bundan 30 sene sonra da bugünle hiç alakası olmayan emniyet çalışanları, savcılar, hakimler, belki de siz ve sizin gibi düşünenler sırf bu dönem ki uygulamalar yüzünden türlü komplolara kurban edilip mahkum edilecektir. Canım ülkemde bu kısır döngü içinde dış güçlerin müsade ettikleri misyonları üstlenmeye, ve yine izin verdikleri sürece, varlığını sürdürmeye devam edecektir – tabi buna varlığını sürdürmek denilebilirse.
30 Mart 2011 14:22
Efendim, durumu fiili bir durum olarak görüyorum ve hukukun şekli şartlarının gözetilmesinin bu adamların hepsinin 2 gün içinde tahliye olmasıyla, kendilerine tahsis edilmiş lüks konutlarda OYAK ve benzeri oluşumlar aracılığıyla halktan çaldıkları paralarla günlerini gün edeceklerini gayet iyi biliyorum.
Şemdinli’liyim ben, gözümün önünde bomba koyan, elini kolunu sallayarak giden adamların “hukuk işletilerek” salındığına şahit oldum. Onlara “iyi çocuk” diyen genelkurmay başkanına kimsenin dokunamadığını gördüm. Asker ve bürokratik oligarşi hukuku hiçe sayarak milletin canına okurken hukuk kimsenin aklına gelmiyordu. Hala da öyle. Onların bu ayrıcalıklarını ellerinde almaya yönelik çabalara hukukun şekli şartları diye engel koymak bu düzen böyle devam etsin demenin demokratlık sosuna bulanmışıdır. Almayım.
Bu devrimsel bir süreçtir, ve devrim mahkemeleri böyle olur!
30 Mart 2011 14:36
Kafaları 7.ci yy. da kalmış imamın ordusuyla elele devrime…
Vah benim yurdumun devrimcisine…
30 Mart 2011 14:43
Ve bunu kendine layik goruyorsun oyle mi? Yani diyorsun ki devrim mahkemeleri boyle olur, sucsuzlar da hapse girse olur oyle mi? Devrim oluyorsa insanlarin aleyhlerine delil yaratilip, sahte oldugu asikar delillerle sucsuz insanlari hapislerde surundurmek mubah oyle mi?
Bu mudur soylediklerin? O mahkeme turkiye milleti (senin icin daha uygunsa turk-kurt milleti) adina yani senin adina veriyor karari. Yani sen veriyorsun karari. Duzmece delillerle masum insanlarin hapislerde surundurulmesini miden kaldiriyor mu? Bunu kendine yakistirabiliyor musun?
Bu kadar mi isimize gelene gore konusur olduk? Karsi gorusten bir kisi de “ya bu adamlar sucsuzlarsa eger boyle eziyet edilmesin” demez mi yaa? Nerede insan haklari, ozgurluk, demokrasi?
Herkes icin adalet!!!
30 Mart 2011 14:58
yazın zaten çelişkili. iyi çocuk onlar diyen genelkurmay başkanına dokunulmadığını gördüm demişsin.
Peki kim dokunmamış? Kim devlet üstün hizmet madalyası vermiş?
Bu devrimsel süreç ve devrim mahkemeleri ni kuranlar öylemi!!!
Bu ne yaman çelişki !!!
30 Mart 2011 15:21
Sayın Akay,
Üzülerek görüyorum ki siz bu görülen davaya tamamen ideolojik olarak bakıyorsunuz. Davada yargılananları birey olarak görmüyorsunuz, davada ki delillerin düzmece olmasını zerre kadar önemsemiyorsunuz. Siz insanları ne yazık ki kalıplaştıranlardansınız; bir kişi TSK mensubu ise mutlaka Kürt düşmanıdır, eline her fırsat geçtiğinde Kürt’leri gözünün yaşına bakmadan öldürür. Bu sebeple delillerin,yargılanma konusunun, masum olup olmadığının sizin hiç bir önemi yok; çünkü yargılanan şahıslar emekli ve ya muvazzaf TSK mensubu, yani her uygun fırsatta ortadan bir şekilde kaldırılmaları gereklidir.
Ben de İstanbullu’yum Sayın Akay, en yakın arkadaşlarım arasında bir çok Kürt’te var, Ermeni arkadaşlarım da var, Yahudi arkadaşlarım da var, Laz, Çerkez, Alevi, Roman, ve daha niceleri. Hepimiz bu şehirde bir arada yaşıyoruz, aynı mekanlara gidip, gayet güzel gülüp eğlenebiliyoruz. Mutlaka hepimizin farklı politik düşünceleri var, ama bu durum ne arkadaşlığımızı etkiliyor, ne de bir arada yaşayabilmemize bir engel teşkil ediyor.
Ama işte ne yazık ki bu ekilen nefret tohumlarının bizleri yönlendirmesine izin verdiğimiz için insanları birey olarak görme yetisini kaybediyoruz. Karşımızda ki Aşti, Ağeg, Armin, Temel, Albek, Ali olmuyor artık. Karşımızda ki bize tehdit olan bir etnik kimlik, bir dini inanış oluyor.
İşte ülke içinde ayrılıklara neden olsun diye belli güçler tarafından ekilen bu nefret tohumlarının, farkında olmadan bir uzantısı olmaya devam ediyorsunuz. Bu kan davasında bayrağı taşıyanların arasına katılıyorsunuz, bana yapılan haksızlıksa onlara da yapılsın, ben acı çektiysem onlar da çeksin, bu da böyle hiç bitmeden sürüp gitsin istiyorsunuz. İki tarafta acı çekmeye devam etsin, güç dengeleri değiştikçe bir taraf öbürünü yeniden ezsin, acımasın, gözünün yaşına bakmasın. Bugün sizin hoşunuza giden devrim mahkemesi, yarın sizler için kurulsun, sonra tekrar sizlerin desteğiyle, sonra yeniden sizleri mahkum etmek için, ve bu böyle sürsün gitsin.
Üzgünüm Sayın Akay, ama ben içinde yaşadığım ülkenin sürekli aynı kısır mücadele içinde, aynı coğrafyayı yıllardır paylaşan insanların, fırsat verildiğinde gayet güzel aynı sokakta yaşayabilmeyi başaran insanların, daha fazla karşı karşıya getirilmesine seyirci kalmak istemiyorum. Beraber yediğim içtiğim insanlarla, toplumsal baskı ile düşman olmak istemiyorum.
Bu anlamda kim ezilirse ben onun yanındayım, bugün bu davada yargılananlar ezildiği için onların yanında; hiç arzu etmem ama yarın öbür gün siz ve sizin gibi düşünenler aynı duruma düşerse bu sefer sizler için. Bunu temin etmenin tek yolu vardır Sayın Akay, o da herkes için adalet, herkes için hukuk, herkese adil yargılanma hakkı. O zaman hiç birimiz burada yorum yapma ihtiyacı duymayız, çünkü biliriz ki adalet tecelli edecektir.
31 Mart 2011 05:29
Evet gercek tam anlamiyla bu.
Sizin de soylediginiz gibi bunlar galiba “Devrim mahkemeleri”. Ve tabii ki devrim mahkemeleri adalet dagitmaz, gecmis hesaplari gorur, eski defterleri durer, temizlik yapar. Gerekirse olmayan belgeler ureterek yargilar saniklarini devrim mahkemeleri. Balyoz davasinda olanda tam olarak bu.
Bu gorusu samimi olarak ifade ettiginiz icin de sanirim size tesekkur borcluyuz. En azindan bu blogda ortaya cikarilan sahtekarliklara ve bu mahkemelerin isleyisi ile ilgili skandallari gosteren somut delillere bile bu blogda karsi cikan diger bazi yorumcular ya da yandas medya figurleri gibi goruslerinizi “demokrasi sosuna” ya da “hukuk sosuna” bulamadan, mertce ifade ettiniz.
Lakin siz ve sizin gibi dusunenlerin kacirdigi nokta “devrim mahkemeleri” ile kurulan toplumsal duzenin hic de ozlenen bir duzen olamadigi gercegi. Tarih tekrar tekrar gostermistir ki “devrim mahkemeleri” adil, demokratik bir toplum ve baris icin de birarada yasayan insanlar uretmez. Sadece yeni kinlere, yeni hesaplasmalara zemin hazirlar.
“Devrim” sozu bizim ulkemizde genellikle olumlu ve sol bir ifade olarak kullanilsa da, aslinda siyasi spektrumun her ucunda ortaya cikabiliyor. Sovyetler Birligi de bir devrim urunuydu, Iran Islam Cumhuriyeti de. Ve tabii Turkiye Cumhuriyeti de bir devrim urunudur.
Bir gurup orgutlenmis insanin “toplumsal bir consensus” arayisi icine girmeden, kendi dogrularini tum topluma ve de ne pahasina olursa olsun kisa bir surede empoze etme, toplumun tabii seyrini, iradi olarak, ani ve kesin bir darbeyle radikal bicimde degistirme girisimidir devrim. Ozunde tam da bu nedenle totaliterdir devrimler. Kendi ozel hukuklariyla gelirler, hukuklarini tum topluma dikte ederler ve haliyle otoriter yonetimler uretirler, en azindan baslangic donemlerinde. Toplumsal bir “consensus” uzerinde olusmadigi icin de ofkeler, gorulmemis hesaplasmalar, kapatilmamis defterler, kinler, ve bitmeyen “artci depremler” uretir dururlar. Bunun en acik ornegi son yillarda Turkiye de yasananlar. Cumhuriyetin kurulusundan 80 kusur yil sonra bile bu topraklarda yasayan ve sayilari hicde az olmayan bir gurup insan Cumhuriyet’in (ve hatta Osmanli donemindeki Tanzimat ve sonrasi yenilesmeci hareketlerin) hesabini yeniden gormek azim ve kararliligini suruduruyor. Maalesef Turkiye’de belirli bir siyasi kadro, bir dizi irili-ufakli din eksenli orgutlenme, “liberal” aydinlar, bir kisim medya, isadami, kurtler, bir gurup “solcu” orgut-parti ve onlari destekleyen milyonlarca insan bir “karsi devrim” koalisyonu olusturdu.
Bu koalisyonun ortak paydasi ise basit bir tesbit: Turkiye’deki sorunlarin kaynaginin Ordu-Derin Devlet oldugu tesbiti. Bu goruse gore Turkiye tarihinde kotu ne olduysa altinda Ordu-Derin Devlet vardir. Bu koalisyonun cozum onerisi de basit: Ordu-Derin Devletin imhasi. Bu gerceklestiginde koalisyonun kimi uyeleri icin demokrasi, insan haklari ve baris… ulkeye egemen olacaktir, kimi uyeler icin islami toplum ve kimileri icin de kurtlere ozgur bir yasam gerceklesme olanagi bulacak.
Her “ conspiracy theory” gibi basit, anlasilabilir ve ikna edici. Keske dogru da olsa. Ama toplumsal dinamikler maalesef bu kadar basit degil, tam aksine cok kaotik.
Bu teorinin abonesi oldugu anlasilan Asker Akay’in bu konudaki net tavri takdire sayan ise de atladigi onemli bir nokta var: “devrim mahkemeleriyle” kurulan yeni duzende Kurtculerin-Turkculerin, Turklerin-Kurtlerin, islamcilarin-laiklerin, muslumanlarin-gayrimuslimlerin, sosyalistlerin-komunistlerin-fasistlerin, Ataturkculerin-demokratlarin-liberallerin-darbecilerin… baris icinde yanyana yasayamacagi. Bu insanlarin hepsi ozlemleri ve farkliliklariyla bugun varlar, yarinda var olacaklar. Cumhuriyeti kuran insanlar ve takipcisi kadrolar nasil ki kendileri gibi dusunmeyen insanlari 80 yilda bile degistiremediyse, sizler “karsidevrimci”lerde diger insanlari degistirmeyeceksiniz. Amaciniz kan davasi, hesaplasma, intikam ise sectiginiz yol dogru. Yok amaciniz tum farkliliklariyla bu topraklarda yasayan insanlarin huzur icinde birarada yasamasi ise bakis acinizi samimi olarak bir daha gozden gecirin derim.
Devrimlerle kurulmus toplumlarin onunde iki yol vardir. Ya “karsidevrim”ler, “yeni devrimler” ile yani habire devrim yaparak ya da yapmaya calisarak yollarina kan-ter icinde devam ederler ya da icinde yasadiklari “eski devrim”in urunu olan toplumsal yapiyi kinlerini, eski defterlerini bir yana koyup, evrensel hukuk ilkelerine sarilip, sabirla, “evrim”le degistirerek yollarina devam ederler. Ikinci yol akil, sabir, iyi niyet ve emek ister. Uzun bir yoldur. Duygularinizla degil aklinizla hareket etmenizi gerektirir. Mucizevi beklentiler, cabuk bir cozum yoktur bu yolda. Sizin her istediginiz olmaz, ama benim de her istedigim olmaz. Bir orta noktada bulusmamiz, anlasmamiz ve sozumuzde de durmamiz gerekir. Ama sonucda saglam ve huzurlu bir toplumsal doku olusur. Cocuklarimiz yeni kan davalarinin oyunculari olmazlar.
Ve maalesef bizim cografyamizda makul bir secenek degil bu ikinci yol. Biz devrim-karsi devrim cizgisinde yasamaya devam edip, sorunlarimizida “devrim mahkemeleriyle” bir anda cozuvermeyi tercih ederiz. Bu da tarihsel-cografi-toplumsal karekterimiz olsa gerek.
31 Mart 2011 20:55
İlhan Bey,
Uzun vadeli düşündüğünüzde haklısınız. Lakin şunu da teslim edin, son dönemde askerin iktidarını görece kaybetmesi örneğin Kürt sorununda bazı adımların atılmasına imkan verdi. Kan belli ölçüde durdu. Çözüm için bir umut doğdu, az şey midir?
Güneydoğuyu yaşamayanların bunu anlaması zor. Gönül isterdi ki asker demokratik çizgiye gelsin, bu da toplumsal evrimle olsun. Bu olmadı, yıllarca beyinleri yıkanmış ve güçlerinden nemalanmaya alışmış asker hukuki çizgiye gelmedi. Evet belki birileri onları meşru zemine delil uydurarak getirdiler ve derin düşündüğünüzde bu mide bulandırıcı ama mecburiyeti de değerlendirin.
Birine çelme takmak suçtur, kabul, ama o çelmeyi takmasanız gelip sizi öldürecek birine takmak bence meşrudur.
Türkiye’nin tek sorunu asker değildir, o da kabul ama çok önemli bir tıkaç işlevi gördüğünü de sanırım siz de kabul edersiniz.
31 Mart 2011 22:45
Samanyolu TV’den yorumları izlediniz…
01 Nisan 2011 07:33
Halil cim sen askersin, bu turden yorumlara karsilik yazinca ne yazcagini onceden tahmin edebiliyoruz:) Hepimiz fetocu, hepimiz sadece samanyolu izliyoruz sana kalsa 🙂
30 Mart 2011 16:40
Kürt, Ermeni, Yahudi arkadaşlarınızla mutlu mesut yaşadığınızı söylüyorsunuz. Bu neye rağmen biliyor musunuz? Hepsinin güya “ne mutlu türküm diyene” saçmalığı altında asimile olmayı kabul etmesine. Hadi o arkadaşlarınızı alın bir meyhaneye gidin ve sahneye çıkan sanatçı coşkulu bir anına gelip Kürtçe bir şarkı söylesin, bu şarkıyı özgürlük mücadelesi yapan gerillaya adasın. O arkadaşınızın arkasında hala duracak mısınız? Siz belki durursunuz ama bu ülke askeri ideolojinin kirlettiği beyinleriyle kendi gibi düşünmeyeni linç etmeye hazır kalabalıklarla dolu. Hangi hukukun üstünlüğünden bahsediyorsunuz?
Kaddafi örneğini düşünün. Ona yapılan bugünkü müdahale hukuki midir? Değildir, ama dünya vicdanında mahkum olduğu için kimse Kaddafi meşru diye arkasında durmuyor. Türk ordusu da o kadar öyle büyük yanlışlar yapmıştır ki toplumsal meşrutiyetini kaybetmiştir. Anayasal süreçler içinde geri çekilmeyi bilmemiş, her türlü kışkırtmayı yaparak demokratik gelişimi durdurmaya çalışmıştır. Darbe hukukuyla darbecilerin yargılanamayacağı ortaya çıkmıştır. O yüzden, hükümet midir, Fethullahçılar mıdır, veya aklı selim sahibi bir koalisyon mudur, kimse artık ellerine sağlık askerlere anladığı dilden cevap vermeye başlamıştır.
Ben adalete inanan bir insanım, burda da “eden bulur” ilkesinin tezahür ettiğini görüp seviniyorum.
30 Mart 2011 17:19
(…) askerlere anladığı dilden cevap vermeye başlamıştır.(…) Yüreklice bir yorum. Her ne kadar savunduğu ortaçağ zihniyeti olsa da davanın özünü güzel özetlemiş…
30 Mart 2011 17:32
Sayın Akay,
Siz bunu bir kan davası olarak görmeye devam edin o zaman. Suç işleyenlerin cezasız kalıp, onlar adına cezayı sırf aynı kurumda çalıştıkları başka insanların, suçlandıkları konularda suçsuz oldukları halde çekmesine razı gelin.
Özgürlük mücadelesi veren gerillaların bizzat kendi etnik kardeşlerinin köylerini basmasını, döşediği mayınlarla çoluk çocuk yüzlerce suçsuz insanın telef olmasını, bölgeye hizmet götürmeye çalışan devletin elinde silahı olmayan mühendisini, doktorunu, öğretmenini bu özgürlük savaşı uğrunda gözünü kırpmadan öldürmesini görmezden gelin. PKK’nın bölge halkının çıkarı için mücadele veren bir oluşum olduğuna, sizler için çalıştığına, tek derdinin bölge halkının bağımsızlığına kavuşması olduğuna da inanın.
Ben neyin özgürlük mücadelesinin verildiğini de anlamak istiyorum. İstanbul’da yaşayan milyonlarca Kürt’e bir ayrımcılık mı yapılıyor benim göremediğim? Benim işyerimde bir çok Kürt çalışıyor, bildiğim işyerlerinde bir çok Kürt çalışıyor, üstelik bildiklerimin çoğu da iyi pozisyonlarda çalışıyor. Bir dolmuşa, minibüse bindiğimizde söför rahatlıkla Kürtçe konuşabiliyor, bugüne kadar kimsenin bir uyarı da bulunduğunu ne gördüm ne de duydum. Benim çevremde olan hiç bir Kürt’ün bir ayrımcılığa maruz kaldığını görmedim ben.
