Aşağıdaki yazı bir okurdan geldi; aynen yayımlıyoruz.
***
Türkiye’nin, “derin devlet” olarak anılan, seçilmiş hükümetin kamuya açık iradesi dışında hukuk üstü ve hukuk dışı faaliyetlerde bulunan yapının hem eskisi, hem de güvenlik bürokrasisi içinde örgütlendiği öne sürülen yenisi ile hesaplaşması elzemdir. Bu yapının; Türkiye’nin bu “derin” geçmişle, bunun dışında da askeri vesayetle ve terörle hesaplaşıyor görünümü altında Ergenekon, Balyoz ve KCK davaları gibi davaları araçsallaştırdığı, gerçekleri ortaya çıkarmak yerine, başlangıçta bu davalara verilen desteği kendi amaçları doğrultusunda kullandığı bugün Demokrat Yargı adlı hukukçulardan meydana gelen oluşumun kurucu, başkan ve mensupları Hakim Faruk Özsu ve Orhan Gazi Ertekin dahil, bir çok kesim tarafından dile getirilmektedir. [1]
Bu ölçüde de daha önce yapılan ve bugün gerçekleri yansıtmadığı ortaya konmuş olan ve kimilerince haklı olarak “bavul gazeteciliği” diye adlandırılan ve kamuyu yanlış bilgilendiren haberler aracılığıyla almış olduğu toplumsal desteği ve güveni, tutarsızlıkların ve hukuksuzlukların birbir ortaya konmaya başlanmasıyla kaybederek, ortaya koyduğu çeşitli hukuk cinayetleri görüntüsü ile Türkiye’nin aslında geçmişiyle hesaplaşabilmesine en büyük zararı, bu davalar ve bu davalara damgasını vuran yapı vermiştir. En başta bir çok kesim, özellikle Ergenekon ve Balyoz davalarındaki sorunları görmek istemedi, zira bu onlar için tarihi bir anı simgeliyordu. Bu psikolojiyi anlamak mümkün; sonuçta bu davaların tarihi bir fırsat olarak algılanması için çok sebep var.
Bu, ne yazık ki bu kişilerin desteğiyle hukuk çöküntüsü yaşatılan davaların var olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İsmi telaffuz edilmeden ya da edilerek cemaat veya cemaate yakın olarak anılan bu yapının arkasında olduğu öne sürülen bu davalar ve usülsüzlükleri göz önüne alındığında, Hakim Faruk Özsu’nun başka bir konudaki yazısında da dile getirdiği gibi, “görünen” ile “gerçeğin” birbirinden ayrılmasına bugün belki de her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Bu güven erozyonunun ardından, Seferberlik Tetkik Kurulu’na dair gazetelerde çıkan haberler, acaba nihayet, geçmişle ve hukuk üstü yapıların en azından eskisiyle hesaplaşılabilecek mi sorusu açıdan büyük değer taşıyor.
Bu bağlamda “gerçeklerin” bir an önce netleşmesi ve gerçekleri öğrenmek, öldürülenlerin, haksız yere hapis yatanların, bunca zamandır gerçekleri öğrenmek için bekleyen herkesin, yani hepimizin hakkı. Ne yazık ki, Mehmet Baransu’nun “Kaynaklarım Genelkurmay’ın Göbeğinden” başlıklı yazısıyla birlikte, bazı haber başlıkları ile manşetler, Seferberlik Tetkik Kurulu’yla ilgili MİT raporuyla bir şeylerin aydınlanabileceğine dair yeşeriveren ümide temkinle yaklaşılması gerektiğini düşündürtmektedir. Baransu’nun zaten bir çok yerde dile getirilen ve en hafif deyimiyle şaibeli olarak nitelendirilebilecek “gazeteciliği” ve kendisi gibi düşünmeyenlere davranma sicili ve güvenirliğinin iflas ettiği göz önünde bulundurulursa, başka sebep aramaya gerek yok diye düşünülebilir; ancak var.
