Sabah gazetesi, tıpkı geçen sene bu sıralar Taraf gazetesinin Baransu’nun bavulundan çıkan 11 no.lu CD’ye kayıtlı dijital Balyoz belgeleri üzerinden yaptığı haberlere benzer olarak, Gölcük’ten çıkan dijital Balyoz belgeleri üzerinden yanıltıcı haber yapıyor.
Bu blogda Gölcük’ten çıkan dijital belgelerin sahte olduğuna dair somut bulguları sunmuştuk (örnekler için buraya, buraya, buraya ve buraya tıklayın).
Şimdi, Sabah gazetesinin bugün yaptığı (ve Hürriyet gazetesi CNN Türk tarafından da atıfta bulunulan) haberi bölümler halinde inceleyelim.
Sabah gazetesi:
“Belgelere göre Balyoz hareket palanı hazırlık çalışmaları çerçevesinde Donanma Komutanı Ora. Örnek’in Ekim 2003 tarihli emri ile 1. Ordu Komutanlığı ile Donanma Komutanlığı arasında irtibatın sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için özel kuryeler görevlendirildi.”
Gerçekler:
(1) Ekim 2003’de Oramiral Örnek Donanma Komutanı değil, Deniz Kuvvetleri Komutanı. Bu tarihte 1. Ordu Komutanı ise Ağustos 2003’de emekli olan Çetin Doğan değil, Yaşar Büyükanıt. Dolayısıyla bu tarihte Örnek’in Donanma Komutanı olarak böyle bir emir vermesi mümkün değil.
(2) Bir an için, belgeyi hazırlayanın yanlışlıkla Ekim 2002 yerine Ekim 2003 olarak tarih attığını varsayalım. Ancak, Ekim 2002’de ortada ne Balyoz var ne de Suga. O tarihte henüz seçimler bile gerçekleşmemiş; devrilecek AKP Hükümeti ortada yok.
(3) Bu belgeyle sözde özel kurye olarak atanan S. Topuz, Eylül 2002 ortasından Ocak 2003 sonuna kadar TCG Gediz II.Komutanı olarak NATO Akdeniz Daimi Gorev Grubu olan STANAVFORMED’de görevli. Denizdeyken nasıl 1nci Ordu ve Donanma arasında özel kuryelik yapacak?
Sabah gazetesi:
“Balyoz darbe planı davası belgelerine göre yaklaşık 60 general ve amirallerin genç subaylar tarafından takip edilmesi emri 1. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan tarafından veriliyor. Çetin Doğan’ın bu emri dönemin Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek tarafından bütün donanma birliklerinde yerine getiriliyor.”
Gerçekler:
(1) Yalan. Sahte dijital belgeler arasında bile Çetin Doğan tarafından yazıldığı iddia edilen böyle bir emir yok.
(2) Gölcük’ten çıkan ve gazetede konu edilen dijital Word belgeleri; bu belgelerin imzalı ya da imzasız çıktıları yok. Word belgelerine bakarak emir “bütün donanma birliklerinde yerine getiriliyor” gibi bir haber yapmak gazetecilik ahlakına sığmaz.
Sabah gazetesi:
“Mesai sonrası izleme faaliyetleri Dz.Yzb. E.T. tarafından icra edilmiştir.”
Gerçekler:
Burada bahsi geçen belge (her ne kadar haberi yapan kaynak gostermemişse de) “Kasım raporu.doc” isimli bir Word belgesi (buraya tıklayın). Belgedeki ilgili bölüm aynen şöyle:
“Mesai sonrası izleme faaliyetleri Kasım ayı boyunca Dz.Kd.Yzb.B. Emre TOK tarafından icra edilmiştir. Mesai saatleri sonrası faaliyet programında sıra dışı bir ziyaret tespit edilememiştir.”
Aksaz Üs Komutanı’nı mesai dışındaki saatlerde takip ettiği belirtilen B. Emre Tok, bu dönemde TCG Trakya gemisinde Harekat Subayı. Peki, TCG Trakya nederede? Gölcük’te. (TCG Trakya 5 Ağustos 2002’de yapılan kuruluş değişikliği ile Gölcük’te konuşlandırılıyor.)
Gölcük’te (Kocaeli) görevli Tok, Aksaz (Muğla) Üs Komutanı Aksoy’u Kasım ayı boyunca şehirlerarası dürbün ile mi takip etmiș?
22 Şubat 2011 00:15
Zekice veya ihtimaldışı bir yorumda bulunayım.
Emre Tok; Paşayı Melekler kanalı izlemiş olmasın!!!!
22 Şubat 2011 00:31
Libya daki olaylar nedeniyle; kaddafinin oğlu Türkiye’yi suçladı. “Bu ülkeyi İtalyan ve Türkler’e bırakmayız.“ Hatta Libya yönetimi; “isyanlardaki kışkırtma ve isyan organizasyonların da Türklerin yer aldığınıve bazı Türklerin yakalandığı iddia ediyor.
Kim bu Türkler;
Orada çalışan ve yaşayan Türklerin; Libya iktidarını değiştirmek gibi bir sorunu olmaz ve olamaz.
Geriye bazı ihtimaller kalıyor;
1. Bazı CİA ajanların giriş çıkış kolaylıkları nedeniyle Türkiye pasaportu ile Libya’ya girmesi;
Ki böyle bir durumda ya pasaportlar sahte yada elimizi oraya da mı attık?
2. Afrikada okulları olduğu bilinen bazı cemaat mensuplarının isyanlar konusunda ABD ile işbirliği yapmaları veya kullanılmaları mı sözkonusu?
Enteresan olaylar oluyor çevremizde.
22 Şubat 2011 00:34
“Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an’dan bölümler” ne demek ?
Ümit METİN Dz.Kur.Yb. TCG GAZİANTEP Komutanı Hiristiyan mı ?
Bu metni yazan cemaat olmasın . Dil onların dili…
22 Şubat 2011 00:46
”2.Ramazan ayının ilk iki gününde Aksaz Üs Radyosunda Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an’dan bölümler yayınlanmasına izin vermiş (Tuğa.Ahmet AKSOY), ancak Kurmay Başkanı’nın itirazlarına dayanamayarak yayına son verilmiştir.”…
Çok ilginç…Müslümanların kutsal kitabı…CIA parmağı mı…Yoksa yurt dışında biraz fazla kalmış şakirt işi mi ?
22 Şubat 2011 10:28
Sevgili drunkenknight,
CIA bu kadar salak olamaz. Doküman, askeri gavur olarak gören bir zihniyete ait. Yazan yurt dışında mı ? içinde mi ? bilemem. Ama, kullanılan dil adres olarak cemaatin adamlarını gösteriyor.
22 Şubat 2011 16:57
CIA adına çalışan şakirtler peki?
22 Şubat 2011 17:35
“Bu metni yazan cemaat olmasın . Dil onların dili…”
Mesleğiniz cemaat uzmanlığı galiba…
22 Şubat 2011 20:04
Faiq Yəhyayev;
”…ancak Kurmay Başkanı’nın itirazlarına dayanamayarak yayına son verilmiştir…”
itirazlarına dayanamayarak….burası da oldukça tuhaf…
22 Şubat 2011 20:34
Cemaatin rolü konusunda kafam karışınca Samanyolu TV seyrederim. Aydınlanırım. “Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an’dan bölümler” diye yazan TSK’yı dinsiz diye belleyen cemaatin söylevi…
23 Şubat 2011 12:42
TSK nın dindarlığı konusunda şüphe yok zaten.
Seminerlerde cami bombalama talimi dindarlık konusunda kuşkuya yer bırakmıyor.
TSK’nın dine saygısı hakkında binlerce örnek var ama, meydanı boş bulmayın diye bir kaç hatırlatma:
-Eğitimin en ciddi problemlerinden biri olan baş örtüsü 28 şubat kararları ile kangrene dönüştü.
(29 şubatın TSK ile ilgisi olacağını ise hiç sanmıyorum)
-Imam hatipler ha keza…
-Dünyada ordusunda din görevlisi olmayan kaç ülke vardır?
Tamam arasıra birbirinizle geyik yapın ama, yani, geyiğin de bir sınırı var.
Gelelim cemaatin retoriğine,
”2.Ramazan ayının ilk iki gününde Aksaz Üs Radyosunda Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an’dan bölümler yayınlanmasına izin vermiş (Tuğa.Ahmet AKSOY), ancak Kurmay Başkanı’nın itirazlarına dayanamayarak yayına son verilmiştir.”