Şu altta ki haberi paylaşmak istiyorum sizlerle:
http://www.milliyet.com.tr/yuksekova-da-polise-linc-girisimi/turkiye/sondakika/02.03.2011/1359056/default.htm
Yüksekova’daki linç girişimi bugün saat 11.30 sıralarında meydana geldi. Emniyet Müdürlüğü’nden görevlendirilen 4 kişilik ekip, hakkında 3.5 yıl kesinleşmiş hapis cezası bulunan Muhsin Demir, ilçenin Güngör Caddesi’ndeki evinde gözaltına aldı. Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmek üzere ekip otosuna bindirilen Muhsin Demir, Cengiz Topel Caddesi’nden geçerken bir anda aracın camını açıp, caddedeki kalabalığa ’Beni götürüyorlar, kurtarın’ diye bağırdı.
Çevredekilerden bir grup polis aracının önüne geçip durdurdu. Aracın çevresinde toplanan yaklaşık 100 kişi, Muhsin Demir’i polislerin elinden almak istedi. Çıkan arbededen yararlanan Muhsin Demir kaçarken, kalabalık polislere saldırdı.
Ekipten 3 polis kalabalığın elinden kurtulmayı başarırken, Aziz İba kalabalığın arasından çıkamadı. Çevredeki bazı kişilerin engel olmaya çalışmasına rağmen tekme ve yumruk darbeleriyle saldıran ve caddeye bomba bırakıldığı söylentisinin de etkisiyle kısa sürede kalabalığın sayısı 1000’e ulaştı. Saldırganlar, kanlar içinde yere yığılan polis İba’nın öldüğünü sanarak bıraktı. Bu sırada gelen takviye polis ekibi kalabalığı havaya ateş açarak dağıttıktan sonra ağır yaralı Yüksekova Devlet Hastanesi’ndeki ilk müdahalenin ardından Van’a sevk edildi.
OLAYLAR DEVAM ETTİ
Yüksekova’da linç girişiminin ardından olayların devam etmesi üzerine, bölgeye aralarında kar maskeli özel hareket polislerinin de bulunduğu takviye güvenlik güçleri sevkedildi. Taşlarla güvenlikg üçlerine saldıran göstericileri polis havaya ateş açarak ve gözyaşartıcı bomba ve tazyikli su sıkarak dağıtmaya çalıştı.
Olaylar nedeniyle esnafın kepenk kapattığı ilçede polisle göstericiler arasında kovalamaca bir süre devam etti.
VALİNİN AÇIKLAMASI: “BOMBA KONULMASI YOK”
Hakkari Valiliği, Yüksekova ilçesinde meydana gelen polis ekibine saldırı olayıyla ilgili, bölgede herhangi bir bomba bırakılması olayının yaşanmadığını bildirdi.
Valilikten yapılan yazılı açıklamada, saat 11.00 sıralarında hakkında kesinleşmiş hapis cezası bulunan zanlıyı yakalayarak İlçe Emniyet Müdürlüğüne götürmek isteyen polis ekibinin, zanlının kaçma teşebbüsünde bulunduğu esnada çevredeki vatandaşların engellemesiyle karşılaştığı ve darbedildiği belirtildi.
Olayların ardından ilçe merkezinde polise yönelik taşlama eylemi yapıldığının kaydedildiği açıklamada, “Bazı basın yayın organlarında ifade edildiği üzere bölgede herhangi bir bomba konulması olayı yaşanmamıştır” denildi.
Bu arada, hakkında 3,5 yıl kesinleşmiş hapis cezası kararı bulunan Muhsin Demir’in, “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan hüküm giydiği öğrenildi.
KIŞKIRTICI BİLDİRİ DAĞITILMIŞTI
Yüksekova İlçesi’nde geçen pazartesi günü Güngör Caddesi’nde bomba görüntüsü verilen piknik tüpüne bağlı düzenek, güvenlik güçleri tarafından imha edilmişti. Bu olayın ilçede 19 Şubat 2011’de dağıtılan ’Mezit’ imzalı bildiri ile ilişkili olduğunu iddia etmişti.
Arapçada ’yeni doğan’ anlamına gelen ’Mezit’ imzalı bildiride, 4 yıldan beri devam eden ve ilçeyi yaşanmaz hale getiren olayları bu memleketin çocukları ya da insanlarının yapmadığı belirtilmiş ve pazartesi günü de işe başlanacağı yazılmıştı.
İşte sizin hak olarak gördüğünüz davranışların bizi getirdiği nokta budur. Şimdi sorarım size, varsa bu polisin karısı, çocukları, akrabaları, yakınları ne düşünecek Kürtler hakkında? Onlarında mı hakkı artık ellerine geçirebildikleri her Kürt’e aynısını yapmak? İşte sizin bakış açınızla toplumun geldiği, bu gidişle bundan sonra ne yazık ki çok daha tehlikeli biçimde geleceği nokta.
Özgürlük isteğinizi, Kürt kimliğinin bahsettiğiniz gibi pranga altında olduğuna katılmadığımdan, anlamakta güçlük çekiyorum. Hep söylenen sav, ‘devlet bölgeye yatırım yapmıyor’u, hem Karadeniz’i hem Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu gezmiş bir insan olarak anlamakta zorlanıyorum. Devlet Karadeniz’e götürdüğü neyden yoksun bırakmış bölgeyi? Orada insanlar 45-60 derece eğimde yamaç aşağı mısır, fındık, çay yetiştirmeye çalışırken, zorlu coğrafya koşullarında dağ tepelerine ev kurup barınmaya çalışırken, Laz kimlikleri görmezden gelinirken, devlete sövmemişlerde, neden çok daha verimli topraklara, çok daha uygun coğrafyaya sahip doğu ve güneydoğu anadolu halkı isyan etmiş? Bana sakın su demeyin, çünkü devletin bölgeye baraj, su götürmesinin de en büyük engelcisi sizin özgürlük savaşçılarınız olmuş yıllarca.
Ama benim düşüncelerim hiç önemli değil. Herşeye rağmen özgürlük istemek sizin bir demokratik hakkınız, saygı duyuyorum. Ama bunun yolu silaha, şiddete başvurmadan mücadeledir. Bu uğurda her akıtılan kan toplumsal nefreti arttırmaktan başka hiç bir işe yaramaz, sonunda sadece iki taraftan suçlu, suçsuz ölen binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce insan, birbirinden ölesiye nefret eden onbinlerce, yüzbinlerce, milyonlarca daha çok insan, işte elimizde kalacak olan bu. Şimdi bu durumdan kimin kazançlı çıktığını, çıkacağını soruyorum size? İki tarafa da silah satan A.B.D.? Ülkenin güç kaybetmesinden yararlanacak bölge ülkeleri? Kimin kaybedeceğini sanıyorum ikimizde biliyoruz.
Sayın Akay, bir noktada uzlaşamayacağımızın daha ilk mesajınızdan itibaren farkındayım. Çünkü ben sizin aksinize kan davasının yerine adalet ve hukuk istiyorum. Ancak yine de son bir kez konu ile ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Son sözü söylemek gibi bir niyetim asla yok, bu anlamda verebileceğiniz cevaplara bu konu ile alakalı başka bir yanıt yazmamamı umarım mazur görürsünüz. Bu şekilde bloğun maksadının dışına çıkmasına da yol açmak istemiyorum, kendi adıma konuyu zaten yeterince dağıttığımı düşünüyorum. Bu yüzden tüm diğer blog okuyucularından da özür diliyorum.
30 Mart 2011 17:57
Yok beyefendi, siz adalete inanmiyorsunuz. Sizin inandiginiza “Kisasa kisas” veya “kana kan intikam” adi veriliyor Turkce’de. Bu kafayla cok zor..
30 Mart 2011 19:26
Sizi bir sebepten dolayi tebrik ediyorum bir sebepten dolayi da kiniyorum.
Tebrik etmem, olanca acikligiyla “birilerinin askere ders verme” amaciyla bu isin yapildigini ifade etmeniz. Son derece durust olan bu tavrinizdan dolayi kutluyorum. En azindan bazilarinin aksine bu sozde yargilamanin hukuk ile aciklanmadigini goruyor ve bunu ifade ediyorsunuz.
Kinamam ise su duzmece delilleri gormenize ragmen, 190 bireyi (herhangi birinin masum olup olmadigini bilmeden) duzmece darbe iddiasiyla bir zihniyet yargilamasina kurban etmeniz. Bu adamlarin o sizin de yargiladiginiz zihniyete mensup olup olmadiklarini bile bilmiyorsunuz ki.
Birilerine ders vermek adina 190 kisinin hayatinin karartiliyor olmasi benim midemi bulandiriyor.
30 Mart 2011 19:16
Arkadaşlar ben dilimi konuşamıyorum, siz tutmuş bana ne eksiğin var diyorsunuz? Bundan büyük eksik olur mu? Pazarda dolmuşta konuş canım ne var demeyin, gerçi onu da yeni yeni garip bakışlar altında konuşabiliyoruz ya bu yetmez. Eğitimin çok önem kazandığı günümüzde eğitimden dışlanmış bir dil can damarları kesilmiş demektir.
Neyse konumuza dönersek; eli sopalı daha doğrusu silahli hiç kural tanımayan bir güce karşı hukukun üstünlüğünü koruyarak mücadele etmenin yolunu bana lütfen açıklayın. Hukuk dediğiniz darbe yapan askerin yarattığı hukuk. Gözünle gördüğün katili salan hukuk. Sürekli karargahlarında darbe konuşan, Atatürkçülük kılıfına uydurup her türlü melaneti organize eden adama karşı ben nasıl hukukla mücadele edeyim.
Sizin istediğiniz hukuki yargılama şöyle herhalde:
Genelkurmay’a soruldu, darbe yapmayı düşünen yok di mi içinizde
Cevap verildi: Ne münasebet, asla ve kat’a..onu kim demişse getirin de pataklayalım, biz sadece Atatürkçülük, vatan millet aşkıyla çalışırız.
Sonuç, darbe teşebbüsü olmadığı görülmüş olup iftira atanların canının okunmasına.
Eskiden olan buydu, yukarda karikatürize ettim. Ama hukuka saygı diyenlerin istediği bu. 3000 sayfa Özden Örnek günlükleri çıktı, herşey günü gününe tutuyor, merkez medya bile bunu biri uydurmuş diyemiyor. Genelkurmay bu konuda en ufak bir adım atıyor mu?
Tutmuş bu adamlara karşı hukukla mücadele et diyorsunuz. Kusura bakmayın ama fair play karşılıklıdır. Taraflardan biri fair playe aykırı hareket ederken diğer tarafa fair playe uy demek düzen aynen böyle devam etsin demekle eşdeğerdir.
30 Mart 2011 19:30
Bu vesileyle kurtlere yapilan yanlislari da kiniyorum. Tabi ki ozgurce dilinizi konusabilmeniz gerekir.
30 Mart 2011 20:27
Helal olsun ! Ergenekon’u sulandırmak isteyen bu yazılanlardan daha iyisini yazamaz. Keşke herkes okusa…
30 Mart 2011 20:27
Sayın Akay,
Sanırım süre gelen balyoz davasında iddianame hakkında pek bilgi sahibi değilsiniz, yani sanıkların neyle suçlandığını bilmiyorsunuz. Öncelikle bahsettiğiniz darbe günlüklerinin balyoz davasına konu olmadığını bilmenizi isterim. Bu davada yargılananlar hakkında suçlamaların çok büyük bir çoğunluğu 11 no’lu cd olarak tabir edilen, ve içinde imzasız dijital veriler barındıran bir medyaya dayandırılıyor. Davanın esası bu cd’nin 2002 – 2003 yıllarında oluşturulmuş olması üzerine. Bu davanın dayandırıldığı bu delilin içeriğinde bulunan çelişkiler, kronolojik yanlışlıklar, ve tutarsızlıklar ben ve benim gibi düşünenleri bu davanın haksızlığı konusunda fikir birliğine yöneltiyor. Bu tutarsızlıkların, yanlışlıkların, çelişkilerin ne olduğunu merak ediyorsanız blogda bulunan yüzlerce örnekten bir kaçına bakmanızın kabaca da olsa size bir fikir vereceğini düşünüyorum.
Özden örnek günlükleri konusunda garip bir biçimde Genelkurmay’ı göreve çağırmanızı enteresan buldum, zira savunduğumuz hukuk devletlerinde ortada bir suç unsuru olduğu düşünülüyorsa bu konuda adım atması gereken yargı organlarından başkası olamaz. Bu konuda muhattabınız Genelkurmay değil bizzat mahkemeler olmalıdır, hesap sormak istiyorsanız onlara sorun. Ben de adalet adına o polise linç girişiminde bulunanlar hakkında bugüne kadar ne işlem yapıldığını merak ediyorum, siz ediyor musunuz?
Ben hukuka sonuna kadar saygı duyan bir insanım, ancak mahkemeler adil davrandıklarında. Yukarıda sunduğunuz mizansen hukuka saygı diyen beni temsil etmiyor. Siz ise ne yazık ki işin kolayına kaçanlardansınız, hukuksuzluk bana dokunduğunda kahrolsun Türk adaleti, istedikleriniz olduğunda yaşasın hukuk, yaşasın adalet, yaşasın devrim mahkemeleri. Sizi vicdanınızla başbaşa bırakıyorum
30 Mart 2011 21:11
Özden Örnek günlükleri için Genelkurmay’ın yapacağı birşey yok nasıl dersiniz? Bu denli politikaya bulaşmış, darbe teşebbüslerinin gündelik olay haline geldiği, alt üst ilişkisinin bozulduğu ortaya çıkmış bir organizasyonun “ben bu hale nasıl geldim?” diye bir iç sorgulama yapması gerekmez miydi?
Sivil mahkemeler yeni yeni bu pisliklere el atmaya başladı. Kolay bir süreç değil bu, zaman alacak. Önünde bir çok engel var.
İddianame 11 nolu CD’ye dayandırılıyor, bu CD de sonradan oluşturulmuş deliller hukuki değil vs diyorsunuz. Doğrudur muhtemelen bu dediğiniz ama ben burda yargılama yapmıyorum, sadece sonuçtan duyduğum memnuniyeti ifade ediyorum.
Orduda görev alıp da suça bulaşmayan yoktur. O yüzden de bu iddianame çerçevesindeki suçlarla alakası olmadığı halde içerde olanlar için vicdanım sızlamaz. Şöyle düşünün belki empati kurabilirsiniz: PKK’lı biri hapse girse sizin vicdanınız sızlar mıydı?
Hukuku konuşacaksak bunu bütün olarak konuşalım. Türkiye’nin en imtiyazlı, korunaklı kesiminin hukukumuz çiğneniyor diye ortalığı yaygaraya vermesi komik kaçıyor.
30 Mart 2011 21:29
Sayın Akay,
İç sorgulama yapma ihtiyacı ancak mahkemeler tarafından soruşturma başlatılırsa ortaya çıkabilir. Mahkemenin suç unsuru olarak görmediği bir delile istinaden bir kurumun iç soruşturma yapmasını beklemek çokta anlamlı gelmiyor bana.
Sivil mahkemeler bu pisliklere yeni yeni el atıyor diyorsunuz, ben de diyorum ki 12 Eylül, 28 Şubat, e-muhtıra gibi bizzat yaşanmış girişimler dururken, tamamen kurmaca bir dava ile başlanmasında ki mantık nedir? Özellikle 28 şubat ve e-muhtıra’nın kurcalanması mevcut hükümetten bazı şahısların olayların içine dahil olduğunu göstereceğinden mi çekiniliyor? Mahkemelerin yaklaşımı böyle olunca maalesef ben bunu normalizasyon olarak göremiyorum, olay bahsettiğiniz güç odağının kaymasından ibarettir, askeri vesayet yerini sivil diktaya bırakmaktadır.
sayın ccgürsel’in söylediği gibi davanın inanılırlığını savunmak yerine, açık açık sadece duruma sevindiğinizi belirtmenizi ben de takdir ediyorum. Bir insan olarak suçsuz yargılanan insanlara ve onların yakınlarının durumlarına rağmen sevinebilmenize üzülsem de, açık sözlülüğünüze saygı duyuyorum.
PKK ile kurmaya çalıştığınız empati, zaten tahmin ettiğim duruşunuzu gözümde iyice netleştirdiğinden, diğer hususlar ile ilgili daha fazla tartışmamız zaman kaybından öteye gitmeyecektir.
01 Nisan 2011 13:51
Bak bak bak.. Kopyam ne guzel de hukuk dokturuyor 🙂 “….Mahkemenin suç unsuru olarak görmediği bir delile istinaden bir kurumun iç soruşturma yapmasını beklemek çokta anlamlı gelmiyor bana….” Ne anlamli geliyor sana? Darbe gunluklerini sizidiranlar icin sorusturma acilmasimi 🙂 ? Hey gidi sizler hey!!!!
01 Nisan 2011 15:15
Sevgili İhtimal,
Önce kopyam diyerek beni yücelttiğiniz için çok teşekkür ederim. Ancak ne yazık ki sizin üstün zeka, anlayış ve yorum kabiliyetinize bir türlü kavuşamayacağım.
Darbe günlükleri eğer bir suç unsuru teşkil ediyorsa, özellikle bu devirde mahkemelerin buna balıklama atlayacağı herhalde malumunuzdur. Bu tarihe kadar darbe günlüklerine istinaden açılmış bir soruşturma bulunmamaktadır, demek ki günümüz mahkemeleri bile bu günlüklerden kendilerine bir malzeme çıkarmayı başaramamışlardır, ya da yine ucu dokunmamaları tembih edilen insanlara dokunacağı için bu konu onlar için ‘cız’ dır.
O zaman bu anlamda mahkemelerin doğruluğuna itibar etmedikleri bir günlük olduğunu varsayabiliriz. Peki günümüz mahkemelerinin bile doğru kabul etmediği bir günlüğe ilişkin bir kurum neden soruşturma başlatmalı sizce? Çünkü bizzat emniyet hakkında ki cemaat iddialarıyla ilgili çok ciddi bir iç soruşturma yürütüyor şu an.
