Emniyet görevlileri sahtecilik işaretlerini örtbas edip mahkemeyi nasıl yanıltıyor

Tüm suç unsurlarını içeren CD’ler, o dönem görevli sivil memure tarafından (diğer CD’lerden farklı olarak) tanınmamasına rağmen, Emniyet görevlileri hazırladıkları raporlarda bu bilgiyi yansıtmıyorlar. Üstelik, memurenin ifadesini suç unsuru içeren belgelerin gerçek olduğuna dair kanıt olarak gösteriyorlar.

İddianamede de belirtildiği üzere, “Balyoz” soruşturmasında suç unsuru içeren tüm belgeler, Baransu’nun bavulundan çıkan ve 11, 16 ve 17 numaraları verilen CD’ler içinde kayıtlı. (Bunlardan 11 numaralı CD bütün suç unsurlarını içerdiği için, savcılık emniyete bu CD’nin ayrıca bir incelemesini de yaptırıyor.)

Balyoz iddianamesi, sayfa 49

Bu CD’lerin hazırlanıp tek bir seferde kaydedildiği iddia edilen tarih 2003. Savcılar 1nci Ordu’da o dönem görevli sivil memurelerin ifadelerine başvuruyor ve memurelerden Melek Üçtepe’ye bavuldan çıkan 19 tane CD’yi teker teker gösteriyor.

Melek Üçtepe savcılık ifadesinde 11, 16 ve 17 numaralı CD’ler için aynen şunları söylüyor (ifadesinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz):

Melek Üçtepe'nin savcılık ifadesi, 11 no.lu CD

Melek Üçtepe'nin savcılık ifadesi, 16 no.lu CD

Melek Üçtepe'nin savcılık ifadesi, 17 no.lu CD

Melek Üçtepe’nin sahte CD’leri hatırlamasına imkan yok, zira bunlar sahte belge çetesinin üretimi. Üstelik çete, 11 ve 17 numaralı CD’lerin üzerine makina ile Süha Tanyeri’nin el yazısından karakterler de kopyalamış. Tek bir seferde kaydedilen ve sonradan içine ekleme-çıkarma yapılmadığı tespit edilen 11 no.lu CD’nin içinden de 2009’a kadar uzanan bilgiler çıkıyor.

Üçtepe, bu üç CD’nin dışında kalan 1, 2, 3, 4, 5, 6, 9, 12, 13, 14,15, 18 ve 19 nolu CD’leri net olarak hatırladığını söylüyor, 7 ve 8 numaralı CD’lerin kapaklarının onlara ait olduğunu, ancak bu ikisini hatırlamadığını belirtiyor.

Bu blogu düzenli takip edenler için buraya kadar yeni bir bilgi yok.

***

Davanın ek klasörlerini incelediğimizde görüyoruz ki, Emniyet Terörle Mücadele’den (308848 ve 257262 sicil numaralı) iki polisin hazırladığı ve çoğunlukla birebir iddianameye kopyalanan çeşitli tespit tutanaklarında Melek Üçtepe’nin savcılık ifadesi alıntılanıyor. Ama nasıl? Polisler Üçtepe’nin 11, 16 ve 17 numaralı CD’ler hakkında söylediklerini tamamen atlıyorlar. Aynı raporda Balyoz planının 11 ve 17 nolu CD’lerde kayıtlı olduğunu yazan polisler, bu CD’lerin kritik olduğunu (suç unsuru içeren bütün planların bu CD’lerde kayıtlı olduğunu) bildikleri halde,  “Şüpheli Melek Üçtepe’nin ifadesinin ilgili bölümleri” başlığı altında Üçtepe’nin ifadesinin en ilgili bölümlerini çıkartıyorlar.

Emniyet raporunun “Şüpheli Melek Üçtepe’nin ifadesinin ilgili bölümleri”ne buradan ulaşabilirsiniz (Ek klasör 23, dizin 77-79). Aşağıda sol tarafta Melek Üçtepe’nin ifadesinin bir kısmını, sağ tarafta ise bir emniyet raporunun ilgili bölümünü görüyorsunuz.

“Rapor (Balyoz Harekat Planı İle İlgili)” başlıklı bu raporun “Şüpheli Melek Üçtepe’nin ifadesinin ilgili bölümleri” bölümünün hemen ardından gelen NETİCE VE KANAAT bölümünde, polisler aynen şöyle yazıyor:

 “TÜBİTAK bilirkişi raporu ve sivil memur Sevilay ERKANI BULUT ile Melek ÜÇTEPE’nin ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde CD’lerin kozmik büroya teslim edilen ve 05-07 Mart 2003 tarihinde 1nci Ordu Komutanlığında gerçekleşen seminere ait bilgileri içerir CD’ler olduğu, ayrıca CD’lerin üzerinde herhangi bir değişikliğin olmadığı ve orijinalliklerini muhafaza ettikleri değerlendirilmektedir.”

Aynı polisler, hazırladıkları başka raporlarda da (örneğin, “TESPİT TUTANAĞI (Dijital Kullanıcı Yolları)” başlıklı raporda) aynı şeyi yapıyorlar (Ek klasör 22, dizin 96). Dolayısıyla, bu polisler, savcılar kanalıyla mahkemeye iletilen raporlarıyla hakimleri yanıltıyorlar. Buna benzer vahim bir örneği daha önce vermiş, TEM Müdürü Atayün’ün (kendi imzasını taşıyan raporda) TÜBİTAK raporunu nasıl çarpıttığını göstermiştik.

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

50 Yorum “Emniyet görevlileri sahtecilik işaretlerini örtbas edip mahkemeyi nasıl yanıltıyor”

  1. fmerakli Says:

    Dogan ve Rodrik’in yukaridaki yazisini okuyunca kendilerine hak vermemek isten bile degil, amma velakin ortada bir de diger sivil memur Sevilay Erkani Bulut’un ifadesi var. Dogan ve Rodrik Uctepe’nin savcilik ifadesine dikkat cekiyorlar, ama yine kendilerinin yukarida alintiladigi Emniyet raporunda TUBITAK raporuna ek olarak “sivil memur Sevilay ERKANI BULUT ile Melek ÜÇTEPE’nin ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde” ifadesi yer aliyor. O yuzden Emniyet raporunu elestirirken Bulut’un ifadesini de hatirlamak ve dikkate almak lazim diye dusunuyorum.

    Bulut uzerinde “Or. K.na” yazisi bulunan 11 nolu CD icin soyle diyor:

    “‘Or. K.na’ yaziili CD’yi net olarak hatirladim. Bu CD Ordu Komutanina verilmek uzere hazirlanmisti”

    Uzerinde “K. Ozel” yazan 17 nolu CD icin de su ifadeyi kullanmisti:

    “‘K.Ozel’ yazili CD’ye de hatirladim, bu CD’yi de yine komutana ozel olarak verilmek uzere hazirlamistik”

    Emniyet raporunu Uctepe’nin ve Bulut’un ifadelerini de birlikte ele alarak degerlendirmek gerekir. Iddia makami acisindan bakildiginda 11 ve 17 nolu CD’leri kendilerinin hazirladigini soyleyen kozmik odada gorevli sivil bir memurun varligi azimsanacak bir sey degildir.

    Bu tabii ki de CD’lerde yer alan ve blogda diole getirilen kimi tutarsizliklarin yargilama surecinde acikliga kavusturulmasi yonundeki gerekliligi ortadan kaldirmaz. Ama o donemde 1. Ordu’da gorev yapmis sivil bir memurun Balyoz davasina iliskin delillerin onemli bir kisminin yer aldigi 11 ve 17 nolu CD’leri kendilerinin hazirlamis oldugu seklindeki ifadesi de dava dosyasinda yerini almis durumda, bunun da onemli bir husus oldugu gozden kacmamali…

    Cevapla

    • Can Acar Says:

      Sivil memurun 2003’te ordu komutanı için üzerinde K. Özel ve Or. K. na yazılı CD ler hazırladığından süphem yok.

      Asıl soru, içerisinde balyoz dokümanları olan 11 ve 17 numaralı CD’lerin sivil memurların bahsettiği CD’ler ile aynı olup olmadığı.

      Sivil memur’un 2003’te hazırladığı CD’ye (ekleme yapılmadığı da bilindiğine göre) sonraki yıllara ait bilgiler koyması da mümkün değil.

      Sivil memurlar ifadelerinde CDleri hatırlıyor, ancak içeriklerini hatırlamıyor.

      11 ve 17 numaralı CD’lerin üzerindeki yazının imza makinesi ile atıldığına yönelik kuvvetli bulgular var.

      Bütün bunlara göre en mantıklı açıklama, sivil memurların hazırladığı CD’lerin 11 ve 17 numaralı CD’lere benzediği ancak aynı olmadığıdır.

      Kolay gelsin …

      Cevapla

    • trsaby Says:

      fmerakli,

      “Emniyet raporunu Uctepe’nin ve Bulut’un ifadelerini de birlikte ele alarak degerlendirmek gerekir. ”

      Siz iddia makamı açısından olaya bakıyor 11, 17 nolu CD lerin kozmik odada görevli memur tarafından hazırlandıklarını var sayıyor iseniz, CDlerin orijinal oldukları iddiasında olduğunuz açıktır. (Evet veya Hayır).

      Eğer sorunun cevabı Evet ise, 2003 te hazırlanan CD’lerin içinden 2009 yılına kadar uzanan bilgilerin nasıl orijinal olduklarını izah etmeniz gerekir.

      Bu güne kadar siz dahil hiç kimse, bu acaip olgulara herhangi bir cevap vermiş değil.

      İddia makamının CD lerin orjinal olduğunu ispat etmesi gerekmez mi?

      Cevapla

    • Olasılıksız Says:

      İster hatırladım desin, ister hatırlamadım desin, bir insanın 10 yıl önceki CD’nin yüzüne bakıp “evet ben bunu net olarak hatırladım” demesine şüpheyle bakılması ve ek unsurlarla desteklenmesi gerekir.

      Ben kendi hazırladığım müzik CD’lerini bile hatırlamakta güçlük çekiyorum. Hergün bir sürü yazı yazan, CD yakan kişilerin “NET” konuşması ne kadar mümkündür?

      Kaldı ki; mahkeme ifadelerinde sanıklar hep kendilerine birşeylerin “UZAKTAN ŞÖYLE BİR” gösterildiğini ifade etti. Sizil memuzların da CD’leri ellerine alıp yakından baktıkları şüpheli.

      Ayrıca CD’lei tahrif ettikten sonra orijinal CD’nin üstünde yazan yazıların bütünlüğü bozmamak için sahtesinin üstüne kopyalanmış olması da olası.

