47. Celse duruşma tutanağını okumak için buraya tıklayın. Bu celsede Mustafa Aydın Gürül, Turgay Erdağ, Taylan Çakır, Ayhan Gedik, Ahmet Türkmen, Ali Semih Çetin, Muharrem Nuri Alacalı, Şafak Duruer ve Utku Arslan savunmalarını yapıyor.
11 no.lu CD’nin içinden çıkan EK-B.doc’daki listede adı geçtiği ve EK-K.doc Word belgesinin altında isim ve rütbesi belirdiği için Balyoz davasında sanık olan ve “Mahkeme”ce tutuklanan Turgay Erdağ’ın savunmasından bir bölümü buraya taşıyoruz:
“Organize bir suç örgütü ürünü olan ve sadece sahte dijital verilere dayanan bu suçlamalar nedeni ile şu anda bu konuşmayı yapmak zorunda kaldığım için üzüntü duyuyorum.
Bu davanın adını duyduğum Şubat 2010 tarihinden bugüne kadar birçok şey gördüm, birçok şey göremedim. Birçok şeyi de görmeyi çok istedim. İzninizle bunları sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Daha başlangıçta yani 25 Şubat 2010 tarihinde sorgu için Beşiktaş Adliyesi’ne gelip Soruşturma Savcısının karşısına oturduğumda, bir plan olduğu iddia edilen kağıtlar gördüm.
Ortada bir plan göremedim.
İsmimin geçtiği söylenen bir kağıt daha gördüm.
Bunun ciddiye alınacak bir yanını göremedim.
Savcının, benim hazırladığımı söylediği bir liste gördüm.
Savcıya bunu benim hazırladığımı nereden anladınız diye sordum.
Altında adınız yazılı dedi. İmzam var mı, göremedim dedim.
Ne imzası, yazılı bir kağıt bile bulamadık. Her şey dijital dedi.
Ben ortada belge falan göremedim.
Savcının odasında bana herhangi bir bilgi verilmedi. Dışarıda beklemeye başladım.
Bazı televizyon kanallarının alt yazılarında tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildiğimi gördüm.
Sabaha karşı çıkarıldığım mahkemede Yargıç, kararı yüzüme karşı söylemedi.
Mahkeme salonu dışında beklerken bazı televizyonların altyazılarından kararı gördüm, tutuklanmışım.
Mahkemenin verdiği kararı sonradan bir kağıt üzerinde gördüm.
O ana kadar kimler hakkında dava açılacağına, kimlerin tutuklanacağına ilişkin kararların bazı televizyon kanalları tarafından verildiğini düşünüyordum.
Beşiktaş Adliyesi’nde o gün hukuku aradım göremedim.
Mış gibi yaşamaya mecbur bırakılan güzel ülkemde hukuk varmış gibi tutuklandım. Oysa hukuk askıya alınmıştı.
Çevreme bakındım. Ortada askeri bir darbe falan da göremedim.
Temmuz 2010’da iddianamenin kabulü ile birlikte 102 kişi hakkında yakalama kararı çıktı.
Yalnızca ben değil, neredeyse bütün ülke bu kararda sadece hukuka değil kanuna da uygunluk aradı, göremedi.
11 Şubat 2011 gecesi eşi benzeri zor bulunan hukuksuzluk örneği bir toplu tutuklama kararı ile tekrar tutuklandık.
Bu kararda da hukuku aradım, göremedim. İnsan hakları aradım, göremedim.
Ben ne soruşturma ne de kovuşturma aşamasında hukuku henüz göremedim.
Gördüğüm şeylerde var elbette.
Soruşturma Savcılarının sadece bizleri suçlayacak bilgilere itibar ettiklerini, lehte delilleri görmezlikten geldiklerini, lehte delil içeriklerini aleyhte anlam ifade edecek şekilde iddianameye yazdıklarını gördüm.
Ekleriyle birlikte binlerce sayfalık iddianamenin çok kısa bir sürede Yargıçlar tarafından okunup kabul edildiğini gördüm.
Mahkeme Başkanının davanın başlamasına iki gün kala değiştirildiğini gördüm.
Tutuklama kararı verilirken, Mahkeme salonunda yan yana oturduğumuz insanlar hakkında kaçak muamelesi yapılarak yakalama kararı verildiğini gördüm.
Yakalama kararı verilen o insanların kendilerini tutuklatabilmek için nasıl günlerce mücadele verdiklerini ve tutuklanmayı başardıktan sonra nasıl rahatladıklarını gördüm.
Yargılama sürecinde delillerin savunma tarafına ısrarla verilmediğini gördüm.
25 Şubat gecesi de, 11 Şubat gecesi de tutuklandığımızda, kararı bir hukukçu olarak içine sindiremeyen ve çok ağrıma gidiyor diyerek ağlayan, hukuka inançlarının kalmadığını üzgün sözlerle söyleyen avukatlar gördüm.
Çocuklarına ve anne babalarına morali ve sağlıkları bozulmasın diye tutuklu olduklarını, hapiste olduklarını aylarca söyleyemeyen onurlu askerler gördüm.