Ahmet Şık’ın kitabının yayınlanmadan toplatılması size muhtemelen çok anlamlı geliyordur. Aynı şekilde Zekeriya Beyaz’ın evinin misyonerlik faaliyetine istinaden aranması- halbuki bir ilahiyatçının misyonerlik gibi dini içerikli seminerlere katılması kadar şüpheli bir durum olamaz, kendisi nükleer fizik seminerlerine katılmalıydı – ancak toplanan dökümanlarının tamamen nurculuk, Gülen ve Sayid Nursi hakkında hazırlayacağı kitaba ait olması yine çok anlamlı geliyordur. Kime ait olduğu belli olmayan ses kasetlerinin peyder pey piyasaya çıkması, bunlar hakkında hiç bir hukuk sürecinin yürütülmemesi – çünkü her ne kadar bu dönemin sahte hakim ve savcıları bayağı bir yaklaşsalar da hala sizin üstün zeka ve algı kabiliyetinizle delilleri yorumlayabilme yeteneğine sahip değiller – buna rağmen bu ses kasetlerini yayınlayan medya hakkında herhangi bir soruşturma açılmaması size anlamlı gelebilir. Burada defalarca kere gündeme getirilen iddianamenin dayanağı olan cd içinde ki tutarsız, sonradan düzenlenmiş, sahte evraklar ile balyoz davasının hukuksuzluğunu görmezden gelmek size anlamlı gelebilir. Ne yazık ki insanların büyük bir kısmı evrim basamağında sizin alt katmanınızda yer aldığından dolayı, benzer şeyler anlamlı gelmiyor bizlere.
Yalnız ihtimal, bu aralar bir sorununuz var galiba, zira son üç-dört yine son derece doyurucu, aydınlatıcı, konuyu tam 12’den vuran mesajlarınızda Çetin Doğan adı geçmiyor. Pınar Doğan ve Dani Rodrik’e göndermede bulunmuyorsunuz. Umarım iyisinizdir, bu kopyanız yapabileceği bir şey varsa yardımcı olmaktan onur duyar.
Gözlerinizden öpüyor, kurduğumuz samimiyete istinaden yanağınızdan da bir makas alıyorum.
Not: İçtiğiniz Cappucino’nun markasını paylaşabilirseniz çok memnun olacağım, bu kadar berrak ve açık bir zekaya mutlaka ciddi bir katkısı vardır. Sizden sonra her gün muhtelif markalardan en az üç fincan içiyorum, ama maalesef hala bir gelişme yok.
02 Nisan 2011 14:45
”Özden Örnek günlükleri için Genelkurmay’ın yapacağı birşey yok nasıl dersiniz? Bu denli politikaya bulaşmış, darbe teşebbüslerinin gündelik olay haline geldiği, alt üst ilişkisinin bozulduğu ortaya çıkmış bir organizasyonun “ben bu hale nasıl geldim?” diye bir iç sorgulama yapması gerekmez miydi?” Doğru söylemiş beyefendi heyhat,ne kadar inkar etsek boş,en azından bir parantez açılıp,bu doğru denebilir saldırmak yerine.
”Orduda görev alıp da suça bulaşmayan yoktur. O yüzden de bu iddianame çerçevesindeki suçlarla alakası olmadığı halde içerde olanlar için vicdanım sızlamaz.”Saçmalamış arkadaş burda da, herkesin saçmalama hakkı vardır,ne kadar hukuk ve adaletten yoksun olduğunu itiraf etmiş.
Uzunca bir süredir bloğu izliyor, tartışmaları okuyorum.Bir tarafta ,sabit fikirli birtakım insanlar tüm Silahlı Kuvvetler için yıllarca içlerinde biriktirdikleri (gerekçeleri olabilir,yargılamıyorum) kinlerini dışavururken,diğer tarafta fiilen ordu mensubu veya ordu mensubu olmak isteyipte muhtemelen olamamış bir kısım entellektüel zat olanca gücüyle çarpışıyor.
Bir tarafta ”ordu mensubu değil mi,kesin faşisttir,darbecidir,bunlar zaten erken kalkınca darbe planlarlar” zihniyeti,öbür tarafta ”suçlu da olsa bizdendir,korumalı,aklamalı,sahip çıkmalı ve irticaya karşı mücadelelerini desteklemeliyiz zihniyeti” Ortası yok tartışmaların maalesef.
Sayın ihtimal,sayın Akay,sayın fmeraklı… üzgünüm ki yanılıyorsunuz, ordu mensuplarının hepsi darbeci ya da Akay’ın dediği gibi suçlu değil.Bu konuda burada yorum yapan ve kendini adamış üçbeş kişinin yorumlarına bakarak asla karar veremezsiniz.Bu ülkede o bahsettiğiniz ayrıcalıklardan nefret etmiş,içkinin su gibi aktığı rezilliklerin dizboyunu aştığı resepsiyonlardan tiksinmiş(yaftalamayın hemen ben de içerim ama kendi paramla),osmanlı vezirleri bozması saltanat meraklılarından,boyunca siyasete bulaşmışlardan bezmiş askerler de var ve sayıları da sandığınız kadar az değil.En azından son birkaç yıldır daha duyarlı ve daha sorgulayıcı bir kuşak yetişiyor,çok fazla entellektüel olmasalar da , eskiden yapılan yanlışlıkları sorgulayacak kadar birikime sahipler.
Evet ,insanın gözü ve gönlü kör değilse eğer doğruya doğru,yanlışa yanlış demek cesaretini gösterebilmeli bence, gece olunca rahat uyumak için en azından.
”Komutan eşinin yazdığı yazı beni çok duygulandırdı. Bir daha askere gitmek, orduevlerinde hanfendilere garsonluk yapmak, köpeklerini gezdirmek istedim” Akay demiş,dalga geçmiş,ne yazık ki doğru söylemiş ,itiraz etmeyi bırakıp sorgulamak ve teşhir etmek gerek,doğrusu bu çünkü,aksi davranış kafayı kuma gömmektir ki,bilgi çağında mutlaka açığa çıkar.(Zaten son yıllarda benzeri konularda yaşanan olumlu gelişmelerin altında da aslında bu korku yatmaktadır.Yakalanırız korkusu…işte itiraf ediyorum,yüzlercesini gördüm bunların.)
Şimdi şu aslında sahte/üzerinde oynama olduğu artık müdahiller tarafından bile kabul edilmiş CD olayını bir tarafa bırakıp ,içinde vicdan taşıdığına inandığım insanlara sormak istiyorum:Bir plan semineri neden yapılır,içinde neler barındırır,amacı nedir ve bunları hazırlamanın mantığı nasıldır?Asker olanlar ve özellikle subaylar bu sorunun yanıtını iyi biliyorlar..Bu seminerin amacını Sayın Doğan zaten açılış konuşmasında özetlemiş;
”İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz, yaşadığımız durumları ve gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz. Ve olası en kötü senaryo derken o kötü senaryodan daha kötü senaryo ….yor aslında gelişmeler bir yönüyle bundan birkaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek bilmiyorum, öyle endişe verici bazı gelişmeler de var. Bu bakımdan da bu olumsuz gelişmeler içte gelişecek olumsuz gelişmelere karşı hazırlıklı olmak için planlan gözden geçirmek ve hatta yoksa planlarımız yeni planlar üretmek durumundayız.” ardında da yolu göstermiş zaten; EMASYA,”Şimdi iç tehdit söz konusu olduğu zaman biz doğrudan doğruya EMASYA planlarına el atıyoruz…..”Biliyorsunuz Silahlı Kuvvetler’e yönelik eylemlerde doğrudan doğruya il idaresi kanununa göre valinin kuvvet talebine gerek duyulmadan, bunun altını çiziyorum, yasal bir isteği söz konusu olmadan da her seviyedeki birlik komutanının resen duruma müdahale hakkını iç hizmet kanunu vermiştir” Yani çekinmeyin diyor müdahalenizi her şartta kanuna uygun hale getiririz.
Tamam anladık,bu bir senaryo,gerçek durum değil ,tamam, sivillere bunu kabul ettirip kandırdınız, beni nasıl ikna edeceksiniz kardeşim,yirmibeş yıllık subayı nasıl ikna edeceksiniz…Bu konuşmayı İç Hizmet Kanununun neresine sokacaksınız.TSK’nın görevi midir siyasete bu kadar yakın durmak?
“Tugayın sorumluluk bölgesi Maltepe, Kartal Pendik Tuzla ve Sultanbeyli ilçelerini kapsamaktadır. Tuzla Belediye Başkanı idris Güllüce ve Sultanbeyli Belediye Başkanı Yahya Karakaya yerine tespit edilen personelle değiştirilecek.”Bu konuşma gerçekse eğer bu nasıl bir senaryo ki içinde gerçek isimler var,bu kadar mı dangalak bunu hazırlayan şahıs? Sİlahlı Kuvetlerin hangi görevinin içinde var Milli Mutabakat Hükümeti kurmak.
”Onun dışındakilerin tamamını buraya getiririm. İstanbul’un üzerine çökerim. Ve belediye başkanıymış…”Bakış açısına bakınız duyan 2. Fatih geldi sanır.Bu arada ,bu şekilde oluşan bir düşün yapısının kendi içsel ruh halinin analizini de aslında hekimlere yaptırmak gerekir.
Onurlu duruş nedir biliyor musunuz,adam gibi duruş nedir;başta da söyledim yanlışı kabul etmek.Bu kadar basit.Hırsın kurbanı olduğunu kabul edip halktan özür dilemek.Bir kısım TSK mensubunun görev yetki ve sınırlarını aştığını kabul etmek.Şimdi, muvazzaf yüksek rütbeli komutanlarımızında sükutu bu yüzden değil mi zaten?Halka karşı ( TSK’nın bu duruma düşmesinde hiç bir sorumlulukları olmamasına rağmen )duydukları vicdani ve insani mahcubiyet.Bu durumu suçsuz ve ahlaklı insanlara yaşatmaya ne hakkımız var? Suçlu ihtiraslı beyinler nedeniyle çok insan çile çekiyor,ellerindeki argümanları(gerçek-sahte) kullananlarsa yaş mı kurumu demeden amaçlarına hizmet edecek verileri hoyratça kullanıyor.(Netekim! ,sanırım iktidarda bundan oldukça rahatsız oldu ki son görevden almalar icra edildi.)
Bu ülkede zamanında çok büyük sempati duyduğum ADD’den nefret ettiren (ADD başkan seçimleri 9 günlük darbe süreci),30 sene okuduğum Cumhuriyet gazetesinden soğutan sürecin her aşamasında bu askerden çok askerci, postal meraklısı, hatta dilim varmıyor ama faşizme meyleden zihinler yatıyor.Gerçeği bir türlü görmek istemeyen,görse bile yen içinde kalsın diyen.
Efendim hep suçsuz gazeteciler diye geçer de ,bir Allahın kulu sormaz ;sayın Balbay siz sosyalist olduğunu iddia eden bir gazeteci olarak 2002-2005 yıllarına ait günlüklerinizde yer alan ve yüksek rütbeli askerlere yaptığınız belki 30 belki 40 ziyareti sosyalizmin neresine sığdırıyorsunuz?Ya da sosyalizmin hangi kuramında var bu asker seviciliği?Ben aynı şehirde yaşadığım sınıf arkadaşımı bir yıl içinde bu kadar ziyaret edemezken siz hangi gazetecilik faaliyeti nedeniyle ve hangi haberi kovalarken bu ziyaretleri gerçekleştirdiniz. Ustanız İ.Selçuk iyi bilirdi bu işleri 60 öncesinde ,zaten yazmıştı da ölmeden ”çok alametler belirdi diye” İşte o an yemin etmiştim ben de bir daha cumhuriyet gazetesi okumamak üzere…Çocuk mu kandırıyorsunuz,insan aklına bu kadar hakaret ederek.
Merak ediyorum,mesela bu cansiperane savunmaları yapanlar Danıştay saldırısını nereye sığdırıyor.Bu tehlikeli ve aşağılık olay yaşanmışken ve öylece orada dururken halka nasıl anlatacağız bunun vaka-i adliyeden, basit bir olay olduğunu.Sadece bu bile yeterli değil mi sizce tehlikenin boyutlarını anlamak için.Bu kadar mı sükut etti vicdanlar ki…
Yukarda birisi yazmış şaka gibi ”…yürüyüşteydim. Bundan sonra meydanlardayız. Faşizme karşı 30 sene önce yürüdüğümüz gibi yürüyeceğiz ömrümüz yettiğince…”30 sene öncesini düşündüm 1980 ediyor.Hakikaten şaka gibi ama iğrenç bir şaka.Kardeşim 12 Eylül faşizminin ülkede yarattığı travmaları kısa pantolonlu çocuklar bile konuşuyor artık sen nerede yetiştin,nerede saklı kaldın bunca zamandır?Yok ben 80 öncesi yapılan yürüyüşlerdeydim diyorsan eğer,sana tavsiyem aç bi daha oku Das Capital’i ya da Dokuz ışığı(artık hangi tarafsa),unutmuşsun muhtemelen…
*Bu ülke bir darbe sürecinden geçmiştir,bugünkü veriler ışığında bunu inkar eden ya dangalaktır,ya darbeye taraftardır,ya da aşırı depolitize ve ilgisizdir.Halk uyanmıştır ve artık yememektedir!
*Ülkede bölünme ve şeriat tehlikesi her zaman vardır ve var olacaktır,çözüm darbede değil bilinçlenmekte ,eğitimde ,hukuk devleti olabilmekte , ülke kaynaklarının çok daha adil bir şekilde bölüşülmesinde ve sadece askeri değil,cemaat kurum kuruluş ne derseniz artık vesayetten kurtulabilmesindedir.
*Fırsatı yakalayan TSK düşmaları ve anti-militaristler (haklı/haksız) argümanlarla bu durumu olabildiğince kullanmaktadır.Sahte Atatürkçüler,postal yalayıcılar,darbe sevicileri yüzünden Büyük Atatürk’te bu saldırılardan nasibini almakta ve insafsız saldırılara hedef olmaktadır.
*En büyük erdem halkın seçimine saygı duymak,gönülden de demokrat olabilmektir.Halk eninde sonunda doğruyu bulacaktır.Darbe zihniyeti çağdışıdır,elindeki silahı güçsüze doğrultmak gibi alçakca ve eşit olmayan bir savaş hali yaratır ki açtığı yaralar çağımızda yüzlerce yıl kapanmayacaktır.Yaşadığımız darbeler ve girişimler apaçık orta yerde durmaktadır,darbe olmadan bile insanlara yaşattığımız travmalar,Asker Akay gibi düşünenleri(asla suçlamıyorum,kendi fikirleridir,bana göre yanlış ve doğrular vardır) yaratmıştır.
“Devlet büyüdükçe, özgürlük de o oranda küçülür.”
Jean Jacques Rousseau
Bence sorulması gereken LEVİATHAN’A ne ölçüde gem vurulacağıdır.
Saygılar
02 Nisan 2011 18:16
Sayın Demokrat,
Okuduklarınızı ilgiyle okudum, lakin öncelikle burada yazan safları kat’i şekilde TSK sempatizanları ve TSK karşıtları diye ikiye ayırmanızı haksız buluyorum. Burada gördüğüm kadarıyla ben ve benim gibi, taraf kim olursa olsun adil ve hukuki bir yargılanmayı hakettiğini savunan insanlar da var.
Biz burada sizin de ifade ettiğiniz gibi Balyoz davasında temel delil olan cd’nin sahte/üzerinde oynamalar yapılmış olmasına rağmen insanların buna dayanarak yargılanmasına karşıyız. Siz her ne kadar iyi niyetli olarak ‘bu cd’yi bir tarafa bırakalım’ deseniz de maalesef bu dava için bırakamayız, zira bu davada o tarihlerde plan seminerine katılan 162 TSK mensubundan yalnızca 48 tanesi dava da yargılanıyor. Geri kalan 147 sanığın plan semineri ile uzaktan yakından alakası yok.
Defalarca dile getirmekten dilimde tüy bittiği yaşanmış darbeler, ve sevilen tabiri ile post-modern darbeler var bu ülkede. Üstelik bunlardan E-muhtıra gibi çok yeni olanlar var. Burada ki esas sorun bunların üstüne gitmek yerine, düzmece darbe iddialarının yargılanması. Gerçekliği herkes tarafından kabul edilen bu girişimler yargılanacaksa ben varım, ama balyoz, kusura bakmayın, bu iddianame ile, bu şekilde bir mahkeme ile beni ancak bunun kötü yönetilen bir sindirme süreci olduğuna ikna edebilirsiniz.
Seminerle ilgili konuşmaların tamamına ulaşma imkanım maalesef olmadı, eğer konuşmaların bütününe ulaşabileceğimiz bir yer biliyorsanız müteşekkir olurum, aksi takdirde malum medya da yayınlanan ve belli kısımların kesildiği tonlamalardan ve duraksamalardan açıkça belli olan ses kayıtlarına istinaden bir yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Her ne şart altında olursa olsun jenerik bir senaryoda gerçek isimlerin kullanılması maksadın aşıldığı olarak değerlendirilebilecekte olsa, yine de konuşmanın o noktaya nasıl geldiğini görmek daha doğru bir yorum yapma imkanı sunacaktır diye düşünüyorum.
Bu nokta da sorulması gereken soru, bahsi geçen darbeler neden yargıya taşınmıyor? Bu darbelerden TSK dışında kimler fayda sağladı? 12 Eylül’e nefretle bakan belli bir kesim, 12 Eylül’ün kendisini yaratmak için yapıldığından bile haberdar değil. Din dersi ne zaman yeniden zorunlu oldu? Süleyman Demirel’in az bir sayıyla başlattığı İmam Hatip’ler hangi olaydan hemen sonra sayı patlaması yaşadı? Aynı şekilde ne zaman Üniversiteler’de bir çok ilahiyat fakültesi kuruldu? Fethullah Gülen 12 Eylül Darbesi sonrası neden orduyu övdü?
Gelelim 28 Şubat’a. Artık devrinin kapandığına karar verilen, fazla yumuşak bulunan Erbakan’ın tasfiyesine kim karar verdi? AKP’nin ilk temelleri ne zaman atıldı? E-muhtıra’ya bakalım, bundan kim kazançlı çıktı? AKP oy oranını ne kadar arttırdı? Abdullah Gül’ün referandumla cumhurbaşkanı seçilmesinde bu muhtıra halkın oyunu ne yönde etkiledi?
Bütün bu olaylar fiilen TSK’nın siyasete yaptığı müdaheleler, benim en büyük beklentim bunların ve sorumlularının hepsinin yargılanmasıydı, ancak tüm sorumlularının, yalnız TSK’nın değil. Ne yazık ki fiili süreç gösterdi ki böyle bir niyet yok, çünkü bu süreçlerin kapsadığı bazı insanların hala dokunulmazlıkları var bu ülkede.
