Balyoz Davası 13. Celse Duruşma Tutanağı – 10 Şubat 2011

14 Mart 2011

Duruşmalar, GENEL

13. Celse duruşma tutanağını okumak için buraya tıklayın.

Avukat Cengiz Erdoğan:

“ (…) Çünkü biz şaşırma hakkımızı daha önce kullandık Sayın Başkanım, değerli üyeler, şöyle kullandık. Efendim huzurda okunan 6 Ocak 2011 tarihinde başlayan ve 9 Ocak 2011 tarihinde biten iddianamede sayın cumhuriyet savcıları aynen şöyle diyorlar. Yine bir kısım kişiler hakkında yapılan değerlendirme ve verilerle ilgili olarak ilgili kurumlara suç konusu planların gerçeklik ve doğruluk derecesini tespit etmek ve delil toplamak amacıyla bir kısım yazılar yazılıp bu kişilerin suç tarihinde görevde olup olmadıkları sorulmuştur. Bu yazılarımıza askeri makamlardan, idari makamlardan, bakanlıklardan, üniversitelerden ve çeşitli kuruluşlardan gelen yazı cevapları değerlendirmeyle ilgili olarak gelen yazı cevapları DG1000-6 numarası verilerek 6 klasöre konmuş ve bu klasörler adli emanete alınmıştır. Yani dosyadan ayrılmıştır demektir. Bizim de içinde bulunduğumuz bir kısım sanık müdafileri tarafından yapılan ısrarlı talepler sonucu 6 klasöre ulaşıp da incelediğimizde biz zaten şaşkınlığımızı yaşamıştık. Şöyle sayın heyetin değerli üyeleri, birkaç örnek vermek istiyorum. Onlarca örnek var da ben fazla zamanınızı almamak için birkaç tane vurucu örnekten bahsedeceğim. Açıklamaya çalışacağım. Örneğin savcılar Havelsan’a bir yazı yazmışlar. 357 kişilik listeyi göndererek belirtilen kişilerin 2002-2003’te yani plan seminerinin yapıldığı tarihlerde çalışıp çalışmadıklarını sormuşlardır. Bu aynen ek klasör numara 7 dizi numara 99’da yer almıştır. Havelsan’ın da 22 Mart 2010 tarihli cevabi yazısında bu yazıda adli emanette klasör numarası 2 dizi numarası 61-75 Havelsan’da çalışıyor görünenlerden 115 kişinin 2002-2003 yıllarında Havelsan’da çalışmadığını belirten bir cevap vermişlerdir. Sayın Başkanım, değerli üyeler yani bu çalışanların üçte biri iddia edildiği gibi listelerde gösterildiği gibi Havelsan’da hiç çalışmamıştır. Ancak bizi şaşırtan konu şu, sayın cumhuriyet savcıları aynen iddianamede şu şekilde geçiyorlar bu olayı. İlgili kurumlarla yapılan yazışma neticesinde belgede ismi yer alan şahısların belirtilen yerlerde görevli oldukları anlaşılmıştır şeklinde. Şimdi Sayın Başkanım, değerli üyeler. Biz bu davaya müdahil olayından önce bu kadar kadük eksik ve hukuki mesnetlerden yoksun hazırlanan bir iddianame tartışmak zorundayız. Bu bağlamda bir örnek daha vermek istiyorum çok kısa. Yine güya balyozcuların Bursa’da el koyacağı 4X4 araçlar listesi var. Ek klasör numara 58 dizi numarası 533-536 ancak bu listenin 11. sırasında bulunan 16 BER 33 sayılı araç gelen cevaba göre trafik müdürlüğünden 13 Nisan 2006 tarihinde Bursa’nın trafik kayıtlarına geçtiğini belirtiyor. Yani bu belgeler 2002-2003 yılında bu liste hazırlandıysa ve 2003 yılında kapatıldıysa Mart ayında 2006 yılındaki bir araç nasıl yer alabiliyor bu şeyde bu ilginç olanda bu CD 11. CD. Daha zannediyorum meslektaşlarım sorgulama safhasında savunma safhasında yüzlerce örnek çıkaracaklardır. Biz sadece basit bir örnek veriyoruz. Ve işin daha da ilginç olan tarafı bütün bu cevaplar iddianamenin hazırlanmasından önce savcıların eline geçiyor, cumhuriyet savcılarının. Şimdi burada aklımıza şöyle bir soru geliyor Sayın Başkanım, değerli üyeler, sayın cumhuriyet savcılarının yazdıkları yazılara gelen cevabi yazılardaki uyumsuzluklar, çelişkiler, zaman ve mekan yanlışlıkları sanıklar lehine olarak CMK’mızın 170/5 maddesi uyarınca iddianamesi yer alması gerekirken neden yer almamıştır. Daha da trajik olanı sayın cumhuriyet savcıları ilgili kurumlardan gelen cevapları örtbas ederek veya görmezden gelerek iddianameye neden sanıkların aleyhine olarak geçirmişlerdir. Sayın cumhuriyet savcılarının bu davranışlarının 2709 sayılı anayasamızın 2. maddesindeki açık ve net değişilmez bir şekilde vurgulanan hukuk devletinde bir hukuk görüşü ve anlayışına sığdıramıyoruz.”

