Taraf gazetesinde yayımlanan iddialara tepki olarak Genelkurmay eski Başkanı Başbuğ’un bilgi değeri içermeyen bir iki açıklaması dışında, Balyoz soruşturması boyunca TSK yetkilileri sessiz kaldı.
İronik bir şekilde, TSK’yı açıklama yapması halinde yargıya müdahale etmekle ile suçlayacak kişiler, TSK’nın suskunluğunu iddiaların kabulü olarak yorumlamaktan çekinmedi.
Oysa her kurumun olduğu gibi, TSK’nin kendi itibarını korumak için gerçek dışı yayın ve suçlamalara karşı cevap verme hakkı var. TSK, Balyoz sürecinde bu hakkını kullandı mı? Hayır.
TSK bu süreçte çeşitli bilgi ve belgeleri bilirkişi raporları aracılığıyla özel yetkili savcılara aktardı.
Peki ne oldu? Askeri savcılık tarafından soruşturmanın en başında gönderilen iki rapordan biri (belgelerin gerçek olduğu varsayımı ile hazırlanan rapor) basına sızdırılırken, diğer rapor ise savcılarca resmen yok edildi. Soruşturma konusu belgelerin izinin 1nci Ordu bilgisayarlarında bulunmadığını tespit eden bu rapor, ne iddianamede de ek klasörlerinde yok; sanki hiç varolmamış!
Bu kadar mı? Balyoz soruşturmasında hazırlanan en kapsamlı rapor olan 27 Haziran 2010 tarihli Askeri Bilirkişi Heyeti raporu savcılara teslim edildikten bir hafta sonra iddianame imzalandı. İddianamede bu 3,000 sayfalık rapordan sadece bir iki alıntı verildiğini, ancak rapordaki tespitler hiçbir şekilde değerlendirilmediğini görüyoruz.
Aynı derece vahim olan, iddianameyi kabul eden mahkemenin de bu raporu hiç okumamış olması. Zira iddianamenin kabulüyle birlikte 102 kişinin tutuklanmasına karar veren mahkeme heyeti, aynı tensip tutanağında Genelkurmay’dan seminer sonuç raporunun istenmesine de karar veriyor. Oysa, bilirkişi raporunu okusalar görecekler ki talep ettikleri seminer sonuç raporu bilirkişi raporunun içinde olduğu gibi var.
Genelkurmay, Savcılığın yok ettigi ya da kaale almadığı bu raporları, iddianamenin kabulü ile birlikte (raporların gizliliği kalktığı için) kamuoyu ile paylaşabilirdi, paylaşmadı. Soruşturma sürecinde ve sonrasında basında çıkan yalan yanlış haberlere sistematik olarak düzeltme gönderebilir ve açıklamalar yapabilirdi, yapmadı.
Dün 163 kişinin tutukluluğuna yapılan itirazların reddi ile birlikte, bugün ilk defa Genelkurmay’ın bir açıklama yaptığını görüyoruz (yetmez, ama evet!). Açıklamayı burada olduğu gibi aktarıyoruz:
1. 5-7 Mart 2003 tarihinde 1’inci Ordu Komutanlığında yapılan bir plan semineri ve bu seminerle ilişkilendirilmeye çalışılan ve bir darbe planı olduğu iddia edilen planla ilgili olarak başlatılan kovuşturma işlemi devam etmektedir.
2. Halen tutuklu bulunan 163 askeri personelin, tutuksuz yargılanmak üzere yaptıkları müracaat 5 Nisan 2011 tarihinde itiraz mahkemesi tarafından ikinci kez reddedilerek, tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir.
3. Devam eden yargı sürecine müdahale anlamına gelebilecek davranışlardan özellikle kaçınan Türk Silahlı Kuvvetleri, yargılamayı etkilemeyecek şekilde, çeşitli defalar açıklamalar yaparak, ilgili makamları bilgilendirerek, yapılan seminerin ne olduğunu, nasıl yapıldığını, neleri kapsadığını ve kimlerin hangi emirlerle katıldığını tereddüte yer bırakmayacak şekilde izah etmiştir. Benzer hususlar, savcılık makamlarınca görevlendirilen bilirkişi raporlarında da açık bir şekilde yer almaktadır.
4. Hal böyle iken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevli ve emekli 163 personelinin tutukluluk halinin devamını anlamakta güçlük çekilmektedir.
5. Bu nedenle, dün verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin kararı kamuoyunun bilgisi için olduğu gibi yayınlıyoruz.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
06 Nisan 2011 22:47
Bazen tek söz bile her şeyi anlatır.
Hukukun katledildiği bir davada; TSK; hukuk içinde kalarak mücadele edilemeyeceğini çok net biliyordu.
Ama hukusuzluğun ne raddeye kadar yapılacağını görmek istemişlerdir.
10 Nisan 2011 01:56
Evlere senlik bir mazaret! Ne raddeye kadar yapilirmis ogrenmisler mi bari? 😛
06 Nisan 2011 23:17
TSK aynı tas aynı hamam devam ediyor.Biz de şunu anlamadın Gölcük’de zeminin altına saklanmış çuvallar dolusu belge için neden tek bir soruşturma yapmaz? Ulan bu belgeleri döşemenin altına niye koydunuz diye tek bir soru sormuş mu personeline
Bu ne utanmazlıktır ben anlamadım.
Eyy TSK tutuklamaların nesini anlamadın,gel ben sana anlatayım anlayacağın dilden.
06 Nisan 2011 23:30
Karsıdevrim, sen şu YGS’den haber ver. Sizin dersane de son gün mod-medyan öğretti mi?
06 Nisan 2011 23:40
karsidevrim arkadaş;
1. Gölcükte bulunan çuvallar dolusu “belge” nedir biliyor musun? O çuvalların kitap, dergi vs. gibi bir sürü dava dışı kelalaka şeyler olduğunu biliyor musun?
2. Bunlarla ilgili bir askeri heyetin bilirkişi raporu hazırladığını biliyor musun?
3. “Belge” olmayan bu şeyleri savcılığın eliyle koymuş gibi döşeme altından çıkarttığını, oradaki “belgelerden” orada çalışanların dahi haberi olmadığını biliyor musun?
4. Gölcükte bulunan delil niteliğindeki bir kaç CD’nin daha önceki CD’lerle tamamen aynı olduğunu, yani yeni bir “belge” olmadığını biliyor musun?
BELLİ Kİ BİLMİYORSUN!
Bilmeden konuşanların, kafadan sallayanların UTANMASI gerekir. TSK’nın değil!
TSK’ya “anlayacağı dili” uzatırken dikkatli olun. Dili fazla uzun olanların ağzına dolanıp kalabilir.
07 Nisan 2011 01:04
bilirkisi-raporu.pdf erişimi için tıklayın
TSK ‘nin sormadığını nereden çıkarıyorsun karşıdevrim. Koskoca bilirkişi raporu var. Blogda da verilmişti.
07 Nisan 2011 01:49
Ben diyorum anya sen diyorsun konya.Bilirkişi raporu ele geçirilen belgelerin incelemesine dair olur.Benim sorduğum bu belgelerin dokümanların döşemenin altına neden konduğudur.TSK bu belgelerin burada ne işi var ulan demesi gerekirdi.Ama onun yerine ele geçirilen belgeleri çürütme telaşına düştüler.Anlatabildim mi?
07 Nisan 2011 03:11
Sayın karsidevrim,
Siz ne dediğinizi de bilmiyorsunuz!
Hem demişsiniz ki, gölcükte çıkan belgelerle ilgili soruşturma yapılmış mı… ee, yapılmış işte diyoruz…
Sonra diyorsunuz ki, o belgelerin orada ne işi varmış? Doğru! Hakikaten 8 yıl önceki bir sözde darbe planının, bir deniz üssünde, döşeme altında ne işi var?
Hadi oraya koyup unuttular diyelim… Peki birileri bunu nereden biliyor da şıp diye gidip eliyle koymuş gibi buluyor?
Ayrıca, oraya konulup (gölcük ne alakaysa…)8 yıl öncesine ait olduğu iddia edilen CD’lerden nasıl 2009 yılına dair bilgiler çıkabiliyor?
Sizin bu konudaki “dahiyane” yorumunuzu merak ediyorum.
Kusura bakmayın… işkembeden sallıyorsunuz. Yorum yapmadan önce hiç değilse dava dosyasıyla ilgili bir kaç şey okuyup öyle itiraz edin. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın. Ancak kısıtlı zeka sahibi olan kişiler bilmedikleri konularda biliyormuş gibi davranıp kendisini komik duruma düşürür.
07 Nisan 2011 09:59
Sayın karşıdevrim,
Ben de size sormak istiyorum, siz neye istinaden TSK’nın o belgeleri kimin yerleştirdiğine dair bir iç soruşturma yürütmediğini iddia edebiliyorsunuz? Kamuoyu ile bu konuya ilişkin birşey paylaşmamalarına mı istinaden? Peki böyle hassas ve gizlilik gerektiren bir soruşturmanın, eee gizli yapılıyor olması mümkün olabilir mi?
Şu an benim böyle bir soruşturmanın yürütüldüğünü söylememde, sizin yürütülmediğini söylemenizde falcılık olur.
Yorumlarımızda konularımızı somut verilere dayanan, farazi olmayan iddialar ile desteklersek herkes için daha okunabilir mesajlar ortaya koyarız diye düşünüyorum.
Saygılarımla,
07 Nisan 2011 12:21
Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde yorumum eksik çıkmış. Bilirkişi elbette bulunan belgeleri inceliyor. Ancak durumu askeri savcılığa intikal ettiriyor.
Askeri savcılık soruşturmasında bütün yönleri soruşturuluyordur. Başka bir başlık altında Pınar Doğan ‘dan rica etmiştim. Askeri Savcılığın soruşturması ile ilgili bir aşama varmı. sonuç varmı diye. Şu anda havanda su dövüyoruz yani.
06 Nisan 2011 23:36
Anlamak için İmamın Ordusunu okumak lazım…
06 Nisan 2011 23:42
Ne kadar şanslıyız. İmamın ordusunda yazılmayanları sahibinden canlı,canlı okuyoruz…
07 Nisan 2011 00:40
Siz ciddi zavallı insanlarsınız Türkiye’de çoğunluğun iradesi sizi öylesine geriyor öylesine itilmiş kakılmış psikolojisine sokuyor olmalı ki mantıklı tek cümle kuramıyorsunuz.Gölcük’de donanmada çıkan belgeleri baştan sona incelemiş sanki bizim wordpress yazarlarımız şimdi de burada üfürüyorlar.Bre adam ben sana içeriğini sormadım dedik ki onların döşemelerin altında ne işi var? bu kadarına kafanız basmıyor mu?
YGS nin şifresine gelince BEN matematik öğretmeniyim mod medyan zaten istatistiktir ben öğrencilerime zaten öğretiyorum da matematikte 30 sorudan 18’ini çözdüm diyen insanlara ne diyelim ki?
Cevap anahtarı bende olsa ben öyle bir örüntü kurarım ki 20 dn fazlasını da çözebilir.
Yok sırala yok bilmem ne
Saçma salak şeylerle ömür tüketiyorsunuz.
Çok meraklıysanız şifre var diyorsanız adayların kitapçıkları internette.Uygulayın bu şifrenizi bakalım kaç adayın matematik sorularını çözebiliyorsunuz.
Kulağınıza her üfürülene inanmayın
07 Nisan 2011 03:18
Gerçekten matematik öğretiyorsanız (ki pek ihtimal veremiyorum) öğrencilerinize acırım.
Sınavda MOD MEDYAN sistemi neymiş? Matematik profesörlerinin bile bilmediği böyle bir sınav tekniği mi var?
Haa, bu yöntemle soru çözebilen var mı demişsiniz… Bugün itibariyle çok sayıda kitapcık numarası verildi ve bu yöntemle sorular yanıtlanabiliyor. 1 kişinin dahi böyle bir yöntemle soruları çözebiliyor olması sınavın güvenirliğini yitirmesi için yeterlidir.
Ayrıca, herkes gayet iyi bilir ki, matematik sorularına verilen yanıtlar sınavın en önemli belirleyicisidir. 1 soru bile sıralamada on binlerce kişinin önüne geçmenizi sağlar. Ayrıca bu yöntemle 15 sorunun dahi çözülebiliyor olması “istatistiksel” olarak açıklanamaz. Rasgelelik kuralının ihlal edildiğini gösterir. Ama sizin matematik bilginiz bunları hesaplamaya yeterli midir kestiremiyorum. O yüzden detaya girip kendimi yormayacağım.
07 Nisan 2011 00:45
Ha ekleyeyim..30 sorudan 18’ini çözebiliyor diyorlar becerebildikleri bu kadar.Ya Türkçe soruları için ne yapmışlar 🙂 var mı bir şifreniz.Var mı dekoderiniz şifreci şerifeler..Gülünç durumdasınız.Peki FEN soruları için nasıl bir şifreniz var ya tarih sorularınız için bir şifreniz var mı? .Eğitimden anlamayan bir sürü dallama günlerdir üfürüyor TV karşısında.
30 Matematikten 18’ini çözsen ne yazar farzet 20’sini çözdüm.Ne işe yarayacak? Sen okadar uğraş şifre kur hepi topu 18’ini çözebilsin.Çalışan adaylar zaten ortalama 20-25 soru yapıyor.
Biraz sağa sola kemkirmeyi bırakın da akıllıca düşünün.Beyninizi kullanın derim ben
VesseLam
07 Nisan 2011 02:35
karsidevrim,
Ne oldu, kuyruğuna mı bastım? Niye heyecanlandın bu kadar?
Madem matematik öğretmenisin bana söyle bakalım 30 sorudan en az 18 tanesini soruları hiç okumadan doğru çözme olasılığı nedir? Ben milyonda iki gibi hesapladım. Sence doğru mu?
30 soruya en az yarım saat harcamak yerine 5 dakikada 18 doğru garantisiyle onları geçip diğer sorulara daha fazla zaman ayırmak eşitsizliği bozmaz mı?
1,700,000 farklı kitapçık farklı basıldığında hile veya sahtekarlık olmadığını nasıl gösterebilirsin?
Kitapçıkları hazırlayan bilgisayar programının belirli kişiler için özel bir dizilim veya şifre hazırlamadığını nasıl bilebilirsin?
Benzer bilgisayar programları beş okula tamamen kız öğrenci doldurmayı başarmışsa, cezaevindeki sınavda 10 kitapçığın sorularını basıp cevapları basmayı unutmuşsa, şıkların dizilimi de “şehven” yapılmış olabilir mi?
Sahte CD’lerle ve kanıtlarla insanların hayatları ile oynanmasına ses çıkartmayanlar ile 1,700,000 gencin hayatlarını umursamayıp bu konunun kapatılmasını isteyenlerin aynı “tarafta” olması sence de ilginç değil mi?
07 Nisan 2011 02:55
Düzeltmeler: “eşitsizliği bozmaz mı?” yerine “eşitsizlik olmaz mı?” olacaktı. Ayrıca beş değil onyedi okulda sadece kız öğrenciler sınava girdi.
07 Nisan 2011 03:14
Can Acar,
Kusura bakma ama bu noktada biraz oltaya takilmissin.
Sahtekarlik olmadigini nasil gosterebilirsin demissin. Tabii ki gosteremezsin! Sadece bu sinavda degil bundan onceki butun sinavlarda. Ben de sana sorayim: Bundan onceki sinavlarda cevaplarin disari sizmadigini nasil gosterebilirsin? Eger gosteremezsen butun bu sinavlar saibeli midir? Ortada bir ihmal, beceriksizlik vardir evet fakat saibe icin bir kanit yok.
Bir de internetten bir arastirma yap istersen bu “mod-medyan” neymis, matematik/istatistik dunyasinda “mod-medyan” diye bu iki kavramin birlikte kullanildigi bir terim var miymis?
07 Nisan 2011 03:50
merttalay,
Olayın popüler “kod adı” mod-medyan olduğu için o şekilde yazdım. Şifre varsa mod/medyan ile alakalı olmak zorunda değil, hatta açıklanan “şifrelerin” mod veya medyan ile doğrudan ilgisi de yok.
Bu konuda beni en çok rahatsız eden durum “kişiye özel kitapçık” uygulaması. Bunun bir güvenlik önlemi olarak uygulandığı söyleniyor. Ancak ortaya çıkardığı güvenlik problemi çok daha büyük.
Cevap anahtarı sızmasından bahsetmişsin. Bunun için alınacak güvenlik önlemleri belli. Sınırlı sayıda kitapçık olduğunda kitapçık ve cevap anahtarları da sınırlı sayıda. Bunların dağıtımını kontrol edersen sızmaları önlersin. Kontrollerin yerindeyse kim nerede sızdırmış bulursun. Bu zaten yıllardır yapılan uygulama. Yazıldığına göre bu önlemler de zaten alınmış, matbaadan da kuş uçurtulmamış.