Bu sözü cemaat retoriğine ait olduğunu iddia edip bilgiçlik taslamak olsa olsa bir blogda olur.
Neyse, bir kaç hatırlatma:
kutsal sözcüğü 1950’li yıllarda veya belki biraz daha öncesi başkayan dil devrimi sırasında “mukaddes” sözcüğüne karşılık olarak önerilmiş bir kelime.
Bu tür kelimeler yani masa başında üretilmiş kelimeler, yada zorlamayla kabul ettirilmeye çalışılan kelimeler cemaatin lugatinde pek yer almaz.
“Müslümanların kutsal kitabı gibi” bir ifade size ne kadar yabancı geldiyse, en az 10 yılını cemeaatin içerisinde geçiren cemaatin diline ve osmanlıcaya vakıf olan bana da bir o kadar yabancı geldi.
Herkes istediğini söylemekte özgür. Ama bir kelimeye, cümleye bakarak size iftira atsalar ne hissedersiniz? CDlerde tutarsız bilgiler var, e o zaman cemaatin işi! Allah kabul etsin!
23 Şubat 2011 13:06
“Müslümanların kutsal kitabı ” ifadesi elbette size yabancı gelecek. Bu sözü müslüman olan birisi diyer bir müslümana söylemez . Kim söyler ? TSK’yı dinsiz olarak belletmek isteyen söyler. Samanyolu TV’yi ergenekon davasının başlangıcında bol miktarda izledim. İzledikçe aydınlandım…
23 Şubat 2011 13:58
Sevgili Faiq, Sen yazdikca daha da ilginc bilgiler ortaya cikiyor. Cemaat’la olan organik bagini en azindan acikca yazdigin tesekkurler. Senin gibi bazi medya, adliye ve emniyet mensuplari da acikca baglarini yazsalar, en azindan seffaflik saglanmis olur. Madem, cemaat’in icindensin sana bir kac soru:
1- Cemaat’in (Emniyet, Adliye vs gibi diger kurumlarin yaninda) Askeriye’ye olan 40 yillik ilgisi herkesin malumu. Bu okullardaki ogretmen kadrolasmasi, sinav sorularini sizdirma iddialari dahil. 40 yildir da TSK bu sizmaya karsi mucadele ediyor. (saniyorum artik pek de basarili degiller) Eger Cemaat bu kadar israrla TSK’ya sizmaya calismasa, sence Askeriye’de bu kadar “Irtica”, “Basortusu” vs. paranoyasi olur muydu? (malum hayat etki ve tepki ile sekilleniyor)
2- Ileride, Balyoz davasina bakan Savci, Hakim ve Emniyet gorevlilerinin (hatta bazi gazetecilerin) Cemaat’le baglantisi ortaya cikarsa, bu davalarin kamu vicdanindaki durumu ne olur?
3- Cemaat’e herhangi bir elestirin var mi? Balyoz davasi saniklari dahil, TSK’yi koru korune savunmuyor. General sayisi, 28 Subat surecindeki ayak oyunlari dahil konularda eminim bir suru insan sana katilir. En azindan Zaman gazetesinin yaptigi sayisiz yalan ve carpitilmis haberi hakkinda bir elestirin var mi?
4- Oncelikle bavul ve cuvallar dolusu belge var diye ortaya cikan “Balyoz Tertibi”nin, sonunda kimin hazirladigi belli olmayan sadece 3 CD’ye (icindeki mantiksizliklar da herkesin malumu) baglanmis olmasini “hayatin normal akisi” icinde nasil acikliyorsun? (Burada ilk bavulun buyuk bir kisminin 80 sonrasi askeri yazismalar oldugu, cok da bahsi gecen ses kayitlarinin dava’da, delil olarak kullanilmadigi aciklandi.)
5- “Hasim”larinizi alt etmek icin, her yol mubah mi? Hanefi Avci’nin komunist olduguna inaniyor musun?
23 Şubat 2011 15:47
Ben kendi adıma konuşabilirim ancak. Organik bağım olduğunu söyleyemem bu gün için, ama gönül bağım olduğunu söyleyebilirim. Sadece bugün ve bu dava bağlamında değil, şeffaflık her zaman olumlu olabilir. Türkiyede inançlarını ve kökenlerini gizleyen o kadar çok kişi var ki. Bilseniz çok şaşırırsınız. Bence herkes açık olsun ve kimse ön yargılı davranmasın.
1-Ordunun dini konulardaki tavrının cemaat nedeniyle oluştuğunu varsaymışsınız.
a) Ordunun savunma dışında herhangi bir konuda herhangi bir tavra sahip olma lüksü yok. Sadece Türk ordusu değil dünyadaki hiçbir ordunun böyle bir lüksü yok. Yani ordular herhangi bir dine karşı olmazlar bu bir ikincisi bunu ortaya da koymazlar. Hele bu din kendi ülkelerinin dini ise. Laiklik gibi konularda kafa yormaları gerekenler sivillerdir.
b)Anakronizm ikinci çelişki bu eleştiride, neden sonuç ilişkisi de var tabii. Yani cemaat yokken 1960 ve 1971 de darbe oldu bu tarihlerde cemaat yoktu ortada. Şimdi bilen bilmeyen cemaat uzmanı kesildi. Ordunun din özgürlüğü dahil bütün özgürlükler konusundaki tavrı hep aynı idi. Yani bu özgürlük karşıtı tutumlar bir tek cemaatin değil bütün cemaatlerin güçlenmesini sağladı. Cemaatlerin davaları konusunda argümanlarını güçlendirdi. Cemaat askeri bu hale getirmedi, tam tersi oldu, kısaca.
Yani türkiyedeki askeri ve sivil baskı cemaatlerin güçlenmesini sağladı. Bu çok net.
2- a)Şimdi ortada bilgi kirliliği var, yanlış yere suçlanan insanlar olabilir, ama sanki ortadaki delillerin hepsi yanlışmış gibi bir hava estiriyor bazıları. Yani bir tane değil 2 tane yandaş var. Bütün adamlar cemaatin adamları vs bunlar saçmalık.
b)Soru: “Savcı, emniyet müüdürlerinin cemaatle bağlantısı ortaya çıkarsa ne olur?”
İnsanların anlamadığı şey şu, 1960 darbesinden beri süregelen bu ortamda sabrı taşmış bir kitle var ortada. Bütün islami kesimi “aynı cemaat” sanıyorsanız yanılırsınız (tabii islam cemaati olma açısından doğrudur). Yani bütün muhafazakar medya, hatta bir çok ülkücü de bu davalara çok önem atfediyor. Hatta artık karamehmetin akşamı, ve hatta HT vs. yani bunların hepsi cemaat mi? Şimdi tersinden bakın olaya, aslında diğer kesimin hedefinde herzaman cemaat vardı ve balyoz cemaate karşı planlandı. Yani bu çatışmayı başlatan cemaat değil. O yüzden bugün herkesin dilinde cemaat aşağı cemaat yukarı. Sadece cemaatin yayın organları yayın yapmıyor, ama marka olarak cemaat vurgulanıyor, bu da işte sizin söylediğiniz imajı oluşturmak için.
Özetle: Şu anda cemaatin adının çok sık duyuluyor olmasının nedeni, aslında hedefte cemaatin olması. Başkaları yapsa bile kasıtlı olarak cemaate maledilerek sizin söylediğiniz imajı oluşturarak bu “yenilgiyi” zafere dönüştürme çabası.
3-a) Cemaat topluluk demek. Etten kemikten insanlardan oluşuyor. İnsanlar hata yapabilir. Hataları olanlarda hukuk önünde hesap verir. Nokta. Nasıl bir kaç kendini bilmez ordunun tamamını temsil etmiyorsa, cemaatlerin içinde hata yapanlar cemaati temsil etmez.
b) Ergenekon ve balyoz davalarının ortaya çıkması ve kamu oyuna mal olması sürecindeki demokratik harekete destek olan herkes bu ülkeye tarihindeki en büyük katkıyı yapmıştır. Bana göre. (dava sürecinde sorgu, soruşturma hataları yargının genel sorunlarıdır ve bunlar hep vardı, şu anda sanık sandalyesinde oturanlar, zamanında hukuka saygılı olsalardı bu tür sorunlar çok önceden çözülmüş olurdu)
Düşünsenize 5 sene önceki halimizi, bir kıyaslayın:
-Üst rütbeli bir asker hükümeti uyardı!