Yalnız konuyla alakasını kuramadığım bir yorumda da bulunmuşsunuz, demişsiniz ki bu cansiperane savunmaları yapanlar Danıştay saldırısınu nereye sığdırıyor diye. Doğrusu aramızdan kimin böyle bir olayı basit diye geçiştirmeye çalıştığını anlayamadım, ne yazık ki Hrant Dink cinayeti gibi, Zirve yayınevi baskını gibi, Jitem’in zamanında yaptığı eylemler gibi, Susurluk olayı gibi, en az darbeler kadar bu ülkeyi yıpratan derin süreçleri bugün kü emniyet, bugün kü savcılar, bugün kü hakimler sulandırıyor sayın Demokrat. Adalet sisteminin ne yazık ki bir dava yakalamışız ne kadar muhalefet olabilecek düşünce varsa bir yerinden bu davaya yama yapalım yaklaşımı bizzat bu olayları sulandırmaktadır, lütfen bu durumun suçunu da ait olduğu yere atmayı bilin de hakikaten dediğiniz gibi tarafsız, demokrat olduğunuza inanalım.
Demokrasilerde, adil hukuk rejimlerinde esas, herkesin suçluluğu ispat edilene kadar masum olduğudur. Bu bloğun temel konusunu Balyoz davası oluşturmaktadır, ve bu davanın iddianamesi ve içerdiği deliller bırakın bu insanların tutuklu yargılanmasını, bir dava açılması için bile yeterli değildir. Bilirkişi raporları istenmekte, beğenilmeyenler kaybolmakta, adli emanette saklanmaktadır. İddianameler savcılar tarafından hazırlanmamakta, emniyette hazırlanan fezlekeler iddianame olmaktadır. ikişer kere tutuklanıp serbest bırakılan insanlar, kuvvetli kaçma şüphesi gerekçesiyle yeniden tutuklanmaktadır. Üstelik tutuklama kararı sırasında yurtdışında bulunanların bile koşarak geri gelmesine rağmen.
Evet sayın Demokrat, TSK’nın hataları ortadadır. Bugün muhalefet yapan Cumhuriyet gibi bazı gazeteler, belli dönemlerde dediğiniz gibi TSK’ya son derece yakın durmuştur, onun için bu süreçte yanlı olarak görülebilirler. Peki size sormak istiyorum örneğin Zaman, Samanyolu TV gibi medya organları özlenen demokrasinin sesi midir, tamamen yansız yayın yapan, sadece somut gerçekleri gösteren, sadece doğruları yazan kurumlar mıdır? Emniyet hakkında yıllardır süre geleni bizzat kurumun içindekilerinde dönem dönem itiraf ettiği iddialar, son 3-4 yıldır yaptıkları iddialara paralel uygulamalar da göz önüne alındığında, tıpkı TSK’dan beklenildiği gibi bir iç muhasebe yapılmasını gerektirmiyor mu sizce? Haklarında ki suçlamaları sanıkların kendilerinin – laf aramızda bence tutuklanmalarını talep eden savcıların bile bilmediği tutuklu yargılama ortamlarını mı hukuki buluyorsunuz? Herkesin dinlenmesi, herhangi bir ortamda ele geçirilen bir ses kaydınızın kesip montajlanıp ulu orta yayınlanması mı yıllardır hayalini kurduğumuz özgürlük? Yazınızda tarafsız olmakla beraber bu hususlara ne yazık ki fazla vurgu yapma şansı bulamamışsınız. Sayın Demokrat, hak verirsiniz ki TSK’nın geçmişte yaptığı hataların üstüne giderken bu döneminde muhakemesini yapmalıyız bir yandan, yoksa iddia ettiğimiz gibi tarafsız olamayız. Bu bağlamda bir yanlış varsa ortada o yanlış her daim yanlıştır, yalnızca yanlışı yapan düştüğünde yüzüne çarpılmamalıdır, yanlış yaptığı yanlışı yaparken yüzüne haykırılmalıdır.
Artık yeni bir LEVIATHAN vardır sayın demokrat, bir döneminkine neyse ki gem vurulmuştur, şimdi bize düşen görev daha fazla kontrolden çıkmadan yenisini durdurmaktır.
02 Nisan 2011 18:18
Başta ki ‘yazdıklarınızı’ kelimesini hakikaten sehven ‘okuduklarınızı’ diye yazmışım, kusuruma bakmayın.
02 Nisan 2011 23:10
Amacım yeni bir tartışma başlatmak değil tabii ki,suçsuz insanları yaftalamak hiç değil.Sadece bloğun farklı yerlerinde okuduklarıma toptan yanıt verme gafleti…Sondan başlayayım;
”Artık yeni bir LEVIATHAN vardır sayın demokrat, bir döneminkine neyse ki gem vurulmuştur, şimdi bize düşen görev daha fazla kontrolden çıkmadan yenisini durdurmaktır.” Bunu dürüst bir vicdanın.(Şahsi olarak almayın,biz diyorum) bir çeşit itirafı olarak algılamakla hata yapmış olmam sanıyorum.Bir döneminkine gem vurulmuş olması(ben şahsen bu görüşe hiç katılmıyorum ama)en azından dizginlenmiş olması da bir kazanımdır,güzel ülkem adına.
Meşhur CD hakkında söylediklerimi hukuk adına kaygılanmadan yazdığımı ve sizin de dediğiniz gibi günümüzün bilişim çağında benzeri kanıtların kolayca üzerinde oynanabilir olduğunu kabul ediyorum ancak şu konu tartışılabilir ki;insanlardan duyarlı ve adil olmalarını beklerken siz de adil olacaksınız.Yani demem o ki birilerini itham ederken ”malum medya diyerek” basit bir toptancılığa kaçmayacaksınız.
Evet bende de seminer konuşmalarının tamamı yok maalesef ama emin olun ki bu konuşmalar ne kadar kesilip kırpılsa,ne kadar evrilip çevrilse de gerçek, sevgili dostum,malesef gerçek,kırpılsa da,kesilse de bu cümleler gırtlağına kadar siyasete bulaşmanın kanıtı.Hukuken dava için yeterlidir değildir bilemem,ama benim vicdanımda suç olarak yerini almıştır.
”Yalnız konuyla alakasını kuramadığım bir yorumda da bulunmuşsunuz, demişsiniz ki bu cansiperane savunmaları yapanlar Danıştay saldırısını nereye sığdırıyor diye. Doğrusu aramızdan kimin böyle bir olayı basit diye geçiştirmeye çalıştığını anlayamadım, ne yazık ki Hrant Dink cinayeti gibi, Zirve yayınevi baskını gibi, Jitem’in zamanında yaptığı eylemler gibi, Susurluk olayı gibi, en az darbeler kadar bu ülkeyi yıpratan derin süreçleri bugün kü emniyet, bugün kü savcılar, bugün kü hakimler sulandırıyor sayın Demokrat.”
Bu olayı tabii ki balyozla ilişkilendirmek için yazmadım,ama sokakta ki insan için bu çokta farketmiyor.Bu durum bir sürecin yargılanmasına döndü çoktan ve savcıların da bakış açısının çok farklı olduğunu sanmıyorum.Ne kadar ayrı suç ve davalar olsada gerçekte bir dönem yargılanıyor(Meşru olduğunu düşünmüyorum)Ha şu meşhur davaların bugünkü hakim ve savcılar tarafından sulandırılması meselesine gireceksek ,dostum 10 sene öncesinde yaşasaydık eğer bu davalar sulandırılmak bi tarafa gündeme bile gelmeden kapanmıştı belki de.Adam ülkenin bakanına diyor ki(utanmazlığa bakın ki bayan bakan)”gelirsem oraya yağlı kazığa oturturum” Cumhurbaşkanı Demirel’e bile baskı kurup hükümet üyelerini ve milletvekillerini güvenoylamasında etkileyenler/korkutanlar uzaylı değildi herhalde.Ya da daha eskiye gideyim ağustos 2001 de Devletin Başbakan yardımcısını(Mesut Yılmaz)ı açıkca onursuzlukla suçlayan bildiri Fransa Genelkurmayının bildirisi değildi.Tüm demokrasi adına yapılması düşünülen eylemler arefesi bakmışsınız bir bildiri ‘kürtçe tv’ye karşıyız’,’parti kapatmayı zorlaştırmayın’,’ülkeyi dışarı şikayet eden onursuzlar’ vs vs…Yani diyorum bütün bunları yaşadıktan sonra çokta sulandırıldığını düşünmüyorum açıkçası.Basının yaygaraları ve medyatik kirlilik ortamında dışardan sulandırılmış hissi uyansa da biz ,yargılayanların şu aşamada ne düşündüklerini tam olarak bilemeyiz değil mi?
” gerçek isimlerin kullanılması maksadın aşıldığı olarak değerlendirilebilecekte olsa, yine de konuşmanın o noktaya nasıl geldiğini görmek daha doğru bir yorum yapma imkanı sunacaktır diye düşünüyorum.”Efendim suçlamaya hazırlanan(savcının görevi budur zaten) karşısında bu hata sadece maksadı aşmış olarak değerlendirilmeyecek kadar önemli bir hatadır ,bu dava bir yönüyle siyasi bir davadır ve hukuken bir delil olarak değerlendirilmese bile yargılayan tarafın kanaat oluşturmasında en büyük etkiyi yapmış/yapacaktır.
28 Şubat süreci,daha sonra yaşananlar,imam hatipler,E-muhtıra konularında yazdığınız her kelimeye katılırım yalnız devamını biraz fazla komplo teorisyenliği olarak görüyorum.E-muhtıra süreci ve sonrası yaşananların, iktidara daha fazla oy kazandırmak adına planlanmış olduğunu iddia etmek benim düşün yapımı aşar.
Bir de benim yazdğım yazının neresinden(şimdi uzunca alıntılamak istemiyorum,sondan ikinci paragraf)söylediğiniz sonuçları çıkardınız merak ediyorum.İşte ülkemde yaşanan gelişmelerin bir çeşit özeti;bilerek,bilmeyerek,sinirlenerek ya da savunma içgüdüsüyle farklı sesler çıkaranları taraf olarak ilan etmek ve savunma beklemek…
*Cumhuriyetin faşist ve darbesever bir gazete olduğunu ima etmem(bu arada Uşaklıgil röportajını okumanızı tavsiye ederim sanırım S.Altan yapmıştı),diğer gazetelerin tam bağımsız olduğunu iddia ettiğimi göstermez.
*İnsanların isteği dışında dinlenmesi ve sanal olarak izlenmesi dünyanın en aşağılık suçudur.
*Tabii ki bu ve benzeri davalarda esas olan tutuksuz yargılanma ve davaların hızlı bir şekilde sonuçlanmasıdır.
*Hayalini kurduğumuz özgürlük o saydıklarınız değildir ama empati yapmak gerekirse bu ülkenin insanlarına yıllardır yaşatılan/dayatılan/reva görülen özürlü demokrasinin sivil ve asker ayakları halk nezdinde o kadar büyük tepki ve nefret doğurmuştur ki,sonuç ayan beyan ortadadır ve evet bu tepkinin sonucu da seçim sandıklarında dağılım olarak ortaya çıkmaktadır,yoksa bir takım dangalakların dediği gibi tencere tava hesabı değil.Eğer bu halk bu kadar tencere tavaya(paraya) düşkünse ,göreceğiz bakalım,sırf aile sigortası kozuyla %60 oy aşması gerekir CHP’nin.(bence çok yaratıcı ve sosyal bir buluş).
Saygılar.
02 Nisan 2011 23:49
Demokrat Diyor ki ;
1. (…) Adam ülkenin bakanına diyor ki(utanmazlığa bakın ki bayan bakan)”gelirsem oraya yağlı kazığa oturturum” (…)
2. (…) Cumhurbaşkanı Demirel’e bile baskı kurup hükümet üyelerini ve milletvekillerini güvenoylamasında etkileyenler/korkutanlar (…)
3. (…)ağustos 2001 de Devletin Başbakan yardımcısını(Mesut Yılmaz)ı açıkca onursuzlukla suçlayan bildiri(…)
4.(…)bildiri ‘kürtçe tv’ye karşıyız’,’parti kapatmayı zorlaştırmayın’,’ülkeyi dışarı şikayet eden onursuzlar’ vs vs…(…)
İddianame Diyor ki ;
(…) Darbeye teşebbüsten tutuklanmalarına (…)
04 Nisan 2011 14:51
Sayın Demokrat,
Yazdığım yazı da vurgu yapmaya çalıştığım husus, gerçekten bir dönemi yaptığı adaletsizliklerden dolayı sorguluyorsak, günümüzde benzer yaşanan olaylar varsa bunlara da aynı şekilde tepki göstermemiz gerektiğidir. Ben gerçekten iyi niyetli olduğunuza inanıyorum, ancak yazınızda verdiğiniz tek taraflı örnekler bu bloğu okuyan başkaları tarafından farklı yorumlanabilir kaygısıyla öbür hususlarda ki düşüncelerinizi de paylaşma fırsatı vermek istedim size.
Seminer konuşmalarıyla ilgili kısımda hala bütünü dinlemeden karar vermenin doğru olmadığını düşünüyorum, dinlediğimiz özellikle gerçek şahısların isminin geçtiği kısımlar çok vahim kesinlikle katılıyorum, ancak dediğim gibi bunların seminer bütününde ne şekilde yer aldığı, nasıl bir senaryo karşısında bu işlemin uygulamaya konulacağı ve seminerin tamamında bu hususların ne kadar bir yer kapladığını bilmeden çokta sağlıklı bir yorum yapamayacağımı düşünüyorum, zira bildiğim kadarıyla jenerik senaryo olası bir dış saldırı (Yunanistan) durumunda içeride oluşabilecek tehditlere karşı nasıl eş zamanlı hareket edilmesi gerektiğinin tartışıldığı bir senaryo. Senaryo da bahsi geçen bölgelerin tamamen 1. Ordu yetki bölgeleri içinde kalması da tam teşekküllü bir darbe senaryosunun masaya yatırıldığı bir seminer iddiasını benim gözümde geçersiz kılıyor. Ancak tabi ki sizin de düşüncenize sonuna kadar saygı duyuyorum.
Üzgünüm sayın Demokrat, ama bahsettiğim ‘malum medya’ sanık avukatlarının bile ulaşamadığı delil ve belgeleri çarşaf çarşaf yayınlıyorsa, sadece aleyhte olduğunu düşündüğü hususları, ve maalesef yalan, yanlış çarpıtarak yayınlıyorsa. Lehte olan delilleri görmezden geliyorsa. Daha hakimler kararlarını açıklamadan canlı yayında sanıkların tutuklandığını söylüyorsa, siz beni toptancılığa kaçmakla suçlayabilirsiniz, ancak ben sözlerimin arkasındayım. Yapılan haberlerle ilgili detayları arzu ederseniz bu blogda fazlasıyla bulabilirsiniz.
Demişsiniz ki ’10 sene öncesinde yaşasaydık eğer bu davalar sulandırılmak bi tarafa gündeme bile gelmeden kapanmıştı belki de’, ne güzel söylemişsiniz, ben de söylüyorum madem hakikaten iyi niyetliyiz o zaman neden yazınızın devamında örneklerini verdiğiniz, ilave olarak benim de bahsettiğim 28 Şubat, e-muhtıra gibi müdaheleler yargıya taşınmıyor? Kusura bakmayın sayın Demokrat, mahkemelerimiz zamanlarını kurmaca iddialar üzerine kurulu davalara harcayıp bunları görmezden geldiği sürece, ‘bu davaların sulandırıldığını düşünmüyorum’ argümanı biraz hafif geliyor bana. Susurluk ile ilgili gelişmeleri merakla bekliyorum, Jitem ile ilgili gelişmeleri merakla bekliyorum. Hrant Dink davasında sanıkla boy boy fotoğraf çektiren jandarma ve emniyet mensuplarının neden hala korunduklarını anlayamıyorum. Zirve katliamına ilahiyatçı profesörlerin dahil edilmesi, Ergenekon örgütü altına tüm meslek gruplarının ”özenle” seçilen mensuplarının birer birer dahil edilmesi, kazıda bulunan silah ile basımı yasaklanan kitabın aynı iddianameye girmesi, bilmiyorum ama bu ‘sulandırma’ değilse nedir ben bilemiyorum.
E-muhtıra ile ilgili düşüncelerim elbette ki yalnızca beni bağlar, ancak e-muhtıra’yı bizzat sunan dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın durumu ortada, herkesin bildiklerini tekrar yazma ihtiyacı duymuyorum ve herkesi vicdanıyla başbaşa bırakıyorum.
Son olarak ‘bu ülkenin insanlarına yıllardır yaşatılan/dayatılan/reva görülen özürlü demokrasinin sivil ve asker ayakları halk nezdinde o kadar büyük tepki ve nefret doğurmuştur ki,sonuç ayan beyan ortadadır ve evet bu tepkinin sonucu da seçim sandıklarında dağılım olarak ortaya çıkmaktadır,yoksa bir takım dangalakların dediği gibi tencere tava hesabı değil.Eğer bu halk bu kadar tencere tavaya(paraya) düşkünse ,göreceğiz bakalım,sırf aile sigortası kozuyla %60 oy aşması gerekir CHP’nin.(bence çok yaratıcı ve sosyal bir buluş).’
Doğru bir tespitte bulunmuşsunuz, ne yazık ki halkımız bir döneme duyduğu nefreti beraberinde sandığa taşıyor, ancak bunu yaparken korkarım daha büyük bir canavarı elleriyle besliyor bir yandan. Bu yüzden bundan 30 sene sonra bugün kü yanlışları konuşmak yerine, geçmişin yanlışlarını konuştuğumuz gibi bugünküleri de bugün konuşalım. Sırf geçmişle hesaplaşma adına, düşmanımın düşmanı dostumdur yaklaşımıyla kolaya kaçmayalım. Unutmayalım ki somut deliller yerine geçmişte yapılmış eylemlerle yargılayan vicdanların temsil ettiği kurumlar, ne yazık ki suçsuz olsalar da bundan yıllar sonra bu dönemin uygulamaları yüzünden yine somut deliller yerine vicdanla yargılanmaya mahkumdur. Geçmişle geçmişin yaptığı gibi hesaplaşmayalım ki bu millet bu kan davasından kurtulsun artık.