Birçok yerde Seferberlik Tetkik Kurulu/Özel Harp ile ilgili doğrudan ihbar mektuplarından söz edilse de, dikkatle okuduğumuzda bunların; 2007-2008 döneminde, yani tam da “onurlu subay” diye tanımlanan ve arkasından büyük hukuk çöküntülerine vesile olmuş, başka türlü kanıtlanamayacak iddiaların yer aldığı ama yine de büyük davaları açmak için temel alınmakta hiçbir mahsur görülmemiş anonim mektupların gönderildiği, ve yine tam da güvenlik bürokrasisi içinde yapılanmış grubun faaliyete geçtiği öne sürülen dönemle örtüşen zaman diliminde MİT’e yollandığı iddia edilen imzasız mektuplardan oluşmuş bir materyelden bahsedildiğini görüyoruz. [2] Sırf bu bile ne yazık ki bir durup iki kere düşünmeye sebep oluyor artık. Bunun dışında da haber başlıklarına geçen bombalama iddiaları var, ki bu maalesef bir déjà vu hissi uyandırıyor, birebir Balyoz’u hatırlatıyor:
Balyoz davasına “delil” teşkil eden ve sahte olduğu ispatlanmış CD’den çıkan cami bombalama ve kendi jetimizi düşürme iddiası şöyle veriliyordu, neredeyse tam da üç sene önce, 2O Ocak 2010 tarihli Taraf’ta:
“Fatih Camii bombalanacaktı: 2003 Tarihli Çarşaf ve Sakal kodlu eylem planlarına gore, darbe ortamı yaratmak amacıyla Fatih ve Beyazıt camiilerinde cuma günü bombalı saldırı düzenlenecekti.”
“Kendi jetimizi düşürecektik”
Bu da, şimdi, Seferberlik Tetkik Kurulu ile ilgili imzasız ihbar mektuplarından alınarak yazılmış bir haber:
“Boğaz köprüleri bombalanacak.”
Burada da tıpkı üç sene evvel Balyoz’daki sahte CD’lerdeki uydurma olduğu anlaşılan evraklardaki gibi yine kaos çıkarmak için yapılacak eylemlerden dem vurulmakta ve mesela Alevi ve Sünniler arasında kargaşa çıkarmaktan söz edilmekte. (Elbette bu biraz da ilginç, çünkü Alevi ve Sünniler arasında sürtüşme yaratan sebep arıyorsanız, bunun için hükümetin bizzat kendi politikalarına bakmak yeterli). Ancak bundan öte, Baransu’nun da yeniden bu ‘ihbar’ mektuplarına dört elle sarılarak Balyoz’daki güncelleme masallarını ısıtıp ortaya sürdüğünü görüyoruz. Bu da apaçık çökmüş bir dava olarak yargının da çöktüğü sinyallerini veren Balyoz’u beyhude kurtarma çabalarından başka bir şey değildir.
Maalesef geçmişte yaşananlar bize bazı şeyleri iki kere düşündürtüyor. Balyoz’da sahte delilleri hazırlayan çetenin bulunmasının gerekliliğinin de altı bir kez daha çizilmiş oluyor. Şöyle ki,
– Eğer MİT’e giden mektuplar da daha önceki imzasız ihbar mektupları gibi şaibeli kaynaklardan gittiyse ve gerçekler çarpıtılıyorsa, bu araştırılmalıdır. “Görünen” ile “gerçek” bir mi değil mi, kesin emin olunmalıdır.
– Bu bağlamda, kozmik odada daha sonradan savcılar tarafından beş gün boyunca araştırma yapılırken, veya öncesinde, sonradan Balyoz’daki gibi gerçek belgelerle harmanlanarak sahte belgeler düzenlenmesine meydan verici bir belge çalma veya “sehven” sahte belge koyma olasılığına karşı bütün tedbirlerin alınmış olduğuna emin olunmalıdır. Bu özellikle önemli, zira bir soruşturmanın itibarı açısından, sahih belge olmazsa Balyoz’daki gibi emsallerin durumu ortadadır.
– Bunun için bu belgelere çok dikkatle yaklaşılmalı, soruşturma üzerine en ufak bir tereddüt, en ufak bir gölge düşmemesi için ancak “görünen” ile “gerçeğin” aynı olduğuna emin olunan noktalar üzerine gidilmeli, en ufak bir şaibe varsa da, o zaman onun üzerine gidilmelidir.
– Bütün bu STK ile ilgili belgeler gerçek olsa dahi, bugün bu belgelere karşı bu tereddüd hissediliyorsa, bu, Balyoz’da sahte belge düzenleyen çete ile bu çetenin faaliyetlerine basın üzerinden destek veren Zaman ve Taraf gibi gazeteler ile, neredeyse sözcüleri gibi bir görüntü çizen Mehmet Baransu gibi gazeteciler ile bu çetenin faaliyetlerini incelememekte ısrar eden güvenlik bürokrasisi ve yargı mensuplarının sergiledikleri tavır yüzündendir.
