Bir analiz

17 Mayıs 2011

CEMAAT, GENEL

Acracia rumuzlu yazarın “Zaman gazetesinin yalanlarıyla mücadele zamanı” başlıklı girişimiz altında çeşitli bolümler halinde yazdığı yorumlarını birleştirerek burada yayımlıyoruz (yazıya Türkçe kararkterleri yerleştirdik ve yazıdaki linkleri düzenledik). Bu detaylı yorum için Acracia’ya teşekkür ederiz.

***

Zaman Gazetesi’nin yalanlarıyla mücadele zamanı başlıklı bu girdinin altında bir süredir beni düşündüren bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum. Bahsini etmek istediğim husus kabaca bu davaların nasıl hem zekamıza hakaret eder tarzda bir takım absürd dinamikleri ihtiva ettiği, hem de Zaman vs’nin sadece yalan yaymakla kalmayıp söylem ve olgu oluşturma görüntüsü içerisinde olması. Bunlar bilinmedik şeyler değil, ama ben biraz daha yakından bakmak istiyorum. Biraz uzun olacak ama derlediğim bir şeyler oldu, tefrika gibi parça parça koymaya çalışacağım. Gözümden kaçan ya da istemeden yapılmış bir hata varsa lütfen düzeltin. Vakit ayırıp okuyan herkese ayırdığı zaman için teşekkür ederim.

Zaman ve Taraf yayın politikaları (oralarda çalışan herkes kesinlikle demiyorum; ama bugün artık özellikle Zaman’da yazanların, o geçmişten gelmiyorlarsa şayet, cemaati daha iyi anlamaya çalışmak dışında bir sebeple yazıyorlardıysa, artık neden hala orada yazdıklarını merak ediyorum), Ergenekon, Balyoz ve aslında biraz daha gözünü açıp bakanların en azından acaba diye sorabilecekleri gibi KCK [1] davaları da (Kurmanbek Allahverdiyev, kulaklarınız çınlasın) kamuya yansıdığı şekliyle bu kafa karışıklığına katkıda bulunuyor. Hemen atlamaya hazır olanlar için söyleyeyim: ben derin devlet dediğimiz ve bir devlet içinde muktedir bir grup olduğuna inanıyorum ve bunun peşinden dürüstlükle giden herkese de bu katkıları bağlamında çok büyük saygı duyuyorum. Ancak şu anda olan bitenin, büyük ölçüde eski derin devlet bildiğimizden ziyade, devlet içinde muktedir bir başka grubun yaptıkları olduğuna kaniyim.

Bu bağlamda, “Zaman Gazetesi’nin yalanlarıyla mücadele zamanı” başlıklı kısımda özellikle Zaman’a ve temsil ettiği Gülen güruhuna (ki cemaatle gönül bağı olan ya da cemaatte alt kademelerde olan, kimsenin hakkını yememiş, kimseye iftira atmamış o tertemiz ve iyi niyetli insanları kesinlikle tenzih ederim) biraz daha yakınen dikkat çekmek istiyorum. Zira bu gazetedeki yayınlar burada da ifşa edildiği gibi sadece yalan yaymıyorlar. Kelimelerin anlamlarının içlerini boşaltarak yeni gerçeklikler de kuruyorlar. Yani kısacası belirli bir strateji izleyerek kavramların, olayların, olguların anlamlarını değiştirip resmen ya tarihi yeniden yazıyorlar, ya olmayan şeyleri yalanla olgulaştırmaya çabalıyorlar, ya da gelecekteki bazı şeylerin habercisi gibi söylem yaratıyorlar. Hem de fütursuzca. Bunu da her zaman kendi gazetelerinde yapmıyorlar. Ama sızdırılan belgeler, kayıtlar, vs daha sonra dönüp dolaşıp onların sahifelerinde yerlerini buluyor. Ya da onların argümanlarını kuvvetlendirici unsurlar olarak belleklere serpiliyorlar, tohumlar gibi. Vakti gelince de o tohumdan çıkan ağaca işaret ediyorlar.

Tuhaflıklar, tutarsızlıklar, yalanlar, akıllara zarar mantıksız gelen abuk sabukluklar, bir de üstüne kendi yaptığını baskasına “sen bunu yapıyorsun” demeler, ki bu sonuncusu belki bilinçli bile yapılmıyor olabilir, ama mesela Ahmet Altan’ın burada alıntılanan “Bakmazsan” yazısı (hani kendi bakmadığı gibi başkalarını görmemekle suçladığı yazısı) bir örnek olarak sayılabilir.

Bu bağlamda aslında bir şeylere anlam vermekte güçlük çekmemizin en önemli sebeplerinden birisi referans noktalarımızın şaşması. Yani ben bir şeye (şimdi çok alakasız ve başka siyasi, ideolojik, vs anlamlardan yoksun olduğu için ne söylemek istediğimi vurgulamak adına bu örneği vereyim: portakal) “portakal” diyorsam, onun referans noktası portakal meyvası ise, bugün “portakal” dediğimde şu yorumlarla karşılaşma ihtimalim oluyor ki bunlar da iletişimi ve konuştuğunu/dinlediğini/okuduğunu anlama mekanizmalarını kopartıyor:

• o meyvenin neden şimdiye kadar aklıma gelmediği (bu doğru ya da yanlış, önemli değil, ama bu hesap bir soruluyor, senin konuşmaya hakkın yok deniyor bir kere); tabii o meyve kendisinin aklına ne zaman gelmiş onu bilemiyoruz (ama zaten önemli de değil, çünkü bu argüman zaten baştan sakat).

veya

• gözlerimle gördüğüm o meyveye bana “portakal” dedirtmek için insanlara kitap yazdırıldığı/sipariş ettirildiği (yani sırf benim, yani “portakal” diyenin değil, portakaldan bahseden yazarın da bir maşa olduğu) ve portakal diyen benim bir oyunun parçası haline döndüğüm.

veya

 • ben dezenformasyonu aslında karşımdakinin yaptığını düşünürsem ve bu konuda sesimi de çıkarırsam benim de dezenformasyon yaptığım ve bu konuda konuşmamın da tam propaganda olduğu.

Tanıdık geldi mi? Mesela, bu tarz söylemler çok dönüyor, ama bütün bunların hepsini en güzel Ahmet Şık olayından sonra Ekrem Dumanlı’nın yazdığı ve akıllara ziyan bir yazı ihtiva ediyor. Ahmet Şık tutuklandıktan sonra ve kitaba sahip olanların da Ergenekoncu sayılacakları tuhaflıgından sonra, kendisi <a şunları kaleme almış “Tam bir operasyon” yazısından:

“Şimdi kanaatim daha da netleşti: Cemaat aleyhine yoğun ve kara bir propaganda yapmak için kitap(lar) yazdırılıyor ve o kitapların her safhası psikolojik bir harekât olarak planlanıyor. Önce belgeler üretiliyor, insanlar hakkında çok ağır suçlamalar yapılıyor, sonra bunlar şaşaalı bir şekilde neşrediliyor, neşredilemezse daha büyük gürültü koparılıyor, sonra emniyet teşkilatında meydana getirilecek dalgayla Ergenekon davası gibi hukuki süreçlerin önü kapatılıyor.

Daha ötesini de söyleyeyim. Hanefi Avcı’yla başlayan o insafsız süreçte kitap operasyoncularına sonuna kadar destek veren bazı kişileri bugünden itibaren izleyin. Göreceksiniz, bunların önemli bir kısmı soluğu yabancı basın mensuplarıyla sohbette, yabancı diplomatlarla muhabbette alacak ve şu an hiçbir somut bilgiye dayanmaksızın yaydıkları cemaat algısını ve hükümet düşmanlığını yurtdışına da taşımak için çırpınıp duracaklar. Kimisi Washington’a kapağı atıp düşünce kuruluşlarında AK Parti ve cemaatin düşünce özgürlüğünü yok ettiğini, Ergenekon ve Balyoz davalarının fasa fiso olduğunu anlatacak, kimileri de AB üyelerine bu dezenformasyonu zerk edebilmek için olağanüstü bir gayret sarf edecek…”

Bu alıntının yorumunu aşağıda girerek açacağım.

***

[1] Mesela en son KCK kapsamında bazı üniversite sosyoloji öğrencilerine baskın yapıldı ve bir tanesinin ders programı örgüt belgesi sanılarak el konuldu. Aslında o iddianamenin tamamını (sadece yanlış hatırlamıyorsam yüz küsür sayfalık bir bölümü bulunabiliyor) bekliyordum, ama henüz bulamadım.

Bu blogu okuyup da KCK davasına farklı bakan varsa şayet, adalet herkese lazım lafını hatırlatır, orduyu da kimse pek masum bulmuyor ama biz sizi dinliyoruz, derim.  [Buraya tıklayın]

Ve şunu da eklemek isterim: hiçbir davayı birbiriyle eş tutma durumda değilim, haddim de değil zaten, sadece tuhaflıklar, iddianameler, vs şeklen çok benziyorlar ve bunlara dikkat çekmek önemli diye düşünüyorum.

***

Ekrem Dumanlı’nın yukarıda alıntıladığım yazısını okuyunca, aslında bugüne kadar olan biteni belirli bir bakış açısından, referans noktalarını değiştirerek (yani Türkiye’nin gündemini son birkaç yıldır meşgul eden davalar, olaylar ve şikayetlerin asıl görünürdeki muzdaripleri yerine isim değiştirip cemaati koyarak) çok güzel anlattığını düşündüm. Aşağıda da kendisinin aşama aşama tarifini ettiği olayları, kademeleri, kendi kanaatimce asıl referans noktalarına geri iterek, yani Ekrem Dumanlı’nın saydığı etaplara (belge üretmek, propaganda, vs) başka örnekler vererek ele almak istiyorum. Diğer bir deyişle, Dumanlı’nın tasvir ettiği aşamaları başka örneklerle açmak, o aşamaların benim şahsi kanaatimce asıl referans noktalarını geri koymak istiyorum.

Aşağıdaki kısım da kanımca son derece önemli ve meşru sorular sormak olarak okunmalıdır.

Öncelikle, Ekrem Dumanlı bu yazıyı, belli ki Ahmet Şık gibi cemaat hakkında yazanların kendilerini hedefe koyarak yazdıklarını düşünerek yazmış. Ancak bu tarif ettiği basamaklar bence aslında çok şey söylüyor. Yakından bakalım:

1) Yogun ve kara propagandadan bahsetmiş Dumanlı. Burada önce söylediğinin içeriğine bakıp, ardından Zaman’ın bazı faaliyetlerine ve haberciliğine gönderme yapıp, bambaşka bir tuhaflığa bakarak birkaç noktaya değinelim:

a) O dediği cemaatle ilgili yogun propaganda nasıl olacak bilemiyoruz, hele ki son zamanlarda cemaatin son yıllardaki faaliyetlerini bugüne bağlayarak eleştirenler, onların götürdükleri söylemleri bozanlar eğer Türkiye vatandaşı iseler çeşitli sebeplerden tutuklandıklarına göre, hangi yoğunluk hangi kara propaganda bilmek zor. Hele ki buna dair Ahmet Şık’ın kitabının bulundurulması bile Ergenekonculuk sayılacak diye karar çıkmışken, kendisinin “şimdi kanaati[…] daha da netleş[miş]” ki cemaat aleyhine kara propaganda kitapları yazdırılıyormuş. Şahsi kanaatidir tabii.

b) Bu bağlamda, yoğun propagandavari, yani karalamaya ve yıpratmaya yönelik neşriyatlar deyince, ben bu blogda da sık sık dile getirilmiş bir şeyi hatırlatayım şimdi, ama bunu yaparken illa Zaman gazetesini kast ettiğim düşünülmesin lütfen, sadece genel olarak ortama, internet sitelerine gazetelere baktığınızda son yıllarda göze çarpanlar:

mesela asker ailelerini ve özel yaşamlarını ifşa eden siteler ve yazılar, linç kampanyaları, Yahudi damatlar, yabancı damatlar ırkçılıkları, şahısların sırf eşleri ekalliyetlerden veya başka dinlerden diye TC kimlik nolarını ifşalar, servis edilen şahsi konuşmalar. Bunlar herhalde bu şahıslara bayılındığı için yapılmıyor herhalde? Alenen hedef alınıyorlar. Subayların işle ilgili icraatleri üzerinden değil, ki eğer yasayı çiğnemişse onun haberi yapılmalı kendisi yargılanmalı, özel yaşamları, aile efratları, aile efratlarının özel yaşamları izdivaçları, uyrukların fişlenmesi üzerinden yapılıyor bunlar. Bunun adını ne koyarsanız koyun, iğrenç bir kampanya olduğu açık. TC kimlik numaralarının, şahsi ortam konuşmalarının, şahsi dosyaların resimlerin toplanabileceği kaç yer vardır bilmiyorum, ama gösterdiği adresler sorular uyandırmaktadır.

Bitmedi.

Yine bu sefer Zaman’dan bir örnek: Zaman ile Today’s Zaman’da Dani Rodrik’e karşı girişilmiş linç kampanyası ve genel olarak bazı yalanları: [Buraya, buraya, buraya, buraya, ve buraya tıklayın]

Bunun adını ne koyuyor Ekrem Dumanlı bilmiyorum, ama kara propagandaya yakın bir şey olsa gerek.

c) Bu arada bir tane de ben ekleyeyim, bu da Sabri Uzun hakkında, ancak Hrant Dink ve Zirve’yi de ilgilendiriyor, burada dursun:

20.2.2011’de Oda TV baskınıyla ilgili Zaman haberinden:

“KİTABA EKLEME YAPMAYA KORKMAYIN

‘Sabri Uzun’ adlı Word belgesinde ise şu ifadeler yer aldı: “Şık-Sabri kitap başlıklı belgede Sabri’nin kitap konusunda çekincesi var. İkna etmeye çalışalım. Kitabı seçimden önce yetişmeli. Nedim, Ahmet Şık konusunda görüşsün. Kitaba çalışırken, cesur olun. Çıkarma ve ekleme yapmaktan çekinmeyin. Bu kitap Simon’dan daha kapsamlı olmalı. Nedim’i kutlarım. Ahmet’i çalıştırsın. Hanefi çıkacak ve Sabri’ye katılacak. Emin ve Sabri’ye moral verin. Sabri adıyla çıkmasına zorlayın. Seçimden önce yetişsin.” Bu belgeyi de Soner Yalçın haberi olmadığı iddiası ile kabul etmedi.

Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Hanefi Avcı’nın yakın arkadaşı. Avcı’nın kitabı için Ankara’da düzenlenen imza gününe de katılmıştı. Uzun, Hrant Dink cinayeti sırasında istihbarat daire başkanıydı. Nedim Şener’in yazdığı kitapla ilgili davada ise tanık olarak yer aldı. Altında görev yapan meslektaşlarını suçladı. Dönemin İstihbarat C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’di. Ancak bakanlık tarafından yaptırılan dört ayrı soruşturma Sabri Uzun’u yalanlıyordu. Soruşturma, Yılmazer’in herhangi bir ihmalinin bulunmadığını ortaya koydu.”

OdaTV baskınında cıkan ve şaibeli bir belge olduğu tartışılan Medya 2010 belgesinden bahsederken, Zaman besbelli Sabri Uzun’a ayrıca yer ayırmış. Hadi diyelim, o “belge”de (şaibeyi vurgulamak için tırnak içine aldım) Sabri Uzun’a ayrıca bir yer ayırmış diye oldu, ama Zaman muhabiri hızını alamamış.

Her bir mundarlık Sabri Uzun’dandır demiş olsa gerek, bir de tarihi yeniden yazarak Hrant Dink cinayeti esnasında emniyet istihbarat daire başkanı yapmış. Oysa o dönemdeki istihbarat daire başkanı

Sabri Uzun değildi, Ramazan Akyürek idi. Hani Zaman’in toz kondurmadığı, telekulak skandallarında adı geçen, Rakel Dink’in Başbakan Erdoğan’a mektup yazarak Ramazan Akyürek’in kendi istihbaratcısı Erhan Tuncel ile ilişkisini araştırmasını istediği, görevden alınan ancak bir hafta önce bu kararın iptal edildigi Ramazan Akyürek.

Bu belki de bir hata desek, olabilir, ama hem Zaman’ın yalan haber yaptığını biliyoruz, hem de bu hata Nedim Şener tarafından düzeltilmişti ancak hala sitede o dönemki istihbarat daire başkanı olarak Sabri Uzun duruyor.

Elbette Zaman’ın gelecekten de haber veren haberler yapabildiğini düşünürsek, Sabri Uzun’un hedeflerinde olduğunu düşünmek hatalı olmayabilir. Ayrıca nedense Zaman’da Dani Rodrik’e karalama yapılırken Hrant Dink adı geçmişti yine, yani yukarıda linkini verdiğim 24 Ocak tarihli yazıda şöyle geçiyor:

“Is he doing this out of a humanitarian responsibility for generals, who are not subversive in the least? The fact that the assassination of Turkish-Armenian journalist Hrant Dink could not be solved in four years means nothing to him. Doesn’t the National Security Council’s (MGK) study on missionary activities, conducted in 2003 and repeated in 2009, mean anything to him? Doesn’t he see the process by which Dink was silenced?”

Burada, generallere yardım ediyor ama Zirve Cinayeti ve Hrant Dink, Rodrik’in umurunda değil deniyor özetle. Hatta 4 yıldır Dink cinayetinin çözülememesi Dink cinayetinin Rodrik’in umurunda değildir deniyor. Bu konuda takip edenler bilir, yeni gelişmeler oldu.

Şunu ekleyeyim yalnız, olayın askeri kesimine odaklanılarak ele alındı–Adem Yavuz Arslan kitap yazdı, tehdit edilmiş kendisi geçmiş olsun diyelim bu vesileyle. Bir de yazdığı kitabın içinde yeni belge olduğu yazılmış, gerçekse faillerin arkasındaki tetikçilerden asker kanadına ulaşılacaksa bu harika bir haber. Ancak olayın polis kanadına bir türlü dokunulamıyor. Ramazan Akyürek’in kendi kurduğu ve Dink’lerin avukatı Fethiye Çetin’e gore yasal olmayan şekilde muhbir olarak istihbarata katılan Erhan Tuncel ilişkisi bir türlü didiklenip ortaya çıkarılamadı.

Şimdilerde Hrant Dink davası silbaştan haberleri çıkıyor, ama bu, bu şekliyle oldukça tuhaf görünüyor. Zira olayın emniyet kanadı eksik. Ogün Samast’ın Istanbul’a geldiğinde yanında birkaç kişi daha (yanlış hatırlamıyorsam üç) olduğu haberi üzerine, oradaki mobese kamerasının bozuk olduğu haberine de rastlamıştım ama bulamadım şimdi. Ve teyit edemedim, ama birisi bakar da doğru mu diye yazarsa müteşekkir olurum.

Dahası da var, zaten yakın zamanda Kemal Bey bu konuda yazmıştı.

Neresinden baksanız tuhaf olan Hrant Dink davasını Zaman sahiplenmiş gibi görünse de, Ramazan Akyürek etrafındaki bulut görmezden geliniyor, Nedim Şener’in yazdığı ve emniyetin bu işteki durumunu ele alan kitabına karşılık Zaman gazetesi’nin öne sürdüğü “Bi Ermeni var” adlı kitap için Kürşat Bumin Yeni Şafak’ta, Fethiye Çetin gibi devlet kurumlarının elinde bulunan belgeleri tutup yeni servis edildiğini düşündüğünü belirterek soyle yazmış:

“”Esrarlı sözler” ettiğim kanaatine varılmasın. Okuduğunuzda siz de göreceksiniz ki, bu kitap bugüne kadar cinayet dosyasında adı geçen bazı kişi ve kurumları “temize çıkartmak”, bazılarını ise doğrudan işaret etmek amacıyla yazılmış.

Mesela cinayete ilişkin adları geçen üç kurum: Polis, Jandarma ve MİT. Kitap bu üç kurumu da –şöyle bir- gözden geçiriyor. Varılan sonuç ise şöyle: “Polis”in de ihmalleri vs var ama bu polis İstanbul Polisi. Hatta “İstanbul Polisi”nin tamamı da değil, oranın istihbarat dairesinin başındaki kişi… (dönemin İstanbul Emniyet Müdürü’ne de söz yok; o sadece “yanıltılmış” durumda) Ayrıca, İstihbarat Daire Başkanlığı gibi yine “Polis”in içinde yer alan ve bugüne kadar suskunluğunu korumuş olan önemli birimin de hiçbir günahı yok… (Özellikle bu kurumun hiçbir günahı yok!) MİT derseniz, bu kurumun sorumluluğu-sorumsuzluğu da bazı kişilerle sınırlı. Tahmin ettiğiniz gibi geriye kalıyor “Jandarma”. Ve yine kolaylıkla tahmin ettiğiniz gibi, Trabzon’da Rahip Santora cinayetiyle başlayıp, Hrant’ın canını aldıktan sonra Malatya’da “Zirve” yapan bütün bu “misyonerlikle mücadele” bahanesiyle işlenen cinayetler “Jandarma” ve onun içine sızan grupların eseri. Kitap kendisini (kimilerini) açıkça işaret etme ve (kimilerini) koruma amacına kaptırmış ki, dönüp dolaşıp Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan raporun –ve de müfettişlerin- hatalarından ve “ideolojik kimlikleri”nden söz ediyor.”

Today’s Zaman’da mesela bu kitaptan şöyle söz edilmiş: [buraya tıklayın]

Ben gizli tarafların ortaya çıkarılmasından hoşnudum. Ancak şunu anlamıyorum:

1) Nedim Şener bu konuda yazdığı kitapla 17 yıl, Ogün Samast 20 yıl istemiyle yargılanmaktaydılar.

2) Nedim Şener emniyetle ilgili sorunlara daha çok bakarken, Yavuz jandarmaya bakmış. Tamam çok güzel. Birbirlerini tamamlasınlar. Ama biri yargılanırken ve sonra da Ergenekonculuktan içeri girerken öbürünün kitabından yola çıkarak olması gereken oluyor ve savcı bu kitabın doğrultusunda araştırmaya giriyor.

Birinin yazdığı kitapta dikkat çektiği kurum belli ve kendisi içeride, hatta kaleminin tam da Ekrem Dumanlı’nın kara propaganda diye niteleyebileceği bir maşa olduğu imalı suçla. Diğerine tehdit gelmişti, “ölürsün” babında mermi ve Ogün Samast’la özdeşleşen beyaz bere gönderilmiş. Hatta Zaman 27 Ocak’ta şu haberi yapmış: [buraya tıklayın]

Ancak herşey bir yana, bir ay kadar sonra, Samanyolu savcının kitaptaki iddiaları araştırdığını söylüyor: [buraya tıklayın]

Evet, tehdit çok korkunç. Neden bunun menşeini araştırmadılar o zaman? Hele ki Hrant Dink de öldürülmüştü ve bu dava ihmale de bakan bir dava; ayrıca savcı Arslan’ın kitabındaki belgeleri araştırıyorsa, bu çok olumlu. Nedim Şener’in kitabındaki iddiaları araştırmak yerine neden kitabı dava ettiler peki?

Bu arada Nedim Şener’in kitabının ucunun dokunduğu Ramazan Akyürek ise geçen hafta itibariyle göreve dönebilir. Ama o konu doğru dürüst araştırılmadı ki?

Zaman’ın desteklediği, Arslan’ın anlattığı versiyon, yani sadece jandarmaya yüklenen ve MIT ve emniyet ve istihbaratı göz ardı eden ve Yeni Şafak yazarı Kürşat Bumin’in bir tarafı aklamaya çalıştığını ileri sürdüğü kitap.

Eğer Bumin ve Fethiye Çetin’in düşündüğü doğruysa, o zaman Adem Yavuz Arslan’ın kitabına konu olan öbür belgeleri eğer devlet kurumları tutmasaydı ve sonra da servis etmeseydi bu davanın değişik boyutları ortaya çıksaydı.

Ayrıca ilginç bir şey daha var, kendisi de Ilhan Cihaner’le ilgili haber yapmak dahil değişik davalar hakkında haber yapmaktan yanlış hatırlamıyorsam 100 yıl kadar hapis istemiyle yargılanan Ismail Saymaz ilginç bir haber yapmıştı: Nedim Şener aslında Zaman ve güruhunun iyice merceklerine oturduğu belli olan [ve aslında gerçekten de iyice araştırılması gereken ama nedense Zaman ve şürekasının merceğine doğru sebeplerle oturduğuna ikna olamadığım (bkz. Dink Cinayeti hakkındaki kitaplar ve duruma dair takındıkları tutum)] Zirve ve Santoro cinayetlerinden Santoro cinayetini de araştırmaya hazırlanıyormuş aslında.

Bu üç şık altında bu genel tabloya bakınca benim gördüğüm, Zaman ve efradının kara propaganda diye ona buna laf edip, yalan haberden saldırganlığa, kara propagandavari linç kampanyaları güden yazılara ev sahipliği yaptığı.

Ayrıca bir başka gördüğüm, Zaman şürekasının, Hrant Dink davasına sahip çıkıyormuş gibi yaparken, olayın polisle ilgili kısmının hasır altı edilmesine çanak tutuyor izlenimini vermesi, hatta olayın sırf jandarma kanadını inceleyen (ki incelemeli de elbette, ama sırf jandarma mı?) ve emniyeti özellikle aklamaya çalıştığı havası veren bir kitabı hararetle savunması.

Dani Rodrik’e yabancı damat diyerek antisemitizm dahil söylemlerle saldırırken, Adem Yavuz Arslan’ın kitabındaki iddiaları (kitap tam ne zaman basıldı bulamadım, belki önce basılmıştır) özümsemişcesine, Hrant Dink ve Zirve’yi diline dolayarak Dani Rodrik’e generalleri savunuyorsun üzerinden sadece güya kendisinin ne kadar demokrat olduğunu gösterme çabası değil (bakın hem Zaman’da yazıyorum, hem farklı dinlerden olanların davalarına ben sahip çıkıyorum, tam bir interfaith dialogue), aynı zamanda tam da seçtiği bu iki örnek üzerinden “bakin ben müslüman olmayanlara da sahip çıkarım” babında okunabilecek bir de ders vermeye soyunmuş görünüyor. Tuhaf tabii.

Sonuç olarak, burada değişik örneklerle Ekrem Dumanlı’nın şikayetçi olduğu kitaplar ve medya üzerinden propaganda yapma konusunun içini açmak istedim biraz daha. Tablo pek hoş değil. Simetrik hiç degil.

Bu yine uzun oldu. Devamı aşağıya gireceğim.

***

Yukarıda #17 ve 18′de ele almaya çalıştığım ve bir süredir sözünü ettiğim yazının devamı–neden bu kadar kafa karışıklığı yaratan anlam kargaşası yaşıyoruz, hiçbirşeyi anlamak kolay görünmüyor sorularına Zaman ve şürekasının yayınları özelinden yola çıkarak daha genel Ergenekon, vs yelpazede bakarak yanıt aramaya çalıştığım kısmın devamını giriyorum. Ancak belki de link verdiğimden, yazdığım kısımları işaretleyici logo yukarıda çıkmadığı için, şimdi böyle girip aşagıya gireceğim gerisini.

Bu yazıya ilham olan Ekrem Dumanlı’nın “Tam bir operasyon” yazısının ilgili kısmını tekrar alıntılıyorum, tam link en yukarıda #17′de, ancak kısaca Ekrem Dumanlı Radikal gazetesine gidip orada dijital Imamın Ordusu kopyası aradığı için herkes “cemaat!” demeye başladı diye şikayetine başlayarak hedef haline getirildiklerini söyledikten sonra, Ahmet Şık’ın kitabına dair iki çift lakırdısını (yukarıda içini açmaya çalıştığım propaganda ve kitap meselesi)da ekliyor ve Radikal’e polis gitmesine baskın denmemesi gerektiğini, delil olmadan cemaat denmemeli diyerek şöyle diyor:

“Bu ülkede biz ne gazete baskınları gördük. 1999′da bir gazetecinin yazısı dayanak yapılarak basılan Akit gazetesini ve arkasından hiçbir şey çıkmamasını ne çabuk unuttunuz? Yeni Şafak gazetesini onlarca polis bastığında, gazete binasındaki her bir ferdi saatlerce taciz ettiğinde neredeydiniz? Hadi ondan vazgeçtim, Nokta Dergisi, ‘darbe günlükleri’ni yayınladığında, yapılan baskına neden sesiniz çıkmadı? O gün de çıkıp ‘daha basılmamış günlüklere savcı yasak koyuyor’ diye neden kükremediniz? O gün bilgisayarlar sökülüp götürüldü, askerî savcının talebiyle. Ve Nokta Dergisi kendini kapatmak zorunda kaldı. O zaman da uluslararası camia ayağa kalkmış, ‘ülkenin imajı’ yerle bir olmuştu.”

Ben Ekrem Dumanlı Nokta dergisi basıldığında neredeydi bilmiyorum, ama propagandacı olduğunu işaret ettiği Ahmet Şık’ın nerede çalıştığını biliyorum: Nokta dergisinde[1]. Oksimoronlara böylece bir tanesini daha katan Dumanlı iyice 28 Şubat karşıtlığına sahip çıkacağım derken, göz çıkarıyor. Bu anlam kargaşasını da not ediyor, kafamız nasıl karışmasın böyle mantıkla diyor, yukaridaki #17 ve 18′e Zamanla ilgili girdiğim yorumlarıma esin kaynağı Dumanlı yazısının o kısmını tekrar alıntılıyorum:

“Şimdi kanaatim daha da netleşti: Cemaat aleyhine yoğun ve kara bir propaganda yapmak için kitap(lar) yazdırılıyor ve o kitapların her safhası psikolojik bir harekât olarak planlanıyor. Önce belgeler üretiliyor, insanlar hakkında çok ağır suçlamalar yapılıyor, sonra bunlar şaşaalı bir şekilde neşrediliyor, neşredilemezse daha büyük gürültü koparılıyor, sonra emniyet teşkilatında meydana getirilecek dalgayla Ergenekon davası gibi hukuki süreçlerin önü kapatılıyor.

Daha ötesini de söyleyeyim. Hanefi Avcı’yla başlayan o insafsız süreçte kitap operasyoncularına sonuna kadar destek veren bazı kişileri bugünden itibaren izleyin. Göreceksiniz, bunların önemli bir kısmı soluğu yabancı basın mensuplarıyla sohbette, yabancı diplomatlarla muhabbette alacak ve şu an hiçbir somut bilgiye dayanmaksızın yaydıkları cemaat algısını ve hükümet düşmanlığını yurtdışına da taşımak için çırpınıp duracaklar. Kimisi Washington’a kapağı atıp düşünce kuruluşlarında AK Parti ve cemaatin düşünce özgürlüğünü yok ettiğini, Ergenekon ve Balyoz davalarının fasa fiso olduğunu anlatacak, kimileri de AB üyelerine bu dezenformasyonu zerk edebilmek için olağanüstü bir gayret sarf edecek…”

Yazının tamamına linki yukarıda vermiştim. Ben bu kısmına odaklanıyorum, zira sözünü ettiği kategorilerden “propaganda”yi ve kitap konusunu yukarıda #17 ve #18de açmaya çalıştım. Buradan da sonraki kısımlara bakarak Dumanlı’nın muzdarip olduğunu iddia ettiği şeylerle (propaganda, kitap yazdırma, vs) bizim muzdarip olduğumuz (kafa karışıklığı, tuhaflıklar, mantıksızlıklar) şeyler arasında bağlantı var mı diye sorgulamaya çalışıyorum. Uzun oldu. Aşağıdan devam edeceğim.

***

[1]Konuyla ilgili Alper Görmüş’ün T24 nokta com nokta tr’deki 11 Mart 2011 tarihli görüşleri okunabilir.

***

Efendim, yukarıda “kara propaganda” olayına girmiştim biraz. Şimdi Ekrem Dumanlı’nın yazısının esin perisi vazifesi gördüğü yazıya devam edeyim:

2) Dumanlı, cemaati hedefleyen yayınları psikolojik harekat olarak görmüş, bundan şikayetçi. Yani tabii kara propaganda ile psikolojik harekat çok ayrı olmasa gerek. Bu durumda sırf birisini veya bir grubu hedef alırsınız, değil mi?

Mesela bu hem okuduğunuz metinlere yeni kılıflar hazırlayarak onlara yeni anlamlar türetme (Ahmet Şık’ın, Hanefi Avcı’nın, Nedim Şener’in kitapları yazdırıldı söylemi; Taraf eski yazarı Önder Aytaç sağolsun), hem de sesinizi yükseltmeye sorular sormaya kalkarsanız yıpratılarak susturulma (Dani Rodrik’e yapılmaya çalışıldığı gibi) ve konuşma sahasının kısıtlanması—ki daha önce Today’s Zaman ve Taraf’ta yazan Emrullah/Emre Uslu’dan twitter örneği vermiştim bu blogda, şöyle:

“Sırf Balyoz hakkında Radikal’de yazı dizisi yayınladı diye Ezgi Basaran ve Eyüp Can Sağlık için Emrullah/Emre Uslu’nun Twitter’da yazdığı

Merakımı giderecek var mı: Eyüp can ve Ezgi Başaran “Balyoz”da yararlanılacak gazeteciler arasında var mıydı yoksa update edilmiş listede? 7:02 AM Jan 16th via web’”

Yani onlara bir şekilde baskı yapma. Hoş Emrullah/Emre Uslu biraz fazla konuşan birisi gibi görünüyor. Belki Özgür Mumcu’yla Ahmet Şık’ın kitabına dair girdiği polemikte Uslu, “benden özür dilemezse sokağa çıkamaz hale gelir” tarzı bir şey yazmıştı. Bu yani bir nevi aba altından sopa gösterme gibi bir sey. Aldığı tepki üzerine de “utançtan” (sokağa çıkamaz hale gelir) diye ekleme yapmıştır.

Nitekim Özgür Mumcu “Kara Propagandayi kim yapıyor?” yazısında Ahmet Şık’ın kitabı ve sorgusu hakkında yazarken, Emrullah/Emre Uslu, Özgür Mumcu’nun Kara propagandayı kim yapıyor sorusuna “Ben!” dese böyle çarpıcı bir başlık atıp aynı şeyi düşündürtemezdi herhalde, akıllara ziyan bir başlıkla Abdullah Öcalan ve Özgür Mumcu’ya cevabımdır diye yazmış. Yani ikisinin adını yanyana görünce yatabileceği etkiyi hesab edememiş olmalı herhalde diye düşünelim biz yine de. [Mumcu’nun cevabı: buraya  tıklayın]

Buna karşılık, şahsen cemaat ile Ergenekon’u ilintilendirmenin Ergenekonculuktan sayılması Nisandan önce hızla gidilen istikamet gibi idi. Bu bağlamda örneğin şimdi burada yapılan yorumlar aslında BM insan hakları beyannamesi tarafından güvence altına alınmış ifade ve düşünce özgürlüğünün kapsamında iken, anlaşılan işin içinde eleştirel boyutu olunca, Ekrem Dumanlı gibiler tarafından propaganda, psikolojik harekat kapsamına giriyormuşcasına yorumlanması isteniyor. Ahmet Şık’ın kitabı mesela propaganda unsuru olarak nitelendiriliyor.

Zaten o konu çok katmerli:

a) Birinci katmerde belgeler üretilip servis ediliyor diyor Dumanlı.

b) Ikinci katmerde kitaplar yazdırılıyor diyor hem Dumanlı hem de  Mehmet Baransu ve fmeraklı’nın buraya daha önce taşıdığı ve konuştuğumuz “Karargah’ın tespih taneleri” yazisinda.

c) Üçüncü katmerde de cemaate saldırılarak (eleştiri olabilir mi o saldırıların bir kısmı? hem zaten artık cemaat konusunda fazla yazabilen de kalmadı sanıyorum) kara propaganda yapılması.

Ben cemaate bu faaliyetlerinden dolayı kuvvetli duygular içinde insanlar yok demiyorum; olduğuna eminim. Ama belki de Dumanlı biraz özeleştiri yapmak ister bu konuda… nacizane bir öneri benimkisi.

Herneyse, devam edelim ve önce şu Dumanlı’nın sözünü ettiği ilk katmere gelelim: belge hususuna. Zira “Önce belgeler üretiliyor” demiş Dumanlı.

Herşey bir tarafa, Ahmet Şık’ın kitabı üzerine yazılmış bir yazı bu ve tam da bu yüzden bu yorum çok tuhaf. Şöyle ki:

Kitap taslağında hemen hemen herşey (birkaç şahsi görüşme hariç) zaten polis, istihbarat, mahkeme tutanaklarından, veya basılmış gazete haberi veya kitaplardan yazılmış idi? Hadi basılmış kitapları/dergileri bıraktım (ki kitap taslağında bir haber eğer herhangi bir rapora dayalı çıkmamışsa, onu da yazıyor); diyelim ki değil ama Dumanlı haklı olmuş olsun ve bu kitaplar dayanaksız. Iyi de öbürleri üretilmiş belge değil ki? Emniyet, mahkeme, istihbarat raporları?