Evet sayın Demokrat, TSK’nın hatalı olduğu doğrudur, kafa yapısını değiştirmesi gerektiği doğrudur, demokrasiye, hukuka saygılı gerçek görevi ve yerini bilen bir kurum olması gerektiği doğrudur. Her aklı selim insanın bu hususlarda hem fikir olacağı kanaatindeyim. Aynı şekilde sizin emniyetin maksadını aşmaya başladığını, mahkemelerin yavaş yavaş somut delillerle yargılamaktan uzaklaşan, kan davalarının, hesaplaşmaların görüldüğü hukuk dışı kurumlar haline geldiği, ve ne yazık ki mevcut iktidar partisinin bunu bir kaldıraç olarak kullanmaktan kaçınmadığı bir ortamda bulunduğumuzu da kabul ettiğinizi yazdıklarınızdan tahmin edebiliyorum.
Bu anlamda ben size geçmişte yapılan hataların telafisinde, hesaplaşmasında her türlü düşünce desteğini vermeye hazır olduğumu tüm samimiyetimle söylüyorum, umarım siz de isminize yakışır bir şekilde bu dönemin hatalarını sorgulamakta bana aynı şekilde destek verirsiniz.
Saygılarımla,
04 Nisan 2011 16:13
Sayın bir diğer ihtimal ,
Doğru söze ne denir ki?Şu yazdıklarınızın altına hiç düşünmeden imzamı atarım, tek kelimesine bile hatalı diyemem.Sadece (belki benden doğan) bir kaç yanlış anlamanın açıklamasını yapayım.
Malum medya konusunda, (yalnızca)o medyada da çalışan/yazan çok değerli yazarlar var demek istemiştim,belli ki maksadımı iyi ifade ed(e)memişim.
Seminer konusunda da aslında ne demek istediğimi zaten siz anlamışsınızdır;amiyene olacak ama hani derler ya ‘ben bunların ciğerini bilirim…’
Diğer konularda hemfikiriz zaten,işte, insan bazan öfkeyle yazınca(genel duruma,suçsuz insanlar acı çekerken,suçluların gevrek gevrek tv ekranlarına bile düşen bayağı esprilerine,hukuk dışılığa vs)hatalar yapabiliyor.
Saygılar.
04 Nisan 2011 16:32
Sayın Demokrat,
Görüşleriniz ve bu bağlamda desteğiniz için çok teşekkür ederim. Bu arada ifadeleriniz de hatalı bir üslup olduğunu kesinlikle düşünmüyorum, sizin ifadenizle arada kızgınlıkla yazılan satırlar da olsa ben bu duyguyu kaleminizde inanın sezinlemedim. Son derece yalın, anlaşılır ve kimsenin genel anlamda itiraz edemeyeceği gerçeklere vurgu yapmışsınız. Değerli düşüncelerinizi bizlerle paylaştığınız için bir kez daha yürekten teşekkür ediyorum.
Saygılarımla,
03 Nisan 2011 02:54
Ne olmuş yani demokrat 30 yıl dediysek. illa gün ay yıl olarak mı vermem gerekirdi. Pekela 80 öncesi dönemi kastettiğim belli. 80 öncesinde de “faşizme karşı omuz omuza” yürüyenler herhalde dokuzışık çılar değildi.
03 Nisan 2011 10:34
80 öncesinde faşizme karşı omuz omuza diyenlerin büyük çoğunluğunun bugün durdukları yerler çok şaşırtıcı oluyor genelde,mesela 80 öncesi M.Balbay da,İ.Selçuk’ta ne bileyim provakatör Perinçek’te benzer şeyleri söylemişlerdir muhtemel.Maalesef eski bir asker olmama rağmen benim kitabımda askere bu kadar yakın sosyalizm yazmıyor.
Umuyorum ki bugün yargılananların yanında olduğunuz gibi geçmişte de mesela cumartesi annelerinin,E.Çeber’in, ne bileyim ,cezaevlerinde diri diri yakılan insanların,P.Selek’in,Diyarbakır cezaevinde planlı işkence gören mahkumların da yanında olmuşsunuzdur.
03 Nisan 2011 11:25
(…) mesela 80 öncesi M.Balbay (…) Demokrat sallıyor mu , karalıyor mu , provoke mi ediyor henüz çözemedim. Biraz daha yazsa anlaşılacak …
03 Nisan 2011 13:38
Yaşadığımız süreç insanlarda psikolojik bir refleks yaratmış sanırım,herkes komplocu herkes provakatör.Tabii doğal olarak kullanılan dilde de biraz düzey düşmeleri yaşanabiliyor,sallıyor falan gibi…
80 öncesi sosyalist,solcu,devrimci olupta bugün faşizm sularına yelken açan M.Balbay gibileri diyorum bunda anlaşılmayacak ne var ki?(Bence memleketin neredeyse tüm general,Amirallerini tavaf edip ”hadi ne duruyorsunuz paşam” diyen kişi ile bağdaştırılabilecek tek sol kavramı ,sabah kalktığı sol tarafıdır,ne eksiği ne fazlası..)
03 Nisan 2011 13:48
Çarpıtmayınız ,
Şimdi; (…) 80 öncesi sosyalist, solcu, devrimci olupta bugün faşizm sularına yelken açan M.Balbay gibileri diyorum(…) diyorsunuz.
Bir çnceki yazınızda ; (…) mesela 80 öncesi M.Balbay da,İ.Selçuk’ta ne bileyim provakatör Perinçek’te benzer şeyleri söylemişlerdir (…) diyorsunuz.
80 öncesi M.Balbay’dan bahsetmek, sallamaktır.
03 Nisan 2011 14:20
Dostum,benim 80 öncesi söylemim bir arkadaşın ”faşizme karşı omuz omuza” söylemine gönderme yapmaktı.Evet 80 öncesi insanlar yürüyordu ve bunların içinde o dönem 18-19 yaşlarında olan M.Balbay gibileri de pekala olabilir.Zaten muhtemelen dedim.Ben sallamıyorum ama siz sanki ben 80 öncesi M.Balbay yazı yazıyordu demişim gibi algılıyorsunuz,el insaf adamla yaşıtız neredeyse…
03 Nisan 2011 10:53
“Amacım yeni bir tartışma başlatmak değil tabii ki,suçsuz insanları yaftalamak hiç değil.Sadece bloğun farklı yerlerinde okuduklarıma toptan yanıt verme gafleti”
1)Bu bloğu uzun süre takip ediyorum diyorsunuz ve yukarıda ki cümleyi kuruyorsunuz. Bu blogu takip edenlerin, birbirlerine cevap verme veya toptan cevap verme gibi bir durumu yok. Kimse sizden böyle bir şey beklemiyor. Zaman zaman blogun amacı dışına çıktığı oluyor ancak bu bloğun amacı belli. Genelde başlıkta belirtilen konu ve okonu ile ilgili alıntılar yapılıyor. Hani 25 yıl subaylık yapmışsınız ya. Durumdan vazife çıkarmayın kendinize. Topyekün cevap vermeye kalkmayın.
2)Demokrat nick’ini alan bir kişi uzun zamandır bloğu takip ettiği halde buradakileri “sabit fikirli birtakım insanlar tüm Silahlı Kuvvetler için yıllarca içlerinde biriktirdikleri (gerekçeleri olabilir,yargılamıyorum) kinlerini dışavururken,diğer tarafta fiilen ordu mensubu veya ordu mensubu olmak isteyipte muhtemelen olamamış bir kısım entellektüel zat” diye iki kutuba ayırıyor. Gerçekten dehşet.
3) Bu bloğu uzun zamandır takip eden yorumcuların samimiyetinden kuşku duymuyorum. En azından duruşları ve pozisyonları belli.son zamanlarda ortaya çıkan tipleri ve yorumlarını okudukça zihnimde birileri bizi ketenpere ye getiriyor hissine kapılmaya başladım. Sanki aynı zihniyetten farklı nicklerle birileri kafa bulmaya çalışıyor. Deşifre oluncaya kadar buraya gelip eteklerindeki taşlarını atıyorlar kuyuya, bizde çıkarmaya uğraşıyoruz. Bakalım bu “demokrat’ın” altından ne çıkacak.
03 Nisan 2011 13:15
”Deşifre oluncaya kadar buraya gelip eteklerindeki taşlarını atıyorlar kuyuya, bizde çıkarmaya uğraşıyoruz. Bakalım bu “demokrat’ın” altından ne çıkacak.”Kimsin sen kardeşim,ne sanıyorsun kendini,benim üzerimden komplekslerini tatmin etmene asla izin vermem.
Hezeyanlı bir ruh halinden başka ne beklenir ki-benim gibi düşünmeyen herkes komplocu- deşifre edile.Tam da ODATV, Yalçın Küçük zihniyeti.Senin gibi düşünmek zorundamıyız?”Son zamanlarda ortaya çıkan tipler”miş…Hadi ordan 80 öncesinin çakma devrimcisi seni,ciddiye bile alınmayacaksın.(Evet okuyorum bloğu ve malesef,ihtimal,diğer bir ihtimal,can,gürsel ve fmeraklı’dan başka ciddiye alınacak bit yorumcu göremiyorum)
03 Nisan 2011 13:55
senin gibilerle polemiğe girmem. Bloğu nasıl okuduğun belli zaten. Burada iki kamp yok efendi. Asıl bu bloğu takip ettiğini söyleyipte, yorumcuları iki kutupla sınıflandıran siz Hezeyan içindesiniz. Benim duruşumun çakma oluşu olmayışı sizi ilgilendirmez.
03 Nisan 2011 18:18
Kendi fikri haricindekileri ciddiye almayan kişiyi, ADI DEMOKRAT OLSA BİLE HİÇ KİMSE CİDDİYE ALMAZ.
04 Nisan 2011 13:18
Fikre(doğru-yanlış) saygısı olmayanlara hakettiği yanıt verilir,ne dememi bekliyordunuz…
Hem siz neden alınganlık yapıyorsunuz anlamadım!Gerçi bloğun muhtelif yerlerinde benzeri saplamalarınız var ama bizim konunun gidişatı biraz kişisel gibiydi ve ben blogu meşgul etmeyelim diye kapamıştım…
04 Nisan 2011 15:12
Sayın Demokrat,
Benimle ilgili yorumunuz için teşekkür ederim, ben de her ne kadar balyoz davasına ilişkin görüşlerine genel olarak katılmasam da üslup ve bir kaç istisna hariç yaklaşımlarından ötürü fmeraklı’nın yorumlarını ilgiyle okuyordum, ne yazık ki kendisi bir süredir yazmıyor, umarım iş yoğunluğuyla alakalıdır, ciddi bir problemi yoktur.
Lakin burada değerli bir yorumcu tanımlamasına ihtimal’i yerleştirmeniz hakikaten beni şaşırttı. İhtimal ne yazık ki sebebi kimse tarafından bilinmeyen bir duygu yoğunluğuyla Çetin Doğan, Pınar Doğan ve Dani Rodrik’ten nefret eden bir şahsiyet. Bu anlamda sırf muhalefet olmak adına çoğu zaman blog konusu ile hiç alakası olmayan, soyut, manipülatif, ne idüğü belirsiz haberleri kopyala-yapıştır yapan, bu haberin altına bahsettiğim nefretini bir kaç cümle ile kusan, cevaben yazılan hususlarda sorulan hiç bir soruya cevap vermeyen. Zaman zaman sinirine hakim olamayıp insanlara hakaret eden, daha sonra özür dilemek yerine az bile söyledim diye daha fazla nefretini kusan, kısaca bu bloğa olumlu-olumsuz sıfır katkısı olan bir insan. Bu bloğu aylarca takip ettiğini söyleyen biri olarak VV, Acracia, muhalifim olarak Mert Talay, her ne kadar düşünceleri uç noktada da olsa Asker Akay, ve daha adını şu an hatırlayamadığım ve peşinen özür dilemek istediğim onlarca başka isimler varken ‘ihtimal’i yazmanız hakikaten şaşırttı beni, sadece paylaşmak istedim.
04 Nisan 2011 15:40
Okuduklarımdan bende birikimi olan bir şahsiyet izlenimi uyandırdı,atışmalarınızda belirli bir üslup ve düzey var,bu da benim hoşuma gitti.Aslında ‘sirkatin söyler’ hesabı oldu benimkisi biraz,sinirle.Yoksa herkes değerlidir benim için ama bazıları at gözlüğüyle okuyup peşin hüküm veriyorlar,yanıt nereye yazılmış,kime yazılmış,hangi konuya yazılmış önemli değil.Ben de hata yapmış olabilirim böyle konusal bazda.
Saygılar.
04 Nisan 2011 22:40
Polemiği devam ettirmek için yazmıyorum. Kişiselleştirmediğimi açıklamak için yazıyorum.
Sayın Demokrat,
Blogda “Kimin adaleti bu ” başlığı altında yürüyüşe katıldığımı belirtmişim ve demişim ki
“Yürüyüşteydim. Bundan sonra meydanlardayız. Faşizme karşı 30 sene önce yürüdüğümüz gibi yürüyeceğiz ömrümüz yettiğince.”
Bu yorumuma karşı siz alıntı yaparak ne demişsiniz.
“Yukarda birisi yazmış şaka gibi ”…yürüyüşteydim. Bundan sonra meydanlardayız. Faşizme karşı 30 sene önce yürüdüğümüz gibi yürüyeceğiz ömrümüz yettiğince…”30 sene öncesini düşündüm 1980 ediyor.Hakikaten şaka gibi ama iğrenç bir şaka.Kardeşim 12 Eylül faşizminin ülkede yarattığı travmaları kısa pantolonlu çocuklar bile konuşuyor artık sen nerede yetiştin,nerede saklı kaldın bunca zamandır?Yok ben 80 öncesi yapılan yürüyüşlerdeydim diyorsan eğer,sana tavsiyem aç bi daha oku Das Capital’i ya da Dokuz ışığı(artık hangi tarafsa),unutmuşsun muhtemelen…”
Son derece rahatsız edici, aşağılayıcı b ir tavır.
Buna karşılık ben ne demişim. ”
illa gün ay yıl olarak mı vermem gerekirdi. Pekela 80 öncesi dönemi kastettiğim belli. 80 öncesinde de “faşizme karşı omuz omuza” yürüyenler herhalde dokuzışık çılar değildi.”.
Olayı kişiselleştirseydim yazdığım daha farklı olurdu herhalde.
Bu yorumunuzu okurken saat gece yarısını çoktan geçmişti. yazdığım saatten de belli zaten.
sabah kalkınca bloğa bir gözgezdireyim dedim. Gece uyku mahmurluğu ile detaylı okumadığım yorumunuzu okudum. Sigortalarımın attığı an o an oldu.
Yani, bu bloğu takip edenleri 1) iflah olmaz TSK karşıtı 2) TSk menusubu yada olmak istemiş de olamamış diye sınıflandırmanız beni isyan ettirdi.
Bu bloğu uzun süre takip eden biri, bloğu takip edenlere karşı bu kadar haksızlık yapamaz diye isyan ettim. o yorumumu yazdım. Zaten “Asker akay” nickli şahıs yeterince provake etti bloğu.
Mesele budur.
Ancak, şunu da belirteyim ki, bir diğer ihtimal tarzınızı rahatsız edici bulmamış. Bne son derece rahatsız edici buluyorum. “Balbay ve İlhan Selçuk hakkında faşist, Perinçek provakatör, Komplocu-deşifre edile, Tam OdaTV ve Yalçın Küçük zihniyeti.”
Tek cümle de iş bitti yani bu kadar basit. 50-60 yılın birikimleri, tecrübeleri, gelgitleri,isyanları,aşkları,sevdaları bitti tek cümle. Bu tarz bana yabancı, benim alışık olduğum bir tarz değil.
Ben bu blogda Mehmet Baransu için, istemediğim halde yazım hatasından bir kelime kullanmış oldum. Ki o ifade köpeğim abedi’ ye bile haksızlık olurdu. Gerçekte çok daha ağır ifadeler kullanırım Baransu için yüzyüze gelsem.O durumda, yazdığımı kontrol etmediğim için hatalıyım dedim blogdan özür diledim.
Yanlış anlaşılmasın, ben tarzınızı rahatsız edici buluyorum. Fikirleriniz (doğru-yanlış) onlarla bir sorunum yok.
Hiç at gözlüğü takmadım. Türkiye de yaşıyorum. 50 yaşındayım. Öğrendiğim şudur ki, bize sunulan ve gösterilen le yetinme. ardına bak. sağdan bak, soldan bak.değişik açılardan bak. Bunu öğrendim ve hep uygulamaya çalıştım hayatımda.
Bu açıdan, Das Kapital’i de okudum, Alparslan Türkeş’in Dokuzışık ‘ınıda.
03 Nisan 2011 18:35
“…En azından son birkaç yıldır daha duyarlı ve daha sorgulayıcı bir kuşak yetişiyor,çok fazla entellektüel olmasalar da , eskiden yapılan yanlışlıkları sorgulayacak kadar birikime sahipler. …”,
==> Entellektüellik seviyesini kime göre ölçeceğiz? Mesela ne zaman “..çok fazla entellektüel…” olunur? Mesela var mıdır bunun örneği Türkiye’de.
“…sahte/üzerinde oynama olduğu artık müdahiller tarafından bile kabul edilmiş CD olayını bir tarafa bırakıp …”
==> Bu olayı bir tarafa bırakamazsınız. Çünkü bu blogun var oluş sebebi TRT, Zaman, Samanyolu, KanalTurk, Bugun, Akit, Vakit, Star, Kanal 7 vb. birçok gazete/tvde bıyık altından gülen bazı tiplerin ballandıra ballandıra bu SAHTE CDde yazanları anlatarak yine sizin dediğiniz gibi artık süper aydınlanmış ve hiçbirşeyi yemediğini söylediğiniz halka büyük bir kinle anlatıyorlar. Hatırladığım kadarıyla CNNTurk’te ilk programa YILDIRAY OĞUR, YASEMİN ÇONGAR, MEHMET BARANSU çıktı. Ev sahibi CENGİZ ÇANDAR ve HASAN CEMALdi sanırım. CENGİZ ve HASAN ortaları yaptıkça YASEMİN, YILDIRAY, BARANSU voleler, röveşatalar ve yaptılar. Q7’nin hareketini bile çektiler. Dediler ki “IPlerinden kesin anladık her türlü imzalar tastamam. Bunun yenir yutulur tarafı yok bu CD kesin olarak ispatlıyor. Bu bir darbe planıdır.”