-Malatyada faili meçhul cinayet.
-Yarın kritik MGK toplantısı.
Kimsenin orduyu eleştirmesi mümkün değildi. “Halkı askerlikten soğutma” gibi Musoliniden alınma kanunlarla askeri mahlemede yargılanırdı, gazeteciler.
Çok ilginç HT’de alevi bir Albay alevi olduğu için terfi ettrilmediğini anlatıyordu. Sizce 5 sene önce bunlar olabilir miydi? (Bakın özgürlük herkes için!)
c) Cemaat yada birey hepimiz bu toplumun içinden çıktık. Hepimiz aynı eğitim sisteminden geçtik. Aynı orduda askerlik yaptık. Dayak yedik. Bu toplumda iyi yada kötü ne varsa özümsedik.
“Eğer böyle yayın yapmak kötü ise biz de bunu 28 şubatlarda öğrendik”
Hatırlayın cumhuriyet mitingleri sırasındaki dezenformasyonu….
Sanıyorum olay şu, bangır bangır söylenmezse halk anlamıyor. Herhalde o yüzden böyle bir medyamız var. Ama bir de olayın başka bir boyutu var; Bugünün türkiyesinde savcının genel kurmay başkanını çağırıp delilleri topla getir, hukuka yardımcı ol deme lüksü yokki. Olayı dramatize etmeden yargı safahati ilerlemiyor.
Yani senin yada başkalarının bu dava ile ilgili eleştirileri aslında Türkiye’nin sorunlarıdır. Bu hukuk Türkiyenin hukuku. Bu medya Türkiye’nin medyası. Canı yanan sadece karşıdakinin hatalarını görüyor.
Zaman, Samanyolu ve bir kaç gazete olayın unutulmasını engelleyerek Ergenekon ve Balyoz davalarının ilerlemesine pozitif katkıda bulundular. Bu dava da susurluk gibi unutlup gitseydi İyi mi olurdu?. Gerçeğe aykırı beyanda bulunmuşlarsa bunlar o yayını yapan kişinin kendi hatasıdır.
4-Nasıl ve neden içerisine çelişkiler eklendiğini ben bilemem. Şu anda bilen fazla kimse de yok. Davada delil olarak şu anda yada ilerde ne kadar etkisi olur bilemem ama, ses kayıtları kamu vicdanındaki mahkemede önemli bir delildir. Zamanın ne getireceğini bilmiyoruz. Yarın bir çuval başka belge çıkmayacağını bilemeyiz. Yada vicdanının sesini dinleyen askerlerin tanık olup olmayacağını bilemeyiz.
Bu CDler dava seyrini değiştirmek için, başkalarını hedef tahtasına oturtmak için eklenmiş olabilir. Kimbilir belki savcıların elinde başka deliller vardır belki şu an için dosyaya koymamışlardır (Bu benim tahminim sadece)
5-İnanan bir insan için böyle bir ilke olamaz. Ama avcı yanlış şeyler yaptı. Avcı hasım değildi basından takip ettiğim kadarıyla. Cemaatle ilişkisi vardı. Oğlu cemaatin okullarında okudu. Ama bir anda tersine döndü. Büyük bir şehre emniyet müdürü yapılmayacağını anlayınca…. Bir de iddaya göre bir terör örgütüne kripto cihazı vermesi var. Belki kalkan olarak, gidip ergenekoncularla birlik oldu. 2-3 yazara hızlı birşekilde bir kitap yazdırıldı ve cemaatin hedef tahtasına oturtulmasına destek oldu. Yani makyevelist davranan Avcı değil mi?
Bu süreçte, şunu unutmamak lazım: AKP cemaat değil! Bu tasarrufta bulunan yargı ve hükümet.
Vel hasıl:
Bu dava süreci başlamadan çok önce, 28 şubattan sonra, türkiyede bir kesim çok açıktan ve anlamsız bir şekilde cemaate yüklenmeye başladı. Her yerden FG uzmanları çıkıyordu. Bir sürü ipe sapa gelmez kitaplar yazdılar… Bunların hepsi planlı dezenformasyon hareketiydi. Şu anda baskıdan şikayet edenler, demokrasi bekleyenler o zamanlar bu dezenformasyonu yapanlardı. Niye böyle bir şeye kalkıştılar bunu anlamak imkansız. Hatta 28 şubatın pimini çeken Ali Kırcanın E.ORG. Kemal Yavuzla yaptığı özel bir siyaset meydanı idi. Ve şimdi gizli yapılmış kayıtları, görüşmeleri yayınlamıyoruz diyenler, TVDen üzerinde ekleme, kes kopyala yapıştır yapılarak üretilmiş bir CD’yi yayınlamıştı. Ve 28 şubat bir CD ile başladı.
Bu bir savaşsa bunu cemaat başlatmadı!
Bu savaşın kuralını dezenformasyon olarak cemaat koymadı!
Oyunun kurallarını belirledikten sonra cemaat bu oyuna zorlandı. Ve bu günlere geldik.
Ve hala: “Evet biz anti demokratik davrandık, şu şu hataları yaptık demeyen ve rövanş arayışları ile ‘keser döner sap döner’ gibi imalı hatırlatmalar yapan ve bu savaşı devam ettirecekleri algısını doğuran insanlar az değil.”
23 Şubat 2011 16:04
Birkac cevap da ben yazayim o zaman:
….
Düşünsenize 5 sene önceki halimizi, bir kıyaslayın:
-Üst rütbeli bir asker hükümeti uyardı!
-Malatyada faili meçhul cinayet.
-Yarın kritik MGK toplantısı
…
Demissiniz. Simdi ust rutbeli asker hukumeti artik uyarmiyor evet. Bu guzel, zaten olmasi gereken de bu. Yalniz faili mechuller bitti gibi bir iddia bana zorlama geliyor. Bugun icinde cemaatci polislerin oldugu bir Hrant Dink cinayeti var onumuzde. Iki adim ileri atilabilmis degil. Sebebi cok basit, ergenekon operasyonlarini yoneten; delilleri ‘ureten’; basina ve internete ilgili ilgisiz her turlu yalan-dezenformasyon urununu yayan yine cemaatci polis. Bu baglamda ben bir geriye gidis goruyorum demokrasimiz adina. KCK operasyonuna da bakarsaniz ayni seyleri goreceksiniz. MGK toplantilari bildigim kadariyla devam etmekte. Hukumet toplantilara devam ettigi gibi eski darbeci generallere kursun gecirmez araba hediye etmekle de mesgul.
…..
Davada delil olarak şu anda yada ilerde ne kadar etkisi olur bilemem ama, ses kayıtları kamu vicdanındaki mahkemede önemli bir delildir.
….
Demissiniz. Valla onu cok iyi bilmiyorum da balyoz davasindaki delillerin sahte oldugu ve sucsuz insanlarin bosu bosuna ve bir intikam operasyonu ile icerde tutuldugu da “birilerini” kamu vicdanindaki mahkemede fena halde mahkum edebilir.
Cemaat TSK’yi bitirme pesinde degil, sadece donusturme pesinde. Ne zaman ki TSK ‘Muhammedan Ordusu’ olur, o zaman cemaat bu isin pesini birakir. Yoksa “cemaat ve demokrasi” ancak ve ancak “Kenan Evren ve demokrasi” kadar deger tasimakta.
Saygilarimla
S.H.Magamedov
23 Şubat 2011 23:20
1)Bu savaş, İstiklal savaşında da vardı. Balyoz davası tutuklularından JandarmaKurmay Albay Mustafa Önsel’in dediği gibi ” Bu savaşta Sakarya Savaşı çok öğreticidir. Sakarya Savaşı’nda bu ordunun yüzde 40’ı kaçmış, ilginçtir ki yüzde 60’ı da savaşmıştır. Biz, savaşan dedelerin torunuyuz. O savaşta kaybedenlerin torunuyla savaş şimdi başlıyor.” Yani aslında bu savaş hiç bitmedi.
