Aşağıda, Taraf gazetesinde yayınlandığı şekliyle Balyoz Planı’nın Hükümet Programı ile ilgili EK-J belgesi var.
Hepsini okuma sabrına sahip değilseniz, sadece renkleri izleyin; belgenin hemen hemen tamamının nerelerden aşırlmış oldugunu göreceksiniz:
- mor renk, 1980 tarihli 44. Hükümet Programı’ndan,
- mavi renk, 1997 tarihli 55. Hükümet Programı’ndan,
- kırmızı renk, 1999 tarihli 57. Hükümet Programı’dan, ve
- yeşil renk ise Kasım 2005’deki Milli Ekonomi Kongresi’nin kapanış tebliğinden.
Son ve en yoğun kullanılan kaynak Balyoz belgesinden daha ileri bir tarihten olduğu için, alıntı yapılırken özenli davranılmış. Mesela, tebliğdeki 2003 yılından sonrası ile ilgili paragraflardan (örneğin, Telekom ve Petkim özelleştirmeleri) alıntı yapılmamış. Bazı alıntılardaki rakamlar ise 2003’e göre uyarlanmış. Örneğin; 2005 tebliğinde “Dünya ticaretinin % 65’ini 500 büyük şirket denetlemektedir” derken, Balyoz belgesinde %65 “el yordamıyla” %60’a çevirilmiş. Yine, 2005 tebliğinde 500 milyar dolar olarak belirtilen iç ve dış borçlar, 2003 tarihli belge için 250 milyar dolar olarak “güncellenmiş.”
NOT: Belgeyi büyük fontlarla gorüntülemek isterseniz buraya tıklayın.
EK-J
GİRİŞ:
Türk Silahlı Kuvvetleri mevcut anayasal sistemin ve İç Hizmet Kanunu’nun kendisine verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama görevini yerine getirerek (… tarihinde) Laik Cumhuriyetin kazanımlarının korunması amacıyla Devlet yönetimini devralmış bulunmaktadır. Bu tarihten itibaren yasama ve yürütme görev ve yetkisi, Milli Güvenlik Konseyi tarafından Türk Milleti adına kullanılmıştır. Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda, dış ve iç düşmanlarının tertip ve tahrikleriyle haince saldırılara uğramış, milli birlik ve bütünlüğümüz tehlikeye düşürülmüştür.
Bu durum karşısında girişilen harekatın amacı, Milli Güvenlik Konseyince; “Ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, Devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak” olarak belirtilmiştir. 2003 Türkiye’sinin artık herkes tarafından kabul edilen iki meselesi, Atatürk ilke ve inkılaplarının yeniden hayata geçirilmesi ile ekonomik durumun düzeltilmesidir.
Yönetimimiz, Atatürk’ün önderliğinde kurulan laik, demokratik, hukuka bağlı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, dışarıdan ve içeriden gelebilecek her türlü tehlikeye karşı korumakta, Atatürk ilke ve inkılaplarını her alanda pekiştirmekte, din ve vicdan hürriyetinin de teminatı olan laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine karıştırılmasını, siyasal amaçlarla ve çıkar hesapları ile istismarını önlemekte kesin kararlıdır.
Kadınlarımızın kamusal alanlarda ve kamu kurumlarında, türbanı cumhuriyetin temel ilkelerini hedef alan bir siyasal simgeye dönüştürmesine karşı Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda her türlü önlem alınacaktır.
ADALET VE ASAYİŞ İŞLERİ:
Çağın şartlarına uygun olarak, yargı bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi ilkelerinin fiilen hayata geçirilebilmesi için, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun bağımsız olarak yetkilerini kullanmasını ve görevlerini yerine getirmesini sağlayacak bir düzenleme yapılacaktır. Bu hedefin gerçekleştirilmesi maksadıyla, Kurul’da görev alan yargıçların her türlü etkilerden uzak kalarak, yalnızca Anayasa, yasalara ve vicdani kanaatlerine göre karar vermelerine olanak sağlayacak tedbirler alınacaktır. Yargı bağımsızlığını tam olarak sağlamak üzere gerekli tüm yasal düzenlemeler, yönetimimiz döneminde gerçekleştirilecektir. Uygulamadaki yasalar gözden geçirilerek, günün şartlarına cevap vermeyen hükümler kaldırılacak, değişmesi gerekenler değiştirilecektir.
