“Her şey doğru, ama kitap yanlış…”

Orhan Bursalı bugünkü yazısında bazı yazarların son gelişmelere verdiği tepkiyi çok güzel özetlemis:

“Gazeteciler içeride olabilir. Yazarlar yıllarca içeride tutulabilirler. Erkenekon savcısı, polisi, mahkemesi tutuklamışsa, vardır bir bildikleri! Olmadığı için açıklanamayan deliller suça kanıt gösterilebilir. Odatv zaten muhalefet yeteneğiyle, mahkemelerdeki delilleri mıncıklamasıyla, Ergekenon davasını sulandırmakla bazı iktidar/cemaat ve yandaşlarına karşı sert polemikleriyle, çoktaaan içeriye tıkılmayı hakketmişti! Eh, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Odatv ve Ergenekon bağlantısı ve suç örgütü üyeliği biraz mide bulandırsa da, hukuk sonuçta haklıyı haksızı ortaya çıkartacaktır, biraz yargılamayı lütfen hızlandırsınlar artık.. Ahmet ve Nedim, hepsinden farklı, Ergenekoncu olamazlar, sapına kadar gazeteci, kalıbımızı basarız (ben de ob!)… Ama gerisi hepsi Ergenekoncu!

Tamam hepsini anlayabiliriz, de şu kitabın imhasını anlayamıyoruz!”

Bursalı çok güzel ifade ediyor:

“Bazı yeminli inançlı yandaşlar, her şey doğru, ama kitap yanlış, veya herşey doğru ama Şık ve Şener yanlış, herşey doğru ama… biçiminde bir dizi ama’yı kendilerine şemsiye yapıyor.”

Bursalı’nın yazısının tümüne buradan ulaşabilirsiniz.

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

38 Yorum ““Her şey doğru, ama kitap yanlış…””

  1. ccgursel Says:

    Bu konuda, ozellikle gazetecilerde bir riyakarlik var. Askerler dijital delillerle tutuklaninca “Ergenekon Balyoz sureci” oluyor, gazeteciler dijital delillerle tutuklaninca “soktayiz” oluyor.

    Gazetecilerin bu sekilde riyakar bir tavir sergilemelerine uyuz oluyorum.

    Yazarin yazisini cok begendim bu arada. Baslik da super olmus.

    Cevapla

  2. fenerant Says:

    Anlama yeteneğin yoksa sana ne diyeyim.

    Cevapla

    • ccgursel Says:

      Fenerant asil sen benim ne dedigimi anlamadin galiba. Medyayi elestiriyorum, ayni sozde dijital delillerle gazeteciler tutuklaninca kiyasiya elestirenler, askerler tutuklaninca “uc maymun” oluyorlar. Bahsettigim riyakarlik bu.

      Bana bir ozur borclusun sanirim.

      Cevapla

      • fenerant Says:

        O yorumu size hitaben yazmadım.
        Yazınıza alıntı da yapmamıştım.
        Orhan Bursalı adlı kişiye yazdım.
        Yanlış anlaşılma var ise özür dilerim.
        Saygısızlık 52 yaşına kadar bizim aklımıza ve ruhumuza hiç girmedi, bundan sonra da gir(e)mez.

        Cevapla

        • Can Acar Says:

          fenerant,

          Orhan Bursalı “… Tamam hepsini anlayabiliriz, de şu kitabın imhasını anlayamıyoruz!” cümlesini malum yazarların ağazından yazmış. Sanırım siz de cevabınızı o yazarlara verdiniz.

          Yazının son kısmındaki “senaryo” ise baştan beri burada dile getirilen kaygıları yeterince yansıtıyor bence.

          Saygılarımla …

          Cevapla

  3. Taylan Says:

    Ne Libya ne de Japonya’daki felaket… Türkiye’nin en önemli gündemi, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Ergenekon’a üyelikten tutuklanmasıdır. Yurtiçi ve yurtdışından herkes bu konu üzerindeki gelişmeleri merak ediyor. Özellikle Avrupa Birliği tutuklamalar sonrası hükümete yönelik sert eleştirilerde bulunuyor. İktidar ve onun destekçileri (yandaş medya) bu tutuklamalara olan tepkilerden dolayı oldukça rahatsızlık duyuyorlar.

    Hükümet kanadından ‘Bakan’ düzeyinde de tepkiler gelmeye başlayınca, yandaş medya kendisine bahşedilen görevi yapmaya başlıyor. Yani, hükümetin kamuoyu gözünde ‘ak’lanması görevi…

    Bir yazı işleri editörü gibi olaya bakalım…

    Elinde baskı aşamasında bir kitap var. Kitabın ismi ‘İmamın Ordusu’. Her platformda sosyalist olduğunu belirtiyor. Derin devlete, darbelere, baskılara, faşizme ve emek sömürüsüne karşı duruşuyla tanınıyor. Ahmet Şık.

    Yolsuzluk soruşturması denilince akla ilk gelen gazetecilerden birisi… Hrant Dink’in öldürülmesinde devletin ihmalini belgelemiş bir yazar. Hukuksuzluklara karşı duruşuyla biliniyor. Nedim Şener.

    Ergenekon’a üye olmaktan tutuklandılar!

    Savcılıkta sorulan soruların tamamı ‘Neden bu tarz gazetecilik yapıyorsun?’ mantığı temelinde yer alıyor. Net bir delil yok!

    Üstüne üstlük, İmamın Ordusu kitabının tüm kopyaları kimdeyse mahkeme kararıyla siliniyor. Silmeyenlere ‘Ergenekon’a üye olmak suçlamasıyla tutuklanacaksınız’ tehdidi yapılıyor.

    Bir gazeteci olarak bu tutuklamalardan kuşku duymaz mısınız? Duymanız gerekir. Bu çerçevede habere yer veririsiniz gazetenizde. Bağımsız hukukçulardan demeçler alırsınız. Hükümete ve muhalefete görüşlerini sorarsınız. Tutuklamalara karşı eleştirileri, eylemleri haber yaparsınız…

    Ancak yandaş basın, özellikle Zaman gazetesi böyle yapmıyor. Savcı ne dediyse, mahkeme ne karar aldıysa doğrudur yaklaşımında haberi değerlendiriyor. (Yargıya saygı diyenlere, aynı yargımızın yaptığı binlerce hatalı yargılamayı hatırlatırım-TB) Bu tutuklamaları meşru göstermek için elinden geleni yapıyor. Haberlerinde muğlak ifadeler kullanıyor. Hiçbir eleştiriyi sayfalarına taşımıyor.

    27 Mart Pazar günü ise Zaman ve Bugün gazeteleri ‘üstlendikleri misyon’larını zirveye çıkarıyorlar. Savunma makamında dahi olmayan savcılık-emniyet iddialarını manşetlerine gerçekmiş gibi çekiyorlar. Ahmet Şık’ın talimatla kitap yazdığını belirtiyorlar haberlerinde. Doğrudan suçluyorlar ve mahkum ediyorlar.

    Yani kısacası, ‘Ahmet Şık ve Nedim Şener boşuna tutuklanmadı, kitap kopyaları da boşuna silinmedi’ algısını yaratmaya yönelik yayın yapıyorlar.

    Bu yapılan habercilik, gazetecilik etiğine asla ve asla uygun değildir! İnsanları meşruiyeti tartışmalı delillere dayanarak suçlamak ve basılmamış kitabın yok edilmesini görmezden gelmek, bırakın gazeteciliğe akla ve vicdana sığmaz.

    Bakalım daha neler göreceğiz… Gazetecilik, daha hangi pis oyunlara alet edilecek.

    Cevapla

  4. ihtimal Says:

    http://bugun.com.tr/haber-detay/148570-nedim-sener-den-baransu-ya-mektup-haberi.aspx

    Nedim sener in bittiginin resmidir. Baransudan cok ince bir calisma, Nedim senerin yalanini ortaya cikariyor….

    *******************

    Sevgili Nedim…

    Mektubundan yola çıkarak küçük bir çalışma yaptım. Mektubunda Milliyet gazetesine haberi verdikten bir gün sonra Avcı’yla görüştüğünü söylüyorsun. Milliyet’teki haberin 20 Ağustos 2010 tarihinde çıkmış. Aynı gün Doğan grubunun diğer gazetelerinde de Avcı’nın kitabıyla ilgili haberler var. Yani 19 Ağustos’ta haberi yazıp, gazetenin yazı işlerine bırakmışsın.

    Mektuba göre bir gün sonra yani 20 Ağustos’ta, Avcı’yla Merter’de buluşup, kitabın word belgesini almışsın.

    Sevgili Nedim. Ortada büyük bir skandal var. Skandal bunun neresinde diye soracak olursan…

    20 Ağustos’ta word belgesini Avcı’dan aldığın görünüyor. Ancak senin Posta’daki “Korku ülkesi komplo ülkesi oldu” başlıklı kitapta olduğunu söyledin ancak kitapta olmayan yazının tarihi de 20 Ağustos 2010. Yani Avcı’dan, redakte edilmemiş word belgesini aldığın gün, çelişkili yazın Posta’da zaten yayımlanmış. Milliyet’teki haberin de aynı gün gazetede çıkmış. Gazetelerin bir gün önce hazırlandığı göz önüne alınırsa, köşeni 19 Ağustos’ta yazdığın görünüyor. Yani, word belgesini daha almadan, çelişkili bölümleri yazmışsın. Bu da kitabın redakte edilmemiş kopyasının sende çok önceden olduğunu ortaya koyuyor. Bu büyük bir skandal ve sanırım açıklanmaya muhtaç.
    *********************

    Cevapla

    • ihtimal Says:

      Bu arada gozden kacan baska bir nokta. Hangi yazar basilmis bir kitabinin baski oncesi halini bir gazeteciye verir ki? Ne bu samimiyet diye insanin icinden gecmiyor degil! Dani, sen hic yazdigin ve basilmis kitaplarinin word dosyalarini bir arastirmaciya veya gazeteciye verdin mi?

      Cevapla

      • Can Acar Says:

        küçük ihtimal,

        İsmet Berkan bu soruna çoktan cevap verdi. Bak bakalım bir kitap veya yazı hazırlanırken kimlere nasıl danışılıyormuş:
        http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=17380286

        Cevapla

        • ihtimal Says:

          Eee ne alaka var ismet berkan nin yazisi ile Hanifi avcinin Nedim senere verdigi word dosyasi arasinda. Ikisi ayni sey mi? Nedim sener avcinin kitabinin editorumuydu? Ilk defa basldiktran sonra okudum dedi! Baskalari okusun da olaylari nasil carpittigini diger yorumcular gorsun!

          http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=17380286

          Cevapla

          • Can Acar Says:

            Ismet Berkan Orhan Pamuğun editörü müydü küçük ihtimal? Yazıları nerenle okuyorsun?

            Sormuşsun “hangi yazar basilmis bir kitabinin baski oncesi halini bir gazeteciye verir ki?” diye. Ben de sana kitap yazmanın dinamik ve etkileşimli bir süreç olduğuna dair örnek verdim. Kitabın yazardaki son halinden basılana kadar bile değişebileceğini göstermek için.

            Aslında haklısın senin anlaman için daha doğrudan bir örnek vermek gerekirdi. Bak İsmet Berkan twitter’da kendinden örnek vermiş (sırasını düzelttim anlamakta zorlanma diye):

            Demin Ahmet Tezcan’a yazdım, ortada da söyleyeyim… Ahmet Şık’ın kitabının başına gelenler benim kitabın da başına gelseydi yanmıştım

            Kitabın değişik versiyonları ve taslakları arasında ciddi farklar var… Bir ara çok daha uzunken kısaldı… Doğal olarak bir sürü bilgi…

            …kitabın dışında kaldı bu kısaltmada. Tabii kısaltma dediysem aslında bazı bölümler yeniden yazıldı, kısaltma amacıyla

            Aramızdaki bazı düşünce polisleri bu versiyonlar arası farkları görseler, hemen ‘Kimden talimat aldı’ diye yazarlardı eminim…

            twitter.com/ismet_berkan

            Bir eserin değişik sürümleri arasında doğal olarak oluşabilecek farklılıklardan zorlama bağlantılar ve anlamlar çıkartana kadar şu Balyoz belgelerindeki çelişkilerini açıklamaya ne dersin?

