Bugünkü haberlerden HAVELSAN’ın Genel Müdürü Ö. Faruk Yarman’ın 13 Ağustos’ta Balyoz’dan tutuklandığını öğreniyoruz.
Yarman’ın tutuklanmasına neden olan ve en son 2003’de kaydedilği öne sürülen belgenin (diğer Balyoz belgeleri gibi) çok daha ileri bir tarihte oluşturulduğunu biliyoruz. SAVUNMA SANAYİ.xls isimli bu excel belgesine bakalım.
SAVUNMA SANAYİ.xls excel belgesi Baransu’nun bavulundan çıkan 11 no.lu CD’de kayıtlı. Aynı belge Gölcük’ten çıkan 1 no.lu CD’de de var.
Üstverisine göre bu belge ilk olarak 9 Ocak 2003’de “fyarman” kullanıcı adı ile, en son 25 Şubat 2003’de “Suha TANYERI” kullanıcı adı kaydedilmiş (TÜBİTAK raporu, Ek klasör 52, dizin no. 85).
Bu excel belgesi icinde 8 adet liste bulunuyor: ÖZET (SS), ASELSAN, HAVELSAN, SSM-STM, TAİ, ÖZEL, ÖZET(TÜBİTAK), TÜBİTAK. Her bir listede ilgili kurumda o dönem çalışan kişilere “darbe” sonrası ne görev verileceği listelenmiş.
ASELSAN ( 51 kişi) listesini aşağıda görüyorsunuz.
Soruşturma aşamasında savcılar bu kurumlara listeleri gönderip listedeki kişilerin 2002-2003’de çalışıp çalışmadığını sormuş. Savcılara gelen yanıtlara göre ASELSAN’da çalışıyor görünen 51 kişiden 4 kişi, ASELSAN’da çalışmaya Nisan 2006, Haziran 2007, Temmuz 2007 ve Eylül 2007’de başlamış (Adli Emanet klasör no.2, dizin no. 279-282).
HAVELSAN listesindeki 357 kişiden sadece 242’si 2002-2003 yıllarında HAVELSAN’da görevli. Gelen yanıtta geriye kalan (o dönem HAVESAN’da görevli olmayan) 115 kişi hakkında başkaca bilgi verilmemiş (Adli Emanet klasör no.2, dizin no. 61-75). Ancak, açık kaynaklardan yaptığımız çabuk bir arama bu kişilerin bir çoğunun HAVELSAN’a daha ileriki yıllarda girdiğini gösteriyor. Örneğin listedeki iki kişi 2002-2003 yıllarında TÜBİTAK’ta çalışıyorken, HAVELSAN’da çalışmaya Ekim 2004 ve Mart 2005’de başlıyor.
Bu bilgiler, tek oturumda oluşturulan (içine sonradan ekleme-çıkarma yapılmayan) 11 no.lu CD’de olduğuna göre bu CD 5 Mart 2003’de oluşturulmuş olamaz. Keza SAVUNMA SANAYİ.xls belgesi de en son 25 Şubat 2003’de kaydedilmiş olamaz. Bu belge ve CD’yi hazırlayan kötü niyetli kişiler, kullandıkları bilgisayarın sistem saatini geriye (2003’e) alarak, belgenin ve CD’nin 2003’de oluşturulduğu izlenimini yaratmak istemişler.
Savcılar da bunu biliyor. Tüm Balyoz belgelerinin kayıtlı olduğu 11 no.lu CD’nin 2003’de oluşturulmadığını gösteren bu ve benzeri yanıtları hemen adli emanate saklıyorlar. Bu yazışmaları davanın klasörlerine dahil etmedikleri gibi iddianamede maddi gerçeği yansıtmayan beyanlarda bulunuyorlar. Örneğin, bu belgeye atfen şöyle yazıyorlar (sayfa 211):
“İlgili kurumlarla yapılan yazışma neticesinde belgede ismi yer alan şahısların belirtilen yerlerde görevli oldukları anlaşılmıştır.”
Bu kadarı yetmezmiş gibi yeni Balyoz savcısı Hüseyin Ayar, sahte olduğu aleni bu belgenin üstverisinde “fyarman” kullanıcı adı olduğu için HAVELSAN’ın Genel Müdürü Yarman’ı tutuklama talebiyle Nöbetçi 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk ediyor. Nöbetçi hakimde de Yarman’ı cezaevine yolluyor.
16 Ağustos 2011 16:54
e
17 Ağustos 2011 02:03
BU havelsan listesinde kimler varki cok merak ettim
17 Ağustos 2011 08:53
Bugunku bir haberi not edelim de, es gecilmesin.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25242016/
Amirallere Suikast iddianamesinin ek klasörlerinden emekli Oramiral Özden Örnek’in günlüklerine ait hiç yayınlanmamış bölümler çıktı.
Bogazina kadar siyasete batmis generaller (Cetin Dogan dahil), yolsuzluk diz boyu, ‘gazeteci’ diye gecinen isbirlikciler, supheli olumler. Ve bu kadar cirkin bir yapinin yikilmasindan rahatsiz olanlar.
Bazi bolumler:
“ERDOĞAN’I PAYLAMAK (25-29 Kasım 2002)
Törenden sonra hep beraber komutanın odasına gittik. 8 orgeneral/amiral oturur oturmaz MGK Genel Sekreteri Tayyip Erdoğan’ı nasıl payladığını anlatmaya başladı. Hemen konu AKP’ye karşı ne yapılması gerektiğine ve onların neler yapabileceğine geldi. İnanılmaz bir konuşma seyrettim ve dinledim. Sanki ilkokul birinci sınıfta çocuklar öğretmenlerinin gözüne girmek için devamlı el kaldırıyorlarmış gibi herkes aynı anda konuşuyor, kimse kimsenin söz hakkına riayet etmiyor, genelkurmay başkanı ise ağzını açamıyordu. Herkes bir şahindi. Umarım başımız derde girmez.”
DOĞAN VE TOLON RAHATSIZ (24 Şubat – 02 Mart 2003)
Genelkurmay denetlemesi için bölgeye gelen Tümgeneral Can Teller ziyarete geldi. Oldukça ilginç bir görüşme yaptık. Genelkurmay Başkanı’nın şahsına karşı bir tepkisi olduğunu, dinci kesimlere kendisine yaraşır bir şekilde tepki vermediği gibi adeta onlarla işbirliği yaptığını ve Çetin Doğan Paşa ile Hurşit Tolon Paşa’nın bu konulardan çok rahatsız olduklarını ve kendi aralarında bir şeyler yaptığını, benim de onlarla görüşmemi ima etti. Bir tümgeneralin böyle konuşması beni şaşırttı.