Ve Aylarca diğer borazancı arkadaşlarıyla bu hikayeyi anlattılar. Ne zaman ki iddianame ortaya çıktı Pınar ve Dani iddianameyi paramparça edinceye kadar hep bıyık altından gülerek anlattılar. Sonra bir de ALPER GÖRMÜŞ diye birisi çıktı. Liberalmiş, öyle diyor birileri. Ne demekse? Bariz bir şekilde yazılarında yalan söylüyor. CENGİZ ÇANDAR abisi ortadoğu konularında uzmanmış, ona sormuşmuş o da referanslar vermişmiş. ALPER GÖRMÜŞ eğer gerçek bir gazeteci olsaydı öncelikle kendisine kaynakları söyleyen CENGİZ abisine güvense bile yine de kaynaklara şöyle bir bakması gerekirdi. Bence ALPER GÖRMÜŞ bu haberlerinde yalan söylüyorsa geçmişte de haberlerinde yalan söylemiş olabilir.
Ama hayır bütün BARANSU ve EKİP her kimse ORSA SEYRİNDEYKEN ve Pınar ve Dani öyle bir bora yaptılar ki taaa ki Gölcükte yeni birşeyler çıkıncaya hepsi bir daha ağzını açmadı. Ben YASEMİN ÇONGARın bu konuyu uzun süredir yazdığını görmedim. Hani CD kesin gerçekti.
Gölcük’e kadar susanlar, birden yine tvlerde bu konuyu konuşmaya başladılar. Yanılıyor olabilirim şöyle bir sahne hatırlıyorum:”Daha yeni Gölcük’te aramalar yapılmış, Mümtazer Türköne bir kanalda “BEN BU GÖLCÜKTEN BALYOZA İLİŞKİN BİRŞEYLER ÇIKACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM.” demişti.” Ne istihbarat varmış bu gazetecilerde? Çuvallar kapalıyken ne olacağını biliyorlar. Ve çete hala ötüyor Gölcükten sonra.
Ama dava vardı hani suçlamalar. İddianamenin aslı bir CD vardı. Siz güzel şeyler düşünüyor olabilirsiniz. Gördüklerinizi güzel de değerlendiriyor olabilirsiniz. Ama blogun ismine bakarsanız “CDden vazgeçelim. Sahteyse ne?” diyemezsiniz.
“…Bir plan semineri neden yapılır,…”
==> Libya, Mısır gibi ülkelere bakarsanız neden yapıldığını anlarsınız. Depremden sonra Gölcükte ölülere tecavüz edip soymaya kalkan şerefsizlerle birisinin mücadele etmesi gerektiğinde anlarsınız. Asker eskiden beri bildiği yöntemlerle işlerini yapmaya çalışıyor. Ama sizin istediğiniz kadar iyi olmayabilir. Mesela örnekler verin TSKya Türkiyeden, TSK da onları örnek alarak geliştirsin kendisini.
” …cansiperane savunmaları yapanlar Danıştay saldırısını nereye sığdırıyor….”
==> Bu konuda elinizde sanırım kesin deliller var. Ama bence tüm tarafları dinlemek daha iyi olabilir.
“…*Bu ülke bir darbe sürecinden geçmiştir,bugünkü veriler ışığında bunu inkar eden ya dangalaktır,ya darbeye taraftardır,ya da aşırı depolitize ve ilgisizdir….”
==> Balyozdan mı bahsediyorsunuz başka birşeyden mi? Balyoz iddianamesi var ve SAHTE delillerle dolu olduğunu biz biliyoruz. Ben delilleri okudum ve sahte olduğumdan şüphem yok. Ama sizin bildiğiniz başka bir “darbe süreci” varsa bilemem. Ama bu bloğun konusu olan BALYOZ DARBE PLANI en azından bu iddianamede belirtilen belgelerle olamaz.
“…Halk uyanmıştır ve artık yememektedir!…”
==> Bu konuda hiç şüphem yok. Eğer biraz halkın içine girip dolaşırsanız. STAR TV deki yoldaki vatandaşa sorulan soruların cevaplarını izlerseniz DEDİĞİNİZDE ÇOK HAKLI OLDUĞUNUZU görebilirsiniz.
“…*Ülkede bölünme ve şeriat tehlikesi her zaman vardır ve var olacaktır,çözüm darbede değil bilinçlenmekte ,eğitimde ,hukuk devleti olabilmekte , ülke kaynaklarının çok daha adil bir şekilde bölüşülmesinde ve sadece askeri değil,cemaat kurum kuruluş ne derseniz artık vesayetten kurtulabilmesindedir….”
==> Bence en güzel cümleniz bu. Bence de ülkenin en önemli sorunu budur. Ama bir takım ABİler (ben sadece ABİleri gördüm ama bunların ABLA olanları da olabilir) bu işi çok iyi çözmüşler. Ortaokulda biraz başarı gösterenlerin YAMANLAR FEN LİSESİNİN ilgi alanına girdiğini hatırlıyorum. OKUL MÜDÜRLERİNİN sınav sonrası tercih listesine YAMANLARı yazmak için aileler üzerinde baskı kurduğunu, her ödev verildiğinde mahallede ütülü pantolonlu, gömlekli (adı Hakan ya da Murat olabilir, selam olsun) ABİlerin ödeve yardım etmek için çabaladığını, mahalledeki TÖV KÜTÜPHANESİne götürebilmek için bazı arkadaşlarımın inanılmaz çabalar harcadıklarını hatırlıyorum. Sonuç olarak eğitim çok önemli ama KEŞKE DEVLET BU ŞEKİLDE ÇALIŞMIŞ OLSAYDI.
SONUÇ OLARAK size katılıyorum. Yazdıklarınız içinde en önemli EĞİTİM. Genel universal doğrularınıza zaten birşey diyemem. Eleştirdiğim noktaları açıklamaya çalıştım. EĞİTİMle ilgili bir güzel anımla bitiriyorum. Türkiyenin nehirleri haritasını çiziyoruz ilkokul 4’te bir arkadaşla ve Seyhan ya da Ceyhan’ı AKDENİZ’in (evet gerçekten denizin) üzerine çizdi. Nehri denize çizmişsin dediğimde ne var bunda diyebilmişti. EĞİTİM ŞART. Star tv’de KIBRISın yerini ne yazık ki bu eğitim sisteminin öğretemediği tüm insanlara selam olsun.
04 Nisan 2011 13:01
Sayın John Doe,
Ben bu blokta gözlemlediğim,özgür tartışma ortamını çok beğeniyorum.Günümüzde özgürlük sevdalısı olduğunu iddia eden hiç bir basın kuruluşunda böyle bir özgür ortam yok açıkçası.Ama yazarların birbirlerine yanıt verme (sizi kastetmiyorum) merakı yüzünden dediğiniz gibi bloğun açılış amacının dışına taşmalar çok oluyor,kısaca ben de yanıt verip kapatmak isterim.
Özellikle bu başlıkta yapılan tartışmalar- blog konusunun dışına taşmasına rağmen(Asker Akay ve diğerleri)- hoşuma gitti ve bende fikirlerimi söyledim.Bu nedenle ”cd konusunu bir tarafa bırakırsak” paragrafı doğdu ve aktı.Cd konusuna gelirsek zaten fikrimi kısaca belirtmiştim o cümlede açık açık ;hazırlayan,pişiren ve servis edenin hata yaptığı belli!Yani ben cd konusunu bu yazdığım yazı bağlamında bir tarafa koyarsak demek istedim,yoksa sizin anladığınız gibi ”sahteyse ne,vazgeçelim” anlamında değil.Üslup bakımından yanlış anlaşılmış olabilir ve bu dava adına ter dökenlerden özür dilerim.Ardından yazdığınız, bu konuyla ilintili tüm yazı ve örneklere katılıyorum.
Plan semineri,taktik eğitim konularında söylediklerinize katılamıyorum maalesef burası ne Mısır Ne libya .Ben sadece açılış konuşmasının verdiği ipuçlarına bağlı kalarak, sıradan zekaya sahip her insanın yapabileceği çıkarımları yaptım.Konunun da verdiğiniz örneklerle ilgisi olmadığını düşünüyorum ve bu seminerin siyaset batağına batmak olduğu fikrimde ısrarcıyım.
Bu ülke bir darbe sürecinden geçmiştir,bu süreç balyoz planı(?) nın hazırlandığı iddia edilen yılları da kapsamaktadır.Doğrudan doğruya bu iddianameyi darbe planlamak olarak hazırlamak bence de vahim bir hatadır(görevi ihmal,suistimal,siyasete karışmak vs bir sürü suça atıfta bulunulabilirdi),evet,bu delillerle bence de olmaz;ama bu yaşadığımız sürecin yaşanmammış olduğunu da göstermez.Yani ben bu iddianamemeyi değil de süreci kastettim kuşkusuz ,aksi( bu blokta da insanların artık dürüstçe kabul ettiği gibi) başkalarının suçlarını masum insanlara yüklemek olur ki vicdansızlıktır.
Evet bence halk bir nebze uyanmştır,bu uyanmaktan kastım tüm Türkiye halkının bir sabah kalktığında birden bire bir bilinçlenme,aydınlanma içersinde uyanması anlamında değil de ,en basitinden -yahu birşeyler dönüyor ortalıkta,bu TSK sanki biraz görev alanının dışına taşmış ve hatta ben cahil bir dümbelek olduğum için benim adıma da kararlar almaya başlamış- kıvamındadır ve bu kıvam da halkım için oy verirken önemli bir kıstastır.
” Entellektüellik seviyesini kime göre ölçeceğiz? Mesela ne zaman “..çok fazla entellektüel…” olunur? Mesela var mıdır bunun örneği Türkiye’de.”Şimdi bu çok fazla tevazü! kokan sorunuza yanıt vermeyecektim ama, en azından bikaç örnek vereyim diyorum;
Mesela benim için bir Teğmen bana Eisenstein filmlerini soruyorsa bence entellektüeldir,en azından bir çabası vardır,Özcan Deniz filmini soruyorsa…
Lorca okuyorsa başkadır,posta gazetesinin şiir köşesini okuyorsa…
S.R.Vaughan dinliyorsa başkadır,Latif dinliyorsa…
Fotoğrafçılıkla ilgileniyorsa başkadır,her daim boş vakitlerinde okey oynuyorsa…neyse uzatabiliriz tabii de gerek yok.Zaten aşağılamak yada yermek anlamında söylemiyorum insanları sadece küçük ayrıntılar fikir üretme/tanıma adına ipuçlar verebilir diyorum.
Tam olarak yazılarımda söylemek istediğimi açarak bitireyim sözümü:
Anayasa Madde 138 , Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak VİCDANİ KANAATLERİNE göre hüküm verirler, der ama bir diğer tarafta da;
evrensel kabul edilen ;
“In dubio pro reo” -When in doubt, in favor of the accused-
yani Şüpheli durumlarda sanık lehine karar verilir,ya da şüpheli durumdan sanık yararlanır olgusu vardır.
Bu konu biraz karışıktır ülkemizde ve sonuç olarak dönüp dolaşır ve büyük harfliler geçerli olur,diye düşünüyorum. Onun için dedim ki ”aslında bir süreç yargılanıyor” ve korkarım ki sonuç dönüp dolaşıp büyük harflilerde bitecek.Bu nedenle diyorum ki arınmaya başlamalıyız bir an önce ve olumsuz olduğu su götürmez olan bu vicdani kanaati düzeltmeliyiz TSK olarak.Hem yargılayan nezdinde hem toplum nezdinde…
Saygılar sevgiler.
30 Mart 2011 21:34
bir diğer ihtimal, Hatırlatma ,
(…) Bu şekilde bloğun maksadının dışına çıkmasına da yol açmak istemiyorum, kendi adıma konuyu zaten yeterince dağıttığımı düşünüyorum. Bu yüzden tüm diğer blog okuyucularından da özür diliyorum. (…)
30 Mart 2011 21:54
Kısaca kendimi bir kez daha ifade edeyim. Türkiye hukukun üstünlüğünün hakim olduğu bir ülke olsaydı Balyoz davasında ve benzer davalarda hukukun şekli gereklerinin yerine getirilmesini ben de talep eder, suçlu olduklarından emin olsam dahi her şüphelinin ancak gerçekliği tartışmasız delillerle yargılanmasını sonuna kadar talep ederdim.
Lakin burası bir hukuk devleti değil. Güçlünün güçsüzü, çoğunluğun azınlığı ezdiği askeri bir kamp. Şimdi bu kampın içinden birileri sağından solundan kendini tutsak eden çitleri kesmeye başladıysa, hukuka aykırı olarak kendini buraya hapsetmiş olan gardiyanlara taş atıyorsa, ayaklarına çelme takıyorsa, “hoop birader sen niye taş atıyorsun, niye devlet malına zarar veriyorsun, gardiyanları niye dövmeye kalkıyorsun, hukuk içinde hareket et mesela dilekçe yaz gereğine bakılsın..” demem.
Açık değil mi düşünüş tarzım?
Not: Demokrasi ve hukuk aşığı arkadaşlarım İsmail Beşikçi’nin hapse mahkum edildiği yazıyı bir okuyun bir el verin. Bu konularda niyeyse pek ses çıkmıyor, varsa yoksa generallerin hukuku..
http://www.ismailbesikciyedestek.com/yazi.html
30 Mart 2011 22:42
Düşünüş tarzın çok açık, ancak hatalı. Bahsettiğin şey “kampın” yönetimini ele geçirme savaşı. Bunu sen de destekliyorsun, ikinci cumhuriyetçiler de destekliyor, cemaatçiler de. Herkes “yeni düzenden” pay kapma peşinde. Kampın içindekiler için ise değişen birşey yok. Sadece gardiyanlar değişiyor. Ezilenler yine aynı.
Nereden mi biliyorum? Bak, başa geçenlerin de, onları destekleyenlerin de tek derdi kendilerine karşı çıkanları, muhalif fikirleri susturmak. Bunun askeri kamptan ne farkı var. Bir kamptan çıkıp diğer kampa girmek ne değiştirdi?
Amaç kampı tamamen ortadan kaldırmak ise savunduğun değerleri herkes için savunmalısın. Özgürlüğü ve adaleti herkes için istemelisin. Herkes kendi davasında sapına kadar özgürlükçü, demokrat. İş aynı özgürlükleri başkaları için istemeye gelince ise bahane bahane bahane. Kendini kandırma. Yalan, sahtekarlık ve hile üzerine güzel birşey inşa edemezsin.
30 Mart 2011 23:05
Atatürk Vahdettin’i ve bütün Osmanlı hanedanını bilmem kaç saat içinde vapura bindirip gönderirken nasıl bir hukuk uygulandıysa şimdi de çağın şartlarına göre öyle bir hukuk uygulanıyor. Askeri vesayetten başka nasıl kurtulabiliriz ben bilmiyorum. Asker gider AKP diktası gelir teorisini ciddiye almıyorum. Bu millet salak mı da böyle bir tehlikeyi görmüyor gidip yüzde elliye yakın oy veriyor?
Kısaca Balyoz ve Ergenekon bağlamında yapılanlar şık değil ama elzem.
Generallerin hukukunu savunduğunuz kadar kürtlerin ve diğer ezilenlerin hukukunu da savunun yoksa inandırıcı olmuyorsunuz.
30 Mart 2011 23:26
Atatürk Osmanlı hanedanı için sahte delil mi uydurmuş? Yalan mı söylemiş? Haydi oradan. Elmalarla armutları karşılaştırmaya devam.
Bahane bahane bahane …
İsmail Beşikçi ayrı bir konu. Yazısını okudum. Yazdıklarını tamamına katılmıyorum, ancak bunları söyleme hakkının sonuna kadar arkasındayım. İmzamı da atarım.
Bu sayfaya destek istediğine göre sen de “fikirlerin yasaklanmadığı bir ülkede” yaşamak istiyorsun. Ancak nedense insanların işlemedikleri suçlardan dolayı tutuklanmalarına seyirci kalıyorsun. Her ikisinin yolunun da
hukuktan geçtiğinin farkında değil misin? Hem generallerin, hem kürtlerin, hem de cemaatin eşit hukuka tabi olması, kimsenin askerlere veya cemaate veya kürtlere dokunduğu için korkmaması değil mi önemli olan?
30 Mart 2011 23:56
Nutuk’u okuyun, Osmanlı hanedanı ve birlikte milli mücadeleyi yaptığı önemli paşalar hakkında neler söylediğini görürsünüz.
Osmanlı hanedanı gönderilirken delil uydurmaya da gerek görmediler, direk yargısız infaz yaptılar. 5-10 yaşındaki çocuk için zaten ne delil uydurulabilir ki?
01 Nisan 2011 17:19
5-10 yasindaki cocuk da nerden cikti arkadasim? Nerenden uyduruyorsun bunlari? Yazdiklarin arasinda tutarsizliklar var.. Klavyeye dokunmadan once bir kere daha dusun bence yazmak istediklerini.
30 Mart 2011 23:46
Inanilmaz bir mantik. Uzun zamandir bu kadar fasizan bir sey duymamistim.
Neyse en azindan durust. Zekamizla dalga gecmiyor.
Herkes (asker, turbanli, kurt, gazeteci) icin adalet demek bu kadar mi zor? Ayrica PKK’li birinin aleyhine komplo kurulup islemedigi bir suctan cezalandiriliyorsa benim vicdanim sizlar. Adalet boyle istedigimiz ucundan esnetebilecegimiz bir sey degildir ki.
Senin bu mantigini isletirsek askerin de hic kabahati olamaz. Onlar da sonucta “bu murtecilerle boyle ugrasilir” diye hareket ettiler o zaman. Kendilerine gore haklilardi o zaman. Benden olmayanin basina istenildigi gibi corap orulebilir mantigi nedir ya? Hangi yuzyilda yasiyoruz.
31 Mart 2011 00:14
Herkese adalet demek kolay. Buyurun diyorum, ne oldu? Oldu mu herkese adalet?
Fiili bir durum var, gelip köyümü yakan, dükkanımı bombalayan ve hukuk dediğiniz nane tarafından değil cezalandırılmak taltif edilen bir kurum var. Siz de tutmuşsunuz sanki Türkiye’de değil İsviçre’de yaşıyormuşuz gibi hukukun üstünlüğünden bahsediyorsunuz. İnsaf yahu.
Eli silahlı bir adam gece kapınıza dayandıysa önce onu bertaraf edersiniz beyler, hukuk filan düşünmezsiniz hiç kusura bakmayın.
