43. Celse duruşma tutanağını okumak için buraya tıklayın. Bu celsede önce Metin Yavuz Yalçın savunmasını yapıyor.
Yalçın’ın çapraz sorgusu sırasında Savcı Savaş Kırbaş, Yalçın’a ait olduğu iddia edilen bir ortam dinlemesini—dinlemenin yasal olmadığı ve davayla ilgisinin olmadığı doğrultusundaki itarazlarına rağmen,“Mahkeme” başkanının da onayıyla–baştan sona okuyor. Arada yapılan itirazlar karşısında Kırbaş aynen şöyle diyor (sayfa 16):
“Biraz 5 dakika sabredin, saatlerce, günlerce konuşulan kişileri biz sabrediyoruz.”
Sanıkların savunmaları sırasında saatlerce günlerce “sabır gösteren” Savcı, davayla ilgili olmayan ortam dinleme kayıdını okurken aynı sabrı bekliyor.
***
Geçtiğimiz celsede Doğan Temel, Hayri Güner, Recep Rıfkı Durusoy ve Mehmet Fikri Karadağ savunmalarını yapmıştı. Bu celsede Harp Akademili EK-A’cılar savunmalarını yapmaya devam ediyor. Sırasıyla Hamdi Poyraz, Gökhan Gökay, Fatih Musa Çınar, Zafer Karataş, Aytekin Candemir, Nihat Özkan, Hasan Nurgören, Sırrı Yılmaz, Barboros Kasar, Murat Ataç, Bahtiyar Ersay, Nedim Ulusan, Soydan Görgülü savunmalarını yapıyor. Celse, İsmet Kışla’nın savunmasıyla sona eriyor.
Aşağıdaki liste, dönemin Harp Akademileri Komutanlığı’ndan EK-A.doc’a adı konanlar (listede turuncu ile işaretlediklerimiz Balyoz sanıkları; parantez içinde sanık numaralarını koyduk). Görüldüğü gibi, sanık sıralaması EK-A.doc’da listelenen kişilerin sırasını takip ediyor.
Listedeki 25 kişiden 6 kişi sanık değil. Haklarında farklı başka hiç bir delil olmadığı halde 19 kişinin neden sanık olduğu belli değil. 10ncu sırada bulunan Zafer Karataş’ın da ifade ettiği gibi, sanki papatya falına bakılmış. Sanık olsun, olmasın, olsun, olmasın, olsun…
***
Belli ki sahte belge çetesi bu belgeyi hazırlarken Harp Akademileri’ni 1nci Ordu’ya bağlı bir kuruluş zannediyor. Zira EK-A.doc’da 1nci Ordu komutanlığı ile hep 1nci Ordu’ya bağlı komutanlıklar olan 2nci, 5nci, 15nci ve 3ncu Kolordu Komutanlıklar var. Bir eğitim kurumu olan ve doğrudan Genelkurmay’a bağlı olan Harp Akademileri’nin niye bu listede olduğu belli değil. 1nci Ordu Komutanlığı’nda gerçekleşen plan seminerine Harp Akademileri’nden katılan da yok. Harp Akademili EK-A’cılar, sadece isimleri 2003’de hazırlandığı iddia edilen 11 no.lu CD’den çıkan bu belgede yer aldığı için sanık konumundalar, tutuklu olarak yargılanıyorlar. Aralarında yurtdışı görevinde iken ailelerini çalıştıkları ülkede bırakıp “Mahkeme”nin adaletine kendilerini teslim etmek için gelip, kaçarlar ya da delil karartırlar diye tutuklananlar var.
Tutuklanmadan önce Hırvatistan’da görevli olan Nedim Ulusan o dönem Akademilerde öğrenci. “Mahkeme”ye soruyor:
“ (…) benimle aynı listede adı geçen 6 tane meslektaşım aynı gerekçelerle sanık dahi olmamışlardır. Sayın Başkanım benim bu şahıslardan farkım ne? Benim hakkımda dosyada hangi delil, hangi kanıt var ki, siz beni şuan tutuklu olarak tutuyorsunuz burada? Ya da benim kuvvetli suç ihtimalini olduğu kanısını yaratacak size hangi davranışım var.