Hem de Hanefi Avcı elindeki bilgileri/belgeleri paylaşacağını açıklamıştı gibi hatırlıyorum (yalnız teyit edemedim şimdi, yanılıyorsam biri düzeltsin) ve tam konuşmasına birkaç gün kala tutuklanmıştı gibi hatırlıyorum. Neden? Eğer üretilmiş ise belgeler, bu infial niye? Dava açarsınız olur biter.

Ancak bir noktada haklı Dumanlı. Üretilmiş belgeler var. Mesela bu blogun defalarca sahteliğini ortaya koyduğu gibi Balyoz’da. Ve kimbilir başka kaç davada da vardır ama orada böyle uğraşan bulan yok, bilemiyoruz. Ayrıca Zaman gazetesi’ni yakınen takip etmemiz gerektiğini, kendilerinin “gaipten” belge haberleri verme huyları olduğunu biliyoruz:

Bu blogda verilmişti mesela böyle tuhaf bir ornek Zaman Gazetesi Gölcük’ten belgeler çıkar çıkmaz daha nelerin çıkacağını ilan etmişti; blog yazarları da şöyle demişti: “çıkanların hangi davalarin ek klasörlerine gireceğini ve bu yeni bulguların diğer davalardaki iddiaları nasıl doğrulayacağını şimdiden kestirebiliyor.”

Bir de iki ayrı yerden çıkan flash bellek var mesela, emniyet ile ilgili, deliller, belgeler ile ilgili soru işaretleri uyandıran.

“Sehven” yapılmış yüklemeler de var.

Buna yine Ekrem Dumanlı şöyle demişti ve bu blogda soyle yazılmıstı, benim vurgulamak istediğim sey açısından önemli olan kısmını alıntılıyorum:

“Dumanlı şu iddiasında da tamamen yanılıyor:

‘Olayı emniyet fark ediyor ve düzeltiyor. Onlar düzeltmese ve düzeltmeye dair tutanak tutmasa hiç kimsenin haberi olmayacak.”

Emniyet bu konudaki raporunu ancak mahkemeden talep geldikten sonra hazırlıyor.”

Ayrıca ben de şunu ekleyeyim: doğru olsaydı bile, emniyet içinde bu kadar güç savaşı varken, birisinin oyununu öbürünün düzeltmesi olası. Ama ondan hiç bahsedilmiyor tabii. Ayni bana “onurlu subay”ın teslim ettiği bavul (markasının “faith” olması da ilginç bir tesadüf eğer markasını doğru hatırlıyorsam) dolusu “belge”nin de aynı güç savaşının bir parçası olduğu ama belki de aslında olanın tam tersi olduğunu düşünmeye davet ediliyor olabiliriz.

Ayrıca mesela, Kemal Bey’in bir tespiti vardı: 17 nolu CD’den Tübitak raporuna göre Suga belgesi çıkmamasına rağmen, iddianamede defalarca 17. CD’deki suga belgeleri ifadesi geçiyor olması. Daha önce de iddianamenin emniyet raporundan birebir kopyalandığı epey sayıda bir sayfanın olduğu ortaya çıkmıştı. Hatta fmerakli bir arkadaşına sormuş ve bunun rutin olduğunu söylemişti; KCK davası ile ilgili de benzer şikayetler yazıldı çizildi. Savcılarımız sırf aleyhine değil lehe de delil toplamalı değil midir? Emniyet raporu olduğu gibi geçecekse, bu size sanık-suç-savcı-yargı dörtlüsü arasında nasıl bir bağ olduğunu düşündürtüyor?

Tabii bundan bağımsız söylüyorum, zira Kemal Bey’in bulduğu o söz konusu iddianame sayfaları emniyet raporundan kopya mı bilemiyorum; ama gerçekten de neden 17 nolu CD’de Suga çıkacagı varsayımı mevcut? Sehven deseniz, bir kere olur, oysa Kemal Bey’in bulduğu gibi defalarca geçiyor aynı ibare. [Buraya tıklayın]

Son katmer kara propaganda da enteresan:

Bir de kendim açıkçası OdaTV’nın çizgisinden genel bir rahatsızlık duymama rağmen, mesela sahte delilcilikle ilgili görüntüler yayınlamışlardı sitelerinde, onu hala meraktayım. O gün baskın yapıldığında bu görüntüler epey kafa karıştırıcı şeyler ortaya koyuyor gibiydi. Hem yok oldular hem de sözleri edilmez oldu… ya da belki de benim gözümden kaçtı. OdaTV’nin de namı çok temiz olmadığı için sonrasını bilemiyorum.

Ancak sonra OdaTV’den çıkan Medya 2010’da çıkan ibarelerde yine mantığa aykırı gelen şeyler vardı. Bu konuda Altan Alpay’ın bir yorumu vardı, buradaki direktif tadındaki şeylerin nasıl kendisine mantıklı gelmediğine dair, fmerakli’nin alıntıladığı Medya 2010 belgesindeki metne:

““Hanefi’nin kitabı ne durumda referandum öncesi yetiştirilmeli. Nedim’i sıkıştırın hızlandırsın. Referandum sürecinde cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı. Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli. Avcı ile direkt görüşmeyelim. Yayın sonrası dürüstlüğü ön plana çıkarılmalı. Sabih üstat, İlhan Cihaner olayı kitapta muhakkak işlenmeli diyor. Cihaner’i bayraklaştıralım. Doğu, Hanefi’nin ağzından Ergenekon boş bir dava olarak anlatılmasını sağlamalı” (fmerakli’nin bütün girdisi surada, okumak isteyenler için).

Buna Altan Bey’in cevaben yazdıkları:

“fmerakli

“Eğer yukarıdaki ifadeler doğru ise” bende IQ seviyesi bayağı düşük bir şakirtin milletin zekasıyla dalga geçtiğini düşünürüm.

Acaba kendi aralarında bir cümleye en fazla ergenekoncuyu kim sığdıracak diye bir yarışma mı yapmışlar? Maaşallah 3 cümlede Sabih’inden Doğu’suna, Nedim’inden Hanefi’sine hepsi elden geçmiş.

Paragrafı okuyunca tamamen tribünlere yönelik yazıldığı izlenimi veriyor. Yazanlar ayrıca -kafalarının- parmak izini bırakmışlar. Üstelik 3 cümlede 50 tane mantık hatası da çabası.

“Referandum sürecinde cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı.”

Eee zaten Soner bunu hep yapıyor, koskoca Soner Yalçın’ı tetikçi yandaş gazeteciler gibi YIPRAT komutu mu bekleyecek? Kurulduğu günden beri cemaat hakkında yazıyor. Soner’e bu şekilde bir direktif vermek hakkaten zekasına hakaret.

Ama bu cümleyi tersine çevirirsek cümleyi yazan hakkında enterasan bir resim çıkabilir:

“Referandum sürecinde hanefi yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı” derseniz yandaş medya tetikçilerinin bir anda sanki bir yerden emir gelmiş gibi Hanefi Avcı’yı itibarsizlaştırmaya operasyonuna nasıl başladıklarını daha iyi anlayabilirsiniz.

Paragrafın birinci cümlesi ile gerisi mantıksal açıdan uyumsuz. ilk cümlede Avcı’nın kitabının yazılmaya başlandıktan sonra bir zaman dilimi söz konusu fakat ikinci cümleden sonra sanki kitap yazdırılması fikrinin tartışıldığı -yani yazıma başlanmadan önceki bir zaman dilimi- izlenimi alınıyor.

Hanefi kitabı yazmaya başladığına göre “teklif etmesi önemli” niye desin, teklif etmiş sende kabul etmişsin, adam yazmaya başlamış.. Yine “Hanefi kullanılmalı” derken zaten kitap yazdırarak kullanıyorsun veya kitap yazması zaten kullanıldığı anlamına geliyor, niye “Hanefi kullanılmalı” demek zorunda hissediyorsun, kaşında geri zekalı mı var?

Senaryo biraz aceleye gelmiş gibi gözüküyor, her türk filminde olur böyle şeyler, izlemeye devam.

Dursun Çiçek’in yazdığı söylenen planda da ‘kara propaganda yapılacak’ deniyordu. Bir grubun kendi davası hakkında ‘kara’ demesi garibime gitmişti. Pentagon bile öldürdüğü sivillere colleteral damage falan gibi kibar nitelemeler yaparken ‘kara propaganda’ lafı bana sanki cemaate toz kondurmadan tribünlerin anlacağı şekilde yazıldığı izlenimi doğurmuştu. Bilmem sizde aynı izlenimi aldınız mı?”

Bu kara propaganda ve belge üretimi kısmı bu yorumda sorgulanıyor. Elbette daha ABD’nin Türkiye eski büyükelçisi Edelman’ın, kendisine sahte darbe belgeleri tasıdığını ifade ettiği Fethullah Gülen cemaatinden birisi olduğu haberi de yalanlanmadı.

Devamını getirmeye çalışacağım. Dinlendikten sonra vakit bulur bulmaz. Bundan sonrasında da anlam kaymaları, referans noktalarının şaşması gibi noktalara biraz daha değinmek istiyorum.

Çok uzun oldu. Ama konu uzun, bitmedi bir türlü. Vakit ayırıp göz gezdiren herkese tesekkürler.

Devamı sonra…

Abone Ol

Subscribe to our RSS feed and social profiles to receive updates.

272 Yorum “Bir analiz”

  1. acracia Says:

    Madem bu buraya tasinmis ve ben de simdi gordum, bu durumda bir iki ekimi de gireyim, hem de bir seyi netlestireyim. Burada yapmaya calistigim sey, kafama takilan ve sorgulanmasinin gerekliligine inandigim noktalari ortaya konmak. Ve yapmaya calismadigim ve oyle okunmasini istemedigim husus da su: bu noktalarin ortaya cikardigi tablo hos degil. Bu sebeple ortaya kondugunda bana rahatsiz edici gorunen bu tablonun aydinlanmasi icin saglikli irdelenebilmesi icin bu noktalar arasindaki iliskinin hukuken *arastirilmasi gerekir* naciz kanaatine sahibim demeye calisiyorum.

    Verdigim linkler veya alintilar da katildigimi alenen belirtmedigim surece sadece ilginc veya dusundurucu buldugum icin koydugum linkler veya alintilar. Kendim de su asamada epey sorularla dolu oldugum icin, degisik acilardan beni dusunduren seyleri eklemeye calistim. Yoksa o linklerin, alintilarin agzindan da konusuyor degilim (kendim ayni fikirde oldugumu alenen beyan etmedikce) o yuzden o acidan saldiracak olanlara pesinen soylemis olayim. Yapmaya calistigim bir ameliyat gibi aslinda. Cikanlara bakiyorum. Bir de sunu ekleyeyim, biraz tarih murekkebi yalamislar bilecektir, bazen anlamlar olanlardan ziyade olmayanlardan cikarilarak tarih yazilabilir. Burada da aklimda bu vardi. Olanlar kadar olmayanlara da bakmaya calismak.

    Kimseyi zan altinda birakmak istedigimin, sadece bu ortaya konmasinin elzem oldugu sorulari, noktalari masaya yatirdigimin, ama bunlarin arasindaki iliskinin, eger varsa, ancak saglikli ve seffaf bir hukuki surecle ve incelemeyle aciga cikarilmasi gerektigine inandigimin altini cizeyim.

    Ilk yazdigim yerdeki netlestirme eklerini de asagiya giriyorum simdi.

    Sonrasinda netlestirmek icin girdigim

    Cevapla

    • acracia Says:

      Fmerakli’ya verdigim link cikmamis, veriyorum burada:

      https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/02/18/odatv/#comment-4204

      Burada sunu not edeyim: aslinda ben cemaat guc kaybederse olabileceklerden oldukca endiseliyim. Cunku aslinda parcasi olduklari sey bir guc savasi goruntusunde, bunun bir baska kutbu veya kutuplari daha var ki, onlardan da ben cok rahatsizim. Ve eger bu guc kaybetme durumu olur da olursa, ki hicbir sey baki degil, bence olacagina bakin, ama o ortamda ayni kendilerinin yaptigi goruntusu cizen kurunun yaninda yas yakmanin onlara da yapilacagindan endise etmekteyim. Vicdanen bunlari yazarken, aslinda cemaatin icinde ve alt kademelerde yer alan temiz, iyi niyetli, vefali ve idealist insanlar icin icim gercekten uzuluyor. Dilerim cemaatin elitleri de bu gidisin iyi bir gidis olmadigini ve bu kendilerine gonul vermis insanlari biraz olsun dusunuyordur.

      Bu sebeple yukarida yazdiklarim, su ortamda neler dondugunu anlamaya calisirken ortaya cikan ve birlikte dusunulmesi gerektigine ikna oldugum noktalar. Ancak altini cizeyim: bu noktalari bir arada gordugumde nahos bir tablo cikiyor ve bu noktalarin arasindaki iliski seffaf bir sekilde *arastirilmalidir* diyorum.

      Sadece Hrant Dink davasi ve Zaman’in ne yapmaya calistigi, bir kisim ifsa edilirken aslinda kimlerin neden korundugu sorgusu icindeyim. Bunun cevabinin cok basit bir sekilde sadece cemaat mi yoksa yapilmis baska ittifaklar mi sorusu ise hala cevapsiz. Trekking rumuzlu okuyucu asagida alinti yaparak belirtmis, ben obur geleneksel derin devlet denen yapilanmanin ya iyice yer altina indiginden ya da Ergenekon surecinde aslinda dogru isimlerin ozensiz iddianamelerle aslinda tam bir laf kalabaligi icerisinde (ki kimsenin emek verip yazdigi iddianameye laf uzatmak degil amacim, emege saygisizlik degil, ama icine cocuk boyama kitabi dahil eklerin konmasidir ve binlerce sayfadir sorun olan) gercek suclari uzerinde dusunulmeden iceri alinmis olabilecegini dusunuyorum. Bu sahislarin yeniden at kosturmasini *istemiyorum*. Ama su anda olanlari da gormek istemiyorum.

      Butun bunlari goz onune alarak aslinda endiselerimi, gozlemlerimi paylasirken hem bu sikintilari tasiyorum, hem de bunlari dile getirmenin artik ecnebilerin tabiriyle odadaki fili gormezden gelmeyi birakmak adina onemli olduguna kaniyim.

      Yorum tarafından acracia — 17 Mayıs 2011 @ 19:45 | Cevapla

      Sunu da acayim:

      “aslinda ben cemaat guc kaybederse olabileceklerden oldukca endiseliyim.” Ben bu oynandigi gorunen oyundan oldukca muzdaribim ve bitmesi gerektigini dusunuyorum. Bu, benim sahsi gorusum, kimseyi de baglamaz elbette. Ancak, bu oyun bittiginde uzerlerine cullanmayi bekleyen, dis bileyen, ayni istahla onlari yok etmek isteyen bir enerji biriktiginden de hic suphem yok. Iste o zaman yine kurunun yaninda yas yanarsa cekincem mevcut. Sadece kirli islere bulasmis sahislar yargilanmalidir. Kastim budur.

      Yorum tarafından acracia — 17 Mayıs 2011 @ 19:50 | Cevapla

      Komplo teorilerinden gayet rahatsiz olan birisi olarak sunu soyleyeyim, tekrar okudugumda Baransu’ya gelen bavuldan bahsederken yanlis anlasilmaya acik bir sey yazdigimi gordum. Netlestirmek isterim: bavulun markasinin bu isaret ettigim konularla bir baglantisi var demiyorum. Bunu aciklamak bile komik geliyor ama o kadar yanlis anlamalarla dolu bir ortam var ki, olur da bavulla ilgili bir ima yaptigimi dusunebilecek birileri cikarsa sasirmam. Dolayisiyla dedigim sey su idi: bu kadar “suna inaniyorum”,”buna inanmiyorum” uzerinden tartisilan Balyoz davasi belgeleri bile kaderin cilvesine bakin ki “inanc” markali bir bavulda gelmis diye dusunuyordum. Aciklayayim ki komik taraflara cekilebilecek anlamlar cikmasin.

      Yorum tarafından acracia — 17 Mayıs 2011 @ 22:28 | Cevapla

      Cevapla

    • acracia Says:

      duzeltme:

      “Ve yapmaya calismadigim ve oyle okunmasini istemedigim husus da su: bu noktalarin ortaya cikardigi tablo hos degil.”

      Cumlemi yarim birakmisim. Soyle olacakti:

      “Ve yapmaya calismadigim ve oyle okunmasini istemedigim husus da su: bu noktalarin ortaya cikardigi tablo hos degil ama bunun iste bu noktalari hemen birlestirelim manasinda okunmasini istemem. Ancak saibeli gordugum, sikinti veren, celiskili seyleri ortaya koymaya calistim. Bu noktalar arasindaki bagi sorusturmak da bana dusmez elbette hukuki makamlarin isidir. Ancak bu noktalar arasindaki iliskinin acikliga kavusturulmasi gerektigine inaniyorum. Tesekkur ederim.

      Cevapla

      • acracia Says:

        Turkcelestirirken bazi harfler karismis. Yakalayabildiklerim:

        “Bu arada Nedim Şener’in kitabının üçünün dokunduğu Ramazan Akyürek ise geçen hafta itibariyle göreve dönebilir. Ama o konu doğru dürüst araştırılmadı ki?”

        üçünün degil, ucunun olacakti.

        Bir de Nişandan degil, Nisandan olacakti.

        Ayrica:
        Dani Rodrik’e hitaben yazilmis Zaman yazisindaki benim elestirerek Hrant Dink’ten dem vuruldugunu soyledigim kisimdaki parantez icindeki kisim, hani interfaith dialogue kismi tamamen benim sahsi okumam ve soylemin satir arasindan cikardigim manadir. Kimse katilmak elbette zorunda degildir.

        Cevapla

      • acracia Says:

        Yeni duzeltme:

        “Kimseyi zan altinda birakmak istedigimin” elbette ki isteMEdigimin olacakti.

        Bir de suradaki son yarim kalmis cumle olmayacakti:
        “Ilk yazdigim yerdeki netlestirme eklerini de asagiya giriyorum simdi.

        Sonrasinda netlestirmek icin girdigim”

        Cevapla

  2. ihtimal Says:

    Aslinda acracia nin pinar ve dani ye blogta ortak olmasi gerekmez mi? Daha basarili bir balyoz sulandirma kampanyasi ”mantiga uygun argumanlarla 🙂 ” yurutulebilir!

    Cevapla

    • acracia Says:

      Sevgili Ihtimal,

      Zat-i aliniz beni surekli bir kutba itmeye calismaktasiniz. Blogumuzun kadrolu troll’u oldugunuz tescilli oldugu icin, daha once de yalan soylediginiz ve carpittiginizi gostermis oldugum icin, bu beni pek baglamiyor. Ancak su notu girme sebebimi soyleyeyim: yukarida yaftalayarak ses kisma, kutuplastirma babinda soylediklerime siz cok guzel bir ornek olmussunuz. Bunu burada gosterdiginiz icin de mutesekkirim.

      Hem 28 Subat’taki, hem 12 Eylul’deki sorunlari gorup karsi cikip hem de Zaman gazetesi etrafinda donen, ortamdaki tuhafliklari aciklamaya calismak mumkun. Siz her ne kadar beni kutba itmeye calisip sesimi kismaya calissaniz da bu, boyle. Saglicakla kalin.

      Cevapla

      • ihtimal Says:

        28 subatla iligi gerekli davalar acilip Cetin Doganin bu doneme ait suclari ortaya ciktiginda kimin yalan soyledigini ve kimin olaylari carpittigini herkes gorecek 🙂 Seni benim hic bir kutuba oturtamadigimi iddia etsende, pinar ile dani bir kutuba baya iyi bir sekilde oturtmuslar!!!!!

        Bu arada arada Pinar ve Dani nin cemaat hakkindaki dolandiricilik ve sahtecilik cetesi iddialarindaki hukuki sorumluluklarini hafifletmek adina kim olduklari belli olmayan yorumcularin satirlarini kullanmalari da ayri bir cakallik : Hep merak ettigim bir durumdu, acaba Gulen Grubu neden Pinar ve dani hakkinda hukuki davalar acmiyor? diye… Sonunda ip uclarini Fetullah Gulenin kendisi Devlet bahceliye diye yaptigi bir konusmada verdi. Sanirim secim sonrasi hukuki davalar gerekli isimlere acilacak. Pinar ve daninin cakalliklari kendilerine bir avantaj saglar mi bilemiyoruma ama kazin ayagi malesef oyle olmuyor, biraz once hukukcu bir arkadasa durumu sorma firsatim oldu.Bana sordugu soru suydu ” sen makalelerinde referans gosterirken, kendi calismalarini onlarin uzerine oturttugunu ve onlarin soyru oldugunu kabul etmiyormusun? dedi. Sonucta referans olarak verdiginiz dusunceler, sizin de dusunceleriniz oluyor. Bakalim Amerika bunlari dusunce ozgurlu olarak gorecek mi?, asil soru iste bu!

        Cevapla

        • trsaby Says:

          ihtimal,

          “hakkindaki dolandiricilik ve sahtecilik cetesi iddialarindaki hukuki sorumluluklarini ”

          Cemaatin şimdiye kadar Rodrik ve Pınar aleyhine mahkeme açmadıklarına göre, vardır elbet bir bildikleri. Dimyata pirince giderken dikkat et evdeki bulgurdan da olursun. Blogda iddia edilenlerin hepsi bir kanıta bağlı olarak cevap niteliğinde yayınlanmış yazılardır. Mahkemeye gerek yok, sen bize Rodrik ve Doğanın cemaati dolandırıcılık ve sahtecilik cetesi olduklarını iddia eden yazılarını blogda yayınlamış veya blog dışı olabilir referans olarak göster, ispat et, bizde aydınlanalım.

          “Pinar ve daninin cakalliklari kendilerine bir avantaj saglar mi bilemiyoruma ama kazin ayagi malesef oyle olmuyor, kim olduklari belli olmayan yorumcularin satirlarini kullanmalari da”

          İşin ucuzu o ki, siz herkesi ama herkesi, mahkeme hukuki sorumluluk tehditleri ile sindirmeye özen göstermektesiniz. Doğan ve Rodrik’in yeri yurdu belli. Fakat senin dayanıksız olarak öne sürdüğün savları senin tabirin ile “Çakallıkları” nasıl soruşturacağız? Sen aynı şekilde anonim bir ismin arkasına saklanıp herkesi tehdit etmiyormusun?

          Cevapla

        • Altan Alpay Says:

          Cemaatin şimdiye kadar Rodrik ve Pınar aleyhine mahkeme açmadıklarına göre, vardır elbet bir bildikleri.
          Mutlaka! İngilizce’de güzel bir deyim vardır: “Shit hits the fan”! Ahmet Şık’ın tutuklanması biraz o etkiyi yaramıştı, ‘shit’ o kadar cemaatin üzerine sıçradı ki benim tanıdığım hocaefendi aynı hatayı yapmayacak kadar ‘çakaldır’!

          Harvard’dan 2 km ötede MIT’de Amerikan Başkanını Savaş Suçlusu,Amerika’yı terörist devlet ilan etmiş bir adama (Chomsky) devlet üniversitesinde Emeritus Profesörlük verecek kadar ifade özgürlüğünün sınırlarının geniş çizildiği bir ülkede hocaefendi vantilatörler etrafında dolaşmayacak kadar sinsidir.

          Halbuki Hocaefendi senelerdir Pensilvanya mukimi, Rodrik ailesi de yıllardır Massachusetts’de,bu bloğu yayınlayan WordPress şirketi de California’da, yani bir hakaret/iftira falan varsa Amerikan topraklarinda vuku bulmuş ve üstelik hem davalı hemde davacı da aynı ülkede yaşadığı için ‘juristiction’ yani yetki problemi de yok. O halde hocaefendi ne bekliyor diye soruyor insan?

          Şairin dediği gibi ‘Erkekçe olsun isterim, dostluk da, düşmanlık da’, keşke hocaefendi ‘çakallıklara’ prim vermese, davasını mertçe burada açsa. Amerika’da davacının celselere katılması mecburi ve celseler halka ve medyaya açık olduğu için ihtimalle gider pürüzsüz ingilizcesinden hocaefendinin ‘your honor’ diye başlayan savunmasını dinleyebilirdik. Gerçi son kararı jüri vereceğinden işi pek kolay da olmayacaktır.

          Amerika’da pabuç pahalı olduğuna göre içimden bir ses hocaefendinin müjdelediği ‘hukuk mücadelesini’ Türkiye’de yapılacağını ve beklenenin aksine tazminat davaları şeklinde değil yeni ergenekon dalgaları, şafak baskınları,şehven yerleştirilen deliller,kenarından köşesinden Ergenekon veya Balyoza dahil edilenler, ‘tutukluk halinin devamına’ şeklinde zuhur edeceğini düşünüyorum. İmam-Cemaat analojisini göz önüne alırsanız, ‘hukuk mücadelesi’ diyen imamın, cemaatindeki savcıları ve hakimleri neler yapar orasını hayal etmekte zorlanıyorum.

          Umarim Hocaefendi adresini ‘Kısıklı/Üsküdar’ olarak gösterip kendisini “malum savcılara emanet” etmek gibi ‘çakallıklara’ prim vermez de ben ve ihtimal Boston’da güzel bir trial izleme imkanı buluruz.Pittsburg olursa Cheesteakler benden.

          Son olarak, ihtimal “Gülen Grubu” dava açacak demiş,sanırım buna en çok FBI sevinir,çünkü ne zaman Gülen okullarına baskın yapsalar ‘valla billa yok bizim grubumuz falan’ diyorlar, Gülen’e soruyorlar ‘Senin grubun var mı?’ diye ‘valla billa yok ne grubu tövbe’ diyor, FBI deli çıktı velakin en azından ‘plaintiff’ kısmına bakarlar ve esrarengiz ‘Gülen Grubunu’ bulmuş olurlar.

          Cevapla

  3. acracia Says:

    Kaldigim yerden devam etmek isterim, ancak blog yazarlarindan ricam bunu ayri yere tasimasinlar. Bunlar bir butun halinde okunmali; zaten buraya tasidiginizi gormeden evvel obur sahifede trekking rumuzlu okuyucu sizden benim bu yazima ayrica yer acilmasini istedigi vakit de dedigim gibi buraya tasinmasina itirazim olmamakla birlikte, yorumlarin bir butun olarak kalmasi gerektigini dusunuyorum.
    Bu yuzden uzun olmasina ragmen tamamini korudugunuz icin tesekkur ederim. Ancak simdiki yorumlarimin burada yorum olarak kalmasini rica ediyorum; yukarisiyla bir butun olarak okunmasini tercih ederim.

    Bir de tabii kendisi “ihtimal” rumuzuyla yazan okuyucunun beni bir kutba itmeye calisirken sizin beni bir kutba oturttugunuz gibi safsatalara meydan vermemek icin aslinda yorumlarimin yorum olarak kalmasi daha iyi olur diye dusunuyordum. Sevgili Demokrat rumuzlu okuyucu, gecen gun takdir ve iltifatla ilgili etik boyutu da var demistim, iste yeri geldi ve soyluyorum: iltifat almadiginiz surece daha bagimsizsinizdir. Sonucta burada yazdiklarim, ancak okumak ve anlamak istedigini anlayacak insanlar tarafindan oldugu kadar, dilerim bazi sorularin sorulmasinda ve su anda bence Turkiye’nin en cok ihtiyaci olan seffaflik hakkinda dusunmek isteyebilecek ve ama iyi ama kotu kendimce yaptigim bu naciz analizle bulusabilecek birileri tarafindan da okunur. Hic bir tarafin komplo teorisyenleriyle de anilmak istemedigimi dile getireyim. Ancak sunu duzelteyim, matematikci oldugunu soyleyen Ihtimal icin:
    referans vermek baska seydir, alinti yaparak dusunmek ayri–ben ikisini de yapiyorum mesela. Mesela ulkuculuk uzerine yaziyorsam, referanslarimda Nihal Atsiz varsa ben O’nun fikrini mi paylasmis oluyorum yani? Oyle sacma sey olur mu, okumadan nasil bilecegim? Ama tam ikna olmadigim, yine de beni dusunduren seylere de yer verebilirim. Bu acikcasi sozel alanlarda boyledir. Ayrica ben blog yazarlarini temsil etmedigim gibi, onlar da beni etmiyor. Eger Trekking’in ricasi uzerine onemli sorular sordugumu dusunmuslerse, onu bilemem. Ben kendi adima bu sorularin onemli oldugunu dusunuyorum.

    Burada beni rahatsiz ettigini soyledigim ve arastirilmasi gerektigini vurguladigim hususlar aslinda dogrudan Balyoz ile ilintili degil, beni burada okuyanlar da genelde Balyoz’dan daha fazla zamani etik uzerine, basin uzerine tartismakla gecirdigimi, iletisim hakkinda yazdigimi, tartismalardaki uslup ve argumanlar hakkinda yazdigimi, siyaset uzerine fikir yuruttugumu, haksizlik oldugunu dusundugum noktalarda konustugumu bilirler. Su anda yazdigim yaziya gelince, benim icin yine basin uzerinden Turkiye’nin dinamiklerini anlamaya calisirken cok uzun zamandir beni dusunduren ve bana ters gelen sorulari buraya yazmak. Bu noktalari tespit ederken dusuncem, bunlarin arasindaki iliskinin seffaf bir sekilde irdelenmesi ve hukuki bir seffaflik icinde yurutulmesidir. Kimsenin durduk yerde “iste, cemaat!” (ya da “iste ordu!”) demesini istemedigim gibi, eger ortada saibeli bir durum varsa bunun incelenmesi gerektigine kuvvetle inaniyorum. Burada aylardir Zaman’dan sikayet ediyorum. Herhalde benim bu sorulari sormam surpriz olmasa gerek blog ahalisi olan bizler icin?

    Ifade ozgurlugu tanimina da acip bakilmasini tavsiye ederim. Ihtimal yasakci bir zihniyet icerisinde gidiyor saniyorum, kendisi gecenlerde Kanada’daki secimlerden bahsetmisti, herhalde orada, ben de ifade ozgurlugunun ne boyutlarda oldugunu gorebilmesi icin su ornegi vereyim. Bu sahislar bu tarz protestolari yapiyorlar hep, haklarini da ABD engellemiyor gibi gorunuyor. Ben cok sakil buluyorum ama o ayri. Her neyse, bu aciklamayi yapayim, burada dursun.

    Sonuc olarak, goruyorum ki Ihtimal nedenini bilmedigim bir sekilde heyecanlanarak (unlemlerden bahsediyorum) bitmemis bir yorum uzerine heyecanla atlayip hem dava acmakla ilgili seyler soylemekte hem de tehditvari konusmakta. O yuzden her ne kadar sozunu ettigim yorumlari boyle baslik altina tasimakla ilgili dusuncelerim olsa da, su anda belki boylesi daha iyi oldu diye dusunuyorum.
    **************************
    Devam ediyorum:

    Ekrem Dumanli’dan yaptigim alintiyi ozur dileyerek tekrar girecegim, zira yukarida cok uzakta kalmis. Oysa uzun suredir zihnimi mesgul eden sorulari, sorunlari masaya yatirmamda yardimci olan bir alinti o, orada tasvir edilen noktalara, kategorilere bakarak degisik dinamikleri sorgulamaya calistigim icin, ekliyorum:

    “Şimdi kanaatim daha da netleşti: Cemaat aleyhine yoğun ve kara bir propaganda yapmak için kitap(lar) yazdırılıyor ve o kitapların her safhası psikolojik bir harekât olarak planlanıyor. Önce belgeler üretiliyor, insanlar hakkında çok ağır suçlamalar yapılıyor, sonra bunlar şaşaalı bir şekilde neşrediliyor, neşredilemezse daha büyük gürültü koparılıyor, sonra emniyet teşkilatında meydana getirilecek dalgayla Ergenekon davası gibi hukuki süreçlerin önü kapatılıyor.

    Daha ötesini de söyleyeyim. Hanefi Avcı’yla başlayan o insafsız süreçte kitap operasyoncularına sonuna kadar destek veren bazı kişileri bugünden itibaren izleyin. Göreceksiniz, bunların önemli bir kısmı soluğu yabancı basın mensuplarıyla sohbette, yabancı diplomatlarla muhabbette alacak ve şu an hiçbir somut bilgiye dayanmaksızın yaydıkları cemaat algısını ve hükümet düşmanlığını yurtdışına da taşımak için çırpınıp duracaklar. Kimisi Washington’a kapağı atıp düşünce kuruluşlarında AK Parti ve cemaatin düşünce özgürlüğünü yok ettiğini, Ergenekon ve Balyoz davalarının fasa fiso olduğunu anlatacak, kimileri de AB üyelerine bu dezenformasyonu zerk edebilmek için olağanüstü bir gayret sarf edecek…”

    3) Kitap yazdirma meselesi:

    Yukarida degisik dinamiklere bakarken, OdaTV’den cikan ve herkesin kafasini karistiran tuhaf belgeye dair Altan Bey’in, orada gecen ibarelere dair mantik yuruttugu ve bence de hakli olarak sordugu sorulara dikkat cekmek istiyorum; hemen atlamaya hazir eshas icin: o alintiyi yapmamin en onemli sebebi sordugu sorularin dusundurucu oldugunu dusunmem.

    Ekrem Dumanli’nin su yazdiklarina takildim aslinda:

    “…sonra bunlar şaşaalı bir şekilde neşrediliyor, neşredilemezse daha büyük gürültü koparılıyor, sonra emniyet teşkilatında meydana getirilecek dalgayla Ergenekon davası gibi hukuki süreçlerin önü kapatılıyor.”

    Sasaali bir sekilde nesrediliyor mu bilmem, benim gordugum bilakis, insanlarin sasaanin aksine cekindikleri? Evet bugune kadar Fethullah Gulen hakkinda kitaplar yazildi, su son Ergenekon davalarindan beri kendileri hakkinda yazilmis ve elestiri iceren kitaplara acilan davalar var ve o sahislara bir sey olmad deniyor. Her ne kadar bir suru kisiye davalar acilmis olsa da, bu cok dogru ve yerinde bir yorum. Soru ise su:

    Hanefi Avci’ya gelene kadar iclerinden saydiklari gorunen birisi bu tarz bir kitap yazmamisti. Benim anladigim bir arkasindan vurulma hissiyati icine girildigi. Hakan Yavuz bu kitap cemaat icin sonun baslangici olabilir demisti, bu demek oluyor ki bir zamanlar Gulen cemaatiyle yakin olan Hakan Yavuz dahil bir cok kisi icin bu kitap biraz daha farkli gorunuyor. Ornegin, Taraf eski yazari Onder Aytac soyle demisti ve bu blogda da alintilanmisti:

    “‘Ben demedim mi size Hanefi Avcı’nın (ç)enesi ve para(digma)ları söz konusu diye. Adam her haliyle; ‘…küçük dağları ben yarattım, büyükleri amcaoğlu…’ diyor. Ama kabahat sende değil. Bende ve benim gibi olanlarda. Çünkü senin g…tünü biz kaldırdık. Ama kalkan g…ünü indirmek de benim boynumun borcu-dur Hanefi Avcı… Ve sen kimsin ya!.. Böylesi saygısızca bütün adli sistemi karalamaya çalışıyorsun…”
    ‘Biz senin g…tünü kaldırdık… Ama kalkan g…ünü indirmek benim boynumun borcudur”
    […]
    “Hatta medyatörlerin, DHA ve NTV’yi bile Hanefi Avcı’ya kullandırmalarından kaynaklanan, buralarda Ergenekonvari çalışma yapan bazı gazetecilerin bile sorgulanır duruma gelmeleri söz konusu olacaktır.”

    Bu aslinda, aciktan cemaat hakkinda elestirel yayin yapilmasini “Ergenekonvari” gordugunu ve bu tarz yayinlar icin hukuki surecin baslayacagini ifade etmek. Samanyolu’nun bu yaziyi kufur icerdigi icin kaldirildigini soylemisti yanlis hatirlamiyorsam Altan Bey.

    Bunun disinda ben aslinda Hanefi Avci’nin cidden kimseye zarar vermek yerine uyarmaya calistigini dusunuyorum. Zira kendisi kitabina dava acilsin istiyordu. Ihtimal gibi dusunursek, Fethullah Gulen’in en basta o kitaba dava acmasi gerekir. Bakindim ve gorebildigim kadariyla acmiyor (eger acmissa beni lutfen duzeltin), niye?

    Bu kitap yayimlandiktan sonra sunlar oldu (eksik bir liste veriyorum, ama zaten maksadim bir neden sonuc iliskisi kurmak degil, sadece neler oldugunu derli toplu soyle genelce bir araya koymak):

    1) Hanefi Avci ile ilgili bir kadin skandali cikti.

    2) Bu konuyla ilgili Ankara Cumhuriyet Bassavciligi inceleme baslatti ancak bu dava ne oldu, o savci hala yerinde mi teyit edemedim. O yuzden ancak bu kadarini biliyorum, bilen baskasi varsa lutfen eklesin.

    3) Kitabin basimindan sonra Devrimci Karargah’a yardim sucuyla iceri alindi.