2) ” 1960 darbesinden sonra sabrı taşmış kitle”. Bu darbeler’e bütün cemaatler duacıdır. O sayede bu kadar cemiyet hayatı içinde yayıldılar. Üstelik darbelerden en az zararı görenler cemaatlerdir. 1950 den sonra başlayan karşı devrim süreci, bugün hızlanarak devam etmektedir. Bütün sağ iktidarlar bu durumun başsorumlusudur. Oy için, hep cemaatlere şirin görünmüşlerdir. Her dönem cemaatlerden bakanlar atanmıştır.
1980 darbesi, Türkiye’nin tam bağımsızlığını savunanları ezmiştir. o Dönem dağpıtılan el bildirilerinde “Halkımıza” başlığıyla peygamberimiz’in hadislerinden örnekler verilerek, Komünistlere karşı orduya destek verin” çağrıları yer almıştır.
O çok konuşulan 28 Şubat süreci de, cemaatlerin değirmenine su taşımıştır. İşte ortada 28 Şubatçılar neden hesap sorulmuyor.
3) “Malatya da faili meçhul cinayet”. Sanki bugün faili meçhuller yok mu. Daha bugün Sezgin Tanrıkulu açıkladı. 8 yıllık süreçte 116 faili meçhul var.Yargısız infaz, dur ihtarı, rastgele ateş açma sonucu 367 kişi hayatını yitirmiş. 8.710 kişi işkence görmüş. 87.513 kişi gözaltına alınmış. Yani bugün de değişen bir şey yok. Peki geçmişte daha çoktu mu diyeceğiz yani. Bu mudur?.
4) Zaman, samanyolu, ve o bir kaç gazete, süreci sadece sulandırmaya çalışmışlardır. Bu davalar’ın binlerce sayfadan oluşması, zaten adaletin tecelli etmesinin istenmediğinin göstergesidir. Uzayıp giden sureçler davaları baltalar.
23 Şubat 2011 22:49
1) Seminerde cami bombalama ile ilgili tek bir satır bile yoktur. Cami Bombalama eylemi digital ortamdaki dökümanlarda mevcuddur. Ve gariptir ki, 5-7 Mart 2003 tarihinde ki seminerden önceki tarihte gerçekleştirilmiş olması gerekirdi. Ancak ne hikmetse, seminer de bununla ilgili tek cümle yoktur.
2) Başörtüsünü kangrene dönüştüren, onu siyasal simge haline getirenlerdir. Sizler ortaya çıkmadan önce de, bu memleketin böyle bir sorunu yoktu.
3) Din görevlisi olmayan tek ordu. Bir önceki yorumda yazmışssın. Bilmem ne kadar general var diye. Her garnizon da, karakolda bir de din görevlisi mi olucaktı.
4) Halil Bey’e aynen katılıyorum. Müslüman’dan müslüman’a hitap şekli değildir o. Ancak Ordu’yu “Münafık” görenlerin dilidir.
23 Şubat 2011 23:18
“Müslümanların kutsal kitabı olan …” ifadesi daha çok bir konuyu yabancılara anlatırken kullanılır. Bence bu ifadeyi yazan kişi yurt dışında çok kalmış ve Kur’an’dan bu şekilde bahsetmeye çok alışmış. Aynen diğer birtakım belgelerde de Ek-X gibi bölüm isimleri kullanıldığı gibi: https://cdogangercekler.wordpress.com/2010/07/30/balyoz-iddialari-ve-askeri-bilirkisi-heyeti-raporu/
Sahte belgeleri bile yurtdışında hazırlayanlar, düşünürken “İngilizce” düşünenler kimler olabilir bir fikri olan var mı?
23 Şubat 2011 23:22
Cemaatin altın teneke çoçuklarıdır.
23 Şubat 2011 23:23
Tenekeyi altınla kaplasanız bile o Teneke’dir.
24 Şubat 2011 00:30
Buna benzer baska bir grup ifadesel tuhafliga OdaTV kapsaminda bulunan belgelere istinaden Altan Bey dikkat cekmisti. O bunun adini tribunlere oynamak diye koymustu sanirim:
“fmeraklı,
“Eger yukaridaki ifadeler dogru ise” bende IQ seviyesi bayağı düşük bir şakirtin milletin zekasiyla dalga geçtiğini düşünürüm.
Acaba kendi aralarında bir cümleye en fazla ergenekoncuyu kim sığdıracak diye bir yarışma mı yapmışlar? Maaşallah 3 cümlede Sabih’inden Doğu’suna, Nedim’inden Hanefi’sine hepsi elden geçmiş.
Paragrafı okuyunca tamamen tribunlere yönelik yazıldığı izlenimi veriyor. Yazanlar ayrıca -kafalarının- parmak izini bırakmışlar. Üstelik 3 cümlede 50 tane mantık hatası da cabasi.
> Referandum sürecinde cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı.
Eee zaten Soner bunu hep yapiyor, koskoca Soner Yalçın’ı tetikçi yandaş gazeteciler gibi YIPRAT komutu mu bekleyecek? Kurulduğu günden beri cemaat hakkında yazıyor. Soner’e bu şekilde bir direktif vermek hakkaten zekasına hakaret.
Ama bu cumleyi tersine çevirirsek cümleyi yazan hakkında enterasan bir resim çıkabilir:
“Referandum sürecinde hanefi yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı” derseniz yandas medya tetikcilerinin bir anda sanki bir yerden emir gelmis gibi Hanefi Avci’yi itibarsizlastirmaya operasyonuna nasil basladiklarini daha iyi anlayabilirsiniz.
Paragrafin birinci cumlesi ile gerisi mantiksal acidan uyumsuz. ilk cumlede Avci’nin kitabinin yazilmaya baslandiktan sonra bir zaman dilimi soz konusu fakat ikinci cumleden sonra sanki kitap yazdirilmasi fikrinin tartisildigi -yani yazima baslanmadan onceki bir zaman dilimi- izlenimi aliniyor.
Hanefi kitabi yazmaya basladigina gore “teklif etmesi önemli” niye desin, teklif etmis sende kabul etmissin, adam yazmaya baslamis.. Yine “Hanefi kullanilmali” derken zaten kitap yazdirarak kullaniyorsun veya kitap yazmasi zaten kullanildigi anlamina geliyor, niye “Hanefi kullanilmali” demek zorunda hissediyorsun, kasinda geri zekali mi var?
Senaryo biraz aceleye gelmis gibi gozukuyor, her turk filminde olur boyle seyler, izlemeye devam.
Dursun Çiçek’in yazdığı söylenen planda da ‘kara propaganda yapılacak’ deniyordu. Bir grubun kendi davası hakkında ‘kara’ demesi garibime gitmisti. Pentagon bile öldürdüğü sivillere colleteral damage falan gibi kibar nitelemeler yaparken ‘kara propaganda’ lafı bana sanki cemaate toz kondurmadan tribunlerin anlacağı şekilde yazıldığı izlenimi doğurmuştu. Bilmem sizde aynı izlenimi aldınız mı?
Yorum tarafından Altan Alpay — 20 Şubat 2011 @ 11:51 | Cevapla ”
Butun tartismaya (Fmerakli ve digerlerinin soylediklerine bakmak isteyen) su linkten tamamina ulasabilir:
https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/02/18/odatv/#comment-4277
22 Şubat 2011 06:10
İtirafçı general mi?
Komutan odasının içinde dönüyor ve bir yandan da, “Biz gavur ordusu muyuz?” diye söyleniyordu. Burnundan soluyor, “Hücuma Allah Allah diye kalkan bir ordu, nasıl camilerini bombalar” diye soruyordu.
Türkiye’nin Balyoz Darbe Planı haberiyle sarsıldığı bir gündü. Kendi camilerini bombalayan, kendi savaş uçağını düşüren, kendi halkını kışkırtan, kendi tesislerini vuran dört dörtlük bir darbe planıyla karşı karşıyaydık.
Tarihi bir günde ben Genelkurmay Karargahı’ndaydım.
O gün de yazmıştım. “Böyle bir şey yapılmadı” denilemiyordu. “Yapılamaz, kabul edilemez” denilmekte yetiniliyordu.
Balyoz Darbe Planı üzerinden Türkiye müthiş bir hesaplaşma yaşıyor. Balyoz tutuklusu generallerin arkasına, Genelkurmay Başkanı Koşaner’in istifa tehditlerine sığınanlar, yargılama süreci başlayınca ortaya dökülecek olan yazışmalardan korkuyorlar.