Daha önceki sınavda uygulanmayan kişisel sınav kitapçığı ise güvenlik modelini tamamen değiştiriyor. Dağıtımdaki sızmaların önemi azalıyor. Bu nedenle mevcut güvenlik önlemleri de aslında anlamsızlaşıyor. Güvenlik problemi bilgisayar programına, algoritma tasarımına, kitapçık ve öğrenci veritabanına kayıyor. Sanal olarak yapılabilecek müdahaleler çok daha fazla.
Böyle bir sistemi hatasız kurmak ve güvenli çalıştırmak mümkün. Ancak bunun için gerekli güvenlik önlemlerinden hiç kimse bahsetmiyor. Hala matbaa’nın ne kadar iyi korunduğunu anlatıyor herkes.
Durum asıl bu nedenle şaibeli.
Gördüğümüz “sifreler” büyük ihtimalle bozuk tasarlanmış bir algoritma eseri. Bu hata da olsa kasıtlı da olsa, içeriden veya dışarıdan bu durumu farkeden birileri kötüye kullanmak istemez mi?
Diyelim ki gözle çözülebilen bir algoritma yok. Birileri kitapçık kodundan cevap anahtarı üreten bir algoritmayı keşfederse veya sızdırırsa ne olacak? “YGS – There is an App for that!” mi diyeceğiz? O zaman “tuvalete giden çocuk” yine cevap anahtarına ulaşmayacak mı?
Eğer kitapçık oluşturma algoritması, kaynak kodu ve bu programın çalıştığı bilgisayar sistemi bağımsız uzmanlar tarafından tasarlansa ve kontrol edilse, sistem testleri düzgün tasarlanıp uygulansa, her aşaması şeffaf ve kontrol edilebilir olsa, o zaman benim güvenlik açısından bir problemim kalmaz.
Buna rağmen eğitimcilerin itirazları devam eder. Anlaşılan (bilmiyordum, eski ÖSYM başkanının açıklamalarından öğrendim) sınavlarda soruların kolaydan zora doğru sıralanması gerekirmiş. Aynı zamanda, soruyu çözen öğrencinin cevabı şıklar arasından kolayca bulup işaretleyebilmesi için de şıkların küçükten büyüğe veya büyükten küçüğe sıralı olması gerekirmiş. Bütün bu kriterler göz önüne alınıdığında her adaya eşit sınav şartı sağlayacak 10 kitapçık ancak çıkartılabiliyormuş.
Bu durumda herkese farklı kitapçık uygulaması temelden sakıncalı zaten. Sınav kitapçığını açar açmaz en zor soru ile karşılaşan bir öğrenci ile kolay sorudan başlayan bir öğrencinin bilgi düzeyleri aynı olsa bile moralleri ve performansları aynı olabilir mi? Sıralı şıkların arasından cevabı kolayca seçmek varken rastgele seçeneklerin arasında debelenmek zaman kaybı yaratmaz mı? Soru başına kaybedilen birkaç saniye ikiyüz soruda beş dakika demek.
Sen ne dersin eğitimci karsidevrim?
07 Nisan 2011 04:51
Ben de herkese farkli kitapcik uygulamasini sorunlu buluyorum. Hem algoritmalarda gereksiz bir komplikasyona sebep oluyor hem de durduk yere suphe yaratilmasina sebep oluyor. Ama bu “guvenlik farki”nin bahsettiginiz kadar dramatik olmadigini dusunuyorum. Sonucta iki durumda da kotu niyetli kisilerin soru/cevaplara ulasimi ve bunu belirli adaylara iletmesi gerekiyor. Eger bu verilere sanal olarak da ulasilabiliniyorsa ister tek kitapcik ister milyon tane kitapcik olsun bir farki yok.
Ama demek istedigim su: Ortada -henuz- bir saibeyi andiracak bir kanit yok, sadece ihmal var. Bu ihmal OSYM baskaninin istifa etmesi icin yeterli bir sebep. Mod-medyan olayini ise bu konudaki tartismalarin absurdlugune dikkat cekmek icin gundeme getirdim ve sizin bu terimi kullanmanizi da yadirgadim. Dediginiz gibi ne ortada dolasan algoritmalarin bu tarz bir terimle ilgisi var, ne de bu iki farkli kavramin birlikte kullanildigi “mod medyan” gibi bir terim. Saka gibi acikcasi.
07 Nisan 2011 08:02
merttalay,
Acaba yadırgamanızın nedeni “Bir kısım medyada günlerdir yayınlanan haberlerde sürekli tekrarlanan teknik olarak yanlış bir terimi ilgisiz bir blog yazısına yorum olarak yazdığım ve ima yoluyla da birilerini itham ettiğim” için olabilir mi?
Bu davranış tarzını daha çok karsidevrim, ihtimal, Bekir L. Yıldırım ve arkadaşlarından beklersiniz öyle değil mi?
İtiraf ediyorum, karsidevrim’in daha önce dershanede çalıştığından bahsettiğini hatırlıyordum ve damarına basmak için bu şekilde yazdım. Doğrusu eğlenmediğimi söyleyemem. Karsidevrim’in nasıl heyecan ve hırsla iki yorum birden döşendiğini gördünüz mü? Acaba bundan sonra kendisi yorum yazarken biraz daha empati gösterir mi? Zannetmiyorum. Yine de buna değerdi.
Kişisel kitapçıkların güvenlik riski konusunda yazdıklarımın ise arkasındayım. Daha önce de bahsetmiştim, bilişim güvenliği alanında çalışıyorum. Çok fazla bozuk veya kötü tasarlanmış sistem gördüm. Genellikle bu sistemi tasarlayanlar sistemin kötüye kullanılabileceğini düşünmüyorlar. Çok seyrek olarak kasıtlı bir arka kapı bırakılsa da, genellikle zafiyetleri bulan ve kullananlar başkaları. Sistemlerin zafiyetlerini kötüye kullanmak için inanılmaz teknikler geliştiriliyor ve uygulanıyor.
Bakın, daha okumadım, Radikal gazetesinin bugün bu konuda önemli bir iddiası var. Başlığında “ÖSYM, 1.7 milyon sınav kitapçığındaki yanıt seçeneklerinin şifreye yol açacak şekilde hatalı kurgulandığını kabul etti.” diyor. Bu hatalı kurgulama sadece özensizlik veya ihmal midir, yoksa birilerinin tezgahı mıdır bilinmez. Eğer birileri bunu kopya için kullandıysa bu durumu farkeden bir çalışan bilgileri sızdırmış olabilir.
Komplo teorimize devam edelim. Eğer ben bu şifre tekniğini ele geçirsem, kendi dershanelerimdeki bir grup öğrenciye avantaj sağlamak istesem (tamamen duygusal), öncelikle şifreyi mümkün olduğu kadar geç duyurmak isterim. Son gün “mod-medyan” çıkacakmış diye onları dersaneye çağırmak “yol yordam öğreteceğiz” demekten ya da “mutlaka gelin çok önemli” diye çağırmaktan daha az şüphe çekmez mi? Bilmiyorum. Dediğim gibi, sadece komplo teorisi.
Sınavda avantaj sağlamak çok büyük bir sektör. Müthiş bir talep ve karşılığında da büyük bir güç var. Kitapçıkların merkezden dağıtılması ise, diğer zararlarının yanı sıra, herhangi bir aksilikte kurumu (ÖSYM) doğrudan şüphe altında bırakacak bir sistem. En büyük problem bence burada.
Saygılarımla …
07 Nisan 2011 15:46
Sayın merttalay,
Sanıyorum burada tartışılması gereken şey sınavda şaibe olup olmamasından ziyade sınavın meşruluğunu yitirmiş olmasıdır. Soru kitapcıklarında kasıtlı veya kasıtsız olarak yetersiz elektronik güvenlik önlemleri olduğu ortaya çıkmıştır. Her gün birileri kendi kitapcığı ile ilgili bir algoritma üretiyor. Herhangi bir kitapcığın bir algoritma ile yanıtlanabiliyor olması zaten yeterli bir sebeptir.
Yıllar önce, öğrenciliğim sırasında sınavından herkesin geçmesini isteyen bir hocamız soru şıklarını aaaa bbbb cccc dddd diye sıralamıştı. Yani yanıtların 3-4 tanesini bulan öğrenci hemen algoritmayı farkediyor ve tüm soruları yanıtlayabiliyordu. Burada ortaya çıkan durum da neredeyse aynı…
Bu güvenlik noksaklığının bazı kesimlerce suistimal edilmesi ayrı bir konudur. Ancak, sınavda kullanılan algoritma birileri tarafından biliniyorsa (sızdırılmışsa) soruları veya yanıtları elde etmenize gerek kalmaz. 3-5 soruyu doğru çözerek algoritmayı tersten çalıştırır ve tüm yanıtları bulabilirsiniz.
Böyle bir sızdırma olup olmadığını bilmiyoruz. Matbaanın veya kitapcıkların güvenliğinin sağlanması hiç önem arz etmez. Eğer herkese ayrı kitapcık yerine 100 kitapcık hazırlanıp bunlar salonlarda tamamen rasgele dağıtılsaydı daha az şaibe olurdu.. ama sınavı yine meşru kılmazdı.
Bena göre yaşanan durum skandal boyutundadır ve başkanın istifa etmesi zorunludur.
07 Nisan 2011 17:04
Sayin Olasiliksiz,
Durumun bir skandal olduguna ve OSYM baskaninin basini yemesi gerektigine ben de katiliyorum. Ama sinavin mesrulugu konusunda o kadar sert degilim. Sonucta matematik testinde 40 soru var bu 40 sorudan onemli bir kesimini (ornegin 20 uzeri diyelim) dogru yanitlayanlarin sinav kitapciklari uzerinde sistematik tarama yapilabilir (veya buyuk bir rastgele ornekleme alinir). Eger bu kitapciklarda herhangi bir algoritmanin kullanildigina dair bir iz varsa veya garip bir sekilde cok az islem yaparak sorular cozulmusse evet sinav iptal edilmeli. Fakat boyle bir sey yoksa iptalin gerekli olmayacagini dusunuyorum.
07 Nisan 2011 01:25
ORDU GOREVE!!
07 Nisan 2011 02:20
Merttalay hakli, tipik bir ordu goreve yazisi olmus… TSK’nin yargiya acik bir mudahale anlamina gelen aciklamasini sayin Dogan ve Rodrik desteklemekle kalmiyor, ustune yetersiz bulduklarini ifade ediyorlar. Daha onceden de AKP ile TSK’nin anlasip Balyoz ve Ergenekon davalarini kapatmalari yonunde dusuncelerini ifade etmislerdi, o yuzden TSK’nin bildirisi icin “yetmez ama evet” demelerine cok da sasirmamak lazim. Yani hic oyle derin analizler yapmaya falan gerek yok, amiyane tabirle “kurban olayim ben sizin liberalliginize” deyip, birakmak en dogrusu…
07 Nisan 2011 05:03
Simdi sizin “sozde liberal demokratlar”dan ne farkiniz kaldi? Onlar da “kategorik” olarak degill, “pratik” olarak, yani kendi islerine yaradigi surece liberal demokrasiyi destekliyorlardi degil mi? E siz de oylesiniz iste, hem de alasindan oylesiniz.
28 Subat’ta ya da daha onceki sureclerde ordunun yaptigi turlu adaletsizliklere maruz kalmis insanlar grubu “intikamini” turlu adaletsizliklerle almaya kalkti, cozumu liberal demokrasinin disinda aradi ve bu yuzden bu Balyoz davasi ortaya cikti. Simdi siz de Balyoz davasini yurutenlere karsi ayni arayis icersindesiniz. Yani daha kuvvetli olanin borusunu otturdugu bir dunyaya evet diyorsunuz. Istediginiz eger bu memleketin gercek bir liberal demokrasi olmasi olsaydi “yetmez ama evet” gibi bir gulunc tepki vermezdiniz bu aciklamaya. Yani aslinda ortada donen sey hukukun ustunlugu tartismasi filand egil, tam bir iktidar savasi ve siz de bu savasin bir tarafisiniz iste, bu kadar acik hersey.
Bu ulkenin gercek demokratlara ihtiyaci var, dogru. Bunlar Balyoz davasindaki adaletsizliklere karsi cikmayanlar arasindan cikmayacak bu da dogru. Ama Pinar Dogan ve Dani Rodrik de bu ihtiyac duyulan gruptan degil, bu da bugun itibariyle tam olarak ortaya cikmis durumda.
Bu yetmez, peki ne yeter bu arada?
07 Nisan 2011 06:05
Sayın cetin,
Haklısınız!
Peki 28 şubat nedeniyle yargılanan var mı? Yok!
28 şubat doğruydu, yanlıştı kısmı ayrıca tartışılır. Ama iktidara yönelik “silahsız” bir darbe olduğu doğrudur. Bir de şunu sormak lazım; Asker bunu yaparken “hırsızın hiç mi suçu yoktu?”
Şimdiki süreci, sanki birileri 28 şubatı zorluyor gibi algılıyorum. Yalan yanlış davalar yüzünden toplum iyice kutuplaştı. Hükümetin aleni icraatları, askerle, yargıyla, basınla kavgaları ve baskıları toplumda bariz bir ikilik yaratmaya başladı. Mevcut yapıyı ne yazık ki liberalleşme, demokratikleşme veya özgürleşme gibi algılayamayız. Eğer toplumda hatırı sayılır bir kesim bu yapılanların yanlışlığına inanıyorsa (ki Ak partiye oy verenlerin %30 u bile öyle düşünüyor) eninde sonunda patlak verecektir.
Bu tür davalarla, veya çıkartılan askeri, yargıyı hizaya getirme yasalarıyla darbeler önlenemez! Çünkü darbenin yasası olmaz. Hiç bir yasal önlem, intikam veya tehdit darbeleri önleyemez. Nitekim tek kişilik iktidarlar bile son 3-4 ay içerisinde devrilip gittiler.
Darbeleri önlemenin yegane yolu toplumla, askerle, yargıyla, basınla barışık olmak, toplumun her kesiminin hassasiyetlerini dikkate almaktır. Anayasa referandumunda %58 evet oyuyla toplumun %42’sinin İSTEMEDİĞİ bir değişiklik yapılıyor. Anayasa gibi toplumun tüm kesimlerini etkileyecek düzenlemelerde toplumun hatırı sayılır kesimlerinin talebini dikkate almayanlar askere adeta “gel darbe yap” diye davetiye çıkartırlar.
Bugün askerin kendisi dahi darbe yapmak istemez. Çünkü darbelerin ekonomik, sosyal, toplumsal sonuçları halkın bir parçası olan askerleri de olumsuz etkiler. Bütün darbelerin özünde toplumsal yapının çoğunluğun lehine bozulması etkendir. Bu ise azınlık görüşünün haklarını zedeler ve haklı müdahale gerekçeleri oluşturur.
Sonuç olarak; ne yeter, ne yetmez diyorsanız: Mevcut durum ve yaşadığımız koşullar darbeleri önlemeye yetmez! Tam tersine, ortadaki tablo darbelere davetiye çıkartmaktadır. Bir bakarsınız asker bir gece ansızın gelebilir. Bu da ne liberalinin, ne dincisinin, ne dinsizinin, ne kürdünün, ne Türk’ünün, ne özgürlükcünün, ne demokratın işine gelmez. O yüzden “taraf” olmak yerine ortak doğrularda uzlaşmak gerekir.
Bu, hepimizin ortak paydasıdır ve neyin yeteceğini ortaya koymaktadır.
07 Nisan 2011 07:21
Olasiliksiz,
Blogu uzun suredir takip ediyorsaniz, genelde uzun yorumlar yazdigimi farketmissinizdir, sizin yorumunuza da oyle etraflica bir cevap vermek isterdim, zira soylenecek cok sey var ama maalesef is yogunlugum buna musaade etmiyor bugunlerde.
Anlasilan siz anayasa degisiliginin yanlis oldugunu dusunuyorsunuz, degisikliklere %42’i hayir diyenlerin taleplerinin hakli oldugunu dusunuyorsunuz. Buraya kadar hersey tamam. Ama bununla kalmayip degisikligin %58 oyla kabul edilmis olmasini darbeye davetiye olarak goruyorsunuz ki buna hak vermek mumkun degil. Degisiklik paketi anayasal cercevede referanduma sunulmustur ve sonuc acisindan herhangi bir mesruiyet tartismasi sozkonusu degildir.
Anayasa’nin kimi maddelerindeki degisikliklerin referandumda %58 oyla kabul edilmis olmasinin toplumun onemli bir kesiminin telebinin dikkate alinmadigi sonucunu dogurdugunu ve bunun da askere “gel darbe yap” demek anlamina geldigini yazmissiniz. Azinlik gorusunun haklarinin zedelenmesinin “hakli mudahale gerekceleri” ortaya cikaracagini ifade etmissiniz.
