Balyoz CD’sinden çıkan en dehşet verici planlardan ikisi Fatih ve Beyazıt camiilerinin Cuma namazı sırasında bombalanmasına dair ve 11 no.lu CD’den çıkan ÇARŞAF EYLEM PLANI HAREKAT EMRİ.doc ve SAKAL EYLEM PLANI HAREKAT EMRİ.doc isimli Word belgelerinde yer alıyor.
Balyoz savcılarının iddiasına göre bu planlar 1nci Ordu Semineri’nde üstü kapalı bir şekilde müzakere edilmiş. Oysa daha önce burada gündeme getirmiştik, 5-7 Mart 2003’de müzakere edildiği iddia edilen bu planlar için saptanan eylem tarihi 28 Şubat 2003 Cuma günü; yani seminerden önce. Mantıken, daha önce gerçekleşmesi planlanan bir eylemin daha sonra müzakere edilmesi söz konusu olamaz. Ayrıca seminerin baştan sona ses kaydı var ve bu kayıtlardan, söz konusu planların hiç bir şekilde müzakere edilmediği çok açık.
Üstelik, aşağıda aktaracağımız üzere, bu planlara göre Camiler 2003’de olmayan kameralarla izlenecek, 2003’de kullanılmayan düzeneklerle bombalanacak, harekatın muhaberesi 2003’de henüz keşfedilmemiş teknolojiyle yapılacak!
***
Ağustos 22-26 tarihleri arasında gerçekleşen Balyoz duruşmaları sırasında Cami bombalama planlarını hazırlamakla suçlanan jandarma subayları savunmalarını sundular. Bu savunmalar ışığında, bu iki plan ile ilgili kimi tespitleri buraya taşıyoruz.
Bu planlar, diğer tüm Balyoz belgeleri gibi 11 no.lu CD’nin içinde kayıtlı (17 no.lu CD’nin içinde de birer kopyası var). Ayrıca Gölcük’ten çıkan dijital veriler arasında da bulunuyorlar.
Sakal ve Çarşaf Eylem Planı Harekat Emirlerinin (EPHE) sonradan düzenlenmiş sahte belgeler olduğunu gösteren en çarpıcı bulgularla başlayalım. Aşağıda vereceğimiz kesitler ÇARŞAF EYLEM PLANI HAREKAT EMRİ.doc’dan, ancak, aynı ifadeler, birebir olarak SAKAL EYLEM PLANI HAREKAT EMRİ.doc’da da geçiyor.
Oysa Genelkurmay’ın verdiği bilgiye göre uzaktan komutalı cep telefonuyla tahrip düzeneği ilk defa Ağustos 2004’de kullanılıyor (belgenin ilgili kesidini görmek için buraya tıklayın).
Oysa 2003’de cami ve çevresinde kamera düzeneği yok. Fatih’de mobese kameralarının kullanımı 2005 senesinde başlıyor (Topuz’un Fatih Ilçe Emniyet Müdürlüğü’nden aldığı belgeyi görmek için buraya tıklayın). Ilçe Müftülüğü’nün verdiği bilgiye göre de belgelerin sözde hazırlandığı tarihte Fatih camiinde kamera sistemi bulunmuyor (belgenin ilgili kesidini görmek için buraya tıklayın).
Jandarma Genel Komutanlığı’nın verdiği bilgiye göre, emniyetli cep telefon sistemi ilk defa Aralık 2008’de kullanılmaya başlanıyor (görmek için buraya tıklayın). Daha önceki bir blog girişimizde bu sistemin 2008 yılı başında TÜBİTAK tarafından geliştirildiğini yazmıştık (buraya tıklayın).
Sakal planının altında, imza bloğunda adı beliren Hüseyin Özçoban için birlik bilgisi olarak “İstanbul J.Blg.K.lığı” yazılmış.
Oysa o tarihte Harp Akademilerinde öğrenci olan Özçoban İstanbul Jandarma Blg.K.’lığına bağlı değil. Bu belgeyi hazırlayanların bunu bilmediği anlaşılıyor. Ayrıca, bu belge ve eklerini hazırlayanlar, “Bekleme yapan”, “umum halk” gibi orduda kullanılmayan tabirler kullanıyor.
***
Diğer garipliklerle devam ediyoruz.