KOMUTANDA 50 MİLYON DOLAR (28 Temmuz 2003)
Albay Belgütay Varımlı emir subayımı arayarak benimle özel bir konu görüşmek istediğini söyledi. Öğleden sonra kendisini Kabul ettim. Belgütay daha önce benim anımda çalışmış bir deniz piyade subayı… Belgütay devamlı olarak TSK’da birçok yerde hırsızlık yapıldığını bir generalin yut dışında 50 milyon doları olduğunu, bir albayın 52 dairesi bulunduğunu ve bunların hepsinin belgelerinin kendisinde olduğunu tekrarladı durdu. Ayrıca Erdal Şener’in de kasasında olan 535 bin dolar devlet özel ödeneği ile Zirvekentte kendisine iki daire aldığını belirtti. Genelkurmay başkanı bütün bunları biliyormuş. Ama işlem yapmıyormuş.
NOT: Adi gecen Belgutay daha sonra apartmaninin onunde olu bulundu. Kayitlara intihar olarak gecti.
YAŞ’TA GERGİNLİK (01 Ağustos 2003)
YAŞ toplantısı başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ayrı ayrı salona geldiler. RTE, Genelkurmay Başkanı ile beraber salona girdi. Tüm orgeneral ve amiraller kendisine ne selam verdiler ne de ayağa kalktılar… Asparuk Paşa iki mektup okudu. Çetin Doğan ise “Siz Aralık şurasında da çekince koydunuz ve o günden bugüne hiçbir şey değişmedi. Eğer yapılan bu yasal işlemi beğenmiyorsanız bugüne kadar yasayı değiştirseydiniz. Tabanınıza hitap edeceğim diye yaptığınız iş ülkeye değil partinize yaramak ve yaranmak üzere yapılmaktadır. Bunu Silahlı Kuvvetler bir meydan okuma olarak kabul ediyoruz” dedi…
ERUYGUR BİLGİ SIZDIRIYOR (4-10 Ağustos 2003)
Ayrılmadan önce Başbakan’ın gelmesini beklerken Yaşar Paşa ile bir saate yakın konuştuk. Daha doğrusu o konuşmak istedi. Bana Ankara’daki orgeneraller arasındaki çekişmeyi anlattı ve “Lafla pehlivanlık yapmaya çalışıyorlar” dedi. Jandarma Genel Komutanı Şener’in bütün bilgileri Cumhuriyet gazetesine sızdırdığını ve bunu bildiklerini anlattı.
17 Ağustos 2011 11:58
Verdiğin linkten takip ettim haberi.
General Generali kovaladı(29 Haziran 2002) diye bölüm var.Çevik Paşa’ya şikayet etmiş. Evde pijamalarını giymiş terlikleriyle oturan Çevik Paşa’ya.Zira Çevik Paşa 1999 da emekli oldu.!!!!!!
17 Ağustos 2011 11:59
Albay Belgütay VArımlı haberinin altına notu sizmi koydunuz? Haber de göremedim de.
17 Ağustos 2011 12:14
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12996430.asp
Gel de simdi bu balyozdaki elemanlarin acimasiz katiller olduguna inanma!!!
17 Ağustos 2011 19:46
Ihtimal, sen simdi Balyoz tutuklularinin mi bu cinayeti isledigini iddia/ima ediyorsun?
17 Ağustos 2011 13:45
Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) ile ilgili tartışmalar giderek keskinleşiyor. Bunun nedeni her şeyden önce ÖYM’lerin
giderek alışkanlık haline getirdikleri “kendine özel yetki” oluşturma anlayışıdır.
Eleştiriler başlangıçta şu yöndeydi:
“ÖYM’ler, gördükleri davaların esasının çok önemli olduğunu gerekçe gösterip usul kurallarını ikinci plana itiyor.”
“ÖYM’ler usul hatalarını yaygınlaştırırsa davanın esası da kaybolur.”
Bu eleştiriler kendilerini her konuda yetkili sayan ÖYM’leri hukuk sınırları içine sokmaya yetmeyince şu değerlendirmeler öne çıkmaya başladı:
“Eski Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) kaldırıldı, ama yerine konan ÖYM’ler bundan farksız. ÖYM’ler eski DGM’lerden daha kötü yöntemler uyguluyor…”
***
Son günlerde ÖYM’lere bakışta şu tanım ayrıca dikkat çekiyor:
“Düşman ceza hukuku.”
CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner’in 24 Temmuz günü Cumhuriyet’te yayımlanan söyleşisinden bir bölümü paylaşalım:
“Özel yetkili mahkemelerin DGM’lerden miras aldığı yargılama pratiği var… 2005 değişiklikleriyle birlikte düşman ceza hukuku kavramının yürürlüğe girdiğini görüyoruz…
Düşman ceza hukuku tanımlanmış eylem ve teşebbüsü birbirinden ayırt etmez. Adaleti sağlamak, maddi gerçeği ortaya çıkarmak yerine karşısında yok edilmesi gereken, insan yerine bile koymadığı şüpheliyi yaşamın dışına atılması gereken kişi olarak görür…
Mevzuatın tamamı bir düşman ceza hukuku pratiğine dönmüş durumdadır. Onun için yazılmamış ya da yayımlanmamış kitaplar toplanabilir. Bu, beyinlerdeki düşünceye saldırı anlamına gelir. Düşünceyi cezalandırır. İddianamelerde bir kişi hakkında delil olmaması bu kişinin suçsuzluğuna değil, daha tehlikeli bir suçluluk kategorisine girdiğinin kanıtı oluyor. Düşman ceza hukukuna göre o kişi o kadar tehlikeli ki, suçu işliyor ama arkasında delil bırakmıyor.”
***
ÖYM’leri her yönüyle tanımış olan Cihaner’in bu değerlendirmeleri, yargıya bakışta tam bir “kopuş” sürecinin başlayabileceğini gösteriyor.
İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ve Ankara Barosu Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu’nun yaptıkları değerlendirmeler bunun ipuçlarını veriyor.
Kocasakal, ÖYM’lerde savunmanın işlevini sorgulamaya başladıklarını söylüyor. Devamında, ÖYM’lere avukat göndermemeyi tartıştıklarını vurguluyor.