            Cevapla

          • Can Acar Says:

            İsmet Berkan’ın twitter yazılarını senin için düzenlerken en eğlenceli kısmını uçurmuşum. Tamamını tekrar veriyorum:

            Demin Ahmet Tezcan’a yazdım, ortada da söyleyeyim… Ahmet Şık’ın kitabının başına gelenler benim kitabın da başına gelseydi yanmıştım

            Kitabın değişik versiyonları ve taslakları arasında ciddi farklar var… Bir ara çok daha uzunken kısaldı… Doğal olarak bir sürü bilgi …

            … kitabın dışında kaldı bu kısaltmada. Tabii kısaltma dediysem aslında bazı bölümler yeniden yazıldı, kısaltma amacıyla

            Aramızdaki bazı düşünce polisleri bu versiyonlar arası farkları görseler, hemen ‘Kimden talimat aldı’ diye yazarlardı eminim …

            Sonra kitap yayınevine gittikten sonra en az 20 sayfa uzadı. Sebebi, bir dokümanı benim dizmeye üşenmemdi, yayınevi o bölümü dizdi ekledi

            Savcı ve polis bu farkı görse yine şüphelenirdi allah bilir, birisinden talimat mı aldı, hangi örgüt yazdırdı diye

            Ayrıca kitabın değişik versiyonlarını pek çok kişiye gönderdim, okudular, kimileri telefonda söyledi görüşünü kimileri yazılı bildirdi

            en fenası eşim okudu, sağını solunu çizdi, bana uyarı dolu notlar yazdı…

            aynı dönemde telefonlarım da dinlenseydi, bana kitapta anlatılan dönemle ilgili anektod aktarmak, kitaba ek yapılsın diye bir şeyler…

            …söyleyenler, yani ‘talimat verenler’ de ortaya çıkardı… Onların anlattıklarından kullandıklarım oldu, kullanmadıklarım oldu

            Bir de bu versiyonlar Emre Uslu ile Mehmet Baransu’nun eline geçse tam yanmıştım!

            twitter.com/ismet_berkan

            Cevapla

  5. Olasılıksız Says:

    Baransu’nun yazısı hiç bir şeyi ispatlamıyor.

    Nedim Şener yazısında herhangi bir tarihten bahsetmemiş. Kitabın çıktığı gün Hanefi Avcıyla görüştüğünü ve ondan dosyayı aldığını söylüyor.

    Tüm haber ajansları 20 ağustos günü ve sonrasında haber yayınlamış. Bu durumda kitap 19 ağustos veya daha önce yayınlanmış (basılmış) olmalı.

    Bu araştırmayı yaparken ilginç bir şey de dikkatimi çekti. Hanefi Avcı’nın kitabı doğru veya yanlış.. içerik olarak çoğu medya organı tarafından BOMBA haber olarak verilmiş.. Baransu ise “Avcı’ya yakıştıramadım” gibisinden bir yazı yazmış. Hatta başına gelecekleri biliyor gibi “BİR EFSANENİN SONU” diye başlık atmış. http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1018442&title=bbir-efsanenin-sonu-mu-hanefi-avci-nicin-bu-kitabi-yazdib&haberSayfa=0

    Sonuç olarak, Nedim Şener Avcı’dan kitabın dijital kopyasını almış ve yazısını hazırlarken bundan parçalar kullanmış olabilir. Kitabın ilk baskı halini de bilmediğimiz için sonradan yeniden redakte edilip edilmediğini de bilmemiz mümkün değil.

    Uzun lafın kısası.. Baransu ortaya bir senaryo atmış… ya tutarsa. Bu azime de hayret etmemek mümkün değil. Kitabı ben yazmış olsam aradaki bu küçük ayrıntıları farketmezdim. Maaşallah.. ne gayret.

    Cevapla

    • Can Acar Says:

      Baransu da hükmünü baştan verip sonra ona göre delil arayanlardan. Balyoz belgelerindeki çok daha bariz ve başka açıklaması olmayan tutarsızlıkları göz ardı edip, Nedim Şener’in açığını yakalayacağım diye debelenmesi de bunun en güzel göstergesi.

      Cevapla

  6. bir diğer ihtimal Says:

    İnsanların neler için savunma yapmak zorunda kaldığını ve diğer insanların neleri açık olarak kullandığını gördükçe demokrasi ve özgürlük yolunda katettiğimiz dev adımlar karşısında bir kez daha hayranlıkla şapka çıkartıyorum.

    Varsayalım ki Baransu haklı olsun, peki muhteremin bulduğu muazzam açık neymiş? Hanefi Avcı’nın redakte edilmemiş kopyasının Nedim Şener’de söylediğinden önceki bir tarihten beri bulunması. Peki bir kişinin yazdığı bir kitap hakkında düşüncelerini ve düzeltmelerini yapması için bir başka kişiyle paylaşması ne zamandan beri suç olarak değerlendiriliyor? Bu kişinin haber değeri olduğunu düşündüğü -ki Hanefi Avcı’nın üst düzey bir emniyet yetkilisi olarak teşkilat içinde ki kendi kişisel deneyimlerini, somut kanıtlarla da destekleyerek yazdığı bir kitap olması itibariyle bence fazlasıyla haber değeri taşıyor- bir konuyu köşesine taşıması ne zamandan beri suç oluyor? Hanefi Avcı’nın hem Devrimci Karargah üyesi hem de Ergenekon üyesi olduğu nasıl mucizevi bir şekilde kitabı yayınlandıktan sonra anlaşılabiliyor? Neden Nedim Şener hakkında hala bir iddianame oluşturulamamış durumda ve ilgili şahıs hala ne ile suçlandığını bilmeden tutuklu? Neden savcılıkta sorulan soruların büyük çoğunluğu Hanefi Avcı’nın kitabını kendisinin yazıp yazmadığı ya da katkılı olup olmadığı ile alakalı? Varsayalım ki kitaba katkıda bulunmuş olsun, bu hangi demokrasi de suç teşkil ediyor?

    Şöyle bir senaryo oluşturalım. TSK’dan bir general çıksın bir kitap yazsın. Kitabında varsayalım ki halkın iradesini temsil etmeyen bir örgütün ordu içinde ki yapılanmasından bahsetsin, ve bu örgütün orduyu kendi çıkarlarına hizmet etmesi için türlü faaliyetlerde kullandığını kendi tecrübelerinden yararlanaraktan ve somut belgelere dayanaraktan yazmış olsun. Bu arada kitabının redakte edilmemiş bir kopyasını da görüşleri için Baransu’ya yollasın, Baransu bu kitabı köşesine taşısın ve haber yapsın.

    Şimdi size sormak istiyorum. Böyle bir durumda bahsedilen subay PKK ve cemaat ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklanır mı? Baransu kitaba katkı yaptığı şüphesiyle tutuklanır mı?

    Şimdi yukarıda ki örnekte TSK’yı emniyet, generali emniyet müdürü, örgütü cemaat, orduyu polis, Baransu’yu Şener, PKK’yı Devrimci Karargah Örgütü, ve cemaati Ergenekon olarak değiştirip tekrar okuyun. İşte ileri demokrasinin farkı burada, biz demokratlar yukarıda mizansen konusu yaptığım olay gerçekleşirse yine aynı duruşu gerçekleştirir, hem yargılanan generalin hem Baransu’nun yine en büyük savunucusu oluruz. İhtimal gibi ileri demokratlar ise Baransu ve generali demokrasi havarisi, milli kahraman ilan ederken, Avcı ve Şener’i darbeci terörist ilan edip elinde iple darağacının hemen yanında nöbet bekler.

    Cevapla

  7. bir diğer ihtimal Says:

    Konuyla alakalı olduğunu düşündüğüm için Ertuğrul Mavioğlu’nun Radikal’e Ahmet Şık’ın kitabının içeriğine dair verdiği bilgileri burada paylaşmak istiyorum:

    http://haber.gazetevatan.com/imamin-ordusunda-neler-var/367908/1/Manset

    Önemli olduğunu düşündüğüm bir alıntı yapmak istiyorum:

    ‘Kitapta nasıra basmış olması ihtimali bulunan bir ayrıntı, kritik görevlerdeki kimi isimlerin Hrant Dink cinayetindeki rollerinden ötürü doğrudan suçlamaların odağında olmaları. ‘İmamın Ordusu’nda konu edilenlerin bir bölümü, aynı zamanda Ergenekon soruşturmalarını yürüten isimler. Bugün Ahmet Şık’a yöneltilen ‘Ergenekon örgütüne yardım’ suçlamasının kaynağı da büyük olasılıkla burada gizli. Ahmet Şık kitabında kime kimlerin, ne zaman ve nerede nasıl tuzaklar kurduğunu ve bundan nasıl lehine sonuçlar çıkardığını anlatmış ayrıntılı olarak.’

    Yine konu ile alakalı cumhurbaşkanımızın açıklamasını da sizlerle paylaşmak istiyorum:

    http://haber.gazetevatan.com/en-buyuk-pr-calismasi-oldu/367976/1/Manset

    Burada esas dikkatinizi çekmek istediğim konuyu müsadenizle cumhurbaşkanımızın konuşmasından bir alıntı yapmak suretiyle sizlerle paylaşmak istiyorum:

    ‘Ama savcılar bazen önlerinde ne yazıyorsa onunla hareket etme gibi bir durumları vardır. Siyasi değerlendirme yapma durumları savcıların bazen
    olmuyor herhalde.’

    Savcıların herzaman siyasi değerlendirme yapma durumları olmuyor ifadesi, demokratik bir hukuk devleti adına tam bir utançtır. Yargının siyasallaştığının, bir partinin, siyasi ideolojinin emir eri olarak muhalefeti sindirme aracı olarak kullanıldığının birinci ağızdan itirafıdır. Sözün bittiği yerde duruyoruz.

    Cevapla

  8. Olasılıksız Says:

    Ahmet Şık’ın İmamın Ordusu kitabı ortada yoksa da, polisin hazırladığı 40 küsür sayfalık toplatmaya esas olan raporu okuyunca iyi kötü kitap hakkında bir fikriniz oluyor. Büyük kısmı kitaptan alıntı olduğu için bir anlamda kitabın özeti gibi.

    Herkesin sandığı gibi F. Gülen hakkında bir kitap değil! Kitapta geçen kısımlardan anladığım kadarıyla devlet içinde teşkilat haline gelen cemaat mensuplarına yönelik bir kitap… yani doğrudan polis teşkilatındaki bazı kişiler hedef alınmış. Bu haliyle polis raporuna göre kitabın “yakılmasının” istenmesi doğal bir sonuç oluyor.

    Aslında kitabı toplatarak bazı gerçeklerin alenileşmesine neden olan savcıya ve mahkemeye bunun için teşekkür etmek lazım. Sayın cumhurbaşkanının da dediği gibi kitaba PR çalışması yaptılar…

    Toplumun kafasındaki bir soru işareti iyice güçlendi… ateş olmayan yerden duman çıkmaz! Değil mi?

    Cevapla

    • medyatakibi Says:

      Merhabalar,

      Kitabı henüz satır satır okuyamadım. Ama gördüklerim arasında bence en kritik olduğunu düşündüğüm iki noktayı dile getirecek bir yazı yazmak istedim.