Babalarını göreve uğurlarken anlayışla davranan ama hapishanedeki açık görüşlerden sonra onların kucağından ayrılmakta zorlanan asker çocuklarını gördüm.
Onurlu asker ailelerin gözyaşlarının birbirine karıştığını gördüm.
Kapalı görüşte çok sevdiği babasına dokunmak isteyip elini ona uzattığında eli aradaki soğuk cama çarpan, camın bir köşesine başını yaslayarak hıçkıra hıçkıra ağlayan 11 yaşındaki oğlumu gördüm.
Bir yıl sonra oğlumun baba aksi ispat edilene kadar herkes balyoz sanığıdır özdeyişini geliştirdiğini gördüm.
Genelkurmay Başkanının, Yüksek Askeri Şura toplantısından iki gün önce, “şu anda 173’ü muvazzaf 77’si emekli olmak üzere 250 General, Amiral, Subay, Astsubay ve Uzman Jandarma Çavuş hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu bulunmaktadır. Tutuklamaların, evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek birçok hukukçunun da ifade ettiği gibi mümkün değildir” diyerek, istifa ettiğini gördüm.
Ne yazık ki, Mahkeme Heyeti gördüklerimin ve göremediklerimin artık telafisi de mümkün değildir.
Birde görmek istediklerim var.
Mahkemenin benim de Mahkemem olduğuna ilişkin bir uygulamasını görmek istiyorum.
Savcıların benim de Savcılarım olduğunu anlayacağım bir uygulamasını görmek istiyorum.
İnsanı insan yapan, vicdan denilen şeyi görmek istiyorum.
Her mesleğe başlarken edilen yeminler vardır. Hukukçularında böyle bir yemini olduğunu sanıyorum, bu yeminin gereğini görmek istiyorum.
Ben 10. Mahkeme Heyetinden bir tek şey talep ediyorum.
Adına yargılama yaptığınızı belirttiğiniz, Yüce Türk Ulusu adına, hukuk adına cesaret.
Hukukun sadece bir yorum meselesi değil, aynı zamanda bir cesaret ve yürek işi olduğunu değerlendiriyorum. Mahkemeler, hiçbir kurum, dogmatik inanç, siyasi hareket, baskı ve tehdidi altında olamaz.
Baskı mahkemenin dışından olabileceği gibi Yargıç ve Savcıların kendi iç değerler ve inanç sistemlerinden kaynaklanıyor da olabilir.
Kaynağı nereden olursa olsun her türlü baskıya ve zorlamaya karşı Türk Silahlı Kuvvetlerinde istenmeyen subayların tasfiyesi ve bazı subayların terfii ettirilmesi amacı ile hukukun bir araç olarak kullanıldığı kuşkusundan kurtulabilmemiz için, uygar ülkelerde tek başına hukuki bir kanıt olarak kabul edilmemesine rağmen, sadece dijital verilerle her vatandaşının suçlanıp yargılanabildiği, hatta tutuklanabildiği melez demokrasiye sahip bir ülke olma utancından kurtulabilmemiz için, şu anda salonda bulunan ve yaşamında ilk kez bir mahkeme gören, 12. yaş gününü biraz sonra duruşma arasında bu salonda kutlayacağımız oğlumun da, güzel ülkemizin diğer bütün çocuklarımızın da kinden, nefretten, düşmanlıktan, öç alma duygusundan uzak, birinci sınıf bir ülkede, gerçek bir demokraside özgürlük içerisinde, bir hukuk devletinde ülkesine ve devletine güvenerek büyüyebilmeleri için cesaret talep ediyorum Mahkemenizden.
Bedeli ne olursa olsun cesaret.
Söyleyeceklerim bu kadardır.”
24 Eylül 2011 22:18
Bana mı öyle geliyor, yoksa üye hakimler sanıkların bazılarına kendilerini temize çıkartabilecekleri bazı sorular mı sormaya başladılar?
26 Eylül 2011 01:56
Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulundan “esrarengiz” yazılar gönderilmeye devam ediyor. 20 Eylül günü gazetelerde Avukat Turgut Kazan’a HSYK tarafından gönderilen cevabi yazıda kullanıldığı belirtilen cümlelerin aynısı Ergenekon tutuklusu Oktay Yıldırm’a gönderilen yazıyla birebir uyumu kafalarda soru işareti oluşturdu:
1. Ergenekon davasının tutuklu sanığı Oktay Yıldırım’a 22 Eylül 2011 günü HSYK’dan bir yazı geldi. Konu bölümünde “Dilekçenize cevap” yazılıydı. İlk satırında, “Muhtelif tarihlerinde gönderdiğiniz dilekçeler üzerine yapılan inceleme sonunda” diye yazıyordu; ama hangi tarihte, hangi dilekçeye cevap olduğu belirtilmemişti.