Prof. Feyzioğlu ile 8 Ağustos günü duruşma salonunda kısa bir değerlendirme yapma fırsatımız oldu. Prof. Feyzioğlu da ÖYM’lerde savunma makamının neredeyse hiçe sayıldığına dikkat çekti. Prof. Feyzioğlu’nun 8 Ağustos günü yaptığı açıklamanın bir bölümünü paylaşmak isterim:
“Gazetecilerin gerekçesiz olarak tutuklandığı bir ülkede, düşünce özgürlüğü olmaz. Milletvekillerinin gerekçesiz olarak tutuklandığı bir ülkede halkın egemenliği olmaz. Kaldırıldı denilen Devlet Güvenlik Mahkemelerinin özel görevli mahkemeler adıyla devam ettiği bir ülkede kişi güvenliği olmaz. Siyasi iktidara muhalefet etmeye, siyasi iktidarı değiştirmeye niyetlenen herkes, korku içinde sıranın kendisine gelmesini bekler hale getirilmiştir. Sistematik açıdan siyasi iktidara bağımlı kılınmış yargı organlarının, bireylere gelecek güvencesi vermesi beklenemez. Toplumu dalga dalga saran bu korku algılamasını gidermek görevi, kuşkusuz siyasi iktidarın sorumluluğundadır. Artık yeter. Özgürlüğü tutsak etmeyin.”
***
Ceza davalarının, siyasi davaların uç noktası şudur:
Kopuş…
Yani savunmanın, yargılananların yargılamayı tanımama noktasına gelmesi.
Bu aşamadan sonra artık hukuktan, adil yargılamadan söz edilemez. Bu, bir aracın direksiyonuyla tekerlekler arasındaki ve tekerleklerin kendi arasındaki bağların kopması demektir.
Bu araca, “bırakın yoluna devam etsin” demek ne kadar gerçekçiyse şu söz de gelinen noktada o kadar gerçekçidir:
Bırakın hukuk süreci işlesin!
Mustafa Balbay
17 Ağustos 2011
17 Ağustos 2011 14:06
Şike!
Türkiye Futbol Federasyonu beklenen kararını açıkladı. Kıyamet koptu!
Spor yazarları gönüllerinde yatan aslana göre görüş bildiriyor, yorum yapıyor.
Bir yığın söz, eleştiri… Manşetleri sütunları doldurdu.
Fakat TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar’ın açıklamalarını şöyle özetleyen yok:
“Şikeyi belgeleyemedik!”
Nedenini söyledi Federasyon Başkanı: “Talebimize rağmen savcılık ek ifadeleri ve belgeleri bize vermedi”.
Aydınlar; savcılığın TFF’ye verdiği, şike iddialarını kanıtlayacak, şu veya bu kulübe küme düşme kararı almalarına neden olacak “belge ve deliller yetersiz” diyor.
Üstelik gizlilik kararı oldukça şike sanıklarının savunmalarını almak da olanaksız.
TFF kararını tarihi bir fırsat kaçırıldı diye yorumlayan, saldırgan üslubu, ağzı çok iyi laf ettiği için TV’lerdeki baş yorumculardan biri olan Erman Toroğlu gibi pek çok spor yazarı; başta illaki Fenerbahçe, TFF kimi futbol kulüplerini neden küme düşürmedi diye karalar bağladı.
Ne hikmetse bağlı oldukları renklere hizmet edenler, hukuksal bir gerçeği göz ardı ediyorlar.
Kanıtlanana kadar suçlananların masum olduğu uluslararası temel hukuk kuralını futbol alanında geçerli görmüyorlar.
***
TFF Başkanı da diyor ki: Ceza veremedik, zira şike soruşturması gizli, elimizdeki belgeler yetersiz. Ama savcılık iddianamesi mahkemede kabul edildikten ve gizlilik kararı kaldırıldıktan sonra sanıkların savunma haklarını kullanmaları da sağlanacak ve yeniden değerlendirme yapılacak!
Fakat Toroğlu kafası böyle düşünmüyor. Savcılığın iddianamesini beklemeye, hatta yeterli belge ve delilleri istemeye gerek yok!
Türk kamuoyu bu kulüplerin şike yaptığına inanıyor mu?
Tamam!
Toplumdaki kanı kimi kulüpleri küme düşürmeye yeter de artar bile diye düşünüyorlar.
Kimileri de sütunlarını ve TV’lerdeki spor programlarını hangi kulüpsel veya kişisel amaçların peşinde kullanıyor, bu da ayrı bir sorun.
Savcı iddianame hazırlamamış, mahkeme başlamamış.
TFF ne yapacak; yargısal bir karar mı alacaktı? diye sorana da rastlanmıyor.
***
TFF, ateşten gömleği giydi. Aldığı kararın çok tartışılacağını bile bile açıkladı.
TFF’nin kararı ile savcılığın çakışmadığı da öne sürülüyor.
Mademki şike yapanları TFF cezalandırmadı, öyleyse şike sanığı diye kimileri neden hâlâ içeride?
Oysa savcı hâlâ delil, kanıt peşinde. Bir de delilleri karartma, şüphelinin kaçma olasılığı gibi yalnız bu soruşturmada değil; Ergenekon, Balyoz davalarında da özel savcıların elinde kullandıkları hukuksal bir koz var.
TFF’nin savcının iddianamesini bekleme kararını eleştirene de rastlanmıyor.
Şu soru geçerli değil mi:
Savcının iddianameye koyacağı delillerin ne kadarı gerçektir?
Bu, ancak mahkeme sürecinde ve sonunda ortaya çıkacak.
Savcının suçladığı kişiler, kulüpler ya beraat ederlerse?
Ya mahkeme kulüpleri değil de kişileri şike yapmakla suçlayacak olursa? İddianameye dayanarak TFF’nin, o kişinin başkanı veya yöneticisi olduğu kulübe verdiği küme düşürme cezası ne olacak?
***
Bugün Türkiye’de yargısal haksızlıklar dal budak saldı.
Artık bir şüpheli hakkında savcının iddianameye delil diye koyduğu kimi belgelerin uydurma, montaj olduğunu kanıtlamasına karşın hâlâ sanık; kaçması olası, delilleri karartacak diye yıllardır içeride yatıyor.
Ergenekon davası iddianamelerinde belge diye sunulan delillerin delil olsun diye montajlanan metinler olduğu kanıtlandı.
Balyoz davasında Gölcük’te bulunan, ne ki gerçek olmadığı kanıtlanan belgeye dayanarak onca general ve amiral içeride yatıyor.