 

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

11 Yorum “Balyoz Davası 13. Celse Duruşma Tutanağı – 10 Şubat 2011”

  1. Halil Ata AŞÇI Says:

    İki kere İnşallah !

    Bulunan deliller sanık avukatlarından kaçırılmaz da Türk adaletine güven kaybolmaz,inşallah…
    [Yorum husamcakar — 13 Mart 2011 17:48]

    Cevapla

  2. Solmaz Türk Says:

    HUKUKU GUGUK ETTİLER.ARTIK ZANLILARDAN DELİL KAÇIRIYOR,ADLİ EMANETE SAKLIYORLAR.

    Cevapla

    • fenerant Says:

      Eskiden sanıklar ve şüpheliler; aleyhine olan delilleri gizler veya saklardı.
      Ya şimdi. CUMHURİYET savcılarımız sanık lehine olan delilleri gizliyor.
      Sanıklar ve şüpheliler lehindeki delillerin gizlendiği demokratik(!) yönetim şekline “İleri demokrasi” yargılama hukukuna ise “Adalet ve Kalkınma Hukuku” (AK Hukuk ) denir.

      Cevapla

  3. Elçiye Zevalolmaz Says:

    Komutan eşinin emriyle, Paşalar altın gününde!

    14.03.2011

    Balyoz Darbe Planı hazırlığı sırasında 1’inci Ordu Komutanlığı’ndaki üst düzey subayların altın günleri için olağanüstü çalıştığı anlaşıldı.

    FOTO GALERİ
    Paşalar altın gününde!

    Daha fazla foto galeri için TIKLAYIN !

    Balyoz sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın 1. Ordu Komutanlığı yaptığı dönemde eşi Nilgün Doğan’ın düzenlediği “altın günü” için karargâhtaki kurmay albayların seferber olduğu ortaya çıktı. 1. Ordu Komutanlığı kurmay heyetinin altın günüyle ilgili olarak Karargâh İçi Mütalaa Kağıdı (KİMK) ve Mesaj Formu bile hazırladığı belirlendi. Çok önemli askeri konularda karargâh çalışması şeklinde hazırlanan Mütalaa Kağıtları ve Mesaj Formları’nın Nilgün Doğan’ın altın günü için kullanılması dikkat çekti. Mesaj Formu’yla altın gününün dönemin parasıyla 15 milyon liralık “karidesli” mönüsü de hanımefendilere bildirilirken, komutanlık konutunda gerçekleştirilecek altın gününe katılacak personel eşlerine gidiş ve dönüş için servis aracı planlaması da yapıldı.

    Tanyeri imzalı form

    Nilgün Doğan’ın altın günü girişiminin ilk olarak 8 Ocak 2002’de Protokol Subayı olan Öğretmen Binbaşı Saadettin Budak’ın hazırlayıp 1. Ordu Komutanlığı Genel Sekreteri Kurmay Kıdemli Albay Süha Tanyeri’nin imzasının yer aldığı Mütalaa Kağıdı ile duyurulduğu görülüyor.

    Harekât Başkanlığı’na yazılan ve 1. Ordu Komutanlığı’na bağlı 35 birime çekilen dört maddeden oluşan Mütalaa Kağıdı’nda altın günüyle ilgili program hakkında ilginç bilgiler yer alıyor.