(…) Yurtdışında işyerim ile ilgili olan hususları düzenler düzenlemez. Özel hayatımla ilgili işleri bile düzenleyemeden ilk duruşmaya yetişecek şekilde tamamen kendi irademle geldim, huzurunuza çıktım. Şimdi ben size samimiyetimi daha başka nasıl ifade edebilirim?”
Zafer Karataş, savunmasında aynı listede 12nci sırada yer alan ve Balyoz davasında sanık olmayan Levent Ergün’dan bahsediyor (sayfa 34):
“(…) ismi Ek-A’da yer alan Kurmay Binbaşı Levent Ergün, 24 Haziran 2001, tekrar ediyorum, 24 Haziran 2001 tarihi ile 27 Mart 2003 tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletlerinde yurtdışı eğitimindeydi. Tayin yeri Kara Harp Akademisi gözüktüğü için listeyi hazırlayanlar sanıyorum kendisini Türkiye’de zannetmişlerdir.”
Davada sanık olan Aytekin Candemir’in kendisi de belgelerin sözde hazırlandığı dönemde Bangladeş’de (sayfa 36):
“Devam eden duruşmalarda tamamen sahte ve düzmece olduğu müdafii sanık ve bilirkişi raporları ile ortaya konulan sözde plan ve CD’lere göre halen tutuklu bulunmamızı ve mevcut hukuksuzluğu anlamakta güçlük çektiğimi özellikle ifade etmek istiyorum. (…) İddianame incelendiğinde adımın bir şekilde dahil edildiği iddia edilen listelerin oluşturulma ve son kaydetme tarihlerine bakıldığında bu tarihlerin Kasım-Aralık 2002 ve Ocak 2003 dönemlerine denk geldiği görülmektedir. Bu tarihler tamamı ile benim yurtdışında kolej eğitiminde olduğum döneme denk geldiğinden ta Güney Asya’da binlerce kilometre ötede yüzlerce personelden oluşan listelerin hazırlanmasına ve yapılan sözde çalışmalara katkıda bulunmam da fiziken mümkün değil, mantıklı da değildir.”
Neticede papatya falında bu kişiler sanık olarak çıkmış; “Mahkeme” için farketmiyor. Harp Akademili EK-A’cılara soru da sorumuyorlar zaten.
Bu kayıtsızlık karşısında Nihat Özkan’ın vekili Avukat Kürşat Veli Eren:
“Biz bu davada havaya söyleyip, suya yazdığımızdan, feryadımızı duyuramıyoruz.”
***
Aytekin Candemir’in vekili Avukat Oğuz Kayıran’dan bir alıntı ile bitiriyoruz:
“Düşman ceza hukuku anlayışında şüpheli ya da sanık yurttaş olarak değil fakat düşman olarak görülür. Bu anlayış ise bütün hukuka aykırılıkların zuhur ettiği bir bataklık gibidir. Dolayısı ile bu anlayışa dayanan sözde yargılamalar mevcut her türlü siyasi operasyon ve tasfiye süreçlerinin hukuki kılıfı haline gelir. Yurttaş ceza hukuku anlayışında bir skandal olarak telakki edilecek somut delil olmadan yapılan tutuklamalar hatta kamu davalarının açılmış olması düşman ceza hukukunda son derece doğal hale getirilir. Soruşturmalar manipüle düzeyde ve soruşturmanın gizliliği egemen siyasi olanakların lehine olacak şekilde ihlal edilir. Soruşturma ve kovuşturmalarda somut bilgi, bulgu ve delillere dayanılmaz. Hayali ve gaipten gelen hiçbir orijin ve koordinata dayanmayan birtakım sözde veriler her şeye kadir hale gelir. Savunma hakkı her aşımda bir biçimi de ihlal edilir. Şekle uymakla bu ihlal gizlenmeye çalışılır.”
11 Ağustos 2011 16:30
“Sorusu olan var mı? Yok!”
Gidişat gösteriyor ki, mahkeme ve savcı olayı sadece seminere katılan ve sunum yapan/hazırlayanlara doğru çevirmeye başladılar. Ek-A cılar, B ciler vs. bir süre sonra dava kapsamından çıkacak ve seminerin kendisi yargılanmaya başlayacak.
Kısacası balyoz efsanesi görevini tamamladı… askeri seminerlerin ve zihniyetin yargılanması sürecini başlattı. Artık Balyoz’un sahteliğinin ispatının önemi kalmadı. Önemli olan “sen bunu yapacak zihniyette misin, değil misin” yargılaması.