Bu gorusu siddetle reddediyorum. Askeri darbenin hicbir hakli gerekcesi olamaz, bugune kadarkilerin de olmamistir. Darbe, halkin iradesini igfal etmek anlamina gelmesi bakimindan sadece anti-demokratik bir hareket degil, ceza yasasinda acikca tanimlanmis agir cezalik bir suctur; halkin silahini halka cevirmek baglaminda dahili bedhahliktan baska bir sey degildir; bunun da otesinde darbe sonrasi sureclerde islenen basta iskence olmak uzere insanliga karsi islenen suclara yol veren bir ortam olusturmasi nedeni ile de sozde degil ozde demokratlarin darbeyi desteklemesi ne kadar yanlissa, darbe icin hakli mudahale gerekcelerinden bahsetmeleri de o kadar yanlis ve kabul edilemez bir durumdur.
07 Nisan 2011 15:05
Sayın fmeraklı,
Yazdıklarımın darbeleri haklı çıkartma gayreti gibi algılanmasından üzüntü duydum. Ben özel sektörde çalışıyorum ve belki de bir darbeden en fazla mağdur olacak kesimlerden biriyim. Aslında vurgulamak istediğim şey; iktidarların toplumsal hassasiyetlere dikkate etmeden dayatmacı zihniyetle hareket etmesinin darbelere zemin hazırladığını vurgulamaktı.
Ben anayasa değişikliğinin yanlış olduğunu değil; bir anayasa için gerekli uzlaşma koşulunu yerine getiremediğini söylüyorum. Anayasa değişikliğinde benim de olmasını istediğim şeyler vardı. Ama yanlış bulduğum şeyler de vardı. Halbuki oylama neye göre yapıldı? Başbakan çıkıp “Bana güvenin, evet oyu verin” dedi. Referandum güven oylaması değildir. Sadece başbakanı değil, hepimizi ilgilendirir.
“12 eylül darbecilerini yargılıyoruz” dedi. Bunun kuyruklu bir yalan olduğunu halkımızın ne kadarı görebildi. Yaşları sekseni geçmiş 3 kişiyi 30 yıl sonra kimsenin yargılayamayacağını, bunun sembolik bir girişim olduğunu ne kadarımız biliyor?
Benim düşünceme göre toplumun %42’sini dışlayan bir anayasa değişikliği meşru da değildir.. doğru da değildir. Temsil yetkisi kullanılmamıştır. Uzlaşma kültürü kullanılmamıştır. Önümüze saman konulup, ya yersin, ya aç kalırsın denilmiştir. Bunun meşru olduğundan söz edilemez. Yasalarda meşru görülebilen her şeyi meşru kabul edemeyiz. Yasalar da insana ve hataya mahsustur.
Benim vurgulamaya çalıştığım şey, gelinen sürecin hızla darbeye zemin hazırladığı ve bundan kaçınılmasını gerektirdiğidir. Darbeyi her zaman asker yapmaz. Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da gördüğümüz darbeler asker kaynaklı değildir. Bunlar yetersiz demokrasi zemininin manüple edilmesiyle ortaya çıkmıştır.
Şu anda bizim toplumsal ayrışmamız da ne yazık ki bu zemine doğru hızla ilerliyor. Bizi yönetenlerin bu tehlikeyi intikam duyguları veya baskıyla değil, uzlaşmayla bertaraf etmeleri gerektiğini söylüyorum. Bu hepimizin yararına olur.
Son olarak; ben demokrat veya demokrasiye inanan birisi değilim. Benim için ideal yönetim şekli teknokrasidir. Çoğunluk her zaman iyi ve doğru olanı görmeyebilir. Zaten görmek zorunda da değildir. Ancak seçtiği kişilerin bunları görecek ve gerekli önlemleri alabilecek yeterlilikte olduğundam emin olmalıdır. Ben ne meclise baktığımda, ne de adaylara baktığımda öyle bir tablo göremiyorum. Daha çok siyasi hırslarla ve siyasi taraf olmayla ilgili söylemleri nedeniyle siyasetçi olmaya çalışan bir sürü vasıfsız, birilerinin işaretiyle elini kaldırıp indiren bir kalabalık görüyorum.
08 Nisan 2011 01:58
Olasiliksiz,
Oncelikle bir onceki yorumunuzu revize etmenize sevindim, zira o ilk yorumda darbeye mesru gerekceler olarak anlasilan ifadeler vardi.
Ayrica 12 Eylul darbecilerinin yargilanmasi olayi kuyruklu bir yalan degildir. Zira su anda hayatta olan Konsey uyeleri icin (Evren, Tumer ve Sahinkaya) icin Ozel Yetkili Ankara Cumhuriyet Bassavciligi tarafindan referandum sonuclarinin aciklanmasindan sonra acilmis 2010/605 dosya numarali sorusturma halen devam etmekte. Bunun yaninda anayasa degisikligi sonrasi iskence, kotu muamele, fislenme vs gibi bircok farkli sebepten 12 Eylul’de zarar gordugu iddiasi ile binlerce basvuru yapildi ve cok sayida kamu gorevlisi hakkinda suc duyurusunda bulunuldu. Bu hafta icerisinde de Evren ve arkadaslari icin acilan sorusturma dosyasi ile diger kamu gorevlileri hakkinda yapilan suc duyurularinin bulundugu dosyalar birlestirildi ve bu dosyaya savci tayini gerceklestirildi. Siz 12 Eylul gunu referandumda evet cikinca, 13 Eylul’de Evren Pasa’yi mahkemeye cikartacaklar diye mi bekliyordunuz? Cikartilmayinca da 12 Eylul’u yargilama kuyruklu yalan mi oldu? Ayrica bir de soyle bir ifadeniz var:
“Yaşları sekseni geçmiş 3 kişiyi 30 yıl sonra kimsenin yargılayamayacağını, bunun sembolik bir girişim olduğunu ne kadarımız biliyor?”
Bizim Arjantin’den ne eksigimiz var? Daha bir hafta once Arjantin’de suren darbe davasinda 97 yasindaki cunta uyesi Cabanillas insanliga karsi isledigi suclardan oturu omur boyu hapis cezasina mahkum oldu, sucu da bizim Diyarbakir Askeri Cezaevi’nin Arjantin’deki muadilinin komutani olmak:
“Dünya Bülteni / Haber Merkezi
Arjantin’de 1976 yılındaki cunta yönetiminde görev alan eski General Cabanillas, insanlığa karşı işlediği suçlardan ötürü 97 yaşında cezaevine gönderildi.
Uzun süre darbelerle işbaşına gelmiş askerî yönetimler tarafından yönetilen Arjantin, geçmişiyle hesaplaşmaya devam ediyor. Arjantin’de 1976-83 yılları arasındaki cunta yönetimi sırasında Automotores Orletti adlı gözaltı kampını yönetmiş olan eski General Eduardo Cabanillas insanlığa karşı işlediği suçlardan ötürü ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Başkent Buenos Aires’te yapılan mahkemede diğer üç istihbarat görevlisi de cinayet, işkence ve insanları yasa dışı şekilde hapsetme suçlamasıyla mahkûm edildi.
Eski generali, yasa dışı tutuklama, işkence ve cinayet işlemekten suçlu bulan mahkeme, aynı davada yargılanan eski ordu istihbarat ajanı Raul Guglielminetti’ye 20, eski casuslar Honorio Martinez Ruiz ve Eduardo Ruffo’ya 25’er yıl hapis cezası verdi.”
Ceza hukukunda caydiricilik cezanin buyuklugu ile degil muhakkakligi ile saglanir. Arjantin’de de bizim gecici 15. madde gibi bir madde ile darbecilere dokunulmazlik getirilmisti. Ama zaman icerisinde hem o madde kaldirildi, hem de yaslarina bakilmaksizin darbeciler yargilanmaya ve ceza almaya basladilar. Bizim de 12 Eylul darbecilerini yargilamamiz, cezanin muhakkak olacagini, er ya da gec darbecilerin halka ve hukuka hesap vereceklerini ortaya koymasi nedeni ile elzemdir ve bu surec baslamistir. Cezanin muhakkakligi yeni darbelerin, darbe planlarinin onunu kesmekte onemli bir psikolojik unsur olacaktir. Aradan 30 sene gectikten sonra bile 80 yasindaki insanlar hukuktan kacamiyorlar ise darbeperverligin reel maliyetini artirmis olursunuz.
Bu arada tabii demokrasiye inanmadigini, ideal yonetim biciminin teknokrasi oldugunu ifade eden birisinin, darbeden ve darbenin sonuclarindan demokrasiye inananlar kadar endise etmesini beklemek belki de fazla iyimserlik oluyor. Hem darbe olunca, sizin ideal dediginiz hukumet sekli de ortaya cikiyor, zira darbeler sonrasi teknokrat hukumetlerdir kurulagelmistir. Ozal da 12 Eylul’un teknookratlarindandir hatirlarsaniz… Eger ben demokrasiye inanmiyor olsam ve teknokrat hukumetler ile yonetilmeyi tercih etsem kesinlikle askeri darbeleri desteklerdim, zira Turkiye sartlarinda bir teknokrat hukumetine giden en kisa yol darbelerden geciyor.
08 Nisan 2011 02:47
Sayın fmerakli,
12 Eylül hakkında açılan davaların hiç bir şekilde sonuçlanmayacağını, bir kişinin dahi hapis yatmayacağını sanıyorum hepimiz biliyoruz. Öncelikle geçici 15. maddenin şu anda kaldırılmış olması hukuki olarak bir anlam içermez. Çünkü yasalar suçun oluştuğu tarihte geçerli olan mevzuata göre işletilir. Suçun oluştuğu tarihte anayasanın geçici maddesi yürürlükte olduğu için sanıkların lehine geçerlidir.
Ayrıca, henüz açıkca ifade edilmeyen bir “zaman aşımı” meselesi söz konusudur.
Yargılanan kişilerin bir ayağı çukurdadır ve bu tür bir davanın yıllarca sonuçlanmayabileceğini de düşünürsek sanıklar halen hayattayken dava sürecinin tamamlanabileceğini varsaymak hayalcilik olur.
Kısacası; yapılan suç duyuruları ve buna yönelik açılan dosya “göstermelik ve semboliktir.”
Önceki tezimi yineliyor ve darbelerin kendi hukuki düzeni olduğunu, yapılan anayasa değişiklikleri vs. gibi önlemlerle önüne geçilemeyeceğini tekrar vurgulamak istiyorum. Yarın darbe olursa (ki olmasın elbette) mevcut anayasa da, yasalar da hükümsüz kalır.
Ayrıca, sizin iddianızın etik geçerliliği de tartışmalıdır. Askeri darbeler haksız, sivil darbeler haklı gerekçelere dayanır gibi bir ayrım yapılamaz. Bu durumda, bugün Mısır’da gerçekleşen devrimi yapanlar 20-30 yıl sonra aksi görüşte olanlar tarafından yargılanabilir. Herhangi bir darbenin “haklılığını” tartışabilmek bu bağlamda mümkün değildir. Sadece darbenin oluşturduğu hukuki ihlaller yargı konusu olabilir, darbenin kendisi değil!
Sonuç olarak; bu davalardan herhangi bir sonuç çıkacağını düşünmediğim gibi, herhangi bir hukuki anlam içerdiğine veya caydırıcılık yarattığına inanmıyorum. Bu şekliyle de kandırmacadan başka bir şey değildir.
Bu bağlamda değerlendirildiğinde, başka forumlarda da ilginç gördüğüm bir husus ise, 12 eylülde doğmamış, veya 2-3 yaşında olan kişilerin dahi sanki 12 eylül mağduru gibi davranması ve hareket etmesidir. Açıkcası 12 Eylül’ü yaşamış biri olarak bundan en fazla zarar gören kesimin dönemin sosyal demokratları olduğu kanısındayım. “Netekim”, 12 eylül cuntası cemaatlere ve dini bütün insanlara sıcak görünmeye çalışarak, solda bulunanlara hem siyaset yasağı hem de baskı oluşturarak Tugut Özal’la başlayan muhafazakar sürecin önünü açmıştır. Aralardaki kısa süreli SHP ve DSP koalisyonları dışarıda tutulursa, son 25 yıldır ülke muhafazakar iktidarların yönetimi altındadır.
——————————————
Teknokrasiyi darbe arzusu gibi değerlendirmenize ise anlam veremedim. Darbe hükümetleri “teknokrasi” değil, askeri rejim uygularlar. Tüm önemli devlet kademelerine askerler getirilir. Sizin bahsettiğiniz 12 Eylül döneminde de teknokrasi değil teknokrat görünümlü askeri yönetim mevcuttur. Tüm kitlerin, genel müdürlüklerin, kamu kurumlarının başına emekli generaller, askerler getirilmiştir ve bunlar teknokrat değildir.
Aristo ve Eflatun’un da demokrasini hakkında benzer çekinceleri, eleştirileri mevcuttur. Teknokrasi, demokrasinin “bilgi sahibi” (Eflatunun tabiriyle iktidar istemeyen bilge filozoflarca) kişilerce yürütülen bir çeşidinden ibarettir. Siz böyle bir düşünceyi benimsemeyebilir veya istemeyebilirsiniz. Bu da sizin en doğal hakkınızdır.
Ama, benim de yönetme becerisine, yeterliliğine sahip kişilerce yönetilmek istememi haksız çıkartamaz, bunu darbe çığırtkanlığı olarak yorumlayamazsınız. Bu tür düzenlemeler demokrasi mekanizmaları içerisinde de yapılabilir. Örneğin seçilecek kişilere üniversite mezunu olma, zeka ve sosyal becerilerde kendini kanıtlamış olma, ekonomik olarak iktidar imtiyazlarına ihtiyaç duymama veya bunlara benzer kriterler getirebilirsiniz. Üniversiteye öğrenci alırken bile sınav yapıyoruz. Neden milletvekilleri sınavsız, herhangi bir vasfa sahip olmadan seçilebiliyor?
Sanıyorum buradaki felsefik ayrımı görmek yerine kaba bir değerlendirme yaparak tekil bir demokrasi tarifiyle kendinizi sınırlıyor, bunun aksi tüm görüşleri darbeci bir anlayış olarak görüyorsunuz. Bu şekildeki yakıştırmanızı uygun görmediğimi söylemek isterim.
08 Nisan 2011 03:45
Olasiliksiz,
Yine yaniliyorsunuz.
Demissiniz ki:
’12 Eylül hakkında açılan davaların hiç bir şekilde sonuçlanmayacağını, bir kişinin dahi hapis yatmayacağını sanıyorum hepimiz biliyoruz’
Bunu nereden biliyorsunuz, ben boyle bir kaniya varacak bilgiye sahip degilim. Aksine, MG Konseyi’nin hayatta olan uyeleri icin sorusturma dosyasi acilmis, darbeden zarar gorenlerin diger kamu gorevlileri icin yaptiklari sucduyurulari o dosyaya eklenmis, savci tayini yapilmis ve hukuk sureci kendi mecrasinda ilerlerken kimsenin ceza almayacagini ifade etmek sadece sizin ve sizin gibi dusunenlerin temmennisi olarak anlasilabilir, bence bir baska anlami da yoktur…
Yine bir baska yanlis ifadeniz:
‘Öncelikle geçici 15. maddenin şu anda kaldırılmış olması hukuki olarak bir anlam içermez. Çünkü yasalar suçun oluştuğu tarihte geçerli olan mevzuata göre işletilir.’
Hatirlarsaniz darbe 12 Eylul 1980’de gerceklesti ve darbenin gerceklestigi tarihte 15. madde ortada yoktu. O madde 1981 yilinda referanduma sunulup kabul edilen anayasaya eklendi. Yani 15 madde sucun olustugu tarihte yururlukte degildi, zira yine sucun olustugu tarihte yururlukte olan ceza yasalarina gore de darbe agir cezalik bir suc olarak tanimlanmakta idi. Bir de zamanasimindan bahsetmissiniz ki bunda da yanlissiniz. Zira 12 Eylul davasina konu olacak suclarin onemli bir kismini iskence ve kotu muamele olusturacak, zira bu nedenlerle yapilmis yuzlerce sucduyurusu dava dosyasinda birlestirildi. Dava acilinca sucduyurularinin artmasi da beklenebilir.
TCK’nin insanliga karsi suclari duzenleyen 77. maddesinin 4. fikrasi insanliga karsi islenen suclarda zamanasimi islemeyecegini acikca ifade ediyor. Yine taraf oldugumuz uluslararasi sozlesmelerden dogan insanliga karsi islenen suclarin zamanasimina tabi olmadigini yonunde taahhutlerimiz de mevcut.