      Birincisi, Ahmet Şık tutuklanmasının ardından yazdığı 3. Mektupta kitabı yazma kararını Sabri Uzun’un yazdığı bir mektubun Fatih Altaylı tarafından yazılmasının ardından verdiğini anlatıyor. Özetle Sabri Uzun’a 2001 yılında yardımcısı R.G. (Bu arada Ahmet Şık R.G. yi rumuzlu vermiş. Ama mümtaz Türk Polisi asıl taslaktan 3-4 gün önce yayınladıkları Limited Version yani İNCELEME TUTANAĞINDA 243. – 244. sayfalara yönelik yorumlarda açık ismi verilen bu kişinin adını kamuoyuyla paylaşmış durumda. Acaba R.G. bu nedenle Emniyete dava açacak mıdır?), neyse R.G. o gün çok sonraları Ergenekon davasının açılmasına dayanak olacak olan Adil Serdar Saçan’ın Tuncay Güney’i sorgulama ifadesiyle gelir ve 25 üst düzey ismin (OrGen Çetin Doğan’da aralarında var) bu ifadeler üzerinden soruşturulmasını teklif eder. Sabri Uzun ise kabaca “Bu delileler yetersiz. Getirdiğin listenin hiçbirisi bu ifade de geçmiyor. İşin mi yok” der. Başından savar. 5 sene sonra aynı delillerle aynı kişi 2006 Ocak ayında gelir. Bu sefer Sabri Uzun “İstanbul İstihbarat eğer ısrarlıysa, yolu yordamına uygun araştırma yapalım” der. R.G. “Olmaz” der gider.

      Çok değil, iki ay sonra Sabri Uzun tarafından Şemdinli olaylarında Yaşar Büyükanıt’ı itham edici içerikte bir bilgi notu hazırlandığı iddiası gündeme gelir ve Genelkurmay’ın baskısıyla ve muhtemelen Fethullahçı olduğu suçlamalarıyla 23 Mart 2006′da göreveden alınır. Fatih Altaylı ya yazdığı mektupta ise söz konusu bilgi notunu kendisinin bir gazeteci sayesinde edinip olay basında yer aldıktan sonra gördüğünü dile getirir. Ardından yerine basında çok kereler cemaat ilişkisine dikkat çekilmiş olan Ramazan Akyürek getirilir. Kimsenin o dönemde dikkatini çekmeyen şey Sabri Uzun’un Genekurmay baskısıyla görevden alınmış olmasına Zaman gazetesinin sessiz kalmış olmasıydı. Zaman gazetesi kuru bir metinle olayı duyurur ve bir köşe yazarı dahi olaya tepki duyduğunu açıklayan bir yazı yazmaz…Yani özetle birileri Sabri Uzun’u yoldan çekmiştir. İki ay sonra danıştay baskını gerçekleşir…

      Kitaptaki bu süreçle alakalı ikinci ilginç not ise Ali Serdar Saçan’ın savunmasından bir alıntı;

      “…Savunmama başlarken 1980 yılında üç komiser yardımcısının Polis Kolejine atandığını ve bundan sonra okuldan Işık Evlerine gitmelerin başladığını belirtmiştim. Bunlardan birisinin halen İstihbarat Daire Başkanı R. A. olduğunu söylemiştim. R. A. Trabzon Emniyet Müdürü iken Rahip Santaro cinayeti oldu. Mc Donald’s bombalandı. Futbolcu Gökdeniz Karadeniz’in evi ve arabası kurşunlandı, bazı göstericiler linç edilmeye kalkışıldı ve sonunda Trabzon’dan kalkıp İstanbul’a gelen birileri Hrant Dink’i öldürdü. R. A. İstihbarat Başkanı olduktan sonra Danıştay Saldırısı gerçekleşti ve YÖK baskını oldu. O dönemki ikinci Komiser yardımcısı Malatya Emniyet Müdürü A. O. K.’dır. Orada da Zirve Katliamı oldu. Üçüncüsü Mustafa Sağlam’dır. O da Haziran 2009 kararnamesi ile Diyarbakır Emniyet Müdürü oldu. Orayı da dikkatle izlemek lazım. Yine Atatürk köşesi konusunda tartıştığımız devre arkadaşım H. Ç. 2007 yılında İstanbul Terörden Sorumlu Müdür Yardımcısı olarak Ergenekon operasyonunu hazırlayan kişidir. Bunları kesinlikle suç isnadı için söylemiyorum. Yalnızca hayatın ne kadar ilginç tesadüflere dolu olduğuna olan inancımı anlatmaya çalışıyorum. Bu arada, beni Ergenekon sanığı da yapan ve meslekten çıkarılmama neden olan Duyusan şirketinin deposunun basılmasında şikâyetçi olduğum dönemin Emniyet Müdür Yardımcısı Ş. D. da (şimdi Rize Emniyet Müdürü) Hrant Dink’in öldürüleceğine dair Trabzon Emniyet Müdürlüğünün resmi yazısını işleme koymayanlardan birisidir. Dink öldürüldüğünde Rize Emniyet Müdürüydü, ‘Acaba o gün İstanbul’da mıydı?’ diye sorası geliyor insanın…”

      Bilmiyorum bu iki ayrıntının alt alta yazılmasından bir sonuç çıkarmak ne derece doğru. Birileri, yeterli delil olmadığı için başlatılmayan soruşturmalara delil olacak olayların oluşmasına göz yummuş ya da daha da korkuncu bu olayları …. olabilir mi?

      Aslında kamuoyunda bu iddiaları basın mensupları ve sağda solda bir takım isimler seslendiriyorlardı. Şimdi ne değişti derseniz iki üst düzey emniyetçi açıktan bunları anlatıyor ve Ahmet Şık bunları inandırıcı bularak yayınlıyor.

      (referanslara ulaşmak isterseniz yazının orjinali http://medyatakibi.wordpress.com/2011/04/01/imamin-ordusundan-ilginc-ayrintilar/ )

      Cevapla

      • fenerant Says:

        Çok değerli tespitleriniz var.
        Bu konu ile doğrudan bağlantılı operasyon ve dava olduğu için Balyoz da, Ergenekon da birlikte değerlendirilmedir.Blogunuzu hepimizin okuması ve katkı vermesi gerekir.

        Cevapla

  9. trekking Says:

    Basılmamış kitabın, inceleme tutanağını hazırlayan polis her zaman olduğu gibi bu tutanağın medyaya ulaşmasına yine gözyummuş. Tabii hangi medya olduğu malum. Ve malum medya, durumdan vazife çıkararak, hem Nedim Şener’in, hem de Ahmet Şık’ın kitaplarını talimatla yazdığını, yapılanın gazetecilik olamayacağını dikte ettiriyorlar. Bugün de Adem Yavuz Arslan da bu koro ya katılanlardan pek tabiki. Güya, Ahmet Şık kendisi için bazı ifadeler de bulunmuş onun için yazıyı kaleme almış gibi görünüyor. Ama içeriğine bakılınca sipariş açıkca kendini belli ediyor. 3.5 yıldır yaşadığımız süreç için(tabi eveliyati var da yoğun olarak yaşadığımız için 3.5 yıl diyorum), ” O detaylara girmeden İmamın Ordusu kitabının içeriğiyle ilgili birkaç şey söylemek lazım. Güvenlik bürokrasisinin nabzını tutabilen bir isim olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: O kitapta bilmediğimiz hiçbir şey yoktur.

    Çünkü emniyet camiasında Fethullahçılık gibi her kapıyı açan bir maymuncuk var. Döneme göre işe yarar. Ekip çekişmelerini kamufle etmek için daha iyi bir bahane de bulamazsınız. Hocaefendi’den çok ‘Yeni Rakı’yı seven isimlerin bile bir gün Fethullahçı olduğunu görebilirsiniz.

    Kaldı ki Zübeyr Kındıra’dan Nurettin Veren’e Hikmet Çetinkaya’dan Hanefi Avcı’ya kadar bir sürü isim bu konuda kitap yazdı. Hepsinin iddiaları da delillendirilemedi.

    Yani Ahmet Şık cemaate dokunan bir kitap yazdığı için tutuklanmış olamaz. Ayrıca şunu da ifade etmek lazım ki bu ülkede üzerinden en fazla ekmek yenen kişilerden birisi de Fethullah Gülen’dir.

    Gülen’le ilgili ne yazsanız çok satar iyi reyting alır. O yüzden ‘Cemaate dokundu başı yandı’ geyiklerini geçmek lazım”.

    Evet cemaate dokunmak geyikmiş. Ergenekon konusunda her habere titizlenen, hep arkasını gözleyenler konu cemaat olunca nedense “bırakın bu geyikleri” diyorlar. Sevsinler sizin demokratlığınızı.

    Şimdi topyekün Nedim Şener ve Ahmet Şık a saldırıyorlar. Ahmet Şık’ın kitabı üzerinde komisyon çalışmış öyle diyorlar. Sanki Mehmet Baransu Mösyö yü kendi başına yazdı. sabah olsun hayır olsun bakalım.

    Cevapla

    • bir diğer ihtimal Says:

      Çok yeni bir haber:

      http://gundem.milliyet.com.tr/prof-zekeriya-beyaz-in-evinde-arama/gundem/gundemdetay/30.03.2011/1370921/default.htm

      Müsadenizle bir alıntı yapacağım:

      ‘Esenler’deki evinde aramalar süren Beyaz’ın kızı Gökçen Beyaz, “Sabah erken saatlerinde bir arama kararıyla birlikte geldi polis arkadaşlar.Kararda Ergenekon operasyonu kapsamında, Doğu Perinçek ve Hurşit Tolon’un misyonerlikle ilgili, kışkırtıcı söylemlerde bulundukları ve babamın da bunun içinde olduğuna dair arama kararı vardı. Evden misyonerlikle ilgili hiçbir belge alınmadı. Evden sadece Sad- i Nursi ve Nurculukla ilgili çıkacak olan bir kitap vardı. Polis arkadaşlar sadece onunla ilgili bilgileri incelediler ve belgeleri aldılar. ” dedi.’

      Bu gidişle Kuran-ı Kerim’de toplatılır yerine nasılsa Risale-i Nur var. Önce Gülen, şimdi Nurculuk ve Said Nursi, bakalım daha neler göreceğiz…

      Cevapla

  10. bir diğer ihtimal Says:

    Sayın Horatio,

    İşte davanın televizyonda yayınlanmasını bu sebepten dolayı istiyoruz. Abdurrahman Dilipak gibi, irtica ile mücadele kapsamında TSK’nın en yoğun uğraştığı, TSK’ya en çok kin besleyebilecek bir kişi bile davanın seyrini izleme imkanına sahip olunca şu açıklamayaı yapma ihtiyacı duyuyor:

    BAZI DOLAPLAR DÖNÜYOR: Bazı şeylere ulaşmak o kadar kolay değil. Bizim bilmediğimiz bazı dolaplar dönüyor sanıyorum. Bu plan 2003’te yapıldı ardından bir daha üzerinde değişiklikler yapıldı. 2008’e kadar hatta belki son güne kadar da düzenlemeler yapıldı. Medical Park Hastanesi daha açılmamış ama 2003 yılına ait belgelerde hastanenin ismi var.

    OLAMAZ BÖYLE BİR ŞEY: Tek ihtimalli bir kripto yok burada. Bu işi yapanlar sıradan insanlar değil. Teorik olarak CD üzerinde oynama yapılmış olabilir. Hatta mutlaka bu işten haberi olmayan ama planda ismi geçen kişiler var. Suçlu olmadığı halde, kurunun yanında yanan yaşlar da vardır. Bu nedenle kuru ile yaşın ayrılması gerekiyor. Ben bu nedenle kesinlikle o duruşma salonuna oturtulan herkesin aynı planın bir parçası olduğunu düşünmüyorum. Olamaz böyle bir şey.