Zehirlenme ihtimaline karşılık yemeğini, sefertasında getiren Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün Ayışığı, Sarıkız gibi darbe girişimlerine karşı durduğu dönemde, Balyoz Darbe Planı’nın uygulanmasını engellemek için müthiş bir mücadele de veriliyor.
Sabah Gazetesi’nden Mutlu Çölgeçen, Çetin Doğan’ın general ve amiralleri izletmek için oluşturduğu istihbarat birimini ortaya çıkardı.
12 Mart’ın simgesi olan Ziverköy işkenceleri sırasında Faik Türün Paşa’nın genç yaveriydi Çetin Doğan. Darbe stajını ise 28 Şubat sürecinde kurduğu, “Batı Çalışma Grubu” ile yaptı. Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’e ayıplı mesajı gönderen kişiydi.
Darbe girişimlerine karşı durduğu için Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e, “Hilmi’nin de 4 yıldızı var, benim de. Toplarım o yıldızları…” diye mesaj gönderebilecek kadar pervasız bir isimdi.
Tatbikatta Balyoz Darbe Planı’nın görüşülmesini engellemek için yaptığı tüm girişimler başarısız olunca Aytaç Yalman gerçekleri Özkök Paşa’yla paylaşıyor. Levent Ersöz’ün, “Orgeneral Yalman’a ağır kaçacak ama 2003-2004 yılında komutanların hepsini vaktiyle satan bir adamdır” dediği olay bu. Ancak onun devamı var. Balyoz sürecinde edindiğim bir bilgiye göre, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, 1. Ordu’daki hareketliliği takip etmesi için bir birimi harekete geçiriyor.
Kolay değil, bir darbe planının uygulamaya geçirilmesi engelleniyor.
Aralarında emekli kuvvet komutanları ile 31 generalin bulunduğu TSK mensubunun tutuklanması için eldeki delillerin güçlü olması gerekiyor.
Balyoz sürecinin TSK içinde bir geçmişi var. Bir mücadele süreci yaşanmış. Eğer birileri çıkar yaşananları itiraf ederse, bugün kıyameti koparanlar ne yapacak merak ediyorum.
Tatbikat yapılmadan 1 yıl önce yani 6 Ağustos 2002 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo”nun 1.Ordu Komutanlığı’ndaki tatbikatta görüşülmemesini isteyen yazıyı yazıyor. Ve iç tehdidin yer almadığı sadece Yunanistan’la savaşı içeren bir harp oyunu olan, “Egemen Harekat Planı”nın esas alınmasını istiyor.
1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, dış tehdidin iç tehditle desteklenmesi konusunda ısrar edince, bu kez 2 Kasım tarihinde “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryonun” görüşülmeyeceğini bir kez daha emrediyor.
Peki ne oluyor?
Çetin Doğan, savaş alanında, “geri bölge emniyeti”nin de alınması gerektiğini belirterek, iç tehditle dış tehdidin iç içe geçtiği senaryoyu gündeme alıyor ve bunu 12 Aralık 2002 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bildiriyor.
Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı ise İlker Başbuğ…
İlk Balyoz tutuklamaları üzerine Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un bir araya geldiği toplantıda, kurmay başkanı olduğu dönemde Başbuğ’un, Çetin Doğan’ın oturumu yönetirken, resmi ve yasal çerçevenin dışına çıktığına dair imzalı raporunun gündeme geldiği Hürriyet Gazetesi’nde Metehan Demir tarafından yazıldı.
Genelkurmay bunu yalanladı, Hürriyet haberinin arkasında durdu, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Ahmet Sever’den ise yalanlamayan bir doğrulama geldi.
Seminere gözlemci olarak katılan Kurmay Albay Hasan Durak’ın 19 Mart 2003 tarihinde sunduğu raporda ise, “Seminerde sıkıyönetim ilan edilmesi, milli mutabakat hükümeti, MİT Müsteşarlığı’na bir askerin atanması gibi” ayrıntıların konuşulduğu yazıldı.
1.Ordu’da görevli daktilograf Sevilay Bulut ve Melek Üçtepe’nin açıklamaları ise tarihi nitelikte. Yazışmaların resmi yazışma usulüne uygun olduğunu belirtiyor, CD’lerin üzerindeki el yazılarının kendilerine ait olduğunu söylüyorlardı.
Tüm bunlardan sonra asıl bombayı sona sakladım. Balyoz sanıkları arasında yer alan bir generalin itirafta bulunabileceği belirtiliyor. Sadece Balyoz Darbe Planı değil, kritik dönemlerde karargahta görev yapmış bir generalden söz ediyorum. Bununla ilgili resmi prosedürün henüz başlatılmadığını biliyorum. Belki o general vazgeçecek belki mahkeme gerekli görmeyecek. Ancak sansasyona meraklı bir gazeteci olmadığım bilinir. Böylesine önemli bir bilginin ne anlama geldiğini bilecek kadar da mesleki tecrübem var. Ayrıca tanıkları korumak yargının en önemli görevidir. Bizim için ise aynı zamanda insani ve mesleki bir sorumluluktur. Hayati tehlikesi olabileceği ihtimalini gözönünde bulundurarak isim telaffuz etmem mümkün değil ama böyle bir eğilimin söz konusu olduğunu belirtebilirim. Yaşanacak şoku ve ortaya saçılacak gerçekleri tahayyül edemiyorum.
22 Şubat 2011 06:30
Bundan sonra koptum:
Altına yorum yazdığınız blog girişi da tam Mutlu Çölgeçen’in bu yazısındaki hataları ortaya döküyor. Daha fazla söze gerek var mı?
Keşke somut deliller çıksa, birileri konuşsa da yalan haber yapmaya, sahte delil üretmeye gerek kalmasa. Balyoz neymiş ne değilmiş ortaya çıksa. O zaman sonuna kadar arkasında olurdum bu yargılamanın. Bu haliyle ortaya çıkan tek şey yargının siyasetin elinde oyuncak olduğu, sadece dizginlerin el değiştirdiği. Darbe dönemlerini aratmayan bir hukuk süreci içerisinde gerçek darbeciler elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor.
İyi seyirler …
22 Şubat 2011 15:42
Arkadasim Balyoz varsa eger ve gercekse bu insanlar hak ettikleri cezayi alsinlar. Ama su ana kadarki deliller olmadigi yonunde ciddi emareler veriyor. Buna ragmen 163 kisi tutuklu au anda ve ne zaman cikacaklari belli degil.
Su soylediklerinizde dedikodu disinda bir sey goremedim ben.
22 Şubat 2011 16:45
U.Atalay,
Yukardaki metinde, en azından henüz doğru olmayan-belgeye dayanmayan hikayeler var ve ancak bu blogda, senin de aktardığın metindeki bir kısım hikayeleri ve bir çok delili bertaraf eden, geçersiz kılan, sahte olması gerektiği sonucuna vardıran BELGELİ İSPATLAR var.Şimdi durum bu kadar aleni iken, senin yazdığın metinden biz ne anlayalım ? ne sonuç çıkaralım ? Belgeye dayalı bilgileri,aklımızı kenara bırakıp , hikayeleri doğru kabul edip,onlarımı esas tutalım ? Haa ! Evet, durum bu, deliller sakat,sahtelik var ama, “bu kadar sinek de yanılıyor olamaz ya” seçeneğine mi geçelim ?
22 Şubat 2011 17:11
“1.Ordu’da görevli daktilograf Sevilay Bulut ve Melek Üçtepe’nin açıklamaları ise tarihi nitelikte. Yazışmaların resmi yazışma usulüne uygun olduğunu belirtiyor, CD’lerin üzerindeki el yazılarının kendilerine ait olduğunu söylüyorlardı.”
11.CD hariç, diğer CD lerdin üzerindeki yazıların kendilerine ait olduğunu ifade ettiler. 11.CD nin üstünde Sevilay Bulut ve Melek Üçtepenin herhangi bir yazısı yok. Olayları çarpıtıp bilgi kirliliği yaratmaktasınız. Yazdıklarınızın nesine inanalım ki? Zaten böyle olmuş olsa idi, burada Cetin Doğan savunanların hepsi, ben başta olmak üzere Çetin Doğan suçlardık.
22 Şubat 2011 17:31
_zaten daha sonra da Cd üzerindeki yazıların Süha TANYERİ ye ait olduğu Emre USLU tarafından uzman ismi verilmeden ispatlanmıştı (!!!)…
22 Şubat 2011 15:12
Hepaynı teraneler. Mutlu çölgecen ortaya çıkardı.