Sakal EPHE’nin altında Hüseyin Özçoban’ın adı bulunuyor, Çarşaf EPHE’nin ise Hüseyin Topuz. Her iki subay da bahsi geçen tarihlerde Harp Akademileri’nde öğrenci; Kurmaylık eğitimi görüyorlar. Emirlerinde herhangi bir birlik olmadığı gibi Jandarma Komutanlığı ile tek bağlantıları öğrencilik döneminde de maaşlarını oradan almaya devam etmeleri (Harp Akademileri doğrudan Genelkurmay’a bağlı bir eğitim kuruluşu).
Belgelerin üstverilerine göre Sakal EPHE’nin ilk kez 8 Şubat 2003′de Hüseyin Özçoban kullanıcı isimi ile kaydedilmiş. Çarşaf EPHE ise ilk kez 16 Şubat 2003’de Hüseyin Topuz kullanıcı adı ile kaydedilmiş. Her iki Word dokümanının son kayıt tarihi ise 22 Şubat 2003.
Bu belgelerin sözde en son kaydedildiklerinde Abdullah Gül başbakanlığında kurulan 58 nci AKP Hükümeti ancak üçüncü ayını doldurmuş. Erdoğan Hükümeti’nin kurulmasına 20 gün var. Hükümetin TSK’yı “yıpratmaya yönelik faaliyetlerini artırdığının gözlemlenmekte” olunmasına imkan yok.
***
Bu belgelerde birer keşif timinin kurulacağı yazılıyor, ve bu timlerin neler yapması gerektiği izah ediliyor. Yine aynı CD’den çıkan ayrı birer Word belgesinde ise bu timlerin kimlerden oluşturulacağı belirleniyor. Çarşaf için belirlenen liste (EK-C GÖREVLENDİRME ÇİZELGESİ.doc), üstverisine göre ilk kez 19 Şubat 2003, son kez 22 Şubat 2003’de kaydedilmiş. Sakal için belirlenen liste (EK-C GÖREVLENDİRME ÇİZELGESİ.doc) ise üstverisine göre ilk kez 9 Şubat 2003 ve son kez 22 Şubat 2003’de kaydedilmiş
Gölcük’te el bulunan 10 no.lu CD’nin içinde ise sözde bu keşif timlerinin yaptığı keşiflere ait sonuç raporları var. Ancak üstverilerine göre keşiflere ait raporlar daha görevlendirilmeler yapılmadan, hatta ve hatta daha Çarşaf ve Sakal planları ortada yokken hazırlanmış.
Şöyle ki, sözde Çarşaf planı dahilinde Fatih Camii’nde yapılan keşifi raporlayan (KEŞİF SONUÇ RAPORU.doc) Word belgesi, Hüseyin Topuz kullanıcı adı ile ilk kez 6 Ocak 2003’de son kez 8 Ocak 2003’de kaydedilmiş. Öte yandan, sözde Sakal Planı dahilinde Beyazıt Camii’nde yapılan keşifi raporlayan (KEŞİF SONUÇ RAPORU (BEYAZIT).doc) Word belgesi Yusuf Kelleli kullanıcı adı ile ilk kez 8 Ocak 2003’de son kez 11 Ocak 2003’de kaydedilmiş.
Daha Sakal ve Çarşaf planları ve görevlendirmeleri ortada yokken hazırlanan bu raporların imza bloğunda farklı kişilerin adı var. Ancak tek “klavyeden” çıkmıs izlenimi veriyorlar. Örneğin, her iki belgede de SONUÇ bölümünde şu ifade geçiyor:
“KALABALIK VE HAREKETLİ BİR BÖLGE OLMASI VE HER TÜRLÜ FAALİYET İÇİN GİZLEME VE KAMUFLAJ OLANAĞI SUNMASI, FAALİYET YAPAN ELEMANLARIN KALABALIĞIN İÇERİSİNDE KOLAYLIKLA KENDİNİ KAMUFLE EDEBİLME OLANAĞINA SAHİP OLMASI”
Oysa Askeri jargonda “kamufulaj” araziye uyum sağlamak anlamında kullanılıyor; bu jargona hakim birinin, insanların kalabalık içinde “kamufle olması” gibi bir ifadeyi kullanma ihtimali düşük. Üstelik bunu iki farklı subayın birden kullanma ihtimali iyice düşük.
Benzer şekilde, yine Sakal ve Çarşaf’a ait ve farkli kişilerce (Topuz ve Özçoban) hazırlanmış gibi görünen EK-A ÇARŞAF EYLEM PLANI HEDEF ANALİZİ.doc ve EK-A SAKAL EYLEM PLANI HEDEF ANALİZİ.doc belgelerinin benzer yerlerindede “OLUŞTUTURULAN,” “TESBİT EDİLMİŞTİR” gibi aynı tapaj ve imla hatalarının bulunması bu belgelerin tek “klavyeden” çıktığına işaret ediyor.