Yargilanan kisilerin bir ayagi cukurdadir demissiniz, dogru. Belki Evren ve iki arkadasi davanin sonunu gormeyebilirler, ama bu, haklarinda dava acilmis olmasini ve bunun cezanin muhakkakligi olarak anlasilacagi gercegini degistirmez. Ayrica bu dava kapsaminda o donemin pek cok kamu gorevlisi sanik konumunda mahkeme onune cikacak. Diyarbakir Askeri Cezaevi’nde yasananlardan sorumlu olanlar, Istanbul Emniyeti 1. Sube’de iskence tezgahlarini kuran ve yonetenler basta olmak uzere. Bu insanlarin hepsinin bir ayagi cukurda degil kabul edersiniz ki.
Bir de soyle bir ifadeniz var:
‘Önceki tezimi yineliyor ve darbelerin kendi hukuki düzeni olduğunu, yapılan anayasa değişiklikleri vs. gibi önlemlerle önüne geçilemeyeceğini tekrar vurgulamak istiyorum.’
Aslinda bu daha onceki ifadelerinizden biraz daha farkli, bu soylediginizde dogru olan sey anayasa degisiklikleri gibi onlemlerle darbelerin onune gecilemeyecegi ifadesi. Bugun de 5 tane alcak cikip darbe yapabilir, en ozgurlukcu anayasayi da yapsaniz bu tehlike ortadan kalkmaz. Ama anayasa degisikligi gibi onlemlerle, en azindan son degisiklikler baglaminda, belki yapilacak darbelerin onune gecemezsiniz ama yapilmis olanlari yargi onune cikarma imkanina sahip olursunuz. Bu da darbe yapmaya hevesli olanlara gun gelip hukuk onunde hesap verecekleri mesajini verecektir ki bu az bir sey degildir.
12 Eylul’den magdur olanlarin kim oldugu konusunda da sizinle hemfikir degilim. 12 Eylul’de magdur olmak icin 12 Eylul oncesini yasamak gerekmiyor. Ayrica soylediginizin aksine Turk siyasetinde muhafazakar egilim her zaman ana damarlardan biri olmustur, 12 Eylul sonrasi OZal’in onunun acilmasi ile ilgili bir olgu degildir. Ayrica hatirlarsaniz cunta 12 Eylul sonrasi yapilan ilk secimlerde Turgut Ozal’i ya da onun kurdugu ANAP’i degil Turgut Sunalp’in partisini desteklemistir, yani Ozal iktidari cuntadan degil sandiktan cikarmistir. 12 Eylul’e magduriyeti sizin yaptiginiz gibi darbenin direkt vurdugu kesimlerin magduriyetine indirgemek buyuk resmin onemli bir kismini gozden kacirmaya neden olacaktir. Her ne kadar cezai bir yaptirim gerektirmese de 1980’lerden beri YOK sistemi altinda universite okuyan mezun olmus/olamamis milyonlarca vatandasimiz 12 Eylul’un magdurudur benim gozumde. 30 yildir bireyi devlete karsi degil, devleti bireye karsi koruyan, ozgurlukleri getirdikleri firsatlar ile degil sinirlari ile tanimlayan bir anayasa ile yonetilen bu toplum yekunen 12 Eylul magduru olarak degerlendirilebilir. 12 Eylul’un magduriyetini askerin tokadini direkt yiyenlere indirgemek, darbenin yarattigi travmanin onemli bir kesimini gozden kacirmak anlamina geliyor diye dusunuyorum….
08 Nisan 2011 05:51
Sayın fmerakli,
Kusura bakmazsanız yazdığım mesajları çarpıtma veya dile getirmediğim şeyleri getirmiş gibi yorum yapmazsanız sevinirim!
“hukuk sureci kendi mecrasinda ilerlerken kimsenin ceza almayacagini ifade etmek sadece sizin ve sizin gibi dusunenlerin temmennisi olarak anlasilabilir, bence bir baska anlami da yoktur…” demişsiniz.
Böyle bir temenni ifade ettiğimi sanmıyorum. Baen sadece sürece ilişkin inancımı ortaya koyuyorum. “Şu arabanın kaza yapma olasılığı çok yüksektir” dersem kazayı temenni ettiğimi mi söyleyeceksiniz.
Bu boyutunu bir tarafa bırakırsak… yargılama konusunda 12 Eylül itibariyle önceki anayasa ve yasalar ortadan kalktığı için o döneme ilişkin uygulanabilecek yasa yoktur. Ancak sizinde belirttiğiniz üzere 82 anayasa referandumundan sonra hukuki bir durumdan bahsedilebilir. (Anayasanın kabulü sizin dediğiniz gibi 81 değil, 1982 yılıdır) O anayasa da ise darbeyi yapanlar koruma altına alınmıştır. Hukukun temel ilkelerinden biri olarak, yasalardaki değişiklikler geriye doğru kişilerin aleyhine işletilemezler. Bir yargılama olsa dahi 81 anayasası ve ona bağlı yasalara göre yapılmak durumundadır. Herhangi bir hukukçu bunu size kolayca söyleyebilir.
Diğer taraftan, 82 anayasası %90 üstünde oyla kabul edilmiştir. Geçici 15. maddeyi kaldıran referandum ise sadece %58 oy alabilmiştir. Ne olcak şimdi? Senin anayasan benim anayasamı döver mi oynayacağız? Ya da sizin daha önceki tabirinizle referandum halkın iradesiyse ve meşruysa bu oyları kendinizle çelişerek yok mu sayacaksınız?
Bu konuyu daha fazla uzatmakta yarar görmüyorum. Sanıyorum neyin ne olacağını zaman gösterecektir. Bizim sözlerimiz ise spekülasyon olup gidecektir.
Turgut Özal ve Anap, Darbe yapılıp da kendisi ekonomiden sorumlu bakan yapılmasaydı ortaya çıkabilir miydi acaba? Darbe sonrasında önceki partiler ve siyasetçiler yasaklanmasaydı Özal kendisine RP dışında bir yerde pozisyon bulabilir miydi? Bunları doğru yorumlamak için 12 Eylül öncesi siyasi profili de gözden geçirmek zorundasınız. 12 Eylül öncesi siyasi profili sevdiğimden değil ama darbe ile siyasi süreç tamamen yön değiştirmiştir.
Diğer taraftan, 12 eylül sonrası “siyasi görüş içermeyen” bir nesil yaratılması ve bu anlamda büyük bir gençlik kitlesinin mağdur olması konusunda size katılıyorum. Ancak; her ne kadar bu süreci asker başlattıysa da, askerin devreden çıkartılmasından sonra bunu sürdürenler emniyet güçleri, yani siyasi irade olmuştur. Bizim öğrenciliğimizden itibaren her iktidara gelen YÖK’ü kaldıracağını vaadetmiştir. Sonuç ortadadır. YÖK, durduğu yerde duruyor.
07 Nisan 2011 09:29
Öncelikle sayın fmerakli’nın yorumuna kesinlikle katıldığımı belirtmek istiyorum. Darbenin bence de hiç bir haklı gerekçesi olamaz. Ülkenin şu anda bulunduğu durum hukuk, özgürlükler ve demokrasi açısından bence en az 12 Eylül dönemi kadar vahimdir, referandumda evet oyu veren %58, verilen vaatlerin yerine getirilmemesi, referandum sonrası yapılan uygulamalarla verilen sözlerin örtüşmemesi gibi sebeplerden dolayı bence kandırılmıştır. Ancak bunların hiçbirisi TSK’nın bundan vazife çıkarıp darbe yapması için asla gerekçe olamaz.
Sonuçta halkın iradesini ortaya koyma imkanı ortadan kalkmış değildir. 12 Haziran’da gerçekleşecek bir seçim vardır. Kendimce bu süreçte edindiğim görev gördüklerimi, duyduklarımı, düşüncelerimi mümkün olduğunca çok insanla paylaşarak, ama pek tabi ki karşımdakileri de dinleyerek, onların bakış açısınıda görerek, gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamak. Sandığa yapacağımız etkinin bu bağlamda kalması. Bunun dışında ki her türlü girişim bence inandığımız ideallere ihanet etmek olur.
İnsanların temsili hususuna gelince, referandumdan çok önce, mevcut seçim yasasının ne yazık ki halkın tamamının iradesini yansıtmadığı ortada. Uygulanan %10’luk seçim barajı hakikaten ciddi bir problem, hemen hemen her seçim halkın %20’lik bir kısmı sırf bu yüzden mecliste temsil edilemiyor. Ancak bu pek tabi ki yalnızca AKP’nin suçu değil, ne yazık ki belli kalbur üstü partilerimiz sırf sandalye sayılarını yüksek tutmak uğruna yıllarca buna göz yummuşlar, yumuyorlar. Temsil edilebilen %80’lik kısımda ne yazık ki kendi temsilcisini tercih etme şansına sahip değil, zira milletvekili adayları sözde il genel meclisleri, ya da parti içi heyetler, gerçekte ise parti yöneticileri tarafından seçilmekte. Dolayısıyla halkımızın yapabildiği sadece padişahı seçmek, burda da bahsettiğim seçim sisteminde ki çarpıklıktan dolayı çoğu zaman %40 oy ile bile tek başına padişah olunabiliyor. Burada bence anayasa değişikliklerinden önce partileri, daha demokratik bir ortamda temsil edilebilmemizi sağlamak adına seçim yasasında gerekli değişiklikleri yapmaları için zorlamalıyız. Demokratik bir rejimde tam anlamıyla kendi irademi yansıtma özgürlüğüm yok herşeyden önce, bundan daha büyük bir öncelik olabilir mi sizce? Kusuruma bakmayın bayağı bir konu dışı paragraf oldu ama bazen öyle farklı konulara konsantre oluyoruz ki sorunun kaynağından uzaklaşıyoruz gibi geliyor bana. Darbe daveti konusunda bence haksız da olsa sayın Olasılıksız’ın çok doğru bir tespitide var gözden kaçırılmaması gereken azınlık-çoğunluk farkı gözetmeksizin her kesimin temsilini sağlamadığınız, her kesmin görüşüne saygı duymadığınız sürece ne yazık ki bugün yaşadığımız Kürt sorunu gibi problemleriyle, darbe yapması için TSK’dan darbe yapmasını bekleyen insanlarıyla, karşıt görüşü her ne şekilde olursa olsun pasifize etmeyi kendine hak gören gruplarıyla, yıllardır içinde dönüp durduğu kısır döngüsüyle yaşayan bir Türkiye’de yaşamaya devam ederiz.
YGS konusu ile ilgili yorumları ibretle okuyorum. Lakin ortada öyle garip bir durum var ki adam akıllı bir inceleme yapılmadan ne öyledir ne değildir şeklinde bir yorum yapmanın mümkün olmadığı düşüncesindeyim. Burada ki temel rahatsızlığım Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın yürüttüğü bir soruşturma varken Abdullah Gül’ün, Cemil Çiçek’in çıkıp ‘biz tatmin olduk, bizce herhangi bir sorun yok, gençlerimiz gönül rahatlığıyla ikinci sınava hazırlanabilirler’ açıklaması olmuştur. Bu bence açıkça yargıya müdaheledir, tasvip edilemez.
Ortada ki tek tartışmasız gerçek pek çok sınavla ilgili benzer şaibelerin ve iptallerin olduğu bir ortamda hala bu tarz ister hata deyin, ister kasti deyin uygulamaların devam etmesi. Bütün bu şaibelere rağmen devletin somut adım atmak yerine sürekli ‘biz hata yapmayız, böyle birşey kesinlikle yoktur’ diye açıklamalar yapması, bugüne kadar bu iddialara ilişkin açılan davalarda iptallerin dışında somut bir şey çıkmaması, kusura bakmayın ama böyle bir ortamda herkes herşeyden şüphe etmekte sonuna kadar haklıdır. Aşağıda konu ile alakalı olduğunu düşündüğüm haberi bu vesileyle paylaşmak istedim:
”Son yıllarda yapılan her sınav, şaibeleri de beraberinde getirdi. Soruların çalındığı, şifrelerin ortaya çıktığı, kayırma, usulsüzlük gibi iddiaların ortaya atıldığı sınavlarda yaşananlar binlerce kişiyi mağdur etti. İddialar ve elde edilen kanıtlar, bazı sınavların iptaline de yol açtı.
Çeşitli kamu kuruluşlarının yanı sıra, ÖSYM de her yıl, 41 adet sınav yapıyor. ÖSYM’nin yaptığı sınavlara 5 milyon aday giriyor. YGS-LYS (eski ÖSS), KPSS, SBS, ehliyet, özel güvenlik sınavları ile, bu sınavlara dönük kurs veren dershaneler için trilyonluk bir pazar oluşuyor. Son yıllarda yapılan ve usulsüzlük iddialarıyla gündemden düşmeyen sınavlar şöyle:
DIŞ TİCARET : Dış Ticaret Müsteşarlığının 2008 yılında dış ticaret uzman yardımcılığı sınavında sahtekarlık yaşandı. 30 kişinin alınacağı sınavın yazılısında 43 kişi 70 ve üstü puan aldı. Müsteşarlık sınava giren tüm adaylara 10 puan ekleyerek 180 kişinin sözlü sınava girmesini sağladı. Puan eklenerek sınavı kazananlar arasından müsteşar yardımcısının kızı da çıktı.
POLİS AKADEMİSİ: ÖSYM tarafından 13 Eylül 2009’da yapılan Polis Akademisi Meslek Yüksekokulları Öğrenci Adaylığı Sınavında sorular çalındı. Sınav iptal edildi ve 1 Kasım 2009’da yeniden yapıldı. Soruların ele geçirildiğini ve deneme sınavı adı altında cemaate yakın bazı dershaneler tarafından özel olarak seçilen öğrencilere iletildiği belirlendi. Deneme Sınavı’nda yer alan 103 sorudan 88’inin sınavda sorulan 120 sorudan 88’i ile çakıştı.
ABGS SINAVI: Kasım 2009’da yapılan AB Genel Sekreterliği uzmanlık sınavında, sınav ilanından sözlü sınava kadar geçen sürede aranan şartlara ilişkin yönetmelik değiştirildi ve bir daire başkanının eşinin de aralarında bulunduğu ve ilk yönetmelikteki şartları taşımayan kişiler sınavı kazandı.
SAĞLIK SINAVI: Kasım 2010’da yapılan Sağlık Bakanlığı özürlü Personel Alım sınavındaki sorular sınavdan, 2 gün önce internete sızdı. 21′i ön lisans, 3′ü lise, biri de ilköğretimde olmak üzere 25 sorunun sınav öncesi yayınlandı.
TRT SINAVI: 2009’da yapılan TRT sınav sonuçları internet sitesinden yayımlandı. Ancak TRT’nin Bilgi İşlem Dairesi, listenin Excel dosyasındaki gizli bölümünü silmeden, internet sitesine koyunca, skandal ortaya çıktı. Bu bölümde adayların ”Kefil ve referansları” yer aldı. TRT ise iddiaları reddetti.
KPSS SINAVI: ÖSYM’nin 10-11 Temmuz 2010’da düzenlediği, Kamu Personeli Seçme Sınavında (KPSS) Devlet Denetleme Kurulu ve Ankara Cumhuriyet Savcılığı, KPSS sorularını ÖSYM’nin içinden sızdıran bir şebekenin adaylara 10 bin dolara sattığını belirledi. Bazı adaylar tüm soruları bilip tam puan aldı. Milli Eğitim Bakanlığı, kopya iddiaları nedeniyle öğretmen atamaları erteledi. Başbakan Erdoğan, MİT’i araştırma için görevlendirdi.
ALES SINAVI: Geçen yıl yapılan ALES (Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı) soruları’nın da çalındığı ortaya çıktı. 2010 KPSS sınav skandalına karışan Ispartalı Baki Saçı, ALES sınav cevaplarının da e-mail yoluyla geldiğini itiraf etti ve üniversiteye hazırlanırken gittiği bir dershanedeki cemaat bağlantılarını anlattı.
ŞİFRELİ SINAV: Son olarak da 27 Mart 2011 günü yapılan Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) soru kitapçıklarında şifreleme yapıldığı iddiaları ortaya atıldı. ÖSYM Başkanı Ali Demir’in açıklamaları tatmin etmedi. 1 milyon 700 bin öğrencinin girdiği sınav için büyük şaibe oluştu.”
Farkındayım bayağı uzun, genel anlamda da konudan çok ilgisiz bir mesaj oldu, iyi niyetiniz ve anlayışınıza sığınıyorum.
Saygılarımla,
07 Nisan 2011 10:39
Sayın bir diğer ihtimal;
”Öncelikle sayın fmerakli’nın yorumuna kesinlikle katıldığımı belirtmek istiyorum. Darbenin bence de hiç bir haklı gerekçesi olamaz. Ülkenin şu anda bulunduğu durum hukuk, özgürlükler ve demokrasi açısından bence en az 12 Eylül dönemi kadar vahimdir, referandumda evet oyu veren %58, verilen vaatlerin yerine getirilmemesi, referandum sonrası yapılan uygulamalarla verilen sözlerin örtüşmemesi gibi sebeplerden dolayı bence kandırılmıştır. Ancak bunların hiçbirisi TSK’nın bundan vazife çıkarıp darbe yapması için asla gerekçe olamaz.