Metehan Demir tarafından yazıldı. Genelkurmay yalanladı. Ama Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü yalanlamadı.
(En can alıcı yer de aşağıda)
Kritik dönemlerde karargahta görev yapmış bir general. Belki o general vazgeçecek veya belki mahkeme gerekli görmeyecek.
Tam çadır tiyatrosu.
İki tipleri var bunların. Birincisi Nostradamus gibi her olayın içinde yer alanlar. Her türlü bilgiyi alanlar. Bu bilgi kesin vahiy yoluyla geliyordur bunlara. Daha neler olucak neler. Nerelerde daha ne belgeler çıkacak. Daha kimler kimler tutuklanacak. Hepsini bilirler.
İkinci tipler de sade suya tirit demokrat görünmeye çalışanlar. Geçmişteki demokratik olmayan eylem ve düşünceler karşısında seslerini çıkarmayanlar. Tatlısu demokratları. Ama dün siz de falan falan işkence görürken, yargılanırken ses çıkarmadınız diyenler. Yazılarında hep başkalarından alıntı yaparak o ortaya çıkardı, bu belgeledi diyenler.
Bizi derdimiz, balyoz yoktur. Asla ve kat’a böyle bir şey olmamıştır demiyoruz ki. Ancak 28 Şubat çılar ortada iken, Ben yazdım ben oraya koydum diyenler ortada iken, plan aşamasında kalmış bir darbe için evet vardır olmuştur diye niye bir taraflarını yırtmaktadırlar.
22 Şubat 2011 16:55
”…plan aşamasında kalmış bir darbe için….”
_Bu blogta defalarca çürütülmüş deliller varken,savcılar delilleri adli emanete gömerken,hakimler sanık avukatlarının delillere ulaşımına engel olurken,emniyette cep telefonuna ekleme yapılırken,adalet bakanı ve başbakan tüm bunları seyirci gibi izlerken,hükümetin bakanları milletvekilleri suçluluğu ispatlanmadığı halde tüm sanıkları kafadan mahkum etmişken,yandaş medya her türlü yalanı ve karalamayı sızdırılan belgelerle yaparken…vs…Sözde Balyoz darbe planına inanmak çok safça olur…
_İnandığım birşey varsa o da ;
Türk Silahlı Kuvvetleri geçmişinde yapılmış olan darbelerin şuan bedelini ödemektedir…ve bu öyle bir zamana denk gelmiştir ki…siyasi islamın elinde oyuncak olmuştur…
22 Şubat 2011 19:51
Sevgili drunkenknight, vurgulamak istediğimi tam ifade edememişim. Yoksa yazdıklarına ben de katılıyorum. Zaten balyoz planına şüphe ile bakmamın en büyük nedenidir o saydıklarınız.
22 Şubat 2011 20:14
Yalnız şunu da vurgulayayım. Ben geçmişte yapılmış olan darbelerin bedeli’nin ödetildiğini düşünmüyorum. Öyle olsa 12 eylül başta olmak üzere, 28 Şubat’cılar dan ve e-muhtıra cılardan bedel ödetilirdi diye düşünüyorum. Ama onlara dokunulmuyor. Ve Üstün hizmet madalyası veriliyor.
Bu son tutuklamalar ve diğer başka davalar da tutuklanan muvazzaf subaylar gözönüne alınırsa Ordu’nun gelecek teki komuta kademesinin şekillendirilmeye çalışıldığı nı düşünüyorum.
Bu tutuklanan Generallerden birinin kardeşi(denizci), “Abim Gemi yapımında dışa bağımlılığı azalttık, %70 yerli malzeme kullanıyoruz ve bundan da onur duyuyordu” demişti. Bu kadar çok Denizci’nin bu işin içinde olması gerçekten ilginç. Yine Karadeniz de ABD’nin çıkarlarına ters gelen UYUM programı çerçevesinde de düşünülmeli.
Zaten bu süreçlerin asıl başlangıcı 1 mart tezkeresi. Dönüp dolaşıp ABD ye geliyor dayanıyor.
22 Şubat 2011 21:03
Sözde Balyoz iddialarının tartışıldığı tv programlarında,gazetelerdeki köşe yazılarında ve bu blogta bile girişler bir algı karmaşası yaratmak için geçmişte yapılmış olan darbelerden yuvarlanarak başlıyor ve bugünlere kadar geliyor…tabi bu esnada satır aralarında yaratılan hiçbir belgeye dayanmayan bilgi kirliliği de bu işin cabası…bu konuda kafası hala karışık olan insanlarımız var bu ülkede…bu bir bedel ödeme değilde nedir….?
Diğer yazdıklarınızda size tamamen katılıyorum..
23 Şubat 2011 00:25
Evet ,”algı’nın gerçekliği” konusu günümüzün en büyük problemi bence. Üstelik bu iletişim çağında. Bunu nasıl aşarız inanın bilemiyorum. Sonuçta tabi ki, dediğiniz gibi bir bedel ödeniyor. Kişiler üzerinden kurumlar bedel ödüyor tabiki.
22 Şubat 2011 23:53
Sevgili treking;
Benim aylardır söylediğim ve yazdığım görüşüm ve tezim: Bu dava ordunun özellikle Donanmanın gelecekteki komuta kademesini yeniden yapılandırıyor. Sanıkların kuvvetlere oranına ( Denizci subaylar TSK nın %10 bile değildir. ) bakarsanız bunu daha net görürsünüz.
Tutuklanan subayların % 32 isi denizci. Üstelik bunların hiç biri seminere bile katılmamış, bazıları yurt dışında belki de haberleri bile yok.
Bu nasıl darbe planı ki bazı dönemlerden, örneğin 2008 nasıplı amirallerden hiç biri sanık veya şüpheli değil. Ama bazı dönemlerdeki örneğin 2009 nasıplı amirallerin neredeysa tümü sanık. Google dan 2008 yılında veya başka bir yılda terfi eden amiralleri bulabilirsiniz.
Tutuklu sanık olan veya şüpheli olarak sorgulanan Amirallerlerin neden özellikle 1979-1984 nasıplı subaylardan olduğunu da analiz etmemiz gerekmez mi?
Şeytan ayrıntı da gizlidir derler.
Davadaki cd lerin sahteliği konusunda bir çok ciddi emare var. Cd ler ve bazı belgeler sahte ise; bu sahte belgelerde ismi geçen kişiler neye göre ve nasıl seçilmişlerdir? 2002-2003 yılında Yurt dışında olan en az 10 sanık veya şüpheli kişi sayabilirim.
Seçilen kişilerin ne özellikleri vardır? Veya bu kişiler terfi edemez ise kimlerin yolu açılacaktır.Veya Tsk dan ihraçların en yüksek olduğu sınıflarla bu davanın sanık veya şüphelileri sınıfları arasında bir ilişki olabilir mi?
Şeytan ayrıntıyı sever.
23 Şubat 2011 00:04
“Üstelik bunların hiç biri seminere bile katılmamış, bazıları yurt dışında belki de haberleri bile yok. ” ifademi “üstelik bunların bir çoğu seminere bile katılmamış ” olarak düzeltirim.
23 Şubat 2011 00:31
Değerli kardeşim, Odatv de ki yorumlarını da biliyorum. Zaten zurnanın zart dediği yer seminer. Seminer ‘e katılanların hepsi bu davanın tarafı değil. Seminer tali ayak. Seminere bakarak darbe planlanmıştır diyemiyorlar zaten. Dediğin gibi ayrıntılar’a bakmak gerek. Bir projektör tutalım bakalım oraya bir şeyler çıkarabilecekmiyiz.
23 Şubat 2011 00:30
fenerant,
Burada hala olanları tartışıyoruz. CD’lerin sahteliği ve sahtekarların hedefleri konusunda ise fazla şüphe yok. Bu durumda sırada bu plan nasıl engellenilir ona bakmak var. Birkaç fikir:
* Bilgi kirliliğine son vermek: Pınar Hanım ve Dani Bey bu konuda çok şey yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar. Ulusal ve uluslararası her platformda bunların tartışılmasına ve konunun bulandırılmadan gerçeklerin ortaya koyulmasına gayret etmek çok büyük önem taşıyor.
