Gazetelerde 2003’deki plan seminerinde senaryonun dışına çıkılıp, gerçek kişilerin adlarının kullandığı, bunun da altında Başbuğ’un imzası bulunan bir belgede saptandığı yazıldı. Akabinde, TSK bu haberi “gerçeği yansıtmıyor” diyerek kısa bir açıklama ile yalanladı.
İsterdik ki TSK yaptığı açıklamalarda kafalarda sorular bırakacak bir muğlaklık kullanmak yerine, bildiklerini tum detaylarıyla kamuyla paylaşsın. Eğer plan seminerinde gerçekten senaryonun dışına çıkıldığına dair bir belge yoksa açıkça söylensin. Eğer varsa o da söylensin, gerçek şahıslarını ismi geçmişse, bu kınansın, ‘yapılmaması gerekirdi’ densin.
Ancak böyle bir şey olmuşsa dahi, bunun bir darbe provası teşkil ettiği ya da Balyoz planlarında tarif edilen aktivitelerin doğrulandığı şeklinde yorumlanamayacağı da ortaya konsun.
Burada dikkatimizi çeken başka önemli bir nokta var. Ortada—olduğu şekliyle ya da çarpıtılarak aktarılan—bir belge varsa, bu belge bir şekilde savcılıktan gazetecilere sızdırılmıştır. Hatırlayalım ki, Balyoz iddialariyla ilgili belgeler savcılar ve mahkeme tarafından “gizli” kabul ediliyor ve soruşturmaya engel teşkil etmemesi nedeniyle şüphelilere dahi gösterilmiyor, verilmiyor.
O halde bu belgenin (bundan evel sızdırılan belgelerde olduğu gibi) bir gazeteciye verilmiş olması bir suçtur.
İşlenen bir suçun üstüne savcıların soruşturma açması, bu sızmaların kaynağını araştırması gerekir. Bu yapılmıyor.
Nedenini anlamak için çok fazla kafa yormaya gerek yok. Bilgi kirliliği yaratarak, yargı önünde kazanamayacakları bir davayı kamuoyu önünde, medyayı kullanarak sürdürebilmek.
08 Nisan 2010
GENEL