Sonuçta halkın iradesini ortaya koyma imkanı ortadan kalkmış değildir. 12 Haziran’da gerçekleşecek bir seçim vardır….”
Sözlerinize katılmamak mümkün mü?Bu devirde hala darbeden medet uman insanları görmek yürek dağlayıcı.Ben bloğun başka bir köşesinde bu konuda düşüncelerimi yazdığımda empati yapmadan tepki gösteren çok oldu.
Bu başlıkta ki asıl konuya dönersek, fmeraklı bir yorumunda ‘açıklamanın aleni olarak yargıya müdahale’ anlamına geldiğini söylemişti,haklıydı.Fakat ne yazık ki bunu söylerken aylardır hepbir ağızdan yapılan -kanıtlanmamış,bitmemiş- davaya ilişkin yorumların hergün gazete,dergi,internet ya da tv lerde sanki karar verilmiş gibi yayınlanması ve ortaya çıkan bilgi kirliliğinden isteyenin istediği gibi yararlanması gerçeğini gözardı etmiş biraz.Doğru/yanlış enformasyon bombardımanı halkın(genel anlamda kullanıyorum) anlama ve öğrenme hakkını da kirletiyor aslında.TSK bildirisi ,tamam müdahale anlamına gelebilir ama,olaya yurttaşlar tarafından baktığımızda bugüne kadar yaşadıklarımızın yanında çok masum kalıyor açıkçası.Daha önce çok sinirlendiğimiz,yüzümüzü kızartan açıklamalar,yanlışlar yapıldı,bana göre bu açıklama onlardan biri değil.
* Sınavlar konusundaki aydınlatmalarınız için teşekkürler.
07 Nisan 2011 15:16
Sayın bir diğer ihtimal,
Yukarıda sayın fmeraklıya vermiş olduğun yanıtta sizin eleştirilerinizi de içeren yorumlarım var. Sanıyorum bir ifade hatam oldu ki; darbenin haklı gerekçeleri olabileceği gibi yanlış bir anlama ortaya çıktı.
Söylemek istediğim şey; darbe yapanlar için haklı gerekçelerin ortaya çıkmasıdır. Bu benim darbeleri haklı gördüğüm anlamına gelmez.
Ben 12 Eylül sürecini bizzat yaşadım. Bugün tartışılan “kışkırtma unsurları”, “derin devletin oyunları” vs. gibi spekülasyonları bir tarafa bırakırsak asken neden yönetime el koymak istemiştir, bunu iyi irdelemek lazım. Eğer o günün siyasi iradeleri “benim teröristim iyidir” tezini ortaya koymayıp bir uzlaşı ortamı oluşturmaya çalışsalardı ve toplumsal hassasiyetleri dikkate alsaydı HERŞEYE RAĞMEN 12 Eylül olur muydu?
Halkın desteklemediği hiç bir darbe başarılı olamaz. O zaman çözüm yolu halkı yanınıza almaktır, karşınıza değil. Vurgulamaya çalıştığım nokta budur.
07 Nisan 2011 09:53
Çetin Doğan ve Gerçekler ,
Sahtekarlar tarafından delil olması için hazırlanan sahte CD var. Sahte Cd gerçeğini unutturmak için sahtekarlara yardım ve yataklık etmek için çırpınan imamın askerleri ve çakma liberaller var…
07 Nisan 2011 11:21
Müsadenizle, her ne kadar Balyoz davası ile doğrudan alakalı olmasa da blog yazarlarının Kafes Eylem Planı davası ile de ilgilendiklerini bildiğim için yeni bir ‘sehven’ yapılan hatayı paylaşmak istiyorum:
”Çok sayıda üst rütbeli subayın yargılandığı Kafes Operasyonu Eylem Planı soruşturması, Özel Operasyon Gücü Komutanlığı tarafından hazırlandığı öne sürülen bir belgenin ele geçirilmesi ile başlatılmıştı.
Bu belgede olası bir darbe planı anlatılıyordu. Üzerine de birileri tarafından el yazısıyla, “Uygundur. Kadir Paşa Koor. etsin” notu düşülmüştü.
Bu notu düşen kişinin Emekli Koramiral Feyyaz Öğütçü, kastedilen kişinin ise Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç olduğu öne sürülmüştü.
***
Elimde; Feyyaz Öğütçü’nün ve Kadir Sağdıç’ın suçlanmalarına neden olan dijital sayfa ve bu belge hakkında yapılan adli incelemeleri içeren kararlar bulunuyor.
Öncelikle belirtelim ki; her iki komutan da böyle bir notu kabul etmiyor.
Bunun üzerine o dijital sayfa, İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü’nde inceleniyor. Uzman Mehmet Fatih Akman ve Asistan Sema Alver Özbek 26 Şubat 2010 tarihinde şu kararı veriyor:
“Meçhul dokümanlardaki el yazıları ile Ahmet Feyyaz Öğütçü isimli şahsın mevcut mukayese el yazıları Belge İnceleme Laboratuvarı’nda doküman inceleme cihazları ve diğer optik aletler yardımıyla karşılıklı olarak incelenmiş ve neticede; aralarında kaligrafik ve karakteristik özellikler yönünden ilgi ve irtibat tespit edilememiş olup, adı geçen şahsa ait örnek el yazıları iade edilmiştir.”
***
Bu rapor çok önemli… Çünkü Terörle Mücadele Şubesi’nin (TEM) ve savcıların elinde başka belge olmadığından; bu rapora göre iki subayın iddia edilen darbe planıyla ilişkileri kanıtlanamıyor.
Ama…
Yukarıda yayınladığım bu karar, TEM tarafından savcılığa bir ay sonra sunuluyor!
Ne ilginçtir ki; sunulduğu günden bir gün önce de İstanbul 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde Kafes Eylem Planı Davası açılıyor!
Gelin görün ki bu karar, savcılık makamı tarafından İstanbul 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ne değil de… Balyoz Eylem Planı Davası’nın görüldüğü İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderiliyor.
Yani; 12’nci Ağır Ceza’ya gitmesi gereken ve belki de Kafes davasının açılmasını önleyecek, sanıkların aklanmasını sağlayacak belge, konuyla ilgisi olmayan 10’uncu Ağır Ceza’nın Balyoz dosyaları arasında küflenmeye bırakılıyor!
***
Peki; olay nasıl ortaya çıkıyor?
Allah’tan Emekli Koramiral Feyyaz Öğütçü iki davada da yargılanıyor ve yanlışlıkla (!)Balyoz
Davası dosyalarına konulan bu belgeyi şans eseri fark ediyor!
İşin ilginci; bu çok önemli belge İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nin “Balyoz Darbe Planı” klasörü içinde yer almaya devam ediyor ama; olması gereken yere, yani 12’nci Ağır Ceza’ya bir türlü ulaştırılmıyor!”
Haberle ilgili bahsedilen dökümanları ve haberin detayını ekte ki link’te bulabilirsiniz:
http://haber.gazetevatan.com/Haber/369592/1/Gundem
07 Nisan 2011 16:00
Nihayet ,
Blogun amacına uygun bir yazı. Sahtekarların hazırladığı sahte Cd yi laf salatası ile unutturmak isteyenleri gerçek gündeme döndürür, inşallah…
07 Nisan 2011 19:11
Birkac seyi yerli yerine koymak lazim. Bir kere balyoz-kafes-sakal-biyik-sutlac-makarna-domates-vs. davalari tamamiyle sahte deliller uzerine olusturulmustur. Blog yazarlari bunu defalarca ispat ettiler. Benim kafamda, ve tanidigim akli basinda olan ve olaylara impulsif bakmayan herkesin kafasinda bu konuda zaten herhangi bir kusku kalmadi. Yandas basin, AKPliler ve fethullahcilar isi artik “guncelleme”, “sehven yanlis yazma” vs. gibi sacma sapan ve mumkun olmasi akildisi birtakim argumanlar ile devam ettirmeye calisiyorlar, ama onlarin da kursunu bitmek uzere artik. Bu baglamda balyoz ve benzeri davalar ile alakali TSK’nin haksizliga ugradigini dusunmesini buna karsi hakli olarak tepki vermek istemesini anlayabiliyorum.
Ama..
Artik TSK anlamalidir ki basin aciklamasi, basin bulteni, vs. gibi yontemler YANLIStir. Sadece ve sadece bu kumpasi planlayanlarin ekmegine yag surer. TSK kanimca kol kirilir yen icinde kalir dusuncesi ile hareket etmeli ve asla bir aciklama, bulten, bildiri yayinlamamalidir. Onun yerine dava acilabilir, suc duyurusunda bulunulabilir.
07 Nisan 2011 21:10
Sevgili Slobodan Hacirahmanovic Magamedov ,
Başbakan’ın savcı , Baykal’ın avukat, Cemaatin TSK’ya karşı ölüm-kalım savaşı verdiği bir davada bırak da sahte Cd’lerle yargılanan bir TSK da “anlayamıyorun” desin…
08 Nisan 2011 10:11
Peki birisi de soyle dese:
“TSK’nin surekli siyasete mudahale ettigi bir memlekette birak da Basbakan savci olsun.”
Ne yapicaz, bu isleri, “once o baslatti”, “yok once o demokratiklessin, hukuka saygi duymaya baslasin” ekseninde mi tartisicaz? BU “bad equilibrium”dan cikarir mi bizi?
Kimsenin adaletin/hukukun ustunlugunun tarafini filan tuttugu yok, herkes hukuk kendisinin hosuna giden sonuclar cikardikca ona sahip cikiyor.
Ne farki var TSK’nin cemaatten bu baglamda? Ne farkiniz var sizin buradaki “ihtimal”den bu baglamda. Sadece tarafiniz farkli. Samimiyetsizlikse ikiniz de oylesiniz, takiyyeyse esasinda siz de alasini yapiyorsunuz.
“Kategorik” ve “pratik” bu fark cok onemli. Gercek ahlakliyi ahlaksizdan ve ikiyuzluden ayiran sey bu cunku.
08 Nisan 2011 11:03
Mesele “önce o başlattı” değil, “yargılayalım” olmalı.
Suç işleyen varsa yargılayım.
Sahte deliller varsa o sahte delili yaratanları yargılayalım.
İllegal ortam dinlemesi yapanları yargılayalım.
Soruşturmanın gizli bilgilerini servis edenleri yargılayalım.
Bu yargılamalar olmazsa mağdur olduğunu düşünen herkesin (başbakan da dahil) konuşma hakkı vardır.
08 Nisan 2011 10:29
Yanlis anlasilmasin kesinlikle. Fethullahcilar ile yanyana gelmem mumkun degil. Kafama sikarim ama fethullahcilar ile ayni cizgide olmam.
Demek istedigim su; TSK aciklama yaptikca kumpascilarin, madrabazlarin eline koz geciyor. Bizi (bas)bakan olarak bu kof kabadayilara muhtac birakiyor TSK’nin yaptigi aciklamalar. Ofkeyi, hayalkirikligini, haksizliga ugramanin getirdigi patlama noktasini inanin cok cok iyi anliyorum. Ama bence TSK artik hicbir sekilde aciklama yapmamalidir.
08 Nisan 2011 11:05
Biliyorum. O anlamda yazmadım.
08 Nisan 2011 16:01
Istanbul’da Hukuk Dernekleri Platformu uyesi bir grup avukat, Izmir’de de Izmir Barosuna uye bir grup avukat TSK’nin Balyoz davasi ile ilgili yapmis oldugu aciklama icin sucduyurusunda bulunmuslar. Istanbul’da platform adina konusan Avukat Kaya su aciklamayi yapmis:
“Bu açıklama, 28 Şubatlarda brifing vermeye alışan Genelkurmay’ın bu alışkanlığını devam ettiğinin örneğidir. Bu açıklama ve benzer açıklamaların artık modası geçmiştir. Söz konusu açıklama hakkında tehdit edilen yargı organının derhal harekete geçmesi gerekmektedir”
Izmir’de de sucduyurusunu savcila teslim etmeden once aciklama yapan avukatlar birdirinin yargiya muhtira niteliginde oldugunu ve Anayasa’nin 138. maddesi ile TCK’nin 288. maddesini ihlal ettigini ifade etmisler.
Bu sucduyurulari, TSK’nin bildirisini yetmez ama evet nidalariyla karsilayanlara, TSK’nin hukuk disi atacagi her adimi yargiya tasiyacak demokratik bilincin Turkiye’de kok salmaya basladigini gostermesi acisindan onem tasiyor.
08 Nisan 2011 16:13
Keşke aynı hukuk adamları Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından soruşturma açılan YGS davasına ilişkin açıklama yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin hakkında da benzer hassasiyeti gösterebilseler.
Ne yazık ki işte o zaman o bahsettiğiniz demokratik bilincin Türkiye’de kök salmaya başladığına ikna olacağım. Keşke kişiler ve kurumlar duruma göre reaksiyon vermek yerine evrensel normlara göre tepki verebilseler.
08 Nisan 2011 16:24
Öyle tepki olmaz. İleri demokraside imamın ordusu ne derse , o olur…
08 Nisan 2011 16:34
Ben yogunlugum nedeni ile YGS surecini detayli takip edemedim. Bahsettiginiz isimler konu ile ilgili olarak olay ortaya ciktiktan sonra YOK Baskani’nin aciklamalari uzerine gorus bildirdiler ise bu hukuken bir sorun teskil etmez; ancal savcilik tarafindan sorusturma acildiktan sonra konusmuslar ise onlar hakkinda da islem yapilmasi gerekir. Belki bununtek istisnasi eger aciklamasini sorusturma acildiktam sonra yapti ise Cumhurbaskani Gul olabilir, zira gorevi geregi Gul’un hakkinda bu suc ithami ile dava acilmasi mumkun degil diye biliyorum, ama yaniliyor olabilirim.
08 Nisan 2011 17:22
Sayın fmerakli,
Maalesef bu açıklamaların tamamı soruşturma başladıktan sonra yapılmış açıklamalardır.
Sizin uyarınız üzerine paylaşımımın vermek istediği ana fikirden bağımsız olmasına rağmen Cumhurbaşkanı’nın statüsü üzerine biraz araştırma yapayım dedim. Cumhurbaşkanı ile ilgili gördüğüm kadarıyla Anayasa’nın 105. maddesine atfen hakkında suçlama yapılıp yapılamayacağı üzerine değerlendirmeler yapılıyor.
”MADDE 105. Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur. Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz. Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.”
Burada yetkileri dahilinde imzaladığı karar ve emirlerden dolayı Cumhurbaşkanı’nın aleyhinde yargı mercilerine başvurulamayacağı belirtiliyor. Bir de ilave olarak ‘vatana ihanet’ suçundan ne şekilde yargılanabileceği ifade ediliyor. Burada ki ifadelerden bazı hukukçular Cumhurbaşkanı’nın sadece vatana ihanet suçundan yargılanabileceğini iddia ediyor, ancak bu konuda anayasada kesin bir ifade yer almıyor. Konudan bağımsız bir bilgi notu olarak paylaşmak istedim.
08 Nisan 2011 17:40
(..) Ben yogunlugum nedeni ile YGS surecini detayli takip edemedim.(…)
O zaman tamam ! Siyasiler davalarla ilgili olarak ilk defa YGS üzerine konuştular. Yıllardır sabah-akşam davalar ile ilgili konuşanlar rüya idi anlaşılan.