* Yargı sürecinin hızlandırılması: Sanık avukatları arasında uyum sağlayarak zaman alacak taleplerin, itirazların koordineli yapılması, savunmaların ortak oluşturulması, ve mümkün olduğu kadar az zaman harcayarak mahkemenin “sadede” gelmesinin sağlanması. Sanırım “savunma yapmama” kararının altında da buna benzer bir düşünce var.
* Sahtekarların bulunması: Bu konuda askerlere çok iş düşüyor. Araştırma yapıp en azından askerlerin içine sızmış kişiler tespit edilmeli, ve bu konularda kamuoyunu tatmin edici bilgilendirmeler yapılmalı. Ayrıca sızmaların engellenmesi için daha fazla önlem almak gerekecektir. Bütün bunlar saydam, somut bilgiler üzerinden, daha fazla spekülasyona yer vermeyecek şekilde yapılmalı.
* Mağduriyetlerin engellenmesi: Bilmiyorum ne kadar mümkün, ancak delillerdeki şüpheli durumları da göz önüne alarak Genel Kurmay Başkanlığı bu dava yüzünden tutuklanan kişilerin, beraat etmeleri durumunda haklarını kaybetmeyeceklerine dair bir açıklama yapabilir. Belki atamalar “vekaleten” yapılabilir, veya beraat edenlerin terfilerine olanak sağlayacak ek kadrolar oluşturulabilir.
Saygılarımla …
23 Şubat 2011 00:56
Can;
en son madde hariç mutabıkım. Mağduriyetler ancak yasal düzenleme ile yani kanunla yapılabilir. Kanunun kim hazırlayacak ve yapacak veya kim onaylayacak.? Açığa alınan 3 paşa hakkında Mahkemenin verdiği kararı bile uygulamayan ve uygulamayacağını beyan eden hükümet mi? Mağdur olanlara gelecek yok ve olamayacak. Beraat edenlere yıllar sonra hakları verilecek, terfi sırasına tekrar girecekler, ancak Yaş sınırı nedeniyle terfi etmeleri imkansız olacak.
Ama atı alan Üsküdara geçmiş olacak.
23 Şubat 2011 01:24
Ben de bu son maddeyi mümkün olup olmadığını bilmeden yazdım. Mevcut yasa ve yönetmeliklerin bu tarz bir düzenlemeye ne kadar izin verdiğini bilmiyorum. Belki yaş sınırını değiştirmek mümkün olur, bilmiyorum. Hükümetin buna yanaşmayacağı da, dediğiniz gibi, kesin gözüküyor. Ancak bunu bir talep olarak ortaya koymanın bile önemli olduğunu düşünüyorum.
23 Şubat 2011 04:42
Fenerant,
Can bey’in son maddesi ile ilgili olarak ben de size katiliyorum. Ancak kanunla duzenlenebilecek bir durum icin Genelkurmay Baskanligi’nin Can bey’in onerdigi aciklamayi yapmasi millet iradesine ipotek koymak anlamina gelir ki bunun da surece bir katkisi olacagini dusunmuyorum. Dogru olan, eger boyle bir talep var ise, bunun haftalik olagan gorusmelerde Basbakan’a aktarilmasi olacaktir. Ama daha once ifade ettigim gibi, su an suren ya da ileride acilmasi muhtemel benzer davalar gozonune alinarak yargilama sonunda beraat edenlerin terfi etmelerinin onundeki engelin kaldirilmasi bence de adilane bir duzenleme olacaktir. Gerci fenearnt yas siniri ile ilgili bir noktaya dikkat cekmis> Turkiye’de davalarin uzun surdugu dikkate alindiginda, benim de destekleyecegim yonde bir duzenleme muhtemelen generaller icin cok fazla bir degisiklik yaratmayacaktir. Ama daha alt rutbede olan ve beraat ederlerse daha uzunca bir sure TSK’da gorev yapmasi muhtemel olan saniklar icin yine de boyle bir degisikligin yapilmasi gerekir diye dusnuyorum.
Bir de kisaca Dogan ve Rodrik’in Sabah gazetesindeki haber ile ilgili yukaridaki yazilari hakkinda da ne dusundugumu ifade edeyim, eksik kalmasin.
Yukarida ortaha konan bulgularin gayet ciddi ve saglam oldugunu dusunuyorum. Ben Dogan ve Rodrik’in yerinde olsam Sabah gzatesi ombudsmani Yavuz Baydar’a bu haber ile ilgili olarak yazar ve Okur Temsilcisi kosesinde gazetenin bu haberin arkasinda durup durmadiginin aciklanmasini talep ederdim. Kisisel olarak tarafsizligi ve “vicdani” konusunda bir endise sahibi olmadigim sayin Baydar, haberi yapan muhabirin de goruslerini alarak okur temsilcisi kosesinde bu haber ile ilgili ortaya konan bulgulara aciklik getirecektir. Belki Dogan ve Rodrik halihazirda bu konuda harekete gecmislerdir, ama gecmedilerse onlardan bu konuda ricaci olmami umarim mazur gorurler, ki bizlerde sabah gazetesinin haberine iliskin nasil bir aciklama getirecegini ogrenme firsatina sahip oluruz.
23 Şubat 2011 01:16
Can Bey,
Mutabikim.
Sahtekarlarin bulunmasi konusunda da hemfikirim. Ancak askeriye bu arastirmayi tek basina nasil yapip ifsa edecek? Zira daha sizin askeri bilirkisi raporunu kendi uzmanlik alaniniza girdigi icin cok daha profesyonelce hazirlanmis oldugunu bir bulgu olarak sundugunuzda bile, kaynak askeriye olunca herkes ona hucum edip yipratmaya calismayacak mi?
Yanlis anlamayin, askerlerin o arastirma/sorusturma isini yapmasinin gerekliligine ben de katiliyorum. Bu bir kurumici sorundur.
Ancak belki de bunun, sorusturma bittikten sonraki bir asamasi icin, belki de hukumetle askeriyenin bir arada calismak uzere bir ortak komisyon kurmalari iyi olabilir?
23 Şubat 2011 01:17
Duzeltme:
“Zira daha sizin askeri bilirkisi raporunu kendi uzmanlik alaniniza girdigi icin cok daha profesyonelce hazirlanmis oldugunu bir bulgu olarak sundugunuzda bile, kaynak askeriye olunca herkes ona hucum edip yipratmaya calismayacak mi?”
soyle olacakti:
“Zira daha sizin askeri bilirkisi raporunu kendi uzmanlik alaniniza girdigi icin cok daha profesyonelce hazirlanmis oldugunu bir bulgu olarak sundugunuzda bile, insanlar yipratmaya calisti o raporu; kaynak askeriye olunca herkes ona hucum edip yipratmaya calismayacak mi yine?”
23 Şubat 2011 01:19
(Ve bunun gecmisten hakli sebepleri yok da demiyorum tabii bu arada.) Ama bu davanin seffafligi bence de cok onemli… bu bir cekince sadece bu konuyla ilgili.
23 Şubat 2011 01:51
Eğer savaşta olsydık, belki de bugünden daha ağır bir psikolojik harekat olucaktı. Nutuk’u okudu zaman insan, günümüzle ne kadar benzerlik taşıdığını hayretle görüyor. O dönem de Mustafa Kemal’in yanında yer alanlar bile bir çok konuda zorluk çıkarıyorlar. Her türlü aleyhte propoganda’ya rağmen Mustafa Kemal duruma hakim oluyor.
Bugün Ordumuz dünyanın en gelişmiş ordularından biri.İstihbarat alanında da öyle olmalı. Ama bu süreçte gördük ki, imzasız ihbat mektublarıyla, nereden gönderildiği belli olmayan e-postalarla delik deşik ettiler. Mühimmat taşıyan kamyonlar “Ankara’nın göbeğinde bomba patlatacaklardı” diye durduruldu. Kozmik Odalara girildi. Arınç’a suikast iddasıyla subaylar gözltına alındı. Oysa onlar “bilgi sızdırdığından şüphelendikleri bir başka subay’ı izliyorlardı”. Avcı iken av oldular. İsrail’in Heronların dan elde edilen bilgiler ile “Baskını canlı izlediler, kıllarını bile kıpırdatmadılar. Çocukarımız boşuna öldü dediler”. 15 gün açıklama yapamadı Genelkurmay. Gerçeği açıklasalar “İsrail heron’un un ne işi vardı Türkiye topraklarında” diyeceklerdi.