***
Hüseyin Özçoban’ın savunmasına buradan, Huseyin Topuz’un savunmasına ise buradan ulaşabilirsiniz. “Mahkeme”ye göre dijital Balyoz belgeleri “Kuvvetli şüphe” oluşturduğu için Özçoban ve Topuz Şubat 2011’den beri cezaevinde.
Özçoban iki çocuğundan, Topuz ise tutuklandıktan bir ay sonra dünyaya gelen bebeğinden ayrı.
***
NOT: Bazı internet haber sitelerinde bu planlara ait keşif raporlarında geçen sokak isimlerinden kimilerinin 2003’de mevcut olmadığı, bu isimlerin 2006-2007 tarihlerinde verildiği yazıldı. Bizim internet üzerinden yapabildiğimiz araştırmaya göre Manyasizade ve Darüşşafaka caddeleri 2003 tarihinde mevcut (2001 basım Ingilizce bir Turizm rehberinde her iki caddenin de adı geçiyor).
07 Eylül 2011 01:35
Bu iş artık bir tiyatro safhasını da aştı… rezillik boyutuna ulaştı.
Planların aynı elden çıktığını anlamak için uzman olmaya gerek yok. Bazı paragraflar kelimesi kelimesine, hatta nokta, virgülüne kadar aynı. Aynı metinden ufak değişikliklerle 2 ayrı plan türetilmiş.
Ayrıca plan, 3. sınıf bir TV filmi senaryosu kadar uyduruk bir yapıda. Asker değilim ama ben bile bundan iyi plan yapardım sanıyorum.
Keşif Sonuç Raporları ve Hedef analizleri de keza öyle… Ayrıca, yıllarca eğitim almış deneyimli insanlar neden BÜYÜK HARFLERLE rapor yazar anlayamadım. Benim bildiğim kadarıyla BÜYÜK HARFLERLE yazı yazmak kişisel bir alışkanlıktır. Yani bir çeşit takıntıdır. Burada farklı metinlerin tümünde aynı takıntıyı görüyoruz.
07 Eylül 2011 02:16
Olasılıksız,
Dokümanları Word’de karşılaştırın, çok eğlenceli…
Bu arada, söylediğiniz gibi, bu plan falan değil, film senaryosu. Eğer bombalama planı yapıyorsanız, bombanın niteliğinden, etkisinden ve nasıl yerleştirileceğinden, haberleşme detaylarına ve alternatif planlara, halkın hangi sloganlarla nasıl kışkırtılacağına kadar pek çok somut detay yazılmalıydı. Onun yerine sadece okuyucunun gözünde senaryonun canlanmasına yarayacak tasvirler var.
14 Nisan 2012 10:34
Bu durum bence cemaatin sahte belge ürettiğini değil, seminer hazırlayan ekibin tembelliğini ortaya koyuyor. Askerlerin acemecice davrandığınının kanıtı gibi…
07 Eylül 2011 03:05
Hukuk katledilmiş,sahteliği artık su götürmez bir şekilde ispatlanmış belgelerle ülkenin en seçkin subayları tutuklanmış,bazı subaylar onurlarıyla oynandığı için kafalarına sıkmış,aileleler mağdur edilmiş bizimkiler sen,ben bizim oğlan dün tüm ağızlar kulaklarda adli yıl açılış töreni yapıyorlar.Birbirlerine bir tek ÇAAKK yapmadıkları kaldı.Hukuksuzlukların artık ayyuka çıktığı bir ülkede hangi yüzle adli yılın açılış töreni yapılıyorsa.
07 Eylül 2011 12:39
bu belgelere inanmıyordum… artık inanmaya başladım.. zira çok çocuksu sözlerle dev gibi belgeleri-bulguları çürütebilmek imkansız ve komikl.. ben elimizde daha somut net bilgiler var sanıyordum.. meğer oyun oynayan bizmişiz.. yok asker bu kelimeyi kullanır mı kullanmaz mı.. asker sivilde kamufle olmak der mi demez mi… der tabi.. hepimiz asklerlik yaptık.. koca koca subayların türkçeyi nasıl rezil kullandığını; ağızlarından küfür çıkmadan cümle kuramadıklarını bilmiyor muyuz… gerçekler sanırım acı…..