Mevcut yargı sistemindeki tıkanıklıklar giderilecek, davaların hızlı ve etkin sonuçlandırılması sağlanacak, yargı teşkilatı yeniden yapılandırılacak, yargı sisteminin modern araç ve gereçler ile takviyesi ve bilgisayar kullanımının yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar hızlandırılacaktır. Tutukevleri ile Ceza infaz kurumlarının kuruluş ve idaresi yeniden düzenlenecek, güvenlik ve disiplinin tam olarak sağlanması amacıyla buraların iç ve dış yönetim ve güvenliği Jandarma Genel Komutanlığı tarafından sağlanacak, hükümlülerin topluma yeniden kazandırılmasına önem verilecektir.
Ülkede asayiş ve güvenliğin daha kısa sürede ve etkin olarak sağlanması, istihbarat, kaçakçılık ve organize suçlarla mücadelede daha etkin olunması, uyuşturucu madde kaçakçılığı ile etkin mücadele edilebilmesi, trafik hizmetlerinin daha iyi sunulabilmesi ve kazaların azaltılması maksadıyla kolluk güçlerinin koordinasyonunu sağlayacak yeni bir yapı oluşturulacaktır.
Güneydoğu Anadolu bölgesinin sorunları coğrafi, sosyal ekonomik nedenlerden, bölgenin feodal yapısından ve dış tertip ve tahriklerden kaynaklanmaktadır.
Bölücü teröre karşı mücadelenin etkili biçimde sürdürülmesine kararlı şekilde devam edilecektir.
Bu yaklaşımın sonucu olarak, bölgedeki ciddi boyutlu güvenlik sorunu, sosyal ve ekonomik çözümlerle ve uluslararası ilişkilerle birarada ve bütünlük içinde değerlendirilecektir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin kalkınma projeleri kapsamında tarım ve hayvancılığın yeniden geliştirilmesine yönelik projeler uygulamaya konulacaktır.
Bölgede her türlü kalkınmanın ve gelişmenin temeli asayiş ve güvenliğin tam olarak sağlanmasına bağlı olduğundan, gerekli olan her türlü önlemin alınmasından ve uygulanmasından asla taviz verilmeyecektir. Bu kapsamda koruculuk müessesesi daha etkin hale getirilecek ve baskıcı feodal yapının dağıtılması için gerekli çalışmalara hız verilecektir. Bölgede hızla yayılan irticai ve bölücü unsurların faaliyetlerinin önlenmesi için her türlü tedbir alınacaktır.
TERÖRLE MÜCADELE VE İÇ GÜVENLİK:
Uzun yıllardır ülkemizin güvenliğini, ekonomisini, iç politikasını, dış politikasını olumsuz etkilemekte olan terör, ülkenin kaynaklarını tüketmekte ve ülkenin gücüne ve hareket kabiliyetine sekte vurmaktadır. Çok yaygın olmamakla beraber terör tedirginliği ve kuşkusu devam ettiği sürece ülkenin gelişmesi, ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi için gerekli bazı adımlar atılamamaktadır.
Bu nedenle mevcut yasalarla güvenliğin ve asayişin istenilen seviyede sağlanamaması durumunda her türlü tedbirin alınmasından çekinilmeyecektir. Terörle mücadelenin daha etkin yapılması amacıyla kolluk güçlerinin tek elden yönlendirilmesini sağlayacak bir üst kurum oluşturulacaktır.
Terörün dış kaynakları üzerine gidilecek, teröre destek veren ülkelerle olan politikalar değerlendirilecek, terörün dış desteği gerek ülke bazında gerek örgüt bazında önlenmeye çalışılacaktır. Bu kapsamda uluslararası girişimler yapılacaktır.