      Burada en bariz şüphe yaratan şey, sahteliği iddia edilen CD’lerin farklı marka, model olması.. Çoğumuz CD yazdırırken genellikle aynı paketten devam eder, elimizdeki CD’ler bitince başka pakete geçeriz.

      Cevapla

    • Kemal Says:

      “…Emniyet raporunu Uctepe’nin ve Bulut’un ifadelerini de birlikte ele alarak degerlendirmek gerekir…”

      Her iki ifadeyi birlikte ele alacak olursak ve tarafsız bir kolluk kuvvetiysek blog yazarlarının dikkat çektiği noktaları da rapora koyardık öyle değil mi? Tabii devletin memuru tarafsız bir kolluk kuvvetiysek…

      Öte yandan Sevgili Fmeraklı’nın dikkati çektiği Sevilay Erkani Bulut’un ifadesinin de gene sadece kendi işine gelen bir açıdan gündeme taşımış olması Batı Cephesinde değişen bir şey olmadığının göstergesi olarak mı yorumlasam bilemedim.

      Halbuki söz konusu sivil memurenin söz konusu ifadesi her ne hikmetse kendisinin ilk ifadesi beğenilmeyip ikinci ifadesinin alınması üzerine gündeme getirdiği cümleler. Fazla zamanım yok o nedenle bu konuda sizi Sedat Ergin’in konu üzerine yazmış olduğu yazıya yönlendireyim…

      http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15637593_p.asp

      Sevgiler.

      Cevapla

  2. demokrat Says:

    ”İddia makamının CD lerin orjinal olduğunu ispat etmesi gerekmez mi?”

    Gerekir tabii,bunun da çok kolay bir yolu var(sanırım).Eğer no-name yada korsan,(nerede üretildiği belli olmayan) bir cd değilse, üretici firmaya yazıp sorarsınız,bu seri nolu cd’ lerin üretim yılı kaçtır diye.Bu yapılmış mıdır bilemiyoruz,ya da yapılmamışsa eğer neden imtina edilmektedir?
    Bu arada özlemiştik fmeraklı ve diğer kardeşleri,hoşgeldiniz.

    Cevapla

    • Olasılıksız Says:

      CD’nin üretim yılı sadece 2003’den sonraysa anlam taşır.. CD’lerin sahteliğini kesin olarak ispatlamış olur.

      Ama CD’ler 2003’den önce üretilmiş olsa dahi gerçek olduklarını kanıtlamaz. Sadece CD’nin üretim tarihinin değil, içeriğinin de doğruluğunun teyid edilmesi gerekir.

      Cevapla

  3. trekking Says:

    Burada asıl önmeli olan, Emniyet raporundaki açık çarpıtmalar.Bunlara hata diyip geçemeyiz. Bariz bir yalan var o raporda. Ve maalesef bu ilk kez olmuyor. Bu tip davalarda gördük ki, Polis bu tip yalanları, çarpıtmaları çokca yapıyor. Bugüne kadar onlarca yüzlerce örnek çıktı ortaya. Bütün bunların iyi niyet taşıyarak, yetersizliklerinden olduğunu düşünecek kadar saf değilim. Bakalım Bumerang ne zaman dönüp sahte belge çetesini vuracak. Veya Vuracak mı? O da tartışılır.

    Sevilay Bulut kısmı da ilginç. Ona da daha sonra değineceğim.

    Cevapla

  4. trsaby Says:

    fmeraklı,

    emniyet-ekspertiz-raporu.pdf erişimi için tıklayın

    ya bu rapora ne diyorsunuz? 11 ve 17 No lu CD lerin üstündeki yazılar Sevilay Hn. kendi el yazısı olmadığı, fakat diğer CD ler deki yazıların ise kendisine ait olduğunun ispatı ekspertiz raporu ile onaylı.

    Peki CD lerin üstüne yazılan yazıları kime ait olması gerekir?

    Yazılar, ya komutanlara yada sivil memurlara ait olmalı. Çok basit bir araştırma ile kimin yazdığı da ortaya çıkar. Bazı CD lerin üstündeki yazılar Sevilay Hn. ait değilse 11 ve 17 deki gibi, CD lerin üstündeki yazılar kime aittir?

    CD leri yaratması muhtemel olan kişilerin yazıları, CD nin üstündeki yazılar ile eşleşmiyor ise CD lerin fabrikasyon olduğu bir başka şekilde edilmiş olur, veya CD yi yaratan ortaya çıkar.

    Cevapla

    • trsaby Says:

      Aklıma takılan diğer bir soru ?

      CD nin üstündeki yazılar kozmik oda daktilografı Sevilay Hn. ait değilse, ve Sevilay Hn. böyle bir CD nin varlığını hatırlıyorsa, mevcut CD nin fabrikasyon olduğu ve orjinal CD nin değiştirildiğinin ispatlanmış olur.

      Sanırım, CD nin üstündeki yazıların kime ait olduğunu bulmak olayı çözecektir.

      Cevapla

  5. Solmaz Türk Says:

    Belgeler gerçek olsaydı emniyet görevlilerinin sahtecilik işaretlerini örtbas edip mahkemeyi yanıltmalarına gerek kalmazdı.Bir değil,iki değil sanıkların lehine olan deliller bir çok kere mahkemeden gizlenmiş,hatta adli emanette kaybedilmiştir.

    Cevapla

    • fenerant Says:

      “Belgeler gerçek olsaydı emniyet görevlilerinin sahtecilik işaretlerini örtbas edip mahkemeyi yanıltmalarına gerek kalmazdı.”

      olay bu kadar net.

      Cevapla

  6. Elciye Zevalolmaz Says:

    Bu “halkımz” varya bu halkımız, adam olmaz abi! Baksanaa içtiğimiz Perrier ve Evian sularını borçlu olduğumuz paşalarımıza sahip çıkmadıkları gibi “peygamber ocağına” da sahip çıkmıyorlar onun yerine fino köpeklerine sahip çıkyorlar imiş:

    “Balyoz davasında savunmasını yapan emekli Albay Suat Aytın halkın, Balyoz davasına olan tavrını eleştirerek, ‘Sokak köpeklerinin haklarını savunmak için yürüyüş yaparken, peygamber ocağı ordunun itibarının zedelenmesine göz yumulmuştur. İleride halkımız bunun bedelini ödeyecektir” dedi.

    Tekbiir!!
    Allahüekberr!! Her zaman söylerim, bu memlekete şerişat gelecekse onu da Asker getrir lan diye. Bir de “cami bombalayacaklardı” yalanı yok mu? İfrit oluyorum! Başbuğ’un “Allah’ın evini bombalayacağımızı söylemek vicdansızlıktır” derkenki hali kadar da samimiyim!

    Bu asker cami bombalamaz agbi! Ama sinagog için garanti veremem, görüldüğü üzre..

    Cevapla

    • ccgursel Says:

      Bombos laflar.

      Var mi sahtelik uzerinde soyleyebilecegin bir seyler?

      Becerebiliyorsan cevap ver.

      Cevapla

  7. acracia Says:

    Efendim, konu saptirmak uzerine hic kimsede bir degisiklik olmadigini izliyor, gozlemliyorum. Burada asil konu sudur: emniyet gorevlileri neden bu sahtecilik isaretlerini ortbas etmeye calismistir? Neden? Neden? Neden? (Uc kere tekrar edeyim ki, asil soru belki idrak edilir).

    Buna hak verip sonra “ancak” veya “ama” diye baslayan cumle kurmak degildir sorun. Sorun, bu konu cercevesinde ise sudur: neden bu sorunun cevabi uzerine gidilmemektedir? Bu raporu hazirlayan emniyet mensuplarinin adi nedir? Kimdir? Kimlerdendir? Neden bunu yapmistir? Ve neden ustune gidilmemistir.

    Konuyu baska yere kaydirmaya Freud savunma mekanizmasi der. Su hukuksuzlugun oldugu ortamda ben bunu da gectim, yeter diyorum. Yeter.

    Cevapla

    • Olasılıksız Says:

      “Neden?”

      Güzel soru… Sanırım yanıt şu basılmadan toplatılan veya yazarları içeri atılan kitaplarda yatıyor. 🙂

      Aslında neden sorusuna verilecek en güzel yanıt; “bu işten kim yararlanıyor” sorusuna verilecek yanıtla aynıdır.

      Cevapla

    • ihtimal Says:

      acraciacim, bakiyorum elinde cok saglam deiller var “polisin sahtecilik yaptigi “uzerine ve simdi de nedenini sorguluorsun. Ne kadar da guzel mantigi dayali analiz yapiyorsun sen oyle?!?1?! 🙂

      Cevapla

      • acracia Says:

        efendim, kambersiz dugun, trollsuz blog olur mu? eh, sizin trolluk tam gaz devam bakiyorum. ben maalesef hala trolleri muhatap alip aciklama falan yazmiyorum ama, uzgunum. muhatabim degilsiniz.

        Cevapla

  8. herşeyi bilen kadın Says:

    ilginç bir yazı. tşkler paylaşım için.

    Cevapla

  9. drunkenknight Says:

    ”Davanın ek klasörlerini incelediğimizde görüyoruz ki, Emniyet Terörle Mücadele’den (308848 ve 257262 sicil numaralı) iki polisin hazırladığı ve çoğunlukla birebir iddianameye kopyalanan çeşitli tespit tutanaklarında Melek Üçtepe’nin savcılık ifadesi alıntılanıyor…”

    308848 ve 257262 sicil numaralı iki polis….

    Cevapla

    • drunkenknight Says:

      ”TEM Müdürü Atayün’ün (kendi imzasını taşıyan raporda) TÜBİTAK raporunu nasıl çarpıttığını göstermiştik.”

      TEM müdürü Atayün….raporun çarpıtılması…

      Cevapla

  10. trekking Says:

    Amerikalı bir vaiz “bugün kıyamet kopacak” demiş. Kıyamet kopar mı bilmem ama, Türkiye de yaşadığımız günler kıyametin habercisi gibi. 24 fidanı daha toprağa verdik. Açılım dan bu yana teröre kurban verdiğimiz sayı kaç oldu bilmek bile istemiyorum. Derken bugün ajanslara düşen bir haber. “Deniz Feneri davasında tutuklananlar serbest bırakıldı”. Gerçekten nutkum tutuluyor söyleyecek bir şey bulamıyorum. Zavallı kaleci Korcan bile hala içerdeyken, Tayfur Havutçu, Serdal adalı, Aziz Başkan,Mecnun Odyakmaz içerdeyken Fenerciler serbest.