Ya sabır…
08 Nisan 2011 19:41
Sayın fmeraklı;
şu konu ve başlıkların yargıya müdahale anlamı taşıyıp taşımadığı hakkındaki görüşlerinizi çok merak ediyorum;
…AK Parti’nin 2002 seçimlerinden iktidar olarak çıkmasından rahatsız olan bir grup üst rütbeli subayın hazırladığı ve ‘Balyoz Harekâtı’ adını verdiği darbe planı 12 Eylül’ü model almış. Planın her aşamasını anlatan elektronik, sesli ve yazılı askeri belgelerin bulunduğu belirtiliyor. Belgelerde amacın Türkiye çapında sıkıyönetim ilanı, ardından da Meclis’in kapatılması ve hükümetin devrilmesi olduğu ortaya çıkıyor(kesin doğru,yanılma payı yok)…ZAMAN 24.2.2010
…Taraf Gazetesi’nin dün yayımladığı Balyoz Planı’na göre, Türkiye genelinde sıkıyönetim ilan edilmesi ve darbeye zemin oluşturulmasını hedefleyen cuntacılar, bunun için çok sayıda insanın ölmesine yol açabilecek kanlı eylemler gerçekleştirecekti. Fatih ve Beyazıt camilerinin en kalabalık olduğu cuma namazı sırasında bombalanması, cübbeli ajanlara askerî hava müzesinin bastırılması, Türk jet uçağının düşürülerek pilotun şehit edilmesinin ardından Yunanistan’ın tahrik edilmesi gibi unsurların yer aldığı kaos planı, kamuoyunun tepkisini çekti(kesin doğru,yargılama bitmiş)… ZAMAN 21.01.2010
‘Balyoz darbe planı’ gerçek değil’…. Askeri Savcılıkça başlatılmış olan soruşturmanın halen devam ettiği vurgulanan açıklamada, “Ancak, bugüne kadar yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda adı geçen darbe planının ve bu plana dayanak teşkil eden çeşitli eylem planlarının gerçek olduğuna dair Askeri Savcılığımızca herhangi bir tespite varılamamıştır. Dolayısıyla söz konusu seminer faaliyetlerinin darbe planı teşkil ettiğini söylemek mümkün değildir” görüşüne yer verildi…(Etkileme amacı hiç yok) HÜRRİYET 26.02.2010
…Askeri Casusluk soruşturması kapsamında Gölcük Donanma Komutanlığı’na yapılan baskında ele geçirilen 10 çuval belge arasında Balyoz Darbe Planı davasında sanıkların tüm iddialarını çürütecek yeni belgeler ele geçirildiği ortaya çıktı. Gölcük’teki zuladan çıkan belgeler arasında ilk kez ‘Balyoz’ kodlu orjinal darbe belgeleri, Balyoz’un tüm süreçlerini ortaya koyan ‘el yazısı’ dahil tüm yazışmaları, Balyoz Darbe Planı’nında yer alan komutanların imzaları ve talimatları da yer aldı…(bu da kesin hüküm mesela) 20.01.2011 KANAL7HABER
Eğer sizce de bu ve benzeri yüzbinlerce haber-yorum(dava sürerken kesinleşmiş hüküm varmış gibi yayın yapan) yargıya müdahale anlamı taşıyorsa, bu avukatların suç duyurusunda bulunup bulunmadığını çok merak ediyorum.Peki siz düşünüyor musunuz?
Dürüstlük nasıl birşey sizce doğru bir çizgi tutturmak? Bu avukatların çizgileri ne kadar doğru?
Saygılar.
08 Nisan 2011 20:31
Demokrat,
Zaman gazetesinden verdiginiz ilk iki haber ve sonrasinda Hurriyet gazetesinden verdiginiz haberler teknik olarak yargiya mudahale olarak nitelendirilemez. Son derece basit bir nedenden dolayi. O haberlerin tamami mahkemenin iddianameyi kabul edip, davanin acilmasindan once yapilmis haberler. Hafizam beni yaniltmiyorsa mahkeme iddianameyi Temmuz 2010’da kabul etti, bu tarihin oncesinde yapilan habelerde etki edilecek bir dava yoktu. Zaman gazetesinden verdiginiz 21 Ocak 2010 tarihli haber, Baransu Balyoz belgelerini savciliga teslim etmeden, daha sorusturma bile baslamadan yapilmis bir haber, yani ortada etki edilebilecek ne sorusturma ne de yargilama var o tarihte.
Son verdiginiz haber ise tarih itibari ile yargilamayi etkileme amacli degerlendirilebilir, ama bence ozunde o haber de maksat yargiyi degil kamuoyunu etkilemek. Cunku haberde soylenilenlerin gerceklik payi yok, mahkemenin onunde olmayan bir seyi varmis gibi yazarak mahkeyei degil, halki aldatmaya calisirsiniz.
Ama sunu da soyleyeyim, bu acilan dava olayina bir durustluk meselesi olarak bakmiyorum ben; bir durus meselesi olarak bakiyorum.
Askeri vesayetten yaka silkmis kimi avukatlar (ya da vatandaslar) Genelkurmay baskani yargiya mudahale ettiginde sucduyurusunda bulunurlar, cemaatten yaka silkmis avukatlar (ya da vatandaslar) cemaatin gazetesindeki haber icin sucduyurusunda bulunurlar, ya da sadece bu da degil, bir hukuk dernegi Insan Haklari Odulu’nu Osman Can’a verir, bir digeri gider IStanbul BAro Baskani’na verir, baskani odul alan baroyla, ayagi converse’li cocuklar dalgaci baro diye dalga gecer, sivil toplum cesitliligi ile, farkli renkleri ve sesleri ile boyle bir sey. Benim acimdan genelkurmay’a suc duyurusunda bulunan avukatlarin, zaman gazetesindeki haberler icin suc duyurusunda bulunmamasi son derece normal, ben on yili askindir yurtdisinda yasiyorum, Turkiye’ye gore cok daha kurumsallasmis bir sivil toplum agi icinde sosyal politik surecler yasaniyor, bir cok tartismalar yasaniyor, kamplasmalar olusuyor, ama sizin ima ettiginiz anlamda dogru tek bir cizgi tutturulmuyor, cunku herkesin kendi dogrusu var ve insanlar, gruplar, sosyal/politik segmentler bu dogrunun cizgisini izliyorlar.. Yanlis anlasilmasin, hayat son derece kesin cizilmis cizgiler arasinda yasaniyor demiyorum, aksine bu cizgiler esnek, zaman zaman kirilgan. Turkiye’ye ve bu suc duyurusuna bu cerceden ve kisisel deneyim baglaminda baktigimda o avukatlarin cizgilerinin dogru oldugunu dusunuyorum. Ama kendi dogrumun tek dogru olmadigini bilecek ve kendime itiraf edecek kadar da durustum. Hic uzaga gitmeye gerek yok, emekli burokrat babam haberlerde bu avukatlari gordu ise soyle bir guzel agiz dolusu sovmustur onlara. O da onun dogrusu cunku!
08 Nisan 2011 21:27
Sayın Fmeraklı,
Dürüstlük konusunda sizi kastetmemiştim, sorumun karşılığı zaten devam eden cümlede vardı.Öyle anlaşıldıysa kusura bakmayın.
Evet haklısınız , ben örnekleri çok gelişigüzel seçtim aceleyle tarihlerini düşünmedim,o tarihte dava başlamadı doğrudur.Benim dikkat ettiğim şey davanın tarihi değil de yaklaşım tarzları ve kullandıkları üsluptu.Dikkat ederseniz hepsi yargılamış ve kararını vermiş bir üslupta yazılıyor.(ortaya çıktı,gerçekleştireceklerdi,imzalı evraklar bulundu)Benim asıl derdim buydu ,yaklaşım tarzı.Taraf olmaları.Dava başladıktan sonra da yazılan binlercesi var istense hemen bulunur.Ve bunu vicdanları sızlamadan hep yapıyorlar.Sanırım daha kurumsallaşmış dediğiniz ülkelerde bunları böyle pervasızca yapamazlar…
08 Nisan 2011 22:01
Demokrat, uc defa cevap vermeye calistim, ama her sefererinde yorum yayinlanmadi.Simdi Firefox’tan Chrome’a gectim; bakalim ise yarayacak mi…
—
Yok oyle anlamamistim, avukatlarin durustlugu baglaminda cevap vermeye calismistim aslinda, sorun yok yani….
Verdiginiz orneklere de teknik acidan rezerv koydum, dediginiz gibi dava acildiktan sonra yapilmis benzer haberler de kolayca bulunabilir. Icerik/uslup konusunda hemfikriz.
YIne dediginiz gibi daha kurumsallasmi ulkelerde bunlar yasanmaz. Ama sunu da soylemem lazim, boyle ulkelerde komutanlarin darbe planlamasini gectim, bu plan seminerine benzer bir toplanti yapsalar basin onlari oyle bir samar oglanina cevirir ki utanctan sokakta yuruyecek halleri kalmaz. Bizde askerin siyasetin gobeginde yer almasindan kaynaklaniyor tabii sorunlar. Ornegin tum ulkelerin Genelkurmay Baskanlari ile temsil edildigi NATO zirvesine, NATO protokolunde Genelkurmay Baskanlari Milli Savunma Bakanlarinin arkasinda yer aldigi icin Genelkurmay Baskanimiz Ilker Basbug katilmamis, alt rutbeli bir subayi yollamisti. “Ataturk’un izinde cagdas muasir medeniyetler seviyesine ulasmak” hedefini dillerinden dusurmeyen kimi komutanlarimizin, cagdas muasir medeniyetlerin aci gerceklerini hazmetmekteki sikintilarini cok guzel ortaya koyan bir ornek bu kanimca.
Neyse is beni cagiriyor, vakit buldukca ses kayitlarina kaldigim yerden devam eder, yorumlarimi yazarim… Tekrar hallesmek uzere simdilik hoscakalin…
08 Nisan 2011 16:18
İşin özeti,
Yaşasın, sahte deliller demişler…
Yaşasın, İllegal ortam dinlemeleri demişler …
Yaşasın, soruşturmanın gizli bilgilerinin servisi demişler…
Kahrolsun mağdurlar demişler…
İleri demokrasimiz kökleniyor…
08 Nisan 2011 20:18
Ali Sirmen, Cumhuriyet, 08.03.2011
———
Makul Gibi Görünen Seçme Saçmalar
Kimi laflar vardır ki, iyice irdelemezseniz, ilk bakışta insana makul gibi görünebilir.
Ama üzerinde biraz düşününce bunun bir seçme saçmadan başka bir şey olmadığını kolaylıkla görürsünüz.
Genelkurmay’ın, Balyoz davasından yargılanan emekli ve muvazzaf subayların tutukluluk hallerine son verilmeleri ve tahliyelerini isteyen taleplerini reddeden Özel Yetkili İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını anlayamadıklarını ileri süren açıklamasına verilen “Yargının işine karışmayın! Bırakın da yargı özgürce kararını versin!” cevabı, ilk bakışta makul gibi görünen bir seçme saçmadan öte bir şey değil.
Genelkurmay’ın açıklamasının tepkiyle karşılanacağını, buna karşılık belirli cephenin kıyamet koparacağını, “Ne yani darbecileri yargılamayacakmıymışız ki?” diyeceklerini öngörmek güç değildi.
Artık alıştığımız bu mugalata karşısında dikkatli olmak zorundayız.
Bir noktayı özenle vurgulayalım:
KİMSE DARBECİLER YARGILANMASIN DEMİYOR. DARBECİLER YARGILANMALIDIR. AMA ONLAR DA HUKUKUN KURALLARI İÇİNDE YARGILANMALIDIR. SÖYLEMEK İSTEDİĞİMİZ SADECE BU.
***
Zaten Genelkurmay da açıklamasında, Balyoz davasını görmekte olan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu yargılamayı neden yaptığını anlamadığını değil, 11. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutukluluk hallerine itirazları reddeden kararını anlamadıklarını söylüyorlar.
Dikkat buyurunuz, kimse “Neden yargılama yapıyorsunuz?” demiyor.
Söylenen şu:
– Neden tutukluluk halini devam ettiriyorsunuz, tutuksuz yargılamıyorsunuz?
İkinci soruya, sanki sorulan birinci soruymuş gibi cevap verirseniz, ortaya bir seçme saçma çıkar.
İsterseniz birlikte bakalım:
Soru – Bu adamları neden tutuklu yargılıyorsunuz?
Yanıt – Ne yani darbeciler yargılanmayacak mı?
Birbirleriyle ilgisiz soru ve yanıtı açıkça alt alta getirdiğiniz zaman bile olayın ne kadar abes olduğu kendiliğinden çıkıyor ortaya değil mi?
Ayrıca tahliye taleplerini 2’ye karşı 1 oyla reddeden İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Şeref Akçay da diğer iki hâkimin gerekçelerine katılmadığını muhalefet şerhinde dile getirmiştir.
***
Yargıç Akçay, muhalefet şerhinde de darbe girişimlerinin yargılanmamasının demokrasilerde söz konusu edilemeyeceğini açıkça söyledikten sonra, darbe suçunun meydana gelmemiş olduğunu da ileri sürüyor ve tutukluluk halinin devamına bu yüzden taraftar olmadığını belirtiyor.
Şimdi bu noktada, çıkıp da “Efendim iyi ya işte, ne güzel hâkim kararını vermiş, bırakın yargı sürsün, eninde sonunda adalet tecelli eder” demenin de bir anlamı yok.
Çünkü artık bir önlem olmaktan çıkmış olan tutukluluk hali devam ettikçe adaletin tecelli edeceği görüşü de önemini yitirir.
Öyle haller olabilir ki, sanık sonunda beraat eder, ama tutuklu olarak yattığı süre, mahkûm olsaydı yatacağı sürenin kimi zaman aynısı olur ve “adaletin tecellisi!”nin hiçbir anlamı kalmaz.
Ve o zaman da sistemin ya da yargıcın hatasından nahak yere yatmış olan kişi bu tür seçme saçmaları ileri sürenlere karşı döner ve hırsla haykırır:
– Hiçbir anlam ifade etmeyen, hiçbir şeye yaramayan adaletini al da başına çal!
Bu uygulamayı anlayamayan Genelkurmay’a da 12 Eylül adaletini bir kez daha incelemelerini salık vermek, “Bir zamanlar siz de böyle yapmıştınız” demek de ilk bakışta makul gibi görünen bir seçme saçmadır. Çünkü demokrat olmak iddiasında olanlar kendilerini askeri diktaların uygulamalarını örnek göstererek savunamazlar.
08 Nisan 2011 23:18
Hukuk isliyor hikayesi bildiginiz geyiktir. Bizimle ve zekamizla dalga gecen bir safsatadir.
Genelkurmay’in bir “hukuk devletinde” yurumekte olan bir davayla ilgili tek bir soz bile soylememesi lazim. Lakin pek de bir “hukuk devletinde” olmadigimizi herhalde en iyi bu blog ozetliyor.
Savcilar lehe delilleri gizleyip bir de Yargitay’a uye seciliyorlar; Genelkurmay “ben tutuklu yargilanmayi anlayamiyorum” diyince “tu kaka” oluyor. Biraz tutarli olmak lazim degil mi?
Bugun vatan gazetesindeki kafes davasiyla ilgili haberi gormussunuzdur. Kadir Sagdic ve Feyyaz Ogutcu aleyhindeki tek delil olan el yazisi ikisine ait degilmis. Polisin bu konudaki raporu dava acildiktan bir gun sonra savciliga ulastiriliyor (yani once ulastirilsa adamlar hakkinda dava acilmayacak) ve kafes dosyasi yerine balyoz dosyasina konuyor. Ileriyi gectim normal bir ulkede bu olay yeri gogu oynatirdi. Tabi ki cit yok.
Ama genelkurmay aciklama yapinca yer gok oynuyor. Bu iste biraz riyakarlik yok mu? Siz ne dersiniz ey bu davalarin yorulmaz savunuculari?
09 Nisan 2011 01:24
Şöyle bir katkı yapmam gerekir:
Nimet Çubukçu dedi ki savcılar istedikleri araştırmayı yapabilirler ancak boşuna ben eminim hiçbirşey çıkmayacağından. Bu soruşturma boşunadır.
Aynısını TSK’da yapabilir.
TSK açıklama yapınca bazı liberaller :=) diyorlar ki SEN DEVLETİN MEMURUSUN OTUR YERİNE KONUŞMA.
Hıncal Uluç bence haklı olarak ERZURUM OYUNLARINI eleştirince (ben ciddi ciddi bir kaç gün izlemeye çalıştım ancak hiçbir doğru düzgün yayın ve anlatım yok; ne demek istediğimi aynı günlerde EUROSPORTu izleseydiniz anlardınız) TRT bir açıklama yapmıştı evlere şenlik:
09 Nisan 2011 01:25
09 Nisan 2011 01:26
TRT’den Uluç’a Sert Yanıt
TRT yönetimi, bugünkü yazısında kurumu eleştiren Hıncal Uluç’a sert bir cevap verdi.
Yayına Giriş: 01.02.2011 14:04:18
Güncelleme: 01.02.2011 14:16:09
“TRT’nin yayınlarını izlemeden; cevaplarını anlayamadan; “ucuz polemikler” oluşturup, soru soranlar için; TRT’nin her daim verecek bir cevabı vardır.
01.02.2011’de Sabah Gazetesi’nde yazan Hıncal Uluç isimli köşe yazarı, TRT’nin Erzurum Üniversite Kış Oyunları’na gelmediğini ve bu oyunları sadece bir kanaldan yayınladığını belirterek yanlış ve yanlı yorumlarıyla, okuyucusunu yanıltmıştır. Aynı yazar, TRT kurumunun kendisine 29.01.2010 tarihinde verdiği cevaba değinmek yerine, yeni sorular sormayı tercih etmiştir.
İşte cevaplarımız;
1-“Erzurum Oyunları”, diye bir kavram yoktur, spor yazarının yanlış tabirler kullanmasını, okuyucusuna havale ediyoruz. “2011 Dünya Üniversiteler Arası Kış Oyunları” diye bir kavram vardır. Bu oyunların açılışının bir kenara atıldığını iddia etmek için, ya hiç televizyon izlememek ya da “okumuş cahil” olmak gerekiyor.