Yani ülkemizde artık fiiller değil, kanaatlerin yargılanması dönemi başlamış oldu.
11 Ağustos 2011 17:14
Sevgili Olasılıksız,
Bende aynı kanıdayım.Hukuk fiil den gider. Buralarda yorum bile yok. Yakıştırma var.
Güncel bir örnek;
“”*19.05.2011 günü saat:13.41’de Ali KIRATLI’nın (532 ******) Ümit KARAN’ı (532 ******) aradığı; (Kayıt sıra No:00000)
Ali’nin “Ben yarım düşeceğim oraya,…,He he yarın düşerim şeye uğrarım dondurmamı dondurmacıda bırakırım tamam abiciğim” dediği, Ümit’in “Şey yapacağım çünkü … söyleyeceğim” dediği, Ali’nin sıkıntı olmadığını belirttiği tespit edilmiştir.
Soruldu: Dondurma olarak bahsettiğiniz şeyin para olduğu, söz konusu parayı teşvik primi faaliyetleri çerçevesinde Ümit KARAN’a vereceğiniz anlaşılmaktadır.”
Not: Bu arada ,…., ları biz dolduruyoruz herhalde.
11 Ağustos 2011 19:36
Sayın trekking,
Baştan itibaren duruşma tutanaklarını takip edince, özellikle son duruşmalarda hakimlerin sadece seminere katılmış, seminere hazırlık yapmış kişilere soru sorduğu dikkatimi çekti.
Diğer sanıklara neredeyse hiç ama hiç soru sorulmuyor. Hatta savcı bey davayla ilgisiz “delillerden” bile soru sormuyor.
Bu arada sayın savcının sorularına bakınca kişilerin zihinsel yapıları üstüne bir suçlama kurgusu oluşturmaya çalıştığını görmek çok kolay. “Şu zamanda bunu niye söyledin?, telefon konuşmandaki bu ifade ne demek? Sen olsaydın bu semineri yapar mıydın?” şeklinde doğrudan delillere ve fiillere yönelik değil, “senin zihniyetin bak darbe yapmaya müsaait” benzeri bir kanaat oluşturmaya çalışıyor.
Sanıyorum iddianamenin çok sayıdaki maddi hataları, tezlerinin zayıflığı, delillerin teker teker sahte çıkması savcılığı zorunlu olarak defansif konuma sürüklüyor. Bir kamu savcısının bu kadar siyasi ve medya kaynaklı baskı varken kolay kolay “ya hu biz şunlarda hata yapmışız… sayın mahkemeden düzeltmesini talep ediyorum” demeye cesaret edebileceğini düşünmek zor.
Sanıyorum savcılık son aşamaya kadar kolay kolay hiç bir sanık için beraat talet etmeyecektir. Hatta yanlışlıkla tutuklandığı bariz olan, olayla hiç bir ilgisi olmayıp, seminere katılmamış, yurtdışında olduğunu kanıtlamış kişiler için dahi…
Savunmaların bitmesini takiben EK-A ve diğer listelerden kaynaklı kişilerin tahliye edileceğini düşünüyorum. Seminere katılmış olanları ise sanırım uzun bir süreç bekliyor.
Çünkü ortaya sahte delillerle sunulan Balyoz Darbe planı değil, seminere katılanların darbe arzusu duyup duymadığı yargılanıyor.
Açıkcası, ben şimdi darbe yapılsın arzusu içinde olsam bu bir suç teşkil eder mi bilmiyorum. Düşünmek serbest… mi?
12 Ağustos 2011 11:02
Sevgili Olasılıksız,
Sadece Balyoz değil, Ergenekon iddianamelerini ve bulabildiğim tutanaklarını okuduğumda ben de bu kanı oluştu. Bu sizinde bahsettiğiniz gibi, maddi hatalar,tezlerin zayıflığı,çelişkiler ve geçen zaman içinde delillerin çürütülmeye başlanması ile doğal olarak defansif konuma sürüklüyor.
Esasen yapabilecekleri başka bir şey de yok. İlk Ergenekon iddianamesi kaç sanık ve kaç dosya ile başlamıştı. Şimdi kaç sanık var. Bunlara bile bakmak bir fikir vermesi açısından önemli.Ucu açık bir soruşturma!!!!!. Siz savunma yaptığınızı bakıyorsunuz bir de bakıyorsunuz hakkınızda yeni deliller var. E bu durumda nasıl savunma yapacaksınız.