    Ey “yetmez ama evetçiler, bu eser sizin. Övünebildiğiniz kadar övünün.” Bu blogdakiler de dahil. Onlar kendilerini bilir.

    Cevapla

    • demokrat Says:

      Trekking,
      Evet ,biz kendimizi iyi biliyoruz da,sizin gibi düşünenler malum sözcüklerin bile anlamını karıştırıyor.Adı üstünde yahu ‘bu kadar demokratikleşme çabası yetmez,dahasını istiyoruz’ demişiz,bundan daha açık nasıl anlatılabilir?Nasıl bir nefretin ürünüdür,bu rasyonel talebi görmeyipte ardından gelen her netameti bu masum isteğe bağlamak?
      Ülkede herşeyin sorumlusu olarak bu grubu görüp ,kolaycılığa kaçmakla
      hiçbir soruna duyarlı olamayacaksınız.Tüm olanların hesabını kesebilir ve kendinizi kandırabilirsiniz,bence mahzuru yok.Hatta şehitleri de getirip ‘yetmez ama evet’çilere fatura etme aymazlığını gösterin ki, yıllardır inandığınız (eğri) doğruları iç-benliğinizde karanlığa gömerek bir nebze huzura kavuşun.

      ”Açılım dan bu yana teröre kurban verdiğimiz sayı kaç oldu bilmek bile istemiyorum.” Evet hakikaten istatistikler ortadayken bu sözü kullanmak büyük cesaret,çünkü açıp bakarsanız bilmek istememekte ne kadar haklı olduğunuzu görürsünüz.Bir de eğer internet takipçisiyseniz provakatörlerin iş başında olduğunu ve ‘aslında şehit sayısının
      100 civarında olduğu’ balonunu büyük bir hızla yaydığı gerçeğini de görürsünüz.

      Bu etnik terörün temelleri 1980 yılında atılmıştır.İstatistiklerde hangi dönemlerde yükselen trend çizdiği ve ‘top’ yaptığı ayan beyan ortadadır.Terörün temel gerekçesi olarak ‘hak ve özgürlükler’ ,’insan hakları ihlalleri’,’ezilmişlik,geri bırakılmışlık’ ve ‘yoksulluk-daha doğrusu adil olmayan paylaşımlar’ dillendirilirken; insanlara ”sizler açılım yaptınız,halklara daha fazla özgürlükler tanıma yolunda adımlar attınız,dolayısıyla terör daha da azdı” demenin akıl ve izanla bağdaşır yönü var mıdır?17000 faili meçhul dosyası kabak gibi orada dururken,bunlar devletin arşivlerinde soğumaya yüz tutmuşken ‘yetmez ama
      evet’ diyenleri herşeyin sorumlusu olarak görmek,başını -her dönem olduğu üzre – kuma gömmekten farklı değildir. Terör daha önce dillendirdiği ‘ana dilde konuşma ve ifade hakkı’,’özgürce seçme ve seçilme hakkı’,’işkence’,’kültürel çeşitlilikler’ vb konuları bugün öne süremez hale gelmiştir ve bu da ‘meşruiyet’ boyutunda teröre büyük hasar vermiştir.Hal böyleyken eskiye dönüşü özlemek ve daha çok ölümü gözlemek nasıl bir siyasi tezahürdür.Ya da terörün en azgın yıllarının 1993-1994 yılları olduğu gerçeğini ıskalamak nasıl bir aklın ürünüdür?Hadi her türlü hatayı kabul edelim de bugün terörrün
      talepleri doğrultusundaki eksen kaymasını bir aydın nasıl görmek istemez?Bunun da mı sorumlusu ‘yetmez ama evet’çiler?

      Dilin kemiği yok,çıkıp Sivas katliamını da,Başbağlar katliamını da,hatta memeleketteki trafik kazalarını da bu iktidara ya da ‘yetmez ama evet’çilere bağlayabilirsiniz,size engel olan yok.Ne mi olur?Zaten minimalize olmuş olan inandırıcılığınızı iyice yerin dibine sokarsınız.Bence illa ki hesabı kesecekseniz çok çok gerilere gitmeniz gerekecek hem de öyle böyle değil…Çok gerilere…

      Cevapla

      • trekking Says:

        Sayın demokrat, ben neler demişim, siz nerelere götürmüşsünüz. Ben Anayasa referandurumu ile terör ü birbirine karıştıracak kadar geri zekalı değilim. Zira yazınız baştan aşağı teröre gönderme dolu.

        Ben terör bu açılımda azdı en pik noktaya bu zaman vardı mı dedim. Adı üstünde “Açılım” yapıyorsunuz sözümona. Ancak cenazeler 2 yıldır kalkmaya devam ediyor. Bunun için bilmek istemiyorum yazdım.

        Eğer siz de birazcık internet te sorf yaparsınız şu 17.000 faili meçhul beyinsizliğini getirip burda tekrarlamazsınız.

        Orhan ertekin kadar bile olmak demek zor sizin için. Benim inandırıcılığım minimalize olsun önemli değil siz sıfırı tüketmişsiniz. Bundan sonra hakettiğiniz yanıtları alacaksınız sahte demokrat.

        Cevapla

        • demokrat Says:

          Sayın demokrat…başlangıç,
          sahte demokrat…bitiş.

          İçinde bulunduğunuz ruhsal durumu anlatmaya salt bunlar bile yeterli,aslında fazla söze gerek yok.Bu sitede önce söyleyip sonra göz göre göre inkar edene çok rastladık.
          Geri zekalı olup olmadığınızı ben bilemem,sanmam da ,ama bir kıvırma ustası olduğunuz kesin.Bal gibi biliyorsunuz ‘yetmez ama evet’çilerin salt referandum amaçlı bir topluluk olduğunu,sözü döndürüp oraya getiren de sizsiniz,üstelik ”onlar kendini bilir’ tadında ukalalık ta yapmışsınız.
          Sonra hakettiğiniz yanıtı alınca kıvırmaca…
          ”Türkiye de yaşadığımız günler kıyametin habercisi gibi. 24 fidanı daha toprağa verdik. Açılım dan bu yana teröre kurban verdiğimiz sayı kaç oldu bilmek bile istemiyorum.
          Derken bugün ajanslara düşen bir haber. “Deniz Feneri davasında tutuklananlar serbest bırakıldı”.
          Gerçekten nutkum tutuluyor söyleyecek bir şey bulamıyorum.
          Ey “yetmez ama evetçiler, bu eser sizin. Övünebildiğiniz kadar övünün.”

          Bu yazdıklarınız aklı başında her okuyan tarafından böyle algılanır,zaten bu amaçla yazılmıştır,çocuk mu kandırıyorsunuz.Sayın olasılıksız da benim gibi anlamış olmalı ki ”Terörün tırmanması, şehit sayısının artması ile “yetmez ama evet” tartışmasını bir araya getirmenin anlamlı olmadığı kanısındayım.” demiş.Oraya ‘açılım’ sözcüğünü koyarsanız ve de vurgu yaparsanız her okuyan benim gibi anlar bilmem anlatabildim mi?Ben iddiamın arkasındayım,açılım oldu herşey daha kötü oldu demek geri zekalılıktan başka birşey değildir.Açılımın getirip götürdükleri tartışılır ama
          en hafifinden meşruiyet tartışmasında siyasetin(devletin) elini güçlendirdiği ayandır.Açılım olmasaydı -Tanrı korusun- bugün verilen şehitlerin belki de beş katını konuşuyor olacaktık.

          Fail-i meçhul sayısını böyle takıntı yapıp tartışmak bile abes,ne yani 8000 tane eksik olsa haklı mı çıkacaksınız,100 kişi olsa ne olur ,kör vicdanınız rahatlar mı?Bir tane Uğur Mumcu yetmez mi?Çetin Emeç’in son sözlerini buraya taşıdım daha önce,kimse çıkıp birşey demedi.Çetin Emeç fail-i meçhul değil mi?Prof. Dr. Ümit Özdağ araştırma yapmış bu rakamı 2004’e kadar 3579 olarak telaffuz ediyor,rahatlatacaksa eğer.Biz beyinsiz olduğumuz için rakam sayısı çok farketmiyor.Şu nüansı belirtmeden de geçemeyeceğim,bu argümanı Pkk’nın sıkça kullanması çok önemli değildir,asıl önemli olan buna yol açan ‘derin yapılanma’
          ve yıllarca uygulanan aşağılık politikalardır.

          (”Faili meçhul dosya sayısı 18 bine yaklaştı”
          http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=49436
          Üstelik 2002 tarihli veriler.)
          Bunun gibi binlerce haber-yorum var ama dedim ya hiç önemli değil sayılar…

          Cevapla

          • trekking Says:

            Sahte Demokrat,

            Ben oldum olası polemiklerden kaçmaya çalışıyorum. Bu blogda da defalrca buna riayet etmeye çalıştım. Burasını şahsileştirme, kendi kavgasını taşıma yeri olarak görmedim hiç bir zaman.

            Ancak, siz benim o yazıyı yazarken yanımdamıydınız ki, zaten bu amaçla yazılmıştır diyebiliyorsunuz.

            Siz de demişsiniz zaten, “Yetmez ama evetçiler” salt referandum amaçlı. Terör ise 30 yıldır devam ediiyor. hangi beyin, bunları birbirine karıştırır!!!

            Ne kıvırması? Ben bu blogda genelde hep “Balyoz yazarları’nın” taşıdığı konularla ile ilgili yorum yapmaya çalıştım. VE “tahliye kararı” bu davayla da ilgili olduğu için “çifte standard” buraya taşıdım.

            Orda vurgulanan açılım değil budur. ben kıvırmam ama sizin gibi demogoglar başka yerlere çeker.

            Şu yukarıda yazdıklarınızın ne alakası var “Ey “yetmez ama evetçiler, bu eser sizin. Övünebildiğiniz kadar övünün.” dememle.

            17.000 fail meçhul dosya, sivas katliamı, başbağlar katliamı ne alakası var bunların.

            Ayrıca sayın olasılıksız’ın sizin gibi anladığını sanmıyorum. Ben ne geçmiş dönemlerle karşılaştırma yaptım. Ne de terörün tırmanması “açılımla oldu” gibi bir tesbit te bulundum. Bunu kendisi de teyit eder sanırım.

            Yani şu yazdıklarınız bile pes dedirtecek cinsten.”Fail-i meçhul sayısını böyle takıntı yapıp tartışmak bile abes,ne yani 8000 tane eksik olsa haklı mı çıkacaksınız”. ne denebiir ki bu cümleye karşı.