    “Sayın Or. K. Eşi Bn. Nilgün Doğan, Or. Kh. ve Orduevleri’nde görev yapan Albay ve Yarbay eşlerini aşağıda belirtilen tarihlerde 5 grup halinde Or. K’lığı konutunda kabul edecektir” denilen emirde, birinci grubun kabul tarihinin 9 Ocak 2002 Çarşamba olduğu belirtilerek, talebin ivediliği nedeniyle katılacakların telefonla tespit edildiği vurgulanıyor.

    Altın günü emri şöyle devam ediyor:

    Gidiş-dönüş için servisle

    “Konuyla ilgili olarak yapılacak çalışmalara esas olmak üzere Alb.ve Yb. rürtesindeki personel eşlerinin kabule hangi tarihlerde katılabileceğini (alternatifli olarak) belirten çizelgeler aşağıdaki formata uygun olarak 10 Ocak 2002 Perşembe günü mesai saati bitimine kadar Genel Sekreterliğe gönderecektir. Genel Sekreterlikçe talep edilen tarihler, konutun kapasitesi, lojman durumları göz önünde bulundurularak yapılacak planlama ilgili personele duyurulacaktır. Kh. Grp. K.lığınca söz konusu günlerde bayanların konuta gidiş ve dönüşlerini sağlamak üzere Genel Sekreterlikle koordineli olarak araç planlaması yapılacaktır.”

    Tanyeri imzalı Mütalaa Kağıdı’nda altın gününe katılacak personel eşleri için belirlenen 5 tarihten en az ikisini tercih etmeleri istenirken, birimlerin göndereceği listelerin nasıl hazırlanacağı da bir örnekle gösterildi.

    Volovan Karidesli mönü

    Nilgün Doğan’ın 4 Haziran 2002’de düzenlendiği altın günü organizasyonu için hazırlanan Mesaj Formu’nda ise 1. Ordu Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Nejat Müldür’ün imzası bulunuyor. Altın gününe kimlerin eşinin katılacağı tek tek belirtilirken, ayrıca yemek mönüsü de katılacaklara bildiriliyor. Altın Günü mönüsünde “Zeytinyağlı enginar, Volovan Karidesli, mevsim salata, çupra ızgara, dondurmalı çilek” yer alırken, yemek ücretinin dönemin parasıyla 15 milyon lira olduğu aktarılıyor. Emirde yemeğe katılmak isteyen hanımefendilerin yemek ücretlerini ve LCV’lerini 31 Mayıs 2002 tarihine kadar Protokol Şube Müdürlüğü’ne göndermeleri isteniyor.

    Konu: Paralı Gün Faaliyeti

    Tanyeri’nin ardından Genel Sekreterlik görevine getirildiği anlaşılan Albay Baki Erdoğan’ın 26 Eylül 2002 tarihli Mütalaa Kağıdı’nda da başka bir altın gününe ilişkin emirlere yer veriliyor.

    “Hanımefendilerin Paralı Gün Faaliyeti” konulu Mütalaa Kağıdı’nda, Nilgün Doğan’ın Ordu Karargâhı’nda görevli general, subay, astsubay, uzman personel ve sivil memur eşleri ile altın günü icra edilmesinin planlandığı belirtiliyor. “Planlama çeyrek altın, yarım altın ve yaka iğnesi olarak yapılacaktır” denilen altın günü emrinde, “Arzu eden hanımefendiler altına veya yaka iğnesine katılabilecekleri gibi arzu ettikleri takdirde her ikisine de katılabileceklerdir. Yaka iğnesi ücreti dolar olarak aylık taksitlerle toplanacaktır” şeklinde ifadeler yer alıyor.

    Mütalaa Kağıdı’nda altın listesi

    Ayrıca emirde, hanımefendilerin altın günü öğle yemeklerine altın olarak katılabilecekleri gibi altın almaksızın da yalnızca öğle yemeğine iştirak edebilecekleri belirtiliyor. Bayan subaylar ve sivil memurelerin de altın günü organizasyonuna katılabileceğini aktarıldığı emirde, istekli personelin kimliklerinin, yarım ve çeyrek altın, yaka iğnesi ya da altınsız katılacakların 7 Ekim 2002 tarihine kadar Genel Sekreterliğe bildirilmesi isteniyor. Altın günü organizasyonlarını yapmakla yetinmeyen kurmay heyetinin altın gününde hangi subay eşlerinin ne kadar altın verdileri de Mütalaa Kağıtları’nda listeledikleri görülüyor.