Bu da, geçmişle hesaplaşma sürecine asıl kimin zarar verdiğine dair çok ciddi sorular uyandırmaktadır. Bu sebeple de Meclis’te Darbeleri Araştırma Komisyonu’na büyük bir sorumluluk düşmekte; komisyon üyeleri, “görünen” ile “gerçeğin” örtüştüğüne en ufak tereddüt bırakmayacak şekilde özenle hatadan imtina etmelilerdir.
Gerçekler araştırılsın ve bir bir ortaya çıksın. Buna yeni derin devlet denen yapı da, sahte delil üreten çete de, sahte delil üretenleri bu kadar canhıraş savunanlar da dahildir. Ancak o zaman belki gerçek olabilecek belgelere “acaba?” demekten vazgeçebiliriz.
Zira, gerçekleri bilmek hepimizin hakkı. Ancak geçmiş tecrübelere dayanarak acı bir şekilde öğrendiğimiz gibi, kullanılan kaynakların güvenirliğinin önemi bir yana, eğer bu belgeler güvenilirse de, o zaman da güvenlik bürokrasisinde kol budak saldığı öne sürülen yapının araçsallaştırmaya çalışarak sebep olabileceği bir yeni davalar-sansasyonel başlıklar-hapiste boş yere çürüyen hayatlar döngüsüne girmeden olmalı bu. Şeffaf bir şekilde. “Görünen” üzerinden gerçeklik kurmaya çalışmadan.
Bu çok önemli, çünkü daha önce bu derin devlet ile hesaplaşma adına, askeri vesayetin pasifize edilmesi adına bir çok kişi hukuksuzlukları, çelişkileri göz ardı ederek, büyük bir inançla bu davalardaki belgelerin doğru olduğunu savundu; ancak hukuksuzluklara bir kere kapı aralanınca olacaklar, gücünü pekiştirmek adına başka davalara da sıçramış görüntüsü vermektedir. Nitekim KCK, tutuklu öğrenciler, hatta futbol bile benzer uygulamaların iyice belirginleştiği bağlamlar.
Bu sebeple de herseyden önemlisi, özel harp araştırmaları dahil, davaları araçsallaştırmaya çalışacaklara meydan verilmemelidir. Resmi makamlar bunu, bu millete borçludur
[1] Bununla ilgili genel olarak, Özsu ve Ertekin’in hem Balyoz’u hem de Ergenekon ve daha genel olarak yargıyı ilgilendiren bazı örnek yazıları için buraya, buraya, buraya ve buraya tıklayabilirsiniz. Bu yapının kendi amaçları doğrultusunda hareket ettiğine dair, daha çok KCK davası kapsamındaki eleştirel örnekler için de buraya, buraya ve buraya bakabilirsiniz.
[2] Bununla ilgili bir örneğe buradan ulaşabilirsiniz.
18 Ocak 2013 19:42
Bu iş artık çığrından çıktı, 2. Abdülhamit dönemindeki istibdad dönemine dönüştü.
22 Ocak 2013 16:27
Bu kadar uzun ve karmaşık yazmanın ne anlamı var?Her şeyi okuyan ve gözleyen ben gibiler böyle bir çetenin varlığını en azından 2007’den beri biliyor.Askerler bu kadar açık bir tuzağa nasıl düştü diye merak etmeden de kendimi alamıyorum.Şudur gerçek:Cemaat denilen bir çetenin yetiştirdiği,askeri ,polisi,istihbaratçısı,gazetecisi,medya ayağı olan gazeteleri ve onların televizyonlara çıkıp beyin yıkayan yorumcuları,profesörleri,bunları fonlayan iş adamları ,milletvekilleri,yine hukuktan gizleyen veya hukuku manipüle eden hakimi savcıları var.Nihayet ki, halkın da aklı başına geliyor ve benim gibiler bu çeteden hesap sorukmasını talep ediyorlar.Şimdi merak edilen adalet mekanizması bu görünen çeteyi nereye kadar soruşturmayı erteleyebilecek?Önlerde seçimler var,ileriye de atsalar ,saklanıp görmezden de gelseler her gün bir iki kişi bilinçlenip bu çetenin soruşturulmasını isteyecek.Anlayacağınız, milletin kaç çocuk yapacağına,yiyeceği ekmeğe karışan başbakan,kaçabileceği alan yaratamayacağını ergeç anlayacak,çeteyi kollamayı,oy devşirmeyi bırakıp şu yaşadığımız 5 yıllık kirli adaletin soruşturulmasını mecburen isteyecek.Önce yakın geçmiş aydınlansın.