            Sanki sayıya takan varmış gibi…. pes.pes.pes doğrusu…

            Hakettiğiniz türden yanıtları alacaktınız demiştim. Ama buna bile değmezsiniz…

            Son söz.: Faşizm le demokrasi bir bıçağın iki yüzü kadar yakın değildir birbirine.

            Sizi romantikliğinizle başbaşa bırakmaya devam edelim. Ülke elden gidiyor. Siz romantik takılmaya devam edin.

            Cevapla

            • demokrat Says:

              ”Ey “yetmez ama evetçiler, bu eser sizin. Övünebildiğiniz kadar övünün.” Bu blogdakiler de dahil. Onlar kendilerini bilir.”

              Bu yazı bir ‘polemikten kaçma’ yazısı değil,doğrudan ‘polemiğe çağrı’ yazısıdır ve içinde insafsızca suçlamalar barındırmaktadır.Evet kendimizi biliyoruz ve de yanıt veriyoruz.En azından ben veriyorum.Şu söylediğiniz bile kıvırma yahu.

              Faşizm’miş,benim kitabımda en hakiki faşistler postal yalayanlardır,şehitler üzerinden demogoji yapanlardır.Ülke elden gidiyormuş,yeni mi uyandınız beyefendi,insanlara bok yedirirken aklınız neredeydi,Diyarbakır’da işkencehanelerde insanlar çarmıha gerilirken,ülkenin birlik ve beraberliğinin köküne dinamitler döşenirken uyuyormuydunuz?
              Geçelim değil mi,romantizm bunlar…Bu terör belasının gerçek müsebbiblerini herkes biliyor,fazla söze gerek yok.Dallandırıp insanların acılarını tazelemenin de bir anlamı yok.Siz kolayını bulmuşsunuz nasıl olsa;’yetmez ama evet’çiler…

              Cevapla

              • trekking Says:

                siz hakikaten beyin nyerine omirilik soğanı taşıyorsunuz.

                Bu tahliye kararlarına karşı verebileceğiniz bir cevap var mı siz onu söyleyin? Ben onun için ey yetmez ama evetöiler bu eser sizin diyorum.? İçinize siniyormu Deniz feneri’nde ki gelişmeler? Bu durum referandumun sonucudur. Buna cevap verin. Demogiji yapmadan, kıvırmadan, Başbağlar, Sivas katliamlarına, Uğur Mumcu ya, çetin Emeç’e, 17.000 dediğiniz faili meçhul dosyaya uğramadan cevap verin.

                Sanki faili meçhulları savunan varmış gibi, sanki cinayetleri mazur gören varmış gibi bir de utanmadan şu cümleleri kuruyorsunuz burda “Fail-i meçhul sayısını böyle takıntı yapıp tartışmak bile abes,ne yani 8000 tane eksik olsa haklı mı çıkacaksınız,100 kişi olsa ne olur ,kör vicdanınız rahatlar mı?Bir tane Uğur Mumcu yetmez mi”

                Kör vicdanınız mış. Kimsiniz siz ya.

                Ne postal yalaması? Kim postal yalamış? Bugün yapılan yanlışları söylemek, yazmak dün yapılan yanlışlara sahip çıkmak anlamına geliyor. Siz gerizekalımısınız ya? Hangi organınızla düşünüp de yazabiliyosunuz bunları. Yeter be küstah herif

                Cevapla

                • trekking Says:

                  Bugün yapılan yanlışları söylemek, yazmak dün yapılan yanlışlara sahip çıkmak anlamına mı geliyor olucaktı.

                  Ben burda kişisel polemiklerden kaçınmaya çalışıyoprum. Elbet te yazdığım “ey yetmez ama evetçiler” polemik konusudur. Eğer varsa o konuda düşünceniz adam gibi yazarsınız. Yoksa olayı kişiselleştirip, yok kör vicdanınız, yok çocuk mu kandırıyorsunuz, bu amaçla yazılmıştır falan gibi olayı kişiselleştirmelere karşıyım. Bunu defalarca da dile getirdim. Size alfabe nin ilk harfinden başlayarak tane tane anlatacağız. bak bu leblebi…

                  hayret dir yahu….

                  Cevapla

                  • demokrat Says:

                    Sıkışınca terbiyesizleşmek faşistliğin genel kuralı herhalde,bütün söylediklerinizi iade ediyorum,ben aşağıda adam gibi adamlarla yazışmaya devam edeceğim,size sadece hadi ordan diyorum,başka kapıya…terbiyesizleştikçe salyalarınız daha da belirginleşiyor…

                    Cevapla

                    • trekking Says:

                      siz kendi terbiyesizliğinize yazdıklarınıza bakın önce, Hala bugün bile Sevgili Olasılıksız’a verdiğiniz cevapta herşeyi “yetmez ama evet’e bağlayanlar” diyorsunuz. Pes doğrusu.

                      Diyarbakır cezaevindeki işkenceleri, halka yedirenleri yapılan yanlışlara sahip çıkan varmış gibi utanmadan bunları yazıyorsunuz. Bun ları savunan mı var? Cevap ver kıvırmadan? Benim yazdıklarımla ne alakası var bunların? Burası terör bloğu değil. terör 30 yıldır bu ülkenin başına bela. Hükümetler üstü bir sorun. Ben hiç bir zaman sadece bugünkü hükümeti de tek başına sorumlu tutmam. tutmadım da. Kaldıkı “yetmez ama evetçiler”i herşeyden sorumlu tutayım.

                      Anlamadığınızı kabul etmek bu kadar mı zor ya? Hala aynı mantığı devam ettiriyorsunuz.

                      Orhan Ertekin kadar olmak bile mi zor sizin için madem ki “yetmez ama evetçi imişsiniz.”

                      Buna verilecek cevabın içinde 12 eylül’ün, Başbağlar’ın, Sivas’ın, Diyarbakırda ki işkencelerin ne alakası var! Bunları savunan mı var!

                      Adam gibi adam!!!!!!! nasıl adamlıksa bu…

                    • demokrat Says:

                      Bak yazdığını buraya bir daha yazıyorum,burada akil adam olarak adlandırabileceğim iki kişi var;Fmeraklı ve Acracia okusunlar(olasılıksızı hala yazıştığım için katmıyorum) hakemlik yapsınlar,yazdıklarınızın nasıl anlaşılabileceğini yorumlasınlar…Ben onların yorumlarına şimdiden kefil ve kabulüm…

                      ”Amerikalı bir vaiz “bugün kıyamet kopacak” demiş. Kıyamet kopar mı bilmem ama, Türkiye de yaşadığımız günler kıyametin habercisi gibi. 24 fidanı daha toprağa verdik. Açılım dan bu yana teröre kurban verdiğimiz sayı kaç oldu bilmek bile istemiyorum. Derken bugün ajanslara düşen bir haber. “Deniz Feneri davasında tutuklananlar serbest bırakıldı”. Gerçekten nutkum tutuluyor söyleyecek bir şey bulamıyorum. Zavallı kaleci Korcan bile hala içerdeyken, Tayfur Havutçu, Serdal adalı, Aziz Başkan,Mecnun Odyakmaz içerdeyken Fenerciler serbest.

                      Ey “yetmez ama evetçiler, bu eser sizin. Övünebildiğiniz kadar övünün.” Bu blogdakiler de dahil. Onlar kendilerini bilir.”

                    • Kemal Says:

                      Sevgili Demokrat,

                      Bence siz yanlış anlamışsınız. Sevgili Trekking aslında “yetmez ama evetçileri”, Deniz Feneri savcılarını görevden alan HSYK’nın oluşturulmasından dolayı sorumlu tutuyor. Yoksa terörün tırmanmasından değil. Ama gündeme yönelik de bir kaç satırla, içsıkıntısını ifade etmek isteyince bu karışıklık ortaya çıkmış.

                      Nereden mi biliyorum, çünkü ben de ilk okuduğumda aynen sizin anlamış olduğunuz gibi anlamıştım. Yani terörden de sorumlu tutuyor gibi. Tartışmanız üzerine tekrar okuyunca gördüm ki, kapsam o kadar geniş tutulmamış aslında. Özetle bence boş yere sertleşmenize gerek yok…

                      “Haklı olduğunuz nokta yanlış anlaşılmaya müsait olması yazılanların” (ki ben de yanlış anlamıştım…) demek isterdim ama bu sevgili Trekking’in değil, sizin ve benim gibi yanlış anlayanların sorunu. Neyse, hadi siz yetmez ama evetçi olduğunuzdan ve de sürekli her türlü konuda suçlandığınız için yanlış anlamaya yatkınsınız da bana ne oluyor? Ben her konuda yetmez ama evetçileri suçlamıyorum ki? Niye şartlanmışım bilemedim…

                      Aslında yetmez ama evetçilerin suçlanması da abes (ki ben de bu hataya düşerim zaman zaman). Hepi topu kaç kişisiniz merak ediyorum? Medyada yerleri var, sesleri çok çıkıyor olsa bile sandıkta en ufak yerleri olduğunu sanmıyorum. O yüzden suçlanılmalarını ve bu durumdan sorumlu tutulmalarını yanlış görüyorum. Ama (elbette benim açımdan) yanlış tahlil sonucu demokratik değil otokratik bir sisteme gidilmesini savunanları eleştirmek de benim en doğal hakkım. Bu nedenle ben de yeri geliyor aynen sevgili Trekking gibi eleştiri amacıyla “suçluyorum”. Gönül isterdi ki gerçekten yetmez ama evetçiler yeterince büyük bir kitle olsaydı. En azından yanlış gidişat daha da netleştikçe (daha ne kadar netleşmeli bilemiyorum ama…) dengeleri değiştirebilirlerdi…

                      Açılım ile terörün artması arasındaki ilişkiyi sevgili Trekking kurmamış. Ama bence böyle bir ilişki söz konusu. Açılım sürecinde netlik olmadığından, İktidar’ın ne önereceği, nereye kadar önerebileceği v.b. konular (taktiksel nedenlerle olsa gerek) gündeme getirilmediğinden, BDP-KCK-PKK çevresi “artık sahada dengeler bizden yana” havasına girdiler. Bu doğal olarak onların beklentilerini çok yukarıya taşıdı. Sağdan bakın, soldan bakın anayasa’da Türkiyelilik, Kürtçe eğitim hakkı, yüzde on barajın indirilmesi ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi dışında meşru sayılabilecek (demokratik bir ülke çerçevesinde) ne talepleri var bu çevrenin? (Bu arada yukarıda sizin terörün meşruiyet bağlamında kullanmakta olduğu gerekçeler olarak nitelediğiniz ve burada sıralamayacağım maddelere dair dile getirmiş olduğunuz değişikliklerin açılımdan hatta Ak Parti’den çok önce yapıldığına da dikkatinizi çekerim…)

                      Bu talepler nedeniyle silahlanıp dağa çıkacak kaç kişi vardır? Hele bu talepleri seslendiren siyasetçiler varken, kamuoyunda açıkça tartışılıyor ve bu talepleri dillendirenlerin sesi boğulmuyorken, kamuoyunda çok da tepki görmüyorken. Silaha sarılanların talepleri ne peki? Neyin savaşı bu? Bana soracak olursanız halen dağa çıkan 20 yaşındaki çocuk, “Bizim özgürce yöneteceğimiz devletimiz, bizim devrimimiz, bayrağımız, önderimiz” diyerek dağa çıkıyor. Yani özgürlük ateşiyle tutuşuyor da çıkıyor. Her biri kendisini geleceğin Şırnak valisi, Çukurca kaymakamı olarak görüyor. Açılım süreci bu duyguları körükledi.”Aha, şu köşeyi de dönünce o güzel günler gelecek” inanışını pekiştirdi. Halbuki Ak Parti’nin hatta Türkiye’nin ezici çoğunluğunun üzerine oturduğu taban böyle bir şeyi çözüm olarak aklından bile geçirmiyorken PKK-KCK-BDP çizgisinde böyle bir anlayışın hakim olmasını sağladı.