    BÜYÜK BİR SKANDAL: Bir gazeteci olarak da hala Balyoz belgesinde isimleri geçen derneklere, hastanelere ulaşmaya çalışıyorum. Mahkemeden talebim şuydu. Eğer birileri dışarıda oluşturup bu CD’yi buraya koyduysa burada çok büyük bir skandal var. Bu durumda Balyoz sanıkları suç duyurusunda bulunmalı.

    Duruşma salonunda ortaya konan gerçekler ile basınımızın ısmarlama haberleri ne yazık ki ciddi bir tezat teşkil ediyor. Gerçekler karşısında uç müdahiller bile kuvvetli şüpheye düşerken, ısmarlama basın halkımızla dalga geçer gibi, onları aptal yerine koyarak, koyun muamelesi yaparak, tutarsız, soyut, bir dizi kopya haberler ile süreci taşımaya çalışıyor.

    Sn. Pınar Doğan ve Sn. Dani Rodrik umarım en kısa sürede duruşma tutanaklarına ulaşma imkanına kavuşur da – tabi kaybolmadılarsa – bizler de duruşmalarda yaşananları öğrenebiliriz.

    Cevapla

  11. trekking Says:

    Dava tutanakları dedinizde aklıma geldi. Sahi 3.5 yıldır bu tertipler başladığından beri insanları,kurumları karalamak, itibarsızlaştırmak, linç etmek için her fırsattan yararlanan, kanun, manun, özel hayat, masuniyet karinesi dinlemeyenler neden tutanakları yayınlamazlar acaba. Alın size nbir örnek.

    Ergenekon soruşturması, bildiğiniz üzere Ümraniye de bir evde çatı da bulunan el bombaları ile başlamıştı. Ama o günler de, henüz ergenekon adı konmadığından Ümraniye soruşturması adı altında yürütülüyordu. Buraya kadar bir şey yok.

    12 Haziran 2007 de bulunduğu söylenen bu bombalar ile ilgili yaklaşık 2 yıl sonra 7.32 dk. süren bir video kaydı düştü piyasaya. Ulusal kanal da döndüre döndüre yayınlıyorlar zaman zaman. Daha Ergenekon ortada yok iken polisler konuşmalarında “sözkonusu ergeneokon olunca s…… hakimini de savcısını da ” diye sinkaflı konuşuyorlar. Ki daha o tarihte ergenekon adı piyasa da yok. bunu dava sürecinde bombaların sanığı oktay yıldırım dile getiryor. mahkeme heyeitine izletiyor. şimdi o tutankalrdan alıntıladığım bölümü veri
    yorum. 21 Nisan 2010 tarihlki tutanak.

    “Mahkeme Başkanı:”Talep ve beyanlar ile ilgili görüşü sorulan iddia makamı”
    Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Sayın başkan sanık ve sanık müdafilerinin taleplerin bir kısmına ilişkin iddia makamının görüşünü bildiriyorum. Sanık Oktay Yıldırım daha önceki celselerde Mahkemeye izlettiği birtakım çizelgeler ve açıklamaları ile birlikte 27 adet el bombasının gerçekten var olup olmadığının şaibeli olduğunu ispat etmeye çalışmıştı. Bomba görüntüleri Mahkemeye ulaştıktan sonra ise bu kayıttaki seslerde polisin açıkça Ergenekon sözünü ettiğini, oysa soruşturmanın bu safhasında henüz Ergenekon örgütünün bilinmediğinin iddia edildiğini, bu durumun da olayın komplo olduğunun delillerinden birisi olduğunu söylemişti. Ancak duruşma salonunda bu görüntü kaydı orijinalinde olmayan altyazı eklenmiş şekli ile izlenmiştir. Polis ve Jandarma Kriminal laboratuarları ile TÜBİTAK tarafından yapılan incelemeler sonucu verilen raporlardan bu iddianın asılsız olduğu anlaşılmıştır.
    Sanık Doğu Perinçek söz almadan konuştu:”Burada kulağımızla duyduk.”
    Mahkeme Başkanı:” Lütfen, lütfen, lütfen oturun. Oturduğunuz yerden konuşmayın. Söz vermiyorum oturun. Oturun buyurun. Oturun buyurun.”
    Sanık Oktay Yıldırım söz almadan konuştu:”Var olup olmadığını söylemedi. Sayıları dedim, sadece savcı bey çarpıtıyor.”
    Mahkeme Başkanı:” Oktay bey oturun (1-2 kelime anlaşılamadı).”
    Sanık Doğu Perinçek söz almadan konuştu:”Kulağımızla duyduk.”
    Sanık Oktay Yıldırım söz almadan konuştu:” Ve hala (2-3 kelime anlaşılamadı)”
    Mahkeme Başkanı:” Oktay bey lütfen çıkartmak zorunda kalacağım lütfen.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Tabi çıkartırsınız. Bunu yapabilirsiniz. Bunu yapabilirsiniz.”
    Mahkeme Başkanı:” Dinleyin sizi dinledik. Savcılar da dinledi birbirlerini herkes birbirini dinlemek zorunda. Buyurun dinleyin. Çıkartmak istemiyorum.”
    Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Siz konuşurken ben kesmedim hiçbirini. Sanık savunması sınırlarında kabul edilebilecek bu durum, söz konusu görüntü kaydına bir başkası tarafından kasıtlı olarak Ergenekon kelimesi eklendiğinin tespiti halinde TCK 277 inci maddesine uyan Yargı Görevini Yapanları Etkileme suçunu oluşturabilir. Ancak sanık Oktay Yıldırım görüntü üzerindeki bütün bu işlemleri Cezaevi bilgisayarında kendisinin yaptığını savunmuştur.”
    Sanık Oktay Yıldırım söz almadan konuştu:”Tanıkları var (2-3 kelime anlaşılamadı)
    Mahkeme Başkanı:” Oktay bey lütfen.”
    Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Adli Tıp Kurumunun dahi arka plandaki bu sesleri çözemediğini Mahkemeye bildirdiği gözetilerek söz konusu işlemin Cezaevi koşullarında yapıldığı savunmasının doğruluğunun tespiti amacı ile sanık Oktay Yıldırım’ın kaldığı Cezaevi Müdürlüğü’ne yazı yazılarak; Cezaevinde tutukluların kullanımına tahsis edilen bilgisayarların.”
    Sanık Doğu Perinçek söz almadan konuştu anlaşılamadı.
    Sanıklardan Oktay Yıldırım’ın söz istedi görüldü, verildi.
    Mahkeme Başkanı:” Kısaca kısaca lütfen bu saatten sonra çok uzun bir ifade ama birkaç defa verdik, zaten bugün size söz hakkı. On dakika süre veriyorum.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Sayın başkanım bu on dakika süreyle tahdit edilecek bir şey değil ama öncelikle şunu söyleyim bu tahdit edilemez, çünkü savcının açık ithamı ve yalan beyanı var. Onu kanıtlayacağım.”
    Mahkeme Başkanı:” Buyurun on dakika süre vereceğim, konuşturmak için.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Efendim bunu şey yapamayız şimdi bunu şey yapmayım tartışmayım ama tartışamayız ama ben.”
    Mahkeme Başkanı:” Efendim zaten tartışmaya hakkınız yok. Lütfen.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Bakın Anadolu da bir laf vardır. Anadolu da bir laf vardır Anadolu da derler ki, atın yaşını söyleme, getir dişlerini sayalım. Şimdi atın dişlerini mi sayalım isterseniz. Hemen.”
    Mahkeme Başkanı:” Lütfen efendim başka şeylere çekmeye gerek yok lütfen.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Söylüyorum hemen sizde orijinal CD de var TÜBİTAK’dan gelen CD de var. Hemen onu getirirseniz ben hangi saniyesinde hangi salisesinde olduğunu da biliyorum. Hemen onu dinleyelim efendim lütfen.”
    Mahkeme Başkanı:”Hayır, hayır.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Neden Sayın?”
    Mahkeme Başkanı:”Bu saatte izin vermiyorum efendim. Bu konuda talebiniz beyanınız varsa alalım.”
    Sanık Oktay Yıldırım:” Ama bakın savcı savcı itham ediyor.”
    Mahkeme Başkanı:”Ben izin vermiyorum bir dahaki duruşmalarda verebilirsiniz. Sabahtan beri bu konuda beyanlarınız aldık buyurun.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Peki, peki, peki bakın öncelikle şunu söyleyim bu konuda beyanımı almadınız önce şunu söyleyim. Önce şunu söyleyim. Ben hiçbir zaman bunlar yoktur şöyledir böyledir ben her zaman şunu söyledim. Dedim ki, bunların varlıkları sayıları numaraları şaibelidir. Hala aynı şeyi söylüyorum. O görüntüler gelmeden önce de aynı şeyi söylüyordum. O görüntüler geldikten sonra da aynı şeyi söylüyorum ve bunu size şemalarıyla kanıtlarıyla ben bunu size ispat ettim. Bakın çok basit hemen şurdan bir tane böyle gözümü kapatıp bir tane sayfa açıyorum bir tane sayfa açıyorum işte. Buyurun MKEMOD45KFMKE18588 olay tutanağında yok. Fotoğraflar da var ama bomba irtibat raporunda yok. Nerden çıktı nereye gönderildi altına da yazmışım askeri heyete gösterilenlerin arasında sadece bir tanesi var. Hemen buradan gözünüzü kapatıp bir sayfa açsanız bunları görürsünüz. Atıf yapılan tutanaklarda bellidir. Askeri heyetin tutanağı olay tutanağı ve inceleme raporu bu bir. Bunu anlamak çok basittir yani. Başka bir şey yok bu bir. İki, orada soruşturma Ergenekon olsun da sinkaf ederim hakimi de savcıyı da demesi aslında semboliktir. Benim üzerinde durduğum esas nokta tutanağın düzmece olduğunun kanıtlanmış olmasıdır ki biz bunu zaten başardık. Bunu kanıtladık. Ama kurumların nasıl baskı altında kaldığının ve tertibin planlandığının ispatı açısından bu önemliydi. Savcılığın yapacağı başka bir şey kalmadığı için savcı şimdi diyor ki, bu kelimeyi bunlar eklemiş olabilir. Savcı birazcık açıp benim verdiğim sunuları okusaydı beni dinleseydi bunu zaten benim talep ettiğimi bilirdi. Bakın size verdiğim talebin ikinci maddesini okuyorum. İkinci maddesi, söz konusu CD’nin benim mahkemenize sunduğum yazılı ve sesli çalışmada yazı ekine eklenerek ivedilikle jandarma kriminal daire başkanlığına gönderilmesini orijinal CD üzerinde gerekli incelemenin yaptırılarak benim kendi imkanlarımla yaptığım çalışmada duyulan ve kırmızı renkte yazılmış olan size verdiğim CD de konuşmaların sonradan eklenip eklenmediğinin ve doğru olup olmadığının sorulmasını bu yazının CMK 332. maddenin belirlediği sürede cevaplanmasının da yazıya eklenmesini ben mahkemenizden zaten talep etmişim. Savcı yeni bir şey buldum zannıyla bunu bunlar eklemiştir de işte bunun cezası vardır falan gibi bir taleple o panik haliyle önce buna bi baksınlar biz bunu zaten talep etmişiz. Haa, eğer siz mahkeme, mahkemenin bir özelliği vardır. Bakar, görür, duyar, dinler, duyduğunu gördüğünü de tutanağa yazar. Siz bir mahkemesiniz. O nihayet o bilirkişiler hakkında bir suç duyurusunda bulunduğumda şöyle diyecekler. Efendim bunlar delil değil ki, ben duyduğumu yazdım onu da duymamıştım diyecekler. Siz mahkemesiniz. Şimdi eğer sizin mahkemenizde doğruyu duyacak gerçeği duyacak cesaret varsa on saniye hemen şimdi takalım isterseniz sizin CD’nizden orijinal isterseniz TÜBİTAK’ın getirdiğinden beş dakika kırk ikinci saniyede başlayıp beş dakika kırk beşinci saniyede biten konuşmayı hemen dinleyelim zatıalileriniz de dinlesin ve ne duyduğunu söylesinler tutanağa geçsin. Var mıdır efendim yüce mahkemenizde bunu yapmak isteği ve arzusu.”
    Mahkeme Başkanı:”Efendim daha önceden dinledik bizim cesaretimiz her zaman var. Bilirkişi (2-3 kelime anlaşılamadı). Buyurun devam edin.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Efendim peki ne duyduğunuzu neden CD’ye eklemiyorsunuz. Çünkü neden tutanağa eklemiyorsunuz çünkü gerçek can acıtıcı olabilir. Bir sanığın haklı çıkması can acıtıcı olabilir. Şimdi o CD’lerin CD numarası sizde kayıtlı mıdır efendim. O CD’lerin CD numarasının şu anda mahkeme huzurunda okunmasını 51 nolu DVD’nin başına gelenler malum, yüzlerce kopyası dağıtıldı ama ona rağmen o her iki CD’nin de TÜBİTAK’dan gelen ve orijinal CD’nin de CD numarasının okunmasını ve onların okunmuş numaralarının bir suretinin tarafıma verilmesini talep ediyorum efendim. Başlarına bir iş gelmemesi için. Yarın o CD’lerin bu mahkeme kaleminden alınıp yeni ses kayıtları eklenmemesi için bunu talep ediyorum. Ve sizden de şimdi şunu dinlemenizi on saniyelik bir kayıt bu. Sadece on saniye. On dakika değil vaktinizi almayacak bunu dinlemenizi ve bunu dinlediğinizi kayda geçirmenizi talep ediyorum sayın başkanım. Bunu takabilir miyiz lütfen.”
    Mahkeme Başkanı:”Hayır onu daha önceden dinledik siz buyurun devam edin talebinizi alalım.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Efendim o zaman ama konu bu zaten. Konumuz bu zaten. Konumuz burada bir cümle var onu dünya alem duydu savcılık duymamak için direndi sonra birileri TÜBİTAK’ı belki de telefonla aradı TÜBİTAK kendisinden hiç talep edilmediği halde sadece o kısmı kesip ayırarak bakın hiç talep edilmediği halde sadece o kısmı kesip ayırarak ve mazeret yazarak gönderdi bende TÜBİTAK’ın o yaptığına karşılık TÜBİTAK’ın kendi çalışması içerisinden konuşmaları kesip 90 ayrı ses kaydı yapıp burada size dinlettim onlara ben oradan kestim. Bilgisayarların hepsinde ses kaydı makinesi vardır hepsinde.”
    Salonda söz almadan konuşanlar oldu:”Mahkeme başkanı da duydu zaten ( bir iki kelime anlaşılamadı)”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Hepsinde ses kaydı makinesi vardır. Alırsınız bir kaydı dinletirsiniz belli bir saniyede durdururusunuz o bölümünü kayıt eder onu alır başka bir ses dosyasına kaydedersiniz, yöntemde budur kullandığım kulaklığın markasına kadar yazdım ben bu rapora şu marka kulaklık şu marka hoparlör şu şu programları kullandım diye yazdım ben bunu. Dolayısıyla burada bir beis yoktur burada bir çekince yoktur, burada çekincesi olan ben değilim burada çekincesi olan 38. duruşmada biz bu Ergenekon adına tesadüfen ulaştık Veli Küçük’ün işte evinde bulunan belgelerle ulaştık gibi bir beyanda bulunan savcılık makamıdır. Çünkü savcılık makamı kendi kendi beyanını açığa düşürmüştür. O 38. duruşmada onu yaptığımda daha CD yoktu ortada, sonra CD geldiğinde ortaya çıktı ki ha bu 12 Haziran’da biliniyormuş polisler 12 Haziran’da bu soruşturma Ergenekon olduğu zaman hakim’i de savcıyı da sinkaf ederim diyormuş, bütün panik bundandır işte benim söyleyeceklerim eğer siz bunu dinlemiyorsanız eğer siz bunu dinleyemiyorsanız şu anda benim söyleyeceklerim bu kadar. Çok basit bir şey söylüyorum bakın çok basit bunu değil mahkemenizin emanetinde bulunan CD’yi getiriniz getirinizi 5 dakika 42. saniyesinde ne konuşuluyor şurada cümle alem duysun. Var mıdır efendim mahkemenizde bunu yapma isteği? Yoksa biz neyin mücadelesini yapıyoruz, ben ne anlatmaya çalışıyorum? Siz dinlememeye karar vermişsiniz. Seni 10 dakika ile sınırlıyorum diyorsunuz savcı diyor ki ben böyle bir şey duymadım bunu sen ekledin, şey diyor ki TÜBİTAK diyor ki ben mazeret diye duydum. Efendim sizin kulaklarınız gözleriniz bunu duyma bunu buraya yazma sorumluluğu yok mu, sizin kendi gözlemleriniz yazma sorumluluğu yok mu, ben kime anlatacağım derdimi, nasıl anlatacağım ben derdimi efendim? Ben anlatayım diyorum hayır savcı diyor ki bu yalan söylüyor. savcı sanığın ağzından iddianameye yalan beyanda bulundu mu? bulundu, çıkardık mı? çıkardık, mahkemeye yalan beyanda bulunup olmayan bir dosyayı varmış gibi gösterdi mi? gösterdi. Bütün tutanaklardaki numaralar birbirinden farklı mı? farklı, çıkardık mı? çıkardık. Parmak izi bir dakika biz neyin parmak izini konuşuyoruz, bomba nerede, nerede bomba? Bir bombayı getirin bir bombayı bir getirin sonra parmak izini konuşalım. Onunla ilgili de yüzlerce şaibe ve bir sürü kanıt var elimizde ama önce bir getirin şu masaya koyun.”
    Mahkeme Başkanı:” Süreniz bitmek üzere son cümlenizi alalım.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Ve ondan daha önemlisi Sayın başkanım, Sayın başkanım, sizin sizin bize yardımcı olmanız gerekir. Sizin bu mahkemeyi mahkeme gibi işletmeniz gerekir, benim ortaya koyduğum kanıtı dinlemeniz ve görmeniz gerekir. Polis ben burada ayrıntılı olarak anlattıktan sonra kendi tutanağını dahi yalanlayarak imha yöntemini farklı yaptığını anlattı size rapor gönderdi Sayın başkanım merhamet, vicdan. Polis demişti ki önce ayrı ayrı yaptık aylar sonra ben açıklamayı yaptıktan sonra hayır dedi biz kesip sonra birleştirip yaptık bu bile yaşandı mahkemede ben bunları size anlatamayacaksam kime anlatacağım?”
    Mahkeme Başkanı:” Efendim bunları savunmanız sırasında söylediniz daha sonra talep ve beyanlarınızda defalarca söylediniz burada dinledik bilirkişi raporu aldık.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Ama Sayın başkanım bunları benim savunmada söylememin sizin vicdanı kanaatinizde hiçbir faktör olmadığını görüyorum. 35. aydır ben bunları savunup söylemiş oluyorum ama bunların sizin bir kulağınızdan girip öbüründen çıktığını hatta girmediğini görüyorum.”
    Mahkeme Başkanı:” Yanlış bir şey varsa düzeltiriz bundan emin olabilirsiniz yani. Son cümlemizi alalım.”
    Sanık Oktay Yıldırım:”Hani efendim hani. Sayın başkanım, mahkemeniz gerçekleri duymaktan korkmamalıdır ve talebimin yerine getirilmesini istiyorum. CD’nin hemen şimdi çünkü bu gece bile şey önemli, o iki CD’nin TÜBİTAK’tan gelen ve orijinal olanın üzerlerindeki CD numarasının şimdi mahkeme kayıtlarına geçirilmesini istiyorum talebim budur. Ve onun bir suretinin tarafıma verilmesini istiyorum, kapatılmış zarflanmış olarak ben açmayacağım onu tarafıma verilmesini istiyorum, teşekkür ediyorum.”