Şike davasında da savcılığın iddianameye koyacağı delil ve belgelerin gizlilik kalktığında aynı akıbete uğramayacağına kim güvence verebilir?
***
Ergenekon davası siyasal bir dava damgası yedi.
Balyoz davası ise: Hava Orgeneral Bilgin Balanlı’nın önceki gün mahkemedeki şu sözleriyle tarihte yerini aldı:
“Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yürütülen bu çirkin iftira kampanyası sonucu gerçekleştirilen tasfiye operasyonu, maalesef başarıya ulaşmış gibi gözükmektedir.
Gerçekte başarılması halinde ise kaybeden Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti olacaktır”.
Balyoz davası böylece bundan böyle; “TSK’yi tasfiye davası” diye anılacak!
Ya şike davası?
Cüneyt ARCAYÜREK – 17 Ağustos 2011
17 Ağustos 2011 17:29
Çok önemli günler yaşıyoruz,
Bugün şike soruşturması ile ilgili olarak Melih Gökçek’in “şüpheli” sıfatıyla ifadesinin alınacağı duyuruluyor.
Aziz Başkan’ın, Cumhurbaşkanı’na(neden Başbakan’a yok) yazdığı bir mektup tan bahsediliyor.Aziz Yıldırım’ın yazdığı söylenen mektup yenilir yutulur gibi değil. Savcı’nın kendisine, senden ünlü birini alacağız dediğini yazıyor. Kimbu ünlü? Bugüne kadar neden çağrılmadı diyor
Savcı’nın 5 maçın sonucunu bildiğini bununla ilgili olarak neden tespit yaptırmadığını soruyor mektubunda.
Çok geçmeden, Savcı bey’den yazılı açıklama geliyor. Ancak tam skandal bir açıklama
” Yine soruşturmaya konu son 5 maçta şike olduğu ve maçların skorlarını maçlar oynanmadan önce bildiğimiz şeklinde hiçbir ortamda değerlendirme yapılmamış‚ görüş açıklanmamış olup‚ buna dair düşünce‚ yorum ve duyumlar hayal mahsulüdür. Söz konusu asılsız ve gerçek dışı iddiaların temel amacının‚ soruşturma makam ve mercilerini baskı ve etki altına almak ve kamuoyunu yönlendirmek olduğundan hiçbir kuşku bulunmamaktadır.”
40 gündür, senin odana girip çıkan elinde ki flaş bellekle belgeleri servis eden, polis otolarında gezen(Bunlar benim değil, av.faik ışık’ın ve medyaspor.com yöneticisinin söyledikleri)embedded gazeteci kılığındaki Lağımsu her gece çıktığı kanallarda bunu bağırıp duruyordu. “5 maçı gülerek seyrettik” diyordunuz.
Hani emniyet 19 maçta şike tespit edilmiştir ve kanıtlanmıştır diyordu? Hanginiz yalancı
Emniyet mi?
Savcı mı?
Lağımsu mu?
Eskiden, et kokmuştu. Et kokarsa tuzlarlar. Artık tuz koktu.Yazıklar olsun bizi bu günlere getirenlere
21 Ağustos 2011 16:03
Drunkenknight ;
Şike soruşturmasını da balyoz davasına bağladın tebrik ediyorum seni , biraz objektif olun birilerine çamur atıcam diye olayları saptırmayın sadece hükümete çamur atabilmek için şike soruşturmasını balyoza bağlıyorsunuz !!! Bu zihniyetle nereye kadar gidebileceğiniz meçhul dür
17 Ağustos 2011 15:16
İkinci Balyoz davası avukatlarından Nevzat Güleşen Eskişehir’de bulunduğu iddia edilen delillerin 14 şubat 2011 de yani arama yapılan tarihten bir hafta önce Emniyette oluşturulduğunu mahkemede kanıtladı.
17 Ağustos 2011 19:17
Sayın Solmaz Türk,
Gerçekten bu çok önemli bir gelişme.İyi yakalamışsınız.
“Ahmet Dikmen, Doğan Uysal, Onur Uluocak’ın avukatı Nevzat Güleşen, “Bir belgeye ulaştım. Bu bilgiyi açıkladığımda dava düşecek” dedi. Davanın Eskişehir’de emekli Albay Hakan Büyük’te bulunan dijital verilere dayandığına dikkat çeken avukat Güleşen şöyle devam etti: “Hakan Büyük’ün evinde 21 Şubat 2011 tarihinde arama yapılıyor ve bu aramada bulunan deliller davaya dayanak yapılıyor. Delil klasörleri Hakan Büyük’ün evinde yapılan aramadan daha önceki bir tarihte yapılmıştır.”
Yüksek mühendis Deniz Yarbay olarak emekli olduğunu söyleyen avukat Güleşen şunları anlattı:
“Delil klasörlerini CD’sinin aramadan önce yapıldığını yanında getirdiğim 2 laptop ve açılmamış bir kutu CD ile hemen gösterebilirim. Bir bilgisayarımda hiçbir sorun yok, eski laptopumda ise polislerinki ile aynı virüs var. Bu virüs, bilgisayardan CD’ye bir dosya yüklerken istenmeyen başka dosyaları da yazıyor. 8. Delil klasöründe ‘desktop.ini’ yazılı dosya çıkıyor. Bu dosya 14 Şubat tarihinde yazılmıştır. Oysa Hakan Büyük’ün evindeki arama 21 Şubat’ta yapılmıştı. Bu virüsü benim keşfedebilmem takdiri Allah’tır.”
17 Ağustos 2011 22:18
Binbir türlü sahtekarlıklar ispatlandığı halde her nedense o davalar bir türlü düşmüyor.Daha evvel de yazmıştım,orada mahkeme filan yok,çadır tiyatrosu oynanıyor.Sanırım benim yapmış olduğum bu tespiti geçenlerde Muharrem İnce de Silivri’den naklen yayında uzatılan bir mikrofona söylüyordu.
18 Ağustos 2011 01:35
“Terörle mücadele” değil terörün kaynağı bunlar!
Kamuoyunda “Islak İmza” olarak bilinen davanın en önemli kanıtı olarak kabul edilen “İrtica ile mücadele eylem planı” denilen sahte belgeyi, Avukat Serdar Öztürk’ün bürosuna yerleştiren Emniyet TEM Şube polisleri isim isim belirlendi. Böylece birinci Ergenekon davasında sanık Bedirhan Şinal’ın Cumhuriyet gazetesine molotof atması için kendisini yönlendiren polisleri açıklamasından sonra bir polis ekibi daha açığa çıkarılmış oldu.