    4) Tutuklanmadan once, Hanefi Avci’nin burosuna polis baskini yapildi, dinleme bantlari ele gecirildigi soylendi. Bazi unluler, ses bantlarindaki kayitlarda kendilerinin kaydedildigini gorunce kendisi hakkinda suc duyurusunda bulundu. Hanefi Avci ofisini bosaltmis oldugunu soylerek bantlarin kendisine ait oldugunu inkar etti. Hatta Ahmet Şık bu konuda soyleyazmis. (Ornegi Ahmet Şık yazdi diye veriyorum). Samanyolu da soyle bir haber yapmis ve ayni zamanda Ergenekon iddianamesinin belkemigi vesikalarin ciktigi Tuncay Guney’in iskence kaydi da Hanefi Avci’dan cikti haberi yapmis.

    5) OdaTV’den cikan word dokumaninda yazanlar (ki yukarida sanirim alintilanan kisimla ilgili) dogrultusunda Hanefi Avci Devrimci Karargah’tan sonra Ergenekon’dan da tutuklandi.

    6) Zaman’da “Teroristlerin okudugu kitap” baslikli su haber cikti.

    Dahasi da var. Bu baglamda Hanefi Avci’nin kitabini kendi yazmadigi, Ahmet Şık’a da kitabin siparis ettirildigi soylendi. Hatta Karargah’in tespih tanelerinde soyle yazmisti:

    “Avcı, yine aynı kitabında Dink cinayetiyle ilgili olarak da “Dink cinayeti her yönüyle en ince teferruatına kadar araştırılmıştır, karanlıkta kalan hiçbir yanı bulunmayan bir olaydır” demişti. Zirve katliamını, Hrant Dink cinayetinde askerlerin rolü, Avcı’dan daha güzel, bir başka isme kamufle ettirilip, kapattırılamazdı. Yapılan da buydu zaten.

    Şık’a yazdırılan kitapta da tıpkı Avcı’ya yazdırılan satırlar gibi onlarca bölüm var. Soruşturmaları kapatıp, gerçek katillere ulaşılmasını engelleme çabası satır satır kendini ele veriyor. Kimse bana İmamın Ordusu kitabının, cemaatle ilgili olduğu palavrasını anlatmasın. Kimse de kitabı okumadan konuşmasın. Hrant Dink’in gerçek katilleri ortaya çıkarılana kadar siz yeni proje kitaplara da hazırlıklı olun derim.”

    Uzun oldu, devami asagida.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Yukaridaki ikinci paragraftaki ilk “siz” blog yazarlarina hitaben yazilmisti, yani sizin beni kutba oturttugunuz kismi. Netlestireyim.

      Her neyse, devamini giriyorum, ancak daha bitmedi.

      Oncelikle dikkatinizi cekiyorum; Mehmet Baransu da Hrant Dink cinayetindeki askerlerin rolu diyor ki tamam o arastiriliyor ve arastirilsin da zaten, yukarida sozunu etmistim, ama ya polisin rolu? Baransu niye boyle bir cumle sarf ediyor? Ayrica kitabi Nedim Sener’in yazdigi iddia edilmemis miydi? Avci’ya yazdirmakla Şık’a yazdirmak ayni sey degildi ki iddialarda? Şık’a siparis verildi diye okumustum iddialarda, ancak Hanefi Avci’ya ise Savci’nin kendisi zaten Nedim Sener’in yazdigi iddialarina dayanarak kendiniz mi yazdiniz diye sormustu:

      “KİTABI NEDİM ŞENER Mİ YAZDI SORUSU
      Adliye kaynaklarından ulaşan bilgilere göre kitabı kendisinin yazdığını belirten Avcı’ya , “Kitabın ilk bölümünü yazdıktan sonra basmışsınız. Bu baskıda kitabın kapağı, içindekiler kısmı ve yayınevi farklı.Daha sonra kitap ikinci bölüm eklenerek, farklı yayınevinden ve farklı kapakla yeniden basılmış. Kitabın eklenmemiş, ilk hali soruşturma dosyasında var. Kitabın 2. kısmının Ergenekon terör örgütünün faaliyetleri kapsamında Doğu Perinçek’in talimatı ile Nedim Şener tarafından yazıldığı tespit edilmiştir. Bu konuda neler söyleyecek siniz?” şeklinde bir soru daha yöneltildi. Avcı’nın bu soruya da , “Hayır bunlar doğru değil. Kitabı ben yazdım” diye yanıt verdiği öğrenildi.”

      Gene dedigim gibi, bazi seylere anlam verememize sasmali cunku tutarsiz bir suru sey var. Ancak yukarida girdigim hani Zaman’in mercegine girdigini soyledigim Santoro, Zirve, vs cinayetleriyle ilgili ilginc bir detay daha, Fmerakli’nin buraya daha tasiyarak uzerinde konustugumuz Mehmet Baransu’nun “Karargahin…” makalesine birkez daha donunce cikti:

      “Şimdi cinayetlerin ardındakilerin, soruşturmaların gerçek katillere –yani kendilerine- ulaşmaması için neden bir biri ardına proje kitaplar hazırlattıklarını anladınız mı? Gerçek aslında çok uzakta değil, bir adım yakınımızda. Hanefi Avcı kitabında Zirve katliamının ardından şu minvalde cümleler yazmıştı; “Bu soruşturmaları cemaat yürütüyor ve hâkimler, savcılar, polisler görevden derhal alınmalı.”

      Sonuc olarak:
      Bu iddialar dogru mu bilmiyorum. Hanefi Avci, Nedim Sener, Ahmet Şık’i sahsen tanimiyorum, dogru mu soylerler, nedir bilmiyorum. Ancak tuhafliklar var:

      a) Durum karmakarisik ve referans noktalari surekli yerinden oynuyor. Mehmet Baransu’nunki gibi celiskiler tasiyan (bkz yukarida verdigim ornek, bir anda kitap bu sefer Hanefi Avci tarafindan yazildi) ve ayrica da Hrant Dink cinayetinde sadece askerlere vurgu yapan (yineliyorum, jandarmanin rolu ciksin, ama emniyetle ilgili, istihbarat ile ilgili saibeler varsa ona niye atifta hic bulunmuyor, Akyurek’ten niye burada bahsetmiyor?) ayrica da “kimse kitabin icerigini okumadan konusmasin” diyerek aslinda sansure sicak baktigini ima eden bir yazi karsisinda, neresinden tutsaniz dokulen bir tuhafliklar silsilesi icinde adeta bir anda Hanefi Avci patlamasi yasayarak sahsin basina neredeyse gelmedik bir deprem bir de sel felaketi kalmisken, bir de teroristin okudugu kitap diye baslik atilarak haber haline getirilmisken Zaman gazetesinde, propaganda sozunun referans noktalari sasiyor.

      b) Kaldi ki diyelim dogru olsa ve bir propaganda soz konusu ise bile bu yazilan kitaplarda, kendi kendime “eee?” diyorum. Bunu da gercekten kotu niyetle soylemiyorum; sadece Turkiye zaten herkesin birbiri hakkinda yalan yanlis bir suru sey yazdigi bir yer. Diyelim ki ben Ergenekon’un balon dava oldugunu dusunuyorum. Benim ne dusundugumun niye onemi var? Ve bu davalarin surdurulus bicimine bakilirsa kamuoyunun Ergenekon hakkinda ne dusundugune onem veriliyor, peki de niye? Ne dusundugumuz degil, propaganda varsa olsun onemli olan o da degil, asil davanin seffaf bir sekilde faillerin suclarini ispat ederek guvenilirlik kazanmasi gerekirken, sen bunu dusundun, o sunu dusundu, idisi bidisina kitap yazdirdi diye konusup duruyoruz.

      Bu kitaplarin kamuoyu olusturacagindan korkuyorlarsa, yazar tutuklatip basilmamis kitaplari imha ettirip, bulundurani da Ergenekoncu ilan ettireceklerine asil yapacaklari icerigiyle ilgili sorusturma acmak: cidden boyle bir cemaat yapilanmasi var mi, cidden bu yapilanma iktidar savasinda mi, cidden bu yapilanma sorunlu mu? Eger icerigi yalan ise, zaten ifsa olunur, kamuoyu da olusmaz. Onun yerine tersinden gidilip sen ona yazdirdin, bu sana yazdirdi demek aslinda iki seyi isaret ediyor:

      i) Bir seyi bu sekilde yapmak, biat kulturu icerisinde olur. bu ideolojik, dini, kurumsal ne olursa olsun. Buna birisi oyle olmadigini soyledigi halde hala israr etmek de belki benzer bir seylerin gostergesidir.

      ii) bu bir kisir dongu ve nedense icerige dokunmamak icin bir aygita donusmus duruyor. Nitekim adeta bu icerige dokunmamak icin etrafta bir suru laf salatasi oluyor. Diyelim ki Nedim Sener yardim etti ve yazdi, bircok ulkede profesyonel yazar olmayanlar kendileri yazarken yardim aliyorlar zaten? Kendi imzalariyla cikiyormesela bu ornekteki gibi. Eger icerigi de kendi uydurdu diyorsak, o zaman o icerige bakalim? Yalan haber mi? Degilse ve oburunun yazmada yardimi ispatlanmissa dahi iceriginin *seffaf* bir sekilde sorusturulmamasi ne anlama gelir?

      Hatta Baransu gibi kimse icerigini okumadan konusmasin demek de sansur edilmeli dusuncesine dolayli da olsa destektir. Zaten yazdigi da gosterdigim gibi sorular uyandirmaktadir. Hem Hrant Dink ve Santoro cinayetlerindeki gibi bir hedef kaydirmasi goruntusu, ki Baransu da yine sirf askeriyeye o konuda vurgu yaparak polisi goz ardi etmis ve saibeyi arttirmis Dink davasindaki istihbaratin ve polisin neden uzerine cok gidilmedigi konusunda.

      Soyleyeyim: asil bu davalarin sayginligini bizim ne dusundugumuze neden bu kadar kafa takildigi, bu davanin su veya bu sekilde icinde sorunlar barindirdigina parmak basanlarin bunlari kendi iradeleriyle yazmadigi ama yazdirildigina bu kadar bakilirken iceriginin uzerine *ayni* israrla gidilmemesi gibi sebepler aslinda zedeliyor.

      Soyle ki:

      Iceriklerindeki dogrulari yanlislari, yapilanmalari tartisacagimiza, sorusturma acilip seffaf bir sekilde ve uzerine *ayni kararlilik ve israrla gidilerek* yurutulecegine su oluyor: referans noktalari surekli kaygan bir zemin, bir turlu asil odaga yani cemaat yapilanmasini *acik ve seffaf bir sekilde ayni kararlilikla inceleyememek* tuhaflik yaratiyor.

      Ben acikcasi cemaate kendim karsi degilim. Hicbir cemaate karsi degilim. Isteyen nasil dogru biliyorsa, nasil huzur ve mutluluk buluyorsa onu yapmalidir. Yuzyillarca degisik cemaatler Osmanli icerisinde faaliyet gosterdi. Benim rahatsiz oldugum bu saibeler, bu saibelere her ne sebeple olursa olsun isaret etmeye calisanlarin linc kampanyasi dahil (Ahmet Şık ve Nedim Sener nispeten daha az, hos Sener’in esinin kalp amelyatina galiba laf etmislerdi ama yaniliyor olabilirim) herseyin gelmesi ve savcilarin biz sade vatandasin bu davanin sulandirilmasi hakkinda ne dusundugumuze neden bu kadar onem verdiginden mutevellit bu dusuncelerimizi yikmanin en kolay yolu seffaflik ve kitaplarda seffaf ve kararlilikla gudulen davalarda icerik arastirmasi yaparak “bakin hepsi yalan” diyerek cope atabilmekken kitabi bulundurmanin bile Ergenekonculuktan sayilacagi durumuna kadar getirerek aslinda davaya en buyuk zarari vermis olmalari.

      Tabii Şık’in kitabi sadece bir taslak, icinde bir suru tutarsizliklar olabilir ve normaldir, ayrica internette gordugumuz nushada oynama yapilmis midir bilmiyorum.

      Bu da aslinda cok ilginc, cunku her tuhaflikta “dava sulandiriliyor” denirken, bu davada kitabi bulundurmanin Ergenekonculuk sayilmasi ve bunun resmen (yukarida linkini verdim) aciklanmasi
      uzerine “sulandirmak” kelimesini herseye yapistirmaya hazir kisiler bir sey diyememislerdir.

      Cikan OdaTV medya notunda daha once o minvalde seyler soylemis olan Avci’ya Ergenekon’la ilgili hafife alici seyler soyletilmesi gerektigi, kitabinin referandumdan once yetistirilmesi, vs, bunlar iyi guzel hos da O oyle soyleyince neden onemi var ki?

      Referandumdan once cikti kitap, evet, ama gorduk ki bir etkisi yok o kadar referandum uzerinde en azindan, zira yine de evet cikti, ki o zaman daha OdaTV word dosyasi bulunmus da degildi. Bu da bu tur yayinlarin kamuoyunu etkileyecegi varsayimiyla hareket eder, ancak bunu zaten butun partiler yapar, birbirini karalar, acigini cikarir, sover (kibarca), yatak odasina dil uzatir, hepsini yapar. Zaten yanlis hatirlamiyorsam, ihlal ettigi bir tarafsizlik kanunu muydu secim oncesi, oyle bir seydi, TRT hakkinda suc duyurusu yapilmisti galiba. Ama yaniliyor olabilirim, lutfen yanlissam duzeltin.

      Kara propagandanin zaten daniskasi yapiliyor nasil kaydedildigi bilinmeyen kayitlarla, oyle degil mi?
      Kimin isine yaradiklarini da dusunmek lazim. Bunlarin uzerine gitmek de, zira bunlarin kayit edilis sekilleri, servis edilmelerinin kanuni olacagina ben ihtimal veremiyorum.

      Bakin ben burada darbeciligi savunmuyorum ama propagandanin karasi aki zaten yapiliyor diyorum. Zaman da bana gore yapiyor, medyada rastlanan bir durum bu. Turkiye’de yok satan Hitler’in Kavgam’i kara propaganda yapmiyor mu? Rahatsiz oldugum sey hem Ahmet Insel’in de dile getirdigi gibi zihniyet polisligi, hem de neden bizim ne dusundugumuze bu kadar vurgu yaparak bu davalarin yurutulmesi. O zaman kitaplardaki cemaatci yapilanmanin insanlari tasfiye ettigi, iktidar savasina girdigi iddialarini curutun. Ancak bu iddialari ileri surenlere yapilanlar aslinda tam da o iddialari dogrular nitelikte. Ayrica eger dogru durust bir egitim sistemi oturtup daha duzgun ve elestirel dusunebilen, kara propagandaya gozu acik kusaklar yetistirip, baskisiz ortamda herkesi acikca elestirebilecek gazetecilere, her gorusu sunabilecek kisislere ortam hazirlayin. Yine bizi korumaya calismayin. Bu, bizi bize ragmen dusuncemizden korumak zaten ordunun darbelerde yaptigi bir seydi. Siz yapmayin. Her kimseniz bilmiyorum. Ama yapmayin.

      *************************

      Devamini asagida getirecegim, birazdan.

      Cevapla

      • acracia Says:

        Bu arada yukaridaki yeni yorumlarima sunu da ekleyeyim: “bizi, bize ragmen dusuncemizden korumak” bir baska turlu de soyle yorumlanabilir: bizim belki de bir seyleri gormemiz istenmiyor. Referans noktalari bu kadar sasarken, Zaman ve Baransu israrla Hrant Dink, vs’den bahsederken, Baransu’nun proje kitap dedigi oyle olup olmadigini bilmedigimiz ama benim butun acikligimla inanayim ki oyle olduguna inanmadigim, olsa da cok onemli bulmadigim zira icerigine herseyden once onem verdigim kitaba/kitaplara karsilik, gayet onemli bir adim oldugunu dusundugum Adem Yavuz Arslan’in kitabina yapilan israrli vurgu, askerlere vurgu yapilmasi, Hanefi Avci’nin tam da kitabinda bu davalarin cemaat yanlisi gorevlilerce yurutuldugunu yazmasi oldukca manidar gorunuyor. Bunun sebebi Avci’nin iddiasinin dogru olup olmadigi degil. Sebebi su:

        *Bu kitap Yeni Safak’ta da yazan Kursat Bumin tarafindan bir tarafi (emniyet ve MIT) aklamakta ve askerin rolunun ozellikle altini cizmekte olarak nitelendiriliyor. Bu demek degil ki belgeler gercek degil. Eger belgeler gercekse mutlaka arastirilmali; nitekim oyle bir intiba var. Ancak Fethiye Cetin ve Bumin’in de dedikleri gibi, dort yildir elde bulundurulan bu belgeler neden *simdi* servis edildi?
        *Neden Hrant Dink, Santoro, vs surekli vurgulanarak gundeme sadece sanki jandarmalar varmiscasina getiriliyor? Nitekim bu kitap ciktiktan sonra olmasi gereken olmus, dava acilmis ve icindeki belgeler arastiriliyor. Neden polis istihbarat, MIT es geciliyor?
        *Neden bir anda sessiz sedasiz bu kitap yazildiktan sonra bu diger saibeler aydinlanmamisken, Erhan Tuncel’i kanuni olmayan yollardan istihbarata dahil ettigi soylenen Istihbarat Daire Baskani Ramazan Akyurek hakkinda isten cekilme karari iptal olundu? Istihbarat ve MIT hakkinda
        hersey aydinlandi mi yani bu davayla ilgili?
        *Baransu neden bu secici vurguyu yapiyor? Hrant Dink toplumda buyuk bir infiale yol acmisti, o infialin momentumunu kanalize ederek sirf askere degil, ayni zamanda emniyet ve MIT’i de hatirlatarak, oralarda aydinlatilmamis seylerin alti cizilerek olmali.
        *Bu davalara bakanlarin cemaatten oldugunu ileri suren Hanefi Avci’nin seks skandali, ses kaydi yaptigi istihbaratciligi, ve Samanyolu’nun haber yaparak Avci’nin ofisinde bulundugunu one surdugu iskence kayitlari (bunca sene sonra, dursun lazim olur ya da hatira diye saklar diye mi dusunmemiz lazim?) ile on plana getirilen ve kendisinin de zaten herkes 12 Eylul’de yaptiklarinin ustunu ortmeye calisirken acikca kabul ettigi iskenceciligi. Ahmet Şik’in yukarida verdigim linkteki haberi Hanefi Avci’nin ofisinde bulundugu soylenen seylerin bulunmadigini ima eder nitelikte: cantayi ilk kez gorduklerini soyluyorlar.

        Oysa biz olayi kisisellestirme ve argumana degil kisiye saldirma ve karalama kampanyasini bu blogda degisik kereler belgelendigine sahit olduk, bir kismi da Zaman’dan incilerdi. Acik konusayim, cok tutarsiz ve tuhaf gorunuyor.

        *Ayrica Onder Aytac da bu kitaptan sonra Ergenekonvari (bu ne demek bilmiyorum ben?) yayin yapanlarin sorusturulacagi mujdesini zaten hemen veriyordu.

        Bir de birisi bir sey soyluyor, arkasindan her ne hikmetse onu aciklayici bir sey cikiyor. Ama surasi bir gercek, kamuoyunun ne dusundugu kontrol edilmek isteniyor. Bu bazen alenen (Ahmet Şık’in kitabini okutmamak gibi), bazen de Mehmet Baransu’nun, Adem Yavuz Arslan’in ve Zaman’in kitabi gibi bir tarafi (polis, istihbarat, MIT) es gecip sirf askerlere vurgu yaparak, bazen de daha da tuhaf yeni aciklamalar yaparak (mesela Emre/Emrullah Uslu’nun Balyoz hakkinda yaptigi ve Eyup Can’in da dedigi gibi kafa karisticiaciklamalar.

        Dedigim gibi referans noktalari surekli birisinin kimligi/sahsiyeti uzerinden karalama kampanyalari veya nasil kendisinin yazmadigi veya nasil kendisine yazdirildigi veya tek suc unsurunun kitap yazdirmak uzerinden tartismaya itilmek, hem de belge uretildigi saibesi olan (imzasiz ne idugu belirsiz ve arastirilmayan ihbarlar veya word dosyalari, sahte Balyoz CD’si, vs) veya “sehven” deliller ortaya kondugu ortamda, saibeleri arttiriyor. Neden mesela Hrant Dink davasinda israrla sirf askerlerin uzerine gidildigini dusunurken, birilerini aklamak icin yazilmis bir kitap gorunumundeki bir kitap Zaman tarafindan one surulurken emniyeti arastiralim diyen ve bu konuda kitap yazan Nedim Sener icerideyken, vs vs elbette bir sey anlamayiz zira anlamaya calisirken Ramazan Akyurek’e goreve donme yolu acildi, istihbarat iliskileri cok onemli olmasi gerekirken Dink davasinda hasir alti ediliyor goruntusu var. Asker kanadinin mesuliyeti arastirilsin. Ama bu da arastirilsin. Seffafca.
        Baransu ve takimi bizim zekamiza hakaret etmesin.

        Cunku goruntu tam da baskalarinin yaptigini iddia ettiklerini kendilerinin yaptiklari yonunde bir tablo sunuyor, saibeli duruyor. Hos gorunmuyor.

        Cevapla

        • acracia Says:

          Bu baskalarinin yaptiklarini iddia ettiklerini kendilerinin yaptiklari yonundeki kanaatim yukarida acikladigim gibi Ekrem Dumanli’nin bahsettigi kademelerden ve katmerlerden yola cikarak degisik ornekleri bir arada dusundugum ve neden ortalik bu kadar anlasilmaz tuhafliklarla dolu diye kafa patlattigim esnada gosterdigim gibi kendilerinin daniskasini yaptigi kara propagandavari yalanlarla dolu yayinlar gibi hatta kitaplarin yazilarak belirli tezlerin one suruldugu iddiasini one surerken kendi gazetelerinin reklamini yaptigi ve nedense simdi askerlerin Dink cinayetindeki rolu uzerine oldugu belgeler uzerine yazilmis ve neden simdi o belgelerin servis edildigi, neden polis ve istihbarati es gecip Baransu dahil olayin asker kismina vurgu yaparken diger kismini gormezden geldigi, bu sirada nasil olup da Ramazan Akyurek’in gorevden alimi iptali ciktigi, bunlar hep tuhaf seyler. Ergenekon’un onu tikaniyor diyor Ekrem Dumanli, iyi de bu tarafta da bunlar var, ne olacak?
          Asil birileri mi kollanmaya calisiliyor saibesi vardir. Bir an once bu saibenin giderilmesi gerekir.
          Asil tikanan goruntunun sadece bir kismini sunmakla geri kalanini gizlemeye calismak gibidir. *Hepsi* arastirilmalidir.

          Tekrar alinti yapiyorum, tekrardan oturu ozur dileyerek:

          ““Şimdi kanaatim daha da netleşti: Cemaat aleyhine yoğun ve kara bir propaganda yapmak için kitap(lar) yazdırılıyor ve o kitapların her safhası psikolojik bir harekât olarak planlanıyor. Önce belgeler üretiliyor, insanlar hakkında çok ağır suçlamalar yapılıyor, sonra bunlar şaşaalı bir şekilde neşrediliyor, neşredilemezse daha büyük gürültü koparılıyor, sonra emniyet teşkilatında meydana getirilecek dalgayla Ergenekon davası gibi hukuki süreçlerin önü kapatılıyor.

          Daha ötesini de söyleyeyim. Hanefi Avcı’yla başlayan o insafsız süreçte kitap operasyoncularına sonuna kadar destek veren bazı kişileri bugünden itibaren izleyin.”

          Bu kisim uzerinden etraflica baska dinamiklere ve orneklere bakarak genel resmi anlamaya calistim. Simdi asagidakine bakmak istiyorum biraz:

          “Göreceksiniz, bunların önemli bir kısmı soluğu yabancı basın mensuplarıyla sohbette, yabancı diplomatlarla muhabbette alacak ve şu an hiçbir somut bilgiye dayanmaksızın yaydıkları cemaat algısını ve hükümet düşmanlığını yurtdışına da taşımak için çırpınıp duracaklar. Kimisi Washington’a kapağı atıp düşünce kuruluşlarında AK Parti ve cemaatin düşünce özgürlüğünü yok ettiğini, Ergenekon ve Balyoz davalarının fasa fiso olduğunu anlatacak, kimileri de AB üyelerine bu dezenformasyonu zerk edebilmek için olağanüstü bir gayret sarf edecek…”

          Tamam guzel de, somut bilgilere dayali olabilecek kitaplarin icerigi uzerinde dava acilip cemaat sorusturmasi yapilmiyor. Hanefi Avci dava edilmek istedigini soylemisti de dava edilmiyordu diye hatirliyorum, onun yerine bu kitaplari kimlerin yazdirdigi, nasil yazdirdigi uzerine konusuyoruz. Ya da haklarinda yazilmis bir kitap taslagini bulundurmak Ergenekonculuk sayiliyor, korkutuluyoruz. Cemaatin madem alni ak, neden kendileri hakkinda suc duyurusunda bulunmuyorlar? En azindan aklanirlar.
          Neden ya da bu kitaplarin icerigi *seffaf ve kararli* bir sekilde dava edilip incelenmiyor?

          Onun yerine ses kesme ve insanlari silme goruntusu hakim. Hanefi Avci’nin kitap yazdigindan beri olanlar baska turlu dusunmeyi zorlastiriyor. Nitekim bunlardan bagimsiz olarak bu belki cesitli sahislar tarafindan yapiliyor, zira kimin yaptigi belli degil, ama mesela Hanefi Avci’nin web sitesindeO’nun adina Facebook’tan kampanya yurutenler facebookta surekli hesaplarinin hacklenip kapatildigini soyluyorlar. Belli ki kim oldugu belirsiz bir baskalari da Avci’yi hedef almislar. Bunlar lise ogrencisi bile olabilir, bunu bilmek mumkun degil. Ama genel manzara tuhaf. Bu degismiyor.

          Ayrica hemen gidip yabancilara cemaati sikayet edersiniz diyen Zaman, Ingilizce versiyonunda ayni teroristin okudugu kitap Hanefi Avci’ninki seklinde haberyapmis, hadi sikayet etmekten dem vurmusken bu gazetenin Dani Rodrik’i de Harvard’a ve Ingilizce konusan okuyuculara yalan haberlerle sikayet ettigini de unutmayalim. Bunlar hep baskalari yapiyor deyip kendi yaptiklari.

          Su kisim da onemli:

          “Kimisi Washington’a kapağı atıp düşünce kuruluşlarında AK Parti ve cemaatin düşünce özgürlüğünü yok ettiğini, Ergenekon ve Balyoz davalarının fasa fiso olduğunu anlatacak, kimileri de AB üyelerine bu dezenformasyonu zerk edebilmek için olağanüstü bir gayret sarf edecek…”

          E insaf. Kitap taslagi bulundurmak Ergenekonculuk, suc. Yayimlanmamis kitap imha edilip yok edilmeye calisiliyor. Telekulagin bini bin para. Hepsi de belirli guruhlari veya gruplari hedef alan ve sornadan servis edilen alan dinlemeleri, sahsi ve ozel hayat bilgilerinin hic de legal olmayan yollardan elde edilip ifsasi, internet filtreleri, youtube, bloglar, internetteki 130kusur kelimenin engellenmeye calisilmasi, tehditler, polisin oldukca arttirilmis yetkileri, dusunceyi suc haline getiren Terorle Mucadele Yasasi ve daha yeni Emre Uslu twitter’da polislerin milleti gozlemeye aldigini yazdiktan sonra birileri cok kizdim falan yazinca yok oyle bir sey demesinin gercegi yansitip yansitmadigini bilmemenin, ama bu bakilan goruntuye gelince oldukca mumkun olabilecegini bilmenin agizda biraktigi aci tat, gazeteciler uzerindeki baskilar, cemaatin elestirilmesinin adeta kamusalda tabu haline donustugunu gosteren bazi yayin sansurleri, ihtarlar, uygulamalar… Bunlarin hicbiri uydurulmadi. Hepsi gercek. Ancak Dumanli sirf bircogunu Zaman’in yaptigiyla tescilli ancak baskalarinin yaptigini soyledigi seyleri, kendilerinin bizzat yaptiklarini tarif etmis. Ayrica yurtdisina sikayet kisminin kendilerince onemini de acik etmis. Aslinda sirf o degil, tribunlere oynadiklarini, baska kamuoylarinin ne dusunduklerine onem verdiklerini de acik etmis kanaatindeyim.

          Bu hakli olarak yukseltilecek sesleri Ergenekon’a sahip cikarak, Balyoz’a sahip cikarak bu davalari “sulandirmak” anlamina gelecek, bunlari esdeger tutar bir sey soylemis. Aslinda yukarida saydigim dusunce ozgurlugu ile ilgili kisim (ki zaten burada da tehdit ediliyoruz) oldukca ayan beyan ortada bir sikinti iken, Dumanli bunlar yokmus gibi yazarak, ardindan da Balyoz ve Ergenekon davalarini ayni duzlemde ekleyince, aslinda bunlarin da icini bosaltip aralarinda paralellik kurarak aslinda ayni duzleme cektigi, olmadigini ima ettigini fark etmemis, bunu “sehven” yapmis olmali. Ancak cemaatin kolladigi, kollandigi saibeleri mevcut. Onu da soyleyeyim. Bu saibelerden aklanmalari sart. Aklanamazlarsa, yaptiklari tescillenmis olacak bu sikintili faaliyetlerle insanlari daha da kutuplastirdiklarini, kendi cemaatlerindeki masumiyetinden suphe etmedigim onca insani zan altinda birakacaklarini suphesiz ki biliyorlardir.

          ****************************************************************************************************

          Sonuc olarak:

          Benim burada yapmaya calistigim, bir anlamda neden hicbir sey anlasilmiyor, hersey cok tuhaf dedigimizi dusunurken son zamanlarda, saibeli gordugum seyler uzerinden beni rahatsiz eden soru isaretlerini ortaya koymak, celiskileri irdelemek idi. Ancak bundan “iste, cemaat!” anlami cikip onlara saldirilsin diye de yazmadim. Bu ortaya konan celiskileri, vs nokta nokta buraya koyup bunlarin arasindaki iliskinin seffaflikla ve kararlilikla hukuken incelenmesi gerektigini vurgulamak istedim. Bunlar acikliga kavusmadikca bu saibe devam edecek. Sunu da ekleyeyim, bu analizler “Zaman gazetesi’nin yalanlariyla mucadele zamani” baslikli blog girdisinin altina yazilmisti; yani konu Zaman idi, Balyoz degil.

          Yazma motivasyonum da bu kadar tutarsizligin beni artik cileden cikarip, zekama hakaret sayabilecegim bazi hasiralti etme, hedef degistirme, referans noktalarini saptirma, icerik yerine icerigin disinda kim kime ne yazdirdiyi tartisma dahil icerik haric baska herseyi tartisma ortamina biraz olsun hangi noktalar benim neleri anlamami guclestiriyor sorusuna cevap aramamdir.

          Yazdiklarim, Zaman ve Ekrem Dumanli’nin yazdiklari uzerinden daha genis bir yelpazeye bakmak ve sorgulamak olarak okunmalidir. Bunlar bir an once aydinlatilmali, bir sekilde bu hal ve cesitli hukuki sorunlar yuzunden bu kadar kutuplasmaya sebebiyet vermis olanlarin cezayi cekmeleri–hangi kurumdan olursa olsun–gerekir. Bu seffaflasmaya toplum olarak acilen ihtiyacimiz var.

          1) Cemaat topyekun kotudur ve yok olmalidir demiyorum. Bunu zaten istemiyorum, cunku iclerinde cok idealist insanlar birseyler yapmaya ugrasanlar var.

          Ama sunu soyluyorum:

          Seffaflasmalidir diyorum. Yani: Mesru (kanunen) bir zemine oturmali, uyeleri kimler kayitli olmali,
          bunlar bilinmeli. Bu sirf cemaat degil, her tur cemiyet, cemaat, tarikat icin olmali. Bunlara uyelik artik bir suc olmamali. Hukuksuzluk, hile, yalan suc olmali. Bu tarz bir seffaflasma eminim kamuoyunda daha olumlu karsilanacaktir.

          2) Ayrica bu yukarida saydigim celiskiler, baskalarini sucladiklari seyleri aslinda referans noktasi sasirtarak kendilerinin yaptiklari goruntuleri [ki okudugum Şık kitap taslaginda, mesela degisik kaynaklari okuduktan sonraki sentezde soyle bir seyden bahsediliyordu: tasfiye edilmek istenen emniyet mensuplarinin karsisinda kendilerini ulkucu, laik, vs gosterip tasfiye etmek istediklerine “Fethullahci” damgasi vurduklarini ve o donemde yine imzasiz ihbar mektuplari ucustugunu anlatiyordu. O zaman supheyle okumustum, belki de abartiyorlardir demistim, ancak sonrasinda burada da yazdigim okuduklarimdan cikan sonuc kendilerini gizleyip kendi yaptiklarini baskalari yapiyormus gibi referans noktasi sasirtmak oldugunu dusundugumde, bunun cemaat acisindan en azindan benim nezdimde bir saibe olusturdugunu dusundum. Bunu da soyleyeyim] kararlilikla ustune gidilen bir surecle bir an once seffaflastirilmali, saibeler ortadan kaldirilmalidir.

          3) Ancak bu saibeler ortadan kaldirilacak diye kim kimi yazmis, vs bunlardan ziyade iddialarin icerigi uzerine kararlilikla gidilmelidir

          4) Cemaat emniyette bir seyleri kolluyor goruntusu cizen bu durumunu bir an once acikliga kavusturmalidir. Hrant Dink davasi tuhafligi bir an once seffaflasmalidir.

          Butun bunlar onemli noktalar. A-B’ye gider onermeleri yapmak istemem, her tasin altindan cemaat cikar anlamini da vermek istemem. Ama iste saibeler var saydigim doktugum uzere, cemaat elitlerine nacizane dostane tavsiyem uzerine dusen sorumlulugu yerine getirip bir an once seffaflasmali, hukuki sureclere, elestirilmeye acik olmasidir. Baskalarini sucladigi seylerin, kendi temsilcisi gazete tarafindan baskalarina yapilmamasi gerektigini dusunerek bunu yapmamasidir. Karakter linci kampanyalari, yalan, vs gibi goze batan davranislari temizlemeli, her zaman sozcusu oldugunu ileri surdugu demokratik degerleri herseyden ustte tuttugunu ispatlamalidir. Bunu da birilerinin yaptiklarini gizlemeye calisiyormus goruntusu vererek askerlerin yaninda polis istihbarat ve MIT’in de Hrant Dink cinayetindeki, Santoro cinayetindeki paylarini gormezden gelmemeli, demokratligi adaletseverligi butun hepsinin durup durduk yerde surekli Zirve, Hrant Dink, ve Santoro cinayetlerini gundeme tasiyip sadece buralardaki suc unsurlarini sadece bir tarafa, tek bir kuruma odakladigi goruntusunun hem hukuken arastirilmasi gerektigi, hem de kendilerinin belki de bunu bir daha dusunmeleri gerektigidir.

          Maksadim zan altinda birakmak degil, bana tuhaf gelen noktalari bir araya getirerek zaten var olan saibelere dikkat cekmek, bunlarin arasindaki iliskinin bir an once kararlilikla ustune gidilerek seffaflasitirilmasi ve hukuken arastirilmasi gerekliligidir.

          Bunlar da daha once sordugum sorularla yakinen ilintili, ancak son olarak hep askeri otoriter yapidan sikayet ederken simdi de sivil otoriter yapiya sıkıstigimizdan dem vurdugumu hatirlatarak, gonul isterdi ki askeri vesayetle hesaplasirken bu saibelerin altinda yapmasak diye eklemek isterim. Adaletin herkese lazim oldugu prensibinden hareketle, dilerim en kisa zamanda bu detayda bir blogu da KCK davasi icin birileri acar. Bu yazdiklarim, komplo teorileri uretmek yerine seffaflasma ve hukuki sureci berraklastirmak icin dusunme malzemesi ve ortaya koydugum noktalarin arastirilmasi itibariyle daha adil bir ortam icin en azindan birkac soru uyandirip bu onemini vurguladigim seffaflasma surecine birazcik olsun malzeme olabilirse kendimi sansli sayacagim.

          Son olarak, bu seffaflasmanin, ordu dahil butun kurumlar icin de elzem oldugunu hatirlatmak isterim. Bu surecten cikarilacak ders bana yapildi ben de yapayim diyerek bir kisir dongu olmamali. Birbirine dis bileyip kafasini ezmeye calismak olmamali. Cikarilacak ders adaletin herkesin lazim oldugu ve gecmisle yuzlesmenin elzem oldugu belki.

          Zira obur turlu bu dongu surup gidecek. Olan bize olacak. Daha once dedigim gibi, soruyorum: biz milletce illa bu iki gucun arasinda sıkısıp kalmak zorunda miyiz?

          Vakit ayiran herkese tesekkurler, hata bulursaniz da lutfen duzeltin.