07 Eylül 2011 13:22
Mesut,
Guya 2003 tarihli belgede 2009 yilinda kurulan sirket isminin yer almasine ne diyorsun peki?
07 Eylül 2011 14:53
Sevgili CCGürsel,
Bu dediğin soruya cevap verebilmesi için sevgili Mesut Katanalp’in azıcık zahmet edip söz konusu blog yazılarına erişip önyargısız olarak okuyup, anlaması gerekiyor. Ardından gerçeklerin acı olması konusunda yazdıklarını tekrar okuyup, acı olsa da gerçek gerçektir diyebilmeyi başarmalı ve içerisine sindireceği gerçeği (gene zahmet edip) bizimle paylaşması lazım.
Bütün bunlar olgunluk gerektiren işler. Özgür bir beyin, temiz bir vicdan, v.s.
O zaman ne diyecek dersen, kanımca bu davayı yürütenlerden, sahte delilleri oluşturanlardan, yaptıkları yayınlarla tüm dünyayı kandırdıklarını zannedenlerden, arkasında duran siyasi idareden hesap sorulması gerektiğini bunun erdemli insan olmanın birinci şartı olduğunu diğerlerinin bunun ardından geldiğini söyler diye düşünüyorum.
Sevgiler.
07 Eylül 2011 15:32
Bu belgelerin sahte olduğu bariz ortada.Ancak bu belgelerin sahte olduğunu göstermek için bazen zorlama yorumlar yapılıyor o zaman da haklı davanızda haksız duruma düşüyorsunuz.Küçük tapaj hatalarına takılınmış (ateşe -ataşe gibi) veya cümlelere anlam yüklenerek (örneğin “cami ve çevrede bulunan kameraların durumu tespit edilecektir” denilmiş ama o tarihte bölgede kamera yok diyorsunuz.) belgelerin sahteliği ispatlanmaya çalışılmış. Kamera olmadığının tespiti de bir durum tespiti değil midir ?
Yani ben kötü niyetli olsam derim ki: zaten planı hazırlayanlar orada kamera olup olmadığını bilseler durumunu tespit ettirmezler.
“Bölgeki mevcut kameraların yerlerinin tespiti” gibi bir ibare olsaydı haklı olabilrdiniz.
Veya amaç aleyhte propaganda yapmak olduğu zaman bırakın 3 aylık hükümeti, 3 haftalık hükümeti bile istediğimlzle suçlarız. Mevcut durumda yandaş medya propaganda yaparken çok mu mantık gözetiyor?
07 Eylül 2011 16:38
Tapaj hataları eğer işin bizzat içinde olan kişilerce yapılmışsa önemlidir. Örneğin bir Fizyoterapist mesleğini hiç bir zaman fisyoterapist diye yazmaz.
Ancak söylediğiniz konu dikkatimi çekti. “Kameraların tespit” edilmesi planda mevcut. Peki keşif raporunda bu konuda bir bilgi var mı? Planda belirtilen bir hususun ayrıntılı(!!!) keşif raporunda dile dahi getirilmemiş olması biraz enteresan değil mi? 🙂
Patron “kamera var mı kontrol et” diyor ama siz gidip çevredeki dükkanları sayıyorsunuz. 🙂 Kameranın bahsi dahi geçmiyor. Eh, şimdi ben patron olsam sorarım. Birader, kamera var mı, yok mu? Ne biçim keşif yaptın?
07 Eylül 2011 17:27
Siz bu planların yoldan geçen alakasız siviller tarafından hazırlandığını düşünmüyorsunuzdur umarım. Bu kadar detaylı belgeyi ancak TSK içerisinde önemli noktalarda bulunan kişiler hazırlayabilir. Yoksa yüzlerce kişinin adını, rütbesini, görev yerini(zaman zaman yanlış da olsa) bilip buna göre plan askeri tekniklerle(hatalı da olsa) hazırlayabilen,seminer kayıtlarını 1. Ordunun kozmik odasından çıkarabilen,sahte cd leri Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün zeminine koyabilen kişiler ateşe ile ataşe arasındaki farkı da çok iyi bilirler diye düşünüyorum.Ayrıca siz her ne kadar bu belgeleri en fazla iki kişinin yazdığını düşünseniz de bence arka planda oldukça geniş bir ekip var.