Bilindiği gibi geçen hafta “İnternet Andıcı” denilen dava ile “Islak İmza” davası birleştirildi. 7’si general 14 sanık hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Birleştirilen davanın ilk duruşması 12 Eylül’de görülecek. Şimdilik “Andıcı”nı bir yana bırakalım, “Islak İmza”ya bakalım.
Davanın 2 Ağustos 2011 günlü 22. duruşmasında Dursun Çiçek ve Deniz Yıldırım’la birlikte üç tutuklu sanıktan biri olan Avukat Serdar Öztürk’ün önemli açıklamaları medyanın dikkatini çekmedi. Oysa Öztürk, bir sahte belgeyle bu tertibin nasıl düzenlendiğini ayrıntılarıyla açıkladı. Bakın bu tertip nasıl kotarıldı.
Pusuya düşen bırakılmaz
7 Ocak 2009 günü Emekli Albay Levent Göktaş’ın Ankara’daki avukatlık bürosu, TEM tarafından arandı. Göktaş gözaltına alınarak İstanbul’a götürüldü, dört gün İstanbul Emniyeti’nde kaldıktan sonra tutuklandı.
“Silahlı Kuvvetlerde bir kültür vardır. Pusuya düşen tim terk edilip, bırakılıp gidilmez. Pusuya düşen arkadaşını ve Silahlı Kuvvetler mensubunu bırakıp gitmek şerefsizliktir.”
Böyle düşünen Serdar Öztürk bunun gereğini yaptı. Silah arkadaşı, komutanı ve hukukçu meslektaşı Levent Göktaş’ı yalnız bırakmadı. Daha ilk gününden onun avukatı oldu. Soruşturmadaki hukuksuzluğu açığa çıkarmaya çalıştı. Göktaş’ın bürosuna o ünlü “51 No’lu DVD”nin nasıl yerleştirildiğini ve nasıl “bulunduğunu” kanıtladı. Soruşturmayı yürüten savcılara ve polislere karşı bir hukuk mücadelesi verdi, suç duyurularında bulundu. “Serdar, polislerle fazla uğraşmasın” uyarıları aldı ve hedef haline geldi.
Ankara dışındayken arama
3 Haziran 2009’u 4 Haziran’a bağlayan gece bazı esrarengiz kişiler Serdar Öztürk’ün Ankara Bestekâr sokaktaki avukatlık bürosuna geldiler. Kapıyı açmak zor değildi. Büroda çalışan avukatların tümünde ana anahtar olmadığı için kapının asıl kilidi kapatılmıyordu. Bir rastlantı olacak, binanın kapıcısı yalnızca o gün için karısını memleketine göndermişti. Binaya gece yarısı birilerinin girip girmediğini de duymamıştı.
Avukat Öztürk 2- 6 Haziran günleri arasında Ankara dışındaydı. Birileri Öztürk’ün Ankara dışında olmasını beklemişti. Zaten Öztürk “teknik takip” altındaydı, telefonları dinleniyordu. Kent dışına çıkacağını telefonda birçok kez söylemişti.
Serdar Öztürk 2 Haziran 2009 günü 18.10 uçağıyla Antalya’ya gitti. 3 Haziran günü Öztürk’le ilgili arama kararı İstanbul’da çıkarıldı. Aynı gün saat 23.32’de karar Ankara TEM’e fakslandı. 4 Haziran sabahı Öztürk’ün bürosu arandı. Masasının üzerinde müvekkili Levent Göktaş’la ilgili klasörün içinden 4 sayfalık “İrtica ile mücadele eylem planı” ile bir sayfalık “İzmir’de yardım edeceklerin listesi” çıktı. Büronun bir başka odasında bir dolapta da tomar halinde bırakılmış Genelkurmay belgeleri bulundu.
HTS kayıtları tertibi gösterdi
Serdar Öztürk, kendisine ait olmayan bu belgelerin, arama kararının Ankara’ya fakslandığı saat 23.32 ile 05.00 arasında bürosuna yerleştirildiğini düşünüyor. Belgeleri yerleştirenlerle, bulanlar arasında bir işbirliği olduğu kanısında. Çünkü aramayı yapan TEM Şube polisleri nerede, ne bulacaklarını bilir gibi davranıyorlar. Arama sırasında yapılan kamera kayıtları böyle bir görüntü veriyor.
Ergenekon savcılarının sanıkların lehine olan delilleri de toplamak gibi bir alışkanlıkları bulunmuyor. Bu yüzden Öztürk, İstanbul ve Ankara TEM şubelerinin sağ terör büro amirliklerinde görevli personel hakkında bir suç duyurusunda bulunuyor. Bu personelin cep telefonlarına ait HTS ve sinyal kayıtlarını talep ediyor. 3 Haziran gecesi saat 23.32’den sabah 05.00’a kadar bu telefonlar hangi baz istasyonlarından sinyal veriyor? Bu saatler arasında hangi numaralarla görüşüyorlar? Görüştükleri telefonlar nereden sinyal veriyor?
İsim isim belirlendiler
Öztürk’ün talebine aylar sonra yanıt geldi. İletişim tespit tutanakları Öztürk’ün iddialarını doğruladı. Öztürk’ün talep ettiği saatlerde bürosunun bulunduğu Bestekâr sokaktaki baz istasyonundan telefonları sinyal veren TEM polisleri belirlendi. Bu kişilerin telefonla görüştükleri ve sonradan –gene HTS kayıtlarına göre- bir araya geldikleri saptandı. Belgeleri yerleştirenler ile birkaç saat sonra “elleriyle koymuş gibi” bulacak olanlar aynı baz istasyonundan sinyal verir olmuşlardı!
Serdar Öztürk’ün ortaya çıkardığı fotoğraf böyle. “İnternet Andıcı” ile birleştirilen davanın duruşması 12 Eylül’de. 27 aydır tutuklu olan Öztürk, o gün fotoğraftaki şahısların kimliklerini açıklayacak.
Yaşar Müjdeci’nin adı hangi listede var?
Avukat Serdar Öztürk’ün bürosunda bulunan sözde belgelerden biri de bir sayfalık “İzmir’de yardımcı olacaklar” listesi. Serdar Öztürk bunu şöyle anlatıyor:
“… Bir belge daha. Bize İzmir ve civarında her konuda yardımcı olacaklar listesi. Yaşar Müjdeci’den başlıyor, Belgütan Varımlı’ya kadar bir sürü isim var. Hiçbirisini tanımıyorum. Ama numaralarını aldım. İzmir’e gidince yardım isteyeceğim. Neye yardım edeceklerse.” (Av. Serdar Öztürk, “AKP ve Gülen’i Kurtarma Planı”, Togan Yayınları, Nisan 2011).