31 Mart 2011 00:46
Eli silahlı adam kapına dayanırsa onu bertaraf edersin. Eğer sırf ona benziyor diye başkalarına da saldırmaya başlarsan başkaları da sana bertaraf edilecek kişi olarak bakmaya başlarlar. Seninle aynı mantığı kullanarak onlar da kendilerini haklı çıkartırlar o zaman.
Dönüp dolaşıp aynı göze göz, dişe diş intikam çığlıklarını adalet diye yutturmaya çalışıyorsun. Gözün o kadar dönmüş ki, Osmanlı yönetimini veya yabancı devletlerin mandasını, hatta belki cemaatin emrine girmeyi bile bağımsız bir devlette kurallar ve kanunlar çerçevesinde mücadele vermeye, herkes için eşitlik ve adalet istemeye tercih ediyorsun. Bu şekilde içinden çıkamayacağın bir döngüde olduğunun farkında değilsin.
31 Mart 2011 01:06
Gidip askeri lojmanların kapısına dayanıp sen gel sen kal diyecek halim yok. Kapıma kurum olarak dayanan özgürlüklerimin elimden alan ordu ve onun zihniyeti.
İşte o yüzden ordunun kurum olarak yıpratılmasından, şükür ki “Türkiye’nin en güvenilir kurumu” geyiklerinin bir nihayet bulmasından memnuniyet duyuyorum. Bu Türkiye için bir kazanım.
Tabii ki elimde mucizevi bir imkan olsa kuruyu yaşı ayırt etmek isterdim. Böyle bir imkanım yok malesef ve kendimi korumak adına bana kurum olarak saldıranlara birileri saldırıp yıptatınca memnun oluyorum. Bir elin parmaklarını geçeceğini sanmam ama yazık tabii suçsuz yere içeri atılanlar varsa.
Dikkat ettiniz mi Ergenekon ve benzeri davalar başlayalı beri siyasi bir tane bile cinayet olmadı. Az kazanım mı bu?
31 Mart 2011 01:27
Kuruyu ve yaşı ayırdetme imkanın her zaman olmuyor. Balyoz davasında ise bu imkan var. Bu blog sana bu imkanı sağlıyor.
Sen ise “askerler yargılansın da nasıl yargılanırsa yargılansın” şarkısını söylemeye devam ediyorsun. Ondan sonra da şaşırıyorsun “neden kimse benim haklı davamı desteklemiyor” diye.
Bu arada, siyasal cinayetler kahraman ve tepki yaratıyor. Çamur atmak ve tutuklu olarak içeriye atıp seslerini kesmek, onlara karşı çıkanları da tehdit etmek çok daha etkili bir yöntem. Belirsizlik ve şüphe ile korkuyu çok daha uzun süre canlı tutabilirsin. Sanırım Ergenekon davası ile bunu görüp uygulamaya başladı derin devlet v2.0. Cinayetlere gerek kalmadı yani.
31 Mart 2011 09:35
Sayın Akay,
Vahdettin konusunda sonuç bölümünü doğru aktarmışsınız, ancak nedense gelişme bölümünü aktarma ihtiyacı duymamışsınız. Bahsedilen padişah ve hanedan, kendisinin saltanatı devam etmesi uğruna, ülkeyi kendi elleriyle düşmana paylaştırmış bir hanedan. Sizin mantığınıza göre, bu insan sırf yönetimde diye vatanın istilasına kimsenin ses çıkarmaması mı gerekmekteydi?
Neyseki sizin gibi düşünmeyen Atatürk ve silah arkadaşları, vatanın özgürlüğü için halkın desteğiyle yola çıktılar. Bunlar olurken Vahdettin tabi ki yine sadece seyretmiyordu, yapılmaya çalışılan suikast tertipleri, kongre yerlerinin tespiti ve katılanların susturulması için İngiliz destekli yapılan çalışmalar, daha niceleri. Sonuçta Atatürk’ün yaptığı vatana açıkça ihaneti ortada olan Vahdettin ve hanedanın asılması, soyunun kazınması mı oldu? Hayır, Vahdettin ve hanedanını zaten ait oldukları yere gönderdi.
Bir yandan halkınıza özgürlük nutukları atıyorsunuz, bir yandan dış güçlere karşı özgürlük mücadelesi verdiği için Atatürk’ü kötülüyorsunuz. Kürt halkının bağımsızlığını yazan yazılar için destek istiyorsunuz, ama geçmişte bu bağımsızlık mücadelenizde size en büyük çelmeyi takan Fransa’nın, simdi bölgede etkisi olmadığı için sizin vasıtanızla belki yeniden bir şeyler olur umuduyla verdiği destekte, koşar adım eteklerine sarılıyorsunuz. İçinizde bulunan yaman çelişkiyi betimleyemiyorum. Özgürlük mücadelenizde her yolun mübah olduğunu düşünüyorsunuz, kimin kanı dökülür, hangi halklar telef olur, kimlerin bağımsızlığı bu uğurda yok olur zerre kadar önemsemiyorsunuz. Bunu yaparken haklı olarak şikayet ettiğiniz zulm edenden daha korkunç bir canavar haline geliyorsunuz, buna gerekçe olarakta bana bir yapıldıysa benim bin yapma hakkım vardır diyorsunuz. Bini yaptığınızın o biri yapanla aynı kişiler olmamasının, hiç bir alakalarının olmamasının hiç bir önemi yok sizin için, çünkü aslında ‘bir yapana bin yaparım’ yalnızca kandırmacanız sizin. Esas amacınız istediğinizi elde etmek, her neye mal olacaksa olsun.
Neden PKK’nın da bölge halkına en az TSK kadar zarar verdiğini söylemiyorsunuz? Neden TSK’nın öldürdüğü kadar Kürt’ü PKK’nın da öldürdüğünden bahsetmiyorsunuz? TSK’nın yaktığı köyleri anlatıyorsunuz, peki PKK’nın yaktıklarına ne diyorsunuz? Bu anlamda PKK özgürlük militanı olurken, TSK neden bebek katili oluyor sizin için?
Sayın Akay, burada yazdıklarımın büyük bir kısmı direkt size hitaben değil, karşıma bu hususla ilgili gelen argümanlara, muhattap olduğunu düşündüğüm ideolojilere karşı. Konuyla ilgili paylaşmak istediğiniz düşünceleriniz olursa okumaktan büyük memnuniyet duyacağım.
Her ne kadar tekrar bu konu ile ilgili yazmayacağımı söylesem de affınıza sığınarak bir defaya mahsus bir istisna yapmak zorunda hissettim kendimi, zira bazı konuların tek bir bakış açısından yansıtılmasının inandığım düşünce özgürlüğüne aykırı olduğu kanaatindeyim. Tüm blog okuyucularından, bu sefer her ne olursa olsun bu konu ile alakalı tek istisna olacağının sözünü verebileceğim yazım için özür diliyorum.
31 Mart 2011 08:58
Sayın Akay,
Bu konudan haberdar olmamı sağladığınız için teşekkür ederim. Her ne kadar Sayın Beşikçi’nin belirttiği düşüncelerine genel olarak katılmasam da düşünce özgürlüğü adına hiç tereddüt etmeden yazısının altına ben de imzamı attım. Biz söylediğimiz gibi adalet ve hukukun peşindeyiz sayın Akay, tarafların kim olduğu bizim için önemli değil.
30 Mart 2011 23:59
Hangi yuzyilda yasiyoruz [ccgursel]
Kimin Adaleti Bu ? diye sorulduğunda, (…)çağın şartlarına göre öyle bir hukuk uygulanıyor(…) deniyorsa ortaçağda yaşıyoruz demektir…
31 Mart 2011 00:10
Halil Ata Aşçı kardeş bi ortaçağ tutturdun ha boyuna onu yazıyorsun. Ortaçağı da bu kadar yorma. Öğretmen filan mısın sorması ayıp? Kendini bu kadar tekrar etmen bana ortaokul ve lisedeki inkılap tarihi öğretmenlerini hatırlattı. Ne sıkıcı adamlardı yav.
31 Mart 2011 00:07
Size şöyle bir soru yönelteyim, yürürlükteki hukuka göre Kenan Evren ve 12 Eylül darbecileri yargılanamıyor. Bunların elini kolunu sallayarak gezmesi mi iyi yoksa savcının biri çıkıp evrensel hukuk ve insan haklarının kanunların üzerinde olduğuna dayandırarak bir yorum getirip bunlar hakkında bir tutuklama müzekkeresi hazırlasa mı iyi? O zaman ne olur biliyor musunuz, hukuk ayaklar altına alındı diye birileri bol bol bağırır.
Sacit Kayasu vardı Adana savcısı hatırlar mısınız? (dediğimi yaptı) O mu makbul adam yoksa onu meslekten atanlar mı?
Fiili bir durum var ortada, yangın vaaaaar, cinayetler var, darbe teşebbüsleri var, bütün bunlara boğazına kadar batmış eli silahlı bir güç var. Ve bu gücün kendine göre yazdığı kanunlar çerçevesinde yargılanabileceğini düşünüyorsunuz ha? Bu imkansızdır beyler, ortada bir savaş var ve ben bu savaşta askerden taraf olmaktansa herkesten taraf olurum. Tarafsız da kalamam zira tanklar gelir beni ezer.
31 Mart 2011 00:13
Kafa bulmaya başladı…
31 Mart 2011 00:15
Ortaçağ demeyi unutmuşsun Halil Ata Aşçı. Ortaçağ desen hele 7. yüzyıl filan diye de vurgulasan yorumun çok daha oturaklı olurdu. Dostlar alışverişte görürdü.
31 Mart 2011 00:18
7.yüzyıl, ortaçağ, 21.yüzyıl öğrenmeye başladın…Haydi hayırlısı…
31 Mart 2011 10:14
Sayın Akay,
12 Eylül referandumu öncesi bu yargılamanın sözünü veren iktidar değil miydi? Bu iktidar değil mi her türlü anayasayı, kanunu değiştirebilen? Peki ne engel oluyor sizce iktidara 12 Eylül darbecilerini yargılamasında, üstelik referandumda oy avcılığı için verdiği sözlere rağmen sorarım size – yoksa üç harfliler mi? yok yok o bildiğimiz değil, ülke olan.
Kayasu zamanında askeri vesayet vardı üstü kapatıldı diyelim, şimdi ne engelliyor hukuk adamlarını? Ne olur bu devirde tanklar diyip zekamızla alay etmeyin.
Ortada bir gerçek var sayın Akay, siz ne kadar kör kalmak isteseniz de bu konuya yapılan yargılamaların yangınlarla, cinayetlerle, darbe teşebbüsleriyle alakası yok. Askerler, Emniyet Müdürleri, Mitçiler, Avukatlar, Doktorlar, Oda Başkanları, İş Adamları, Sendikacılar, Bilim Adamları, Savcılar, Hakimler, Gazeteciler, Yazarlar, en son İlahiyatçılar ve kimbilir daha kimler bir araya gelmiş terör örgütü kurmuş, bunlar yangın çıkarmış, cinayet işlemiş, darbe yapmaya çalışmış, evet olabilir ancak sadece bir komedi filminde.
Ortada gerçekler var Sayın Akay, Susurluk ne oldu? 12 Eylül ne oldu? 28 Şubat ne oldu? E-muhtıra ne oldu? Hrant Dink cinayeti ne oldu, katil neden çocuk mahkemesinde oldukça rahat koşullarda yargılanıyor, katille fotoğraf çektiren, koruyan kollayanlar hakkında bir işlem başlatıldı mı? Bunlar dururken neden düzmece iddianameler, abuk subuk delillere dayanan davalar görülüyor bu ülkede?
31 Mart 2011 02:25
Merhaba, bu haberi okudunuz mu?
http://haber.gazetevatan.com/dilipakin-balyoz-isyani/368068/1/Gundem
Selamlar ve sevgiler
31 Mart 2011 23:54
Blogdaki “Kimin Adaleti Bu” başlıklı girişi okuduktan 3-4 gün sonra altında 58 yorumu görünce bende kim ne demiş diye merak ettim. Kusura bakmayın ama gördüğüm o ki, aslında “düşmanımın düşmanı dostumdur ve bu dostumun her yaptığı mübahtır” mantığında olduğunu birçok sefer kendisi dile getirmiş olan “Asker Akay”a cevap yetiştirmek ve elle tutulur açıklamalar yapmak gibi boş bir çabanın sonucuymuş bu 58 yorumun büyük bir kısmı. Bırakın allah aşkına siz cevap yazdıkça bu arkadaşta kaale alınası mantıklı bir laf ettiğini düşünüp daha bir gaza geliyor.
Bu bloğu takip edenlerin, bu ülkede nasıl zihinlerin var olduğunu görmesi açısından bu arkadaş gibileri güzel örnekler ama hakikaten kendi yazdıklarıyla birlikte 58 yorumun 48 tanesini, bu arkadaşın yazdıklarının ve ona verilen cevapların oluşturuyor olması bence çok gereksiz.
01 Nisan 2011 12:13
aynen. aynı şeyleri be yazacaktım. vazgeçtim. Karşımızda faşist bir kafa var. gerek yok üzerimize sıçratmaya. Dayandığımantık kendi içinde çelişkili. Bu bir savaştır diyor. Savaştır diyorsan savaşta kural mural olmaz. o zaman şikayet etmeyeceksin. Bizde asker olduk. güneydoğu da görev yaptık. Hiç bir şeyden haberimiz yok değil yani.
”Yalanlamak ve reddetmek için okuma!
İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma!
Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma!
Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku!”
Francis BACON
05 Nisan 2011 00:03
Sayın trekking,
Yukarda yanıt butonu yok,mecburen buraya yazıyorum.Ben de kapatalım diyorum,rahatsız oldum çünkü.Kışkırtıcı olduğunu düşündüğünüz üslubum için özür dilerim,saldırgan olduğunu salim kafayla düşününce daha rahat görüyorum.
Sizde kabul edersiniz ki insanları yaftalamak,etiketlemek doğru birşey değil.Fakat o saydığım isimler bunu çok kolay bir şekilde 300-500 sayfalık kitaplarında gönül rahatlığıyla yapıp ,ne bileyim Efendi’de, Tekeliyet’te vs yayınlıyorlar.Kızgınlığım o yüzden.Yani mesela düşünsenize birisi çıkmış adınızı soyadınızı açık açık yazarak sizi ermeni olmakla,yahudi olmakla,dönme,sabetaycı vs olmakla suçlamış(öyle bile olsa neresi suç bunun?)Birde bunun hedef gösterilme boyutu var tabii.Hayır anlamakta zorlanıyorum insan bunları niye yazar ki?
Bir de şu bozulduğunuzu yazdığınız giriş cümlesi,bloktaki tartışmaları iki boyutlu görmem.Sonuçta çok fazla boyutu yok değil mi,zaten bu lafın gelişi(girişi) olarak söylenmiş abartı sanatını barındıran bir kurguydu.Abartılı yani,yoksa provakasyon değil,yazımın ana unsurları da belli,benim fikirlerim açık ve ortada.Yanlış/doğru bana ait olanlar…
Tekrar üzdüysem özür dilerim.
Saygılar.
05 Nisan 2011 01:33
Ben de “Bakalım bu demokrat’ın altından ne çıkacak” dediğim için özür dilerim.
Faşist kelimesi aslında sevdiğim bir kelime değil. Neden derdesiniz. 12 Eylül öncesinde bilindiği üzere yüzlerce sol fraksiyon vardı. Her biri kendinden olmayan fraksiyonu “faşist” diye nitelerdi. O bakımdan bugünkü duruş ve posizyonlar itibarıyla faşist tanımlaması yapmak bana pek doğru gelmiyor.
Gerek Soner Yalçın ve gerekse Yalçın Küçük ‘ün kafayı sabeteyizm e bu kadar takmış olmasını ben de anlayamıyorum. Yani mevcut donanımları ve bilgi birikimleri ile zaten bir yerdeler. Kişinin kökenini araştırmak, deşmek bana göre değil. Ancak Kalemler ve Kılıçlar programında Yalçın Küçük’ü izlemeye başladığımda bir çok kez , “sakın yanlış anlaşılmasın. Yahudi olabilir. Dönme olabilir. Bundan dolayı suçlamıyoruz. O ayrı konu” dedi. Ama bana yine de pek doğru gelmiyor tabii. Fakat, mahkemenin bile “şeytana pabucunu ters giydirecek kıvrak bir zekaya sahip” diye karar verdiği bir adamdan bahsediyoruz. Bunun için damlaya bakarken Okyanusu kaçırmamak lazım. Adam bir derya. Canlı bir tarih. Ki ben onun Cumhuriyet tarihi ile ilgili fikirlerini de beğenmem. Turgut Özakman’ı herkes “Şu Çılgın Türkler” ve Çanakkale 1915 Diriliş” ile tanıdı. Ama daha önce yayınladığı bana göre Cumhuriyet tarihimizi anlatan başyapıt sayılacak “Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele” kitabı var. Bu kitabda Yalçın Küçük ‘ün Cumhuriyet tarihi ile ilgili öne sürdüğü tezleri belgeleriyle tek tek çürütüyordu.
Ancak yine de Yalçın Küçük deryadır bana göre.
05 Nisan 2011 10:39
Yalçın Küçük bence de fazlasıyla bilgili ve zeki, bu su götürmez bir gerçek.Ama okuduğu her şeyden bir kazanım çıkarmaya çalışan,ortalama zekaya sahip bir insan olarak ‘tekeliyet’i okuduğumda kalakaldım.Amacını çözemedim önce,benim anladığım,tahayyül ettiğim sosyalizm böyle birşey değildi.İnsanların ırk,renk,soy,ten,isim vs gibi nitelikleri ile uğraşmadığı gibi zaten kuramsal olarakta karşısındaydı.Hakikaten anlamadım neden yazılmış;bu ırk kurcalaması neden?Eğer konu ülkemin geleceği için bir tehlike boyutlarına varmışsa ,kitap böyle havanda su dövmek yerine daha başka şeyler barındırmalıydı bence.İtiraf edeyim kapıldım bir an,insanoğlunun merak özelliği işte ‘Bülbülderesi’ mezarlığına bile gittim ,yerinde görmek için.Orası için söyledikleri doğru mesela..Ama sonuçta kitapta mizah dergilerine konu olacak veriler de var ,kendisini bu duruma düşürmemeliydi bence…
05 Nisan 2011 12:31
Cemre hava ve suya düşerken gördüm. Ama toprağa düşerken görmedim. Merak içindeyim. Gören var mı ?