Zihni, tek kanallı TRT dönemlerinde kalanların, çok kanallı bir medya grubunun yayın dağılımını anlaması mümkün değildir.
Bizim 14 farklı kanalımızın 14 farklı işlevi vardır. TRT 1 kanalımızda Ziraat Türkiye Kupası maçları vardır ve bunun dışında da bu kanalımız aile dizilerini yayınlamaktadır. Yaklaşık 4 saatlik kesintisiz bir canlı yayını, TRT 1’den yayınlamayı tercih etmedik. TRT 1 kanalımız, Erzurum’dan 15’er dakikalık canlı bağlantı yapmıştır.
2- 50 yıldır yazıp, okuyuculara ahkâm satan bir yazarın, okuduğunu anlaması gerekir. 29.01.2010’da yazdığımız açıklamada açılış törenlerinin başta TRT HABER, TRT HD, TRT TÜRK ve TRT AVAZ kanallarında yayınladığımızı belirtmiştik.
3-Açılışları kesintisiniz yayınladığımız kanal olan TRT HABER o gün reyting listelerinde ilk 25 içindeydi. Açılışın aynı anda onlarca televizyondan birden gösterildiği düşünülürse; Türk halkının yayıncılık rekabeti içinde TRT HABER’i tercih ettiğini açıkça görüyoruz. Bir haber kanalının; özellikle de 4 saatlik bir yayın için, reytinglerde ilk yüz içerisinde ilk 25’e girebilmesi bir başarıdır! Açılışların resmi yayıncısı TRT’dir. Kıskanç davranıp açılış törenlerini diğer kanallardan sakınsaydık, reytinglerimiz çok daha üst sıralara çıkardı. Reyting listelerinde, haber kanalları kategorisinde TRT HABER açık ara birinci gelmiştir. Anlayabilene…
4-“Esas kanal” olmayan bir kanal tanımıdır. Bizim her kanalımızın ayrı bir yayın teması, ayrı bütçesi ve ayrı bir hedef kitlesi vardır. Ziraat Türkiye Kupası maçı da; aynı yayın saati içerisinde açılışlar, diziler vb olmasına rağmen reyting listelerine ilk 28 program içinde girmiştir. Bu sıralama bu konjonktürdeki bir maç için kötü bir reyting değildir. Anlayabilene…
5-“Bugüne kadar yaptığınız yayınların Türk halkına maliyeti nedir? Reytingi nedir?” sorusuna cevap verebilmemiz için haftalarca yazı yazmamız gerekiyor.
50 yıllık bir gazetecinin sorduğu bu anlamsız soruyu, kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. İletişim fakültesi derslerinde “en kötü soru” olarak örnek gösterilecek bu sorunun, neyi kastettiği bile belli değil. TRT 43 yıldır TV yayını yapıyor, bu yayınlar mı, TRT’nin bugünkü yönetiminin gerçekleştirdiği yayınlar mı yoksa 2011 Dünya Üniversiteler Arası Kış Oyunları mı kastediliyor? 84 yıllık TRT yayıncılığının en hesaplı, en kaliteli yayınlarını yapıyoruz. Bunun ispatı açık: Rekor büyümeyi rutin bütçe kalemleriyle gerçekleştiriyoruz! Hemen her yıl TRT için elektrik faturalarından yapılan kesinti oranlarını küçültüyoruz.
Sizin TRT’ye 9 yıl boyunca yaptığınız düşük reytingli Tele Pazar programından çok daha düşük bütçeli ve Devlet Denetleme Kurulu’nun denetlemesine gerek duyurmayan yayınlar yapıyoruz.
Malum, Hıncal Uluç’un TRT’ye yaptığı programın; hem niceliği hem de bütçesi çok tartışılmış ve devreye, Cumhurbaşkanı tarafından Devlet Denetleme Kurulu sokulmuştu.
Hıncal Uluç isimli yazar; Üniversiteler Arası Kış oyunlarını, bir spor yazarı olarak Erzurum’dan izleseydi ya da televizyonundan TRT kanallarını bulabilseydi, TRT çalışanlarının fedakârlığını görürdü. 170 kişiye “tatil yapıyor”demek; 170 farklı tazminat davası konusudur.
Televizyon karşısından Türkiye’yi yönetmeye çalışanlar; televizyon izlemeyi de öğrenmelidirler.
09 Nisan 2011 06:15
Valla onu bunu bilmem ama genelkurmayin bu aciklamasina CHP bile karsi ciktiysa, bir kac marjinal kesim disinda destek veren olmadiysa blog yazarlarinin dustugu durumu artik siz tahmin edin. hele bu gelisme karsisinda “yetmez ama evet” diyerek devamini beklemek bir utanc belgesi olarak surekli burada duracak – tabi kaldirmazlarsa.
09 Nisan 2011 21:56
Cumhurbaşkanı,Başbakan,Bakan,Milletvekili,Gazeteciler yargı kararlarını eleştirdiğinde sesi çıkmayan çakma demokrasi aşıkları,Asker eleştirdiğinde 10 Kaplan gücünde saldırıyorlar.Vicdan fukarası zavallılar.
09 Nisan 2011 18:17
“Yetmez, ama evet!” TSK’nin mudahalesini ne zaman “yeterli” bulacaksiniz, sorabilir miyim? Fiilen idareye el koydugu zaman degil herhalde. (“Merd-i kipti sirkatin soyler secaatin arz ederken.”) Turkiye’de hukukun isleyisi herkesin malumu; surekli yiginla aksaklik var (bu aksakliklar normalde cetindogangilleri teget gecse de), bu durumun savunulur tarafi elbette yok. Ama bu aksakliklarin cogu “yapisal” degil mi sizce de? Balyoz davasinda, henuz ilk derece mahkemesinin tutumundan soz ediyoruz. Aksakliklari mahkemeye kabul ettirmek icin onunuzde firsat var, olmadi sirada yuksek mahkeme bulunuyor. Peki yillardir suruncemede birakilan, ya da bizatihi yuksek mahkemenin partizanca bir tutumla yonlendirdigi, Hrant Dink, Orhan Pamuk davalarina ne dersiniz? Ben de sizin gibi dusunseydim (sizin gibi gozum kararmis olarak gelismelere baksaydim), bu davalar icin, Cetin Dogan’in da gurur duyarak bir parcasi oldugu Kemalist seckinleri suclardim (sizin Balyoz davasina iliskin olarak hukumeti, cemaati, vs. sucladiginiz gibi). Ama oyle yapmiyorum, cunku Turkiye’deki hukuk egitimini ve hukuk kulturu yoksunlugunu iyi biliyorum. Do get a life!
09 Nisan 2011 22:12
Bahattin Cal
MERDİ KIPTİ ŞECAAT ARZ EDERKEN SİRKATİN SÖYLER,olacaktı.Yoksa bilerek mi yaptınız.Hukuk eğitimi ve hukuk kültürü yoksunluğu gibi.
10 Nisan 2011 02:34
Wayyy Husamcim senide harvard’a alalim 🙂
10 Nisan 2011 11:52
Tesekkurler. Esasen Harvard da “yetmez, ama evet.”
10 Nisan 2011 13:53
Dogru mu anliyorum Bahattin? Hukuk duzeninin kendisinde bir yanlislik var o halde bu davada da mi bir yanlislik var diyorsunuz?
Eger boyleyse yuzde yuz mutabikiz sizinle. O zaman ulkede yapilan tum haksizliklarin, adaletsizliklerin, insan haklari ihlallerinin ortadan kalkmasi icin birlikte hareket edelim. Universiteye girememis turbanli, kendi dilinde savunma yapamayan kurt, duzmece belgelerle tutuklanan asker icin de ayni mucadeleyi yapalim.
Ama eger sizin derdiniz bunlar kurdu bu duzeni o zaman (bu davada sucsuz olsalar bile) cile ceksinlerse o zaman yanlislik sadece duzende degil sizde de var demektir. Lutfen bunu bir dusunun.
10 Nisan 2011 15:21
Oncelikle benim “bunlar” diye bir derdim yok (“bunlar kurdu bu duzeni”). Mesajimda Kemalist seckinlere gondermem yapmam bir olguyu tesbit etmek icindir (Kemalist seckinler geleneksel olarak yuksek yargiyi kontrol etmislerdir, hala da etmektedirler). Dahasi, mesajimi dikkatle okursaniz, Kemalist seckinleri suclamiyorum da. Birilerine “komplo” gibi gorunen uygulamalarin (Dink ve Pamuk davalari dahil) ne kadar yaygin ve yapisal oldugunu anlatmaya calisiyorum. Bu yapi, normatif cerceveden cok yerlesik hukuk aliskanliklariyla ilgili. Elbette bunu soyledigim icin ben de (ifade buyurdugunuz gibi) yanlis yapiyor olabilirim. Ancak hic olmazsa ne dedigimin anlasilmasini isterim. Ayrica benim icin Kemalistlerle dinciler arasinda bir fark yok (hatta herhalde yasam alani olarak Kemalist mahalleyi tercih ederim). Son olarak, her iki mesajimda da vurgu yaptigim gibi, beni asil uzen ve buraya yazmaya sevk eden, TSK’nin aciklamasinin Sayin Dogan ve Rodrik tarafindan, yeterli olmasa da dogru yonde bir adim olarak yorumlanmasi oldu. Bence bu skandal yorum, blog’un felsefesini ele veriyor. Bu felsefe, utanc duyulmasi gereken bir felsefe ve niye Dogan ve Rodrik gibi saygin akademisyenlerin bu maceraya atildigini iyi acikliyor. “Macera” degilmis meger, sadece biz onlari yanlis taniyormusuz.
10 Nisan 2011 15:39
Peki sizce PD ve DR’nin kafalarinin arkasindaki midir (binlercesi arasindan 3 kelimeden cikararak yaptiginiz yorumdur) burdaki asil sorun yoksa sucsuz insanlara komplo yapilarak hapse atilmalari midir?
Bu konuda bir yorumunuz var mi?
10 Nisan 2011 16:03
Hala “komplo” sozcugunu kullandiginiza gore, anlasamiyoruz demektir (olsun; anlasmamiz gerekmiyor) ama izin verin, ben “komplo” yerine acimasiz hukuk aliskanliklari diyeyim. Bu aliskanliklarla elbette mucadele edelim. Ama, Cetin Dogan’in ses kayitlarindaki heybetli, alayci, siradan insanlari kucumseyen hitabetini dusundugumde, sayin emekli generalden degil de Pinar Selek’ten baslayalim derim. Selamlar. (Tekrar yazamayacak olursam ozur dilerim, I wish there were more hours to a day.)
11 Nisan 2011 09:15
Dogru soze ne denir!
11 Nisan 2011 10:34
Guzel. Pinar Selek’ten baslayalim, Hrant Dink’le KCK’yla ve turbanla devam edelim cunku burada amac adaletsizlikle mucadele etmek. “Bana gore sana gore adalet” olmaz. Olmamasi lazim. Adalet oyle istedigimiz yere cekebilecegimiz bir sey degildir. Istediginiz kadar kabul etmeyin, ki aslinda kabul ediyorsunuz, su an askerlere yapilan tam olarak da budur.
Ayrica bu davada konu Cetin Dogan’in heybetli konusmalar yapmasi meselesi degildir. Orada tutuklular arasinda 2003’te tegmen rutbesinde olanlar oldugunu biliyor musunuz? 163 tane kanli-canli subayin tutuklu oldugunu size hatirlatirim. Cetin Dogan heybetli konusmalar yapmis diyerek onlara yapilan haksizligi gormezden gelmek bu adaletsizlik zincirine bir halka da sizin eklemeniz anlamina geliyor.
Sevsek de sevmesek de “herkes icin adalet” demek o kadar zor degil sanirim. Ne dersiniz? Fmerakli sen ne dersin (israrli bir savunucu olmana ragmen eminim senin kafana bile yatmiyor bu konu)?
11 Nisan 2011 15:02
ccgursel, haklisiniz; ama bu adalet talep alma sureci sizin soylediginiz ya da temenni ettiginiz gibi islemiyor.
Bu dava kapsaminda belki bir numaralari sanik oldugu icin, belki bu blogun sahipleri Dogan’in kizi ve damadi oldugu icin, belki Dogan Pasa’nin 28 Subat’taki rolu hafizalarda sicak oldugu icin ve belki daha baska nedenlerle Dogan Pasa’nin ismi one cikiyor.
Sevsek de secmesek de herkes icin adalet istemek o kadar zor olmamali; ama su da var ki Balyoz saniklari icin adalet isteyenlerin cok onemli bir kisminin yorumunuzda saydiginiz Dink, Selek, turban, KCK ve diger hassas konularda adalet talep etriklerine sahit olmadik, olmuyoruz. Daha once de yazdim, yine yaziyorum – bu tur selektif adalet taleplerinin arkasinda yatan gudunun adalet arayisi mi imtiyaz telebi mi oldugunu kestirmek cok zordur.
Bugun Pinar ve Rodrik cifti de dahil, Dogan Pasa’ya ya da Balyoz saniklarina adalet talep eden kamuoyunda taninmis 10 tane isim bulalim ki bunlar Dink, Selek, KCK, turban davalarinda da adalet taleplerini yuksek sesle dile getirmis olsunlar. O 10 ismi denklestirmek icin hayli calismak lazim, o sayi bulunabilir mi ondan bile emin degilim.
Yani sorun herkese icin adalet isteme meselesi degil. Sizi tenzih ederek soyluyorum; sorun, Balyoz/Ergenekon davalarinda adalet isteyenlerin cok buyuk kisminin, adalet taleplerini bu davalar ile sinirli tutmalari, ki bu da soyledigim gibi akla siz “gercekten adalet mi, yoksa yillardir sahip ve kullanmakta oldugunuz ama bugun ellerinizden kayip giden imtiyazlarinizi geri mi istiyorsunuz?” sorusunu akla getiriyor – en azindan benim icin!
11 Nisan 2011 22:11
Fmerakli,
Yanlislari tekrar tekrar yapmak olsa olsa aptallarin isidir. Siz peki Pinar Selek icin adalet isterken ayni adaleti Cetin Dogan (veya bazilari cok daha dusuk rutbelerdeki tutuklu 163 subay) icin isteyebiliyor musunuz? Bu sorunun cevabi icten bir evetse size helal olsun.
Ama donup dolasip PD’yle DR’nin samimiyetini tartismaya acmaya calismak bir hikayenin en onemsiz yerini anlatmak gibi geliyor bana. Adaletin kendisinin tecelli etmesi mi onemli yoksa adalet isteyenlerin gercek niyetleri mi (ki ben samimi olduklarina inaniyorum PD ve DR’nin)? Bu soruya “adalet isteyenlerin gercek niyeti” diye cevap veren aramizdaki en kotuniyetli insandir.
Adalet senin istedigin gibi islemiyor demissin. Bunun tek sebebi olsa olsa senle beniz. Adaleti istedigimiz noktaya sundurmeye calisan biziz. Lehe delilleri gizleyen, rapor saklayan savcilar gogsunu gere gere gezebiliyorsa bunun tek sebebi biziz. Askerin icinde turlu abuk subukluklar oluyor da sesimizi cikarip yargilamiyorsak sebebi yine biziz. Anli sanli savcilarimizin elleri olan 28 Subat’a, e-muhtiraya falan gitmezken her tarafindan sahtelik akan su davada 163 subay tutukluysa sebebi yine biziz. Bu adaletsiz dunyayi yaratan biziz. O zaman ona adalet getirmesi gereken de yine biziz. Senle ben. Ben adaleti turbanlilar icin istiycem sen de Cetin Dogan icin. Bunu bugun yapmazsak yarinin gecmisten hicbir farki olmayacak.
Adalet temel uzlasi noktamiz olmali. Lutfen ve bir kez daha “Herkes icin adalet!!”.
12 Nisan 2011 06:11
ccgursel,
“Siz peki Pinar Selek icin adalet isterken ayni adaleti Cetin Dogan (veya bazilari cok daha dusuk rutbelerdeki tutuklu 163 subay) icin isteyebiliyor musunuz?”
Cevabim evet isteyebiliyorum – ama benim Balyoz davasi baglamida adalet talebim, Dogan ve Rodrik’in ve muhtemelen sizin talebinizden daha farkli ogeleri de iceriyor. Balyoz saniklari icin adalet talep etmek, benim icin yekten davanin kapatilmasi anlamina gelmiyor. Benim Balyoz saniklari baglaminda adalet talebim hem adil yargilanma haklarina saygi duyulmasin, hem bu hakka zeval gelmedigi bir yargilama surecinde haklarinda adil bir kararin tecelli etmesini de iceriyor.
Yine demissiniz ki:
“Adaletin kendisinin tecelli etmesi mi onemli yoksa adalet isteyenlerin gercek niyetleri mi? Bu soruya “adalet isteyenlerin gercek niyeti” diye cevap veren aramizdaki en kotuniyetli insandir.”