Vatanın ve ulusun bekası ile doğrudan ilgisi nedeni ile Silahlı Kuvvetlerle ilgili yatırım ve harcamalar ihtiyaçlar ve çağın gerekleri doğrultusunda artırılacaktır. Silahlı Kuvvetlerin modernizasyonu gayretlerine hız verilecektir. Silahlı Kuvvetlerimizin iç ve dış tehditleri caydırmada NATO ve BAB bünyesindeki faaliyetleri ulusal çıkarlarımızla paralel olarak sürdürülecektir. Silahlı Kuvvetler mensuplarının üstün bir moralle hizmetlerinin devamını sağlamak için gerekli her türlü önlem alınacaktır. Ayrıca, Güvenlik Kuvvetleri mensuplarının mesken sorunlarının çözümlenmesi için konut yaptırılması ve satın alınması bir program dahilinde gerçekleştirilecektir.
EĞİTİM VE ÖĞRETİM:
Ulusal eğitimin tüm kademelerinde, Atatürk ilke ve inkılaplarını özümsemiş, bilimsel düşünceye yatkın, bilgi çağının gereklerini yerine getirebilecek donanıma sahip insanlar yetiştirmek asıl hedefimizdir.
Zorunlu ve kesintisiz temel eğitimin öncelikle 11 yıla çıkarılması için gerekli çalışmalar yapılacaktır.
Tüm kademedeki okullar, bir plan çerçevesinde çağdaş eğitim araçları ile donatılacak, bilgisayar destekli eğitime hız verilecektir.
Her seviyedeki özel eğitim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilecektir. Bu kurumlarda yıkıcı, bölücü ve irticai faaliyetlerde bulunan sahip, yönetici ve çalışanlar hakkında Atatürk ilke ve devrimleri çerçevesinde gerekli yasal tedbirler alınacaktır.
Özel yükseköğretim kurumları çağdaş etkin ve nitelikli hale getirmek için devletleştirilecektir. Eğitimin her kademesinde yurt olanaklarının artırılmasına özen gösterilecektir.
EKONOMİK POLİTİKALAR:
Ebedi Şefimiz Atatürk’ün çizdiği yolda devlet kuruculuğu sorumluluğunu taşıyarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Anayasa’da belirtilmiş düzenini her ne pahasına olursa olsun korumak ve kollamak en birinci vazifemizdir.
Büyük Atatürk, 1 Mart 1922’de yaptığı Meclis açılış konuşmasında şöyle diyordu:
‘Her şeyden önce milli amacımız olan bağımsızlığımızı sağlamaya ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Bu nedenle de bizce önemli olan mali gücümüzün, bu sonucu sağlamaya yeterli olup olmayacağıdır’.
Atatürk, devletin tam bağımsız olabilmesi için ekonomik bağımsızlığın şart olduğunu vurgulamış ve kapitülasyonları kaldırmıştır. 1923’te İzmir’de İktisat Kongresi’ni düzenleyerek, kongrede, ‘ulusal bağımsızlık ilkesi’nden kesinlikle taviz verilmeyeceği ve bu ilke içinde kalkınmanın gerçekleştirileceği kararlaştırılmıştır.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında kalkınmada uygulanan ulusal model ile çeşitli sahalarda büyük başarılar elde edilmiştir. Bu dönemde uygulanan model ile ülkemiz Belçika’ya uçak ihraç edecek seviyeye ulaşmıştır. Ancak 1945 yılından sonra ülkemiz tekrar siyasi, kültürel, ekonomik yönlerden kuşatma altına alınmış; Batılı devletler, Atatürk döneminde hayata geçiremedikleri SEVR projesini AB, IMF ve Dünya Bankası yoluyla uygulamaya başlamışlardır.
Bir taraftan uluslararası şirketler IMF ve Dünya Bankası yoluyla devletimizin bütçesine yön vererek ülkemizi kıskaca almaya çalışmakta, diğer taraftan da özelleştirmeler, KİT’lerin satışı, Uluslararası Tahkim, AB’ye uyum yasaları ve tahdit kanunları ile ulusal kaynaklarımız yabancılara peşkeş çekilmektedir.
Ekonomik bağımsızlık, devletlerin bağımsızlığında gün geçtikçe daha belirleyici hal almaktadır. Ülkeler, borçlandırma yöntemiyle borç veren güçlerin egemenliğine girmekte, ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel tavizler borçlandırma yöntemiyle kolayca koparılmakta, kısaca yeni bir silahsız savaş dönemi yaşanmaktadır.