          Cevapla

          • demokrat Says:

            Acracia,

            Güzel bir analiz-araştırma olmuş ‘zaman’ hakkında.Ama ben genel olarak yazarlar demek istiyorum müsaade ederseniz.

            İyi bir medya takipçisi olduğunuz için zaten biliyorsunuzdur,son aylarda medyada bir ’empati’ modasıdır gidiyor.Bakalım ben de empati yapmaya çalıştığımda neler çıkacak.

            Evet aşağıda verdiğim link’te ki gibi ipe sapa gelmez gariplik ve abartılarla dolu haber ve yorumlara bol bol yer verilirken ;
            http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1107167&title=komutan-esinin-emriyle-pasalar-altin-gununde

            eğer doğru ise insanın yüreğini kanatacak aşağıdaki gibi haberlerde zaman zaman yer aldı.
            http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1099724
            Haber pek inanılası değil ama çok daha basitini yaşamış ve o günlerdeki ‘paranoya’yı görmüş bir insan olarak olabilir/olasıdır diyebiliyorum.
            https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/02/16/nazli-ilicak-gene-yaniltiyor/#comments… demokrat 19.25

            Biraz hafıza tazeleyelim önce;

            * HBB kanalında yayınlanan Anten programında, SKD başkanı Aytek Özel ve vicdani retçi Menderes Meletli ile röportaj yapmaları nedeniyle, program yapımcısı Erhan Akyıldız ve muhabir Ali Tevfik Berber, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in emriyle tutuklanıp askeri mahkemede yargılandılar. Böylece ilk kez, siviller askeri mahkemede yargılanmış oluyordu. Özel ve Meletli için tutuklama kararı çıkarıldı. Akyıldız ve Berber tutuksuz yargılandı ve öngörülen en düşük cezaya, 2 ay hapis cezasına çarptırıldılar. 8 Şubat 1994’te Aytek Özel Ankara’da askeri mahkemeye teslim oldu ve sonrasında 1 yıl 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. Olay, basının çifte standartlı tutumu nedeniyle kamuoyuna fazla iletilemedi.
            Bu davanın asıl önemi, DGM’lerin görevsizlik kararı vermesinin ardından Aralık 1994 tarihinde verilen Içtihatı Birleştirme kararı ile sivillerin askeri mahkemede yargılanması yolunun açılmış olmasında.
            SUÇ;Halkı askerlikte soğutmak.
            Adı demokrasi olan bir yönetimde insanların ifade özgürlüklerinin boyutu…

            *Genelkurmay ikinci Başkanı Orgeneral Ahmet Çörekçi’nin basına verdiği brifingde bir soru üzerine söylediği, “Biz terörle mücadele yasasının 8. maddesinin bugün için aynen kalmasını isteriz” sözleri basında yer aldı. Orgeneral Çörekçi’nin bu sözleri basın tarafından “askerlerden şok uyarı” olarak değerlendirildi.
            -8.md. nin kaldırılmasına karşıyız.
            -Kürtçe radyo tv’ye karşıyız.
            -Kürtçe eğitime karşıyız.
            -Bunlar salam taktikleri,kestikçe hal alır.Bizim elimizi kolumuzu insan hakları ve demokrasi tutuyor!(Evet demokrasi aleni siyaset yapmanıza karışmıyor)

            *7 Aralık 1996 : Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Başbakan Necmettin Erbakan, Çalışma Bakanı Necati Çelik ile Milletvekilleri Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, RP Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe hakkında, yaptıkları konuşmaların Siyasi Partiler Yasası’na aykırı olduğu gerekçesiyle Yargıtay’a suç duyurusunda bulundu.

            *13 Aralık 96: Sabah;Ordu rahatsız, Askeri çevreler ,Şeriat özlemcisi bazı basın-yayın organları ile aynı özlemin dışarıdaki temsilcilerinin TC’yi yıkmayı hedef aldığını belirttiler.
            Milliyet Gazetesi’nin yaklaşımı ise şöyleydi: Muhtıra gibi…
            Mümtaz Soysal şunları yazıyordu:“Dar anlamıyla alırsanız, hükümeti muhtıra yemiş sayabilirsiniz de, saymayabilirsiniz de…”

            *26 Aralık 1996 Hürriyet “Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin!” Güven Erkaya

            *11 Ocak 1997 Genelkurmay; Sultanbeyli’de Belediye Başkanı’na rağmen 10 Kasım’da Atatürk heykeli diktiren 2.Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu’na sert tepki gösteren Necati Çelik hakkında suç duyurusunda bulundu.
            Başbakan Necmettin Erbakan tarikat ve cemaat liderlerine iftar yemeği verdi. Bu durum medyaya “irtica kalkışması” olarak yansıdı.
            O gün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e Genelkurmay karargahında irtica kapsamlı brifing verilir.”İrtica cesaretleniyor,bu tehditi bertaraf etmek için TSK her türlü yönteme başvurabilir”

            *31 Ocak 1997 Sincan’da Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı’na bağlı 20 kadar tank, 15 kariyer, cip ve Reo’lardan oluşan araçlar kent merkezinden geçerek Akıncı Üssü’ne gitti. Açıklamalara göre bunun adı tatbikattı. (Dönemin Genelkurmay ikinci Başkanı Çevik Bir’in daha sonra yaptığı açıklamaya göre ise bunun adı: “Balans Ayarı” idi.)Erbakan ”Ne var bunda Cumhuriyet bayramında 240 tane yürüdü.”

            *25 Şubat 1997 Milliyet manşet;MGK toplantısında ‘İrtica PKK’dan daha tehlikelidir’ diyen Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya…

            DEMİREL’DEN HASAN CEMAL’E ÖZEL ”BAK HASAN CEMAL,SİNCAN’DA TANK GÖNDEREREK HALKI KORKUTMAKSA İSTENEN,DEVLETE YAKIŞMAZ.”

            *Ali Baransel ”…ordu iki yönlü oynuyor,bir yandan kamuoyu bugünkü noktaya getirildi,hükümetin direnci kırıldı…”

            Ve 28 Şubat…Hepsi artık iyi bilinen ve toplumun büyük kesiminde nefret uyandıran ve belki de bugünü dünden hazırlayan menfur süreç.

            Bence en önemli ve en yaklaşık tahmini kim yapmıştı biliyor musunuz? Erbakan ; Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararını her an bekliyor ve şunu umuyordu,DP gibi mağdur olmak ve bir daha ki seçimde silip süpürmek. Haklıydı Hoca ama kendisine değil başkasına nasip oldu ‘silip süpürmek’

            *16 Nisan 97, YER: Genelkurmay Başkanlığı,
            Çiller: Böyle giderse bazı paşaları emekli ederiz.
            Karadayı: Elinizden geleni ardınıza koymayın.
            Çiller: İsterseniz bu konuşmayı hiç yapılmamış kabul edelim.
            Karadayı: Bizim için bu konuşma yapılmıştır ve zapta geçmiştir.Şaka değil,ülkenin Başbakan’ı…

            **6 Mayıs 1997 tarihli “Gizli” damgalı 12 sayfalık rapor, karar ve emirlerden oluşuyor.
            Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir tarafından hazırlanan 6 Mayıs 1997 tarihli “Batı Harekat Konsepti” başlıklı 12 sayfadan oluşan gizli belgede “irtica” ile mücadele adı altında yapılması gerekenler ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Sivil toplum örgütleri, aydınlar ve Atatürkçü çizgideki kurum ve kuruluşlar mücadeleye ortak edilecek.

            *ilhan kılıç Antalya da;”…iç ve dış konjonktür uygun hale gelirse darbe yaparız”

            *Genelkurmay Başkanlığı, 1997 başında Doğu Perinçek hakkında üç ayrı suç duyurusunda bulundu. Sabah gazetesinin 10 Ocak 1997 tarihli haberine göre suç duyurularının konusu şöyle: PKK kampını ziyaret edip manevi destek vermesi, Orgeneral Eşref Bitlis ve Binbaşı Ahmet Cem Ersever suikastlerinde Genelkurmay’a yönelttiği suçlamalar ve Genelkurmay’ı Susurluk olayları ile irtibatlandırma girişimleri. Perinçek’in, ele geçirdiği bazı gizli belgeleri Genelkurmay İstihbaratı’ndan aldığını söylemesi üzerine ise, Genelkurmay Genel Sekreterliği’nden 27 Aralık 1996 günü AA’na yapılan açıklamada, “Genelkurmay’ın bu tip kişilerle muhatap olması söz konusu değildir. ” denildi.

            *8 Temmuz 1997 Bülent Orakoğlu: “Darbeyi rapor ettim.” dedi.
            Hanefi Avcı: “Genelkurmay Orakoğlu için tahkikat isteyince Akşener’le görüştüm. Askerlerin Orakoğlu’nun görevden alınması için baskı yaptıklarını söyledi. Hatta askerlerin bakanı üstü kapalı tehdit ettiklerini öğrendim.” dedi.

            *Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’e bir general tarafından ‘Gelirsek o kadını yağlı kazığa oturturuz’ mesajı gönderildiği konuşulmuştu ve doğruydu bu.

            Kaynak : http://www.internethaber.com/yagli-kazik-hangi-pasaya-ait-305074h.htm#ixzz1McdcO253

            Evet uzun uzadıya anlatmak yerine kısa geçelim biraz,yeni hükümette memnun etmemişti birtakım çevreleri,ve güç savaşı sürüp gitti böyle.Mesut Yılmaz her fırsatta dile getirdi’asker sıkıntısını’ Bir türü tatmin olmuyorlardı.

            *Vural Beyazıt’tan Ercan Arıklı’ya ”..bu iş bitti,darbenin anayasası bile hazır,Çokun Kırca hazırladı”

            Ardından bitmek tükenmek bilmeyen brifigler brifingler…Herkes uygunadım karargaha geliyor ve brifingini alıp dönüyordu.Ardından provakasyonlar,mitingler…

            Gazete patronları askerle beraber ülkeyi yönetiyor,Dinç Bilgin ”Bugün Işılay Saygın’ın istifasını aldım” diyebiliyordu.”Bunların gitmesi lazım yoksa geliyorar.”

            *Hasan CEMAL’den alıntılıyorum;

            28 Şubat 1997 Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, İsmet Sezgin’e şöyle diyecekti:
            “Nizamiyeden döndük. Güç tuttum. En büyük kaygım Rüştü Erdelhun!” durumuna düşmekti. Tansiyon sorunum yoktu, çıktı.”
            Hasan Cemal’in notu: Bunu İsmet Sezgin’in kendi ağzından, savunma bakanı olduğu dönemde İstanbul’da yediğimiz bir yemekte dinlemiştim.

            Daha binlerce anekdot var Hasan Cemal’in kitabında ve benim bildiğim ne bir yalanlama,ne bir tekzip ne de mahkeme var,yanılıyorsam düzeltin.

            Burada keselim,iyi kötü herkes hatırlıyor olsa gerek…

            —————
            Bu sürecin bir kısmı, günümüze gelelim;

            Bir an durup düşünelim ve tüm bu ergenekon,balyoz vs vs iddialarının doğru olduğunu varsayalım,ya da varsaymayalım da ,basit bir bakış açısıyla; adımızın Mehmet Altan,Fehmi Koru vs vs olduğunu düşünelim ve bu konularda derin bilgi sahibi olmadığımızı tahayyül edelim ;acaba ne düşünürdük/yazardık şu haberlerin binlercesini görünce;

            http://www.medyafaresi.com/haber/43942/guncel-iste-balyoz-eylem-plani-hangi-gazeteciler-nasil-oldurulecekti.html
            ; böyle binlerce haber ,kaldı ki içlerinden birisi hunharca katledilmiş ve cinayetin sırları hala tam çözülememiş. Korkmaz mıydık acaba? Hayır İsveç’te,Avustralya’da filan yaşasalar ne diye korkuyorlar,gülüp geçsinler diyeceğim ama…Önlerinde Uğur Mumcu,Ahmet T.Kışlalı,Bahriye Üçok,Çetin Emeç,Abdi İpekçi,N.Hablemitoğlu gibi daha bir sürü katledilmiş isim sıra sıra.

            http://www.haberx.com/balyoza_gore_zararli_ve_faydali_gazeteciler(17,n,10302314,113).aspx

            Bu yazarların daha sonraki psikolojik durumları nasıl olmalı ki ikna edilebilsinler.Haklarında hergün sırf görüşleri şu veya bu olduğu için yazılmış yazılar,hedef gösterilmeler,tehditler.Ülke geçmişinde yaşanan onca darbe,onca darbe girişimi,e-darbe, muhtıralar,vesayet yılları…

            Tüm bu süreçleri yaşamış, bu korkuları tatmış insanlar olarak bugün ne kadar objektif olabileceklerse o kadar objektifler bence ,ne eksik ne bir fazla…Bu korkuları biz yaşamadık,belki siz de yaşamadınız, ama onlar tüm benlikleriyle yaşadılar.

            *Ahmet Kekeç 13 Temmuz 2009

            Haliç’te oturuyorduk… Arkadaşım Salih Tuna ve Dört Mevsim Kıraathanesi sakinleri… Akşamın erken karanlığı çökmüş, dışarıda püfür püfür bir rüzgár… Birden polisler daldılar içeri ve gerekli alan taramasından sonra, ‘Buyurun gidiyoruz Ahmet Bey’ dediler.

            Nereye?

            Nereye olacak? Muhterem Çevik Bir’in, muhaliflerini görmeye can attığı o karanlık mahbese…

            Klasik gözaltı diyalogları: Kemerini çıkar, bütün ceplerini boşalt, şu tutanağı imzala, sigara yasak, gürültü çıkarmak yasak, şarkı söylemek zinhar yasak, tuvalet için izin isteyeceksin…

            Hayatımın en kötü gecesiydi.

            Kenan Evren Paşa’nın devr-i istibdadında da iki kez gözaltına alınmış, ikincisinde üzerimde sopa bile kırdırmıştım, ama hiçbiri ‘İstibdad-ı Çevik Bir’in gözaltı hadisesi kadar koymamıştı bana.

            Hakkımda kaç ceza davası açıldı? Hatırlamıyorum.

            Kaç kez direkten döndüm? Hatırlamıyorum.

            Kaç uykusuz gece geçirdim? Hatırlamıyorum.

            Kaç yıl polislerle köşe kapmaca oynadım? Hatırlamıyorum.

            Hatırlıyorum aslında: Çalıştığım iki gazete bombalı kurşunlamalı saldırılara maruz kalmıştı. Yağmur gibi mahkeme celbi yağıyordu… Yağmur gibi ‘yakalama müzekkeresi’, yağmur gibi ‘mevcutlu getirilsin’ kararı… Neredeyse evime gidemez, sokağımdan geçemez olmuştum.

            Hayatımı yazarak kazanmak zorundaydım ama ‘dava açılır’ korkusuyla yazamıyordum. Üç buçuk yıl köşemden, ismimden, okuyucularımdan uzak kaldım.

            Kendimi unutturmak için üç buçuk yıl gizlendim.

            Savcılık soruşturması için ifadeye çağrıldığımda, her defasında karşıma resmî antetli ‘suç duyuruları’ çıkarılıyordu. Bir general, işi gücü bırakmış, gazetecilerle uğraşıyordu… Onları tarassut altına almıştı ve adli makamlara suç duyuruları yağdırıyordu.

            O dönemde gitmediğim adliye, tanımadığım savcı, karşısında ter dökmediğim hakim kalmamıştı. Çaycısı, mübaşiri, avukatı, cübbe kiralama görevlisi, ucuz fotokopicisi… Ve, iki adımda bir, tanıdık bir sima.

            Duruşma salonundan çıkıyorsun, karşında Ahmet Altan.

            Biraz yürüyorsun, kapıda mübaşirin sesi: ‘Sanık Ali Bayramoğlu duruşma salonuna…’ Koridoru dönüyorsun; Yaşar Kemal, Metin Münir… Biraz ileride Neşe Düzel, Fehmi Koru, Cengiz Çandar halka olmuşlar… Hemen yanlarında Nazlı Ilıcak, Etyen Mahçupyan, Abdurrahman Dilipak.

            Merdivenleri iniyorsun, Hasan Karakaya, Ali İhsan Karahasanoğlu… Otoparka yürüyorsun, Mehmet Barlas.

            İfade vermeye gelmişler.

            Bunlar, 28 Şubat darbecilerinin ‘görünür de görünmez’, ama çoğu zaman ‘zararsız’ addedilen eylemleri… Bunun bir de ‘Andıç’, ‘kitapçı bombalama’, ‘darbe tezgáhlama’ gibi zararlı kalemleri var…

            Bu eylemlerin karar vericileri, başlatıcıları, uygulayıcıları bugün aramızda, ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor… Kendisine ‘sosyal demokrat’ süsü veren Deniz Baykal izin verirse, sivil mahkemede yargılanabilecekler.

            Çünkü, kendisine ‘sosyal demokrat’ süsü veren ve siyaset alanını genişletmekle memur Deniz Baykal, darbeci ve cuntacıların sivil mahkemede yargılanmasına imkán tanıyan yasayı Anayasa Mahkemesi’nde iptal ettirmeye çalışıyor…

            İptal kararı çıkarsa bombacılar, andıççılar, muhtıracılar, lahikacılar, basın üzerinde terör estiren ‘postmodern darbeciler’ geleceğimizi karartmaya devam edecek. Ve biz çocuklarımızı, onların şekillendirdiği bir ülkeye emanet edeceğiz…

            Bu şeref de Baykal’a ait olacak.

            ————–

            Diyarbakır Baro eski Başkanı Sezgin Tanrıkulu Sabah’tan Ecevit Kılıç’a müthiş iddialarda bulundu.26 Ocak 2009

            -Levent Ersöz, Veli Küçük ve Arif Doğan gibi JİTEM’ci komutanların tutuklanması Kürtlerde nasıl bir etki yaptı?

            -Büyük bir heyecan yarattı. Herkesin gözü, faili meçhul cinayetlerin araştırılıp araştırılmayacağında. Kürtler, en azından bu isimlerden hesap sorulabildiğini gördü. Hesap sormak da kolay değil, çünkü bölgede bir de çatışmalar devam ediyor. Türkiye bu çatışma sürecini bir vesileyle sonlandırabilirse, bunların üzerine gitmenin psikolojik zemini daha fazla olur.

            -Ersöz, Şırnak halkı için ne ifade ediyor?

            -İmparatordu. Her şeyi yapabilecek kudrette ve yetkideydi. Abdülkerim Kırca da öyleydi. Suçsuz insanları gözaltına alıp, öldürürlerdi. Kimseye hesap vermezlerdi. Tutanak tutmadan sorgularlardı.

            Sayın Tanrıkulu şu an CHP adayı..

            ————–

            Yazınızın şu bölümüne katılamıyorum; baskın zamanında Ahmet Şık’ın NOKTA dergisinde çalışması ve baskını Ekrem Dumanlı’nın eleştirmesi arasında bir mantıkdışılık yok bana göre. Ahmet ŞIK’ın o dönemde orada
            çalışmasının çok bir önemi olmadığı gibi,bu baskınla bildiğim kadarıyla sadece Alper Görmüş suçlandı.Ha şöyle deseydiniz belki daha anlaşılır olurdu; Sayın Dumanlı neden diğer baskınları eleştirmiyorsunuz?

            Bu arada kolaycılığın dayanılmaz çekiciliğine kapılıp,eleştirdiğimiz noktalarda tüm bulgu, belge ve dökümanları ‘cemaat’e havale etmek basitliğine hepimiz düşüyoruz zaman zaman. Oysa ki gerçekte görünen açık bir kanıt yok.Maalesef demokrasi/adalet denkleminde yaptığınız eleştirilerin hepsine katılmakla birlikte,biz sahte CD’ler diyerek yeri göğü inletirken ‘cemaat’i suçlama adına sahte CD bile öne süremiyoruz fakat koca koca yazarlara bakarsanız hepsi adil ve hepsi hukuk uleması.Peki nerede maddi kanıt? Yani bu dava için hukuk isterken(sizi kastetmiyorum) diğer taraftan kanıtsız olarak ‘vurmak’ ne kadar ahlaki? (Tabii burada bu söylediklerim için kanıt nasıl bulunur,mevcut yönetim ne ölçüde bulunmasına önayak olur, orası da ayrı bir paradoks) Sayın Bahçeli bağırıyor ama kanıt?(Son araba olayından birşey çıkar belki ama o da istenirse tabii) Sayın Baykal bağıramadı bile,hatta alelacele belirtmek gereği duydu her nedense aksini.

            Mesela ben şu aşamada hala tüm bulgular sahte,hepsini cemaat hazırlamış,polis hazırlamış servis etmiş diyemiyorum.Çünkü bilmiyorum.

            Balyoz Harekat Planı iddianamesinin görünmeyen eklerinde ne var bilemiyoruz.Avukat ve sanıklara verilmiş olan bu klasör dolusu ekler acaba ne barındırıyor içinde? Ortalıkta görünen kısımları ve ima edilen/sızdırılan bölümlerine baktığımızda aslında bu ekler bir tane ‘vatansever subay’ın hazırlayabileceği türden şeyler gibi görünmüyor.Hatta bir düzine ‘vatansever subay’ bile öyle kolay kolay hazırlayamaz.Harekat Planları,istihbarat çalışması gerektiren isim listeleri,CDler,emirler,çizelgeler…Binlerce sayfa.Evet diyebiliriz ki bunların çoğu zaten yasal TSK işleri,hangileri olduğunu görmeden söyleyemiyoruz,ama yorum yapabiliyoruz .Bunları blog sahipleri biliyorlar ve işte çıkardıkları absürdlükleri de paylaşıyorlar ama ya diğer binlerce sayfa.Neler var bunlarda acaba?Bir de tüm şu yukardaki süreçler ve yaşadıklarımızı yaşamış ,herşeye inanmaya psikolojik olarak gayri-ihtiyari hazırlanmış insanlar.

            Sivil memur Sevilay Erkani Bulut şöyle diyor;
            “K.ÖZEL klasörü içerisinde Balyoz Güvenlik Harekat Planı adlı dosya içeriğindeki word belgelerini incelediğimde dosyanın içeriğinde bulunan araç çizelgelerini, diğer kiliseler ve sinagoglar adlı dosyayı
            hatırladım, yine bir çok harekat planı yazıyorduk, ancak “Balyoz” ismini hatırlamıyorum, yalnız Balyoz Güvenlik Harekat Planı adlı dosya içeriğine baktığımda yazım tekniğine uygundur, bu şekilde yazıyorduk,
            dosyaların yazılması yaptığımız çalışmalara uygundur, İstihbarat Başkanlığı tarafından ve Loj. Bşk.lığı tarafından yapılan çalışmalarda bize getiriliyordu, ortak çalışmalar yapılıyordu, yalnız şu anda
            net hatırlayamamakla birlikte bu belgelerin oluşturulduğu tarihlerde ben Hrk. Bşk.lığındaydım, bana verilen emirler doğrultusunda bu dosyaları hatırladığımı düşünüyorum…”

            Diyelim ki buradaki ifadenin ”sinegoglar ve kiliseler” kısmı doğru ,belge de gerçek, şimdi burada sormamız gereken soru şu olmalı ;TSK’nın eskiden beri süregelen ,ülkenin gerçek sahibi ve vasisi
            düşüncesiyle gayrı müslimlere ait ibadethaneleri fişlemesi normal bir çalışma ameliyesi midir? Evet bu güzide memleketin herhangi bir yeryüzü parçasındaki papaz efendiye nasıl anlatalım sıranın ona gelmeyeceğini,
            artık bu süreçlerin bittiğine nasıl ikna edelim onu ki yatağına yattığında huzurlu uyusun.

            Hanefi Avcı ve kitabı hakkında kısa bir yorum yapmak gerekirse ;kitabın çıkış tarihi ve yazılma amacındaki çakışma/paralellik su götürmez bir gerçektir.Bu şahsın emekli olmayı bile beklemeden yangından mal kaçırır gibi’ yazarlığa soyunması kimse kusura bakmasın ama hiçte mantıklı gelmiyor.Yani büyük bir vatanseverlik örneği gösterip herşeyini feda ettiği fikrine inanmamızı beklemek abesle iştigaldir,safdilliktir.Ha suç mudur,değildir herhalde,ama bence maddiyata sarılmış bir ruh ufukta görünmektedir.Çifte hatta üçe katlanmış çıkar ; intikam,para,yıpratma…(Buradan yalan yazmış anlamı çıkmasın).
            Keza Ahmet Şık’ın kitabı da öyle, internet ortamında bulunan nüshasına şöyle bir göz gezdirirken arada alınmış notlar ilgimi çekti ,(buraya şunu koyun,isim yazmayalım,acaba bir problem çıkar mı?burayı düzeltin vs)
            bir işbirliği kanısı uyandırdı ben de.Sanki birkaç kişi birlikte yazmış kitabı ya da toplamış diyelim benim 95 model arabam gibi.Cooperation…

            Evet tarafsız bir gözle empati yapmaya çalıştım, ötekileştirdiğimiz tarafı anlamaya çalıştım ,bunlar çıktı ortaya.Tabii ki yazdıklarınıza katılıyorum (katılmadığım küçük bir bölümü belirttim yukarda) o nedenle bir çok yazar gibi ”herhangi bir yeri” alıp da yanıt verme gereği duymadım. Aslında çok daha uzun ve verimli çalışmalar yapılabilir ama meşakkatli ve yorucu,zaman gerekiyor.Ekrem Dumanlı ya da diğer medya mensuplarının yazılarını irdelerken, bu boyutları,geçmişi ve görüneni de değerlendirme parantezine almakta fayda var diyorum.

            Cevapla

            • acracia Says:

              Demokrat, verdiginiz yorum icin tesekkur ederim. Soylediginiz gibi, elbette degisik yazarlarin neden bazi seyleri hissettiklerini, o empatiyi anlayabilir saygi da duyarim. Anlamamak mumkun degil. Askeriyenin zaten yapilacak cok hesaplasmasi var. Bu benim asla tartistigim bir sey degil, elbette bir gunde boyle olmadi bazi insanlar.

              Bunlarin hakkini teslim edeyim. Buna karsilik, anlayamadigim, bana neden yazarlar diyerek bazi yazarlarin neden askeriyeye karsi oyle hissettiklerini anlatma gayretine giristiginiz? Konu bu yazarlarin neden askeriyeye karsi fikir edinmis olabilecekleri degildi benim acimdan. Zaten o konuda soyleyecek bir sozum olmaz. Bir olum listesinde adim ciksa ben de cok korkunc seyler hissederdim muhakkak. Dolayisiyla bu sekilde su veya bu gorunenleri kamplastirarak Hasan Cemal ve digerleri vesaire degildi benim bakmaya calistigim sey. Otekilestirmek asla degildi. Satir aralarimdan boyle bir anlam ciktigini sanmiyorum, ciktiysa da ozur dilerim, ancak oldukca net bir fokus uzerinden gitmeye calistim.

              Acaba “otekilestirmek” derken (emekli bir asker oldugunuzu anliyorum bazi yazdiklarinizdan, yaniliyorsam duzeltin lutfen), o bakis acisindan bakarak o cenahtaki bir nevi “karsi taraf” gibi algilanmis olabilecek kismi mi kast ettiniz? Zira ben yazdiginiz seylerde askeriyeye, Ergenekon’a vs neden boyle yaklasildigini anlatmaya calismissiniz gibi algiladim. Bu da degerli bir sey. O konuda dedikleriniz kadar, spektrumun bir baska ucu var: o da yalan soylemek, birseyleri bilhassa golgelemek goruntusu vermek. Aralarinda daglar kadar fark oldugunu dusundugum icin, benim genelde vurgu yaptigim konu bu idi. Sizin basin hakkinda bu konu disinda soylediklerinize, dikkat cekmeye calistiginiz konusuna katiliyorum elbette.

              Dolayisiyla benim acimdan konu bu degil. Konu burada benim vurgulamak istedigim sey acisindan Balyoz zaten degil. Benim yazdigim, Zaman gazetesinin yalanlari ile mucadele zamani basligi altinda, bu gazetenin genel yayin politikasi (bir tek yazar diye de silkip atamazsiniz cunku genel bir yayin politikasi var tekzip etmedikleri duzeltmedikleri surece. Ust uste yapilmis haberlerinin genel bir guzergahi da var. Ornekleri cok, bir iki tane de ben verdim).

              Sonuc olarak bir iki seye itirazim var:

              1) Ben kimseyi “oteki”lestirmek amaciyla degil, ortada bu kadar tuhaflik var ve neden bu kadar anlamsiz gelen seyler, tuhafliklar bulutu altinda birseyleri anlamakta gucluk cekiyoruz sorusu uzerine, Zaman gazetesi’nin bu konuda yalan ve kara propagandavari goruntusu cizen haberlerdeki katkisina bakayim biraz daha yakindan derken bunlar cikti. Gerisi corap sokugu gibi geldi.

              2) Aslinda asil ilginci, Ekrem Dumanli’nin o alintiladigim kisimda bana cok carpici gelen o ifadelerin aklimda soru isaretleri uyandirmasi uzerine tespit ettigim tutarsizliklar idi. O babda, zaten Radikal Ahmet Şık icin basilmis, ki bu baskin bile degildir diyor ki bilemem ama Eyup Can’in kraldan cok kralci olmayin diye yazdiklarina cevaptir belki, ancak kendisi “ne baskinlar gorduk, Akit, vs ama sanki ozellikle de (yine yurtdisindaki Turkiye’nin imajina vurguda bulunarak) Nokta basilirken neredeydiniz minvalinde bir sey soyleyince, ki zaten Ahmet Şık oyle bildiginiz gibi bir gazeteci degil babinda yayin da yapmislardi, benim cevabim ona idi:

              Bu soruyu sorunca, yani neredeydiniz sorusu, sanki nerede olmak onemliymis gibi
              bir vurgu cikiyor. Yani simdi konusmayin anlamina geliyor. Oysa ben o donemde Dumanli’nin nerede oldugunu bilmiyorum gercekten de, ama eger nerede olmak oyle onemliyse Ahmet Şık oradaydi diyorum. Nitekim Alper Gormus yukarida referans verdigim yazida buna cevap vermis:

              “İlk sözüm, benim itirazımı, tanıklığımı kendi dillerine tercüme edip, bundan, “Gördüğünüz gibi Ahmet Şık düşündüğünüz gibi bir gazeteci değildir” sonucunu çıkaran başta Zaman gazetesi olmak üzere bazı muhafazakâr çevrelere…

              Bir daha söylüyorum: “Darbe Günlükleri’ni yayımlayan gazeteci Ahmet Şık değildir” cümlesi, “Ahmet Şık, Darbe Günlükleri’ni yayımlayabilecek bir gazeteci değildir” anlamına gelmez. Öyle olsaydı, Nokta’da Darbe Günlükleri’nden birkaç hafta önce yayımladığımız “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gazeteci andıcı” haberinin altında imzası olmazdı.”
              ***
              Ancak bu serh bir kenara, kesinlikle size katiliyorum. Bir yerde olmak cok da onemli degil, benim de vurgulamak istedigim kendi mantigim degil, Ekrem Dumanli’nin mantigiyla dusunuldugune ortaya cikan oksimoron idi. Umarim meramimi anlatabilmisimdir.

              Not: Son olarak, Balyoz’daki sahte belgeler verdigim bir ornek idi sadece, ancak eklerde neler oldugunu neden bilmedigimizi de hatirlatmakta faide goruyorum: o kisimlar yok edildigi icin. Deliller asli emanete gomulup sanik avukatlarina bile verilmediginden, o kisimlarin yok edilmesi daha da rahatsiz edici bir goruntu aliyor.
              ****
              Bu da daha genel, size yonelik degil, Demokrat ama benim baktigim yelpazenin daha genis oldugunu ifade etmek isterim: Dilerim KCK davasinda da bu kadar detayli bir blog kurulur. Orada donenler eger seffafsa zaten kimsenin gocunacak bir seyi olmaz boyle bir blogdan, ama degilse, herkesin bilgilenmesi bilgi edinme hakki icerisinde onemlidir.
              Selamlarimla.

              Cevapla

            • acracia Says:

              Demokrat simdi dusununce sanirim daha onceki tartismamiza istinaden soylemissiniz diye aklima geldi. Ozur dilerim eger yanlis anladiysam. Hemen duzelteyim ve bu vesileyle o zaman da soyledigimi tekrar edeyim: bazi yazarlarin neden mesafeli durduklarini anlayabilir empati kurabilirim, ancak bu kadar saibelerin oldugu bir ortamda, sorunlu davalar konusunda (her ne olursa olsun) hicbir sey duymak istemeyenleri anlayabilir (bu tasvip ettigim anlamina gelmiyor) ama saygi duyamam. Bu sebeple “otekilestirme” derken neyi kast ettiginizi ancak simdi anladigimi zan ederek bu duzeltmeyi yapmayi elzem goruyorum. Vakit ayirip yazdiginiz icin tekrar tesekkur ederim.

              Cevapla

              • demokrat Says:

                Acracia,

                Düzeltme anlaştık anlamına geliyor sanırım,ben zaten demiştim ki hatırlarsanız;
                ”Tabii ki yazdıklarınıza katılıyorum (katılmadığım küçük bir bölümü belirttim yukarda) o nedenle bir çok yazar gibi ”herhangi bir yeri” alıp da yanıt verme gereği duymadım. ”Yani ‘ötekileştirmekten’ kasıt sizin söyledikleriniz değil de benim düşündüklerimdi.Dediğim gibi yazdıklarımın hiçbir tarafı size yanıt değil,acaba böyle bir bakış açısı da olabilir mi şeklinde fikir yürütmece.Bu insanlar neden böyle taraf,neden ilgisiz ya da neden kolayca meyleden bir düşünce yapısına sahip olabilir sorularına olası onlarca yanıttan bir tanesi.

                Teşekkürler.

                Cevapla

                • acracia Says:

                  Evet, ben de birbirimizi anladigimizi saniyorum. Vaktiniz icin ben tesekkur ederim.

                  Cevapla

                • acracia Says:

                  Demokrat, beni dusunduren bir soz sarf etmistiniz, hemen yanitlayamadim cunku dusunmek istedim uzerinde. Bakin, ben yukarida yazdiklarimi oldukca rahatsiz olarak yazdim, hem uzuldum, hem hayiflandim, hem de yazmaya baslarkenki aklimdaki soru isaretlerinden daha fazla soru isaretleriyle bitirdim. Bu ortada donenlere bakarak bir anlam cikarmaya calistim.

                  Ancak ben, her ne kadar belirli yazarlarin duyarsizliklarinin geldigi yeri gorebilsem de, Zaman ve surekasi icin farkli bir kategori var aklimda. Henuz adi yok, cunku hukuki surec gerekli, haksizlik etmek istemem, ancak yukarida da gostermeye calistigim gibi saibeler mevcut.

                  Ben Balyoz davasinin sahte malzeme uzerine kurulduguna kaniyim; bu blog bunu defalarca gosterdi. Ayrica dava surecinde yasananlar, karsit delillerin adli emanete gomulmesi, eklerin yok olmasi, yukarida da girdigim gibi ve Kemal rumuzlu okuyucudan alintiladigim gibi iddianamede defalarca 17. CD’deki Suga belgeleri gecmesine ragmen Tubitak raporunda bunun olmamasi ve neden 17.CD’de Suga oldugu beklentisi oldugu, vesaire vesaire vesaire. Butun bunlari son zamanlarda butun oklarin sadece ordu ve aile mensuplarina cevrili gordukce de, simdi de Hrant Dink davasindaki yukarida anlattigim tuhafliktan sonra, ben sizin kadar rahat ekleri bekleyelim bu belgeler ciksin belki darbedir diyemiyorum. Aklima, mantigima uymuyor. Hatta bu sozu gecen olum belgesini Balyoz’da kullanilacak basin mensuplari belgesi ile yanyana koydugumda ve bu konuda yayin yapmaktan cekinenlerin o listede adlari olmasi veya cikacagi, yaftalanma korkusunun, aslinda tam da sizin dediginiz gibi ilgisizlik basin adina bir tepkisizlik yaratmak icin yapilmis olabilecegi de sizin saydiginiz aciklamalar gibi bir baska aciklama da olabilir. Bilmiyorum. Ama olan bitenlere baktigimda, insanlari birbirine dusman etmenin, korku salmanin, korlestirip yarim gercekleri gostermek icin kullanilabilecek en etkili yontemlerden biri oldugunu dusundum.

                  Bakin siz 70’lerin baslarini hatirlar misiniz bilmem, ama o zaman (ogrenciydiyseniz ozellikle ne demek istedigimi daha iyi anlarsiniz) ve sonrasinda da insanlar ne kadar bolunmus olsalar da en azindan simdiki gibi degillerdi. Dusmanliklar netti. Insanlar oluyordu evet, sonrasinda faili mechuller, 78, saymayayim, velhasil bilirsiniz, ama en azindan kimin kim oldugu bilinirdi. Sagci sagci, solcu solcuydu. Solcunun ici daginikti, disindakilere hemen fasist deniverirdi. Sagcilarin icini bilmiyorum. O da oyledir herhalde.