Koşaner Orduevinde nasıl karşılanacak?
Bir gelenektir, bir terbiyedir. Harp Okulu’ndan bir yıl önce mezun olmuş bir subay, emekli de olsa bir sonraki devrenin komutanıdır. Ona “Komutanım” diye hitap edilir. Saygıda kusur edilmez. Hele onun birliğinde, emri altında görev yapmışsan bu saygı ölene kadar devam eder. Harp Okulu’nda öğretilen terbiye böyledir.
YAŞ öncesi zehir zemberek bir açıklama ile görevinden istifa eden Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve Kuvvet Komutanları Erdal Ceylanoğlu, Eşref Uğur Yiğit ve Hasan Aksay bir orduevine girdikleri zaman nasıl karşılanacaklar? Alt devredekiler ayağa kalkacak, selam ve saygılarını gösterecekler. Birlikte görev yaptıkları silah arkadaşları masalarına gelecek, bir emirleri olup olmadığı sorulacak. Devre arkadaşları hasretle kucaklayacak vb…
Ama herkese böyle davranılmıyor! Hilmi Özkök emekliliğinin ilk dönemlerinde orduevine gittiği zaman ne ilgi ne de sevgi gösterildi. Etrafındaki sessizlik ve ilgisizlik rahatsızlık verecek kadardı. Orduevinde bu kadar soğuk karşılanan bir Genelkurmay başkanı hiç olmamıştı. Zaten o da artık bu tür yerlere uğramaz oldu!
Hikmet Çiçek/Aydınlık
18 Ağustos 2011 02:06
Odatv operasyonu sonrasında tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderilen Haber Müdürümüz Barış Terkoğlu, emniyet görevlileri ile hakim ve savcıların katıldığı iftar yemeğine ilişkin yayınlanan haberle ilgili olarak 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi istendi.
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bugün görülen duruşmada Terkoğlu’nun moralinin yerinde olduğu gözlendi. Yapılan haberle ilgili diğer sanık Cumhuriyet Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Güray Tekin Öz’ün adına duruşmaya avukatı katıldı.
Duruşmada Savcı Mehmet Ali Uysal, esas hakkındaki görüşünü açıkladı. Savcı Uysal, “Bu fotoğraflar olay yaratacak” başlığıyla yayınladığımız haberde, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Dairesi tarafından düzenlenen iftar yemeğine Ergenekon iddianamesini hazırlayan savcılar ile ilgili davaya bakacak olan hakimlerin katıldığına dair bilgiler yer aldığını belirtti. Haberde yemekle ilgili fotoğrafların da yayınlandığı kaydedilen mütalaada, haberin rumuzlu isim kullanan birçok okuyucu yorumlarına neden olduğu, bu yorumların eleştiri sınırlarını bir hayli aşarak hedef göstermeye varacak şekilde olduğu ifade edildi.
Bu nedenle Barış Terkoğlu’nun “Terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” nedeniyle 3713 Sayılı Yasanın 6/1 maddesi ve TCK’nın 53. maddesi gereğince 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi.
Odatv’de yayınlanan haberi sorumlu yazı işleri müdürü olarak çalıştığı gazetede haber amacıyla yayınlandığı belirtilen diğer sanık Cumhuriyet Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Güray Tekin Öz’ün ise beraati istendi.
Duruşma sırasında Haber Müdürümüz Barış Terkoğlu’nun avukatı Serkan Günel söz hakkı isteyerek:”Müvekkilimin elinde yeni deliller var. Söz hakkı alarak bu delilleri açıklasını talep ediyoruz.” dedi. Bunun üzerine söz alan Haber Müdürümüz Barış Terkoğlu şunları söyledi:
“Savcının iddianamesinde terör örgütü gibi bir ifade yok. Ancak ben bu suçtan yargılanıyorum. İstanbul Emniyeti bu haberle ilgili ‘adil yargılamayı engeller’ diyerek, Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı’na şikayette bulundu. Fakat Beyoğlu Savcılığı ‘Ergenekon soruşturmasıyla ilgili herhangi bir şey olmadığı, adil yargılamayı etkileyecek bir hususun haberde bulunmadığı’ gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiştir.
İstanbul Emniyeti daha sonra ise ‘soruşturmanın gizliliğine ihlalden’ Beyoğlu Savcılığına tekrar bildirimde bulundu ve savcılık takipsizlik kararını yineledi. Bu durum dikkate alındığında burada yargılanmam konusuz kalmıştır. Beyoğlu Savcılığı bunun bir haber olduğunu ve konunun haber değeri taşıdığını doğrulamıştır. Ayrıca haberin içinde ‘Ergenekon soruşturmasına atış yapılmamıştır.’ Savcılığın kararı bu şekilde geçmektedir. Beyoğlu Savcılığı’nın bu kararlarının örneği avukatlarımda bulunmaktadır ve onlar aracılığıyla mahkemenize sunulacaktır.” dedi.
Barış Terkoğlu müdafii Serkan Günel’in, Beyoğlu Savcılığı’nın verdiği bu kararların dosyasının tamamını resmi olarak istenmesi talebi ise mahkeme tarafından reddedildi. Duruşma 12 Mart 2012’ye ertelendi.
İşte böyle…
Demokrasinin gerçekten işlediği ülkelerde belki de ödül verilmesi gereken bu haber, Türkiye’de suç olarak yorumlanmakta…
Odatv.com
18 Ağustos 2011 11:55
Tarihi günler yaşıyoruz.
Ne demiş Zafer Çağlayan “Bu devlet, 3-5 tane çapulcuya kalacak değil”
sene 1984.İlk PKK eyleminden sonra Turgut Özal ne demişti. “Bunlar 3-5 çapulcu”.
Sene 1984
Sene 2011
27 yıl geçti. 40 bin ölü, onbinlerce yaralı, sakat, onbinlerce gözü yaşlı içi yanan anne-baba-kardeş-eş-çocuk.
Döndük başa.Filmi baştan izleyeceğiz sanki.
Seçimden sonra Başbakan 180 derece değişen söylemler içinde. Kıbrısta Denktaş çizgisine geldi.
Suriye konusunda “sabrımızın sonundayız” dedi. Ne alaka ise!!!
ve dünkü söylemleri. Teröre mesafeli duranlar da bedelini ödeyecek söylemi.