    Ben de bu kaydı onlarca kez dinledim. Ergeneokon ifadesi çok net duyuluyor. Ama savcı ısrarla altyazı da var. sesler anlaşılamıyor diyor. Tubitak ve emniyet kriminal raporları da o yöndeymiş. Nasıl savunma yapılıyor anlayın yani. Bu adamlar dünyayı tersine döndürürler.

    Cevapla

    • fenerant Says:

      Bu duruşmadaki durumu medyadan okumuştum.
      Ama duruşma tutanağını okumamış ve görmemiştim.
      Var olanı delili görmek istemeyenler; savcı veya hakim ( mahkeme başkanı) olamaz.
      mahkemenin ve savcılığın delilleri yetersiz görmesi farklı şeydir.
      Ancak delili yok saymak hukuk dışı eylemdir.

      Cevapla

  12. doğruya doğru Says:

    NEYİN NE OLDUĞUNU DİLİPAK BİLE ÖĞRENDİ.. SAVCILIK MAKAMI HALA ÖĞRENECEK..

    TEŞEKKÜRLER DİLİPAK.. DEVLET GÜCÜNÜ KULLANARAK HAKSIZLIK YAPMANIN “ZULÜM” OLDUĞUNU; YAPANLARIN DA ZALİM OLDUĞUNU ANLATTIN HERKESE..

    Dilipak’ın ‘Balyoz’ isyanı
    Bizim bilmediğimiz bazı dolaplar dönüyor sanıyorum

    Kenan BUTAKIN / VATAN HABER MERKEZİ 30 Mart 2010
    Dilipak’ın ‘Balyoz’ isyanı Balyoz davasında, mağdur taraflardan Gazeteci Abdurrahman Dilipak, davanın esasını teşkil eden 11 nolu CD hakkında soru sormaktan vazgeçti. Dilipak, “CD üzerinde 2008’e kadar hatta belki son güne kadar da düzenlemeler yapıldı. Aydınlanmasını bekliyorum” dedi

    Balyoz Harekat Planı davasının geçen hafta Salı günkü duruşmasında bir ilk yaşandı. Balyoz planında ismi etkisizleştiricek 19 kişi arasında geçen Gazeteci Yazar Abrurrrahman Dilipak’ın avukatı Salih Dövücü, diğer müdahiller Özgür-Der ve Hukukçular Derneği ile beraber davanın ana delili 11 nolu CD hakkında soru sormaktan vazgeçti. Dilipak’ın Avukatı Salih Dövücü, CD’nin Balyoz sanıklarından elde edilmiş olup olmadığının kesinleşmediğini kaydederek, ‘onların kabul etmediği bir delili doğru olarak kabul etmiyoruz’ dedi.

    Davanın mağduru ve müdahili Dilipak “2003 yılına ait olduğu söylenen belgelerde 2008 yılına ait izler var. Teorik olarak CD üzerinde oynama yapılmış olabilir” dedi. Dilipak şöyle devam etti:

    BAZI DOLAPLAR DÖNÜYOR: Bazı şeylere ulaşmak o kadar kolay değil. Bizim bilmediğimiz bazı dolaplar dönüyor sanıyorum. Bu plan 2003’te yapıldı ardından bir daha üzerinde değişiklikler yapıldı. 2008’e kadar hatta belki son güne kadar da düzenlemeler yapıldı. Medical Park Hastanesi daha açılmamış ama 2003 yılına ait belgelerde hastanenin ismi var.