Ben de ne savcı’nın ne de mahkemenin sanıklar için beraat taep edeceğini düşünmüyorum. Zira açıkca cezaya dönüştürülmüş bulunan tutuklama süresinin uzunluğu sonunda pardon denmeyecektir. Denemez de kanımca.
Geçen ay iki gencin durumu vardı. Eğlenmek üzere gittikleri bardan çıkıp evlerine gitmek üzere ticari taksiye biniyorlar. Taksi de eroin bulunuyor. Tam 17 ay tutuklu kaldıktan sonra beraat ediyorlar. 17 ay. Tabii bu durumda insanlar işini kaybediyor, eşinden boşanıyor kime ne. Ne var canım 17 ay o kadar da uzun zaman değil. yatıversinler diyen okadar da çok insan varki !!!!!
Tabii balyoz da durum farklı. Burada pardon demezler. Ancak şu olabilir. Israrla bazı çevreler tarafından dile getirilen Af söylentisi var. Böyle bir durum olursa da şu an da sanık olanların hemen hiçbirinin böyle bir durumu kabul edeceğini sanmıyorum.
12 Ağustos 2011 00:26
Yıllar sonra, yaşadığımız bugünlerin siyasi tarihini yazacak olan tarihçiler ve siyaset bilimciler, kuşkusuz titizlikle Ergenekon ve Balyoz davalarına da bakacaklar; bu sıra dışı davaları analiz edeceklerdir.
Ergenekon adı verilen dava dördüncü yılına girdi. Bu dava ile ilgili olarak muvazzaf ve emekli asker, gazeteci, yazar, hukukçu, sivil toplum örgütü yöneticisi, birçok saygın kişi “Ergenekon Terör Örgütü”ne üye olmakla suçlanıyorlar…
Birinci Ergenekon davasında 27’si tutuklu 108 sanık yargılanıyor.
Danıştay’a yapılan saldırı ile Cumhuriyet gazetesine atılan “molotofkokteyli” sanıkları da bu davanın kapsamı içine alındı.
Ergenekon davasının 4 Ağustos 2011 Perşembe günü, 191. duruşmasında çok önemli bir gelişme oldu.
Sanık Bedirhan Şinal, Cumhuriyet gazetesine atması için polisin kendisine el bombası verdiğini ileriye sürdü.
Dava önemli
Bu dava Cumhuriyet gazetesi yönünden çok önemlidir. Gazetemizin başyazarı merhum İlhan Selçuk bu davanın baş sanığı olarak sorguya çekilmiş, evine gece sabaha karşı saat 04.00’te baskın yapılmış ve kendi gazetesine bomba attıran örgüt başı olarak suçlanmıştı.
Davanın seyri değişir
Ancak sanık Şinal’ın mahkeme önündeki son konuşmaları, son derece önemli ve davanın seyrini değiştirecek bir çıkıştır. Bu nedenle tarihe not düşmek açısından sanık Bedirhan Şinal’ın söylediklerini burada bir kez daha, özetleyerek anımsatalım:
“Bugüne kadar davanın diğer sanıkları hakkında haksız suçlamalarda bulundum. 2007 yılında Organize Şube’ye bağlı ekipler beni baskı altına aldılar ve bazı olaylarda beni kullanmaya başladılar, bazı olayları üstlenmemi istediler. Polisler, aslında 1992 olan doğum yılımı 1988 olarak değiştirdiler ve yaşımı büyüttüler. Yaşım büyütüldükten sonra cezaevine girmem gerekiyordu. Organize Şube tarafından bana bir silah verildi. Ben bu silah ile Haydarpaşa Garı’nda yakalandım. 16 yaşındayken tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne gönderildim.
Daha sonra tahliye edildim. Polisler her şeyi planlamıştı, sadece dosyada bir oyuncu eksikti. Oyuncu olarak da ben seçildim. Tahliye olduktan sonra irtibatlı olduğum polisler benimle irtibata geçerek, tehditler ederek Bayrampaşa’daki bir bombalama olayını üstlenmemi istediler. Olayı üstlendim, polisler bana olayın detaylarını anlattılar. Ancak soruşturmaya bakan savcı olay yerini tespit etmemi istedi. Olay yerini tespit edemediğim için savcı, ‘Sen bu olayın içinde değilsin’ diyerek beni serbest bıraktı. O olay öylece kapanmış oldu.