                  Ama su butun olan bitenlere bir bakin, bunu ne ofke (hakli bile olsa) ne baska bir sey aciklayabilir mi? Ofke de bir yere kadar. Ofke uzerine fmerakli ve Bulent Bey ile ilgili bir konusma yapmistik. Su butun olan bitenlerden kastim, aslinda herkesin birbirinin aleyhine dondugu ve 2×2=4 babinda burada sahte olduklari ortaya konan belgeleri (ki baska sahtecilikleri de ekledim yukarida) bile ipe sapa gelmeyen aciklamalarla gercek oldugunu kanitlamaya calisanlar cikti. Bence tam da bu bolunmusluk uzerine dusunmek lazim. Insanlar birbirine dusman olunca at kosturmak kolay: darbe boyle olmadi mi? Oysa su anki gorunum bana genel yelpaze itibariyla farkli geliyor.

                  Sunu dusunmek lazim: her hedef olan “burada tuhaflik var” dedikce o kesime dis bileyenler omuz silkti gibi gorundu bana. Ta ki Ahmet Şık olayinda isin gercekten de ne kadar tuhaf oldugu herkes icin ak pak, berrak hale gorunene kadar. O anda da gundem degisti zaten. Ben sonrasini merak ediyorum. Ama daha tuhaf seyler bekliyorum daha.

                  Bakin 12 Eylul’u yargilamak isteyen savciya bir nevi itibari iade edilmis. Buna cok sevindim. Adalet cok onemli. Su anki gorunum ise genel yelpazeye bakinca tuhaf. Bunlari da yaziyorum ama yanlis anlamayin lutfen. Soyledikleriniz beni dusundurdugu icin. Bunun icin de tesekkur ederim.

                  Cevapla

                  • demokrat Says:

                    Sayın Acracia,

                    Teşekkür ederim,aynı zamanda yaptığınız çalışmanın yönünü biraz değiştirdiğim için de özür dilerim.Ama yineliyorum,yazdıklarımın bir kısmı sizin de söylediğiniz üzere
                    bir önceki konuya göndermeydi,bir kısmı ise mevcut durum hakkında bir empati çabası.

                    Bu arada sizi daha detaylı düşünmeye yönelten faktörün de bu tip yazıların özellikle benim tarafımdan yazılması olduğunu da anlıyorum.Bundan sonra daha az karışıklığa neden olmak isterim.

                    Şurayı açmak isterim,yanlış anlama olmasın,çünkü daha önce de yazdım,kendimle çelişkiye düşmek istemem (benim tarafımdan değil de,okuyanlar tarafından) ;

                    ”…tuhafliktan sonra, ben sizin kadar rahat ekleri bekleyelim bu belgeler ciksin belki darbedir diyemiyorum.”

                    Ben tabii ki böyle bir darbe söyleminde bulunmadım, zaten daha önce de tahminlerim doğrultusunda böyle çat kapı darbe yapılamayacağını iletmiştim(Balyoz).Ama diğer ekleri
                    de görmek gerekir diyorum, çünkü sırf isimlerine bile baktığımızda darbe planı olmasa bile, suç oluşturduğu izlenimi alıyorum.Mesela personeli müzahir-müzahir olmayan diye
                    fişlemişler, sizi temin ederim ki, bu listelerde yer alan insanların çoğunun bundan haberi bile yoktur.Siviller bile kategorize edilmiş,
                    faydalanılacak-alaşağı edilecek türde çerçevelenmiş.Bu söylediklerimin bir kısmı bile öyle üç beş kişiyle,çeteyle filan oluşturulacak gibi görünmüyor.(Dediğim gibi sadece eklerin
                    isimlerine bakarak yorum yapıyoruz).Eğer bunlar sahte ise,derhal bu sahtekarlığı yapanların bulunmasına yönelik çalışmalar yapılmalı.Çünkü aklımın alamayacağı derecede büyük
                    bir insanlık suçu.Eğer gerçekse tam olarak bir darbe planı olmasa da büyük bir suç.Bunları yapmaya da kimsenin hakkı yok ,ancak totaliter rejimlere özgü bir uygulama.

                    Yani ben 2000’li yıllar sonrası ve öncesini farklı değerlendirmeler ışığı altında incelemeliyiz diyorum.Öncesi yaşananların çok küçük bir kısmını yukarda kısa kısa geçtim zaten.
                    Burada ilk ağızdan ikrarlar da mevcut.Ama tüm geçmişin günahını da gündemdeki insanlardan çıkarmak ve bir intikam alma güdüsüne yönelerek sürek avı başlatmak çok vicdani
                    olmasa gerek.O nedenle diyorum ki bu dava da yargılanan insanlar biran önce tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmeli
                    ve dava hızlandırılarak , vicdanları kanatmayacak şekilde adil olarak sonlandırılmalıdır.Çünkü bundan en büyük zararı ülke görmektedir.

                    Saygılar.

                    Cevapla

                    • acracia Says:

                      Demokrat, rica ederim, benim empati kurmaya calisan, hele ki eski bir TSK mensubuna diyecek bir sozum olamaz, keske daha sık olabilen bir sey olsa idi. Belki bugunlere gelmezdik.

                      Dediklerinize buyuk olcude katiliyorum. Ancak fisleme konusuna gelince, ben mi tabir-i caizse “kasarlandim” yoksa ulkenin gercekleri mi boyle yapti bilmiyorum, ancak fisleme maalesef hemen her kurumun yaptigi bir sey. Adliyenin, polisin (hele istihbaratin ne yaptigini bilmedigimiz su gunlerde) ve hic suphem yok ki TSK’nin. Hatta Milli Egitim Bakanligi icerisinde de oldugunu bildigim bir uygulama. Atamalarin, vs bunlar uzerinden yapildigini tahmin ediyorum, kimsenin gunahini almak istemem. Bunu tabii o belgeyi gormeden konusuyoruz.

                      Mesela bir Ermeni subay da gormedim ben hic, polis de, hakim de, disisleri mensubu da. Bu bence daha da buyuk bir suc insanlari ise yarar yaramaz, su bu diye fislemekten. Onlarin karakterine, vs bakmadan sadece kokenine bakarak ayrimcilik yapmaktir bu. Ki tekrar ediyorum, belgeleri gormeden konusuyoruz. (Ancak simdi artik o belge ciksa da ilk basta niye yok edildi saibesi uzerinden gercek mi sorusu ortada askida kalacak. Ya da gelen belge o belge miydi bilmek mumkun olmayacak) Ben sunu soyleyeyim yalniz Israil-Yahudi-Mason-Alevi baglaminda bazi imalar tasiyici dosya gorursem hic sasirmayacagim; ama bu da ordudan kaynaklanan bir tahmin degil onu da soyleyeyim. Eger hakli cikarsam tekrar konusuruz.

                      Fislemeler cok degisik sekillerde hayatimiza o kadar girift ki, bir tanesini biraz kabul edilebilir bulursak zaten is bastan bozuluyor. Bunun en guzeli hic olmamasi. Ama var mi oyle bir sey, ben de onu bilmiyorum?

                      Konuyu, bana kizmayacaginizi umarak biraz da zorlayarak ana konuya baglarsam aslinda Zaman da insanlari fisliyor gibi gorunuyor. Hedef secilip saldirilan ozel isimler. Bu isimler turlu sekillerde sinyalleri gele gele bagirta bagirta veriliyor. Can Dundar icin yazmis Ekrem Dumanli OdaTV’nin direktifleriyle yazdigini ima eder tarzda. Hanefi Avci. Nedim Sener. Neyse ben de bilmiyorum. Ama kizdigim da bilmemek zaten.

                      Son olarak bence bugun orduyla ilgili ve/veya yuzunden kanayan ve sarilmasi gereken cok yara var iken, gercekten bence bunun onemli ama eksik bir resim oldugunu dusunuyorum; asil saibenin son yillarda TMK’dan alinan gucle iyice dikkat ceken istihbaratta oldugunu, bu toplanan bilgiler, yapilan kayitlarin nasil fislemelere vesile oldugunu bilmek istiyorum. Bu aslinda polis devleti demektir. Uniformadan uniformaya gecmek Turkiye usulu demokrasi olmamali. Cok uzattim, her neyse, cok tesekkur ederim aciklamaniz icin.

                    • trekking Says:

                      Sayın demokrat,

                      Yaşadığımız süreci güzelce özetlemişsiniz. Ancak sanki bir tarafı eksik gibi.

                      Şöyle. Evet yukarıda yazdıklarınız aynıyla bu ülke de yaşandı. Ancak sanki asker aslan, Siyasiler, gazeteciler kuzu gibi kurban gibi algıladım ben.

                      Asker’in sistem üzerinde belli bir ağırlığını kabul etmekle birlikte, siz asker kökenli olduğunuz için daha iyi bilirsiniz açıklanmaya muhtaç pek çok olay da yaşandı yakın tarihimizde.

                      Örn. Semin Sancar,

                      Örn. 12 Mart öncesi 9 Martçılar,

                      Örn. Turgut Özal zamanında iki Necdet (Biri Öztörun du diğerinin soyadını hatırlayamadım şimdi)

                      Örn. Torumtay’ın istifası

                      Örn. Başbakanım şak emreder ben tak yerine getiririm diyen Doğan Güreş

                      Örn. Kıvrıkoğlu’nun görev süresinin 1 yıl uzatılmasına koalisyon ortakları karar vermişken görev süresinin uzatılmaması.erken seçim kararı alınması ve Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığına çıkması,

                      Örn. Hilmi Özkök’ün başkanlık ettiği YAş toplantısında neredeyse 27 Mayıs 1960 daki kadar subayın tasfiye edilmesi,

                      Bir çırpı da aklıma gelenler bunlar. Yani bu süreci doğru okuyacaksak siyasilerin elleri kollu bağlı boksör imiş gibi nitelendirilmesine karşıyım.

                      Ayrıca darbe süreçlerinin hep ülkenin ekonomik olarak denizin bittiği dönemlerinde dile gelmesi. Elitlerin artık işin sürdürülemez hala gelmesi karşısında hesabı ödemeden lokantadan kaçmaya kalkanlar gibi maraza çıkarması.

                      Ve dünyadaki bu süreçte yaşananlar. Dünya daki güç savaşları dile getirilmeden. Bunlar dile getirilmeden sadece sanki bizim demokrasi sorunumuz muş, laiklik sorunumuzmuş gibi bir algının ortaya çıkması bence temelden eksik olur.

                      Bu ülke Nato ya ne zaman üye oldu. Ordu o zamandan beri Nato ordusu. Bu ne anlam ifade eder. Çok anlam ifade eder. Hele ki günümüzde. Tek kutuplu dünyamızda.

                    • demokrat Says:

                      Sayın Trekking,

                      Aşağıda yer kalmamış buraya giriyorum.
                      ”Ancak sanki asker aslan, Siyasiler, gazeteciler kuzu gibi kurban gibi algıladım ben.”
                      Tarafsız olarak ortaya çıkıpta böyle düşünmek mümkün mü?Asla!Yalnızca bir dönemi sorguladım,o dönemde de durum maalesef böyleydi.Zaten dediğim gibi kısa fakat görüntüyü netleştirecek örnekler vermeye çalıştım,aslında yaşananlar bunun çok daha fazlası ve detaylısı.Acracia da sık sık vurgu yapıyor söylenen birşeyi bu sütunlara taşımak, diğer tarafı haklı görmek ya da aklamak anlamına gelmemeli.Örnek; Çiller’i yazmışız,mağdur olarak göstermişiz ama bu Çiller’in tüm politikalarına (politikasızlık aslında)katıldığımız anlamına gelmemeli.O an itibariyle mağdur ama politik başarısı da ortada!

                      Bu algılama şekli sık sık görülüyor bu blogda onun için yazma gereği duydum.Dediğim gibi yazacak çok şey var aslında ama zaman sorunu önümüzü tıkıyor maalesef,herkes bir şekilde katılsa diğer değerli yazarların da görüşlerinden faydalansak iyi olur.Mesela çok sevdiğim ‘bir diğer ihtimal’ ortalarda görünmüyor nicedir.

                      Hazır yazmışken şunu da not edeyim(üslup Sayın Acracia gibi oldu,etkilenmişim demek ki),T.Özal’ın yaptığı operasyona o zamanlar çok kızdığım halde ,şu an itibariyle çok haklı bir sivilleşme operasyonu olduğunu düşünüyorum açıkçası,her ne kadar sembolikte olsa.Bunu ;o zaman yaygınca yapılan dezenformasyondan etkilenmiş olmama da bağlıyabilirsiniz ,şu an itibariyle benim değiştiğime de…
                      Saygılar.

            • fmerakli Says:

              Demokrat, elinize saglik madalyonun diger yuzunu tamamlamissiniz..

              Askeri savcilik karari ile basilan ve sonrasinda kepenklerini indiren Nokta’nin sahibi Ayhan Durgun’la yapilan bir soylesi yayinlandi dun Yeni Safak’ta, onu da ben ekleyeyim:

              ————
              http://yenisafak.com.tr/Gundem/Default.aspx?t=18.05.2011&i=319836

              Şık’a verilen desteğin yüzde 1’i verilseydi kapatmazdım

              Nisan 2007’de polis baskınına uğradıktan sonraki ilk sayısında, ‘Sözde Değil, Özde Demokrasiye Kadar, Aynen Devam’ kapağıyla çıkan Nokta dergisi, bir hafta sonra kapatıldı!

              Ardından, derginin açılmasını isteyenler olduğu gibi, bu misyonu Taraf gazetesinin üstlendiğini düşüneceklerin sayısı da az olmayacaktı! Ancak, herkes konuşurken, susmayı yeğleyen derginin sahibi Ayhan Durgun’un neler düşündüğü merak konusuydu. Aradan geçen 4 yıl boyunca Nokta’yı kimseye satmayan Durgun, uzun süren sessizliğini Aksiyon için bozdu. Nokta’da askerî vesayeti derinden sarsan haberlerden sonra yalnız bırakılmalarından yakınan iş adamı, şöyle devam ediyor:

              “Bugün Soner Yalçın’la Ahmet Şık’a verilen desteğin yüzde 1’i bize verilseydi, kesinlikle bu dergiyi kapatmazdım. Terör örgütü bağlantısı sebebiyle Oda TV’ye yapılan baskına gösterilen tepki, Nokta basıldığında gösterilmedi. Soner Yalçın ve Ahmet Şık için yüzlerce insan, Taksim’de yürüdü. Ancak, Nokta’nın kapatıldığı süreçte Taksim’de yürüyenler, Rüstem Batum ve arkasındaki 10 kişiydi. Daha çok insanın Nokta’yı sahiplendiğini görsem, her şeyi göze alıp dergiyi çıkarmaya devam edebilirdim. Ama bizi sahiplendiğini gösteren olmadı.” Gelinen noktada, Türkiye’nin siyasi anlamda rahatladığını belirten Durgun, “Şimdi her şey rahatladı! Nokta’yı yine çıkaralım mı, çıkaralım! Ama yarın yine röveşataya çıktığımızda, o tip sarsıcı haberler yaptığımızda, arkamızda kimin duracağını yine bilmiyoruz.” diyor.

              ——————-

              Ben kimin durmayacagini soyleyeyim: Ugur Dundar, Yilmaz Ozdil, Sozcu ve Cumhuriyet’in bilumum yazarlari, Tufan Turenc, Oktay Eksi, Mengi cifti, Mustafa Mutlu, bu liste uzar gider tabii; bunlar ilk aklima gelenler…

              Bir de demokrat, vesayet yillarinda korku ve endise ile yasayanlarin bugun aldigi tavri anlamaya yardimci olmasi nedeni ile Kekec’in bir yazisii aktarmis. Daha once bu blogta da tartismaya konu olan Bayramoglu’nun yazisindan asagiya aktardigim kesiti de bu baglamda tekrar hatirlatmak istedim…

              ————
              ““Önümde bir liste var. Listede 5 subay ve astsubayın ismi yazılı.

              Bunlar Testere Operasyonu’nda görevlendirilmiş kişiler. Görevleri Beni, Mehmet Altan’ı, Mehmet Barlas ve Taha Akyol’u öldürmek.

              Başka listeler de var. Diğer operasyonlar için seçilmiş, beş kişilik timler ve hedefler, Hasan Cemal, Etyen Mahçupyan, Hrant Dink tek tek belirtiliyor.

              Timdeki askerlerin aldıkları eğitimler bile yazılı, kimisi bomba uzmanı, kimisi özel harekâtçı, kimisi psikolojik harekâttan…

              Kimilerine göre, örneğin Balyoz’un elebaşısı olarak yargılanan, 28 Şubat’ın ünlü fişçi ve andıçcı generali Çetin Doğan’ın kızı ve damadına göre, bu listeler sahte…

              Onlara göre Balyoz davasıyla ilgili her şey sahte, asıl hedef Türk Silahlı Kuvvetleri…

              Ve yine onlara göre bu sahteliğe ses çıkarmayanlar, anlattıklarına kulak kabartmayanlar, sundukları kimi çelişkileri dikkate almayanlar samimi değil, liberal değil, demokrat değil…

              Ne garip değil mi?

              Ölüm listelerinde ismi olan insanlardan, onları hedef seçenler için yardım isteyeceksiniz, listelerin sahte olduğunu söylemelerini talep edeceksiniz?

              Akıl vicdanı önüne alıyor demek ki!

              Bu listeler gerçekten sahte mi?

              Sahte olduklarını gösteren ne?

              Kimsenin öldürülmemiş olması mı? (Hrant Dink dışında)?..

              Darbeci baba için atan evlat kalbi mi?

              Videla, Pinoşe’nin de çocukları vardı, ama arkalarında bıraktıkları dağ gibi insanlık suçları da vardı…

              Hiç mi şüphe duymaz babalarını temiz sanan darbeci çocukları?..

              Bilirler mi ki inkâr adettendir, kurumsaldır, siyasaldır?..””

              Cevapla

              • acracia Says:

                Fmerakli,

                Kucuk bir not duseyim: madalyonun diger yuzu diye ben demezdim. Cunku bu bir baska ikilik doguruyor. Zaman’in karsisina orduyu dizmek tam da benim gostermeye calistigim asil kompleksiteyi basitlestiriyor biraz. Oysa bence olay sirf ordu degil, ordu bir ornek. Daha genis bir yelpaze var ortalikta.

                Konu yazarlar niye orduya kizgin degil. Konu Zaman uzerinden okumaya calistigim tuhafliklarin referans noktalari uzerine dusunmek.

                Benim Demokrat’a ilk tepki sebebim de oydu, daha once aramizda gecen tartismayi hatirlayinca, ona istinaden yazmis oldugunu anladim. Bu sebeple bu verilen ornekler olayi yine orduya cekmek oluyor. Oysa benim yapmaya calistigim tam da neden hep orduya cekiliyor, (ki bu soylenenleri yadsiyacak da degilim ustelik–elbette kizgin, cani yanmis insanlar var, bunlari da konustuk daha once ustelik) bunun disinda referans noktalarini nereye koyabiliriz idi.

                Dolayisiyla yaptiginiz benim tam da Zaman uzerinden elestirmeye calistigim, diger referans noktalariyla birlikte ortamdaki degisik noktalari ortaya koymak icin kafa patlarak sorunlu buldugum davranisin aynisini sergilemek olmus. Tekrar edeyim, konu Balyoz ya da darbeler degildi. Onlar sadece bir ornek idi. Zaman-Orduya karsi cok basit bir duzlem. Oysa ortamda daha karmasik bir goruntu var. Bilginize sunarim.

                Cevapla

                • acracia Says:

                  Duzeltme:
                  “Oysa benim yapmaya calistigim tam da neden hep orduya cekiliyor, (ki bu soylenenleri yadsiyacak da degilim ustelik–elbette kizgin, cani yanmis insanlar var, bunlari da konustuk daha once ustelik) bunun disinda referans noktalarini nereye koyabiliriz idi.”

                  yazmisim, soyle olacakti:

                  “…tam da sirf orduya cekilince ana resimde neleri kaciriyoruz, (ki…)”

                  Cevapla

                • fmerakli Says:

                  Acracia,

                  Cevabinizi okuyunca, ilk yazdigim yorumda Zaman’in karsisina orduyu koydugum ya da tartismanin odagini Zaman-orduya karsi gibi bir duzleme cektigim/cekmeye calistigim gibi bir algiya mi kapildiniz pek emin olamadim. Eger oyle ise duzelteyim, zira ne Bayramoglu’nun ne de Durgun’un Zaman gazetesi ile bir iliskisi yok. Ayrica ben Durgun’un soylediklerini okudugumda orduya yonelik bir elestiriden ziyade zamaninda Nokta’nin arkasinda durmayanlara yoneliki bir elestiri oldugunu goruyorum. Zira Bayramoglu’nu okudugumda yine elestirinin odaginda yer alanin ordu degil Dogan ve Rodrik oldugunu goruyorum.

                  Yasanan sureci anlamak, anlamlandirmak adina giristiginiz cabaya saygi duymakla birlikte, temelde orduya getirilen elestiri niteligi tasimayan Durgun ve Bayramoglu alintilarindan Zaman vs. Ordu gibi bir goruntu almis olmanizi da, eger gercekten oyle ise, pek anlayamadigimi da bilginize ben sunmus olayim.

                  Cevapla

                  • acracia Says:

                    Yanitiniz icin tesekkur ederim; aciklayici oldu. Yukarida, yapmis oldugunuz ilk yorumlardan birisi “madalyonun obur yuzunu gostermeye” dair olunca, obur yuzden kast ettiginiz de Demokrat’in yazisi olunca bende olusan izlenim bu oldu. O zaman cikan anlam, bir yuzu Zaman–benim bahsettigim, obur yuzu de Demokrat’in bahsettigi orduya karsi duyulan hakli tepkiler olabilecegi, bu da benim yazdigimin arkasindan okununca Zaman’in karsisina orduyu koymak oluyor. Konu da bu sekilde kayiyor diye dusundugum, sizin katkinizin da o minval uzerinden baska bir takim ornekleri getirmek oldugu icin yorum yaptim.

                    Sonuc olarak saibeler hala duruyor. Demeye calistigim bu idi.

                    Cevapla

              • ccgursel Says:

                Bayramoglunun yazisi berbat. Biraz zahmet gozterip arastirmamis ya da alenen dalga geciyor ya da tamamen bilgisiz kendi okuyucusunu kandirmaya calisiyor:

                Bu listeler gercekten sahte mi?

                Sahte olduklarini gosteren ne? (yuzlerce tarih, bilgi, vs. celiskilerini saymaya ne vaktim ne de sabrim var, Sayin Bayramoglu buyrun size sahtelik ispatlari, acin okuyun)

                Kimsenin oldurulmemis olmasi mi? (Hrant Dink disinda)?.. (Sayin Bayramoglu bir onceki paranteze bir goz ativerin bi zahmet)

                Darbeci baba icin atan evlat kalbi mi? (Ben bu sitede evlatlikla ilgili bir sey gormedim, sadece somut sahtecilik ispatlari gordum)

                Bombos bir yazi. Hicbir anlam ve bilgi icermiyor. Yazanin konuyla ilgili bilgisizligini (veya kotuniyetini) gosteriyor.

                Cevapla

                • acracia Says:

                  Bu yaziyi daha once de zaten fmerakli buraya tasimisti ve cok benzer bir konusma gecmisti gibi hatirliyorum.

                  Cevapla

                  • acracia Says:

                    Pardon, Can Bey’in yazisini gorunce bunu yazmayacaktim. Ancak yanlislikla post ettim. Tekzip ederim.

                    Cevapla

              • Can Acar Says:

                fmerakli,

                Daha önce tartışılan ardından da bir blog yazısına konu olan Ali Bayramoğlu’nun bu yazısını ısıtıp tekrar masaya çıkarman ilginç olmuş. Ben de o zaman yaptığım yorumu alıntılayım:

                Bu yazıdaki bariz mantık hatalarını sıralamak yerine kendimi Ali Bey’in yerine koymaya çalıştım.

                Korku duyduğu ortada. Korku ve çaresizlik. Belki bir parça da gurur. Demek ki muhalefet ettiği kesim onu öldürecek kadar önemli bulmuş. Listede yer almayan arkadaşlarından bir nebze üstünlük, belki Hrant Dink ile o listeyi paylaşmanın verdiği heyecan ile karışık panik duygusu. Evinde, çevresinde ona gösterilen ilgi artmış mıdır?

                Listedeki diğer arkadaşlarını aramış mıdır acaba? Bir araya gelip ne zaman, nasıl öldürülecekleri konusunda konuşup, askerlere lanet yağdırıp birbirlerini bu suikast planına iyice ikna etmişler midir? Kendilerini birer Abdi İpekçi, Uğur Mumcu veya Bahriye Üçok gibi görmüşler midir? Plandaki isimler, rütbeler, olayı daha da gerçekçi kılmış olmalı. “Bak sana psikolojik harekatçı göndereceklermis, benimki ise bomba uzmanı” diye konuşmalar geçmiş midir?

                Ali Bey’in bu planların gerçekliğine inandığı ve gerçekten hayatından endişe duyduğu ortada. Bu ölüm timlerinin durdurulması için herşeyin yapılmasını istemesi, gerekirse sahte delil de kullanılarak bu kişilerin sonsuza kadar içeri atılmasını istemesi normal karşılanmalı.

                Böyle bir durumda olan bir insan, planların sahte olduğu defalarca ispatlansa bile, içinden “ya gerçekse” endişesini atabilir mi? Gerçekten tarafsız kalabilir mi? Hayati tehlikenin kalmadığına ikna olsa bile, kazandığı kahraman mağdur gazeteci payesinden vaz geçebilir mi?

                Amacım ölüm listelerini veya faili meçhul cinayetleri küçümsemek değil. Kimsenin duygularını incitmek de istemiyorum. Ancak Ali Bey’in bu katı ve taraflı düşüncelerini doğru kabul etmek paranoya ve korku dolu bir yaşamı seçmek demektir.

                Unutmayın, yargının işlemediği bir yerde sahte deliller de ölüm veya yıllarca tutsaklık anlamına gelebilir.

                O zaman empati kurmaya çalışmışım şimdi madalyonun öteki yüzüne vurgu yapayım: Korku ve endişelere dayanarak karar verirseniz cadı avı yürütmüş olursunuz. Ortaçağ zihniyetinden kurtulamazsınız. Modern hukuk kuralları tam olarak bunu engellemek için var. Kızgın linç mangaları karşısında herkesin bir şansı olabilsin diye…

                Cevapla

                • demokrat Says:

                  Güzel bir yazı olmuş,oldukça duygusal,empati ise yerli yerinde…Kaçırmışım.
                  Ama maalesef modern hukuk kuralları kurtaramamış Uğur Mumcu,Ahmet T.Kışlalı,Bahriye Üçok,Çetin Emeç,Abdi İpekçi,N.Hablemitoğlu ve daha onlarcasını.Hem yapacak olanı da yola çıktıktan sonra kimse engelleyemez bence.

                  Cevapla

                  • Can Acar Says:

                    demokrat,

                    Ama maalesef modern hukuk kuralları kurtaramamış Uğur Mumcu,Ahmet T.Kışlalı,Bahriye Üçok,Çetin Emeç,Abdi İpekçi,N.Hablemitoğlu ve daha onlarcasını.

                    Güçlü, etkileyici ancak kendi içerisinde çelişkili bir argüman. Öncelikle “modern hukuk kuralları” o dönemde işliyor muydu diye sormak gerekmez mi? O günden bu zamana hala bu kuralları işletemediysek, hala aynı ortaçağ zihniyeti ile güçlü olanın kurallarıyla oyunu oynuyorsak bunun kabahati hepimizin değil mi? Uğur Mumcu’nun delilleri süpürülürken, Abdi İpekçi’nin katili törenlerle karşılanırken “modern hukuk bunları engelleyemedi” demek doğru mu sizce? Bütün bu olayların ardından hukuku nasıl işler hale getiririz diye çaba harcamak gerekmez miydi?

                    Hem yapacak olanı da yola çıktıktan sonra kimse engelleyemez bence.

                    “Yapacak olanı yola çıkartmamanın” yolu da modern hukuktur. Yapılan hukuksuzluklara prim vermemek, gerçek suçluları hızla ortaya çıkartıp cezalandırmaktır. Toplumsal problemlere demokratik ve adil çözümler getirmek, gerginlik ve kutuplaşmayı değil birleşmeyi sağlamak, ortak değerleri ön plana çıkartmaktır.

                    Alternatifi ve kolay olanı ise polis devletidir, baskıdır. Ben zor yolu tercih ediyorum.

                    Saygılarımla …

                    Cevapla

                    • demokrat Says:

                      Hayır ben size kontra anlamda söylemedim,yazdıklarınıza katılmamak mümkün mü?Hepimiz bunun peşindeyiz zaten.Terör anlamında söylemiştim son cümlemi.Tabii işin istihbarat vs kısmı da var,tipik Türk tipi kırathane cümlesi oldu benimkisi galiba.

          • Ilhan Kemal Says:

            Acracia bey,

            Eliniz saglik. Son derece ayrintili, analitik ve emek-yogun bir urun vermissiniz. Balyoz davasini olusturan iddialarin arka plan detaylari ile ilgili polisin, savcilik makami ve mahkemenin yapmasi gereken titiz incelemeyi aylardir bu blog sahipleri yapmaktaydi ve bu calismanizla, bir bilmeceye benzeyen bu davadaki problemlerin daha anlasilir kilinmasina sizde katkida bulunuyorsunuz. Iyi niyetli emeginizi ve enerjinizi takdir etmemek mumkun degil.

            Boylesine onemli bir davada (-ki kimine gore Turkiye Cumhuriyeti tarihinin en onemli davasi) adalet mekanizmasinin objektif bir sekilde isledigini soylemek maalesef mumkun degil. Dava basindan beri tam anlamiyla yogun bir sis perdesi altinda seyrediyor. Sis tabakasinin kesiflesmesi icin de basta Zaman ve Taraf gazeteleri ile bir gurup medya bilerek ve isteyerek ellerinden gelen herseyi yapiyorlar. Tum bunlara ragmen cok onemli iddialar uzerine insa edilen bu davanin inanilmaz bir saibe altinda oldugunu ve olaganustu curuk bir temelde yukseldigini gormemek de giderek daha az mumkun hale gelmekte. Bu davadaki saibelerin netlesmesini ise gorebildigim kadariyla onemli olcude bu blog basardi.

            Bu ve benzeri davalar uzerindeki agir sis tabakasi ile su ya da bu olcude siyasi uzantisi olan konularda tavir almamiz gerektiginde bu tavri gercekleri arayarak degilde hemen her zaman kendi siyasi tercihlerimiz dogrultusunda almamiz, yani konuya tarafsiz bakamama gelenegimiz, birlesince maalesef tablo iyice bulaniyor ve icinden cikilmaz bir hal aliyor. Tam da bu nedenle Balyoz davasi artik adeta bir Rorschach testine donustu. Ayni tabloya bakan herkes kendi mesrebine gore farkli bir resim goruyor ve tarif veriyor. Ozellikle medyanin bu uslubu kullanma olcegi inanilir gibi degil.

            Bir gurup medya bu blogda defalarca dokumante edildigi ve sizinde yukaridaki yazinizda son derece net bir sekilde gosterdiginiz gibi bilerek ve isteyerek yalan uzerine kurulmus bir dezenformasyon kampanyasi yurutuyor. Ayni uslupla kose yazarligi ve yorumculuk yapan da cok sayida insan var. Tabii ki bu klasik anlamda bir gazetecilik degil. Bu medya kuruluslari ve oralarda calisan bir gurup insanin amaci gazetecilikde degil aslinda, belirli bir siyasi ajendaya sahipler ve o siyasi ajenda basin yoluyla ne yapilmasini gerektiriyorsa onu yapiyorlar.

            Medya, polis, ihbarci vatandaslar (?), adliye,yeni kusak “entellektueller”, siyasi iktidar, tarikat, hic bitmeyen bir “darbe tehditi”, surekli yeni tutuklamalar, davalar, ifsaatlar, bitmeyen yargilanmalar, surekli ortaya dokulen yeni dinleme kayitlari, videolar vs…., kisaca (moda deyimle) “ucube” bir ortam ve garabet bir iliskiler agi kurulmus durumda. Bir yandan ortaligi giderek agirlasan bir lagim kokusu sararken, bir yandan da bir takim insanlar ulkenin hic olmadigi kadar demokratiklestigini anlatiyorlar bize. Bu arada da bir tarikat ekseninde kurulan bir ag giderek adeta paralel bir devlet olusturuyor. Maalesef cok ic karartici bir tablo.

            Isin acisi bu blogda yorum yazan bircok akli basinda ve rasyonel insanda hep birlikte olan bitene kafa yorup anlamlandirmaya calisiyoruz. Lakin olan bitenler maalesef rasyonel degil. Sizinde tesbit ettiginiz gibi referans noktalari surekli degisiyor, kelimelerin ici bosalip anlamlari kayiyor. O nedenle de sanirim olana bitene bakarken normal bir ulkede degilde, adeta G Orwell’in “Oceania”sinda yasiyor gibi bakmakta yarar var. Turkiye de zaten demokratiklesen bir ulkeden cok “Nineteen Eighty-four” romanindaki “Ocenia”ya cok daha fazla benziyor her gecen gun. E Dumanli’dan ve Cengiz’den yaptiginiz alintilar da adeta bu kitabin sayfalari arasindan firlamis gibi.

            Cevapla

            • acracia Says:

              Ilhan Bey,

              Vakit ayirip okudugunuz ve yanit yazdiginiz icin tesekkur ederim. Haklisiniz. Butun bu olan bitenler o romani oldukca andiriyor. Bulent Bey’e de dedigim gibi, eger dedigim gibi ise, bu biraz Agatha Christie gibi aslinda: karsinizdaki ozellikle size cabalayarak bir seyler gostermeye calisiyorsa, hic gerek yokken belirli seylere isaret ederek belirli bir gruba mensuplugunu gostermek icin fazladan efor sarfederek calisiyorsa soru sormak gerek demek ki. Bu da paranoyaklik degil; benim yukaridaki kucuk calismam bunu gosteriyor.

              Bu sebeple, bu dedigim genel olarak bu gazeteler icin de gecerli, hatta bu blog icin bile. Ben Karsidevrim’i tercih ederim aslinda. En azindan mertce ve durustce icinden geceni soyluyordu. Ecnebilerin “what you see is what you get” dediklerinden. Oysa simdiye kadar gorunen o ki, kamuoyu olusturmak cok onemli bazilari icin. Bu heryerde olabilir; kimbilir belki burada da. Bakalim, nereye kadar.

              Dilerim gozupek bir gazeteci bu isleri kurcalar. Tabii nasil yapar bilemem, ben olsam ne midem kaldirir ne kafam, su kucuk calismada bile uykum kacti. Ama umarim vardir oyle birileri. Artik ne olur bilmem, kitap mi, yazi dizisi mi. Ama eger oyle biri varsa ve su satirlari okuyorsa, bu benim kucuk arastirmam ufak da olsa bir ise yarayacaksa, istedigi gibi kullansin. Benim icin verdigim butun vakte deger boyle bir ise yarayacaksa.

              Tutarsizliklar var. Hem de cok.

              Buna karsilik eger bu saibeler dogruysa, bu -mis gibi yapmak ulke ve uluslararasi duzeyde ancak bir yere kadar goturulebilir. Zira yalan, bir sure sonra cokmeye mahkumdur. Ancak olup olmadigini anlamak icin de acilen bir temiz ellervari duzeyde bir emniyet/istihbarat sorusturmasi acilmasi sart.

              Uzun sozun kisasi, en azindan bu kadar uzun bir yaziyi okudugunuza pisman olmadiysaniz, kendimi bahtiyar ad edecegim.

              Cevapla

    • acracia Says:

      Zaman’da Teroristlerin Okudugu kitap olarak Hanefi Avci’nin kitabinin resminin yayimlandigi habere verdigim link cikmamis:

      http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1124556&title=oldurulen-teroristlerin-okudugu-kitap

      Cevapla

  4. mutercim Says:

    Gölcük Donanma Komutanlığında ele geçirilen belgelere ilişkin yürütülen soruşturmanın iddianamesi hazırlanmış. Kadir Sağdıç için 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis isteniyor.

    Cevapla

  5. Slobodan Hacirahmanovic Magamedov Says:

    Acracia, elinize saglik. Hepsini okuyamadim ama bu aksam bitiririm.

    Ben de enteresan bir noktaya dikkat cekmek isterim. Ergenekon davasina baslarda katilmak istenen, tutuklanan ve cikarildigi mahkemede (yanilmiyorsam) ilk celsede beraat eden eski polis sefi Adil Serdar Sacan’in yazdigi savunma. Ahmet SIK’in kitabinda bu savunmaya bir link var (http://www.celalulgen.av.tr/savunma/Savunma.pdf). Eger bir sekilde netten kaldirilmis ise ben tekrar rapid, vs. gibi bir ortama yukleyebilirim. Isteyen indirebilir.