    OLAMAZ BÖYLE BİR ŞEY: Tek ihtimalli bir kripto yok burada. Bu işi yapanlar sıradan insanlar değil. Teorik olarak CD üzerinde oynama yapılmış olabilir. Hatta mutlaka bu işten haberi olmayan ama planda ismi geçen kişiler var. Suçlu olmadığı halde, kurunun yanında yanan yaşlar da vardır. Bu nedenle kuru ile yaşın ayrılması gerekiyor. Ben bu nedenle kesinlikle o duruşma salonuna oturtulan herkesin aynı planın bir parçası olduğunu düşünmüyorum. Olamaz böyle bir şey.

    BÜYÜK BİR SKANDAL: Bir gazeteci olarak da hala Balyoz belgesinde isimleri geçen derneklere, hastanelere ulaşmaya çalışıyorum. Mahkemeden talebim şuydu. Eğer birileri dışarıda oluşturup bu CD’yi buraya koyduysa burada çok büyük bir skandal var. Bu durumda Balyoz sanıkları suç duyurusunda bulunmalı.

    GERÇEĞİ ARIYORUZ: Mahkemede şunların veya onların karşısında da değilim. Gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyorum. Ne olduğunu tam bilmediğimiz bir konuda, yargıyı gereksiz bir şekilde meşgul etmek de istemeyiz. Gerçeği arıyoruz. Türkiye’de bu planları bu komploları kimler yapıyorsa onlar ortaya çıkarılmalı ve suçlular cezalandırılmalı. Ben bir insan hakları aktivistiyim. Daha önce askeri davalarda yargılanmış bir kişiyim. Cuma Dergisi bu nedenle kapatıldı. Buna rağmen eğer başka bir konuda bu kişilere bir haksızlık yapılırsa ben elbette haklının yanında olacağım. Bir Müslümanım ve Kuran-ı Kerim bir kavme olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmesin der.

    11 NOLU CD NEDİR?

    11 nolu CD, Balyoz Harekat Planı davasının temelini teşkil ediyor. Taraf Gazetesi’nin savcılığa teslim ettiği belgeler o CD’den çıkmıştı. Savcılık, belgeler ile beraber 11 nolu CD’yi de alarak korumaya almıştı.

    Cevapla

  13. Savcı ÖZ (Hakiki ÖZ) Says:

    M. Ali Bey;

    “Ergenekon kendini yok ediyor” başlıklı bu günkü yazını tam da “ULUSAL MEDYA-2010” dökümanında yazılı stratejilere ve ERGENEKON Örgütü’nün talimatlarına uygun olarak yazmışsın.. AYAĞINI DENK AL!..

    Sana bir iyilik yapayım: Aşağıda Ahmet ŞIK’ın Kitabının “İnceleme Tutanağı”ndan üç paragraf gönderiyorum.. Oku ve nasıl bir vahim suç işlediğini anla.. Bir daha da Ulusal Medya 2010 talimatını önüne koyup orada tarif edilen stratejiye uygun yazılar yazmaktan vaz geç..

    Seni tutuklamak çok büyük skandal olacağı için şimdilik almıyoruz ..Ne de olsa uluslararası bir ünün var.. Yabancılar seni bir matah sanıyorlar nedense.. Onun için seni şimdilik Ekrem DUMANLI, Mümtaz Er TÜRKÖNE ve şürekasına havale edeceğiz.. Onların yazdıklarına ve tavsiyelerine uy; doğru yola gir..

    Savcı ÖZ

    NOT: Aşağıdaki paragraflarda “kitap çalışması” denilen yerlere “M. Ali BİRAND’ın yazısı” ibaresini koyarak okuduğunda ne demek istediğimi açık-seçik anlayacaksın.. Daha nasıl anlatayım yahu!….

    – Bu kitap çalışmasının, örgütün temel dokümanlarından olan ve son süreçte örgütün medya yapılanmasını yeniden şekillendirmek amacıyla hazırlanan “ULUSAL MEDYA 2010” dokümanında belirtilen stratejiler doğrultusunda hazırlandığı, anlaşılmıştır.

    03- Bu kitap çalışmasında, ERGENEKON davasının hukuki bir dava olmaktan öte siyasal bir dava olduğu, TSK ve Yüksek yargı başta olmak üzere Anayasal kurumların hedef alındığı tezleri işlenerek davanın kamuoyunda inanılırlığını ortadan kaldırmaya yönelik dezenformasyon yapılması amaçlanmıştır.

    Tamamıyla hukuki çerçevede ve bugüne kadar şüphelilerden ele geçirilen somut delillerle yürütülmekte olan ERGENEKON soruşturması ve koğuşturmasının; bu kitap çalışmasında, Fethullah GÜLEN cemaati tarafından yürütülen bir tertip ve düzmece olduğunun işlendiği, böylelikle soruşturmayı yürüten kurum ve çalışanlarına ağır iftiralarda bulunarak kamuoyundaki güvenilirliklerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı ve nihai olarak davanın kıymetsizleştirilmesi hedeflendiği anlaşılmıştır.

    Bu kitap çalışması ile ERGENEKON terör örgütünün amaç ve hedefleri doğrultusunda propaganda yapıldığı, bu kapsamda özellikle devam etmekte olan dava sürecini etkileyerek ve yönlendirerek Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs edildiği, ayrıca suçu ve suçluyu övdüğü anlaşılmıştır.

    Ergenekon kendini yok ediyor…

    Ergenekon davasıyla ilgili olarak, başından bu yana yaşanan gelişmeleri alt alta koyunca, insanın karşısına son derece dramatik bir manzara çıkıyor.
    Ergenekon neydi?
    Benim algıladığım, seçimle gelmiş düzeni yıpratmak veya yıkmak için, devletle de ilişkileri olan, yasadışı guruplaşmalar ve çetelerin yargılanmasıydı.
    Ergenekon¸ demokrasiye karşı duranlardan hesap sorulmasıydı.
    İlk defa, askeriyle, para-militer örgütleriyle, derin devlet unsurlarının yargılanması; yani “darbeci mantığın” sonuydu.
    Davada öyle şeyler ortaya çıkarılacaktı ki, bir daha kimseler, yasa dışı faaliyetlere girişemeyecekler ve Türk demokrasisi sağlamlaşacaktı.
    Ardından Balyoz geldi.
    Durum, daha da ciddiyet kazandı. Zira bu defa, Silahlı Kuvvetler içindeki darbe günlükleri, darbe senaryoları uçuşmaya başladı.
    Başından bu yana, bu çetelerden kişisel olarak nasibini almış biri olarak, Ergenekon-Balyoz sürecinin hiç değilse, önemli bir bölümünün gerçekliğine inandım. Tutuklanan bazı isimler vardı ki, bunların mutlaka hesap vermesi gerekiyordu. Benim vicdanımda da suçluydular.
    Bir de şimdi, aradan bunca zaman geçtikten sonraki duruma bir bakalım.
    Karşımda Ergenekon adlı bir ucube büyümeye, canavarlaşmaya başladı.
    Ne ucu görülüyor, ne baş tarafı…
    Nereye gittiği belli değil…
    Öyle insanlar, öyle gerekçelerle tutuklanıyor ki, anlayabilmek imkansız.
    Kimi, basit muhalefet yapmanın dışına çıkamayacak derecede zayıf… Kimileri ise, zaten işlevi nedeniyle devleti sorgulaması gerekenler…Bir de, hepsine tüy diken gazeteci tutuklamaları…
    Her duruşması kavgaya dönüşen, meydan okumalarla dolu, özensiz yaklaşımlar, hukuka aykırı uygulamalar ve sonunda kamuoyu vicdanını zedelemeye başlayan bir sürecin içinde boğulmak üzereyiz.
    Bilmem, siz Ergenekon’u artık tanıyabiliyor musunuz ?
    Demokrasiyi güçlendirmek adına başlayan bir girişim, bugün neredeyse demokrasiyi yıpratmaya başlayan bir platforma dönüşüyor.
    Çok merak ediyorum, acaba iktidar partisi durumun farkında mı?
    Belki sorumluluk yargıdadır, ancak bu tip siyasi davalarda, işin sonunda her fatura siyasi iktidarlara çıkarılır.
    Kimi zaman, rahatsız olduklarının işaretlerini veriyorlar. Sonradan bir bakıyorsunuz, üstüne toz kondurulmuyor.
    Oysa tren kaçıyor .
    Ergenekon, kendi kendini yiyen bir canavara dönüşüyor.
    Türkiye de bir büyük tarihi fırsatı kaçırıyor.

    “Öz Ergenekon” hala kurtarılabilir…
    Yanlış ele alınmış, hatalı yönlendirilmiş, inanılmaz hukuk dışı ve vicdanlara ters düşen uygulamalarla bugünlere gelmiş olsa dahi, benim deyimimle “Öz Ergenekon” veya gerçek Ergenekon hala kurtarılamaz mı?
    Gayet tabii ki, kurtarılabilir ve bence mutlaka kurtarılması da gerekir.
    Bunun ilk adımı, davayı elinde tutan ve yöneten güçlerin bir araya gelmesi ve gerçekçi şekilde “Biz nerelerde yanlışlar yaptık?” sorusunu kendilerine sormasıdır. Bunun da, hiçbir komplekse kapılmadan yapılması şarttır.
    Eğer bu soruya, kendilerini aldatmadan, doğru yanıtları verebilirlerse, o zaman ikinci aşamaya geçebilir ve hiç değilse kamuoyu vicdanını en çok rahatsız edenlerden başlayarak, hatalar temizlenir.
    “ Hayır, yargı attığı adımdan geri dönmez” kompleksine kapılınır, “sonra kamuoyundaki imajımız zedelenir” yaklaşımı galip gelirse, sonuç alınamaz.
    Kim ne derse desin, savcılarımız ve hakimlerimiz nasıl değerlendirirlerse değerlendirsinler, bu gidişin sonu görünmüyor. Benim gibi çok kişinin gözünde bu dava, onlarca yıl sürecek ve sonunda dağ bir fare doğuracaktır. Onca zaman içeride kalan masumlar harcanacak, gerçek suçlular ise, hak ettikleri cezayı alamayacaktır.
    Eğer yanılıyorsak; eğer bizim hiç bilmediğimiz müthiş deliller var da, bir gün inanılmaz gelişmeler yaşanacaksa ne olacak?
    İşin o tarafını da göremiyoruz. Ancak, ortaya konulan iddianameler, delil olarak gösterilen bağlantılar, sorgulamalar ve genel gidiş, bu davanın yavaş yavaş battığına işaret ediyor.
    Sapla saman birbirine girmiş durumda.
    Yazıktır…
    Türk demokrasisini rayına oturtabilmek için bundan daha önemli bir adım atılamaz. Bunu böylesine hoyratça harcamaya da kimsenin hakkı olmamalı.
    Bu ince ayarı, yargının kendi içinden, birilerinin vermesi gerekmez mi?

    Cevapla

  14. ihtimal Says:

    Zaman yazari A Turhan Alkan dan bir yazi… Kilicdaroglu nasil haksizlik yapti!

    ‘Şık’ olmadı Sayın Kılıçdaroğlu
    Bir ay önce Ankara’da bir kitap yayınlandı, adı “Dersim Ermenisi Yemuş Hanım’ın Oğlu Çarkçı Kemal”di.

    Yazarı, kitabın girişinde kendini “Siyasi tarih yazarı, deneyimli araştırmacı” diye tanıtan Süleyman Yeşilyurt’tu ve aynı notun devamında kitabın 20.2.2011 tarihinde “Yüz Bin” adet basıldığı belirtiliyordu.

    Bu kitap üzerine galiba ilk (belki de son) yazıyı ben kaleme aldım. 26.2.2011 günü bu sütunda yayınlanan “Yemuş Ana’nın oğlu olmak” başlıklı yazıda kitabı eleştirdim; şu satırlar o yazıdan:

    “Kemal Kılıçdaroğlu, haksız ve insafsız bir karalama kampanyasının hedefi haline getirmek isteniyorsa, kendisini bu güne kadar politik hatâlarından, liyakâtinden ve zihnî tutumlarından dolayı eleştirmiş bir ferd-i vâhid olarak vicdanım, onun yanında yer almayı söylüyor bana.