                      Nasıl olmasın ki! MIT başkanı Hakan Fidan karşısındaki PKK’lıdan bölgedeki vali ve emniyet müdürlerinden şikayetçi olduklarının ismini vermesini istiyor!

                      (“…Ama biz şundan emin olmak istiyoruz yani geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı. Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından hareketle daha fazla mevzi kazanalım daha fazla örgütlenelim mantığı içerisinde. Bir noktaya kadar hani tolare edebiliyorsunuz çünkü dediğim gibi alandaki valiler emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar. Yani şu anda sizi bilmiyorum spesifik olarak isim vererek şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır bu adam şeydir…” )

                      Ak Parti’nin tepesine hakim olan anlayış nasıl bir stratejinin sonucu bilinmez ama bu görüşmeleri öyle ya da böyle yürütürken, sağolsun cemaatçi ekip süreçte hata var, önce nasıl ulusalcıları Ergenekon deyip içeri attık, ortalık süt liman oldu, ne cumhuriyet mitingi kaldı ne de cumhuriyetçi aynısını kürt ulusalcılarına da yapalım deyip KCK’yı zorladıkça zorladı yeri geldi Beşir Atalay’ı Ergenekoncu ilan etti. Nasıl Ergenekon dalga dalga bir cepheyi yarattı ve safları sıklaştırdı, doğal olarak KCK da dalga dalga aynı etkiyi yarattı ve bugün dağa çıkışlara “meşruiyet” saplayacak etkiyi yarattı. Bu durumda bugün yaşadığımız terör sarmalında karşılıklı el yükseltmenin tetikleyicisi oldu.

                      Biti kanlanmış, imanı tazelenmiş, safları genişletmiş PKK-KCK-BDP, köşeye KCK soruşturmasıyla yargı üzerinden, milletvekilleri meclise alınmadığından siyaset üzerinden üstelik bir de operasyonlarla silahlı çatışma üzerinden sıkıştırılınca ne yapacaktı? Elbette tetiği çekip ateş edecekti. Üzerine bir de ABD’nin çekilmesinin ardından İran’ın kucağına tamamen teslim olmuş bir Irak realitesinde kendi kürtleriyle sorununu çözmüş bir Türkiye’nin yol açacağı Kuzey Irak Kürtlerindeki yanlızlık durumunu pek çıkarı olarak görmeyen yabancı devletleri eklersek, hadi daireyi bir de komplo teorisiyle tamamlayalım hem açılıma teşvik edenleri, hem de açılım sürecinde KCK’nın üzerine gidilmesi için hükümeti kışkırtanların aynı yabancı devletin etkisi altında olduğunu da ekleyelim.

                      Özetle açılım öncesinde PKK-KCK-BDP’nin temel hedefi Öcalan’ın şartlarının iyileştirmesinin ötesine geçemiyor ve bu da kan kaybetmesine yol açıyordu. Hatırlayın 2000’lerin başındaki tartışmaları. Resmen pompalama süreci yaşadık. Önce yerinde yönetim, kültürel özerklik, v.b. şekilde algılanılacak bir gelecek olasılığıyla duyguları kamçılandı, sonra da demokratik hakları, hukukun en temel ilkeleri çiğnerek ortadan kaldırıldı. Bölgede çözülmeye giden örgüt gene temel aktör halini aldı. Başka nasıl diriltilirdi PKK bu kadar kısa sürede açıkçası ben bilemiyorum…

                      Yani kararsız kazım, çapsız iktidar, ne yardan ne serden vazgeçemeyen hükümet eline yüzüne bulaştırdı. Açılım sürecinde de diğer pek çok olayda olduğu gibi iflas etti. Allahtan ülkemizde demokrasi yok, yoksa şimdiye paramparça edilip sıfırı tüketmişti. Ama basın korkusundan (nasıl korkmaz ki, inançlar üzerinden politika yapıp sandığı garantiye alan ve astığı astık kestiği kestik bir iktidardan nasıl korkulmaz??) ağzını açıp yazamadığından bu olaydan da sıyırdılar (Aklıma gelen benzer örnekler komşularla sıfır sorun, suriye kankamız, libya’da nato’nun işi ne? doktorlara mecburi hizmet mi olurmuş canım, deniz feneri savcıları bağımsız, 12 Eylül’le yargı tarafsızlaşacak, Bülent Arınç’a suikast, ergenekoncular danıştayı bastılar Hrant’ı vurdular, Fatih camii bombalanacaktı iyi ki bu orduyla savaşa girmemişiz, ne zammı yahu güncelleme, tüm dünyada dolaylı vergilere doğru bir yönelim var, teğet geçecek dedik bak geçti, YÖK’ü kaldıracağız, alevi açılımı yapacağız, yargıda dedelerin egemenliğini kıracağız, biliyorsunuz Kılıçdaroğlu alevi, biz ceyhandaki rafineri işini bizim çalık’a verdik, o köşe yazarına karışamıyorsun sonra çıkıp benden talepte bulunuyorsun, Baykal + MHP kasetleri çıktı aylar geçti faili meçhul …) Her biri ayrı rezalet…

                      Neyse, özetle bu açılım yapacağız deyip deyip sonra üç senedir patinaj yapmak neye benzer biliyor musunuz, bir duvardan bir başkasına atlamak isteyen kişinin koşup koşup tam zıplayacakken karar değiştirip vazgeçmesine ama engel olamayıp düşüp yere çakılmasına benzer. Ya atlama ya da atlayacaksan adam gibi şansını dene. Eğer arabanın direksiyonu sendeyse önce gitmek istediğin yönü belirle sonra da direksiyonu o tarafa kır. Yalpalarsan takla atar. Çekil kenara kullanmasını bilen kullansın bari derler adama…

                      Sevgiler.

                    • Olasılıksız Says:

                      Görmediğim mesajlarda adım geçtiği için yanıt verme zorunluluğu doğdu.

                      Açıkcası ben sayın trekking’in yorumunu tam olarak “yetmez ama evetçiler” yüzünden terör artmış şeklinde değerlendirmedim. Daha çok “yetmez ama evet” diyen kesimin hükümete verdiği genel desteğin ortaya koyduğu sonuçlar açısından bir eleştiri olarak anladım.

                      Sonrasında sayın demokrat’ın yanıtı bu minval “terör-referandum ilişkisi” çerçevesinde olunca doğal olarak benim yorumum da o tarafa kaydı.

                      Bu tür bir yanlış anlamaya yol açtıysam her iki taraftan da özür dilerim.

                • demokrat Says:

                  Sayın Olasılıksız
                  Sizin için özür dilemeyi gerektirecek bir durum olduğunu sanmıyorum,yine de inceliğiniz için teşekkürler…

                  Cevapla

  11. Olasılıksız Says:

    Terörün tırmanması, şehit sayısının artması ile “yetmez ama evet” tartışmasını bir araya getirmenin anlamlı olmadığı kanısındayım. Ancak bugün yaşanan hukuki sıkıntılarda “evetçilerin” payı olduğunu düşünüyorum.

    Öncelikle %53 gibi kıl payı kabul gören anayasa değişikliğinin ülkenin %47 gibi ciddi bir çoğunluğunca benimsenmediğini dikkate almak lazım. Bana göre bir anayasa maddesi bu kadar zayıf destekli olamaz. Bu bir mutabakat değil, ayrışma göstergesidir.

    İkinci olarak, şunu kabul etmeliyiz ki, eskiden belli grupların vesayetinde olan ama iyi kötü bağımsız işleyen yargı bugün tamamiyle siyasi iktidarın elindedir. Bu tür yargı örnekleri Hitler Almanyası gibi diktatoryal rejimler dışında görülmez. O yüzden daha demokratik bir anayasamız oldu iddialarının avuntudan başka bir şey olmadığı kanısındayım.

    Denizfenerinden yargılananların tutuksuz yargılanması olumlu bir şey… Ama, keşke aynı kriterler diğer davalarda da uygulansaydı… Denizfenerinin siyasi bir bacağı olduğuna göre savcılar iddianamenin ucuna “basın yoluyla ülkeyi bölmek için propaganda yapmak” diye bir cümle ekleselerdi acaba sonuç nasıl olurdu?

    Son olarak şehit sayısında bir iki şey söylemek gerekirse, 2000 li yılların başında neredeyse dibe vuran şehit sayısının son 6 ayda tavan yaptığını görmemezlikten gelemeyiz. Pek çok demokratikleşme girişimi olduğu ve bu konuda toplumun her kesiminden iyi niyet belirtildiğine göre terörle mücadelede izlenen politikaların temel yanlışlar içerdiği kabak gibi ortadadır. Aksi halde PKK’nın toplumsal desteği sürekli artmaz, zaman içerisinde marjinallerşir giderdi.

    Cevapla

    • Olasılıksız Says:

      Oy oranı aklımda yanlış kalmış.. %58 olacaktı doğrusu. Düzeltme için teşekkürler.