Yazı içeriğinde Oktay Yıldırım’ın hiç başvuruda bulunmadığı konulardan bahsediliyordu. Mesela iletişim tespiti ve teknik takip konusunda bir başvuru yapılmamış olmasına rağmen bu konuda yapılan işlemlerin usüle uygun olduğunun tespit edildiğini yazmışlardı. Ya da hakimlerin reddi veya çekilmesi konusu… Bu konuda da bir başvuru yoktu ama HSYK karar vermişti. Tuhaf olan ise… Oktay Yıldırım’ın başvuruda bulunduğu konularda anlaşılır bir ifade bulunmuyordu.
Söz gelimi, Savcı Zekerya Öz’ün, aslında hiç olmayan bir dosya ve varlığını iddia ettiği bazı belgelere dayanarak gizlilik kararı talep etmesi, mahkemenin de bu olmayan dosyaya dayanarak talep edilen kararı vermesi şikayet konularından biriydi! Bu dosyanın olmadığı ve “sehven” varmış gibi yazıldığı yine Savcı Zekerya Öz tarafından mahkemeye bildirilmiştir. Ama HSYK’nın bu konuda açıklayıcı bir beyanı bulunmuyor. Savcı Zekerya Öz’de, bu dosyada “gizli silah depolarının yerleri, örgüt üyelerinin isimleri ve iletişim tespit tutanakları” olduğunu daha 15 Haziran 2007’de yani bütün soruşturmanın en başında 10. Ağır Ceza Mahkemesine beyan etmişti. İnsan bu beyanı okuyunca Savcı’nın daha işin başında bütün soruların cevaplarını bulduğunu düşünüyor. Daha sonra sanıklar bu dosyaları isteyince Savcılık “böyle bir dosya olmadığını, sehven yazıldığını” yazmıştı. Ayrıca 10. Ağır Ceza Mahkemesi de savcılık talebi eline ulaşınca “nerede bu dosya” diye sormamıştı; çünkü savcılık mahkemeye “dosyayı talep ekinde gönderdiğini” beyan etmişti! Bütün bu işlemler, olmayan bir dosya ile ilgiliydi ve bu nedenle Oktay Yıldırım HSYK’ya hakimi ve Savcıyı şikayet etmişti.
Bir başka şikayet konusu, şu ünlü Ümraniye’deki bombalarla ilgiliydi. 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Savcı Zekerya Öz’ün talebiyle bulunduğu iddia edilen bombaların imhasına karar vermiş ve davanın en önemli delilleri imha edilmişti. Hakim CMK. 137. maddeye dayanarak bu imha kararını vermişti; ama 137. maddenin bombayla ilgisi yoktu. Kağıt yakma maddesiydi. İletişim tespit tutanakları ile ilgili bir maddeydi! Bu tutanakların suç unsuru olmayanlarının imhasını içeriyordu. Ama hakim, kağıt ile bomba arsında bir fark görmemişçesine bu maddeyi uygulamıştı. Bombaların ise delil olduğundan dolayı kesinlikle yargılama sonuna kadar askeri depolarda saklanmasını düzenleyen maddeler vardı. Yani hakimin de savcının da yaptığı işlem hem hukuk hem de kanun dışıydı. Bu da şikayet konularından biriydi ama bu konuda da ayrıntılı veya açıklayıcı bir beyanı yoktu HSYK’nın…
HSYK’nın bu yazıları neden yazdığı tam olarak anlaşılamadı, hangi başvurulara cevaben yazdığı da…
HSYK’nın önce Avukat Turgu Kazan’a, sonra da Oktay Yıldırm’a gönderdiği bu muammalı yazılar, “cevaplar otomatiğe mi bağlandı” sorularına yol açtı. Bilindiği gibi Ergenekon davasına bakan mahkemeler, “her celsede aynı cümleleri tekrar ederek tutukluluk kararlarını otomatik olarak verdikleri” gerekçesiyle HSYK’ya yoğun olarak şikayet edilmişlerdi. Şimdi benzer uygulamayı yeni HSYK’nın yapmasının nedeni merak ediliyor.
Deniz Feneri sanıklarının şikayetlerinin jet hızıyla işleme konmasına karşın Ergenekon sanıklarının başvurularının yıllardır işleme konulmamış olması, kamuoyunda yoğun eleştirilere yol açmıştı.
Soru şudur: HSYK bu nedenle mi herkese bu özensiz, birbirinin aynı cümleleri içeren ve hangi başvuruya ait olduğu anlaşılmayan cevapları yazıyor? Deniz Fenerine özel uygulama yapmadıklarını göstermek için… Peki ya adalete ne oldu?
Odatv.com
26 Eylül 2011 02:23
Saadet Partisi Yik başkanı Oğuzhan Asitürk tutuklanan muvazzaf ve emekli askerler için çok tartışma yaratacak bir iddiayı ortaya attı.Asiltürk’e göre ordunun Amerika karşıtlığı yok ediliyormuş.”Amaç İran’a saldırıldığı zaman ordunun tüm gücüyle Amerika’nın yanında olmasını sağlamak”diye demeç vermiş.
07 Ocak 2012 19:22
Okurken aklımdan geçen!