    Cevapla

  4. Elçiye Zevalolmaz Says:

    Antisemitlik iyi bir şewy midier kötü mü? Peki bu ülkede antisemitik mihraklar listesinde Soner Yalçın ve Oda-TV nerededir?

    Oda_tv’den yüklü para karşılığı yazma teklifi alan Sevan Nişanyan’a sorarsanız epey yükseklerde. “onun fikri yanlış” dereseniz Soner’in kitapları, yazılarına müracaat.
    ***************
    Nişanyan’ın sözleri:

    Samanyolu Haber Tv’de yayınlanan “Medyada Bugün” programına konuk olan Sevan Nişanyan çarpıcı açıklamalarda bulundu. “Oda TV’nin içyüzü konusunda ben biraz bilgi sahibiyim.” diyen Nişanyan şunları dile getirdi: ” Oda TV’den çeşitli hanım gazeteciler beni de çeşitli vesilelerle ziyaret ettiler. Evimde ziyaret ettiler. Bana ne kadar hayran olduklarını benle çok yakından görüşmek istediklerini defalarca ifade ettiler. Oda TV’den bana Oda TV’ye yazı yazmam için teklif geldi. Bunun çok şaşırtıcı olduğunu, çünkü Oda TV’nin temsil ettiği değerlere taban tabana zıt değerler savunduğumu kendilerine hatırlattığımda bunun hiç sorun olmadığını gerekirse bana ciddi miktarda paralar ödeyeceklerini bana söylediler. ‘Gidiniz işinize’ demek zorunda kaldım. Her iki sundukları havuç da son derece cazip olmasına rağmen… Dolayısıyla ben Oda TV’nin herhangi bir anlamda bir gazetecilik faaliyeti olduğu kanısında değilim. Oda TV adı verilen şey bir istihbarat operasyonudur. Bir psikolojik operasyon aracı olarak gündeme gelmiştir. Bunun ne kadarı Soner Yalçın ve çevresinin amatör çalışmasıdır, ne kadarı belirli mihraklar tarafından yönlendirilmektedir. Bu konuda somut bilgi sahibi olmadan konuşmak doğru olmaz. Edindiğimim izlenim, Oda TV’nin ciddi para tarafından desteklenen ciddi teknolojik olanaklarla desteklenen bir operasyon olduğu şeklindeydi. Dolayısıyla burada gazetecilerin fikirlerinden ötürü cezalandırılması hadisesinin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. Soner Yalçın kitaplarıyla Türkiye’de şaşılacak bir antisemitik bir düşmanlık hareketinin de önderi olarak da gündeme geldi. Kamuoyunda birtakım düşmanca gündemler yaratma hareketinin kilit bir insanı olarak gündeme geldi. Burada başka bir şeyin örtülmesi olayı var. Temiz insanlar değil bunlar.”

    Cevapla

  5. Halil Ata AŞÇI Says:

    Tam isabet !

    Sevan Nişanyan demiş ki “Temiz insanlar değil bunlar”.Kavanoza koyduğu dışkısını eşinin üzerine atan, söylemişse doğrudur. Kılavuz uzman…

    Cevapla

  6. Solmaz Türk Says:

    Burayı cemaatin yayın organına çevirdiler.Sanki okuyanlar etkilenip de fikirlerini değiştireceklermiş gibi.Saman kağıdı gazetelerinden ve yalanyolu tv lerinden alıntılarla akılları sıra kafa karıştıracaklar.Bu blogu takip edenlerin zekalarıyla alay etmektir bu.

    Cevapla

    • Halil Ata AŞÇI Says:

      Çok memnunum !

      Önceden Samanyolu TV’yi seyrederdim, Cemaat Silivri’nin neresinde diye. Şimdi seyretmeme gerek kalmadı. Yazıyorlar, okuyorum. Aydınlanıyorum.
      Keşke yazdıklarını herkes okuyabilse de Cemaatin nasıl faso-fiso üzerine kurulduğunu anlasa …

      Cevapla

  7. Hüsamettin Çetinceviz Says:

    Fetocular iyice sıkıştılar ki, Nişanyan’dan bile medet umar hale geldiler.

    Cevapla

  8. drunkenknight Says:

    Sayın Başbakan,

    8 Mart 2011 Salı günü partinizin grup toplantısında yaptığınız konuşmayı Silivri 1 No’lu Cezaevi F-3 alt koğuşu 3 No’lu hücremde hüzünlenerek izledim.