    Ahmet SIK’in kitabinda Adil Serdar Sacan’in savunmasindan bir bölümü alintiladigi goruluyor. “Dokunan Yanar”da sayfa 149 (Saçan’ın dikkat çektiği tesadüfler). Sacan’in savunmasinda da sayfa 56 (h- Savcılıkta Fetullahçılarla İlgili Sorulan Sorular). Burda birkac tane garip tesaduf siralanmis. Ben okurken acikcasi biraz rahatsiz oldum zira insan bunlarin hakkaten tesaduf olmasini istiyor.

    Kisaca ozetlemek gerekirse A.S.Sacan ile ayni donemde Polis Koleji’ne giren ve cemaat baglantilari (aralarindan birisinin artik ayyuka cikti) bilinen polislerin gorev yaptiklari yerlerde, hem yakin tarihi hem de Ergenekon davasini ilgilendiren gelismelerin olmasi. Buna gore bu polislerin istihbarat daire baskani veya il emniyet muduru olarak calistiklari yerlerde Rahip Santoro cinayeti, McDonalds bombalamasi, gosterici linc edilmesi, Dink cinayetinin planlanmasi, Dink cinayetinin gerceklestirilmesi, Zirve katliami, Danistay baskini gibi olaylar yasaniyor. Acikcasi bu kadar tesaduf nasil olur ben sahsen bir cevap bulamadim. Belki diger okuyucular bulurlar.

    Selamlar
    S.H.M.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Slobodan Hacirahmanovic Magamedov:

      Yorumunuz icin tesekkurler. Ben genelde bu tarz tesaduflere isaret etmenin, yani x kisisi orada iken sunlar oldu demek icin iyice bir arastirilma yapilarak sorusturulmasi gerektigini dusunuyorum. Dolayisiyla bu bir anlam tasiyabilir de tasimayabilir de, dogrudan sonuca atlamak dogru degil: Zira bu tarz dikkat cekmelerin bir tarafinda saibe obur tarafinda zan altinda kalma gibi iki yuzu var.

      Ben bu sebeple bir gorevde bulunmanin tek basina bir anlam ifade etmeyecegini dusunmekle birlikte bu soylediginiz olaylar butununde sorusturulmasi gereken seyler oldugunu ve artik bir saibe olusmus oldugunu dusunuyorum, ama bunun somut bir sebebi var:

      Hrant Dink davasinda emniyet istihbaratin tabiri caizse didik didik incelenmesi gerekirken bir turlu yapilamamasini, yuzeyselin otesine gidilebilmis goruntusu olamamasinin, kamuoyunun vicdaninin rahatlatilmasi icin Hrant Dink cinayetinin onemi goz onune alindiginda, bu rahatlama icin isin jandarma kanadinin arastirilmaya baslanmasinin guzel ama eksik bir gelisme oldugunu dusunuyorum. Bu baglamda, asil failler diye ustune basa basa askeriyeye adres verilmesini de eksik olarak algiliyorum, zira bu baglamda sizin dediginiz o olaylar butunu ile Trabzon’da olup bitenler ve bir sekilde nedense Zaman ve surekasinin neden simdi sizdirildigi belli olmayan isin sadece asker kismini isaret eden bir kitabin uzerinde israr ederken (ki itirazim yok bu kanat sorusturulmali elbette) asil istihbaratla ilgili arastirmalara gelince sergiledikleri tutumda bambaska bir manzara gormek, istihbarat ile ilgili yazmis kisinin neredeyse o kitap uzerinden Ogun Samast kadar hapis istemiyle yargilanmis olmasi (Ergenekon’dan tutuklanmadan once). Evet, butun bunlarin isiginda bu kadar gorunmez kilinmaya calisildigi izlenimi uyandirildigi icin, sizin dediginiz olaylarin cidden istihbarat ve o sahis cercevesinde kararlilik ve seffaflikla arastirilip sorusturulmasi, bu saibenin giderilmesi gereklidir. Yoksa su andaki goruntu, Hrant Dink davasi bakin failleri yakalaniyor derken, saibe altindaki baskalari da korunuyor goruntusu maalesef uyanmaktadir.
      Selamlarimla.

      Cevapla

      • Slobodan Hacirahmanovic Magamedov Says:

        Ne demek istediginizi anliyorum. Elbette benim de elimde noter tasdikli belge yok. Fakat Ramazan Akyürek’in kim oldugu artik biliniyor, bunun icin belgeye gerek oldugu kanisinda degilim. Bu tesadufler dikkat cekici. Ben arastirmaci gazeteci olsam bunlari baya bir kurcalardim. Nedim Sener de onu yapmak istedigi icin iceri alindi sanirsam.

        Cevapla

        • acracia Says:

          Evet arastirilmasi gercekten onemli. Zira rahatsizlik verici bir baska saibe var Dink cinayetiyle ortaya cikan. Nedim Sener’in bence de Santoro’yu ve belki de Zirve’yi arastirmasi istenmeme olasiligi mevcut. Obur kitabina yapilanlarin ayri bir tuhaflik sergilemesi, basina gelenler dusunulurse, dediginiz olasilik guclu gorunuyor. Aslinda dediginizin aynisini dusundum, ama “savci olsam” diye gelmisti benim aklima.

          Cevapla

  6. ihtimal Says:

    Tartismasi bu blogta daha onceki entry lerden birinde gecmisti. Samandirada hayvancilikla ugrasan bir adam bakan adina osym baskanina bir torpil emaili gonderiyor ve ucan kuslarda bu haberi kemal bey e iletiyor. Hazir acracia tesadufler konusuna deginmisken, ne garip tesaduf degil mi Solmaz? Benim burnuma gelen pis kokular sizinkilerede geliyor MU ?? 🙂

    Cevapla

  7. Solmaz Türk Says:

    Solmaz’a saldırmanın dayanılmaz hafifliği ”trollüğü”.Sürekli bir muhatap alınma isteği.Hadi bakalım başka kapıya.

    Cevapla

  8. acracia Says:

    Buraya bir not dusmek istiyorum: benim empati kurmak ile ilgili bir sorunum olamaz. Ancak su anda gordugum ve yukarida uzunca hic kimseye haksizlik etmemeye calisarak (o yuzden o kadar uzun oldu) yazdigim ve gostermeye calistigim seylerden sadece benim ve yukarida SHM’nin mi rahatsiz oldugumuzu merak ediyorum.

    Belki de cok uzun oldugu icin okunamamistir, zaten kimse de okumak zorunda degil elbette, ancak tuyleri diken diken eden bir saibe var ortalikta.

    Benim uykumu kaciran Hrant Dink cinayeti ile ilgili cemaatin Zaman elitleri ve Baransu’nun dikkatleri baska yere (askerlere) cekerek ve sanki butun suclu ve gercek failler oradaymiscasina istihbarattan dikkatleri cekerek eksik bir tabloyla, neden *simdi* servis edildigi belli olmayan isin sadece emniyet kismina bu kadar ozenle dikkat cekmeye calistiklari sorusu, bunun arkasinda neler dondugu saibesi;

    Hanefi Avci, Nedim Sener, Ahmet Şık’in kitap yazmalarinin uzerinden tutuklanmalariyla bulunan belgelerde kendilerine aslinda bu kitaplarin yazdirildigi ve sanki bu buyuk bir sucmuscasina (kitap yazdirmak her zaman olan bir sey, cemaatin akademisyenlere kitap yazdirmaya, Gulen hakkinda konferans duzenletmeye calistigi soylentileri epeydir var; dogru mudur bilmiyorum ama dogruysa da bir cok kurumun yaptigi bir sey) lanse edildigi;

    Bu baglamda surekli kim kime yazdirmis diye laf atilirken Baransu’nun bile suclari karistirip Avci’ya kitabin yazdirildigi (halbuki Nedim Sener yazdi idi atilan suc) babinda seyler soyleyerek aslinda kitaplarin iceriginin tartisilmadan baska seylere yonlendirilerek kapatilmaya calisildiginin saibesi;

    Yine bu baglamda kara propaganda denen ve bu minvalde ne idugu belirsiz word dosyalari uzerinden ilintilendirilen bu kitaplara birilerinin oburlerine yardim etmis olsa dahi ne onemi oldugunu anlayamadigim ve kara propagandanin daniskasinin hem illegal kaydedilmis gorunen kasetler, kayitlar servis edilerek belirli gruplar hedef alinarak yapildigi su ortamda, bunlarin mensei arastirilmaz bulunmaz iken kara propaganda denen bu kitaplarin iceriginden baska herseyin konusulur olmasi;

    Ancak icerik konusulunca da Baransu’nun yaptigi Avci’dan alinti, hani Zirve, Santoro, Hrant Dink cinayetlerinin arastirilmalarinin cemaat polis, savci ve hakimlerinde oldugunu ve hemen gorevden alinmalari gerektigi (bunu niye soylemis olabilir Avci?) bunun hemen akabinde Zaman’da belirli hareketlenmeyle bu davalarin herkesine diline dolandigi, ancak kendileri sahip cikiyormuscasina aslinda gudumlu bir sekilde bir anda ortaya cikan askeri belgeler uzerine yazilan kitap, bu kitap uzerine inceleme baslatmis savci, ve simdi de cinayetin gercek failleri askerler yazilari… iyi de istihbarat? Bu resim eksik. Ve birileri illa ki bu resimden cikarilmaya calisiliyor, bu arada yeniden bir baska tarihin yeniden yazimini gostererek Zaman o donemde istihbarat daire baskani olan Ramazan Akyurek yerine radarlarina girmis gorunen Sabri Uzun diye yazip duzeltilmelerine karsin bunu yine de duzeltmemeleri, ve yine ayni arada cok tepki cekmis Ramazan Akyurek’in dogru durust incelenmeden soruturulmadan (muhbirini zaten yasadisi yollardan istihbaratina dahil ettiginden baskayarak yapilan ihbarlari iletmedigi zanni da dahil) gecen hafta sessiz sedasiz gorevine donebileceginin yolunun acilmasi…

    Bu kadar herkesin birbirine dusman oldugu ortamda, hickimse kendi gerceginin otesini goremez ancak kendi durumuyla ilgili tuhafliklari dile getirir ve digerlerine hiziplesme, kutuplasmadan dolayi sesini duyuramiyor goruntusu verirken, ancak Ahmet Şık olayinda kitabi bulundurmanin bile Ergenekonculuk sayilacagi soylenince herkesin bu davalar silsilesinin tuhafligina uyandigi simdi
    Hrant Dink uzerinden baska seyler yurutulmeye calisiyor goruntusu oldukca rahatsiz edici. Bunlari dogrudan sonuclara varmamaya calisarak yavas yavas ele almaya calistim yukarida.

    Cikan tablo uykumu kacirdi. Istihbarat iyice sorusturulmadikca ben ne Balyoz’un ne de bazi baska cinayetlerin tam aydinlanamayacagini dusunmeye basladim. Dink cinayetinde, Zaman ve surekasinin bu kadar ozenle gozlerin baska yerlere odaklanip eksik bir resim uzerinden bir seylere anlam verdirilmeye calisilmasina gosterdikleri olaganustu gayret nedendir?

    Bugune kadar bir kismini kendi yaptiklarini (bilebildigim gorebildigim kadariyla saibeleriyle birlikte yukarida ortaya koydugum) baskalari yapiyormuscasina sikayet eden Dumanli’nin yazisinda yine baskalarinin yaptiklarini soyledigi ama kendilerinin yapip yapmadigini bilemedigim ama listedeki digerlerindeki kendi yaptiklarini gosterebildigim icin saibenin olustugu digerlerinin arastirlmasi gerekmektedir.

    Sonucta darbe veya degil, ben bugunku dinamiklere baktigimda olayin salt bir sivil-asker duzlemi disinda cok rahatsiz edici bir baska boyutunu goruyorum: istihbarat. Bu kadar ozenle gozlerden korunmaya calisilan, oysa ki Turkiye’yi koskoca bir telekulak cumhuriyetine ceviren skandallari arastirilmasi gerekirken arastirilmayan, Hrant Dink cinayetinde dikkatleri baska yere odaklayip resmi eksik birakmaya calismak nedendir? Bu saibeler mevcuttur.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Duzeltme:

      1) “emniyet kismina bu kadar ozenle dikkat cekmeye calistiklari sorusu…” demisim,

      emniyet degil, “asker kismina…” olacakti.

      2) “Istihbarat iyice sorusturulmadikca ben ne Balyoz’un ne de bazi baska cinayetlerin tam aydinlanamayacagini dusunmeye basladim.” demisim hizlica yazdigim icin. Balyoz elbette cinayet degil. Demeye calistigim su idi:

      Hrant Dink davasinda isin polis istihbarat kisminin ihmalleri ve baska bir suru saibe bulunurken, olayin sirf asker rolu kismina odaklandirilma yonunde resmi eksik birakma gayretleri gibi gorunen bir dizi yazi, kitap, vs goze carparken, Balyoz davasinda da Dani Rodrik, vs’ye bu kadar yuklenilerek dogrudan bu konuda adeta karalama kampanyasi baslatan Zaman ve surekasi, yine bu goruntunun de ardinda eksik birakilmaya, dikkatin yonunu degistirmeye yonelik bir caba icerisinde mi saibesini, yaptigi kendi yayinlarla olusturmustur.

      Bu sebeple de istihbaratin iyice arastirilmasi gerektigi kanaatimi dile getirdim. Bu bir zan altinda birakmak degil, yukarida uzun uzadiya girdigim dinamiklere (kitaplar baglaminda) bakinca bir saibe olustugu ve bu saibenin giderilmesinin en kolay ve saglam yolunun seffaflik oldugundan hareketle bu meramimi not ettim.

      Son olarak:

      Yalniz ben ve SHM mi rahatsiz olduk derken, hadi soyleyin rahatsizliginizi baskisi yapiyormusum gibi bir anlam cikabilir. Lutfen oyle olmasin. Sadece dusunme amacli bir seydi, zira uzun oldugu icin gozden kacmis olabilecek seyleri tekrar yerine oturtmak istedim. Bazi davalardaki anlama zorlugu cektigimiz dinamiklerin, referans noktalarini surekli degistirmekten kaynaklandigini dusundugumu, ayni seyi cemaatin yaptigini Ahmet Şık yazmisken (baskalarini Fethullahci diyerek tasfiye etmek) ve o saibe de dururken, dava acilmamisken, yukarida da gostermeye calistigim gibi Dumanli’dan yaptigim alintida Zaman gazetesinin o baskalarinin yaptigini iddia ettigini saydigi seylerin en azindan bir kismini (karalama, vs) kendilerinin yaptigini tespit edip gosterebildigim seylerin, Dumanli’nin soyledigi diger seyleri de saibe altinda biraktigini isaret etmek istedim.
      Bu saibeleri de ben soylemiyorum, ortada duruyorlar zaten.

      Bu sebeple lutfen yazdiklarimdan “konusun” anlami cikmasin. Blog ahalisinin bilgisine sunarim.

      Cevapla

  9. Altan Alpay Says:

    Bu arada parantez açıp geçenlerde Today’s Zaman’da karşılastığım ilginç bir tesadüfü linklemek isterim.

    Bildiğiniz gibi ‘Today’s Zaman’ Cemaatin yabancılara karşı kullandığı propaganda cihazı. Hedef kitlesi yabancı politikacılar ve akademisyenler olduğu için Zaman’la karşılaştırdığımızda neşriyatın propaganda ve ajitasyonun hafiften filtrelenip makul seviyeye indirildiğini görüyoruz. Gördüğüm kadarıyla ‘Today’s Zaman’ kesinlikle birebir Zaman tercümesi değil ve yarı-bağımsız bir editörü olduğunu söyleyebiliriz.

    İlginç tesadüfe gelince 9 Mayısta ‘Todays Zaman’ Ramazan Akyürek’ın göreve iadesini manşetten/ilk sayfadan -üstelik yakışıklı bir fotoğrafıyla- vermesini dikkatimi çekmişti, hemen ertesi gün yani 10 Mayıs’ta aynı haber değişik başlık altında hafifçe değiştirilerek tekrar birinci sayfadan verilmesini çok ilgiç bulmuştum:

    http://www.todayszaman.com/news-243498-court-overturns-decision-to-dismiss-ramazan-akyurek.html
    http://www.todayszaman.com/news-243363-court-annuls-demotion-of-police-chief-over-alleged-failure-to-prevent-dink-murder.html

    İlginç tarafın gelince Türk bürokrasisinin doğal akışı içinde gayet sıkıcı ve rütin bir detayını ilgilendiren bu haberin niye ‘foreign audience’ için manşete çekilmesini yadırgadım. Sonuçta Türkiye’de mahkemeler her gün onlarca memur için benzer karalar veriyorlar, belki ‘iç tüketim’ için önemli malzeme olsa bile ‘dış tüketim’ için bariz şekilde ‘Polis Şefine Cemaat Desteği’ şeklinde algılanabilir.

    Ramazan Akyürek gibi Fethullahçı olduğu söylentileriyle mücadele edilen birisinin ‘Today’s Zaman’da manşete çekilmesi ancak ve ancak böyle bir algıya katkıda bulunmaz mı?

    ‘Merdi kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler’ diye güzel bir laf vardır, yukarıda Zaman’ın hedef saptırdığını yazmışşınız, bence bazen farkinda olmadan da bazı insanları hedefe de oturtmuyor değiller. ‘Kaş yapayım derken göz çıkartmak’ bu olsa gerek.

    Çünkü Zaman gibi yırtıcı bir gazetenin bazı Dink Cinayeti ile ilişkili bazı unsurlara ‘aşırı şefkat’li davranması özellikle biat kültürü dışında yetişmiş yabancı politikacıların,akademisyenlerin ve entelijansın gözünden kaçmayacağına eminim.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Evet, benim de demeye calistigim buydu zaten. Ama benim hareket noktam R.A.’nin cemaat mensubu olup olmadigi sorusundan ziyade, neden istihbaratin ve bunun Sabri Uzun haricindeki isimlerinin kollandigi izleniminin dogdugu idi. Ki sizin dediginiz gibi tutumlardan dolayi bu da; zira bu konuda arastirilmasi gereken sey sirf bu kadarla bitiyor gibi gorunmuyordu en basindan beri, oysa simdi vurgu bir tek tarafa kaymis gibi. Resim eksikligi de bu yuzden belki de bu sahsi daha da hedefe oturtuyor, hakli olabilirsiniz. Tesekkur ederim bu linkler icin.

      Cevapla

  10. Solmaz Türk Says:

    Hepimiz burada boş yere havanda su dövüyoruz,bakın Engin Alan paşa meğerse ayağa kalkmadığı için Silivri’ye gönderilmiş.Padişahımız,efendimiz dün ”ayağa kalkmadı bedelini ödedi” demedi mi?Biz hala burada balyoz,cd ler sahte mi değil mi, sanıkların lehine olan delillerin adli emenette saklanması gibi şeylerle uğraşıyoruz.
    Bu arada beni mutlu eden bir şey burada RTE nin söylemiş olduğu ”Allah korusun facebookta adınıza hesap açarlar,yanınıza da iki tane kadın resmi koyarlar adamı rezil ederler”diye alıntıladığım sözlerini Sayın Ülgen’in mahkemede savunma yaparken örnek göstermesi oldu.

    Cevapla

    • ata Says:

      Olayın aslı şöyleymiş ; Emekli bir yarbay’ın sahibi olduğu bir devremülk te ele geçen cd içerisinde yer alan dökümandan anlaşıldığı üzere, o tören sırasında Engin ALAN’ın elinde “AKP yi ve Gülen’i bitirme planı”nın yazılı hali bulunuyormuş.ALAN, Başbakan gelince kağıtların üstüne oturmuş ve bu yüzden kalkamamış.

      Sonrasında, evrakın ilk sayfasının yazı karakterlerinin izi pantalonunun arka kısmına çıktığı için, kuru temizlemeye yollamış.Kuru temizlemeci, paşa nın yardımcısını aramış, pantalonun arkasında yazı var, o da çıkacak mı ? demiş.Yardımcı “oku bakıyım” demiş.Kuru temizlemeci “okumaya çalışıyım…. eee….-KP yi ve üleni tirme anı- yazıyor” demiş.Yardımcı, “..sil sil..kimseyle paylaşma” demiş.

      O sırada orada olan ve “neresi öze!genel..genel” adlı gizli tanığın ifadesi ile bu durum ortaya çıkmış.Ayrıca, ALAN’ın törende oturduğu ve delil niteliği taşıyan koltuğun, kuzey deniz saha komutanlığına bağlı ve halen İtalya da bulunan “Tepe Home” adlı fırkateynde olduğuna dair, bir e-posta ihbarının yapıldığı,ihbarda, gemi komutanının, durumun anlaşılması halinde “acil durum” zarfını açarak, gemiyi yunan savaş gemilerine batırtmak üzere harekete geçeceği bildirilmiş.

      BANA ÇOK MANTIKLI GELDİ… DAHA NELERİNE İNANMAMIZ BEKLENDİ,BUNA MI İNANMAYACAĞIM !

      Cevapla

  11. Kurmanbek Allahverdiyev Says:

    Birkac gundur kulagimda bir agri vardi, onun sebebini de anlamis oldum bu yaziyi gorunce 🙂

    Acracia, tesekkurler uzun ve detayli analiziniz icin. KCK davasini takip etmek gerekiyor. Benim sahsi kanaatim ayni merkezden kumanda edildigidir. Tabi noter tasdikli belgem benim de yok maalesef.

    Selamlar, kolay gelsin.
    K.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Hah ben de sizi dusunuyordum kac gundur; siz en basindan beri bunu soyluyordunuz. Noter tasdikli belge hicbirimizde yok, ama bence de KCK davasinin iyice seffaf bir sekilde takip edilebilir hale gelmesi cok onemli. Tuhafliklar cok paralel gorunuyor.

      Orada da acilen bunun gibi bir blog kurulursa, Turkiye kokenli ya da Turkiye’yle ilgilenenler icin bilgi alma hakki baglaminda cok yararli bir is olur. Orada olanlar Bianet’te var (Melek’in kullaklari cinlasin) ama bu kadar detayli degil. Zaten Bianet de hacklenmis iki-uc gun once.

      Vaktiniz icin ben tesekkur ederim.

      Cevapla

  12. demokrat Says:

    Memleketimizde gecenin bir saati oldu,blog’un kadrolu personeli çok çalıştı,yoruldu.Benim de okuduklarımdan beynim lapa.Acracia öbür tarafta benden bu kadar demiş.
    Sayın Acracia,blog sakinleri ve sahiplerinin affına sığınarak,sayın yazarların gerçek isimlerini ele geçirdim,yayınlıyorum.Unuttuklarım kusura bakmasın,eklemek serbest.Biraz rahatlayalım…

    Acracia : Analyzer
    Can Acar : Acar
    Trekking : Komplolardan Sorumlu Müdür
    Fmeraklı : Academic
    İhtimal : Troll
    Bir Diğer İhtimal : Beyefendi
    Bülent Murtezaoğlu : Huysuz ( as himself )
    Solmaz Türk : Slogant
    Slobodan Hacirahmanovic Magamedov : Çekoslavakyalılaştırabildiklerimizdenmiydiniz?
    H.Ata Aşçı : H.a.t.a( patenti bana ait değil )
    ccgürsel : Ciddiyim
    fenerant : Destek Hattı
    İlhan Kemal : Üstat
    Kemal : Üsta
    Trsaby : Abi
    Olasılıksız : Hızlı
    Demokrat : Yorgun Psikopat
    Merttalay : 2. Vardiya
    husamcakar : Çakmak
    Altan Alpay : Şakirt Hunter
    drunkenknight : Camelot
    VV : Volvorine
    Ata : Atak
    Kurmanbek Allahverdiyev : HadiAllahversin
    Horatio : CSI Miami
    Jim_Beam_Black : Jack Daniels
    Süpercan Oyunu İndir : Bu ne be! (Hadi Dani iyisiniz,reklam da almışsınız)

    Dani&Pınar : Amerika’dan oğlum geldi,çıkın sitemden.

    İyi geceler!

    Cevapla

  13. fenerant Says:

    Söz konusu devletse Hrant’ın hayatı teferruattır!

    19.05.2011

    Doğan Akın.

    “… Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.

    Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.

    Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce…”

    Hrant Dink’in, Agos gazetesinde 19 Ocak 2007’de yayımlanan “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” başlıklı yazısı, bu satırlarla sona eriyordu. Yazısının daha mürekkebi kurumamıştı ki, Dink aynı gün Şişli’de, Agos gazetesinin önünde katledildi.

    Meslektaşımız, bu kanlı hikâyenin başladığı yerde öldürülmüştü. Son satırlarını verdiğim o yazının ilk satırları Şişli Savcılığı’yla başlıyordu:

    “Başlangıcında, ‘Türklüğü aşağılamak’ suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım…”

    Sonrasını biliyorsunuz, savcılık Hrant Dink’i isyan ettiren o davayı açacak, mahkeme “Türklüğü aşağılama” suçunu sabit görüp cezayı verecek, Yargıtay onaylayacak, bu dava boyunca hedef haline getirilen Dink hakkındaki cinayet kararı da, sürecin başladığı Şişli’de bir tetikçi tarafından infaz edilecekti.

    Cinayet sırasındaki istihbarat müdürüne terfi

    Dink cinayeti davası sürüyor. Ancak bu dava boyunca adları somut bulgularla gündeme gelmesine karşın haklarında dava açılmayan kamu görevlileri konusunda yargı, hükümet ve emniyette ilginç kararlar alınıyor.

    Bu kararların sonuncusu geçen hafta verildi. Dink’in suikaste uğradığı 19 Ocak 2007 tarihinde, cinayet öncesi gelişmeler konusunda en çok suçlanan birimin, İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün başında bulunan Ahmet İlhan Güler, “1. sınıf emniyet müdürlüğü”ne terfi ettirildi. Emniyet Genel Müdür Vekili Bahrettin Demirer’in başkanlığında toplanan Emniyet Genel Müdürlüğü Terfi Komisyonu, “hakkında herhangi bir idari soruşturma yürütülmediğini ve geçmişinde disiplin cezasına çarptırılmadığını” da dikkate alarak “oybirliği” ile Güler’i “1. sınıf emniyet müdürü” yaptı. Güler’in hakkında nasıl soruşturma yürütülmediğine ve herhangi bir ceza almadığına daha sonra dönmek üzere devam edelim.

    Emniyet Müdürü Vali, Vali Müsteşar oldu

    Hrant Dink öldürüldüğünde İstanbul Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah, malum, çok daha önce terfi ettirilmiş, vali yapılarak Osmaniye’ye atanmıştı.

    Hrant Dink öldürüldüğünde İstanbul’daki mülki erkanın zirvesinde olan Vali Muammer Güler’in, hükümet tarafından, kamu bürokrasisinde en üst düzey görev olan “müsteşarlık”la ödüllendirildiğini biliyorsunuz. İstanbul Valiliği’nden “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı”na atanan Güler, şu anda Mardin’de birinci sıradan AKP’nin milletvekili adayı. Seçimden sonra kurulacak hükümette İçişleri Bakanlığı’nın kuvvetli adaylarından biri olarak parlamentoya girmeyi bekliyor.

    Hrant Dink öldürüldüğünde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı olan, daha önce cinayetin planlandığı Trabzon’da Emniyet Müdürlüğü koltuğunda oturan Ramazan Akyürek’e gelince… Dink öldürüldükten sonra değil, ama Başbakan Tayyip Erdoğan’ın işadamı Remzi Gür ile telefon konuşmasının gizlice kaydedilip kamuoyuna yansımasından sonraki döneme rastlayan aylarda, Ekim 2009’da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden alınan Akyürek, idari yargıda açtığı davayı kazandı. Ankara 14. İdare Mahkemesi, 9 Mayıs’ta, daha önce daire başkanlığından polis başmüfettişliğine atanması konusunda yürürlüğü durdurduğu Akyürek’in göreve iadesine karar verdi. “Akyürek’in görevden alınmasını haklı gösterecek bir bilgi ve belge ortaya konulmadığı” gerekçesine dayanan mahkeme, Dink cinayetini inceleyen Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun “Akyürek’in görevini ihmal ettiği” tespitini içeren raporunu dikkate almadı.

    Vali isimleri azalttı, mahkeme hepsini sildi

    Şimdi size, Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin’in Markar Esayan’a yaptığı ve 19 Şubat 2011’de Taraf gazetesinde yayımlanan bazı açıklamalarını hatırlatmak istiyorum:

    – Bakın size İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin tavrını anlatayım. Bu incelemeler sırasında İstanbul Emniyet görevlilerinin sorumluluklarına ilişkin üç ön inceleme raporu hazırlandı. İki bilirkişi raporu ve bunlara ilaveten yüzlerce belge, tanıklık ve ifadeler ortaya çıktı. Müfettişler bunlara dayanarak önce sekiz görevli hakkında soruşturma açılmasını istediler. (Dönemin) İstanbul Valisi Muammer Güler; Celalettin Cerrah ve Ahmet İlhan Güler’i dosyadan ayırdı ve geri kalanlara izin verdi. Ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, gerekçesiz bir kararla bunca delili göz ardı etti ve hiçbir emniyet görevlisi için soruşturma izni vermedi.

    – Yaptığımız çalışmalar neticesinde çok önemli bir yeni delil ortaya çıktı. Bildiğiniz üzere Trabzon’dan İstanbul’a gelen istihbarat yazısında Yasin Hayal’in İstanbul’da ses getirecek bir eylem yapacağı, hedefinin Hrant Dink olacağı, bu amaçla İstanbul’a gelip gittiği ve Ümraniye’deki abisinin fırınında kaldığı bilgisi vardı. İstanbul Emniyeti, mahkemeye bu istihbaratın değerlendirdiklerini, iki polis memurunun bu adrese gittiği ancak bu adreste böyle bir fırın olmadığını rapor ettiklerini bildirmişti. Oysa, elimizdeki belgeye göre bu iki polis memurunun aynı gün sabah saat 09:00’dan gece 24.00’e adar Fatih’te başka bir takipte oldukları anlaşıldı.

    AİHM kararına rağmen soruşturma izni yine yok

    – AİHM Türkiye’yi, beş başvuruyu birleştirdiği davada dört kez mahkûm etti. Dink’in korunmadığını, cinayetin önlenmediğini ve cinayetten sonraki dava sürecinde özellikle devlet yetkililerinin etkin soruşturulmadığını kayda geçerek yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve etkin başvuru konusunda ihlal tespit etti. Bu arada, müfettişler ise biraz önce değindiğim bu yeni delile dayanarak ayrıntılı bir inceleme yaptı ve bu kez dokuz görevli hakkında soruşturma talep ettiler. Vali Güler yine Cerrah’ı ve İlhan Güler’i ayırdı ve geri kalanına izin verdi. Biz bu karara Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler yönünden itiraz ettik. Hatta Fatih Cumhuriyet Savcısı da Ahmet İlhan Güler için de soruşturma izni verilsin diye itiraz etti. Ancak, önceki kararı AİHM tarafından İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı bulunan İstanbul Bölge Mahkemesi’nin hâkimleri, sanki AİHM kararı yokmuş ve yeni bir delil de elde edilmemiş gibi hiçbir görevli hakkında soruşturmaya izin vermedi.

    – (Kamu görevlilerinin katkısı olmasa) Bu cinayet işlenemezdi ve üstü örtülemezdi. Cinayetten sonraki gelişmeler de bu kanaatimizi pekiştiriyor. Delillerin karatılmasından bahsediyorum. Bu çok önemli bir şey. Cinayet mahallinde o kadar çok delil ortadan kaldırılmış ki!

    Bürokratlar suçsuz, bakanlık suçlu!

    Dink cinayetine ilişkin olarak Avukat Çetin’in anlattığı süreçte hiçbir emniyet görevlisinin hakkında soruşturma izni vermeyen idari yargı, daha sonra ne yaptı biliyor musunuz? İstanbul 10. İdare Mahkemesi “Hrant Dink’i korumadığı için İçişleri Bakanlığı’nın ‘ağır hizmet kusuru’ işlediğine” karar verdi!

    Hrant Dink yetimhanede büyümüş, orada aşık olup evlenmiş, kendisine yokluklar içinde onurlu bir yaşam inşa etmiş önemli bir gazeteciydi, “haber”in ne olduğunu elbette bilirdi.

    Meslektaşımız göz göre göre öldürüldüğünde sorumlu makamlarda olup en azından ihmalle suçlanan bürokratlar arasında, yargılanmak bir yana, terfi etmeyen, ödüllendirilmeyen biri kaldı mı?

    Kaldıysa “haber” olur!

    Dink cinayetine ilişkin istihbarat yalanlarını yazan gazeteci Nedim Şener’in, “açıklanmayan delilller”le 2,5 aydır tutuklu olması ise artık bu ülkede haber değeri taşımıyor…

    http://www.t24.com.tr/dogan-akin/kose-yazisi.aspx?author=24&article=3682

    Cevapla

    • fenerant Says:

      Yalan rapor da Sehven mi yazılmış acaba?

      Yaptığımız çalışmalar neticesinde çok önemli bir yeni delil ortaya çıktı. Bildiğiniz üzere Trabzon’dan İstanbul’a gelen istihbarat yazısında Yasin Hayal’in İstanbul’da ses getirecek bir eylem yapacağı, hedefinin Hrant Dink olacağı, bu amaçla İstanbul’a gelip gittiği ve Ümraniye’deki abisinin fırınında kaldığı bilgisi vardı. İstanbul Emniyeti, mahkemeye bu istihbaratın değerlendirdiklerini, iki polis memurunun bu adrese gittiği ancak bu adreste böyle bir fırın olmadığını rapor ettiklerini bildirmişti. Oysa, elimizdeki belgeye göre bu iki polis memurunun aynı gün sabah saat 09:00′dan gece 24.00’e adar Fatih’te başka bir takipte oldukları anlaşıldı.

      Cevapla

    • fenerant Says:

      acracia’nın analizine ve sorgulamasına katkı sağlayacak bir yazı ve yorum.

      Cevapla

      • acracia Says:

        Cok tesekkurler, Fenerant. Umarim buralara bakip arastirma, sorusturma yapan, vicdan muhasebesi yapan cikar.

        Bundan sonra dikkatleri istihbaratten baska yere cekmek icin istihbaratin icinde istenmeyen isimlerle, mesela Sabri Uzun’la ilgili bu konuyla baglantilandirma cikarsa ben sasirmam. Zaman’in yaptigi haberde Istihbarat Daire Baskani olarak kendisi yazilmis, ya sehven ya da gelecekten haber, bilmek mumkun degil. Zaman daha once de gelecekten haber verdigi icin, mesru bir soru bu. Not edelim, burada dursun.

        Cevapla

  14. y.o. Says:

    Acracia bey;

    Ellerinize ve zihninize saglik!

    Degme arastirmaci-gazeteci sifatlilarimiza tas cikartacak duzeyde detaylar yakalamis ve hepimizi girdigimiz toplu hipnozdan bi nebze de olsa uyanmaya tesvik etmissiniz..

    Izniniz olursa, arsiv maksatli ve buraya link vererek, adinizla birlikte bloguma aktarmak isterim..

    saygilarimla

    Cevapla

    • acracia Says:

      Y.O.:

      Hic sormaniz gerekmiyorken incelik gosterip de sordugunuz icin tesekkur ederim. Elbette; ne kadar yayilirsa o kadar iyi. Bunu analizi begendigim icin degil, yanlis anlamayin, ama ortaya cikan tablonun hakikaten de cok rahatsiz edici oldugunu dusundugum icin. Keske Fethiye Cetin ve baskalari da gorebilse. Cevaplar oldugu icin degil, buradaki sorular havada asili kaldigi icin.

      Her hedef olan kesimin bu cok tuhaf neler oluyor diye dillerinde tuy bittigi, ancak kutuplasmadan dolayi karsi taraflardakine sesini duyuramadigi ve karsiliginda sulandiriyorsun gibi anlamsiz bir cevap (yani Allah askina: bir dava hukuki bir surectir, benim ne dusundugum onemli degildir–davanin saglikli surmesi onemlidir, ancak surmemesi saibe yaratir), en sonunda ortalikta ne cok tuhaflik dondugu bir anda basilmamis kitap taslagi bulundurmanin Ergenekonculuktan sayilacagi ve delillerin gizli oldugu soylendigi anda netlesti. Aslinda acilen bir temiz ellervari istihbarat arastirmasi ve sorusturmasi gerektigini dusunuyorum.

      Bu arada Hakim Seref Akcay, Hanefi Avci, Nedim Sener ve kitap yazdirma konusundaki davada da serh koymus.

      Bundan sonra olmasi olasi seyler var, istihbarattan dikkatleri cevirmek icin istihbarattan gunah kecileri dahil, ama dusundugum gibi giderse yine konusuruz. Ancak ben Nedim Sener’in Santoro’yu arastirmak istemesinin de bir sekilde istenmemis olabilecegi ihtimalini de buraya not duseyim. Dursun.

