Balyoz üzerine kaleme aldığımız ilk yazıların birinde demiştik ki; Balyoz belgelerinde karşılaştığımız bariz sahtecilik emareleri ve bu emarelere rağmen devam ettirilen karalama kampanyası ile hapise atmaya varan hukuki süreç, Türkiye’de ulusalcı/laik ve muhafazakar/demokrat kesimlerin ötesinde kirli işler çeviren güçlü bir üçüncü grup olduğunu gösteriyor. Hanefi Avcı’nın insanı dehşetler içinde bırakan kitabı işte bu üçüncü grubun ismini koyuyor: cemaat.
Biz baştan beri cemaatla ilgili iddialara ve suçlamalara çok şüpheyle yaklaşmıştık. Bu işlerin gerisinde cemaat yatıyor diyenlere hep aynı soruları yöneltiyorduk: Peki bunu nereden biliyorsunuz? Elinizde ne kanıtlar var?
Aldığımız cevaplar çoğunlukla spekülatif kaldığı ve belgelere dayanmadığı için yazılarımızda cemaata yüklenmekten kaçındık. Ama zamanla cemaatin sorumluluğuna dair kanılarımız kuvvetlenmeğe başladı. Birbirleriyle ilişkisiz ve çok değişik cevrelerden gelen insanlardan (hükümete yakın kişiler, Türk emniyet teşkilatının içinde bulunmuş polisler, ABD’de Türkiye’yi yakından tanıyanlar, ve bir zamanlar cemaatin içinde bulunmuş şahıslar) hep aynı hikayeleri duyuyorduk. Tüm bu kaynaklar Emniyet ve yargı içersindeki cemaat örgütlenmesinin kendilerine muhalif gördükleri kişiler aleyhine bilgi toplama, sahte belge ve delil üretme, ve dezenformasyon faaliyetleri içersinde olduklarını anlatıyordu.
Bizim kendi gözlerimizle gördüklerimiz de bu iddialarla örtüşüyordu. Balyoz belgeleri apaçık zamanlama hataları ve bir sürü diğer çelişkilere rağmen Emniyet ve savcılık mensupları tarafından her türlü mantık kuralları çiğnenerek gerçek addedilmeselerdi şu anda yargılananlar emekli ve muzavvaf subaylar değil bu belgeleri üretenler olurdu. Cemaatle yakın ilişkileri bilinen Zaman ve diğer bazı medya kuruluşlarının bu konuda ısrarla ve göz göre göre yalan yayın yapmalarını da başka türlü izah etmek biraz zor. Tek bir örnek vermek gerekirse, Hanefi Avcı’yı yalanlama amacıyla yaptığı bir yayında “TSK, yaptığı açıklamada Balyoz Güvenlik Harekatı Planı’nın 2003-2006 yılları arasında gerçekleştirildiğini ve belgelerin gerçek olduğunu doğrulamıştı” kuyruklu yalanını savurabilen Zaman gazetesi (ve temsil ettiği topluluk) bu dümenlerin odağında yer almıyor olabilir mi?
Hanefi Avcı’nın cemaatla ilgili yazdıklarını dikkatle okumamızı gerektiren çok sebep var. Bunlardan belki en önemlisi Avcı’nın dünya görüşünün Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılananlardan çok cemaat ile uyuşması. Susurluk’ta derin devletin üstüne gitmiş, 28 Şubat’a karşı çıkıp ayağının altı kaydırılmaya çalışılmış, cemaata yakınlığı ve dürüstlüğüyle tanınan bir istihbaratçının iddialarını sadece kariyerist bir çırpınma olarak görmek kendini ve başkalarını aldatmaktır.
Avcı, Balyoz konusunda fazla bir şey yazmıyor. Çetin Doğan’a fazla bir sempati beslemediği de belli. (Çetin Doğan’in ismi geçen tek yerde onun siyasete müdaheleci fikirleri olabileceğini ima ediyor). Ama Balyoz davasını çözdüğü kesin. Bu davada, gerçek ve üretilmiş belgelerin birlikte paketlenip, olağan bir Ordu plan seminerinin bir darbe planlaması şeklinde sunulduğunu yazıyor. Dolayısıyla Balyoz davasını adalet ve hukuk sınırları dışında yürütülen bir hesaplaşma olarak görüyor.
Avcı’nın diğer davalarla ilgili yazdıkları bize çok tanıdık geliyor çünkü yöntemler hep aynı ve Balyoz’da gözlemlediğimiz usullerle birebir paralellik taşıyor. Hedef seçilen kişiler aleyhine yasa dışı toplanan bilgiler, bu bilgilerin medyaya servis edilmesi, kimliği belirsiz fakat inanılmaz derecede detaylı bilgilere sahip gizli tanık ya da kaynaklar, gerektiğinde üretilen sahte belgeler ve deliller, savcı ve emniyet mensuplarının teamüllerle bağdaşmayan davranışları, gerçekten işlenebilmiş suçlar yerine uydurulmuş ya da abartılmış iddialar üzerine gidilmesi, giderek cemaat kontrolüne geçen mahkemeler — kısaca Avcı’nın deyimiyle cinnet geçiren bir adalet sistemi. Hanefi Avcı’nın kitabında vurguladığı bu temel öğelerin hepsi Balyoz’da da var.
Hanefi Avcı “kral çıplak” diyor. Eğer onun feryadına kulak verilmeyecekse kiminki önemsenecek?
29 Ağustos 2010
CEMAAT, GENEL