    Konuşmanızın önemli bir bölümünü tutuklanan gazetecilere ayırdınız. Özel bir hesap yapmışsınız, tutuklu gazeteci sayısını 27 olarak çıkartmışsınız. “Suçlarını” da tek tek dökmüşsünüz. Hükümeti devirmeye girişmekten terör örgütüyle ilişki kurmaya kadar her türlü suçu sayıp eklediniz:

    “Onlar gazetecilik yaptıkları için değil, bu suçlar nedeniyle içerdeler.”

    Bu sözleriniz ne adalete ne siyasete ne de vicdana sığar.

    Eğer iddianame metinlerinde yazılı olan suçlamalar doğrudan insanlara yaftalanacaksa siz şiir okuduğunuz için yargılanmadınız. 1998 yılında sizin için hazırlanan iddianamede suçunuz şöyle yazılmıştı:

    “Halkı din ve ırk farklılığı gözeterek açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmek.”

    12 Aralık 1997’de Siirt’te yaptığınız konuşmadan sonra açılan davada, bu suçu işlediğiniz için 10 ay hapis cezasına çarptırıldınız. Siz hüküm giydiğiniz halde bu suçu asla kabul etmediniz, bugün de “Şiir okuduğum için yargılandım” demektesiniz.

    Biz ise daha hüküm giymemişken nasıl milletin kürsüsünde bizi mahkûm edersiniz?

    Ergenekon savcısı değilim diyorsunuz ama bu tutumunuz savcılığı da geçti, doğrudan hüküm vericisi noktasına çıkmış bulunmaktasınız.

    ***

    Sayın Başbakan,

    Ergenekon savcıları hazırladıkları iddianamenin benimle ilgili bölümünde şöyle diyorlar:

    “Mustafa Balbay gazetecilik faaliyetlerini yürütürken İlhan Selçuk’un Ankara’daki temaslarını da düzenleyerek terör örgütü içinde özel konumu olan faaliyetlerde bulunmuştur. Yaptığı haberlerle de kaos ortamı yaratılmasına katkıda bulunmuştur…”

    Bu ve benzeri cümleler dışında benimle ilgili başka bir şey yok. Bir gazetenin başyazarı Ankara’ya geldiğinde her kesimle görüşür, Ankara temsilcisi de ona eşlik eder. Bundan suç üretiliyor. Bir gazeteci yaptığı haberin doğruluğuna-yanlışlığına bakar, kimin işine yarar-yaramaz o başka bir durumdur.

    Ergenekon savcıları bile benim gazeteci olduğumu, bu mesleği icra ederken aynı zamanda terör örgütü üyeliği de yaptığımı iddia ediyor. Yani terör suçunu gazetecilikle birlikte işlediğimi öne sürüyor. Böylece ortaya gazeteci-yazardan sonra gazeteci-terörist gibi kabul edilemez bir durum çıkıyor.

    Örneği vermemin nedeni şu: Ergenekon savcıları bile bana karşı sizden daha insaflı. Günün birinde size karşı Ergenekon savcılarına sığınacağım hiç aklıma gelmezdi.

    Bu durumda sormak isterim:

    Bizim yaptığımız gazetecilik değilse, sizin gazetecilik tarifiniz nedir?

    İktidarın her attığı adıma reform deyip övmek mi?

    İktidarın istikrarı bozulmasın diye tüm olası alternatifleri ortadan kaldırmak için seferber olmak mı?

    İletişim fakültelerinde “haber” kavramının en acımasız tarifi şudur:

    “Yazı işleri müdürünün haber dediği şeye haber denir.”

    İleri demokrasiyle bu kavramı da ilerlettik.

    “Başbakan’ın haber dediği şeye haber denir.”

    ***

    Sayın Başbakan,

    Son dönemde sıkça saray açıyorsunuz. Adalet sarayı.

    Adalet, saray açmakla dağıtılmaz.

    Sizin Siirt konuşmanızın ardından soruşturma, dava, karar, Yargıtay tüm evreleriniz 10 ay sürdü. Biz yıllardır yargılama bekliyoruz. O gün sizin yanınıza 200 kişi daha koysalardı, 50 ayrı suçtan. Yargılanmanız kaç yıl sürerdi? Bir kişi 10 ay ettiğine göre 201 kişi 2010 (iki bin on) ay! Yani 167 yıl!