Kotuniyetli damgasi yemeyi goze alarak bu ifadenize de rezerv koyacagim. Eger adalet talebi daha once dikkat cektigim gibi selektif yapiliyor ise adalet isteyenlerin gercek niyetinin adalet talebi mi, imtiyaz arayisi mi yoksa bir baska sey mi oldugu sorgulanmalidir, zira 12 Eylul’den gunumuze askeri vesayeti yillarca tahkim edenler icin adalet isteyenlerin, toplumun askeri vesayet sisteminden ve ona sinen ittihatci zihniyetten magdur olmus kesimleri icin adalet talebinde bulunmamis olmalari genim icin cok da iyi niyetli bir adalet arayisi degildir, zira sizin vurguladiginiz ve benim de katildigim “herkes icin adalet” yonunde bir arayisa isaret etmemektedir. Balyoz CD’lerini bir yana birakirsak tek basina ses kayitlarinin bile seminerin askeri vesayet anlayisinin bir urunu/uzantisi oldugunu ortaya koydugu noktasindan hareketle bazilarinin adalet taleplerinin “herkes icin” olmadigi icin iyi niyetli olmadigina inanmam eger beni aramizdaki “en kotu niyetli insan” yapacaksa sizin gozunuzde, varsin yapsin.
Sozun ozu, herkes icin adalet talebinizi onemsiyor ve katiliyorum; ama bu, herkes icin adalet istemedikleri belli olan selektif adalet arayicilarina tepki gostermeme, kimi radikal unsurlar haric neredeyse kimsenin onaylamadigi genelkurmay aciklamasini “yetmez ama evet” nidalari ile karsilayanlari elestirmeme engel teskil etmiyor; ileride de etmeyecek!
12 Nisan 2011 17:42
Sayın fmeraklı,selamlar
Aslında bu blogda ,daha doğrusu herhangi bir medya organında birisinin yazısını partial olarak alıp yanıt verenler hiç hoşuma gitmez ama tartışmaya bir yerinden de girmek lazım,en kolayı bu yöntem herhalde.
” Balyoz CD’lerini bir yana birakirsak tek basina ses kayitlarinin bile seminerin askeri vesayet anlayisinin bir urunu/uzantisi oldugunu ortaya koydugu noktasindan hareketle bazilarinin adalet taleplerinin “herkes icin” olmadigi icin iyi niyetli olmadigina inanmam eger beni aramizdaki “en kotu niyetli insan” yapacaksa sizin gozunuzde, varsin yapsin.”
Bu konuda size katılmamak mümkün değil.Ama şu da bir gerçek ki geçmişte ülkeye yaşatılan ve ciddi boyutlarda psikolojik travmalar ve toplumsal krizler yaratan vesayet ortamının oluşturduğu psikoloik/tepkisel refleksler insanların adil davranma güdüsünü etkileyebiliyor.Bence hukuksal boyutta her davayı(buraya toplumsal olay yada oluşumları da yazabilirsiniz) ayrı ayrı ele almak lazım,yoksa hata yaparız.
Haklısınız, tarz çok çirkin,üslup bile halka olan bakışaçısının ne kadar bayağı ve alışılmış olduğunu bir şekilde ele veriyor.Ama olayın birde delil/kanıt boyutu var,yeterli ve kesinliği ispatlanmış delil olmadan salt bunlar her dönemde böyleydi vesayetçi,ellerindekileri kaybetmemek için ayak diriyorlar demek ne kadar doğru?Sonuçta üzerinden çok yıl, çok olay geçmiş.Geçmişteki argümanları koruyarak/kullanarak bugüne haksızlık etmiş olmuyor muyuz?
Site ismi bile kişiye özel olduğu çağrışımı yapıyor tabii,bence de değişik bir isim koysalar daha iyi olurdu.Sanıyorum site sahipleri olayın dediğiniz gibi selektif görülmesinden rahatsız olup diğer davalardaki kendilerine göre yanlış olan durumları da ortaya koymaya çalışmışlar.
Zaman akıyor ve bu akıntıda her kesim alması gereken dersi alıyor bence,tek eksik boyut adalet kalıyor.Herkes için adalet.Mesela ben iki üç yıl boyunca ortalarda(yüksek rütbelilerin odalarında) dolaşıp darbe kışkırtıcılığı yapan gazeteci ile,seminere sırf emir verildiği için katılmış(görevini yapmış) askerin bir tutulmasını anlayamıyorum mesela…
saygılar.
12 Nisan 2011 18:48
Demokrat merhabalar,
Oncelikle yorumunuzun baslangic kisminda yaptiginiz tespite tamamen katiliyorum: askeri vesayet sisteminin sistematik kurbani/hedefi olan cevreler icinde intikam duygusu ile hareket edenler var; bugun de var, yarin da olacak. Bir sure once uzerinde tartisilan hususlardan biri idi bu, o gun soyledigimi bugun de tekrarlayayim. Bu intikam gudusu ile hareket edenleri onaylamak mumkun degil, Ozkok’un Dink’in katilleri icin yapilmasini salik verdigi gibi onlarla empati yapmak hic gerekli dahi degil, ama bu intikam gudusunu anlamak mumkun. Ancak intikam gudusunun bir kural olarak adil davranma gudusunu etkiledigi de tartismaya acik. Ornegin, sizin hakli olarak dikkat cektiginiz gibi her davayi ayri ayri ele alirsak, su anda 2011/1 dosya numarasi ile sorusturmaya konu olan 12 Eylul darbe davasi baglaminda Turkiye’nin dort bir tarafinda yapilan 3000’in uzerinde suc duyurusunda intikam gudusunun izleri rahatlikla bulunabilir, ancak bu dava baglaminda intikam gudusu adaletsizlige goz yummaktan cok adaleti arama arayisi ile iliskilendirilmelidir, haksiz miyim?
Anladigim kadari ile selektif adalet arayisinin kimileri icin ozunde gecmisteki imtiyazlarina tekrar sahip olmak arayisi olduguna iliskin argumanim sizi pek ikna etmemis, bunun ana nedeni olarak da gecmisteki argumanlari bugune tasimanin sikintilarina dikkat cekmissiniz. Uzerinde daha ayrintili kafa yormayi hakeden onemli bir nokta bu. Gerci sunu da soylemeliyim ki ben buyuk resme baktigimda gecmis ile bugun arasindaki mesafenin aslinda o kadar da buyuk olmadigini da dusunuyorum. Ornegin yeni secilen yuksek yargi mensuplarinin goreve baslama torenlerine halihazirda bu kurumlarda gorev yapan yargi mensuplari katilmadilar. Benim acimdan bu, oligarsik vesayet sisteminin hukuk mekanizmasini olusturanlarin sahip olduklari imtiyazlari kaybetmekte olduklarini dusundurecek bir gelismeye acik tepki vermeleri anlamina geliyor, benzer bir sekilde referandum oncesi yuksek yargi mensuplarinin neredeyse siyasi partilerden daha aktif bir “hayir” kampanyasi duzenlemis olmalarini da ben bu sekilde okuyorum. Hatta “Balyoz sorusturmasi ve TSK’nin tutumu” baslikli bu blog yazisina konu olan Genelkurmay’in aciklamasi bile bir acidan ordu ile yargi arasindaki alisilagelmis iliski duzeninin artik yurumuyor oldugunun bir emaresi olarak da onem kazaniyor. Bu cercevede de, ordunun acik bir sekilde yargiya mudahale etmeye calistigi yonunde bir alginin ortaya cikmasina neden olan bir aciklamayi birakiniz sadece desteklemeyi, “yetmez ama evet” slogani ile karsilayanlara karsi tavir almak, demokrasiye sozde degil ozde inananlar icin bir secenek degil, sorumluluk hatta bir gorevdir diye dusunuyorum.
12 Nisan 2011 23:54
Merhaba,
12 Eylül konusunda size tamamen katılıyorum, empati kurmaya çalıştığımda da insanları anlıyorum.O dönemi yaşayan özellikle de sol tandanslı olmaktan başka hiçbir suçu olmayan,akademisyenler,öğretmenler,öğrenciler,müzisyenler(uzunca bir liste yapılabilir) ve tarafsız görünmek adına sağ cenahtan seçilen kurbanlar bugün ne söyleseler,ne yapsalar haklıdır demek gerek.Zaten okuduğum kadarıyla beklenen dosyanın gelmesini müteakiben bir çalışma yapılacakmış.Aslında buradan öyle demokratik beklentileri tatmin edecek bir sonuç çıkacağını sanmamakla birlikte,en azından tartışmaya açılmasının bile insanların durdukları yerleri deşifre etmesi açısından yararlı olacağına inanıyorum.Birde işin manevi boyutu olacak kuşkusuz.
Son yasal değişimlerle bence de en azından HSYK ‘nın yapısı daha demokratik bir yapıya kavuşmuştur.Bunu; öteden beri bu yapı değişsin diye söylenipte teklif ortaya getirildiğinde ‘ama bunlar değiştirmesin’ yan yoluna sapanların davranışlarından çıkarmak mümkün.Asla siyasete bulaşmaması gereken YARSAV gibi kurumların gözümüzün içine baka baka siyaset yapmasından da anlıyoruz.Yalnız bu vesayet ya da ele geçirme veya meydanı bırakmama kavgasının karşı tarafı var bir de öyle değil mi?Oligarşik yapının devam ettirilmesine karşı çıkanların da ‘taraf’ olup olmadıklarını,tamamen demokratik kaygılarla hareket edip etmediklerini zaman gösterecek.
Burada mevzubahis olanı değilde diğerini kastederek diyorum ki ‘yetmez ama evet’ diyen aydınların büyük bir çoğunluğu deyim yerindeyse kandırıldıklarını ifşa eden yorumlara çoktan başladılar bile.12 Eylül çalışmalarının bu düşünceyi pek fazla değiştireceğini sanmıyorum.Özellikle alevi açılımı oyalamacasının insanları huzursuz ettiği bir gerçek.Bence çok kolay atılması gereken adımlar ipe un sermek tadında,birtakım seçim öngörüleri,taban kaygısı vs nedenlerle bir türlü hayata geçirilmiyor.Bu da mevcut iktidarın güvenilirliği konusunda ciddi kaygılar yaratıyor.Yani diyoruz ya ‘özde demokrasiye inananlar’ diye.Keza dokunulmazlığın kaldırılması konusunda defaten söz verilipte hiçbir hukuki gerekçe sunmadan tamamen ilkel nedenler ileri sürülmesi gibi.Bu da bir çeşit imtiyaz kaybı korkusu olsa gerek.(Ben bu konuda hiçbir partinin dürüst olduğuna inanmıyorum ya)
Oligarşik gelenekler konusunda hemfikiriz yani ah birde karşı çıkanların samimiyetinden(sizi yada aydınları kastetmiyorum,fiilen içinde bulunanları kastediyorum) emin olabilsek…
Saygılar..
13 Nisan 2011 00:37
HSYK’nin görevi “demokrat” olmak değildir. HSYK’nın görevi adil ve tarafsız olmaktır. Daha önce tarafsızdı demiyorum. Yapılan değişikliklerle “demokrat” olması onu siyasi müdahaleye daha açık hale getirdi diyorum. Demokrasi aynı zamanda siyasete bulaşmak demektir, bu da yargının yapısını bozmak demektir.
Bunun örneklerini de zaten hemen gördük. Anayasa değişikliği kabul edilir edilmez sadece yüksek yargı maddeleri acilen işletildi, atamalar jet hızıyla yapıldı, ve anında HSYK şüpheli kararlara imza atmaya başladı. Anayasada yapılan diğer değişikliklerde, ki kimileri bunları ilacın etrafındaki şeker olarak nitelendirmişti, herhangi bir gelişme var mı? Bence yok. Seçim öncesi 12 Eylül beklentilerinin yükseltilmesi dışında. Ha, bir de pozitif ayrımcılık var. Onu da, sağolsun, ÖSYM 17 okulda sadece kızları sınava sokarak sağladı.
Saygılarımla …
13 Nisan 2011 12:57
Sayın Can,
”en azından HSYK ‘nın yapısı daha demokratik bir yapıya kavuşmuştur.” her ne kadar anlatım bozukluğu içerse de(yapısı,yapıya kavuşmuştur) benim kastettiğim sizin alıntıladığınız ”HSYK’nin görevi “demokrat” olmak değildir. HSYK’nın görevi adil ve tarafsız olmaktır.” anlamına gelmiyor.Daha demokratik bir seçimle işbaşına geliyorlar dedim,diğer kısmı sizin yorumunuz.
Kaldı ki öyle bile demiş olsam bunda bir yanlışlık göremiyorum.HSYK bir mahkeme değil,bir kamusal kurum,yani yargılama yapmıyor,kanunla verilmiş idari ve yönetsel görevlerini icra ediyor.Yani bir devlet kurumunun yapısal olarak daha ”demokrat” olmasında ne gibi bir sakınca olabilir ki?
Bunu böyle açıkca itiraf etmek bu ülkede yargı oligarşisi var diyenleri haklı çıkarmaktan başka ne işe yarar?Kim seçsin o zaman?
Anayasa’da yapılan diğer değişimlerin etkilerini bir kalemde yok saymak bence öyle pek mümkün değil,yanlış anlaşılma olmasın -tümüne katıldığımı söyleyemem,savunma amacıyla da yazmıyorum – ama sizin söylediklerinizi de ifade edebilmek için medyayı ,haberleri,adliyeyi ne bileyim diğer maddelerle ilgili konuları sıkı bir şekilde takip etmiş olmak gerekir ki,ben bu kadar ciddi bir takibat yapamadım.Zamanla göreceğiz diyorum,bu kirli medya ortamında tarafsızlığına güvenebilecek bir kaç haberci ya da kalem bulabilirsek.
HSYK atamaları konusunda görüş bildirmeye yetkili olarak bu kurumun içindekileri ve etkilediği adli çevreyi görüyorum ben.Onların da tabii görüş bildirecek yasal zeminleri yok,sonuçta bu konuda yorum yapan kalemlere de pek güvenmiyorum çünkü herkes kendine yontuyor.Alıntılardan ziyade yetke sahibi ,içerden insanlar bizi de bilgilendirirse öğreniriz doğrusunu.
saygılar.
12 Nisan 2011 20:45
Fmerakli,
Kim dedi ki bunlar yargilanmasin diye? Yargilansin, ama adil yargilansin. Hukuk isliyor diye dalga gecilmeden, sudan seylerle tutuklanmadan, lehe deliller gizlenmeden, raporlar saklanmadan, her gun 100 km yol goturup eziyet etmeden, medya tarafindan paspasa cevrilmeden, tutuklama diye pesin ve ne kadar surecegi belli olmayan cezalar verilmeden yargilansinlar tabi ki. Suclularsa da cezalarini ceksinler.
Ama eminim sen de bu blogu izleyen yuzlercesi gibi bu davada bircok seyin mide bulandirdigini kabul ediyorsun. Istedigin kadar laflarini yumusatmaya calis, istedigin kadar savcilar 11 nolu CD’yi aciklamali mutlaka felan de, bu dava resmen mide bulandiran siyasi bir dava.
Blog yazarlarinin samimiyeti tartismaya acilamaz mi tabi ki acilir. Ama su mide bulandiran dava karsisinda, acik adaletsizlik karsisinda bu cok tali konudan bahsetmek bana resmen zul geliyor.
Adaletsizlige karsi cikmayip “ama bunlar da samimi degil canim” demek olsa olsa topu taca atmak olur, o da ancak beynini kiraya vermis atgozluklu bir yandasa yakisir. Senin oyle olmadigini umuyorum.
12 Nisan 2011 17:30
”Ben adaleti turbanlilar icin istiycem sen de Cetin Dogan icin.” Turban olayi turkiyede 1990larin ortasinda da basladi. 15 yil once bu ‘karsilikli adalet’ anlayisin neydeydi?
12 Nisan 2011 18:38
Elmalarla armutları, viskiyle cappuccinoyu karıştırıyorsun ihtimal.
Hangi türbanlı sahte delillerle yargılanmış? Göster, onu da sonuna kadar savunayım.
Kanunlar türbana veya anadilde eğitime veya ifade özgürlüğüne uygun değilse değiştirilir. Dokuz yıldır bu kanunları yapmakla görevli AKP hükümeti ne yaptı? Türbanlı milletvekili olmak isteyenlere “provakatör” dedi. Muhalifleri içeri attı. Konuşma değil dinleme özgürlüğü getirdi. Amaç mağduriyet yaratmak olunca problemleri çözmelerini beklemek komik olurdu zaten.
12 Nisan 2011 21:12
Git bunlari Tayyip Amcaya soyle de, sana cevabini versin 😉
12 Nisan 2011 20:33
Yine yaranamadik. Yandaslik boyle bir sey olsa gerek.
Bu arada 15 yil once 14 yasindaydim.