Daha sonra Cumhuriyet gazetesine bomba atmam için bana baskı yapıldı. Sivil polisler el bombası verdi. Daha sonra bomba atarsam oradaki insanlara ne olacağını düşünerek böyle bir işi yapamayacağımı söyledim. Bunun üzerine tekrar plan yapıldı ve molotofkokteyli atmamı söylediler.
Olay günü mahalleden 13-14 yaşında iki çocuğu da yanıma alarak Cumhuriyet gazetesine gittim, molotofu attım. Evime gidip yattım. Beş saat sonra polisler tarafından gözaltına alındım. TEM Şube Müdürlüğü’nde bana öğrettikleri şekilde olayı üstlenmemi istediler. Bana para yardımları da geliyordu.
İlhan Selçuk’u tehdit ettim ama ben onu tanımam. İlhan Selçuk’a tehdit mektubunu bana yazdıranlar bu komployu bana kurduranlardır. Veli Küçük’ü, Muzaffer Tekin’i işin içine sokmamı istediler. Ben birkaç defa polisle yaptığım anlaşmadan caymak istedim. Bundan endişe ettiler. Davanın sanıklarının burada olmasının nedeni, Türkiye Cumhuriyeti Emniyeti içinde örgütlenmiş çetenin üretimidir. Size bunları anlattıktan sonra benim can güvenliğimin de olmayacağını biliyorum!”
Ertesi gün (Cuma-5 Ağustos 2011) sanık Şinal, bir gün önce ileriye sürdüğü konuyla ilgili olarak kendisine molotofkokteyli veren polislerin isimlerini de açıkladı.
Bu konuşmalar sarsıcıydı, dava ile ilgilenenler açısından adeta bir deprem etkisi yapmıştı.
Gazetelerin tutumu
Şinal’ın bu ifadelerini Cumhuriyet, Sözcü, Aydınlık ve Yeniçağ gazeteleri manşetten duyurdular.
Holding basını, ifadelere adeta sansür uyguladı. Akşam gazetesi Şinal’ın ilk duruşmadaki önemli iddialarını birinci sayfadan “dikkat çekmeyecek küçüklükte” verirken, Milliyet, Vatan, Habertürk, Taraf ve Zaman ise Şinal’ın ifadelerini birinci sayfadan görmediler. Hürriyet, orta sayfada büyük puntolarla haberin hakkını vermeye özen gösterdi.
Kimi gazeteler, sanık Şinal ertesi gün polislerin isimlerini verdiği halde konunun can alıcı noktalarını “es” geçerek Şinal’ın, Dink davasının sanığı Yasin Hayal’le arkadaş çıktığını vurguladı. Sabah ve Yeni Şafak ise Şinal’ın ilk duruşmadaki ifadelerini hiç görmediler, gazetede hiç yer vermediler.
Oysa asıl konu, Şinal’ın ileriye sürdüğü, kendisine “Cumhuriyet’e bombayı polislerin attırmak istemesi” noktasındaki iddiasıydı.
Konu Meclis’e taşınıyor
Sanık Bedirhan Şinal’in mahkeme ifadesi büyük yankı yaptı… Sanığın “Gaziosmanpaşa’da Hakan adlı bir işadamının tekstil atölyesinde Terörle Mücadele Şubesi’nden polisler bana Cumhuriyet gazetesine atmam için bir el bombası ve silah verdi” beyanını anımsatan CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce konuyu ele aldı ve sordu:
“İsimsiz ihbarların dikkate alınmaması konusunda Başbakanlık genelgesi bulunduğu halde insanların özgürlüklerini elinden alan yargı, mahkeme önünde verilen beyanın gereğini yapacak mı?”
Böylece İnce, konuyu siyasal olarak kamuoyuna taşıdı.
Bir adım sonra, CHP Hatay Milletvekili Hasan Akgöl, konuyu bir soru önergesine dönüştürdü.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde:
“Sanık Şinal Cumhuriyet gazetesine karşı yaptığı saldırının polis tarafından organize edildiğini, bomba ve silahları da polislerden aldığını açıklamıştır. Konuyu ele alıp sorumluları kamuoyuna açıklamayı düşünüyor musunuz” diye sordu.