    Keşke Meclis’in her milletvekili çıkıp “Biz de bir Yemuş Ana’nın evladı olabilirdik; Kemal Bey’e ayıp ediliyor” diyebilseler, ne güzel olur.”

    Aynı gün yazarı telefonla aradı, kitabı okuyup okumadığımı sordu; okumadığımı söyledim. “O halde nasıl yazarsınız?” deyince kendisine “Kılıçdaroğlu’nun annesi Sünni-Türk olsaydı, yine de bu kitabı yazıp yazmayacağı” sualini yönelttim. Bu soruyu cevapsız bıraktı ama yine de kitabını okumam gerektiğini ilave etti. Kabul ettim. Kitap iki gün sonra geldi. Okudum, fikrim değişmedi, hatta eleştirimin daha ziyade haklılık kazandığını düşündüm ve meseleyi kendimce kapattım. Basınımızda bir ay boyunca bu kitaptan -bildiğim kadarıyla- hiç bahsedilmedi. Ben de sevindim, hatta bir kaç dostuma, “Ne güzel, bir politikacının aile köklerini irdeleyen bir kitap yayınlandı ve dedikoduya meraklı Türk basınında hiç yankı bulmadı. Bir kova kuma düşen bir bilye tanesi gibi ses çıkarmadan kaybolup gitti” diye hoşnutluğumu belirttim.

    Basınımız bu konuda yapması gerekeni yerine getirip, anlamlı bir suskunlukla kitabı “ademe mahkûm” ederken, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kanuni hakkını kullanarak yargıya başvurduğunu öğrendim. Kılıçdaroğlu kısaca yargıdan şunları talep ediyor: Kitabın basım, dağıtım ve satımına mahkeme sonuna kadar ihtiyati tedbir konulması ve 100 bin baskının tamamen satıldığı varsayımıyla 1,5 milyon liralık hâsılatın tazminat olarak kendine ödenmesi.

    İlginç bir notu hatırlatmak isterim. Bu haber dün itibariyle CHP Kurultaylarında coşkuyla masaların üstüne çıkarak tezahüratta bulunan “tarafsız” yazarlarını istihdam eden CHP’li basın kuruluşlarında yer bulmadı; sadece Star ve Bugün gazeteleri hadiseyi haberleştirdiler.

    Şimdi elmalarla armutları dikkatle ayıralım: Doğrudur, bu kitap Kılıçdaroğlu’na ve dolayısıyla CHP’ye özellikle seçim sürecinde zarar verebilme potansiyeli taşıyor; Kılıçdaroğlu’nun dava açması, kitabın toplatılmasını istemesi ve üstüne de tazminat talebinde bulunması en tabii hakkıdır.

    Başka doğrular da var ama: Daha yayınlanmadan imha edilen kitap edebiyatına “Basılmamış kitaplar imha ediliyor (…) Hem düşünce özgürlüğü diyeceksiniz, özgür Türkiye diyeceksiniz; kitaptan korkacaksınız, düşünceden korkacaksınız” cinsinden hürriyet havarisi edâsıyla katkıda bulunan Sayın Kılıçdaroğlu kendisiyle bir kere daha çelişkiye düşüyor. Eğer kitaptan korkmamak Kılıçdaroğlu için bir üst değer ise, bu kitaptan da korkmamalıydı ama hemen ilave edeyim; ben Sayın Kılıçdaroğlu’nu dava açtığı, hakkını aradığı için değil, henüz tahkikat sürecindeki bir davaya adı karışan ve kimin yazdığı hâlâ meşkûk bulunan bir başka kitabı, sırf birilerine “şık görüneceğim” diye savunmaya kalkıştığı için eleştiriyorum.

    Sayın Kılıçdaroğlu; size yapılanı kınamıştım, sizin yaptığınızı da, yani basılmış kitabın basım, dağıtım ve satışını engelleyip hâsılata el koymak talebinizi de eleştirmek durumundayım. Aile köklerinize saygı duyuyor ve bu konuda hissiyatınızı paylaşıyorum ama sıkça karar değiştirmenizi telmihte bulunan bu “Çarkçı” lakabı tutacak galiba…

    Evet, gerçekten “şık” olmadı.

    Cevapla

    • Halil Ata AŞÇI Says:

      Eğitim şart ama önce Elma ve Armut nedir , bilmek lazım…

      Cevapla

    • bir diğer ihtimal Says:

      Sevgili İhtimal,

      Her zaman ki gibi konu ile son derece alakalı, Baransu’yu bile kıskandıracak müthiş bir araştırma yeteneğiyle çok önemli bir hususu gündemimize taşımışsınız. Öncelikle bunun için size çok teşekkür etmek istiyorum.

      Bir insana etnik kimliğine istinaden hakaretler eden bir kitap ile, Türkiye’nin iç güvenliğini sağlamakla mükellef emniyet teşkilatının içerisinde oluşan yapılanmaları somut delilleri ile ortaya koyan bir kitap kesinlikle aynı kefeye konmalıdır. Yayınlanıp okunduktan sonra, kişiye hakaret içerdiği düşüncesiyle hakarete uğrayan kişi tarafından bir kitabın mahkeme yolu ile toplatılmasının istenmesi ile, henüz daha yayınlanmamış bir kitabın taslakları için kitabın hakkında olduğu emniyetin cansiperane kopya toplama çalışması da zaten kesinlikle eşdeğerdir. Zaten Kılıçdaroğlu hakkında kitabı yazan Süleyman Yeşilyurt ve telefonda onunla konuştuğu için Turhan Alkan’da şu an Silivri’dedir.

      Size soruyorum sayın ihtimal, iki tane kitap yazmışım, bir tanesinde halk iradesini temsil etmeyen bir organizasyonun Türkiye’nin kolluk kuvvetlerine, mesela TSK’ya nasıl sızdığını belgeleriyle anlatıyorum. Diğerinde ise size, soyunuza, sopunuza hakaret ediyorum. Eminim ki özgürlüklerden yana biri olaraktan her iki kitabın da herkes tarafından okunmasında sakınca bulmayacaksınızdır. Keşke Kılıçdaroğlu ve Erdoğan yerine siz aday olsanız da gerçek bir özgürlük savaşçısını başımıza getirebilsek.

      Cevapla

  15. Olasılıksız Says:

    Acaba savcılara 1 Nisan şakası mı yaptılar???

    Cevapla

  16. Hakim Şeref AKÇAY (Adı gibi Şerefli) Says:

    MAHKEME BAŞKANI SAYIN HAKİM ŞEREF AKÇAY’dan HUKUK DERSİ (Milliyet’den naklen)

    ‘Bu yayınlar ülkemizde yıllardır yapılmaktadır’
    “Yasadışı bölücü terör örgütü PKK, sol örgütlerden DHKP, MLKP, TİKKO gibi örgütlerle ve yine şeriatçı İBDA-C, HİZBULLAH, EL-KAİDE gibi örgütlerle ilgili yazılan pek çok kitaptan dolayı CMK 250. madde ile yetkili mahkemelerde pek çok dava açılmıştır ve bu kitapların pek çoğunda da belirtilen örgütlerin eylemleri çok net bir şekilde övülmüş, militanlarından yine övgülerle bahsedilmiştir… Gerek kitaplar, gerek günlük, haftalık veya aylık yayın organları nedeniyle açılan davaların hepsi 3713 Sayılı Yasa’daki yaptırımlardır. Bu yayınlar ülkemizde yıllardır yapılmaktadır. Bugüne kadar hiçbir yayıncı hakkında veya yazan kişi hakkında örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle ülkemizde verilmiş tek bir karar yoktur. Tümü 3713 Sayılı Yasaya muhalefetten ceza almıştır veya beraat etmiştir.”

    Anayasa ve AİHS’den örnekler verdi
    “Anayasamızın 25. maddesi herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebeple ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaat sebebiyle kınanamaz, suçlanamaz denmektedir. Yine Anayasamızın 26. maddesi ‘Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir’ denmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 9. maddesi herkes düşünce ve din özgürlüğüne sahiptir, demektedir. 10. maddesi ise herkes görüşlerini açıklama ve anlatma özgürlüğüne sahiptir, demektedir… Bu doğrultuda genel olarak bir fikre, düşünceye bakıldığında bu fikir bizim düşüncelerimize ve fikirlerimize tamamen aykırı olabilir. Toplumun çoğunluğunca da kabul edilmeyebilir. Ancak kişilerin yukarıda belirtildiği gibi şiddete çağrı yapmayan düşüncelerinden dolayı cezalandırılmaması gerekir.”

    ‘Mantıken ve hukuken mümkün değildir’
    “Şüpheli yakın zamana kadar devletin istihbaratı da dahil çok önemli görevlerinde bulunmuş ve il emniyet müdürlüğü yapmış birisidir. Önemli görevlerde bulunan şüpheli Hanefi Avcı’nın (Akçay’ın kendi yazımı ile) HER NASILSA TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İRTİBATLI OLDUĞU YAZDIĞI KİTAPTAN SONRA ORTAYA ÇIKARILMIŞTIR. Pekala şüpheli hangi örgütün üyesidir? Aynı kitap nedeniyle iki kez sorgulanmış, Devrimci Karargâh örgütüne yardım ettiği iddiası ile ilk önce bu suçtan dolayı tutuklanmıştır. Daha sonra bu soruşturma dosyasından dolayı da aynı kitaptan sorgulanmış, bu sefer Ergenekon örgütüne üye olduğu iddia edilmiş ve yeniden tutuklanmıştır. Yani yazdığı bir kitaptan dolayı iki ayrı amaçları ve faaliyetleri farklı örgütle irtibatlandırılmaya çalışılmış ve ikisinden de tutuklanmıştır. Bu konumdaki bir insanın bu şekilde tutuklanması: Bu mantıken mümkün müdür? Değildir. Hukuken mümkün müdür? Değildir.”

    ‘Fikir ve düşünce özgürlüğü nerede kaldı?’
    “Yazılan kitabın içeriğini beğenmeyebilirsiniz. Doğru değildir. Abartılıdır. Yalandır diye düşünülebilir. Ama sonuçta şüphelinin kendi fikir ve düşünceleridir. İnsanlar bir kitabı yazarken başkalarından da yardım alabilirler. Bu kitapta alınmış mıdır? Alınmamış mıdır? Şu anda bir şey söylemek mümkün değildir. Bir an için yardım alındığını kabul etsek sonuç değişir mi? Değişmez. Çünkü bir insanın bir kitabı yazarken araştırma yapması, başka insanlardan yardım alması doğaldır ve herhangi bir suç oluşturmaz. Kaldı ki şüpheli kitabı kendisinin yazdığını açık ve net olarak belirtmekte, yardım ettiği belirtilen Nedim Şener de yardım etmediğini belirtmektedir. Bunun aksine de dosyada herhangi bir şey yoktur. Kaldı ki yardım ettiğini kabul etsek bile ne Nedim Şener ne de Hanefi Avcı’nın bir terör örgütünün üyesi olduğuna dair mahkemelerden verilmiş herhangi bir mahkûmiyet kararı da bulunmamaktadır. Eğer bir kişi yazdığı kitaplarından dolayı birden fazla farklı amaç güden terör örgütüne üye olduğunu iddia eder ve hakkında işlem yapılırsa yukarıda belirtilen Anayasa maddeleri ve AİHS’nin maddeleri ne zaman uygulanacaktır? Kitabın içeriği bir bütün olarak incelendiğinde ve belirtilen maddeler kapsamında incelenip değerlendirildiği takdirde fikir ve düşünce özgürlüğü nerede kalmıştır?”