Bunlar gibi yüzlerce örnek var. Hep av oldu Askerler. EE hani nerde sizin karşı istihbaratınız.
Ben bu konuda katılmıyorum size Can Bey, eğer tüm detayları ile bu tertip ortaya konur ise kimsenin bir diyeceği olamaz. Yeterki o iradeyi ortaya koysunlar.
23 Şubat 2011 12:56
“Bugün Ordumuz dünyanın en gelişmiş ordularından biri.”
-Evet general sayısı açısından mesela.. 340 küsür!
-Asker sayısı (30 gün eğitim alan) 1 milyon asker!
-Sosyal hizmetler Aksaz, Bodrum vs kamplar., Ordu evleri… Dünyanın hiçbir yerinde yok bunlar.
-Sosyal tesislerde çay 10 kuruş, sütlaç 40 kuruş bunlar da yok…
-Mesela bodrum çok ilginç, kampın yakınlarındaki bütün yazlıklar emekli askerlerin ve evlerinde ocak kaynamıyor. Her gün kamptalar.
Ve son olarak: Şifresiz iletişim kuran bilgisayar kayıtlarını şifrelemeden saklayan başka bir ordu da yoktur herhalde dünyada.
Dost acı söyler.
Türke türk propagandası bir şey kazandırmaz.
iyi geyikler….
23 Şubat 2011 17:20
-Sosyal hizmetler Aksaz, Bodrum vs kamplar., Ordu evleri… Dünyanın hiçbir yerinde yok bunlar.
Faiq, bu doğru değil. Yanlış bilgilendirilmişsin.
Nato üyesi Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin çoğunda var. Bunların sebepleri gelen yabancı misafirleri ağırlamak kadar, ülkenin dört bir yanına hizmete giden şahısların en azından eşlerini, çocuklarını götüremeyecek yerlere tayini çıktığında iki kira ödememek için en azından kalabilecek yer temini gibi sebepler var.
Bir çok zaman kamplar, başka türlü tatil yapamayacak olanların veya doğuda görev yapanların da faydalandığı yerler. Aslında öğretmen ve polis evleri de var böyle. Ama maalesef devlet onlara yeterince para ayırmadığı için iyi bir organizasyon yok. Halbuki
tayini çıkan gezen devlet memurları için bu daha yaygın olmalı. Sen her yeri Harbiye, Bodrum mu sanıyorsun bilmem, ama bir git doğuya bakalım.
Ama bugün orduevlerine bu dikkat çevriliyorsa, sebebi hem propaganda, böyle senin gibi yanlış bilgilendirilmek, hem de yerlerine göz diken yatırımcılar olmasın? Sonuçta Boğaz’da yerini beğenip lisesini satmaya çalışan bir hükümetten bahsediyoruz. Biraz daha geniş düşünmeye çalış.
23 Şubat 2011 20:12
Bu ordu evleri meselesi de istismar ediliyor.
Google’dan bir taratın göreceksinizki aşağı yukarı her ilde Polis evleri vardır. Ama hiç gündeme gelmez. Üstelik Polisevleri daha yakın zamanların eserleri olduğundan ilin ileri gelenleri daha çok polisevini kullandıklarından orduevlerine göre çok daha şatafatlıdır.
Yakın zamanda sanırım Güngö Uras yazmıştı. Topuyla tüfeğiyle, gemisiyle uçağıyla savunmaya ayrılan bütçe 14-15 milyar ama Polislere ayrılan bütçe 19 milyar lira civarında diye. Tabii ortamda maaşlı asker sayısı çok az ama bütün polisler maaşlı denilebilir. Ama gene de polis bütçesinin pek çok bakanlığın toplamından fazla olması dikkat çekici.
Amacım asker polis ayrımı yapmak değil. Ama orduevini sakız gibi çiğneyenlerin polisevlerini görmezden gelmeleri şaşırtıcı. Bir ek bilgi, polisevleri ve polis dernekleri sanırım merkezi İngiltere’de olan ve üst yönetiminde adları cemaatçiler listelerinde yer alan pek çok ünlü polis tarafından güdüm altında tutuluyor ki bunun da acar bir araştırmacı gazeteci tarafından gündeme getirilmesi ilginç olacaktır. Özellikle de İngiltere merkezli dernek ve cemaatçi polisler ilişkisini. Bu ingilizler çok yaman…
23 Şubat 2011 01:33
Askeriye kendi iç güvenliğini sağlamak durumunda. Tabii ki askerler ne yapsa saldıran bir güruh var, bunlarla mücadelenin tek yolu yaptığı her işlemin arkasında durabilecek sağlam açıklamaları ve kanıtları olması. Bu kanıtları/bulguları baştan açıklayıp açıklamamak ayrı bir strateji konusu. Benim tercihim herşeyin mümkün olduğu kadar açık olması.
Öte yandan, benzer araştırmaların emniyet ve savcılık içerisinde de yürütülmesi önem taşıyor. Delilleri saklayanlar, “şehven” iş yapanlar, medyaya bilgi sızdıranlar açığa çıkartılmalı.
23 Şubat 2011 13:05
İç güvenliğin sağlamaya kendi içerisinde durumdan vazife çıkaranları sorgulamakla başlasa idi bu durumlara gelinmezdi zaten. Bu planları kim niye yaptı yerine bu bilgiler niye ortaya döküldüyü sorgulamak ileriye değil geriye götürür. Gayri kanuni şeyleri ortaya çıkarmak sivil ve asker herkesin boynunun borcudur. Bir asker asker olmadan önce bir insan, sonra bir vatandaş ancak sonra bir askerdir.
TSK bir kaç askeri yakalayıp neden bu bilgileri ortaya çıkardın diye yargılayabilir mi? Nasıl demişti İlker paşa? Nah….. yargılar!
Umarım CDlerin içerisindeki tutarlılığı bozmaya çalışanların arkasından balyozcu birileri çıkar ve umarım balyoz mahkemesinde yargılanır.
23 Şubat 2011 16:00
“Bu planları kim niye yaptı yerine bu bilgiler niye ortaya döküldüyü sorgulamak ileriye değil geriye götürür.”…Denildiğinde planlarla ilgili ilk akla gelen kişi Çetin Doğan…Ama Çetin Doğan değilmidir ki günlerce TV ekranlarında, canlı yayınlarda karşısına çıkacak insanları bekledi neymiş bu Balyoz planı diye ? Yüzyüze konuşmaya cesaret edemeyenler klavye arkasından destanlar yazıyor…
23 Şubat 2011 18:24
Bu planları yapanları bulması gerektiğini ayrıca söylemiştim zaten. Yukarıdaki yorumumu okursan şeffaflıktan yana olduğumu görürsün. Zannettiğin gibi orduda ve diğer devlet kurumlarında sadece darbe/fişleme/kötülük planları yok. Ordudan, mahkemelerden, emniyetten, diğer kamu kurumlarından çalınan bilgilerden sadece bir konuya hizmet eden parçalar, birilerinin işine geldiği gibi harmanlanıp, çarpıtılıp uygun zamanda ve uyugun dozda sızdırılıyor. Bunun adı bilgilendirme değil manipülasyon. Sen de beynini askıya almış seyrediyorsun. En küçük şirket bile iç bilgilerini korumak için hertürlü önlemi alırken kamuda, ordu ve emniyette benzer önlemler alınmasını istemek neden garip geliyor?
Bilgilendirme için her kuruma şeffaflık ve hesap verebilirlik getiren kanunlara ihtiyaç var. O zaman birisi hapşursa kozmik odalarda suçlu aramaya gerek kalmaz. Ne hikmetse AB’ye uyum diye çıkartılan ve şeffaflık getiren kanunlar tekrar geri sardırılıyor. Örneğin ihale kanununda yapılan değişikliklere bir bak. O zaman nerede samimiyet?
Gayri kanuni işleri ortaya çıkarmak derken herhalde planlanıp planlanmadığı bile belli olmayan darbelerin yanı sıra, mahkemelerden ve emmiyetten sızdırılan bilgi ve belgelerden, sahte delil oluşturma ve delilleri saklama gibi diğer gayri kanuni işlerden de bahsediyorsun. Merak etme, bunlar da ortaya dökülecek. Adalet herkese lazım.
24 Şubat 2011 02:07
güzel senaryo takip ediyoruz…