Fatih Altaylı’nın 1400 kişi tutuklanacak yazısı.
İmralı ya giden koster’in bozulması.20 gündür avukatların İmralı’ya gidememesi.
ve 4 avukatının meslekten bir yıllığına ihraç edilmesi.
Can dündar yazmış bugün
“Önceki gün Akit’teki bir yazı, hükümete akıl veriyordu:
“Kandil’i vurun, ‘Açılım’ diyeni susturun.”
Yazıya, susturulacak yazarların listesi de eklenmişti.
Düne kadar bunu söyleyene “Ergenekoncu” denmiyor muydu? Şimdi hangi rüzgâr döndü de bu ittifak doğdu?
Savaşın borusu ötüyor yeniden…
Tarihten biliyoruz ki, bu kafa terörü bitiremez; ama terör, bu kafayı (da) bitirebilir”
19 Ağustos 2011 00:50
Odatv Genel Genel Koordinatörü Doğan Yurdakul, Haber Müdürümüz Barış Terkoğlu, yazarlarımız Sait Çakır, Çoşkun Musluk ve gazeteci Ahmet Şık’ın da aralarında olduğu 5 kişinin tahliye talepleri oy çokluğuyla reddedildi.
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin oy çokluğuyla verdiği bu karara Mahkeme Başkanı Başkanı Şeref Akçay’ın muhalefet ederek tahliyeleri yönünde görüş bildirdi. Diğer iki üyeden çok daha tecrübeli olan 25 yıla yakın bir süredir görev yapan 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Şeref Akçay, tahliye talebinin reddedilmesine çok konuşulacak şerh maddeleri koydu.
“YARGITAY KARARLARINA GÖRE ÖRGÜT SUÇU YOKTUR”
Akçay, Yargıtay 9.Ceza Dairesinin kararları ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararlarına atıf yaparak bir kişiye terör örgütüne üye denilebilmesine için deliller olması gerektiğini şerh koyduğu maddeler arasında şöyle sıraladı:
“Bu delillerden sonra şüphelilerin durumuna baktığımızda;
9- Öncelikle şüphelilerin üyeliği ile ilgili olarak atılı suça ilişkin delillere bakacak olursak;
Mahkemelerimizde yapılan yüzlerce uygulama, Yargıtay 9.Ceza Dairesinin kararları ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararlarından oluşan şöyle bir uygulama vardır:
Bir kişiye yasadışı silahlı terör örgütünden dolayı,
a) Bu kişinin bir kod adının olması,
b) Kimliği gizleyecek sahte kimliğinin bulunması,
c) Süreklilik ve çeşitlilik arz edecek şekilde örgütsel faaliyetlerde bulunup, bu çerçevede,
– Örgüte eleman kazandırma gibi faaliyette bulunması,
– Örgüte özgeçmiş raporu vermesi,
– örgütsel belge, doküman gibi şeylerle yakalanmış olması,
d) Örgüt adına Molotof, bomba gibi maddeler yapmak veya atmak,
e) Örgütsel amaçlı gösteri yapmak veya değişik eylemlerde bulunanlar ve dolayısı ile buradaki ölçülerden bir veya birkaçını işleyenler terör örgütü üyeliğinden dolayı cezalandırılır.
“TEK FAALİYETLERİ YAYIN YAPMAK, KİTAP YAZMAK”
Şimdi şüphelilere sorulan sorular incelendiğinde yukarıdaki faaliyetlerle ilgili herhangi bir suç yoktur, tek faaliyetleri olan yayın yapmak, kitap yazmak ve benzeri faaliyetlerde bulunma eylemlerine ilişkindir.
Kaldı ki Ergenekon adlı terör örgütü oluşumu çok önceye dayanan, 4 yıldan fazla soruşturma evresi bulunan ve üç yıldır da kovuşturma evresi bulunan ve halen devam eden bir davadır.
Şüphelilerin bu örgütün oluştuğu tarihte yani 2009 yılından öncesine ilişkin bir faaliyetleri olduğuna dair veya bu örgüt içerisinde rol alan şu anda yargılanan sanıklarla birlikte hareket ettiğine dair herhangi bir iddia yoktur.
İddia 2009 yılından sonra bu örgütün amaçları doğrultusunda yayın yapma iddiasıdır. Özellikle Ahmet Şık’ın yazmak istediği kitabın bir an yayınlandığını düşünelim ve burada da Ergenekon örgütünün en şiddetli bir şekilde övdüğünü düşünelim.
Mahkememizde görülen davalarda yasadışı bölücü terör örgütü PKK, Sol örgütlerden DHKP, MLKP, TİKKO gibi örgütlerle ve yine şeriatçı İBDA-C, HİZBULLAH, EL-KAİDE gibi örgütlerle ilgili yazılan pek çok kitaptan dolayı CMK 250. Madde ile Yetkili Mahkemelerde pek çok dava açılmıştır ve bu kitapların pek çoğunda da belirtilen örgütlerin eylemleri çok net bir şekilde övülmüş, militanların yine övgülerle bahsedilmiştir. Ancak bu yayınlarla ilgili açılan davalar “örgüt propagandası yapmak” suçundan açılmıştır. Bugüne kadar hiçbir yayıncı hakkında veya yazan kişi hakkında örgüt üyesi olduğu gerekçesi ile ülkemizde verilmiş tek bir karar yoktur. Tümü 3713 sayılı yasaya muhalefetten ceza almıştır veya beraat etmiştir. Kaldı ki şüphelinin kitabı daha yayınlanmamıştır bile. Buna rağmen yayınlama düşüncesinde olduğunu belirterek bu kişiyi bu örgütle irtibatlandırmak hukuken mümkün değildir” dedi.(11. Ağır Ceza Mahkemesi/Değişik İş Kararı s.4,5)”
“HABERCİLİK, İNSANLARLA İLİŞKİYE GİRMEDEN NASIL YAPILIR”
Mahkeme Başkanı Akçay, Odatv yöneticilerinin tutuklanmasıyla ilgili ‘delil’ yerine konan telefon görüşmelerini, “Bir habercilik ve yayıncılık; insanlarla ilişkiye girmeden, haber toplamadan nasıl yapılabilir?” şeklinde karar beyan ederken, bu yayınların şiddete çağrı yapmadığı müdetçe suç oluşturmayacağının altını çizdi.
