İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15.04.2011 tarihli İtirazın Reddi Kararı incelendiğinde Üye Hakimlerin temel bazı yanılgılara düştükleri görülmektedir:
Öncelikle kararın 8. sayfasında
“(…) ihsas-ı rey oluşturur, yani tutuk incelemesine konu kamu davasının esas hakkındaki görüşünün açıkça beyan edilmesi özelliği taşır.(…) İnceleme yapan Mahkemenin yetkisi tutukluluğa ilişkin ceza usul yasası hükümleri ile sınırlıdır.” denilmiştir.
Bu konu ile ilgili olarak CMK’nın 101/2. Maddesine bakmak gerekmektedir: Söz konusu Kanun Maddesinde “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda hukukî ve fiilî nedenler ile gerekçeleri gösterilir“ denilmektedir.
Konuyu somutlaştıracak olursak tutukluluk halinin devamına karar veren Mahkemenin (10 ve 11 AĞCM) işin esasına girmesi hukuken zorunludur. Zira Mahkeme işin esasına girerek tutuklama nedeni olarak hangi fiilleri baz aldığını kararında göstermek zorundadır. Bir başka ifade ile sadece Kanunda yazan delil durumu, kuvvetli suç şüphesi gibi hukuki gerekçelere dayanarak karar verilmesi mümkün değildir. AİHM’de bu konuda somut ve doyurucu gerekçelerin kararlarda belirtilmesini istemektedir. Bu da davanın esasına girilmesini zorunlu kılmaktadır. Yüksek Mahkeme soyut ve olayın özüne ilişkin olmayan gerekçelerle tutukluluk halinin devamına karar verilmesini AİHS’nin 5. Maddesinde düzenlenen Özgürlük Hakkı’nın ihlali olarak kabul etmektedir.
Üye Hakimler Türkiye’deki genel uygulamadan bahisle genel ve kalıp ifadelerle tutukluluk halinin devamı kararı verilmesinin uygun olduğunu ifade etmektedirler. Bu yaklaşım tarzı Türkiye’nin AİHM’de sürekli tazminat ödemesine neden olmaktadır. Oysa ki Yeni CMK özgürlüklerin korunması hususunda çok daha ayrıntılı düzenlemeler getirmiş olup bu kapsamda 34. Maddenin göndermesi ile 230. Madde de tutukluluk halinin devamı kararlarında hangi hususların bulunacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Asıl bu hususlara ve fiili nedenler ile gerekçelere kararda yer vermeyen üye hakimler CMK ve AİHS’ne aykırı davranış olmaktadırlar.
Üye Hakimlerin düşmüş oldukları br başka temel yanılgı ise Mahkeme Başkanı’nın daha önce verdiği itirazın reddi kararlarına atıfla bir değerlendirmeye gitmiş olmalarıdır. Bir başka ifade ile Üye Hakimler, tutukluluk halinin devamı kararlarına muhalefet şerhi koyan Mahkeme Başkanı Şeref AKÇAY’ın, başka davalardan örneklerle muhalefet gerekçesinde yazan hususların işaret ettiği Adil Yargılanma İlkesi’nin gerekliliklerini tartışmaya açmak istemektedirler. Ancak bu sağlıklı bir yaklaşım tarzı oluşturmamaktadır.
Yukarıda ifade ettiğimiz hususlar Mahkeme Başkanının şerhinin Kanuna uygun olduğunu göstermektedir. Diğer yandan tartışılması gereken, başka davalarda bu gerekçelere yer verilmemesi hususu değil, Üye Hakimlerin tutukluluk halinin devamı kararında gerekçe gösterme zorunluluğu ortada iken bunun yerine Kanuna Uygun hareket eden bir hakimi eleştirme yolunu seçmeleridir ki bu yaklaşım ceza yargılamamızın geleceği ve insan haklarının ülkemizdeki gelişimi açısından hiç umut verici bir durum değildir.
Avukat Hüseyin ERSÖZ
19 Nisan 2011 22:10
Dava avukatlarının hakimlerin birbirlerine yönelik ifadeleri konusunda yorum yapmalarını pek doğru bulmuyorum.
Avukatların görevi davalıya taraf olmaktır. Mahkemeye veya hakimlere taraf olmaları pek iyi karşılanmaz.
20 Nisan 2011 18:25
Hakimlerin içinde bulundukları olumsuz koşullar ve yaşadıkları tuhaflıklar davayı ve dolayısıyla sanıkları etkiler. Mahkemeye olan güvenilirliğe kuşku düşürür ! Avukatın açıklamasına bu gözle bakmak gerek.