      Cevapla

  12. demokrat Says:

    Pkk’nin toplumsal desteğinin arttığını doğru kabul edersek ki bana göre de doğruluk payı var,burada bir oksimoron karşımıza çıkıyor.Hem demokratikleşme adına bir takım münhasır hakları iade edeceksiniz ve devletin öteden beri yaptığı fahiş yanlışları ortadan kaldırmak adına adımlar atacaksınız hem de karşılığında terörde belirgin bir artış gözlemlenecek.Öte yandan haklar ve özgürlükler kapsamında inkar edilemeyecek gelişme ve değişiklikler de mevcut.Uygulanan politikalar yanlış demek tipik ‘herşeye karşıyım’ tarzı basit bir muhalefet söylemi olmaktan öteye gitmiyor.Ne yapılsaydı yani,insanlar anadillerini konuşamasın,işkencehanelerde çile çekmeye devam etsinler,hiçbir kültürel güzelliklerini yaşayamasınlar diyerek herşeyi çözmüş mü olacaktık.Terördeki artışı getirip getirip bu gelişmelere bağlamanın mantıklı bir izahı var mıdır sizce?Hapishanede anasıyla konuşamayan insanın şimdi rahatça konuşabilmesinin terörü artırdığını iddia etmek ne kadar mantıklı.Ya da kurulan ve binlerce insanın seyrettiği tv’nin ,basılan kürtçe kitap ve cd’lerin terörü artırdığını söylemek. Pkk’nın şu günlerde uyguladığı tamamen yanlış ve vahşete prim veren politikasının temellerinde neler yatıyor bunlar tartışılabilir,tartışılıyor da zaten,ama basitliğe ve kolaycılığa kaçmadan.

    Bir kaç söz de referandum hakkında söylemek isterim.% 58 gibi Avrupa seçim standartlarına göre oldukça meşru bir oy oranına zayıf destek denemez.Kaldı ki bu oran iktidarın aldığı seçim sonucu ile karşılaştırıldığında bir şekilde iktidar dışı destek alındığını göstermesi açısından da önemlidir.Tüm bunlar ortadayken meşruiyet tartışması yapmak anlamsızdır.Bu meclis bir kısım kafaların iddia ettiğinin aksine yeni bir Anayasa da yapar ve bu Anayasa eğer mutabakat içinde yapılırsa en az %80 lik bir oranla toplumda kabul görür.Bu Anayasa değişiklikleri meşru değildir de 1980 anayasası çok mu meşrudur?Şunu da açıkça vurgulamak isterim ki burada yazdıklarım ,elde edilen sonuçlar itibariyle tam olarak şahsi görüşlerim değil aksine demokratik kaygılarımın göstergesi olarak kabul edilmelidir.Duruma şekli açıdan baktığımda ortaya çıkanlar bunlardır.

    Cevapla

    • Olasılıksız Says:

      Sayın demokrat,

      Öncelikle anayasa değişikliği ile kürtlerin haklarının teslim edilmesi (demokratikleşme) arasındaki korelasyonunuzu güçlü bulmadığımı ifade etmekle başlayayım. Çünkü, hatırladığım kadarıyla referanduma giren maddelerde küertlerin haklarına ilişkin doğru dürüst madde yoktu. Bazı kesimlere pozitif ayrımcılık (engelliler, kadınlar gibi), yasal organların yeniden düzenlenmesi ve 12 eylül’ün hesabının sorulması üzerineydi. Yani bu referanduma evet diyerek demokratikleşme yönünde dev adımlar atıldığını söylemek mümkün değil.

      Diğer taraftan, yapılan iyileştirmeleri tek bir potada eritip terörün artışına neden olduğu gibi bir yorumda bulunduğumu sanmıyorum. Tam tersine, demokratikleşme politikalarına RAĞMEN terörün artmasının izlenen politikaların yanlış olduğunu ortaya koyduğunu söylüyorum. Bu da demokratik hakların iadesi ile terör arasında doğrusal bir ilişki olmadığını ortaya koyuyor.

      Referandumun yasalar karşısında meşru olduğu şüphe götürmez. Önemli olan vicdanlarda meşru olup olmamasıdır. %92 oy alan 12 eylül anayasası bugün yerden yere vurulabildiğine göre %58 oy alan 15-20 maddelik değişikliğin meşruiyetini tartışabilmemize makul bir engel gösterilemez.

      Kelime oyunlarına saparak kendimizi kandırmak yerine fiiliyattaki uygulamalara bakıp konuşmamız lazım. Fiiliyat ise anayasa değişikliği ile yargının ciddi bir vesayet değişliği yaşadığından başka bir şey söylemiyor.

      Bir tarafta SEHVEN davaları, yıllarca tutuklu kalan “parasız eğitim protestocuları”, KCK tutukluları, diğer tarafta denizfeneri… ayrıntıya girmeye gerek var mı?

      Cevapla

      • demokrat Says:

        Sevgili Olasılıksız,

        Anayasa değişikliği konusundaki referandum ile ‘kürt kardeşlerimizin haklarının teslimi’ arasında organik ve yapısal bir bağlantı kurmak gibi bir çaba içinde değilim.Yukarda her musibetin arkasında ‘yetmez ama evet’ diyenleri görme çabasında olanlara verilmiş yanıt içinde birlikte geçmesinden gayrı bir başkaca bir bağlantı yok.Atılan çamur sizin de
        gördüğünüz üzre terörün artmasını bile ‘yetmez ama evet’çilere getirip bağlayan nitelikte.
        Aslında demokratikleşme çabalarının içeriğine bakarsanız dolaylı da olsa bir ilgi kurulabilir ama en azından ben bu ilişkiyi gözeterek yazmadım.

        İngiltere’de seçime katılım oranı 2001 de %59, 2005 te %61 Fransa’da %60 iken ,(Fransa’da 2000 referandumunda katılım oranı %30,Cumhurbaşkanlığı oylanıyordu) -dikkatinizi çekerim katılım oranı- biz kabul edilmiş oran olan %58 i tartışıyoruz.Gıpta edilecek bir oranı tartışmak utanç verici değil mi?AP seçimlerine bakalım 1979’ da ki en yüksek katılım %61.99 ,2009 da ki katılım ortalaması %43.
        Sizin de dediğiniz gibi bu rakamlara bakarak ”Referandumun yasalar karşısında meşru olduğu şüphe götürmez”.Bana göre ise hem hukuk önünde hem vicdanlarda meşrudur.Bu söylemi sadece -daha önce de dediğim gibi- ‘şekli’ bakımdan ortaya koyuyorum.Getirdiği sonuçlar tabii ki tartışılabilir.Ama unutulmamalıdır ki
        önce seçim(ya da referandum) yapılıyor,sonuçlar daha sonra ortaya çıkıyor.

        ”Diğer taraftan, yapılan iyileştirmeleri tek bir potada eritip terörün artışına neden olduğu gibi bir yorumda bulunduğumu sanmıyorum. Tam tersine, demokratikleşme politikalarına RAĞMEN terörün artmasının izlenen politikaların yanlış olduğunu ortaya koyduğunu söylüyorum. Bu da demokratik hakların iadesi ile terör arasında doğrusal bir ilişki olmadığını ortaya koyuyor”

        Demişsiniz, burada mantık açısından kurgusal bir hata var bence;bir taraftan ”yapılan iyileştirmeleri terörün artmasına gerekçe olarak görmüyorum” derken,”izlenen politikaların yanlış olduğunu ortaya koyuyor” şeklinde devam ediyorsunuz; bu yapılan iyileştirmeler zaten izlenen politikaların sonucu değil mi?Bir olgu hem doğru
        hem yanlış nasıl olabilir anlamakta zorlanıyorum.Belki başka birşey ifade ediyorsunuz da ben anlamıyorum,olabilir tabii.Benim kanaatim,terörün çıkış gerekçelerini ortadan kaldırdığınız ölçüde,mücadelede başarı sağlanabileceği yolundadır.Bu tam olarak sağlanabilmiş midir;kocaman bir hayır.En azından ‘yoksulluk’ öylece sırıtırken bunu
        söylemek mümkün mü?Ülkenin özkaynaklarını belirli bir kesim hoyratça tüketip,diğer kesimlere sadece tevazu ya da şükür tavsiye ederken?

        Son paragrafta söylediğiniz görüşlere katılmak mümkün ama KCK konusunda çekincelerim var açıkçası,daha önce demokratik bakış açısıyla benzer düşünceleri paylaşıyordum ama,an be an KCK ile PKK arasındaki organik ilişkiler ortaya saçıldıkça acaba diyorum?

        Cevapla

        • Olasılıksız Says:

          Sayın demokrat,

          Haklısınız. İzlenen politikaların yanlışlığı derken bunun yanlış anlaşılabileceğini düşünmüştüm ama fazla üzerinde durmamıştım.

          Aslında ortada çelişki yok, benim ifade eksikliğim var. Açacak olursak;

          Demokratikleşme çabalarına rağmen terör artıyor. Demek ki demokratikleşme terörü azaltmıyor veya yeterli olmuyor.

          Ayrıca, teröre yönelik açılımlar var… Öcalanla, PKK ile görüşmeler, açılımlar, saçılımlar, habur rezaletleri vs. Bunlar da politika ama demokratikleşme politikası değil, teröre yönelik politika.

          Teröre yönelik politikanın yanlış olduğunu söylüyorum sadece. Gelmiş olduğumuz noktada kürtler ve türkler tarihte hiç olmadığı kadar ayrıştı ve terör tavana vurdu. Demek ki bu politikalar ters tepti.

          Demokratikleşme çabalarının ise belli bir zümreye değil, tüm topluma eşit yansıması kanaatindeyim. Türkiye’de az görülen bir şey.

          KCK konusunda, önüne gelenin içeri atılması kafaları karıştırıyor. Çıkıp 2 cümle laf etti diye insanları silahlı terör örgütüne üye diye değerlendirmek doğru değil. Fiil olarak PKK ile ilişkisi gösterilmedikçe bu insanların tutuklu olmasını makul bulmuyorum. Hepsi masumdur gibi bir düşüncem yok… ama tutuklananların bir kısmı sadece söyledikleri şeyler nedeniyle tutuklu.

          Özetleyecek olursak, “evetçiler” ile ülkenin olumsuzlukları arasında topyekün bir ilişki kurulmaması konusunda hemfikirim. Her olayı ergenekon komplosu şeklinde değerlendirmekten farkı olmaz. Evet oyu vermek de bir kanaattir. Buna da saygı duymak gerekir. Ama sonuçları itibariyle evet oylarının “siyasi vesayete” yol açması benim kabul edemeyeceğim bir şey.