    Bir de cezaevi koşulları var ki… Siz 4 aylık hapiste cezaevini kendiniz seçtiniz, koğuşunuza halı döşettiniz, toplantı odası yaptırdınız, beyaz eşya dahil dışarıdan istediğiniz eşyayı getirttiniz ve 30 bin ziyaretçi kabul ettiniz.

    Bu mektubu hücrede tek başıma yazıyorum…

    Cumhuriyetin 100. yılına talipsiniz.

    10. yılda yurdumuz demir ağlarla örülmüştü…

    Siz 100. yıla demir parmaklıklar örerek gitmektesiniz.

    (Cumhuriyet Gazetesi – 14.03.2011)

    Cevapla

  9. drunkenknight Says:

    “Ulusal Medya 2010”-1
    Seçimlere giderken, iktidar ve ortakları ağlarını bu kez OdaTV üzerinden örüyor. OdaTV, iktidar yandaşlarının sürdürdükleri büyük nefret ve “yamuk gazetecilik” yayınlarına karşı “çelişkileri” gören, ifşa eden ve analiz eden bir yayın politikasına sahipti. Hukuki yanlışlıkları, kasıtlı medya yargılamalarını ele alıyordu.. Yandaş medyadan kişiler, bazen aşırı kaçan bu polemiklerden fazlasıyla nasibini alıyordu..
    Polemiklerinin sertliğini tartışabilirsiniz, ama Türkiye’de iktidarın neden olduğu derin yarılma ortamını düşünün; Ergenekon yargılamalarındaki büyük hukuksuzluklara çanak tutan, herkesi suçlu ilan eden büyük medya propaganda makinesini düşünün… OdaTV’den sürdürülen polemik, bunların yanında zemzemle yıkanmış kalır!
    OdaTV’ye en büyük suçlama, anladığım kadarıyla, bilgisayarlarında bulunan Ulusal Medya 2010 isimli 11 sayfalık “belge”. Belgenin tamamını okumadım. Ama ne zararı var? Bir takım yandaş gazeteci ve köşe yazarlarının ellerine tutuşturuldu, onlar da köşelerinde ve çıkartıldıkları TV’lerde ellerinde sallayarak, okuyarak veya yazarak, “önemli” yerlerini açıkladılar.
    Metindeki şu “amaç”a bakın, başlı başına bir komedi: “Ergenekon ve benzeri siyasal komplo/ ihanet davalarının sonucunda tutuklananların serbest kalmaları ve şerefli Türk ordusuna, devrimci aydınlarına, ulusalcı kalemlerine ve siyasetçilerine, başta cemaat ve AKP yandaşları olmak üzere, komplo kuranların cezalandırılmaları için çıkarılacak ihanet-i vataniye kanunu kapsamında yargılanmalarının sağlanması amacıyla, ulusal medya üzerine düşen görevlerin, belirlenmesi gerekmektedir.”
    Nazlı Ilıcak, örneğin bu “amacı” şöyle özetliyor: 1) Ergenekon davalarının inanılırlığını zedelemek. 2) Şüphelilerin serbest kalmasını sağlamak. 3) Cemaat ve AKP taraftarları da dahil, soruşturmayı yürüten kişilerin vatana ihanet kapsamında yargılanması için kamuoyu oluşturmak.
    Ilıcak, bu çıkarsamanın bütün ülkeyi suçlu durumuna düşüreceğini, muhalefeti cehenneme havaale ettiğini göremeyecek kadar akla sahip değil mi?

    “Belge”de “Strateji” şöyleymiş: “Yürütülmekte olan operasyonların siyasal olduğu, AKP ve cemaatin, cumhuriyet ilke ve devrimlerine karşı rövanşist düşüncelerle giriştiği sivil/faşist bir hareket ve diktatörlüğe uzanan yeşil bir devrim olduğu anlatılmalıdır…. AKP ve cemaate karşı ulusal medya topyekûn harekete geçirilmeli ve komploları boşa çıkaracak propaganda ve kara propaganda unsurları etkili bir şekilde kullanılmalıdır. Kemalist ideolojiye karşı yürütülen savaşa destek veren medya organlarına, yandaş medya damgası vurulmalıdır…. Başlatılan yargı sürecinde, karşı tarafın elde ettiği delillerin boşa çıkarılması ve değersizleştirilmesi adına savunma makamlarının geliştirdiği argümanlar kullanılmalıdır…” 