Kamera konusunda sizin yukarıdaki argümanınız o tarihte orada kamera olmaması üzerine kurulu olduğu için o şeklide yazdım keşif raporundan bahsetmemişsiniz hiç. (Ya da ben göremedim bilmiyorum) Bir işin kötü yapılması onun hiç yapılmadığını kanıtlamaya yetmez diye düşünüyorum.
Elinizde bu kadar kuvvetli ve belgelerin(belge bile değil, word dosyası) sahteliğini su götürmez biçimle ispatlayan deliller varken bence bunlara takılmamalısınız.Ben o belgelerin içinde çok daha güçlü bir şekilde sahteliğini ispatlayabilecek daha nice tutarsızlıklar bulunabileceğine inanıyorum.
07 Eylül 2011 22:09
Sanıyorum bazı yorumları birbirine karıştırdınız. 🙂
Plan ve keşiflere ait dökümanların linkleri konu başlığında mevcut. Sizin mesajınız üzerine benim dikkatimi çeken şey, planda kameralar hakkında tespit yapılması istenirken, keşif raporunda kameralardan hiç bahsedilmemiş olması. Yani biri size “git kamera falan var mı bak” diyor ama siz raporunuzda polis arabasını 45sn’de olay yerine gelebileceğini tespit etmenize rağmen kafanızı kaldırıp kamera var mı diye bakmıyorsunuz. Üstelikte tanınmamak için takma sakal, bıyık, peruk falan önermeyi bile unutmamanıza rağmen.
Bu yazıları 2 kişi yazmış derken tüm Balyoz planlarından bahsetmedim. Muhakkak sizin dediğiniz gibi büyük bir ekip var. Benim kasdettiğim bu konu başlığında verilen 6 adet dökümandır. Bunlar büyük olasılıkla 2 tanesi bir kişini, 4 taneside başka bir kişinin elinden çıkmış. Yazım ve ifade tarzı kesinlikle bu kanıyı veriyor. Sanıyorum yazı konusunda uzmanlığı olan bir bilirkişi de aynı görüşü doğrulayacaktır.
Halbuki her yazının altında bir başka kişinin adı var.
Bunlar elbette somut kanıtlar değil ama zaten bu yazıların DOĞRU OLDUĞUNU KANITLAMAK savcının görevi… yanlış olduğunu kanıtlamak kimsenin görevi değil. Bu planların yapıldığı, keşiflerin yapıldığı, bu yazıların altında olan kişilerce yazıldığına dair ortada TEK BİR KANIT dahi yok. Altı üstü imzasız mühürsüz 6 tane yazı var.
07 Eylül 2011 20:07
”.. Darbe için elverişli koşulları oluşturmak maksadıyla; İstanbul Fatih Camii’nde G Günü S Saatinde(28 ŞUBAT 2003) tedhiş faaliyeti icra edilecektir..”
Böyle bir cümle asla kurulmaz,şaka gibi yahu,buna inanacak insan hala var mı?Darbe gerçekten yapılacak bile olsa bu cümle kurulmaz,böyle edepsizce ve uluorta yazılmaz.Harekat denir,işlem denir ne bileyim kod ismi yazılır ama bu rezalet yazılmaz.Hakikaten şaka gibi ,insan aklına hakaret…
07 Eylül 2011 23:47
Yüzbaşı amir,binbaşı onun emrinde yok canım daha neler…Jandarmanın yapacağı eylemin Donanma K.ığı arşivlerinde ne işi var onu da anlayabilmiş değilim…
08 Eylül 2011 16:50
🙂
Bazıları bunu ciddiye alıp gazetelere 8 sütuna manşet yaptılar biliyorsunuz…
Şimdi sormak lazım.. Bu planları hazırlayanlar mı özürlü, bunları ciddiye alıp haber yapanlar mı? 🙂
08 Eylül 2011 17:06
Yapılan haberlerin bir kısmı çıkara endeksli (bilerek) yapılıyor, büyükçe bir kısmı ise bilgisizlikten kaynaklanıyor.Lütfedip bir danışman çalıştırsalar bu hale düşmezler.Koskoca firkateyn’e sahil güvenlik botu yazan gazetelerimiz var.
Sıradan bir insandan bu yazıları çözümlemesini beklemek haksızlık olur,bilen birilerinin gazete yönetimlerini aydınlatması gerekir.Tabii bu arada hırs akla galip gelmemeli.Geçmişin tüm haklı günahlarını günümüzün gençlerine yıkmamak lazım.