    ‘Savcılık hangi yetkisine dayanarak göndermedi’
    “Biz buraya kadar olan anlatımları sadece bize gönderilen ve özellikle Hanefi Avcı ile ilgili 2 klasör ve Nedim Şener ile ilgili 3 klasörden tespit edebildik. Belki başka deliller var ama bunu bilmiyoruz. Neden? Çünkü savcılık hangi yetkisine istinaden istenen soruşturma dosyalarını mahkemeye göndermemiştir. Bunu hukuken anlamak mümkün değildir. Dolayısıyla tutuklama kararı verilirken de yasal ve yeterli hiçbir gerekçe gösterilmemiştir.”

    ‘Delil varsa bunlar toplanmış ve dosyadadır’
    “(Tutuklamaya) 1. gerekçe: Dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin bulunması gösterilmiştir. Pekala ortada sanığın yazdığı bir kitap ve bu kitabı niçin yazdığına dair ayrıca yazarken kimlerden yardım aldığı, kimleri tanıdığı, Ergenekon terör örgütü hakkında bilgisinin ne olduğu sorularından başka ne tür bir delil vardır? 2. gerekçe: Şüphelinin üzerine atılı suçun niteliği itibari ile şüphelinin serbest bırakılması halinde delilleri karartma tehlikesinin bulunması gösterilmiştir. Hangi delil karartılacaktır? Ortada kitaptan başka delil olduğu söylenen herhangi bir şey yoktur. Varsa zaten bunlar da toplanmış ve dosyadadır. Ayrıca bu kitabı kim ile birlikte yazdığı, kimleri tanıdığı diye sorulan sorulardan başka bir şey yoktur. (Akçay’ın yazımıyla) KALDI Kİ ŞÜPHELİ ZATEN TUTUKLUDUR. YANİ CEZAEVİNDEDİR. SERBEST BIRAKILIRSA YİNE İLK TUTUKLU OLDUĞU SUÇTAN DOLAYI CEZAEVİNE GİDECEKTİR. PEKALA CEZAEVİNDEKİ BİR İNSAN NASIL DELİL KARARTACAKTIR. BUNU DA ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.”

    ‘Adil yargılanma hakkının ihlali’
    “Şüpheli adil yargılanmayla ilgili başka yerlerde açılan dava ve bu kitapla ilgili onlarca davası bulunduğunu belirtmiştir. Bunlar da araştırılmamıştır. En azından bu soruşturmaların veya davaların iddianamelerinin getirilip mükerrer yargılama veya soruşturma olup olmadığının tespiti gerekmez mi? Soruşturma makamları sadece şüphelilerin aleyhine değil lehine olan delilleri de toplamaya görevleri yok mudur? Bu bile lehe olan delillerin toplanmadan şüphelinin tutuklanmaya sevk edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlalidir. Dolayısı ile hiç kimse şüpheli Hanefi Avcı yargılanmasın, hakkında işlem yapılmasın diyemez. Ancak bu delillerle şüphelinin tutuklu yargılanması mı gerekir sorusuna cevap vermek lazımdır. Şüpheli kim olursa olsun, hangi dilden, dinden, siyasi görüşten, ırktan olursa olsun bağımsız, tarafsız, adil ve insan vicdanına uygun bir şekilde soruşturulması ve yargılanması gerekir. Bu insanın doğal hakkıdır.”

    ‘Yapılan işlem adil mi insan vicdanına sığar mı?’
    “Günümüzde Ergenekon soruşturması ve diğer kamuoyuna malolan soruşturmalarda pek çok isimsiz ihbar mektupları, e-mailler ve CD’lere dayanılarak işlem yapılmaktadır. Ancak soruşturmalarda bu kadar hassas davranan savcılık ve emniyet birimleri bu kitapta yazılan sayfalarca iddiaların doğru olup olmadığı konusunda herhangi bir araştırma ve soruşturma yapmamıştır. Savcılığın ve yine buna bağlı olarak emniyet birimlerinin özellikle bu kitabın iddia ettiği konuları ciddi bir şekilde araştırması ve bunun sonuçlarını da kamuoyuna açıklaması gerekmektedir. Ancak yapılan nedir? Bu kitapta yazılan iddiaları görmemezlikten gelip, kitabı yazının terör örgütü üyesi olduğu iddiası ile tutuklanmasıdır. (Akçay’ın yazımıyla) PEKALA BU YAPILAN İŞLEM ADİL MİDİR? VE İNSAN VİCDANINA SIĞAR MI?… HANGİ ÖRGÜT ÜYELERİ İLE GÖRÜŞMÜŞ, HANGİ ÖRGÜT ÜYESİNDEN TALİMAT ALMIŞ, HANGİ ÖRGÜTSEL FAALİYETLERDE BULUNMAK SURETİYLE BU ÖRGÜTE YARDIM ETMİŞTİR VE BU KONUDA VİCDANLARI RAHATLATACAK BAŞKACA HERHANGİ BİR DELİL ORTAYA KONMUŞTUR.”

    Balyoz’da muhalif kalmıştı
    Karara şerh koyan Başkan Şeref Akçay, daha önce de Balyoz davasında tutuklanan 162 sanığın tutukluluğunun kaldırılması yönünde görüş bildirmiş ancak mahkeme bu görüşü de 2 ye 1 oyla uymamıştı.

    Cevapla

    • trekking Says:

      Bu veayet altında dedikleri CHP ‘nin, ordu’nun vesayeti altında dedikleri yargı da son kalan GERÇEKTEN ADI GİBİ ŞEREFLİ hakimlerden biridir. Bu yazı bir manifestodur. Başta Mehmet Baransu, Adem yavuz arslan ve bilumum yazarlar bir yerlerine assınlar bu manifestoyu. Tarih kayıt etti zaten yazdıklarını. Ama yetmez. Bumerang gibi tersine döndüğünde bu işler herkes yaptığının hasabını verecek.

      Cevapla

  17. bir diğer ihtimal Says:

    Tüm Türkiye izleniyor!
    Başmufettişten telekulak ifşaatı

    Kemal Göktaş
    ——————————————————————————–

    Trabzon savcılığınca yeniden başlatılan soruşturma kapsamında ifade veren Emniyet Başmüfettişi Levent Yarımel, telekulak konusunda büyük bir ifşaatta bulundu: Emniyet, Türkiye’de yaşayan herkesin görüşme kayıtlarına ilişkin bilgileri tutuyor, istediği kaydı silip değiştirebiliyor

    Hrant Dink’in öldürülmesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin ihmali olup olmadığına ilişkin soruşturma raporu düzenleyen Emniyet Başmüfettişi Levent Yarımel, Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yeniden açılan soruşturma kapsamında ifade verdi. Savcıya polisin telefon detay kayıtlarına ilişkin sistemini anlatan Yarımel, böylece telekulak konusunda büyük bir ifşaatta bulunmuş oldu. Başmüfettiş, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda talimatla verdiği ifadede Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nda kurulan sistemle ilgili çarpıcı bilgiler verdi:

    Bazı polislere şifre

    “İstihbarat Daire Başkanlığında bulunan bilgisayar sistemleri üzerinde ülkemizde bulunan tüm telefon şirketlerine ait (Telekom, Turkcell, Avea, Vodafone, araç telefonu vb) telefon adres kayıtlarının, telefon görüşme detaylarının, telefonun bulunduğu yer, (HTS) bilgileri tutuluyor. Başkanlıkta ve (81) ilde görev yapan istihbarat personelinden başkanlıkça şifre verilenler, şifresi ile istihbarat dairesi başkanlığındaki bilgisayar sistemine bağlanarak bir telefon numarasının, adresini, kimleri aramış, kimler aramış, telefonun nerede (HTS) olduğunun sorgulanmasını, Telefon Detayı Sorgulaması denir. Güvenlik amacıyla kimin, hangi numarayı, hangi tarih ve saatte incelediğinin tutulmasına “(LOG) kayıtları” denir. Bu sistemlere şifresi ile bağlanan personel, tutulan (LOG) kayıtlarının tarihini, kimin hangi numarayı sorguladığını değiştiremez ve değiştirmesi de mümkün değildir.”

    Bilgiler silinebiliyor

    “Örneğin Emniyet Genel Müdürlüğü Bilgi İşlem Dairesi bünyesinde bulunan POLNET VE EGMİNTERNET ağına görev yaptığı hizmet birimlerinde bulunann bilgisayarlarla şifresi ile bağlantı kuran personelin kullandığı bilgisayarın sistem tarihi ve saatini değiştirme yetkisi yoktur. İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndaki bilgisayar sistemlerine bağlanan istihbarat personelinin de örnekte izah edildiği gibi tarih ve saati değiştirme yetkisi yoktur. Çünkü böyle bir yetki tüm personele verilmiş olsaydı kayıtların tarih ve saatinde değişiklikler olduğunda bir telefon numarasını birden çok personel sorguladığında hata yapan personelin tespiti zor olacak ve kayıtların tutulmasının da bir amacı olmayacaktı. Ancak İstihbarat Dairesi Başkanlığında bilgisayar sistemlerinde görevli olan personel, bu kayıtları değiştirebilir ve silebilir.”

    JANDARMA’NIN İZNİ İPTAL EDİLDİ

    VATAN, Emniyet’e Türkiye genelinde iletişimi izleme yetkisi veren Mahkeme kararını 1 Haziran 2005’te Kemal Göktaş’ın haberiyle duyurdu. Mahkeme 25 Nisan 2007’den itibaren 3’er ay süreyle bu izni uzatmıştı. Jandarma ve MİT’in de benzer kararlar aldığı sonradan ortaya çıktı. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın Jandarma’ya verilen yetkinin kaldırılması için Adalet Bakanlığı’na başvurdu. Bakanlık ‘kanun yararına’ bozma talebiyle kararı Yargıtay’a götürdü. 9. Ceza Dairesi, 4 Haziran 2008’de Jandarma’ya verilen yetkiyi kaldırdı ve ‘Hiçbir kuruma demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan insanlar şüpheli görülerek ülke genelini kapsayacak şekilde yetki verilemeyeceğini’ belirtti. Ancak , bakanlık emniyetin aynı yöndeki iznini kaldırmak için Yargıtay’a başvurmadı. Bu sistemin yürütüldüğü, Polis Müfettişi Levent Yarımel’in ifadeleriyle ortaya çıkmış oldu.

    http://haber.gazetevatan.com/tum-turkiye-izleniyor/368519/1/Manset

    Ahmet Şık’ın kitabına göre, Gülen cemaati Emniyet içindeki örgütlenmesine Personel Dairesi’nden başladı. Ardından İstihbarat Dairesi. Çünkü İstihbarat Dairesi, teknik takip, izleme ve dinleme faaliyetleri konusunda son derece stratejik bir konumdaydı. Bunun için de yetişmiş insan gücüne ihtiyaç olduğu kesin. Kitabın buna dair de bir iddiası var: Işık Evleri’nde yetiştirilen gençler sistematik bir biçimde, polis kolejleri ve polis akademisine alındı. Bu gençlerin polis yapılması ve sonra terfi etmelerinde çeşitli oyunlar da söz konusu, kitaba göre. Sınav sorularının çalınması, hileli kuralar stratejik noktaları ele geçirmek için.

    http://haber.gazetevatan.com/imamin-ordusunda-neler-var/367908/1/Manset

    İşte ne kadar demokrat, ne kadar özgürlükçü bir noktaya geldiğimizin itirafı. Başka bir yorum yapma gereği duymuyorum.

    Cevapla

  18. Ayşe Says:

    Bana biraz acıtasyon gibi geldi.

    Cevapla

Olasılıksız için bir cevap yazın Cevabı iptal et