Akçay, gerekçesinin sonunda sorduğu soru aslında tüm süreci özetler nitelikte. “Eğer bir kişiyi yazdığı kitaptan dolayı veya yaptığı yayınlardan dolayı terör örgütüne üye olduğunu iddia eder ve hakkında işlem yapılırsa yukarıda belirtilen Anayasa maddeleri ve Avrupa insan Hakları Sözleşmesi’nin maddeleri ne zaman uygulanacaktır?
“ANAYASA MADDELERİ VE AİHS NE ZAMAN UYGULANACAK”
İşte Akçay’ın muhalefet şerhi koyduğu maddelerden ilgili o bölüm:
“Yazılan kitabın içeriğini beğenmeyebilirsiniz. Doğru değildir. Abartılıdır. Yalandır diye düşünülebilir. Ama sonuçta şüphelinin kendi fikir ve düşünceleridir. İnsanlar bir kitabı yazarken başkalarından da yardım alabilirler. Bu kitapta alınmış mıdır? Alınmamış mıdır? Şuan da bir şey söylemek mümkün değildir. Bir an için yardım aldığını kabul etsek sonuç değişir mi? Değişmez çünkü bir insanın bir kitabı yazarken araştırma yapması, başka insanlardan yardım alması doğaldır ve herhangi bir oluşturmaz.
Yine diğer şüphelilerin yapmış olduğu yayınlarda ODA TV’de yapmış oldukları haberler, tamamen ilgili kaynaklar ve bu amaçla topladıkları arşivler ve insanlarla yapmış oldukları telefon konuşmalarıdır.
Bir habercilik ve yayıncılık insanlarla ilişkiye girmeden, haber toplamadan nasıl yapılabilir?
Yukarıda belirttiğimiz gibi bu yapılan yayınları beğenmeyebiliriz, bizim düşüncelerimize ve fikirlerimize aykırı olabilir, ama şiddete çağrı yapmadığı müddetçe bir suç oluşturmaz.
Eğer bir kişiyi yazdığı kitaptan dolayı veya yaptığı yayınlardan dolayı terör örgütüne üye olduğunu iddia eder ve hakkında işlem yapılırsa yukarıda belirtilen Anayasa maddeleri ve Avrupa insan Hakları Sözleşmesi’nin maddeleri ne zaman uygulanacaktır?(11. Ağır Ceza Mahkemesi/Değişik İş Kararı s.7)”
11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Şeref Akçay’ın şerh gerekçeleri şöyle de özetlenebilir:
1- “Yapılan soruşturma bağımsız, tarafsız, adil ve insan vicdanına uygunluk kıstaslarına uygun değil”
2- “Şüphelilerin emniyetteki delilleri nasıl karartacakları izah edilmemiştir”
3- “Kitabı daha yayınlanmamıştır bile. Buna rağmen yayınlama düşüncesinde olduğunu belirterek bu kişiyi örgütle irtibatlandırmak hukuken mümkün değildir”
4- “Bugüne kadar hiçbir yayıncı hakkında veya yazan kişi hakkında örgüt üyesi olduğu gerekçesi ile ülkemizde verilmiş tek bir karar yoktur.”
“TAHLİYE TALEBİNE RET” KARARINA YAPILAN İTİRAZ DA REDDEDİLDİ
Odatv’de yapılan aramalar sonrasında tutuklanan Gazeteciler Doğan Yurdakul, Sait Çakır, Coşkun Musluk, Barış Terkoğlu ve Ahmet Şık’ın avukatları İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin nöbetçi hakimliğine başvurarak tahliye talebinde bulundu. Bu talepleri reddedilen avukatlar, bu karara itiraz etti. İtirazı değerlendiren İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti tahliye taleplerini oy çokluğu ile reddetti.
EMNİYET’TEKİ DELİLLERİ NASIL KARARTACAKLAR?
Mahkemenin “delilleri karartma ve yeni delil elde edilmesini engelleme” şeklindeki ret gerekçesi için Başkan, şüpheliler hakkında üç tane emniyete yazılan yazı dışında toplanması gereken delil olmadığını söyleyerek, “Şüphelilerin emniyetteki delilleri nasıl karartacakları izah edilmemiştir” dedi. Mahkeme Başkanı muhalefet şerhini şu şekilde tamamladı:
“Şüphelilerin tutuklu yargılanması mı gerekir sorusuna cevap vermek lazımdır. Şüpheli kim olursa olsun, hangi dilden hangi dinden, hangi siyasi görüşten, hangi ırktan olursa olsun bağımsız, tarafsız, adil ve insan vicdanına uygun bir şekilde soruşturulması ve yargılanması gerekir. Bu insanın doğal hakkıdır. Bu nedenle yapılan soruşturmanın bu kıstaslara uygun olmadığı, gerek tutuklama kararlarında gerek tahliye taleplerinin reddi kararlarındaki gerekçeleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve CMK açısından yeterli ve yerinde olmadığı, bu nedenle şüphelilerin yurt dışı yasağı konmak ve gün aşırı polise imza vermek koşuluyla tahliyeleri gerektiği görüşünde olduğumdan üye hakimlerin yeterli gerekçe taşımayan talebin reddine ilişkin kararına katılmıyorum.”
BAŞKAN AKÇAY ŞİKE KARARINI ÖRNEK GÖSTERDİ
Tahliye talebini oy çokluğu ile reddeden mahkeme, Odatv soruşturmasındaki bazı şüphelilerin kısıtlama kararının kaldırılmasını talep etti. Ancak bu talep de oy çokluğu ile reddedildi. Başkan Akçay , bu karara da muhalefet etti ve gerekçesinde ‘şike soruşturmasını’ gösterdi. Başkan Akçay, “Günümüzde şike dosyası olarak bilinen ve yine kısıtlama olması nedeniyle şüphelilerin ve vekillerinin inceleyemediği dosyadaki bir kısım evrakların Türkiye Futbol Federasyonu’na verilmiş ve daha sonra da kısıtlama kararı kısmen kaldırılarak şüphelilerin ve vekillerinin dosyayı inceleme imkanı sağlanmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus tüm dosya hakkında gizlilik kararı varken ve tüm dosya futbol federasyonuna verilmediği halde kısıtlama kararının kaldırılmış olmasıdır. Uygulamada yasal olarak bu tür tasarruflarda bulunulma imkanı olduğuna göre bundan her şüphelinin ve her şüpheli vekilinin eşitlik kuralı gereğince yararlanması gerekir” dedi ve kısıtlama kararının kaldırılması yönünde oy kullandı.
Odatv.com