09 Eylül 2011 00:58
Yapmayın sayın demokrat 🙂
Baransu, Zaman gazetesinin muhtelif yazarları, Sabah gazetesinin yazarları, hatta sayın Nazlı Ilıcak gibi tanınmış kişiler sıradan gazeteciler değil. Bunları masumane tavırlar veya cehalet gibi göstermemek lazım.
Söylediklerinin yanlışlığını gösteren herkese şiddetle itiraz etmekten geri durmuyorlar. Baransu gibi deneyimli bir gazeteci şu planları okuduğunda zerre kadar şüphe duymaz mı? Doğrulama gayretine girmez mi?
Burada açık seçik çok bacaklı bir planlama var:
1. Döküman planlaması,
2. Basın ayağı
3. Emniyet ayağı
4. Yargı ayağı
Bunlardan bir tanesi eksik olsa bu davalar havada kalırdı. Sahte dökümanları hazırla, basına servis et, soruşturma açtır, emniyet tarafından gerisini tamamla… Özellikle basın ayağı olmasa kamuoyunda tüm askerler günah keçisi haline getirilemez, suçlu suçsuz demeden tüm yargılananlar vicdanlarda mahkum edilemezdi.
Sokaktaki 10 kişiye sorsanız taraflı tarafsız 8 tanesi “yahu bir şeyler olmuş galiba” der. Bu görüntüyü yaratan, basının planlı manüplasyonlarından başka bir şey değil. Farkındaysanız bu bloga yeni gelen herkes lafa “bu kadar delile rağmen…” diye başlıyor. Eski takipçiler ise “hangi deliller? Önce eski mesajları oku” diye yanıt veriyor.
09 Eylül 2011 13:10
Sayın Olasılıksız,
Kısa yazımın bir kısmı balyoz için bir kısmı ise genelleme yaparak yazıldı,ben hepsini aynı yazıda yazınca yanlış anlaşılması doğal tabii.Başta söylediklerim geçerli,yani maksatlı olduğu kısmı.Sadece sizin gibi ‘x’ gazetesinin bütün yazarları olarak genelleme yapamayacağım.
Diğer kısmını yıllar içinde yaptığım değerlendirmeye göre yazmıştım.Medeni ülkelerde gazeteler her konuda danışman bulundurur,hata yapmamaya gayret ederler.
Baransu’nun öyle deneyimli ve iyi bir gazeteci olduğuna katılmıyorum,eğer adlandıracaksak cesur ya da gözükara diye adlandırabilirsiniz.Zamanında askeri vesayet ve korku iklimi nedeniyle bildiğimiz ahlaksız medyanın yazamadığı şeyleri yazma cesareti göstererek bir çeşit ün kazandı gazetesiyle beraber.Böyle bir kişilikten de açıkcası doğrulama yapma gereği duymasını beklemiyorum.Hem bunun doğrulaması nasıl olur ki?İnsanlara sorsanız tekzip edeceklerdir,buradaki gibi ince eleyip sık dokumak istese hem birikimi yetmez hem zamanı.Zaten böyle bir kaygısının olduğunu da düşünmüyorum.
Basının bir kısmının ‘genelleme olarak değil de kişisel bazda’ kah husumetten (bunların bir kısmına ,zamanında çektikleri işkenceler nedeniyle az da olsa hak vermiyor değilim) ,kah inandıkları için maksatlı ve taraflı yazdıkları kuşkusuz.Bu durumun toplum zihninde karmaşa yarattığı da su götürmez.İnşallah adalet böyle düşünmüyordur demekten başka yapacak birşey yok.
10 Eylül 2011 03:24
Doğrudur.. yorumunuzun ufak tefek bir iki ayrıntısı dışında tamamınına hemfikirim.
07 Eylül 2011 15:53
CCGürsel. bu bahsettiğiniz şirket ismi nedir? ve bu isim nerede ne şekilde geçiyor. bilgi verirseniz araştırmak istiyorum.
Sayın Kemal Bey, üslubunuzu ayarlama noktasında daha hassas davranmanızı dostça tavsiye ederim. bunun dışında size cevap vermeyi de zull sayıyorum zira; neyi konuşacağımızdan önce nasıl konuşacağımız noktasında anlaşamadığım insanlar benim için hiçtir. sanırım sizin için de ayrı bir kategori ayıramayacağım…
şair Ziya Paşa ne güzel demiş:
En ummadığın keşfeder esrar-ı derunu
Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın…..
07 Eylül 2011 16:30
Sayın Mesut Katanalp,
Sanıyorum bu blogda linki verilen plan, tespit vs. dökümanlarını açıp okumadınız. Getirilen yorumlara itiraz etmeniz son derece doğal ama o yazılar Word’de açıp yanyana koyup 5-6 farklı kişi tarafından hazırlanmış bu yazıların neden kelimesi virgülüne kadar aynı ifadeleri içerdiğine mantıklı bir açıklama da getirmeniz lazım.
Savunmanın yetersizliğinden bahsederek iddianın doğru olduğu sonucuna varamazsınız. Hem felsefe, hem mantık açısından bu yaklaşım yanlıştır.
Ben iddia ediyorum ki; bu yazılar en fazla 2 kişinin elinden çıkmıştır. Bunu dilerseniz size detaylı bir karşılaştırma ile ortaya koyabilirim. Bu durumda sizin, bu yazıların neden birbirinin tıpatıp aynısı olduğuna mantıklı bir açıklama getirmeniz, benim tezimi çürütmeniz gerekir.
08 Eylül 2011 12:24
Mesut Bey,
Ilginc bulabileceginiz birkac link asagida. Hem o bahsettigim sirket konusu hem de baska benzer seyler var. Incelerseniz isin icerisindeki haksizlik ve adaletsizligi siz de goreceksiniz:
https://cdogangercekler.wordpress.com/2010/12/03/balyoz-cd%e2%80%99si-en-erken-agustos-2009%e2%80%99da-hazirlandi/
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/01/26/2003%e2%80%99de-ilisigi-kesilecek-personel-2005%e2%80%99de-donanmaya-katilacak-gemide-calisiyor/
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/01/30/sirri-adli-emanette-sakli-kalan-bir-baska-%e2%80%9cgelecege-donus%e2%80%9d-belgesi/
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/04/29/eskisehir%e2%80%99de-cikan-2003-tarihli-balyoz-belgesi-2005%e2%80%99de-degisen-kanun-maddesinden-kanunun-%e2%80%9cmevcut-sekli%e2%80%9d-diye-bahsediyor/
Etme bulma dunyasi konusundaki yorumlariniza su acidan katilmiyorum. Gecmiste askerin yaptigi tum yanlislarin sorumlulugunu su anda tutuklanan 300 kisinin uzerine yikamazsiniz. Sanki toplum olarak simdiye kadarki tum darbelerin ocunu bu insanlardan aliyoruz. Hem de sahte belgelerle.
Evvela boyle bir sey reva degil ve hicbir topluma yakismaz.
Ikincisi adalet oyle sagdan soldan sundurebilecegimiz bir sey degil. Gecmiste askerlerin yaptigi yanlislar sebebiyle simdiki askerlere adaletsizlik yapmayi “etme bulma dunyasi” ile aciklarsak yarin kendimize yapilacak adaletsizlige de karsi cikma hakkimiz olmaz. Adalet siyasetten de gecmisteki nefretlerimizden de daha onemlidir.
Konuyu geregi gibi incelerseniz eminim sizde ortada bir yanlislik olduguna kanaat getireceksiniz.
07 Eylül 2011 16:49
bir şeyi büsbütün kabul edemesek de büsbütün terketmek doğru değildir….. neticede ortada bir kurgu var. iddianame ismi zaten bu kurguyu ifade eden en ciddi isim olduğu için kabul görmüş… adı üzerinde iddianame.. yani kurgu… bu noktada dediklerinizle hem fikirim… ama kabul etmiyoruz diye de ortada bir şey yok demek de biraz komik oluyor. sanırım sorun burada… bir şeyler var… meseleyi komple karambole getirelim derken meselenin inandırıcılığı topyekün ölüyor…. dolayısıyla bu noktada yapılacak en iyi şey sanırım gerçekten bir haltlar karıştıranlar suçunu çeksin ki sanırım çekecekler… masumlar var. buna kalpten inanıyorum… ama bu kurgu bir şeylerin üzerine bina edildi… KOŞANER’in ses kaydı bu itirafı taşıyor…. alınacak dersler var orada…. malzeme verirsen affetmezler diyor.. nitekim bugüne kadar darbe yapanlarda böyle küçük şeyleri büyüterek yapmadı mı… menderesi asma gerekçelerine bugün çocuk bile inanmıyor ve gülüyor.. yargılamadaki çürümüşlüğe kargalar bile gülüyor değil mi… bugün yine mesele daha adil daha şeffaf… ama biraz düşünmek lazım bu noktaya nasıl gelindi.. daha dün uzman çavuşa kimse dokunamazken bugün koca koca paşalar neden nasıl alınıyor…. sorun bu kurgudaki çürüklükler mi.. veya ne kadarı bu…. sorun yanlış yerde aranıyor… adalet bana gelince şöyle sana gelince böyle olacak bir şey değil.. geçmişte nasıl masum insanlar gaddarca yargılandıysa… yada suçlu olsalar bile insan haklarından çok uzak yargılandılarsa… bugün görülen de edilenin bulunmasıdır… geçmişe bir özür dileme ve yeniden bir hak-hukuk üzerine bina edilmiş bir devleti inşa etme zamanı….
07 Eylül 2011 22:25
Sayın mesut katanalp,
Son derece haklısınız. Bir şeyi büsbütün kabul etmesekte büsbütün terketmek anlamsızdır. Ama zaten ortada kabul edilebilecek somut bir veri yok.
Bakın bu blogtaki yorumların tamamına yakını bir CD’de bulunan, imzasız, mühürsüz çeşitli yazılar üstüne. Çünkü ortada tartışılacak başka bir delil yok.
Ses bantlarının ve seminerin suç oluşturmadığını savcılık zaten iddianamade belirtmiş. E, peki ne var elde? CD’den çıkan yazılar… Bu yazılarında tamamının bir plan çerçevesinde, bir bütünlük halinde olduğunu ön şart olarak kabul etmiş savcılık.
Yani CD’nin tamamı bütünlük halinde tek bir delil. E, bu delilin de orası burasının cıvıdığı ortaya çıktı. Yanılmıyorsam mantık hataları ve somut yanlışların sayısı 300’ü geçti.
Bu safhadan sonra artık bu hataları bulmakta ustalaşan blog takipçileri bunları hazırlayanlarla açıktan dalgasını geçiyor. Çünkü dalga geçilmeyecek gibi değil. Ben bu cami bombalama planını okurken kullanılan eski sözcükler vs. nedeniyle kendimi 1950’lerin bir casusluk film senaryosunu okuyormuş gibi hissettim… Bu acınası duruma içimden gülmeden de edemedim. Hani gülünmeyecek gibi de değil… pek zeki sayılmazmış bunları hazırlayan.
“Edilenin bulunması” tespitinize ise hiç ama hiç katılmıyorum. Suçlar müteselsilen ve müştereken yargılanmaz. Suç bireyseldir. 12 Eylül oldu diye bugünkü teğmeni suçlayamazsınız. O zaman herkes anasının, babasının, hatta dedesinin işlediği suçlardan sorumlu olur.
Bu davanın dayandığı bacakların neredeyse tamamı tek tek çöktü. Ortada iddianın kuru laf halinde kendisinden başba bir şeyi kalmadı. Bu haliyla daha ne kadar gider? Bakalım, göreceğiz.
08 Eylül 2011 00:36
mesut katanalp,
İddianame denilen şey kurgu değildir. Somut delillere dayanmalıdır. Savcı sadece iddianamedeki her iddiayı kanıtlamak için aleyhte deliller toplamakla değil aynı zamanda sanıklar lehine olan delilleri de toplayıp iddianameye koymakla yükümlüdür. Yazdığı her şeyi savunmak, ispat edebilmek zorundadır.
Koca koca paşaların içeri alınması sizi etkilemiş anlaşılan. Onlar da paşa paşa içeri giriyorlar. Bu onların suçlu olduğunu mu gösterir, yoksa suçsuz olduklarından emin olduklarını mı? Suçlu olanlar kalkıp yurt dışından gelip adalet yerini bulsun diye teslim olurlar mı sizce?
Evet bu askerlerin arasında suç işlemiş olanlar, hatta darbe planlamış olanlar bile olabilir. Onların yargılanması ve cezalandırılması gerekir. Ama bu kişileri sahte delillerle veya işlemedikleri suçlardan yargılarsanız aslında onları aklamanın kapısını açmış olursunuz.
Küçükken “yalancı çoban” hikayesini okudunuz mu hiç?
Bu insanları yalan delillerle, sahte suçlamalarla yargılarsanız, kısa vadede “bakın paşaları aldık” dersiniz. Peki gerçekler ortaya çıktıktan sonra bunu ne kadar devam ettirebilirsiniz? Daha sonra gerçekten darbe planlamış birini bulsanız, gerçek delillerle yargılasanız kimseyi buna inandırabilir misiniz?
İyi çalışmalar …