      En cok icerledigim eskiden de dusmanliklar vardi. Bir kismini Ilhan ve Bulent Beylerin de dile getirdigi, benim de bildigim dinamikler idi bunlar. Turkiye’den ayrilmadan once, hepimizin yasadigi bir bolunmusluk vardi ama boyle degildi. Ya da cok uzun zaman oldu ve ben unuttum. Ama sonuc olarak bu gidis, sirf bu kadar kutuplasma oldugu icin bile iyi bir gidis degildir.

      Bu Sebeple Y.O., vakit ayirip okudugunuz icin cok tesekkur ederim. Istediginiz yere koyun, isteyen istedigi gibi kullanabilir. Ama komplo teorisine malzeme olmamasi icin (sizin tarafinizdan demek istemiyorum elbette ama baskalari cikabilir) bir butun olarak isaret edilirse mutesekkir olurum. Rumuzumu koymussunuz, koymamissiniz hic fark etmez. Gencken gittigim, yurtdisinda sevdigim bir lokalin adiydi acracia. Isterseniz “concerned citizen” gibi “rahatsiz yurttas” turevi bir sey bile diyebilirsiniz. Bu daha da dogru olur aslinda. Sizin takdirinize kalmis.

      Saygilarimla.

      Cevapla

  15. demokrat Says:

    Geç gelen itiraf:

    Mehmet Ali Birand/Posta

    “…Evet, genlerimizde darbecilik vardı…”

    Bu yazıyı uzun zamandır yazmayı planlıyordum.
    İçimde bir ukte kalmıştı ve bir türlü çıkaramıyordum.
    Sonunda, Alper Görmüş’ün “Ergenekon Gazeteciliği” (Etkileşim yayınları) adlı iki kitabını ve Pazar günü TARAF’daki söyleşisini okuyunca, içimi dökmek ve bu konudaki görüşlerimi paylaşmak istedim.
    Alper Görmüş, özetle “…Merkez medya darbeleri hep destekledi ve 28 Şubat’ın gerçekleşmesinde de anahtar rol oynadı…Adeta genlerindeki darbecilikle hareket ettiler…” diyor.
    Görmüş’ün, benim de aralarında bulunduğum “Merkez medya”nın büyük bir kesimi hakkında yaptığı bu saptama son derece doğru.
    Bu gerçeği, 1990’larda çok konuşulan ve TSK ile ilgili bir başkası yazılmamış olan EMRET KOMUTANIM adlı kitabımı hazırlarken (www.mehmetalibirand.com.tr ) gördüm.
    O kitapla birlikte uyandım. Asker’in siyaset dışına çıkması gerektiğini söylediğim yazılara o zaman başladım ve başıma gelmeyen kalmadı. Davalar açıldı ve andıçlanmaya kadar gittim. O dönemlerde, bugünün medya kahramanları ortalarda yoktu (!)
    Bizim kuşak için devlet daima öncelikli ve haklıydı. Devleti de Asker temsil ederdi.
    Politikacı, üç kağıtçı-yalancı- vatanını pek düşünmeyen- cebini dolduran bir insandı.
    Asker ise, namuslu ve herşeyini vatana adamış, özveri dolu bir kahramandı. Üstelik Atamız bu ülkeyi ve laik-demokratik Cumhuriyeti koruyup kollama görevini ona bırakmıştı.
    Askerin, politikacıyı denetlemeye hakkı vardı.
    Politikacı işleri bozduğu zaman, Asker müdahale edebilirdi. Hatta, tereddütlü bir davranışla karşılaştığımızda “Komutan neredesiniz, devlet elden gidiyor…” diyen yazılar yazdık.
    Bizim için, (yani, laik Merkez medya mensuparının büyük bölümü için) öncelik demokrasi veya Parlamento değildi. Genelkurmay daha önemliydi.
    Bundan daha normal birşey olmazdı ki…
    Bizler böyle yetiştirildik.
    Genlerimize, belki de farkına varmadan darbecilik işlendi.
    Komutanların üstünlüğünü sorgusuz kabul ederdik. Üniformaların pırıltısını yarı hayranlık, yarı korkuyla izlerdik.
    Bütün darbeleri anlayışla karşıladık.
    Yardımcı olduk.
    Son birkaç yıldır, genlerimizin kafası karıştı ve herşeye farklı bakar olduk..
    İlk defa, demokrasi-Parlamento ile Genelkurmay arasındaki sıralama değişti.
    Demokrasi bir adım öne çıktı.
    Bakalım kalıcı olacak mı?
    Şimdi tüm meslektaşlarıma soruyorum:
    Yukarda anlattıklarıma itiraz edecek kimse var mı?
    Varsa lütfen bana yazın ve burada yayınlayayım…

    Nokta’ya gereken desteği veremedik…
    İçimde diğer ukte kalan, Alper Görmüş’ün Genel Yayın Yönetmenliği sırasında NOKTA’nın yayınladığı DARBE GÜNLÜKLERİ’ ni yeterince ciddiye almamamız ve dergiyi kapanma noktasına götüren baskınlara karşı çıkmadan seyretmemizdir.
    Bu konuda ben dahil, “Merkez medya”nın önemli bölümü yeterli duyarlığı gösteremedi.
    Kuşkuyla baktık.
    Bir yandan, çok otantik ve doğrulanan bilgiler veriliyor, bir yandan da sürekli yalanlanıyordu. Bizde de kuşku vardı. Yıllardan 2007 idi. Özellikle Ak Parti’nin Asker’e ters baktığı, “Merkez medya”nın da Ak Parti’den uzaklaşmaya başladığı dönemdi.
    “Böyle bir notu nasıl olur da bir Kuvvet Komutanı yazabilir? Yazsa bile neden NOKTA’ya gitti de bize gelmedi. Demek ki, işin içinde bir komplo var.” yaklaşımı yaygınlaştı.
    Üstelik, o dönemde henüz Asker’in kamuoyu gözünde ve “Merkez medya” nezdindeki güvenirliği, prestiji yıpranmamıştı. Eğer Ak Parti iktidardan uzaklaştırılacak ise, bunu gerçekleştirebilecek tek güç yine TSK idi.
    Genlerimizdeki darbecilik tümüyle kaybolmamıştı.
    Günlükleri küçümsemek çoğumuzun işine geldi.
    Oysa, Ergenekon sürecini başlatan asıl gelişme bu günlüklerin yayınlanmasıydı.
    Kahramanları da, onları kelle koltukta yayınlayan Görmüş ve Nokta’nın hiç tanıyamadığımız sahipleriydi.
    Bizler onlara sahip çıkamadık.
    Doğru dürüst sesimizi dahi yükseltemedik.
    “Merkez medya”da birimize böyle bir baskın yapılsa yeri göğü birbirine sokar ve iktidarı yerden yere vururduk.
    Görmezden geldik.
    Bugün utanç duyuyorum.

    http://www.medyatava.com/haber.asp?ID=80881

    Cevapla

    • acracia Says:

      Bunu da bu konuyla ilgili soylenenler derli toplu dursun diye koyuyorum, yukarida soyledigim hersey referans verdigim icin buna da vereyim:

      “Hanefi Avcı’nın tahliye talebine red! Mahkeme Başkanı Şeref Akçay muhalefet şehri koydu!

      Hanefi Avcı’nın tahliye talebi reddedildi! Mahkeme Başkanı muhalefet şerhi koydu. Devrimci Karargah Davası’nın bir numaralı tutuklu sanığı eski emniyet müdürü Hanefi Avcı’nın ‘Ergenekon üyeliği’ suçundan da tutuklanmasına yapılan itiraz oy çokluğuyla reddedildi. Mahkeme Başkanı Şeref Akçay karara şerh düşerek, “Hanefi Avcı, yakın zamana kadar devletin istihbaratı da dahil çok önemli görevlerde bulunmuş ve il emniyet müdürlüğü yapmış birisidir. Önemli görevlerde bulunan Hanefi Avcı’nın her nasılsa terör örgütü ile irtibatlı olduğu yazdığı kitaptan sonra ortaya çıkarılmıştır” dedi.

      Avcı’nın konumundaki bir kişinin bu şekilde tutuklanmasının mantıken yanlış olduğunu belirten Akçay, Avcı’nın Ergenekon ile kitap yazmanın dışında ne tür bir bağlantısı olduğunu sordu. Savcılıkta 100′den fazla klasör olduğu halde
      kendilerine sadece 16 klasör gönderildiğini belirten Başkan Akçay “Belki başka delillerde var ama bunu bilmiyoruz. Neden? Çünkü savcılık yetkisine istinaden istenen soruşturma dosyalarını mahkemeye göndermemiştir. Bunu hukuken
      anlamak mümkün değildir” dedi.

      Avcı’nın, Ergenekon Soruşturması kapsamında Odatv’de yapılan aramalarda ele geçirilen belgelerin ardından “Ergenekon terör örgütüne üye olmak” suçundan İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi hakimince tutuklanmasına avukatları itiraz etmişti. Talebi değerlendiren İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti, tutukluluğa yapılan
      itirazı reddetti. Oy çokluğu ile alınan kararda atılı suçun niteliği ve atılı suçlama ile ilgili deliller göz önüne alındığında tutuklanma kararında isabetsizlik olmadığı belirtildi. Karara Mahkeme Başkanı Şeref Akçay ise muhalefet etti. Akçay, muhaletef şerhinde Avcı’nın Devrimci Karargah davası kapsamında “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı kitabındaki beyanları nedeniyle de tutuklu olduğunu hatırlatarak eski emniyet müdürüne kitabı nedeniyle Ergenekon terör örgütü üyesi olup olmadığının sorulduğunu ifade etti.

      “SAVCILIK DOSYALARI GÖNDERMEDİ”

      Başkan Akçay, itirazın değerlendirilmesi için savcılığın 100′ün üzerinde klasör olmasına rağmen Avcı, Nedim Şener ve Zirve Yayınevi ile ilgili toplam 16 klasör getirdiğini ifade ederek, sağlıklı bir inceleme yapılabilmesi için soruşturma dosyasının tüm eklerinin gönderilmesinin istendiğini ifade etti. Akçay, bu yazıya resmi olarak cevap verilmediğini
      blirterek, “İncelenen Nedim Şener ile ilgili dosyada sanığın yaptığı gazetecilik faaliyetleri ve diğer şahıslarla yaptığı telefon konuşmaları ve Hanefi Avcı’nın yazdığı kitap konusunda kendisine yardımcı olup olmadığının sorulduğu görülmüştür” dedi. PKK, DHKP-C, MLKP, TİKKO, İBDA-C, Hizbullah ve El-Kaide gibi örgütlerle ilgili yazılan pek çok kitaptan davalar açıldığını ifade eden Akçay, “Bugüne kadar hiçbir yayıncı hakkında veya yazan kişi hakkında örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle ülkemizde verilmiş tek bir karar yoktur” dedi.

      “ÖRGÜTLE İRTİBATI KİTAPTAN SONRA MI ORTAYA ÇIKTI?”

      Anayasa’daki düşünce özgürlüğüne ilişkin maddeleri ve AİHM kararlarını anımsatan Akçay, şunları kaydetti: “Genel olarak bir fikre, düşünceye bakıldığında bu fikir bizim düşüncelerimize ve fikirlerimize tamamen aykırı olabilir. Toplumun çoğunluğunca da kabul edilmeyebilir. Ancak kişilerin şiddete çağrı yapmayan düşüncelerinden dolayı cezalandırılmaması gerekir. Bu anlatımlardan sonra Hanefi Avcı’nın konumuna bakacak olursak, şüpheli yakın zamana kadar devletin istihbaratı da dahil çok önemli görevlerde bulunmuş ve il emniyet müdürlüğü yapmış birisidir. Önemli görevlerde bulunan Hanefi Avcı’nın her nasılsa terör örgütü ile irtibatlı olduğu yazdığı kitaptan sonra ortaya çıkarılmıştır.”

      “KİTABI YAZARKEN YARDIM ALMASI DOĞALDIR”

      Başkan Akçay, Hanefi Avcı konumundaki bir kişinin bu şekilde tutuklanmasının mantıken yanlış olduğunu belirterek, “Mantıken mümkün müdür? Değildir. Hukuken mümkün müdür? Değildir. Yazılan kitabın içeriğini beğenmeyebilirsiniz. Doğrı değildir. Abartılıdır. Yalandır diye düşünülebilir. Ama sonuçta şüphelinin kendi fikir ve düşünceleridir. İnsanlar bir kitabı yazarken başkalarından da yardım alabilirler. Bu kitapta alınmış mıdır? Alınmamış mıdır? Şu anda bir şey söylemek mümkün değildir” dedi. Yardım alınsa bile sonucun değişmeyeceğini belirten Akçay, şöyle devam etti:

      “Çünkü bir insanın bir kitabı yazarken araştırma yapması, başka insanlardan yardım alması doğaldır ve herhangi bir suç oluşturmaz. Kaldı ki şüpheli kitabın kendisinin yazdığını açık ve net olarak belirtmekte, yardım ettiği belirtilen Nedim
      Şener’de yardım etmediğini belirtmektedir. Bunun aksine de dosyada herhangi bir şey yoktur. Kaldı ki yardım ettiğini kabul etsek bile ne Nedim Şener ne de Hanefi Avcı’nın bir terör örgütünün üyesi olduğuna dair mahkemelerden verilmiş herhangi bir mahkumiyet kararı da bulunmamaktadır.”

      “KİTAPTAKİ İDDİALAR NEDEN ARAŞTIRILMADI?”

      Ergenekon soruşturması kapsamında tüm ihbarlar değerlendirildiği halde kitapta yer alan iddiaların araştırılmamasını eleştiren Akçay, “Savcılığın ve yine buna bağlı olarak emniyet birimlerinin özellikle bu kitabın iddia ettiği konuları ciddi bir şekilde araştırması ve bunun sonuçlarını da kamuoyuna açıklaması gerekmektedir” dedi. Başkan Akçay, kitapta yazılanların görmezden gelendiğini savundu.

      “BAĞLANTIYA DAİR BİR DELİL ORTAYA KONMADI”

      Hanefi Avcı’nın Ergenekon örgütü ile kitap yazmanın dışında ne tür bir bağlantısı olduğunu soran Başkan Akçay şöyle devam etti: “Belki başka delillerde var ama bunu bilmiyoruz. Neden? Çünkü savcılık yetkisine istinaden istenen soruşturma dosyalarını mahkemeye göndermemiştir. Bunu hukuken anlamak mümkün değildir. Dolayısıyla tutuklama kararı verilirken de yasal ve yeterli hiçbir gerekçe gösterilmemiştir.”

      Tutuklama gerekçesindeki “dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin bulunması”na ilişkin olarak ise “Pekala ortada sanığın yazdığı bir kitap ve bu kitabı niçin yazdığına dair, ayrıca yazarken kimlerden yardım aldığı, kimleri tanıdığı, Ergenekon terör örgütü hakkında bilgisin ne olduğu sorularından başka ne tür bir delil vardır?” dedi.

      “CEZAEVİNDEYKEN NASIL DELİL KARARTACAK?”

      Avcı’nın zaten cezaevinde olduğunu belirten Akçay, “Serbest bırakılsa yine tutuklu olduğu suçtan dolayı cezaevine gidecektir. Pekala cezaevindeki bir insan nasıl delil karartacaktır. Bunu da anlamak mümkün değildir” dedi. Akçay, bu nedenlerle şüphelinin tahliyesi gerektiği görüşünde olduğunu açıkladı. (habertürk) 31 Mart 2011 Perşembe”

      http://www.hanefiavci.com/?p=315

      Cevapla

  16. acracia Says:

    Affedersiniz, Demokrat, size bu yaziyi koydugunuz icin ayrica tesekkur edecektim, ancak sonra evet bu yazilar derli toplu dursun iyi olur diye dusunup obur yaziyi girince, size tesekkur etmem gereken yerde o yazi cikmis. Ozur diliyorum. Aslinda o yazinin ayrica burada olmasi, bu tesekkurun de sizin yazinizin altinda cikmasi gerekirdi. Yerlerini tekzip ederim.

    Cevapla

  17. demokrat Says:

    Daha önce de benim şahsi kanaatim olarak kitabın çıkış tarihini ve yazar’ın zamanlamasını manidar bulduğumu belirtmiştim.Yanlış anlamalara sebep olabilirim diye girdi yapmayı uygun buluyorum,

    ”…Anayasa’daki düşünce özgürlüğüne ilişkin maddeleri ve AİHM kararlarını anımsatan Akçay, şunları kaydetti: “Genel olarak bir fikre, düşünceye bakıldığında bu fikir bizim düşüncelerimize ve fikirlerimize tamamen aykırı olabilir. Toplumun çoğunluğunca da kabul edilmeyebilir. Ancak kişilerin şiddete çağrı yapmayan düşüncelerinden dolayı cezalandırılmaması gerekir. …”

    Bu kısım önemli.

    Cevapla

    • demokrat Says:

      Bana da aynısı oldu şimdi,
      Ben teşekkür ederim,
      önceleri pek güvenilir bulmamakla beraber bana samimi bir yazı gibi geldi.

      Cevapla

      • acracia Says:

        Insanlarin degistigi muhakkak; bakis acilarinin da oyle. Yukarida size yazarken daha once Bulent Bey’in dile getirdigi eskiden solcularin kendilerinden olmayan herkese fasist denirdi ornegini verdim, bunu yapmis olan eski dostlarim var. Ama simdi de bakiyorum da onun yerine herkese darbeci diyorlar. Isin yaftalama, saf tutma, vs kismi degismedi. Bugun degisen, takiyenin vardigi boyut oldu.

        Iki not:
        Bir de baktim ki Orhan Kemal Cengiz Radikal’e gecmis bugun; hayirli olsun diyelim.

        Kitabin cikis zamani manidar olsa da ne onemi var? Yukarida da dedigim gibi icerigi dogru olduktan sonra zamanlama su bu, bunlar her zaman olan seyler. Nitekim referandumu da etkilemedi. Ama bu kitaba taktigimiz kadar TRT’ye takmadik nedense.

        Cevapla

  18. ileri demokrat Says:

    Gündem çok hızlı değişiyor ve bizler arkasından koşturuyoruz.
    Bikaç gündür medyayı Sayın Başbakan’ın sözleri ve bu sözlerin yansımaları meşgul ediyor.Herkes kendince yorumluyor,
    kendi ‘taraf’ına çıkar sağlamaya çalışıyor,kendine gazeteci diyen birkaç kişi de buna dahil, ben burada ikisini incelemeye çalışacağım.

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1049797&Date=21.05.2011&CategoryID=78

    Evet meşhur ‘ayağa kalkmama’ kahramanlığı ve bedeli.
    İşin birkaç boyutu var ,bunların birisi ve en kolay karşılanabilir olanı;bu nezaketsiz durumun geleneksel Türk misafirperverliğine ne ölçüde uyduğu.Evinize bir misafir geliyor ve evinizde gördüğü konukseverlik bu!

    Geçelim işin ikinci boyutuna yani emir-komuta boyutuna.Uzun uzun anlatmaya gerek var mı bilmiyorum,tahminen herkes biliyordur ki burada bir üste saygısızlık ve emre itaatsizlik suçu var ki bu da çok ciddi bir durum.Silahlı Kuvvetlerde ‘örnek’ olma duygusunun ve ‘liyakat’ kavramının da önemini burada vurgulamaya gerek görmüyorum.Ama en basitini söyleyeyim Komutan’ın o yaşanan andan itibaren astlarından saygı ve itaat beklemeye hakkı yoktur.

    Benim asıl üzerinde duracağım konu ise bu durumun içinde bulunduğumuz blog altbaşlığına çok uygun olması.

    Şöyle ki, bu ükede çok önemli(!) bir gazeteci olduğu iddia edilen bir gazeteci(?) derhal koşturuyor ve bu ‘kahramanlığı’ hemen taratarlarına tahvil etmek üzere röportaj yapıyor daha sonra da yazıyor şevkle;

    “Bana vali aracılığı ile haber gönderiyor, 2 saat geç gelecekmiş, töreni geç başlatsınlar diyor! Kabul etmedim, emir değişmez dedim. O da zamanında gelmek zorunda kaldı. Konuşması bitti. Ayağa kalkmadım, alkışlamadım…”

    Tahrike devam ediyor sonra;
    ”Bunlar özellikle Özel Kuvvetler’den korkuyor mu?”

    cevap;
    “Hepimizden korkuyorlar. Çok korkaklar. Ama en büyük korkuları Özel Kuvvetler’le birlikte, denizcilerin SAS ve SAT komandolarıdır. Onun için denizcilerin üzerine gidiyorlar.”

    Rezaletin şu boyutunun ülkeye yaptığı kötülüğe bakarmısınız,suça övgü,tahrik,hedef saptırma…Efendim ülkenin Başbakanı ülkenin Silahlı Kuvvelerinin bir kısmından korkacak.Silahlı Kuvvetlere ve ülkenin seçilmiş Başbakanı’na yapılacak daha büyük bir kötülük olabilir mi?İsanlar ve kurumlar bu kadar kolay zan altında bırakılabilir mi?

    Gelelim diğer bölüme; bu konuyu sayın Ali Bayramoğlu çok haklı bir refleksle işliyor ve sütununa taşıyor ama nasıl bitiriyor biliyor musunuz, çok farklı olmayan başka bir tahrik cümlesiyle;

    ”Belli alınacak yol pek uzun…”

    Evet maalesef yapılmış bir hata ve bu hatanın bedelini ’emekli edilerek’ ödemiş ve artık Silahlı kuvvetler mensubu olmayan bir kişi üzerinden geleceğe yatırım yaparak sanki bir çeşit ‘kahinlik’ olgusuyla insanların bilinçaltını kurgulamak.(Varsa) hesaplaşmanın bitirilmemesini dileyerek gelecek nesil TSK personeli hakkında peşinen yargılamada bulunmak.

    Helal olsun sizlere diyorum, başka bir şey diyemem yoksa dava edersiniz beni…
    İşte medya,işte durdukları yerler.

    Cevapla

  19. fmerakli Says:

    Acracia analizini farkli, ve bugune kadar pek ustunde durulmadigina inandigi, referans noktalari uzerinde sekillendirdigini ya da onlara dikkat cekmeyi amacladigini ifade etmisti.

    Bugun basina yansiyan haberlerden bir baska referans noktasinin daha ortaya cikmakta oldugunu goruyoruz sanki. Star’da yer alan haberde Eskisehir’de bulunan belgelerle ilgili ifadesine basvurulan askeri savci Hava Albay Ozbek’in savciliga asagidaki ifadeyi verdigi ve ayni zamanda Balyoz saniklari hakkinda suc duyurusunda bulundugu ifade ediliyor:

    “Bir hukuk adamı olarak darbeleri lanetlerim. Benim rızam dışında, ismim kullanılarak bu belgeler hazırlanmıştır. İllegal oluşumlar içinde yer alan birileri, personeli ikna etmek, kendilerine bir şey olmayacağının garantisini vermek için, askeri mahkeme üyelerinin ismiyle hareket etmiş olabilir”

    Bir askeri savcinin Balyoz saniklari hakkinda suc duyurusunda bulunmasi eger haber dogru ise uzerinde dusunulmesi gereken yeni bir referans noktasi olacak sanirim. Yine bir baska haberde, Balyoz kapsaminda aralarinda 5 generalin de yer aldigi 50 askeri personelin talimatla Ankara’da ozel yetkili savci Bilgili’ye ifade verdigi ve aralarindan bazilarinin Balyoz davasi kapsaminda tutuklandigi ifade ediliyor.

    ————————-
    http://www.stargazete.com/politika/askeri-savci-ozbek-balyoz-saniklarindan-sikayetci-oldu-haber-353105.htm

    Askeri savcı Özbek ‘Balyoz’ sanıklarından şikayetçi oldu

    Hava Kuvvetleri Savcısı Hakan Özbek, “Askeri personeli etki altına almak için adıma sahte belgeler hazırlamışlar. Ben hukuk adamıyım. Darbeleri lanetliyorum” dedi.

    İSTANBUL Beşiktaş adliyesinde 3 muvazzaf albay Eskişehir’de bulunan Balyoz Darbe Planı yeni belgeleri ile ilgili ifade verdi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı Hava Albay Emin Hakan Özbek sorgusunda çok çarpıcı iddialarda bulundu. Emekli Albay Hakan Büyük’ün tutuklanmasından sonra ele geçirilen belgelerde kendi isminin yer almasının manidar olduğunu söyleyen Özbek, belgenin sahte olduğunu belirtti. Özbek ifadesinde “Bir hukuk adamı olarak darbeleri lanetlerim. Benim rızam dışında, ismim kullanılarak bu belgeler hazırlanmıştır. İllegal oluşumlar içinde yer alan birileri, personeli ikna etmek, kendilerine bir şey olmayacağının garantisini vermek için, askeri mahkeme üyelerinin ismiyle hareket etmiş olabilir” dedi. Balyoz sanıkları hakkında da suç duyurusunda bulunduğunu belirten Albay Özbek, “Demokrasiyi içine sindirmiş biri olarak şikayetçi oldum” dedi. Özbek’le ifade veren Hakim Albay Bülent Güncal ile Kurmay Albay Mehmet Erkorkmaz tutuklandı.

    ———————–

    http://www.stargazete.com/politika/karargahtaki-50-subaya-gizlice-balyoz-sorgusu-haber-352923.htm

    Ankara Özel Yetkili Savcısı Bilgili, talimatla Genelkurmay’da görevli 50 subayın ifadesini aldı. Adliyeye sivil gelen subaylar arasında 5 general de yer alırken bazı şüpheliler tutuklandı.

    ANKARA

    Mustafa Türk

    Genelkurmay Başkanlığı’nda görevli 50 muvazzaf subayın Kozmik Oda soruşturmasını yürüten Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili’ye Balyoz soruşturması kapsamında ifade verdiği ortaya çıktı. Balyoz soruşturmasını yürüten İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcıvekili Fikret Seçen’in talimatıyla 50 askeri personelin ifadesini alan Bilgili, spekülasyona sebebiyet vermemek için askerleri sivil kıyafetle adliyeye gelmeleri konusunda uyardı. İfadesi alınanlar arasında üç Korgeneral, iki de Tümgeneral bulunduğu ortaya çıktı. Bazı şüphelilerin tutuklandığı öğrenildi.

    Savcı Mustafa Bilgili, Genelkurmay Karargahı’nda görevli “şüpheli” personelin ifadesine başvurmak için yazı gönderdi. Bilgili’nin gönderdiği talimat yazısıyla ifadesi alınacak askeri personeli hazır eden Merkez Komutanlığı, savcı Bilgili’ye gün ve saat vererek askeri personelin ifadesinin alınmasını sağladı. Merkez Komutanlığı’nı sansasyonel bir durum çıkmaması için uyaran Savcı Bilgili, ifadeye gelecek olan personelin sivil kıyafetlerle gelmesi gerektiğini söyledi.

    3 Korgeneral ve 2 Tümgeneral

    Bilgili, Özel Yetkili İstanbul Başsavcıvekili Seçen’in talimatıyla ilk olarak 7 askeri personelin, daha sonra 13 askeri personelin ve son olarak da 20 askeri personelin farklı günlerde ifadelerini aldı. Muvazzaf subayların yanı sıra 10 da emekli askeri personelin ifadesinin aldığı öğrenildi. İfadesi alınanların üçünün Korgeneral, ikisinin de Tümgeneral olduğu ortaya çıktı. Albay rütbesindeki muvazzaf subayların çoğunlukta olduğu muvazzafların ifadesini alan Bilgili, dikkat çekmemek için ifadesini alacağı kişileri telefonla arayarak gerekli tedbirleri almalarını istedi. Yüksek rütbeli askerlere eşlik edecek emir astsubaylarının da sivil olarak savcılığa gelmeleri istendiği öğrenilirken, adliye girişinde de sivil bir vatandaş gibi giriş yapmaları istendi. Generallerin de Özel Yetkili Savcı Bilgili’nin bu ikazını dikkate alarak sivil olarak Adalet Sarayı’na gelerek ifade verdiği ve Bilgili’nin tüm talimatlarına uyduğu öğrenildi.

    Ben askerim yalan söylemem

    Savcı Bilgili, ifade veren muvazzaf subaylara Balyoz Darbe Planı’nda aramalarda ortaya çıkan belgeler ile teknik takibe takılan telefon görüşmelerini sordu. Bazı subayların telefon görüşmelerini bile reddettiği öğrenilirken, bir generalin “Ben askerim, yalan söylemem, ses benim sesim, konuşmalar da bana aittir” dediği ifade tutanaklarına geçti. Ankara özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili’nin ifadesini aldığı askeri personelin bir kısmının Balyoz Darbe Planı soruşturması kapsamında tutuklanarak cezaevine gönderildiği, bazı personelin ise görevlerine devam ettiği öğrenildi.

    Cevapla

  20. acracia Says:

    Konunun dogrudan Balyoz olmadigi su sahifenin altina Zaman ve oradaki sorunlarla ilgili *dogrudan* alakali seyler girmek varken, ve bu blogda tonlarca sahife altina yukaridaki gibi istedikleri gibi girecekleri yer varken buraya konuyu yine asker-sivil duzlemine ceken girdilerin girildigini anlayamadigimi, onemsedigim icin degil ama ozellikle konunun degistirilmemesinin onemine vurgu yaptigim bir yazinin altina, sirf bu sebeple bu soru isaretinin burada durmasinin onemine inandigim icin yazayim.
    Burada bu girdilerin yapilacagi cok yer var.

    Demokrat’in daha cok empati babinda girmeye devam ettigini gordugum icin, ozellikle Birand’dan olan girdisi dogrudan Alper Gormus ve Dumanli’nin 28 Subat sorulariyla alakali oldugu icin onemli buldugum girdisinden sonra, konunun neden bu sekilde degistirildigini anlayamadigimi soyleyeyim. Daha once konuyla daha once girilmis sahifeler bulunup geri donulerek altina girdi yaziliyordu. Bunu soylememin sebebi daha once burada konu degistirilmemis oldugu icin degil, benim yazim *tam da* bu konuda oldugu icin goze carptigi icin. Yoksa soz soylemek haddim olmaz, ama bu notu buraya dusmenin onemine inaniyorum.

    Cevapla

    • demokrat Says:

      Haklısınız,yukarda özürlerimi sunmuştum ama sorumlu en başta ben olduğum için tekrar
      özür dilerim diyorum.Blog sahipleri isterlerse bana ait yorumları istedikleri başka bir bölüme taşıyabilir ya da silebilirler.

      Saygılar.

      Cevapla

    • fmerakli Says:

      Tamam Acracia, ben de ozur dilerim.

      Demokrat, bu arada Dogan ve Rodrik’i opup basimiza koyalim, blog moderatoru Acracia olsa imis halimiz nice olacakmis. 🙂

      ps. gerci bunu yazip komik duruma dusecegim belki ama Acracia bana karsi su aralar biraz fazla hassas oldugu icin yukaridakinin latife oldugunu belirtme ihtiyaci hissettim…

      Cevapla

      • acracia Says:

        Evet vallahi dogru, Fmerakli, ben de guldum sonra kendi halime.

        Ama dogrusunu soyleyeyim, ben bu Zaman meselesinde cok ciddiyim ve cok ciddi kaygiliyim. Hrant Dink meselesinde yazdigimdan sonra da uykum kacti. Konu dagilmasin diye ozel gayret gosterme sebebim, tam da asker disi, ama askerin orneklerden biri oldugu genel sorunlara bakmaya calisirken tekrar konunun oraya cekiliyor oldugundan duydugum endise idi. Cunku bence burada konusulmasi, dusunulmesi gereken cok onemli bir sey var. Bu kadar ozenle uzerinde durma sebebim bu.

        Yoksa boyle seylere laf etmek haddim degildir, moderator dahi olsaydim. Sadece bu konuyu o kadar onemsiyorum ki, ve surekli olay sivil-asker duzleminde gidince gorunmez olan seyler var ki, butun ozenim ona. Ben de ozur dilerim cikisim icin. Dedigim gibi, bu cok onemli geliyor bana.

        Cevapla

        • fmerakli Says:

          Estagfurullah, ben hassasiyetini anliyor ve hak veriyorum. Zaman meselesinde kayginizi anliyorum, ama Turk medyasinda kaygilanacak tek gazete de Zaman degil tabii ki. Ben de var olan kaygilarima yenilerini eklemek icin Alper Gormus’un son kitabini siparis ettim, belki yeri gelir okuduktan sonra ne dusundugumu de yazarim ileride…

          Cevapla

          • acracia Says:

            Fmerakli, aslinda gorunen tablo sirf Zaman degil. Daha buyuk bir saibe var ortada. Bu olay sirf basin hakkinda degil, oyle yola ciktim bakmaya diye ama vardigim noktadaki saibeler beni bile rahatsiz etti. Turk medyasindan ote bir sorun. Yoksa Zaman hakkinda
            olayla ilgili Ahmet Insel’den su da var, buldum ekleyeyim:

            “Cemaat gözüyle Ergenekon

            19/04/2009
            Yazı Boyutu
            Büyük
            Küçük

            Başta Gülen hareketi olmak üzere, Sünni misyoner cemaatleri kendi yaptıklarının tıpkısını ama herhangi bir dini tebliğ amacıyla değil, laik tebliğ amacıyla yapan girişimlere çok kızarlar

            AHMET İNSEL

            Türkiye’de misyonerlik faaliyetine işaret ettiğiniz zaman akan sular durur. Ulusalcısı, milliyetçisi, Müslümanı ve Atatürkçüsü hemen başını kaldırır. İstiklal Savaşı ruhu canlanır. “Yüzde 99’u Müslüman olan” bir ülkeyi bölecek bu misyonerlik faaliyetinin ortadan kaldırılması konusunda zıt görünen çevreler hemen uzlaşır. Misyonerlik, neredeyse mutlak olarak homojen olduğu ilan edilen toplumun birlik ve beraberliğini bozacak fesat girişimidir.
            Bu ülkede, örneğin İslam dinini tebliğ etme misyonunu benimsemiş, bu çerçevede yoksul öğrencilere burs veren, yurt açan, okul işleten hayırsever Sünni Müslüman faaliyetleri, “misyonerlik” faaliyeti olarak tanımlanmaz. Dünyanın dört bucağında okul açmak da. Ama bu tür faaliyetler yürüten Gülen cemaatine yakın yayın organlarına bakarsanız, Türkiye’de teşhir edilmesi gereken misyonerlik faaliyetleri vardır. Başta Gülen hareketi olmak üzere, Sünni misyoner cemaatleri kendi yaptıklarının aynısını ama herhangi bir dini tebliğ amacıyla değil, laik tebliğ amacıyla yapan girişimlere çok kızarlar. Aynı alanda kendilerine rakip gördükleri için mi? Karşılıklı siyasal husumet nedeniyle mi? Herhalde her iki nedenden dolayı, ÇYDD gibi bir kuruluşu hedef tahtalarına yıllardır yerleştirdiler.
            Herhangi bir dinin dogmasından ilham almayıp, dogmatik veya değil, laik bir dünya görüşünden ilham alan misyonerlik faaliyetlerini gayrimeşru ilan etmenin, bunların ensesinde yargı ve polisin boza pişirmesini sağlamanın yolu, laik ilkelerden hareket eden yardım girişimlerinin arkasında Hıristiyan misyonerliği parmağı aramaktır. Böylece bir taşla iki kuş vurulur. Hem rakip bertaraf edilir hem de miliyetçi-ulusalcı duygular okşanır.