          Son olarak; oy oranları ne olursa olsun anayasa değişikliklerinin “uzlaşma” ile yapılmaması halinde vicdani meşruiyeti yerine getirmediği konusunda ısrarcıyım. Katılım oranları ile oy oranlarını karşılaştırmak ise doğru değil. Eğer onu dikkate alırsak biz de de %80 civarında katılım olduğuna göre %80 x %58 evet oyları toplumun yarısını bile temsil etmez. 🙂 Ayrıca katılımın yüksek olması evet oylarının güçlü olması kadar hayır oylarının da gücüdür. İnsanların pek umursamadıkları değişiklilere oy verme eğilimi olmaz. Ama yüksek katılım olduğuna göre hayır oylarının yüksekliği de evet oyları kadar önemlidir. Üstelik “12 eylülcüler yargılanacak” gibi hedef saptırma polikalarına rağmen…

          Cevapla

          • demokrat Says:

            Demokratikleşme çabalarına rağmen terörün arttığı konusundaki görüşünüze katılıyorum,ama yaşamsal bazda bu çabaların kesilmemesi ve tüm politikaların ‘şahinlik’ üzerine kurulmaması taraftarıyım.Öte yandan BDP ve adı herneyse,ya da nasıl bir oluşumsa KCK’nın da çıkıp terör ve ölümlerle bir yere varılamayacağını açıkça beyan etmesini beklerim.Fiili olarak PKK ile ilişkisi ispatlanmamış olan KCK lıların tutuklanması yanlış tabii ama bu KCK oluşumunun da fiili olarak özerklik geleceğine yatırım ve hazırlık olarak kurulduğu artık açık.Şu ortamda iktidarın adının çok fazla önemi yok diye düşünüyorum,herhangi bir iktidarda da benzer durumlar yaşanacaktı kuşkusuz.

            Referandum tartışmasında söylemek istediğim şuydu;Fransa’da Cumhurbaşkanlığı süresini oylayan referanduma katılım oranı %30 ama ,referandum sonucunda madde kabul ediliyor ve yasalaşıyor,bizde hala bu kadar evete rağmen meşruiyet tartışması yapılıyor,bu bana garip geliyor,daha doğrusu hazımsızlık gibi geliyor.Bir diğer taraftan bakarsanız da katılan ve oy veren insanlara gizliden bir hakaret içeriyor aslında.Sonuçları tabii ki tartışılır.Ben demokratik geleneğin yerleşmesi yönünden dediğim gibi biraz şekilsel ve öncesel açıdan bakıyorum.Siz sonuçsal açıdan yaklaşıyorsunuz.

            Cevapla

            • Can Acar Says:

              demokrat,


              “Referandum tartışmasında söylemek istediğim şuydu;Fransa’da Cumhurbaşkanlığı süresini oylayan referanduma katılım oranı %30 ama,referandum sonucunda madde kabul ediliyor ve yasalaşıyor,bizde hala bu kadar evete rağmen meşruiyet tartışması yapılıyor,bu bana garip geliyor,daha doğrusu hazımsızlık gibi geliyor.”

              Demişsin. Her iki 12 Eylül oylamasının sonucu ile ilgili meşruiyet tartışmasını ben de anlamsız buluyorum. Süreç ile ve yol açtıkları ile ilgili tartışmalar ve değerlendirmeler ise mutlaka yapılmalıdır. Eğer sonuçlara bakıp ders çıkartmazsak son referandumda olduğu gibi hata yapmaya mahküm oluruz.

              Öncelikle verdiğin örnekle ilgili birkaç soru:

              Fransa Cumhurbaşkanı süresini oylarken aynı oylamada biribirinden alakasız onlarca başka madde de oylandı mı? Oylansa bu demokratik olur muydu? Halk bunu kabul eder miydi? Başka/daha kritik konular oylansaydı katılım yine bu kadar düşük olur muydu? Cevaplamana gerek yok. Üzerinde düşünsen yeter.

              Konumuza gelirsek, 12 Eylül referandumunda iktidar partisi her türlü uzlaşma çabasına kulaklarını tıkamış, kendi paketini kendi şartlarıyla referanduma çıkartmıştır. “Yetmez ama evet” diyenlerin en büyük hatası bu dayatmaya göz yummalarıdır. Kendisine “demokrat” diyen birisi bu tarz dayatmaları, alakasız konuların aynı sepette oylanmasını asla kabul etmez.


              “Bir diğer taraftan bakarsanız da katılan ve oy veren insanlara gizliden bir hakaret içeriyor aslında.Sonuçları tabii ki tartışılır.Ben demokratik geleneğin yerleşmesi yönünden dediğim gibi biraz şekilsel ve öncesel açıdan bakıyorum.Siz sonuçsal açıdan yaklaşıyorsunuz.”

              Sonuca hatta içeriğe bakmam, şeklen bakarım diyen birisi bile, herkesin üzerinde uzlaştığı maddelerin hemen gecirilmesi mümkün olduğu halde tüm maddeleri “zorla” referanduma çıkartan bir dayatmayı şüpheyle karşılar, karşılamalıdır. Demokrasinin şekli bu değildir çünkü. Burada bir art niyet olduğunu anlamak için maddelerin içeriğini bilmeye bile gerek yoktur.

              Sonuçlar ise başlangıçtaki kaygıları defalarca doğrulamıştır. Herkesin üzerinde uzlaştığı olumlu maddelerle ilgili elle tutulur bir yasal düzenleme yapılmamışken, yargı hızla yeniden yapılandırılmış, hiç olmadığı kadar bağımlı ve taraflı olmuştur. Bunun örneği her gün, her yerde görülmektedir.

              Bu durumun “yetmez ama evet” sloganının arkasına takılıp zihnini askıya alanların yüzüne bunun her fırsatta vurulması gerekir ki bir daha aynı hatayı tekrarlamadan önce bir daha düşünsünler. Eğer bu hakaret gibi geliyorsa ülkenin ve gelecek nesillerin ödeyeceği bedeli düşünsünler ve sorumluluğunu bir parça üzerlerinde hissetsinler. Söylenenler az bile gelecektir.

              Oy verirken iyi niyetle “yetmez ama evet” diyen pek çok kişi var. Ancak verilen kararın sonuçları ortaya çıktıkça öz eleştiri yapmak da onlara düşer. İşe hata yaptıklarını ve kandırıldıklarını kabul ederek başlamaları gerekir. Eğer gerçekten demokrasi istiyorlarsa beklentilerini karşılamayan, hatta onları kandıran iktidar partisinden hesap sormak da en başta onların görevidir.

              Kolay gelsin …

              Not: Terör, şehitler, şimdi de korkunç bir deprem. Her gün içimizi acıtan haberler gelirken yorum yapmak çok zor geliyor. Bu zor günlerden ancak el ele verip farklılıklarımızı, düşmanlıklarımızı bir kenara bırakarak çıkabiliriz.

              Cevapla

            • Kemal Says:

              Yukarıda yazdığım yazının ilgili kısmını buraya taşıyayım….

              Oksimoron’a yol açtığı varsayılan konu hakkındaki düşüncelerimi özetliyor.

              Sevgiler.


              Açılım ile terörün artması arasındaki ilişkiyi sevgili Trekking kurmamış. Ama bence böyle bir ilişki söz konusu. Açılım sürecinde netlik olmadığından, İktidar’ın ne önereceği, nereye kadar önerebileceği v.b. konular (taktiksel nedenlerle olsa gerek) gündeme getirilmediğinden, BDP-KCK-PKK çevresi “artık sahada dengeler bizden yana” havasına girdiler. Bu doğal olarak onların beklentilerini çok yukarıya taşıdı. Sağdan bakın, soldan bakın anayasa’da Türkiyelilik, Kürtçe eğitim hakkı, yüzde on barajın indirilmesi ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi dışında meşru sayılabilecek (demokratik bir ülke çerçevesinde) ne talepleri var bu çevrenin? (Bu arada yukarıda sizin terörün meşruiyet bağlamında kullanmakta olduğu gerekçeler olarak nitelediğiniz ve burada sıralamayacağım maddelere dair dile getirmiş olduğunuz değişikliklerin açılımdan hatta Ak Parti’den çok önce yapıldığına da dikkatinizi çekerim…)

              Bu talepler nedeniyle silahlanıp dağa çıkacak kaç kişi vardır? Hele bu talepleri seslendiren siyasetçiler varken, kamuoyunda açıkça tartışılıyor ve bu talepleri dillendirenlerin sesi boğulmuyorken, kamuoyunda çok da tepki görmüyorken. Silaha sarılanların talepleri ne peki? Neyin savaşı bu? Bana soracak olursanız halen dağa çıkan 20 yaşındaki çocuk, “Bizim özgürce yöneteceğimiz devletimiz, bizim devrimimiz, bayrağımız, önderimiz” diyerek dağa çıkıyor. Yani özgürlük ateşiyle tutuşuyor da çıkıyor. Her biri kendisini geleceğin Şırnak valisi, Çukurca kaymakamı olarak görüyor. Açılım süreci bu duyguları körükledi.”Aha, şu köşeyi de dönünce o güzel günler gelecek” inanışını pekiştirdi. Halbuki Ak Parti’nin hatta Türkiye’nin ezici çoğunluğunun üzerine oturduğu taban böyle bir şeyi çözüm olarak aklından bile geçirmiyorken PKK-KCK-BDP çizgisinde böyle bir anlayışın hakim olmasını sağladı.

              Nasıl olmasın ki! MIT başkanı Hakan Fidan karşısındaki PKK’lıdan bölgedeki vali ve emniyet müdürlerinden şikayetçi olduklarının ismini vermesini istiyor!

              (“…Ama biz şundan emin olmak istiyoruz yani geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı. Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından hareketle daha fazla mevzi kazanalım daha fazla örgütlenelim mantığı içerisinde. Bir noktaya kadar hani tolare edebiliyorsunuz çünkü dediğim gibi alandaki valiler emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar. Yani şu anda sizi bilmiyorum spesifik olarak isim vererek şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır bu adam şeydir…” )

              Ak Parti’nin tepesine hakim olan anlayış nasıl bir stratejinin sonucu bilinmez ama bu görüşmeleri öyle ya da böyle yürütürken, sağolsun cemaatçi ekip süreçte hata var, önce nasıl ulusalcıları Ergenekon deyip içeri attık, ortalık süt liman oldu, ne cumhuriyet mitingi kaldı ne de cumhuriyetçi aynısını kürt ulusalcılarına da yapalım deyip KCK’yı zorladıkça zorladı yeri geldi Beşir Atalay’ı Ergenekoncu ilan etti. Nasıl Ergenekon dalga dalga bir cepheyi yarattı ve safları sıklaştırdı, doğal olarak KCK da dalga dalga aynı etkiyi yarattı ve bugün dağa çıkışlara “meşruiyet” saplayacak etkiyi yarattı. Bu durumda bugün yaşadığımız terör sarmalında karşılıklı el yükseltmenin tetikleyicisi oldu.