Ekonomik anlamda sınırların önemini yitirdiği günümüzde; küresel dünyaya hakim olan güçler, “ulus-devlet anlayışının gereksiz olduğu” fikrini empoze etmektedirler. Unutmayalım ki ulus-devlet fikrini yitiren halklar, iç ve dış her türlü tehdide açıktır ve çaresizdir. AB, IMF ve Dünya Bankası’nın baskılarıyla çıkartılan kanunlar, çok ağır şartlara bağlanmış borçlar, mali yardım adı altındaki siyasi tavizler ulusal bağımsızlığımızı ortadan kaldırmaktır.
Doğal seleksiyon’un hâkim olduğu, yani güçlünün zayıfı yok ettiği serbest piyasa sisteminde, halk fakirliğe ve yokluğa doğru itilmektedir. Gelinen noktada emperyalist bir sömürü aracına dönen ekonomik sistemde halkın refahı ve ülkenin kalkınması yalnızca sözde kalmaktadır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra uygulamaya konulan dış yardım ve borçlanmaya dayalı kalkınma politikaları, ülkemizin kalkınma çabalarını boşa çıkartmıştır. Kalkınma hamlelerini dış sermaye yatırımlarına bağlayan siyasi irade, yabancı sermayenin gelmesi için istenilen her şarta boyun eğmiş, yabancı yardımları almak için ulusal haklardan vazgeçerek ülkeyi satma noktasına getiren anlaşmalara evet demiştir.
Günümüzde dışarıdan alınan kredilerin hepsi şartlara bağlıdır. Küresel sermayenin, IMF kredileri karşılığındaki istekleri sadece verdikleri paranın geri iadesi olmamaktadır. Dış kredilerin alınmasında uluslararası şirketlere verilen teşvik adı altındaki imtiyazlar, yerli üreticiyi rekabet edemez duruma getirmiştir.
Ekonomimiz, 1999 yılında Cumhuriyet tarihinin en büyük küçülmesini yaşamıştır. 2000 yılında IMF, vereceği borç paranın karşılığında ‘Ek Niyet Mektubu’ adı altında Türkiye’den SEVR’den daha ağır şartların yerine getirilmesini istemiş, maalesef bu istekler ‘Ek Niyet Mektubu’ adı altında yerine getirilmiştir. Devletin ekonomi kurumları, ‘yüksek faiz, iç borç, dış borç ve döviz baskısı’ altına alınarak etkisiz hale getirilmiş, diğer taraftan uluslararası şirketler kendilerine verilen imtiyazlarla ekonomiyi ele geçirmiş durumdadırlar. Bugün ülkemizde vergi gelirlerinin tamamı, iç ve dış borçlarımızın faizlerini dahi karşılayamaz durumdadır.
Borçların karşılanması için halktan devamlı yeni vergiler alınmasını tavsiye eden IMF yetkilileri, uluslararası şirketlerin önündeki tüm engelleri kaldırmayı amaçlamışlardır.
Son dönemde uluslararası şirketler ve onun uzantısı olan büyük sermaye grupları, üretimden ziyade ‘parayla para kazanma’ metodunu uygulamaktadırlar. Günümüzde kapitalist sömürü yönteminin adı ve adresi uluslararası şirketlerdir. Dünya ticaretinin % 60’ı 500 büyük şirketin elindedir.
Ülkemizde uluslararası bir şirketin ortak olmadığı holding neredeyse yok gibidir. Bu şirketler, yatırımlar için gerekli sermayenin çok küçük bir bölümünü kendi imkanları ile sağlarken, % 80–90 gibi önemli bir kısmını ülkemiz kaynaklarından temin etmektedirler. Ülke yönetimini elinde bulunduran hükümetler, maalesef ekonomi yönetimini IMF’ye devretmişlerdir. Seçim vaatleri arasında yer alan ‘IMF ile yola devam’ sözleri, ülke yönetiminin yabancı güçlere bırakıldığının apaçık delilidir.
IMF ve Dünya Bankası ülkemize ekonomik programlar tavsiye etmektedir. Ancak tavsiye edilen programların amacı, ekonomimizi istikrara kavuşturmak değil, küresel sermaye gruplarının ülkemizin pazar ve kaynaklarını ele geçirmesidir.
1999 yılında IMF, Türkiye’ye mali destekli yeni bir anlaşma yapılabilmesi için Bankalar Yasası, Sosyal Güvenlik Yasası, Uluslararası Tahkim, Özelleştirme… gibi sözde reformların yapılması gerektiğini bildirmiştir.