01 Nisan 2011 02:00
Asker Akay ismiyle yazan kişiye şunu sormak isterim.Pkk nın öldürdüğü Edirneli bayan öğretmen ve babası darbecimiy di? Kime ne zararları vardı.Babası kızını ziyarete gelmişti.Öldürüldükleri zaman küçük piknik tüpünde biber kızartıyorlardı.Mütevazi bir eğitim emekçisi yemeği.Öğretmen genç kızın eşyaları arasında bulunan Orhan Veli’nin şiir kitabı içinden kurutulmuş kır çiçekleri çıktı.Hem kızını hem de eşini kabeden Edirne’deki anne aklını yitirdi.Sadece öğretmenlere değil kendi halkına da kurşun sıkanlara özgürlük savaşçısı,gerilla gibi isimler takmakla sevimli gösterme çabalarınız çok komik olmuş.Allaha çok şükür ki bütün kürt halkı sizin gibi düşünmüyor.
01 Nisan 2011 09:35
Şemdinli’liyim diyor. Pkk özgürlük savaşçısı diyor. Adım asker Akay diyor.
yazarken de Kürt vatandaşımın uslubuyla değil Samanyolu TV dolduruşuyla yazıyor.
Belli ki Kürt vatandaşımın kılığığna girmiş imamın askeri. Her zaman yaptıkları gibi yedirmeye çalışıyor…
01 Nisan 2011 15:16
Halil Ata Aşçı, büyük yeteneklerinle hemen olayı keşfettin. Ne kadar berrar bir zihnin var senin, herşeyi hemen görüveriyorsun. Biraz daha kafayı çalıştırıp senden Erke dönergeci ayarında buluşlar bekliyorum. Petrol için filan batıya muhtaç olmaktan kurtar bizi.
01 Nisan 2011 15:53
fmerakli?
03 Nisan 2011 08:49
Harbi fmerakliyi ozledik 🙂 Nerde acaba?
05 Nisan 2011 11:21
Can bey, ihtimal, demokrat, henuz karsilikli yazisma firsatini bulamadigimiz Asker Akay, diger bir ihtimal ve yazdiklarinda dolayli ya da dolaysiz olarak bana gonderme yapanlar…
Buradayim, hemen hemen yazilanlarin tamamini okumaya gayret ediyorum. Soyleyecek de cok sey birikti, katildigim workshop sonrasi bir arastirma projesi hazirligina gomulmus durumdayim, onumuzdeki hafta teslim edecegiz. Oturup bir sey yazmaya vakit bulamadim. Bir yandan da ogrencilerin kagitlarini okuyorum, ama bir haftaya tempom olagana duzeyine dusecek, tartismalara kaldigim yerden donecegim…
06 Nisan 2011 00:48
Erke dönergeci bahsi geçince fmerakli’nın kulağını çınlatmıştım. Benim de projelerim yoğun çok fazla yorum yazamıyorum bu aralar.
Bir de YGS işi çıktı şimdi. Hiçbir güvenlik problemini çözmeyen sadece fazladan şaibe yaratacak kişiye özel kitapçık uygulamasını protesto etmekle meşgulüm.
Milyonlarca öğrenciyi ilgilendiren bir konuda bu kadar köklü bir değişikliğin üzerinde düşünmeden gerçekleştirilmesi, pedagojik, ve teknik yan etkileri olup olmadığının bile dikkate alınmaması beni çok rahatsız ediyor. Kasıtlı bir şifre olsun olmasın bu uygulamayı kim yapsa aynı şiddetle karşı çıkardım. Malum medya (selam demokrat 🙂 ) bu konuda da körleri ve sağırları oynuyor. Hayret, askerler de yok işin içinde halbuki. Öğrencileri de sevmiyorlar anlaşılan.
Herkes kafasına göre sorgulamadan yan etkilerini düşünmeden iş yapıyor. Hesap verme mekanizmaları ise sistematik bir biçimde devre dışı bırakılıyor. Evet, arada bazı iyi şeyler ortaya çıkıyor belki, ancak yan etkiler genelde faydadan çok zarar veriyor. Bu mantığı yargıda, emniyette uygularsanız Balyoz, Ergenekon çıkıyor ortaya. Eğitimde uygularsanız YGS skandalı patlıyor.
Daha önce de belirttiğim gibi bence buradaki asıl çatışma bilimsel düşünce ile biat kültürü arasında. Düşünmeden tartmadan, evrensel kurallara ve tecrübelere bakmadan sadece “ben yaptım oldu” mantığı ile hareket eden, kendi başına düşünüp sorgulayamayan bu zihniyetin karşısındayım.
Saygılarımla …
06 Nisan 2011 13:06
selam,
Göndermenizi aldım,kısa bir selam göndereyim bari.
Bu çeşit çok katılımlı sınavlarda kişiye özel uygulamaların yapılabilmesi için sınavı yapan kurumun el-emin yani fazlasıyla güvenilir olması gerekir ki mevzubahis kurum güvenilirlik konusunda(bunu yalnızca birtakım çevrelerce etki altına alınmıştır anlamında kullanmıyorum,bence ek olarak ,gelişen teknoloji ve ülkedeki hack kültürünün ileri bir safhaya gelmesi, artı yeni neslin kopya konusundaki maharetleri anlamında söylüyorum)daha önceki uygulamalarında sınıfta kalmıştır.
Bence şifre vs olmasa bile en azından çocukların psikolojik sağlığı açısından sınav geçerli sayılmamalıdır.
Benim naçizane fikrim üniversite sınavlarının tümden iptal edilmesi,seçim ve elenme evrelerinin çocuklar üniversiteye yazıldıktan sonra uygulamaya konmasıdır.
Selamlar.
01 Nisan 2011 15:52
VV’nin ve diğer okuyucuların affına sığınarak yine konu dışına taşacağım.
Ben de Asker Akay’ın yukarıda (12 numaralı yorumun altında) yaptığı “Asker gider AKP diktası gelir teorisini ciddiye almıyorum. Bu millet salak mı da böyle bir tehlikeyi görmüyor gidip yüzde elliye yakın oy veriyor?” yorumuna bayılmıştım . Oransal olarak “azınlıkta” kalan bir grubu temsil edip, “fazla oy alan haklıdır/düdüğü çalar” tadında yorum yapması müthiş bir çelişki.
06 Nisan 2011 00:10
Her halkın kendi kaderini tayin hakkı vardır. Kürt halkı da, büyük Türk ulusunun emperyalizmle mücadelesinde onunla aynı safta yer alırsa kendi kaderini tayin hakkını kullanmış olur. Lenin’in sözlerinin bu şekilde yorumlanması gerekir. Eğer güneydoğudaki kürt kökenli vatandaşlarımız amerika güdümündeki pkk, cemaat vb. karanlık odakların amaçlarına hizmet ederek özgür olacaklarını zannediyorlarsa, büyük yanılgı içerisindeler demektir.
06 Nisan 2011 16:21
Cok yogunum son gunlerde ama yukaridaki yoruma iki kelam cevap yazmazsam icim rahat etmeyecek, zira bugune kadar bu forumda katilmadigim, yanlis oldugunu dusundugum, itiraz ettigim yorumlar yazildi, fikirler dile getirilde ama bu kadar absurd bir yorum daha onceden yazilmis miydi diye hafizami yokluyorum, baska bir yorum aklima gelmiyor…
Her halkin kendi kaderini tayin hakki vardir deyip, Kurt halkinin kaderini de “Turk ulusunun emparyalizmle mucadelesinde onunla ayni safta” yer almak biciminde Kurtler adina belirlemek, kusura bakmayin ama absurd otesi bir girisim. Biraksaydiniz da kendileri belirleseydi keske, ayrica belki Kurtler “Kurt ulusunun emparyalizmle mucadelesinde” kendi olusturduklari safta yer alacaklar, niye Turk ulusunun yaptigi mucadelenin tarafinda yer almak durumunda olsunlar ki?
Madem her halkin kendi kaderini tayin hakki vardir, Kurt halki ya da Turkiye Kurtleri uluslararasi hukukun kendilerine verdigi bu hakki (zamaninda Kibris Turklerinin KKTC’yi kurarken yaptiklari gibi) kullanmak isteler ve Turkiye Kurdistan’inda bagimsizliklarini ilan etmek icin girisimde bulunsalar, sahip olduklari bir hakki yasama gecirdikleri icin eminim buyuk bir saygiyla karsilarsiniz.
Ama fazla telaslanmayin, boyle bir sey olmaz, olmayacak. Zira pratikte uluslarin kendi kaderini tayin haklari falan da yoktur. 1779 Amerikan Bagimsizlik Bildirgesinden beri dolasimda olan bu kavram, ulus-devlet sisteminde toprak butunlugune saygiyi kurumsallastiran 1815 Viyana Kongresi ile zaten koturum kaldi. Sizin atifta bulundugunuz Lenin’in halklarin kendi kaderini tayin hakki ile ilgili 1914 tarihli makalesi de kucuk capli etkiler yaratmis olsa da (ornegin Bolseviklerin Ekim devriminden hemen sonra Finlandiya’nin bagimsizligini tanimasi gibi) o donem Avrupasin’da siyasi haritanin yeniden cizildigi 1919 Paris Konferansi’na Lenin makalesi ya da yine uluslarin kendi kaderini tayin hakkina gonderme yapan Wilson ilkeleri gibi idealler degil realist yaklasimlar damgasini vurdu. Ornegin Amerikali zencilerin, Katalanlarin, Makedonlarin, Bohemyalilarin ya da Guney Irlandali’larin Paris surecine katilmalarinin yolu kolayca kapatiliverdi. 2. Dunya Savasi sonrasinda kurulan Birlesmis Milletler sistemi de pratik anlamda bir degisiklik getirmedi, zira Churchill BM sisteminde vurgu yapilan kendi kaderini tayin hakkinin somurge halklarini kapsamadigini, Nazi isgaline ugramis halklar icin uygulanacagini ‘nazik’ bir dille hatirlatma ihtiyaci duymustu, ki zaten oyle de oldu. BM sistemi baglaminda hakkin kullanimi kendi kendini yonetmeye (self-government) indirgenirken toprak butunlugune saygi hala ana unsur olarak devam etti. Dekolonizasyon sureci de bir seyi degistirmedi, zira 1960 tarihli somurgelere bagimsizlik verilmesine iliskin BM kararinda bir ulkenin toprak butunlugunun bozulmasinin BM ilkeleri ile bagdasmadigi somurge halklarina hatirlatilmisti. Yani hakkin ayriligi da icerecek sekilde butun olasiliklari kapsayan sekilde tek tarafli deklarasyon seklinde uygulanmasinin onu kapatilmis, tabir-i caizse kole efendinin eline, insafina teslim edilmisti. Bu kosullar icerisinde dekolonizasyon sureci yasandiktan sonra 1970’lerde BM’nin artan bir sekilde halklarin kendi kaderini tayin hakkina vurgu yapmasi ise soguk savas doneminde dogu blogu ulkelerini hedef alan stratejik bir hamleden ote bir anlam tasimadi.
Sonucta pratik anlamda halklarin kendi kaderlerini tayin etme hakki falan yoktur, bugun uluslararasi hukukun isleyisi icerisinde hala insiyatif o halklarin yasadigi ulus-devletlerin kaderine teslim edilmis durumdadir, zira toprak butunlugu hala ana eksen olmayi surdurmektedir. Ornegin 1993 Dunya Insan Haklari Viyana Bildirgesi’nde halkin kendi kaderini tayin hakkinin “o toprakta yaşayan tüm halkı herhangi bir fark gözetmeksizin temsil eden bir yönetime sahip bulunan egemen ve bağımsız devletlerin ülkesel bütünlüğünü ya da siyasal birliğini tam olarak veya kısmen ortadan kaldırabilecek veya tehlikeye sokabilecek herhangi bir eyleme izin veya teşvik sağlamak” bicimde yorumlanamayacagi acikca ifade edilmistir.
Tabii pratik anlamda halklarin kendi kaderini tayin hakkinin aslinda var olmamasi, Kurt halkinin kaderini Turklerin tayin etmesi ve bunu da Turklerin emperyalizmle mucadelesinde ayni safta yer almak olarak belirlenmesindeki absurdlugu ortadan kaldirmiyor… Ama yine de yigidi oldurup hakkini vermek lazim; yillarca ayri bir halk olduklari sistematik inkara ugrayan, dilleri yasaklanan, kulturleri baski altinda tutulan, onyillardir bu topraklarda “yasamakta olduklarini” kanitlamaya ugrasan Kurtlerin bir “halk” oldugunun kabul edilmesi onemli bir sey, varsin onlarin kaderini de biz tayin etmis olalim. Kurtlerin kaderini, Turklerin emperyalizmle mucadelesinde Turklere hizmet seklinde tanimlamayi da o kadar kusur kadi kizinda da olur deyip hosgormek lazim belki de…
06 Nisan 2011 17:24
Sayın fmerakli, yorumu anlamadığınız için absürd demenizi çok normal karşılıyorum, siz bence en iyisi ses kaydı sızdıran haber sitelerini takip etmeye devam edin, orada yazılanları şıp diye anlayıp servis etmeyi çok iyi beceriyorsunuz.
Size uzun uzun cevap vermek istemiyorum çünkü yazınızın her kelimesinden cehalet fışkırıyor, en başta “kürt ulusu” demeniz bile kavramlara ne kadar uzak olduğunuzun bir kanıtı.
Ben kısaca şunu demek istiyorum: kürt halkı istediği kararı alabilir, istediği tarafta yer almayı seçebilir; ancak bu karar Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanmasına ve ulus bütünlüğünün bozulmasına yol açacak bir kararsa kürt halkı emperyalizme hizmet etmiş olur. Dolayısıyla emperyal güçlerin hizmetinde sürdürülen bir bağımsızlık da asla gerçek bir bağımsızlık değildir.
Türkiye Cumhuriyeti ise hiç bir emperyal güce boyun eğmemesi gereken tam bağımsız bir devlettir. Bu ülkenin bütün vatandaşlarının da başta eğitim ve sağlık haklarını; ırktan, dilden, dinden, mezhepten vs bağımsız olarak eşit koşullar altında alma hakları vardır. Bunlar anayasada kabul edilmiş ve değiştirilemez ilkelerdir. Biz kürt halkını da her zaman kabul ettik, onları gerçek bağımsızlığa kavuşturacak toprak reformunun yapılması için de daima çaba sarf ettik. Türklere hizmet diye bir şey hiç bir zaman söylemedim, o sizin çarpık zihniyetinizin bir ürünü.
06 Nisan 2011 17:53
Bana cahil diyorsunuz ama gonlunuz rahat olsun. Turklerin Kurt halkini her zaman kabul ettiklerini, Kurtlerin Turkler ile esit haklara ornegin egitim hakkina sahip olduklarini soyleyen birinin beni cahillikle itham etmesi benim de ancak icimi rahatlatir. Madem Kurtler esit hakka sahip, var misiniz Kurtlere ilkokuldan universiteye kadar Turkce’nin de resmi dil olarak ogretildigi bir sistem icinde uygulanmak uzere anadilde egitim hakkini verelim, ben varim…
Turkler Kurt halkini hep kabul etmisti diyorsunuz. Tabii haklisiniz, Kurt diye ayri bir halk oldugunu inkar eden, onlarin karda yururken ayaklarindan kart kurt sesi cikan Dag Turkleri oldugunu soyleyenler de biz degil emperyal guclerdi, onlarin “carpik zihniyetinin urunu” idi tum o safsatalar…
07 Nisan 2011 09:23
Sayın fmerakli,
Cevaben yazdığınız yorum ve önerdiğiniz çözüm önerisi o kadar ezbere ve klişe ki, hayatınızda hiç güneydoğuya gitmediğiniz kanısı bende kuvvetle oluşmakla birlikte, bir an için Nazlı Ilıcak veya Engin Ardıç’ı okuyorum sandım. Yazılı basında bu “kart kurt” laflarını, “aa kürt dedi buna da şükür” tepkilerini vs o kadar çok okuduk ki artık bunların bir slogan halini aldığını görmek çok güç değil. Sizin akademisyenliğiniz ve şüpheciliğiniz de buraya kadar işte. Aktifhaber.com gibi içeriği şaibeli bir sitede yayınlanan ses kayıtlarını anında getirip burada servis etmenizden, bana cevaben kürt halkının sorunlarıyla ilgili son derece klişe yorumlar yazmanızdan da bu sitede sadece propaganda yapmak üzere bulunduğunuz çok açık şekilde anlaşılıyor. Zaten ne hikmetse bir ihtimal çıkıyor, cevabını alıp susunca hemen siz ortaya çıkıp bu propagandanın bayrak yarışına devam ediyorsunuz.
Şimdi çıkıp yine “bana yafta yapıştırmayın, ben şöyle çalışma yaptım böyle akademisyen oldum” vs gibi cevaplar yazacaksanız da hiç zahmet etmeyin, onları da çok okuduk. Bugünkü ÖSYM başkanı ne kadar Prof. Dr. ise sizin akademisyenliğiniz de o kadar akademisyenlik benim gözümde…
Kürtleri sistematik bir şekilde dışlamaya çalışan ve Diyarbakır cezaevinde yapılan işkencelerle ortaya bir terör örgütü çıkarmayı başaran 12 Eylül darbesi ile “Our Boys Did It” sözü arasında bir bağlantı kuracak kadar olayları yorumlama kabiliyetine eriştiğiniz zaman bu konuları tekrar konuşalım sizinle.
07 Nisan 2011 13:35
Kilisenin, ezberin dik alasi olan Turkler ve Kurtler esit haklara sahiptir martavalini okurken sorun yok, birisi cikip madem esit haklara sahipler birakalim anadilde egitim almalarinin onundeki engeller kaldirilsin demek klise imis. Yumurtaya can veren Allah, sen nelere kadirsin diyesi geliyor insanin.
Bu arada 12 Eylul darbesinde Amerika’nin rolu ile ilgili olarak bu blogta 24 Subat 2011 tarihli blog girisinin altinda su satirlari yazmisim, bilginize…
“Darbenin arkasinda bir faktor olarak dis mihraklar var idiyse, ki muhakkak vardir, ordunun sartlarin olgunlasmasini bekleyerek onlarin ekmegine yag surdugunu soylemek de mumkun, ki 12 Eylul darbesinin Amerika’nin icazeti alinarak yapildigi da bir sir degil. Merak eden Henry Kissenger’in anilarini okusun!”