              Biti kanlanmış, imanı tazelenmiş, safları genişletmiş PKK-KCK-BDP, köşeye KCK soruşturmasıyla yargı üzerinden, milletvekilleri meclise alınmadığından siyaset üzerinden üstelik bir de operasyonlarla silahlı çatışma üzerinden sıkıştırılınca ne yapacaktı? Elbette tetiği çekip ateş edecekti. Üzerine bir de ABD’nin çekilmesinin ardından İran’ın kucağına tamamen teslim olmuş bir Irak realitesinde kendi kürtleriyle sorununu çözmüş bir Türkiye’nin yol açacağı Kuzey Irak Kürtlerindeki yanlızlık durumunu pek çıkarı olarak görmeyen yabancı devletleri eklersek, hadi daireyi bir de komplo teorisiyle tamamlayalım hem açılıma teşvik edenleri, hem de açılım sürecinde KCK’nın üzerine gidilmesi için hükümeti kışkırtanların aynı yabancı devletin etkisi altında olduğunu da ekleyelim.

              Özetle açılım öncesinde PKK-KCK-BDP’nin temel hedefi Öcalan’ın şartlarının iyileştirmesinin ötesine geçemiyor ve bu da kan kaybetmesine yol açıyordu. Hatırlayın 2000′lerin başındaki tartışmaları. Resmen pompalama süreci yaşadık. Önce yerinde yönetim, kültürel özerklik, v.b. şekilde algılanılacak bir gelecek olasılığıyla duyguları kamçılandı, sonra da demokratik hakları, hukukun en temel ilkeleri çiğnerek ortadan kaldırıldı. Bölgede çözülmeye giden örgüt gene temel aktör halini aldı. Başka nasıl diriltilirdi PKK bu kadar kısa sürede açıkçası ben bilemiyorum…

              Yani kararsız kazım, çapsız iktidar, ne yardan ne serden vazgeçemeyen hükümet eline yüzüne bulaştırdı. Açılım sürecinde de diğer pek çok olayda olduğu gibi iflas etti. Allahtan ülkemizde demokrasi yok, yoksa şimdiye paramparça edilip sıfırı tüketmişti. Ama basın korkusundan (nasıl korkmaz ki, inançlar üzerinden politika yapıp sandığı garantiye alan ve astığı astık kestiği kestik bir iktidardan nasıl korkulmaz??) ağzını açıp yazamadığından bu olaydan da sıyırdılar (Aklıma gelen benzer örnekler komşularla sıfır sorun, suriye kankamız, libya’da nato’nun işi ne? doktorlara mecburi hizmet mi olurmuş canım, deniz feneri savcıları bağımsız, 12 Eylül’le yargı tarafsızlaşacak, Bülent Arınç’a suikast, ergenekoncular danıştayı bastılar Hrant’ı vurdular, Fatih camii bombalanacaktı iyi ki bu orduyla savaşa girmemişiz, ne zammı yahu güncelleme, tüm dünyada dolaylı vergilere doğru bir yönelim var, teğet geçecek dedik bak geçti, YÖK’ü kaldıracağız, alevi açılımı yapacağız, yargıda dedelerin egemenliğini kıracağız, biliyorsunuz Kılıçdaroğlu alevi, biz ceyhandaki rafineri işini bizim çalık’a verdik, o köşe yazarına karışamıyorsun sonra çıkıp benden talepte bulunuyorsun, Baykal + MHP kasetleri çıktı aylar geçti faili meçhul …) Her biri ayrı rezalet…

              Neyse, özetle bu açılım yapacağız deyip deyip sonra üç senedir patinaj yapmak neye benzer biliyor musunuz, bir duvardan bir başkasına atlamak isteyen kişinin koşup koşup tam zıplayacakken karar değiştirip vazgeçmesine ama engel olamayıp düşüp yere çakılmasına benzer. Ya atlama ya da atlayacaksan adam gibi şansını dene. Eğer arabanın direksiyonu sendeyse önce gitmek istediğin yönü belirle sonra da direksiyonu o tarafa kır. Yalpalarsan takla atar. Çekil kenara kullanmasını bilen kullansın bari derler adama…

              Sevgiler.

              Cevapla

  13. Solmaz Türk Says:

    Referandumda alınan %58 gibi Avrupa seçim standartlarına göre oldukça meşru bir oy oranı zayıf bir destek değilse % 90 nın üstünde bir kabul gören 12 Eylül Anayasasına ne diyeceğiz ?Yüzde 58 destek meşruysa % 90 lık destek gayrimeşru mu ?Referandumda halka değişiklik yapılacak maddeleri tek tek mi oylattılar ki meşruluğu tartışılır oldu ?Siz kimi kandırıyorsunuz?

    Cevapla

  14. demokrat Says:

    Bu soruya yanit vermeyi kendime zul addediyorum…

    Cevapla

  15. trekking Says:

    Sevgili Kemal,

    ben o gün şehit cenazeleri kaldırılırken tahliye haberini NTV de duydum. Ve sizin de belirttiğiniz gibi şehitlere değinmeden geçmek istemedim.

    hayır olabilir ben de tam ifade edememiş olabilirim. Ancak böyle değildir aslı budur dediğiniz halde,” hayır çocuk mu kandıryorsunuz. Bunu demek istediniz” diye bir yaklaşımla karşılaşınca ve Sivas, başbağlar, Postal yalayanlar, 17.000 faili meçhul dosya, kör vicdanınız gibi suçlamalar karşısında şok oluyorsunuz.

    Ve burdan şunu da ifade edeyim ki, oda yanlış anlaşılabilir. Ben Deniz feneri davasındaki gelişmeleri Hukuk’un işlemesi olarak görüyorum. ironi gibi gelebilir. ama sanıkların tahliye edilmeleri, malvarlıklarına konan tedbirlerin kaldırılması, savcılar hakkındaki şikayetler konusunun ele alınması, savcılar’ın dosya dan el çektirilmeleri aslında İşleyen Hukuk’un belirtileri.

    Ancak madalyon’un bir de diğer yüzü var. Ergeneokon, balyoz, Absürd bir sürü dava, KCK ve şike soruşturmasında işlemeyen hukuk.

    Orda tahliye var. ve gerekçesi “tutukluluğun cezaya dönüşmesi”. burda 4 yıldır yatanlar var hala delillerin toplanmamış olması gerekçesiyle tahliye edilmeyenler.

    Bu durum “yetmez ama evetçiler’in” sorumlu olduğu bir konu. ha kaç kişiler ne kadar tesirliler tartışılır. Ben burda halkı sorumlu tutmuyorum. Zira 82 anayasa ‘sını bile %92 ile kabul etmiş bir halk sözkonusu. Ki o Anayasa 60 anayasasının hak ve Özgürlüklerinden geriye götüren bir Anayasa idi. Buna rağmen yüksek katılımla ve yüksek bir oranla kabul edildi.

    Yasakların kaldırılması referandumu bile kılpayı geçmişti. Yani bu tip konularda halkın desteğini almış olmak yeterli değildir. ben onun için “yetmez ama evetçiler” bu eser sizin dedim. Ve örnek olarak da şike soruşturması nı verdim. kaleci Korcan hala içerde. Ya halıhazırda iddaaname yok, 3 temmuzdan beri insanlar içerde. Orda da Savcı hakkında şikayetler başvurular sözkonusu. Orda takipsizlik kararı veriliyor. E maçlar oynanmış bitmiş, federasyon tescil etmiş, tapeler, Emniyet ifadeleri falan hepsi çarşaf çarşaf gazetelerde yayınlanmış. Tutuksuz yargılanma talebleri reddediliyor.Bu sizin yüreğinizde sıkıntı yaratmıyor mu?

    Ki ben aynı günlerde tutukluluk işlemleri olduğu için Deniz Feneri ile Şike dosyasını kıyasladım. Ergenekon ve Balyoz’dan bahsetmedim bile. Neden? Çünkü o davalarda düşman hukuk uygulanıyor. Onun için o davalarla karşılaştırmadım bile.!

    Umarım anlatmak istediğimi, anlatabilmişimdir!!!

    Cevapla

    • Olasılıksız Says:

      Sevgili trekking,

      Sanırım hepimizin çeşitli hassasiyetleri var ve bunlara ilişildiğinde istemsiz bir refleksle hareket ediyoruz. 🙂 Bu refleksler bazen amacı aşabiliyor.

      Aslında sorunun önemli kısmı da bu… Toplumsal olarak siyah ve beyaz şeklinde ayrışmaya gidiyoruz. Evet diyenler için hayır diyenler ne kadar kötüyse, hayır diyenler için de evet diyenler o kadar kötü gözüküyor. Halbuki muhakkak her iki kesimde de ülkenin iyiliği için doğru seçeneği işaretlediğini düşünen milyonlarca kişi var.

      Bu referandum sonucunda ortaya çıkan hukuki yapının “eğer değişmezse” sadece bu hükümet değil, başka siyasi oluşumları da yakacağı kanısındayım. O yüzden bu sonuçtan evet diyenlerin özeleştiri yapması gerektiği yorumunuza yürekten katılıyorum. İçine siyaset giren bir hukukun düzgün işlemesini beklemek abes olur.

      Zaten cumhuriyet tarihinde sürekli eleştirdiğimiz konu yıllardır “vesayet altında” olan hukuk değil midir? Bu vesayet kimi zaman askeri olmuş, Mehmet Ağar dönemi gibi kimi zaman siyasi olmuş… Şimdi bu vesayet yasal güvence altına alınmış. Evetçilerin görmekten hoşlanmadığı kısım da bu sanıyorum.

      Referandum öncesinden bu yana söylediğim şey 12 eylülcülerin asla yargılanmayacağı, bunun göstermelik olduğuydu… Az daha sabredersek yaşayan 12 eylülcü kalmayacağı için artık böyle bir yargılamaya da gerek kalmadan konu kapatılacak. 🙂 O zaman 12 eylülü bahane ederek evet diyenler de dönüp kendilerine kandırılıp kandırılmadıklarını sorarlar umarım.

      Cevapla

      • fb1907 Says:

        Sevgili Olasılıksız,

        benim ifade edemediklerimi yazmışsınız, aynen katılıyorum.Teşekkürler.

        Cevapla

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: