Sabah gazetesi inanılmaz derecede kasıtlı yayınlarına devam ediyor. Bugün 1. Ordu plan seminerinin “ ‘hükümeti yıkmaya yönelik eyleme’ dönüştüğünü açık bir şekilde” ortaya koyduğunu iddia ettiği iki belgeden bahsediyor. Yazıyı dikkatle okuyan herkesin görebileceği üzere, bu “belgeler” Balyoz planlarıyla ilgili olmadığı gibi, hükümeti yıkmaya yönelik herhangi bir faaliyetten de bahsetmiyor. Dahası, bu belgeler Balyoz davasındaki (sahte belgelere dayalı) iddialarla çeliştiği için, çok çok bu iddiaları çürütmeye yarıyor.
Sabah gazetesinin haberinin detaylarına girmeden evel bu haberin (ve Sabah’ın daha evelki haberlerinin) işaret ettiği önemli bir konuya dikkat çekelim. Balyoz CD’sinin içinden çıkan belgeler gerçekten doğru ise, savcıların ve Sabah gazetesi gibi tek taraflı yayın yapan medyanın elinde zaten kapı gibi darbe belgeleri var! Bu belgelerin içinde tam teşekküllü bir darbe operasyonu, darbe ortamı yaratmaya yönelik canice faaliyetler, darbe sonrası başa getirilecek yeni hükümet üyeleri, bu hükümetin detaylı programı ve daha bir çok daha plan var. Bu belgeler ortadayken ve 1. Ordu’da bir darbe planlaması olduğu Balyoz CD’sinden çıkanlarla bu kadar kesin bir şekilde “belgelenmişken” (tabi Balyoz CD’lerinin gerçek olduğu varsayımı altında), Sabah gazetesi niye şimdi çıkıp da böylesine eften püften yazışmalar üzerinden sansasyonel yayınlar yapıyor?
Cevabı kanımızca şu: Balyoz CD’sinin ve içindeki Balyoz darbe belgelerinin sahte olduğu o kadar ayyuka çıktı ki, hükümet yanlısı gruplar bu davayı savunmanın tek yolunun seminerin üzerine gitmekte olduğuna karar verdiler. Şimdi tüm çabalar, dikkati sahte Balyoz belgelerinden başka tarafa çekerek, plan seminerinde ya da başka yazışmalarda suç işlendiğine dair bir kanı yaratmaya yoğunlaşıyor. Bu da Sabah gazetesinin komik bir duruma düşmesine sebep veriyor.
Şimdi gelelim haberde yazılanlara. Birinci iddia şöyle:
“Doğan’ın şu konuşmayı yaptığı belirlendi: “Önümüzde bir plan semineri var. Arkadaşlarım bilgi verdi, senaryoyu gönderdi. Bu senaryo bizim başımıza gelebilecek en olumsuz ama dikkate almamız gereken bir senaryodur. Olabilirliği yüksek bir senaryodur. Nedir bu senaryo? AB ile bütünleşmek isteyen bir ülke bütün fedakarlıklara rağmen kapının önüne bırakılmıştır ve bunun uğrattığı hayal kırıklığı sebebiyle gerek hükümet çevresinde gerek halk tarafından başka arayışlar ortaya çıkabilir. İrtica daha fazla hortlayabilir… Bu durumda iç bakımdan sıkıntılar yaşabiliriz… Ben bir EMASYA planlarımızın plan seminerinde bu şartlar altında gözden geçirilmesinin uygun olacağı inancındayım. Böyle bir sebeple senaryoyu ve plan çalışmasını klasik şeylerin dışına çıkarma ihtiyacı duydum.””
Neymiş? Çetin Doğan “plan çalışmasını klasik şeylerin dışına çıkarma ihtiyacı” duymuş. Bu neyi açıkça ortaya koyuyormuş? Plan seminerinin hükümeti yıkmaya yönelik eyleme dönüştüğünü.
Bu iddianın mantıksızlığı bir yana, Çetin Doğan’ın burada söyledikleri ile Balyoz darbe savlarının çeliştiği de ortada. Balyoz belgelerine göre amaç ortalığı karıştırarak darbeye zemin hazırlamak. Halbuki Doğan’ın bu konuşmasında bahsettiği ve senaryoya konu olan, iç ve dış dinamikler yüzünden kendiliğinden ortaya çıkabilecek irticai bir tehlike. (Seminer konusunda bir değerlendirmemiz için buraya tıklayın.)
İkinci iddia şu:
“Seminerden hemen önce katılımcılara toplam 41 sayfadan oluşan iki rapor dağıtıldı. KKK İstihbarat Başkanlığı’nın AK Parti hükümeti faaliyetlerini kapsayan Durum Değerlendirmesi Raporu, Plan Semineri’nde ayrıntılı bir şekilde tartışıldı.”
Seminer sırasında bir subayın raporda geçen genel seçim sonuçlarından ve valilik atamalarından bahsettiği—altı cümlelik—bir bölüm var (3. Kaset A yüzü, 8nci dakika), ancak bu raporun seminerde ayrıntılı bir şekilde tartışıldığı doğru değil. Seminerin ses kayıtları baştan sonra mevcut, ve ses kasetlerin önlü arkalı dökümleri Askeri Bilirkisi Heyeti Raporu’nda, dolayısıyla davanın ek klasöründe (Ek klasör no. 35, dizin no. 50-256) var.
Zaten böyle bir tartışma olsaydı, bu kayıtların medyada yayınları sansasyonel bir şekilde çoktan yapılmış olurdu.
Belki daha önemlisi, bu konuyla ilgili şu soruları sormak gerekiyor. Bahsi geçen ve AKP hükümeti faaliyetlerini kapsayan raporu kim hazırlıyor? Kara Kuvvetleri. Kara Kuvvetlerinin başında kim var? Aytaç Yalman. Peki savcılar Kara Kuvvetlerinden herhangi birini bu rapor yüzünden iddianamede suçluyorlar mı? Hayır. Aytaç Yalman iddianamede hangi bağlamda geçiyor? Balyoz darbe planının gerçekleşmesine engel olan kişi olarak.
Eğer Kara Kuvvetleri raporunun içeriğinin konu edilmesi bu davada suç oluştursaydı, o zaman bu raporun hazırlanması da suç olurdu, ve savcılar bu raporu hazırlayan ve onaylayanları da iddianameye sanık olarak eklerlerdi. Halbuki bu rapor (ta Ocak ayında ortaya çıkmasına rağmen) iddianamede konu bile edilmiyor. Durumun boyle olması Sabah gazetesinin iddialarının saçmalığını yeterince aydınlatıyor.
11 Aralık 2010 01:51
Cemaatin cdogangercekler blogundaki imamının yorum yapmasını bekliyorum.
11 Aralık 2010 08:06
Askerler yillarca kendilerini hukukun uzerinde gorduler. Yargiya mudahale edip binlerce kisiyi magdur ettiler. Bunlarin hesabini sormak, guclerini ellerinden almak icin her yolun mubah oldugunu dusunuyordum. Askerlere olan kizginligim gozlerimi kor etmis. Askerlerin kaybettigi gucu ele gecirenler hic de farkli davranmiyor. Yargiya cok daha fazla mudahale ediliyor. Ogrencilere siddet ve baski uygulaniyor. Engeller kalktigi halde 12 Eylul darbecilerine dokunulmuyor. Demokrasinin siyasi otoritenin her istedigini yapmasi demek olmadigini biraz gec farkettim. Daha once de soyledim tekrar edeyim, tabii ki herkes adil bir bicimde yargilansin. Sahte delil uretip yargiya mudahale edenler de yargilansin.
11 Aralık 2010 22:54
Sevgili merttalay@
“tabii ki herkes adil bir bicimde yargilansin. Sahte delil uretip yargiya mudahale edenler de yargilansin.” diye yazmışsınız.
Hukuka uygun ve doğru kararda buluştuk.
Bir ilave de ben yapayım.
“Sahte delil ve haberler ile insanlara çamur atan medya da yargılanmalıdır.”
11 Aralık 2010 23:22
Ben de boyle bir durum ne zaman olacak diye dusunuyordum. Ama gorunce sasirdim hakkaten.
Bu post altindaki 2 nolu yorumu yapan ben degilim, sakaci bir arkadas nick’imi kullanip yorum yapma ihtiyaci hissetmis. Sitede bu acidan bir kontrol olmadigi icin bunu yapmasi kolay tabi.
Olan bu siteyi takip edenlere oldu ne yazik ki artik hangi merttalay gercek, hangisi sahte ayirt edemeyecekler:)
12 Aralık 2010 08:04
Sayın merttalay,
Blog okurları için endişe etmenize gerek yok. Rumuzunuzun arkasında kaç kişi olduğu veya hangi isimleri kullandığınız çok önemli değil. Düşünce yapınız kendini hemen belli ediyor zaten.
İtiraf edeyim ben de yorumu okuyunca “merttalay yavaş yavaş doğruları görüyor galiba” diye düşünmüştüm. Üzüldüm doğrusu. Ancak yazdığınız “Sitede bu acidan bir kontrol olmadigi icin bunu yapmasi kolay tabi” cümlesi çok hoşuma gitti. Bu konuda bir sorum olacak. Acaba Word dokümanlarında ve CD-ROM’larda ne gibi kontroller var da Balyoz dokümanlarının yazarlarından bu kadar emin olabiliyorsunuz? Teknik bilgisi olmayanlar için cevabı ben vereyim: Word dokümanlarında ve CD-ROM yazarken de hiç bir kontrol yok.
Saygılarımla …
13 Aralık 2010 02:12
Zebeh pacavrasinin gercekte (!) kimin gazetesi oldugunu biraz dusunen herkes bilebilir..
Onemli olan bu gazetenin hala 300 Bin satmasidir hos ne kadari bedava dagitilmakta develt dairelerinde, ucaklarda vb. yerlerde mecburen (!) alinmakta bilemiyoruz.
Sn. Rodrik, wikileaks F-tipi cemaatin CIA’in ‘game theory’lerinden biri uzerine insa edilmis bir orgut oldugunu aciklayacak bir cable aciklar mi bilemiyorum (PFC seviyesinde bir Army Intelligencer’in gecebilecegi dosyalardan beklenmemeli kanaatimca), ama AKP-Fethullah kadrolarinin yasadisi case’leriyle ilgili onemli sayidaki belge FBI tarafindan aciklanirsa (ya da sizdirilirsa) medyanin satilmisligi bile onune gecemez bugunku Turkiye’deki sivil diktanin yikilmasinin..
FBI’in elinde cok onemli deliller var..
13 Aralık 2010 12:19
Sayın mertalay,
“Olan bu siteyi takip edenlere oldu ne yazik ki artik hangi merttalay gercek, hangisi sahte ayirt edemeyecekler:)”
Anladığım kadarı ile siz karşı çıkan mertalaysınız.
Önemli olan kimin ne söylediğidir yoksa bu platformda kimlik değil.
Kimliklerinden sıyrılarak, bu konu ile ilgili herhangi bir yorum getirmemekte, ve susmaya devam etmektesiniz.
Susmak ikrar, kabullenmek değilmidir? Söylenecek bir sözünüz var mı?
14 Aralık 2010 10:42
sahte olanın @4 olmasını umuyorum…
15 Aralık 2010 00:21
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
15 Aralık 2010 11:12
Hukukun iktidar tarafından nasıl kullanıldığı zaten görülüyor.
Muhalefet bunu daha taze “Kayseri patlağı”ndan dolayı T.B.M.M.’ne taşımaları da iyi bir gelişme, ama kesinlikle yetersiz.
“Darbeciler, hukuk kullanmayı hep yapmıştır” diyenler, ezik ağıtları yakanlar, bugün kendileri hükümete geldiklerinde hukuku, eğitimi, vs. nasıl kendi gerekçelerine göre büküp kullandıklarını görmekteyiz. Bundan da sıkıntı duymuyorlar.
Zenginliklerine bir de delisine özelleştirmeden, ihale kayırmalarından dolayı zenginlik katan iktidar familyaları hatta öyle bir rahatlar ki, evlere şenlik.
Bu bal gibi faşizan ve hükümet-mafyası gelişmelerine Türkiye ne kadar seyirci kalacak, bilemiyorum.
Üniversitelerin kıpırması ve yönetime başkaldırışı iyi ve geç kalınmış bir gelişme bence, üstelik az.
Daha fazla olması gerekiyor. Çünkü gençlerin geleceğini satanlardan, iktidardan daha akıllı olarak hesap sorması, drunkenknight rumuzlu arkadaşımızın hatırlatması esas alındığında devlet kuruluş ilkelerimizden biridir.
Yani gerçek ulusal devrimcilik mentalitenin bir öğesidir.
Medya baskısını üstünden bir türlü atamayan medya, işini yapmadığından kınılması yeter mi bilemem.
Jöleli, besleme, candaş medya’nın mumu ise zaten yatsıya (iktidar değişimine) kadar yanacağı aşikar. Onlar da aslında bunu iyi biliyorlar. Ama onların da o zamanın geldiğinda ‘bunu iktidar bize böyle yazmaları emrettiler’ diyeceklerine de hepimiz tanık olacağız…
Muhalefet çok daha iyi çalışmalı ki bu hükümetten hesap soracak hale gelebilsin. Şu an bunu görmemekteyiz.
Gençler, hükümete karşı kıpırdamalarını dalga dalga göstermekle mecburdurlar.
Peki saade vatandaşımıza nasıl iş düşer? İşte orada aklı var mantığı var, bir daha ki seçimde bunun var olduğunu da gösterir. Silivri esir evindeki olup geçenlerden hesap sorma zamanı çoktaaaaan geldi. Ne yazık ki muhalefet yüzeysel polemikler ile devamlı önüne gelen kozlarını itip itip durdu, dururyor.
Bu hukuk işlemeyen hukuk. Bu yargı işlemeyen yargı.
Bir kaç (kriminal potansyeli yüksek) tarikat hanedanlıklara mahkum edilmiş demokrasimiz ve Cumhuriyetimiz nasıl demokrat yollardan alınırmış, umarım Türk Halkı gösterir. “Onlarda” millet’in iradesi varsa, o zaman başkalarında halk’ın öfkesi de mevcuttur.
Türk Milletin devletleri tarih’te zaten ne zaman birlik olmadığı ise çöküşe geçiyor. Ama Türk Milleti asla bağımsızlıktan vaz geçemez, geçmemeli.
İçimize taşeronları getirdiler, milyarlık rant yıkama yağlama işlemleri ile çarkı döndürmekte de ustalar.
Bakalım Türk evladı nasıl bir çözüm bulacak bu haksızlıklara, bunları nasıl politik güç anlamında bertaraf edecek…
15 Aralık 2010 21:15
Kıran da olsa kırıl, düş, fakat eğilme sakın…
(Tevfik Fikret)