    ***
    1) Metin, “Ergenekon Terör Örgütü”nun dışarıda varlığını sürdürdüğünü “belgelemek” niyetindedir!
    2) Bu belge ve içindeki ifadeler, tamamen uydurulmuş kokmaktadır! “Karşı taraf”ın, “onlar yazsa yazsa böyle yazar” mantığıyla kaleme alınmıştır ve pek çok yerde sırıtmaktadır. “Rövanşist”, “yeşil devrim” vb.. Böyle bir örgütün dışarıda varlığına inansak bile, böyle bir “metni” kaleme alması komiktir! Içeride “elemanları” yargılanırken ve hepsi böyle bir örgütün olmadığını savunurken, “örgütün” 11 sayfalık metni dağıtması (şimdilik sadece bir yerde bulundu, ama başka yerlerde de ‘bulunması’ beklenmeli!), zırvalıktır! Böyle bir “gizli örgüt”, böyle bir aptallığı yapmaz.. Diyelim ki, bu örgüt “yaşıyor”, “bu talimatlarını” olsa olsa sözlü olarak iletir!!!
    3) OdaTV gibi bir muhalif yayıncılık, gerçek olduğunu bir an kabul etsek bile, böyle bir “metni” bilgisayarlarında tutmaz. Soner Yalçın ve arkadaşları “vaaay bu sevgili örgütümüzden geldi, kutsal bir metindir, ona dokunamayız..” diyerek mi bilgisayarlarında bunu sakladılar! Ey yandaş medya komik olmayın, veya başkalarını aptal yerine, kendinizi de aptalın aptalı yerine koyarak, bu metni savunmayın!
    4) Metin, aslında, Silivri/ Ergenekon tutuklama, yargılama, belgeler vs konularındaki tüm hukuksuzlukların, tutarsızlıkların ve falsoların deşifre olmasına karşı hazırlanan büyük bir savunma operasyonudur! Yargılamalar ve tutukluluk halleri, dünyada da tepki çekmeye başlamıştır! Sanki hukuksuzluklar yoktur, sanki belge sahtekarlıkları yoktur, sanki hukuksuzluklara yöneltilen eleştirilerin hiç biri doğru değildir! Veee, bütün bunlar aslında ve sadece, “dışarıdaki Ergenekon örgüt”ünün, “kara/gri” propagandalarının sonucudur!..
    5) Bu metnin en büyük zaafı, uydurukluğunun en büyük kanıtı da, bu geri zekalı mantıktır. Metin, öylesine uçuyor ki, sanıkların savunmalarını, savunma gerekçelerini, iddianame veya suçlamalardaki hukuksuzlukları ve yanlışlıkları bile “ergenekon örgütü”nun kara propagandası olarak, medyaya talimatı olarak nitelemektedir!!!
    6) Dedik ki metin, bir savunma operasyonudur. Tabii, bir iktidar için, en büyük savunma saldırıdır!
    ***
    Öyle bir metin kaleme aldılar ki, Ergenekon ve diğer açılan davalar konusunda, hiç kimse bir savunma yapamaz… Savunmaları medyaya taşıyanlar, davada hukuksuzlukları yazanlar, tutuklulukların haksız sürdürüldüğünü ileri sürenler, yargıyı, savcılığı, cemaati, polisi, iktidarı eleştirenler.. hepsi..
    …ama hepsi “bu metin gereğince”, Ergenekon Terör Örgütünün kara/gri propagandası, emir ve talimatları doğrultusunda hareket ediyor..
    …Ve hepsi suç işliyor, örgüt üyesidir ve tutuklanmalıdır! Bu köşe dahil!
    Nitekim, kızıl/gri/kara/sarı saçlılar, TV ve köşelerinde, muhalifleri, ETÖ’nün psikolojik harekatını sürdürmekle suçluyor! Düşünüyorum da, acaba bu metni, onlar mı yazdı! Bu kadar güçlü savunmaları, bu kuşkuları akla getiriyor!
    Çeşitli açılardan metin, bir özgürlük ve hukuk düşmanı gücün, Türkiye’yi karanlığa sürüklemek amacıyla karşı karşıya olduğumuzun kanıtıdır!

    (Orhan BURSALI – Cumhuriyet Gazetesi…14.03.2011)

    Cevapla

Elçiye Zevalolmaz için bir cevap yazın Cevabı iptal et