Şimdi gözler İçişleri Bakanı’nın bu yakıcı soruya vereceği yanıtta…
Yazarlar
Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu, 5 Ağustos Cuma günü konuya ciddiyetle eğildi. “Sahte haham Tuncay Güney’in iddialarını ciddiye alarak yüzlerce kişinin tutuklanmasına karar verenler, elbette bu iddiaları da ciddiye almak ve araştırmak zorundadır” dedi.
6 Ağustos Cumartesi, Milliyet’te Melih Aşık, konuyu ele alarak, sanık Şinal ile hâkimler arasındaki konuşmalara değindi. Tarihe not düşmek amacıyla mahkemedeki bu diyalogları aynen veriyoruz:
Bedirhan Şinal, duruşmanın öğleden sonraki bölümünde “Aydınlık dergisinde okumuştum. Beşiktaş Terör Örgütü diyordu, çok doğru” deyince sanıkla yargıçlar arasında aşağıdaki konuşmalar geçti ve zabıtlara alındı.
“Üye Hâkim Sedat Sami Haşıloğlu: Biraz frene basın. Beşiktaş Terör Örgütü falan… Laflara dikkat edin.
Bedirhan Şinal: Zorunuza gitmesin.
Doğu Perinçek: Korkutmayın. Biz bu Beşiktaş Terör Örgütü haberine açılan davadan beraat ettik.
Oturum Başkanı Özese: Mahkemeyi töhmet altında bırakmayın.
Haşıloğlu: 20 yaşında olan bir çocuğun bunları ifade etmesi normal değil. Dinle beni. Öyle hareket etme.
Şinal: Benim 16 yaşımda verdiğim ifadelere inanıyorsunuz da 20 yaşımda verdiğim ifadelere neden inanmıyorsunuz?”
Bu ifadelerin sarsıntıları, hemen her yönde ve köşede kendini gösteriyordu…
Geçen pazartesi günü (8.8.2011) bu sarsıcı iddialara karşı kimi gazeteler karşı atak stratejisine girdiler. Bugün ve Yeni Şafak gazeteleri, adeta birbirine uyan bir format içinde, sanık Şinal’ın, “davayı sulandırmak için bu ifadeleri verdiğini, Şinal’ın Ergenekon’un sanıkları tarafından baskı altına alınarak yönlendirildiğini” yazdılar.
Ama aslında, hukuksal açıdan tüm davayı etkileyecek bir durumla karşı karşıyayız.
Hele sanık Şinal’ın şu sözleri çok önemlidir:
“Size bunları anlattıktan sonra benim can güvenliğimin de olmayacağını biliyorum!”
Bir hukukçu olarak benim dikkatimi çeken ve mahkemece üzerinde ciddiyetle durulacağına inandığım iddialar şunlardır:
Şinal’ın iddiaları
1- “Haydarpaşa’da silahlı yakalandığımda 16 yaşındaydım. 1992 doğumlu olduğum halde 1988 yazdılar. Yaşımı büyüttükten sonra cezaevine girmem gerekiyordu.”
2- “2007 yılında bana Organize Şube’den bir polis tarafından silah verildi.”
3- “Gaziosmanpaşa’da Hakan adlı bir işadamının tekstil atölyesinde, polisler bana Cumhuriyet gazetesine atmam için bir el bombası ve silah verdiler.”
4- “Anneannem ölünce hesabında 150 milyar çıktı. Beş kuruşu olmayan kadının hesabında bu kadar para nasıl çıktı?”
5- “Bana son 15 gün öncesine kadar cezaevine, hiç tanımadığım insanlar, anneannemin ismiyle her ay 1-2 milyar para gönderdiler. Hesaplarım incelensin.”
6- “İlhan Selçuk’a tehdit mektubunu bana yazdıranlar bu komployu bana kuranlardır.”
Kim ne derse desin, dava yeni bir kanala girmiştir.
Kuşkusuz, davadaki sanıklar ve avukatları Bedirhan Şinal’ın sözlerini ele alıp bunların açığa çıkması için büyük gayret sarf edeceklerdir.
Dr. Alev COŞKUN – Cumhuriyet – 11.08.2011