Uygulamaya sokulan bu sözde reformlar ile halkımız hızla yoksullaşırken, uluslararası şirketler ile onların ortaklığı olan holdingler büyük kârlar elde etmişlerdir. Çıkarılan yasalarla devlet zarar eder hale getirilmiş, kâr getiren KİT’ler değerinin çok altında satılmak zorunda bırakılmıştır.
Küresel ekonomi anlayışında özelleştirme konusu, yabancı sermayenin bir ülkeye girmesi için önemle istenilen bir şarttır. Bu uğurda ülkemizde kâr getiren büyük KİT’ler, değerinin çok altında satılmaya başlanmıştır. Özelleştirmeler sonucunda istihdam daralmaya başlamış, yüz binlerce işçi işsiz kalmıştır. Ulusal menfaatleri gözetmeksizin, dışarıdan gelen baskılarla yapılan özelleştirmelerde, kurumlar adeta peşkeş çekilmiştir. Örneğin, Petrol Ofisi (POAŞ), 3 Mart 2000 tarihinde 1 milyar 260 milyon dolara satılmıştır. Ancak aynı tesisin tekrar kurulabilmesi için 8 milyar dolar gerektiği yetkililer tarafından belirtilmiştir.
Parayla para kazanmak amacıyla ülkeden ülkeye dolaşan para miktarı, dünya ticaret hacminden neredeyse 20 kat daha büyük bir rakama ulaşmıştır. Bu kadar büyük miktarın yıkıcı ve spekülatif etkileri ise herkesin malumudur.
Küresel sermaye gruplarının yönetimindeki paralar uluslararası kuruluşların desteğiyle ülke ekonomilerine sokulmakta, daha sonra çıkartılan yapay krizler bahane edilerek ülkeleri terk etmeleri sağlanmakta, bu şekilde hedeflenen ekonomilerin çökmesi sağlanmaktadır. Kısaca günümüzde sıcak savaş yerini ekonomik savaşa bırakmış durumdadır.
Küresel sermaye gruplarının yönetimindeki paraların müdahale esnasında ülkemizden kaçmaması için yapılacak ilk iş, para kaçışını önleyici tedbirlerin alınması, daha sonrada parayla para kazanmak amacıyla ülkemize para girişinin yasaklanması olmalıdır. Bu amaçla para hareketliliğin merkezi olan banka ve borsaların kontrol altına alınması önem arz etmektedir.
Devletimiz borç yükünü çevirmek için Hazine ihaleleri ile bankalara başvurmak zorunda bırakılmıştır. Devletin para basma yetkisini kullanması, IMF ve Dünya Bankası yoluyla engellenmiş, bu yetki haksız bir şekilde bankalara ve parayla para kazanan küresel sermaye gruplarına aktarılmıştır.
Siyasi irade, piyasanın ihtiyacı olan emisyonu Merkez Bankası kanalıyla sağlayamadığı için, ABD Merkez Bankası para basarak ülkemizdeki bu açığı gidermekte ve böylece yabancı para birimleri milli paramızın yerini almaktadır. Para bulmanın tek yolu olarak IMF ve ABD Merkez Bankası’nı gören hükümet acziyet ve ihanet halindedir.
Kısaca gelinen bu süreçte ülkemizin, iç ve dış borçları 250 milyar doları bulmuş, yer altı ve yerüstü kaynakları yabancılara satılmış, ülke yönetimi IMF, Dünya Bankası ve AB’ye teslim edilmiş, üretim nerdeyse sıfırlanarak ülke ihtiyaçları karşılanamaz hale gelmiş, Sevr anlaşması maddeleri tek tek uygulanarak Kurtuluş Savaşı öncesi duruma düşülmüştür.
Ekonomik bağımsızlığın sağlanması ve ulus-devlet anlayışının muhafazası, bağımsız bir devlet olmak için zorunluluktur. Ağır tavizler altında ezilip yok olmaya mahkûm edilen ve hakları gasp edilen ulusumuzun haklarını geri almak için müdahale kaçınılmaz olmuştur.
19 Nisan 2010
Çelişkiler ve kanıtlar, GENEL