            Amiral gemisi Zaman
            Ergenekon soruşturmasının son gözaltına alma dalgasında ÇYDD ve ÇEV’e yönelik misyoner teşhir kampanyasını Sünni Müslüman misyonerlik hareketi olan Fethullah Gülen Hareketi’nin basın dünyasındaki amiral gemisi Zaman ve bu hareketin etki alanında bulunan diğer gazete, televizyon ve internet siteleri üstlendi. Misyonerlik ithamı yeterince kesmediği için, buna milliyetçi-şoven damarı okşayacak ve güvenlik devleti ideolojisinin koruyucu kalkanı arkasına sığınmaya yarayacak PKK, MLKP’lilere burs verildiği iddiası da ilave edildi.
            Hakkını yemeyelim. Gülen Hareketi’nin yayın organı, rakip misyonerlerin teşhir edilmesi işine girmek için Ergenekon soruşturmasını beklemedi. Erkan Acar imzalı, 3.8.2006’da bu gazetede yayımlanan haberde, “Dünya Türkleri ve Akraba Toplulukları Hizmet Derneği’nin muhasip üyesi olarak görev yapan”, önce “ADD Üsküdar Şubesi başkan yardımcılığı yapmış” ve “ADD adına ÇYDD’nin projelerinde aktif çalışmalarda bulunmuş” Asuman Özdemir’in görüşleri yer alıyordu. “Özdemir’in, yıllarca samimi duygularla çalıştığı ÇYDD’nin PKK’nın siyasallaşamasına katkı sağladığını düşündüğü”nü, “Kardelenler projesi adı altında İstanbul’a getirilen kız öğrenciler(in) DTP’nin kadro açığını karşıladığı”nı, “ÇYDD’nin Kandilli Kız Lisesi gibi yerlerde okuttuğu kızlardan bazılarının akrabalarının hâlâ dağlarda Türk askerine kurşun sıktığını” söylediği belirtiliyordu.
            Bu kişinin ÇYDD’den ayrılmasına yol açan, bardağı taşıran son damlanın Azınlık Raporu’nu hazırlayan İbrahim Kaboğlu’nun Türkan Saylan tarafından derneğin ikinci başkanlığına getirilmesi olduğunu da bu vesileyle öğreniyorduk. “Bu nasıl Atatürkçülük” diye soran Özdemir, Zaman’ın pek hoşuna gitmişti. Ama bu konuda, ÇYDD’nin 4.8.2006 tarihli “Asılsız karalamalar, bizi yolumuzdan alıkoyamaz!” başlıklı basın bildirisinin varlığından bile bahsetme ihtiyacı duymuyordu.
            Sonra 23 Ağustos 2008’de Bugün ve Zaman gazetelerinde, Ergenekon iddianamesi dosyasında yer alan, Kuvva-i Milliye Derneği Başkanı Bekir Öztürk’ün ortaya attığı iddia haber oldu. “Kardelen Projesi’nin PKK ile ilişkisi olduğunun ileriye sürülmesinin dikkatlerden kaçmadığı” hatırlatıldıktan sonra, bu kez “Türkan Saylan’ın ‘Protestan Misyonerliği’ yaptığını ortaya atan ve bunun MİT raporuyla tespit edildiğini kaydeden Öztürk’ün iddialarına haberde yer veriliyordu:
            “Dünya Kiliseler Birliği ile başlangıçta Amerikan Board üzerinden daha sonra da direkt ilişki içinde bulunduğu ve Protestan misyonerliği yaptığı bilinen Sağlık Eğitim Vakfı, 20 Nisan 2001 tarihli MİT raporunda Protestan misyonerliği yaptığı belirtilen Saylan’ın başkanlığını yaptığı, Asuman Özdemir’in Kardelenler Projesi kapsamında DTP ve onun üzerinden PKK’ya kadro yetiştirdiği, daha sonra Azınlık Raporu’nun hazırlayıcılarından Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun 2. başkanlığına getirildiği için istifa ettiği ÇYDD, ÇEV gibi şaibeli ve AB’den beslenen dernek, vakıf ve diğer her türlü birlik vitrinden kaldırılmalıdır”. Vitrin, Cumhuriyet mitingleriydi. Bu mitinglerin kontrolünü kaybetmek istemeyen Öztürk’ün 22 Temmuz seçimleri öncesi yayınladığı bildiride, yukarıdaki değerlendirme yer alıyordu.
            Dolayısıyla ÇYDD, ÇEV gibi kuruluşlar, Ergenekon örgütünün bazı üyeleri tarafından “Protestan misyoneri” ve “PKK destekçisi” olarak teşhir ediliyordu. Zaman, Bugün ve aynı kaptan yemek yiyen başka yayın organları için burada önemli olan bu yaman çelişki değil, ÇYDD’nin teşhir edilmesiydi.

            Ekrem Dumanlı’nın yöntemi
            Hadi bu haberdir, kaliteli olmasa da gazetecilik yapılıyor, brüt bilgi aktarılıyor diyelim. 20 Ocak 2009’da bu kez Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı, “Bu tuzakların hesabını kim verecek?” başlıklı bir yazıda, Fethullah Gülen hakkında yalancı şahitlik girişimlerini teşhir ederken, “Serhat ve Eyüp dedikleri gençleri ÇYDD adında PKK bağlantılı bir örgüt yalancı şahitliğe zorlamış” bilgisini veriyordu. Ekrem Dumanlı’nın kaleminde ÇYDD artık PKK bağlantılı bir örgüt olmuştu. Fethullah Gülen’e karşı yapıldığı anlaşılan bir komployu haklı olarak teşhir etmek isterken, rakibine (ya da düşmanına?) kendisinin şikayetçi olduğu yöntemle vurmanın mükemmel bir örneğiydi bu. Aynı, kendisine yönelik misyonerlik suçlamasından sıyrılmak için, “biz değiliz, esas misyoner onlar” diye haykırmak gibi…
            Ardından 13 Nisan günü Bugün gazetesinde, 14 Nisan günü Zaman gazetesinin internet sayfasında yer alan, aynı gün Star’ın ve Yeni Şafak’ın da kısaltarak internet sayfalarına koyduğu, Aktifhaber kaynaklı “MİT ve TSK’dan Türkan Saylan belgesi” haberi geldi. Yukarıda mümkün olduğu kadar kronolojik sırayla verdiğimiz bütün bu gelişmelerin senteziydi bu. Fazladan olarak, MİT’in 2001 raporu yanında, 2002’de Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan bir istihbaratçı albay tarafından ÇYDD ve ÇEV için “Atatürkçülük ve irtica ile mücadele gibi maskeler altında misyonerlik faaliyeti yaptıklarından” bahsedildiğini de öğreniyorduk.
            Zaman, MİT raporundan bir bölüm de yayımladı. Kopyasını yayımladıkları bölümlerde, Celal Gökay isimli şahsın gönderdiği bir dilekçeye atıfta bulunulduğu belirtiliyor ve sadece Dünya Kiliseler Birliği’nin ismi geçiyordu. 2005’te MİT’in yolladığı belgede ise, Sağlık Eğitim Vakfı’nın American Board’la ilişkisine sadece yer veriliyordu. Bu iki belge de yeterli olmayacağı için, ardından “Saylan’ın içinde bulunduğu misyonerlik faaliyetlerini belgeleyen başka belge” başlığıyla, bir elektronik posta yayımlanması gerekti. Silas Hizmetleri imzalı, “Sevgili kardeşim Ali” diye başlayan, silas.university@lycos.com adresli şüpheye mazhar, koyu bir protestan Türkçe’siyle yazılmış bu elektronik postada, “Kürtçe incilin üniversitedeki dağıtımına önem verilmesi”, “hocamız T. Saylan’ı daha sıklıkla yanınıza göndermeye çalışıyoruz, hastalığı dolayısıyla bu durum seyrekleşecek, bunu hocamız A. Yüksel biliyor. T. Saylan’ın geldiğinde yaptığı işleri Prof. A. Yüksel devredecek” türünden ifadeler yer alıyor. Bir de bu kişiye “bütçeden 35.000 dolar” gönderildiğinin söylenmesi de unutulmamış. Bu belgelerdeki kişilerin kim olduğunu savcılık umarız bulmuştur.
            Türkiye’de laikçi çevrelerde Fethullah Gülen ve hareketi hakkında onlarca dosya oluşturacak MİT ve başka istihbarat kuruluşlarının benzer raporları, değerlendirme notları yayımlandı. Gülen hareketinin yayın organları bunları kendilerine karşı yürütülen komplonun bir parçası olarak, kah mızıldanarak kah efelenerek ifade ettiler. Şimdi kendilerine rakip veya düşman gördükleri kuruluşlara yönelik olarak aynı yöntemleri kullanıyorlar.
            Ergenekon davası vesilesiyle kendi hesaplarını görme fırsatını kaçırmıyorlar. Bunu yaparken, bu son derece önemli davanın üzerine şüphe gölgesinin düşmesinden hiç rahatsız olmuyorlar. Nasıl olur, saygın isimler gözaltına alınır mı gibi bir soru sormuyoruz. Suç işlediğine dair güçlü ve ciddi kanıtlar varsa, istisnasız herkes gözaltına alınır, tutuklanır, mahkeme önüne çıkar. Çıkmalıdır. Ama ya riyakâr demokratlar, sahte özgürlükçüler, siyasal alanda açıkça yer almadan hakim güç olma saplantılı cemaatçiler? Onların mahkeme önüne çıkmalarını, tutuklanmalarını hiçbir zaman talep etmeyeceğiz. Onlar sadece demokrat ve özgürlükçü vicdanların mahkemesinde yargılanacaklar. Siyasal alanda, ideolojik alanda karşılarında demokratları bulacaklar. Tehlikeli oldukları için değil, demokrasiye zararlı oldukları için.”

            Bu sayfayi ozellikle bu konuya ayiralim sebebi bu. Bence saibeler cok.

            Cevapla

  21. demokrat Says:

    Sayın Acracia,

    Buraya koyup koymamakta teredütte kaldım bir süre ama,hem sizin özellikle bu dizinde misyonerlik,Hırant Dink,Zirve ve Santoro konularını işlemeniz,hem de diğer tarafın ingilizce olması beni burası konusunda ikna etti.
    İlginç ,çünkü OKC ve diğer konular birlikte..

    —–
    18 Nisan 2007’de, Malatya’da, İncil basımı yapan Zirve Yayınevi’nde çalışan üç Hıristiyan olan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske ile Necati Aydın ve Uğur Yüksel boğazları kesilerek vahşi bir şekilde katledildi. O günlerde kimse, bu olayın büyük bir planın bir parçası olduğunun farkında değildi. Ancak o günden bu yana ortaya çıkan tanık ve kanıtlar, bu katliamın aslında bir askeri darbeye ortam hazırlamak üzere kaos yaratmak için hazırlanan büyük bir planın parçası olduğunu gösterdi.
    Misyonerler, 2001-2002’den itibaren MGK tarafından ‘iç tehdit’ listesine alınmış ve o tarihten itibaren haklarında gerek medya, gerek sivil toplum kuruluşları tarafından kampanya başlatılmıştı. Ergenekon davası kapsamında ifade veren gizli tanık, Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerinin önlenmesi ve misyonerlere gözdağı vermek amacıyla üst düzey komutanlardan talimat geldiğini anlattı. Yine, Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçirilen belgelerde, Ergenekon soruşturması kapsamında Zirve Yayınevi katliamını azmettirdiği iddiasıyla tutuklanan emekli Albay Mehmet Ülger’in “katliamın sorumluluğunu hükümete yıkmak için” sahte istihbarat raporları hazırlattığı ortaya çıktı. Zirve katliamı davası hâlâ devam ediyor ama aslında failler belli. Biz de davanın avukatlarından Orhan Kemal Cengiz ile katliamı ve bu katliamın büyük resim içindeki yerini konuştuk.

    Marksist.org: Ergenekon davasında kapsamında gizli tanığın verdiği ifade Zirve katliamı davası açısından ne anlama geliyor?

    Orhan Kemal Cengiz: Bu gizli tanığın kim olduğunu aslında biz biliyoruz. Bu kişi, istihbarat için misyonerlerin arasına sızmış olan bir jandarma başçavuşu. Hatta bu kişi maaşını da Malatya jandarmasından alıyor. Misyonerlerin arasına sızıyor. Kilise içinde de yükseliyor. Bu kişi aldığı emirden sonra yeniden Müslüman oluyor. Daha sonra Ergenekon’un son dalgasında evleri aranan ilahiyat hocaları ile birlikte büyük bir kampanya başlatıyorlar ve misyonerlerin nasıl büyük bir tehdit olduğunu anlatıyorlar. Bu kişi Ergenekon davasında gizli tanık olmuş ve bu cinayetin nasıl işlendiğini anlatıyor. Anlattıklarına göre, Malatya Jandarma eski İl Komutanı, üstlerinden gelen emirler doğrultusunda misyonerlere yönelik bir korkutma operasyonu planlıyor. Bunun için psikolojik zemin hazırlanması amacıyla şehirde çeşitli seminer ve konferanslar düzenleniyor. Doğrudan ve dolaylı yollarla bu cinayeti işleyecek çocuklar hazırlanıyor. Hatta bu gizli tanığın söylediğine göre, kışkırtıcılardan bir tanesi olan bir ilahiyat hocası, bu kişiyi arayarak ‘Vur dedik, öldürdüler’ diyor. O kişinin anlattıkları bunlar.

    Peki olay hakkında tanığın verdiği ifadenin ötesinde neler söyleyebilirsiniz?

    2001-2002 yıllarında, yani misyonerliğin MGK tarafından bir tehdit olarak tanımlandığı yıllarda, Ergenekon’un, sivil topluma nüfuz edilmesi ve sivil toplumun şekillendirilmesini öngören “Lobi” belgesi çerçevesinde 2004 ve 2005’de ulusalcı derneklerin kurulduğunu ve bu ulusalcı derneklerin önemli çalışma alanlarından bir tanesinin bütün Türkiye çapında misyonerlikle ilgili paranoya yaratmak olduğunu biliyoruz. Orhan Pamuk’a, Perihan Mağden’e, Elif Şafak’a ve Hrant Dink’e karşı açılan davaların arkasında da onlar vardı. Hrant Dink yargılanırken, onun için “Misyoner çocuğu” yazılı bir pankart açmışlardı. Yani çok uzun süre boyunca hazırlığı yapılmış bir süreç bu. Benim gördüğüm kadarıyla Malatya Zirve katliamı bir ara merhaleydi. Aslında çok daha büyük bir cinayet zinciri planlanıyordu. Bu süreç 2006’da Rahip Santaro cinayeti ile başladı. Tabii Rahip Santaro öldürüldüğünde kimse aslında onun büyük bir cinayet zincirinin ilk halkası olduğunu anlayamadı. Santaro’yu Hrant Dink takip etti. 2007 Nisan ayında Malatya’da bu katliam olduktan sonra polis diğer cinayetlerin önüne geçti.

    Bu cinayet Malatya’da yaşayan diğer Protestanları nasıl etkiledi?

    Cinayetten sonra, örneğin eşi öldürülen Suzan Geske orada kaldı. Yine küçük bir Protestan grup var, onlar dağılmadılar. Ama tabii çok büyük bir travma bu. Tıpkı Hrant Dink, Rahip Santaro cinayetinde olduğu gibi, Türkiye’deki bütün gayrimüslim azınlıklar için büyük bir korku iklimi yaratılmış oldu. Ergenekon davasıyla bir miktar rahatlama hisettiler, çünkü bu davayla birlikte bu gruplara yönelik tehditler çok ciddi şekilde azaldı.

    Bu cinayetlerin amacı neydi?

    Aslında bu, hükümete yönelik büyük bir operasyondu. Müslümanların iktidara gelmesiyle Hıristiyanların maruz kaldıkları katliamlar arasında bir paralellik kurulması amaçlanıyordu. Çok büyük bir psikolojik harekattı. Türkiye’nin AB’ye girmesini engellemek de amaçlardan bir tanesiydi. Ama tabii bunun bir sürü ayakları var. Bu cinayet, sadece Malatya’daki bir ilahiyat hocasıyla bir jandarma albayının gerçekleştirdiği bir cinayet değil. Bütün büyük medya organları, yayınladıkları haberlerle bu kampanyaya çanak tuttular. Çok büyük bir paranoya yaratıldı. Nitekim cinayeti işleyen çocukların başındaki kişi, yani liderleri, yakalandıktan sonra Malatya’da 40 tane kilise olduğunu söyledi. Yani öyle bir paranoya yaratılmış ki, bu çocuklar Malatya’da 40 tane kilise olduğuna inanmışlar. Sanki bütün ülke işgal altında. Yani bu olay münferit değildi ve çok büyük bir planın parçasıydı.

    Peki, büyük plan neydi?

    Büyük resimde iki önemli şey var; birincisi, misyonerlik, milliyetçiliği yükseltmenin bir aracı olarak kullanıldı. Misyonerler, bir tür günah keçisi olarak gösterildi. Çünkü Türkiye toplumunun bilinç altında ülke her zaman dahili ve harici düşmanların tehdidi altındadır. Misyonerler, tarihsel düşmanlıkları kullanmak açısından çok uygun bir araçtı. Bu, ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz’ örneğinde de olduğu gibi, Türkiye’de herkesin rahatlıkla inanabileceği hayali bir düşman. Misyonerlik paranoyasıyla milliyetçilik harekete geçirilmeye çalışıldı. Çünkü, ulusalcıyı da, dindarı da, herkesi inandırabilirsiniz bu tehdide. Bu açıdan misyoner kartı çok iyi kullanıldı. İkinci boyutu da, Hrant Dink cinayeti de dahil olmak üzere bir dizi cinayetin zemini hazırlanmaya çalışıldı. İçinde büyük cinayetlerin işleneceği nefret iklimi oluşturulmaya çalışıldı bu paranoya ile. Nitekim ikisi de başarıldı.

    “Malatya’da Hıristiyanları kim öldürdü?” sorusunun cevabının 1915 Ermeni soykırımında yattığını söylüyorsunuz. Nasıl bir bağlantı var arada?

    Bence bütün hikaye 1915’te başladı. Çünkü 1915’te Türkiye’de bir düzen kuruldu ve o düzen bugüne kadar hiç değişmeden geldi. 1915’ten bugüne iki şey aktarıldı; birincisi, Ermenilere karşı bu suçları işleyen o suç ağı cumhuriyet döneminde derin devlete dönüştü. İkincisi, toplumsal olarak 1915’te Ermenilere yapılanlarla yüzleşilmemesi, ondan sonra da sürecek bir linç kültürünün miras kalmasına neden oldu. Ayrıca, Türkiye’de ulusal kimlik gayrimüslimlerin dışlanması üzerine kurulmuştur. Yani Türk demek aslında gayrimüslim olmayan demektir. Müslüman da diyemiyorum, çünkü aslında Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran elitler Müslümanlardan da hoşlanmıyorlardı. Dolayısıyla Türkiye’de gayrimüslim olmamak üzerinden kurulmuş bir Türk kimliği var. O nedenle, bence bütün hikâyenin özü 24 Nisan 1915’te başladı ve kesintisiz olarak da devam etti.

    Zirve davasının Ergenekon davası ile birleştirilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Ergenekon davası, darbe planları, cinayetler, dezenformasyonlarla çok kapsamlı bir görüntü sergiliyor. Nedir Ergenekon?

    Aslında göründüğü kadar dağınık değil. Bunların hepsi bir darbe hazırlığı sürecinin parçalarıdır. Hıristiyanları öldürdüler çünkü bunu yaparak AB ve dış dünya ile Türkiye’nin arasını bozmayı ve bundan da hükümeti sorumlu tutmayı amaçladılar. Bu da bir darbeyi çok kolaylaştıracaktı. Burada Hıristiyanların öldürülmesine göz yuman fanatik İslamcı bir iktidar varsa, buna karşı yapılacak bir askeri darbeye dışarıdan insanlar çok da tepki göstermezler diye düşündüler. Ergenekon’un içinde Rum Patriği’ne, Ermeni Patriği’ne yönelik cinayet planları da çıktı. Kafes Eylem Planı çıktı ve orada gayrimüslimlerin hedef alındığını biliyoruz. Yine Kayseri’deki Ermeni önderlerine yönelik suikast planları ortaya çıktı. Hepsinin amacı askeri darbe için ortam hazırlamaktı. Zaten Türkiye’deki bütün askeri darbelerde böyle olmuştur.

    Ergenekon davasının fasa fiso olduğu, aslında AKP’nin ‘sivil dikta kurmak’ için uygulamaya soktuğu bir plan olduğu fikri konusunda ne düşünüyorsunuz?

    Ben bunlara katılmıyorum. Ergenekon davasının bence çok sağlam bir özü var; suikast planları, cinayet planları, dezenformasyon kampanyaları. Ergenekon davası ile birlikte, derin devletin, geçmişten gelen ‘ceza bağışıklığı’ ciddi bir yara aldı. Eksiğiyle, gediğiyle, Ergenekon davası bu yönüyle büyük bir dönüm noktasıdır bu ülke için. Ama bence Ergenekon davasının kötü kullanılmış parçaları da var. Ahmet Şık’ın tutuklanması, ÇYDD’den burs almış 5 bin öğrencinin araştırılması bence yanlıştır. Çünkü bunlar, davada o kadar büyük şeyler varken üzerinde durulmaya gerek duyulmayacak kadar küçük detaylardır. Ergenekon davasının özünü oluşturan olaylar takip edilip araştırılırsa, bence geçmişte işlenmiş bütün cinayetler aydınlatılır. JİTEM’in işlediği faili meçhul cinayetler ortaya çıkar. Bu dava Kıbrıs’a uzanır, Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı’nın yaptıkları ortaya çıkar. Fırat’ın doğusuna uzanır.

    Buralara uzanırsa ne olur?

    Buralara uzanırsa Türkiye tarihi ile karşı karşıya kalırız.

    Davanın buralara uzanması için ne yapılması gerekir?

    Onu bu mahkemeler yapamaz. Çünkü bu mahkemeler, eski DGM’nin devamı olan özel yetkili mahkemelerdir. Bu mahkemeler, devlete karşı işlenmiş suçları soruşturmak ve araştırmakla görevlendirilmiş mahkemelerdir. Türkiye’nin yapması gereken ise geçmişiyle hesaplaşmaktır. Mahkemeler bunun ancak bir kısmını yapabilir. Bu olayları mağdur haklarını koruma bakış açısıyla takip eden, mağdurların yaşadıkları üzerinden olayları takip edecek bir mekanizmaya ihtiyaç var. Şu anda Türkiye’de bunun ne hukuki ne de zihinsel altyapısı yok. Bu mahkemelerle bu noktaya gelinmiş olması bile çok iyi.

    Nedir o nokta?

    Örneğin, Ergenekon davası başladığından beri cinayet işlenmiyor bu ülkede. Örneğin 12 Eylül davası içinde geçerli aynı şey. 12 Eylül’cüler darbe yapmaktan değil insanlığa karşı suç işlemekten yargılanmalıdır. Eğer böyle yargılarsanız, 12 Eylül’e giden süreci hazırlayan olayları, Alevi katliamlarını, 77 1 Mayıs’ının faillerini de araştırma ve yargılama imkânı elde edersiniz. Bence, bütün bu davaların sonuçlanması için Türkiye’nin böyle bir bakış açısına ihtiyaç var. Darbe yapmak siyasi bir suçtur ve siyasi suçları soruşturarak varacağımız yer çok sınırlıdır. Bizim asıl bakmamız gereken yer insanlığa karşı işlenmiş suçlardır. Türkiye’nin tarihi bunlarla doludur. Bence toplumsal muhalefet ve sol bu anlamda çok önemlidir. Türkiye’nin solcuları Ergenekon davasına sahip çıkmalıdır. Türkiye’nin solcuları 12 Eylül davasının bir siyasi yargılama olmaktan çıkıp işkencecilerin yargılandığı, Alevileri katledenlerin yargılandığı, 1977 1 Mayıs’ında insanların üzerine ateş edenlerin yargılandığı, kontrgerillanın yargılandığı bir davaya dönüştürmelidir. Türkiye’de bunu yapabilecek önemli kesimlerden biri soldur. Maalesef Türkiye’de sol da ulusalcılık hastalığından muzdarip olduğu için, Kemalizm hastalığından muzdarip olduğu için bunları yapamıyor.

    Röportaj: Arife Köse

    http://www.marksist.org/dosyalar/3600-turkiyenin-solculari-ergenekon-davasina-sahip-cikmalidir

    Cevapla

    • fmerakli Says:

      Demokrat sagolasin, ACracia’nin analizi cercevesinde Zirve katliamini planlayan/azmettirenlere ulasilmasinda belki emniyet/istihbarat arasindaki farkli guc odaklari arasindaki cekismenin bir rolu olmustur, ama mahkemeye sunulan kanitlar cercevesinde en onemli failleren birinin o donemde Malatya’da gorevli bir askeri personel oldugunu goruyoruz. Bu arada Mart ayinda Zirve katliami dosyasi tipki Danistay cinayeti gibi Ergenekon davasi ile birlestirildi, onu da hatirda tutalim…

      Cevapla

      • demokrat Says:

        Fmeraklı,

        Bu konu da çok fazla bilgi sahibi değilim (gazetelerden ve buradan takip ettiğim kadarıyla yetiniyorum),salt Acracia’ya değişik alternatif görüşlerin de varolduğu gerçeğinden hareketle yardımı dokunur düşüncesiyle koydum(hakikaten çok detay düşünüyor) zaten OKC konusunu diğer dizinde tartıştığınızı bildiğim için faydalanılsın istedim.

        Saygılar…

        Cevapla

    • Bulent Murtezaoglu Says:

      Denenlerin bir kismi komik derecede basite indirgenmis (yahu ‘Ergenekon davası başladığından beri cinayet işlenmiyor bu ülkede’ gibi abes bir laf edilir mi? redaksyon hatasi herhalde?[1]) ama anafikir ile pek bir derdim yok. Girizgah cok sakat yalniz, vesile ederek huysuzluk edeyim:

      O günlerde kimse, bu olayın büyük bir planın bir parçası olduğunun farkında değildi.

      Nasil degildi? Ta kac sene evvelinden tekin isler olmadigini seziyorduk. Mersin’de bayrak yakilmasi isinden tutun, TAYAD dayaklarina/linclerine, hatta bir Birgun yazarinin dahi dikkatini ceken 2007 1 Mayisina kadar (ki o zamana kadar DISK ozellikle bu garip/provokatif olaylara bakarak ‘zorlamayacagiz’ da diyordu). Dink cinayeti ve Danistay baskinini saymiyorum, onlar daha bariz cunku. Bu yazarin kendi gazetesinin Turkce sekli de isine gelince takir takir yabanci ajan su bu imasi ile yayin yapiyordu. Bir arama yapin da gorun. Biz (nette laklak edenler) baska bir yerde konusmustuk bunu.

      Sunun icin ses ediyorum, misyoner ajan bilmemne diye tepinen gazeteler sonra islerine gelince ‘aaa tututu ne ayip bakin devleti dinleyip anti-misyoner yayinlar yapilmis’ havasinda giriyorlar veya bunlari diyecek insanlari isdihdam ediyorlar. Obur taraftan kendileri haric hemen hemen herkesin gordugu ve konustugu darbe/guc-severlik ozelliklerini zamani gelip hava degisince ifsa edenler sanki buyuk is yapmis gibi oluyorlar. Bunlari normal ama belki biraz ilgili vatandaslar olarak yutmuyoruz. Bilakis, basin neye inanmamiz icin mutemadiyen yayin yapiyorsa ondan supheleniyoruz. Herseyi komunistler yapiyor laflarini da isitmis (hatta yutmus) insanlar olarak haliyle herseyi Ergenekon tezgahladi lafina da supheyle yaklasiyoruz. Bu hakikaten boyle, saga sola angaje olmamis, ciddi etki altinda kalmamamis bir suru normal insan biliyorum ben az durtunce bu basinda gozukenlere saydiran. Bazi seylerin basinda yazilmiyor olmasi ‘kimsenin aklina gelmiyor’ demek degil ki? Ha insanlarin aklina gelenler iyice ucuk komplo teorileri olabilir, ona bir sey diyemem.

      [1] Bu zaten dendigi sekliyle dogru olmasi mumkun olmayan bir sey. Kastedilen herhalde belli bir tur faili mechul veya aklimizin ermedigi ve icinde cinayet olan isler. O sekliyle de dogru degil. Hatay’da bir papaz olduruldu mesela, ABD konsoloslugu polis noktasina saldiri yapildi, Guneydogu bolgesini ayri tutsak dahi bir takim baska supheli ve insanlari sokaga dokmeye yonelik olaylar da olmustur (Alevi kahvesine saldiri mesela?). Bu yazar yanlis istikamette degil ama denenler boyle abartilinca hem benim gibi insanlar huylaniyor hem bunlari laf diye yutanlar da var demek gibi bir hissiyat olusuyor. Ne luzumu var bunlarin? ‘Azaldi’ denir mesela. Bunun benzeri 13 Eylul 80’de kan durdu diye yapiliyor. Dogru degil, ben oluyordum yahu okul yolunda iki veya uc ay sonra, baska — o zamanki basinin yazmadigi — bir suru hadise var. Ama dogru lafmis gibi yazar insanlar onu da. Oyle bir hal oluyor ki, hem bu goz onundeki okumus gurubu hem (eski Cumh. hesabi) Taraf filani tepemize cikartanlar baska tur bir yaratikmis gibi gozukuyor insanlara (ben dahil). Cok mu zordur abartmamak?

      Cevapla

      • Bulent Murtezaoglu Says:

        Nurtopu gibi bir galat-i meshurumuz olmus galiba. Biraz bakindim nette, aramaya link vereyim: cinayetler durdu. Orada cikanlarin bir kismi ana metinde zaten ‘durdu’ filan da demiyor. Simdi cikip birisi de ‘cinayetlerin durmasina nicin karsisin, darbeci seni’ filan derse tam olacak.

        Cevapla

      • fmerakli Says:

        Bulent bey,

        Zirve katliamini basinin nasil verdigi, neleri gordugu, neleri gormedigi, kimin hangi pozisyonu aldigi ve neden aldigi tabii ki tartisilabilir ve tartisilmalidir da. Hatta Zirve katliami davasinin Ergenekon ile birlestirilmis olmasi da bir baska tartismanin konusu olabilir. Eger birisi Zirve davasi saniklarinin ve onlara atfedilen sucun Ergenekon ile fiili bir baglantisi olmadigini ileri surerse, Hursit Tolon’un kisisel bilgisayarindan cikan bir belgede Zirve Yayinevi ile ilgili bilgiler bulunmus olmasini bile bir sureligine unutup, o argumana da merakla kulak veririm. Amma velakin tum bunlar bir gercegi degistirmiyor; bu dava kapsaminda tutuklu olan saniklar arasinda o donemin Malatya Il Jandarma Komutani olan bir emekli albay ve bes muvazzaf subay bulunuyor. Yine bir baska davanin konusu olan Kafes Eylem Plani’nda Dink ve rahip Santoro cinayeti ile birlikte Zirve cinayeti de ‘operasyon’ olarak aniliyor.

        Tamam herseyi Ergenekon tezgahladi argumanina supheyle yaklasalim, ama bunun Zirve, Danistay vs. gibi davalarin ustunun ortulmesi anlamina gelmedigini de vurgulayalim. Sizi tenzih ediyorum, sakin yanlis anlamayin; ama Ergenekon’un bir tezgah, siyasi komplo olduguna inanan pek cok kisi icin saniklarin hepsinin masum, atfedilen suclarin hepsinin iftira oldugunu dusunuyor, dile getiriyor ki bunu yapanlarin bir kisminin ozunde Ergenekon davasini sulandirmak gibi bir amacla hareket ettiklerini de goruyoruz…

        Cevapla

        • Bulent Murtezaoglu Says:

          Ben Malatya veya filan pasa fesmeken pasa hakkinda bir sey demedim. Gayet tabii bir takim insanlar mutemadiyen yalan soyluyorlar ‘hepsi komplo’ diye. Nasil komplo? Maktuller olu taklidi mi yaptilar? O taraftan cikan seslerde zaten itibar edilecek bir sey yok.

          Cevapla

      • Bulent Murtezaoglu Says:

        Su dedigimin destegini vereyim:

        […] hatta bir Birgun yazarinin dahi dikkatini ceken 2007 1 Mayisina kadar (ki o zamana kadar DISK ozellikle bu garip/provokatif olaylara bakarak ‘zorlamayacagiz’ da diyordu).

        Benim solcularla bir alakam yok ama garibime gitmisti bu ortaya cikan Taksim fethi ve gaz/sopa bayrami isi ve kendi iclerinde ne diyorlar diye kurcalamistim. Sunu bulmustum: http://www.birgun.net/writer_2008_index.php?category_code=1185986455&news_code=1209815162&year=2008&month=05&day=03

        Cevapla

        • acracia Says:

          Bulent Bey, katiliyorum. Ve bence de o tarafin da arastirilmasi lazim. Ancak o kadar bunlara odaklanmamiz uzerine kampanya yurutuluyor ki, isin baska boyutlarini da dusunmek gerekir kanaatindeyim. Ayrica, bir yerden su cikti diye hemen sonuca atlamamam gerektigi, bunlarin arkaplanini dusunme dersini su anda aci bir sekilde cikarmis bulunmaktayim. O kadar sahteciligin oldugu bu piyasada, hem de sahteciligin, sahte belgeciligin ustune gitmek yerine kim kime ne yazdirdinin uzerine gitmeyi yeg tutan bir goruntu icerisinde, bu son derece mesru bir serhtir.

          Bu sebeple belki de Guney Afrika modelindeki gibi, bir Truth Commission kurulmali, isin icine Amnesty International’dan oldugu gibi bu konuda daha once baska ulkelerle calismis ve satin alinamayacak, alinmaya kalkildiginda bunu ifsa edecek isimlerle bu belgeleri boylesi bir uluslararasi komisyonda otantikligini arastirmaya acmalidir Turkiye. Eger bu ve cikan diger belgeler ve Ergenekon bu kadar iddia edildigi gibi seffafsa, o zaman kimsenin bundan gocunacak bir seyi olmaz degil mi? Halk olarak bunu bilmemiz gerekir.

          Sahte belgeciligi aklamak icin Baransu, Uslu dahil bir cok sahis bu kadar caba gostermeseydi ben bu supheleri belki de bu boyutta dusunmeyecektim.

          Bana boyle dusundurtmeye muktedir olanlar utansin diyorum. Diyecegim budur.

          Son olarak: Fmerakli, size karsi hassas oldugumu soylemissiniz. Yok o dogru degil. Baska bir sey oldu, ama adini ben hassasiyet koymazdim.

          Cevapla

          • acracia Says:

            Bu arada Bulent Bey, konu bu komisyonla yine daha once fikir teallisinde bulundugumuz otorite meselesine gelmis gibi gorunmus olabilir. Ama bu kadar basit degil. Bu artik bu kadar saibe uzerine vurulmasi gereken bir yontem gibi gorunuyor bana. Uluslararasi camiada bu konuda Guney Afrika’da filan calismis isimler var, onemli diye dusunuyorum. Bilmem ne dersiniz?

            Cevapla

            • Bulent Murtezaoglu Says:

              Diger dediklerinize ve dikkat cektiginiz (dikkat cekmeyen tarafa bakma ile ilgili) noktaya katiliyorum. Guney Afrika/Amnesty isi ise buraya uymaz gibime geliyor. Buranin ‘derinlik’ hali cok karmasik, ustelik burasi ile ilgili yabancilarin ne sekle girebildiklerini onlarla muhatap olanlarin hallerini filan da goruyoruz. (Bir kismi dil bilmemekten oluyor tabii. Ben hali gorunce gozlerime inanamadim ilk basta — bu memleket hakkinda atip tutan insanlarin kimisi/cogu bu lisani bilmiyorlar? Her isin Ingilizce goruldugu eski mustemleke mi burasi? Onlar oyle olurlarsa Ingilizce konusan bir kadro besleyebilen de onlari maymuna cevirir zaten. Sasacak bir sey yok bunda.)

              Ben sizin kadar iyimser degilim. En iyi ihtimalle gorunur/yogun fenaligin olmadigi (iskence, cinayet, yogun tevkifat dalgalari vs.) bir duzene evrilir burasi, herseyin cozuldugu seklinde de bir hikaye yazilir ve sIkIntI — bir sure icin — biter. Sizin [ve benim] arzu ettiginiz turden bilgileri isteyen hatiri sayilir bir guc [halk, okumuslar, baska guc odaklari] yok ki? Var mi?

              Cevapla

              • acracia Says:

                Bulent Bey,

                Ancak donebiliyorum size, yukaridaki girdi benim olunca biraz fazla blog mesaisi yaptim saniyorum; vallahi blog tutanlar nasil yapiyor bilmem, ben helak oldum bir kac gunde.

                Yazdiklarinizi okuyunca uzuldum. Zaten daha once de konusmustuk siz benden daha az iyimser bakiyorsunuz diye; ancak belki de buna gercekci demek daha uygun olur, bilemiyorum. Dediginiz gibi olabilir ama ben mesela Fethiye Cetin’in sececegi, mesela Bianet’ten birilerinin sececegi Ingilizce bilen sahislar olabilir diye dusunuyorum. O sekilde yetismis bir kadro var. Devletin degil, magdurlarin veya avukatlarinin belirleyecegi isimlerden olusmus bir kadro mesela. Bunlar kaydedilip sonradan veya naklen de yayin halinde TV’den verilebilir. Yanlarinda gazeteciler olur. Yani saglamasi yapilir bir sekilde soylenenlerin.

                Bunun etik bir sekilde yapilmasini saglamak mumkun diye dusunuyorum.
                Peki sonucunda ne olur? En azindan surekli bir alarm durumu (state of emergency) halinde yasanmamis olur; her ne varsa cidden dokulur ortaya. Boylece supheler, sana inandim inanmadimlar biter. Ve milletce yara sarmaya baslayabiliriz. Bunu Guney Afrika bile becerdiyse Turkiye’de neden olmasin? Ben zaten gercekler ortaya dokulunce aslinda sutten cikmis ak kasik hic bir kurum, kurulus, ya da cemaat/grup olmayacagi ihtimaline inaniyorum. Ancak su bir gercek: bu kutuplasma en azindan kesilir diye dusunuyorum.

                Etik olarak emniyet ve seffaflik saglanmasi cok onemli[1]. Ben bu baglamda birikmis bir insan potansiyeli oldugunu dusunuyorum Turkiye’de.
                Bu insanlar var ve gercekten iyi bir seyler yapmaya calisiyorlar. Asil sıkıntı, kutuplasmada, bu artarsa arkasindan olabilecekleri ben dusunmek bile istemiyorum. En azindan bunun bile olmamasi icin, temiz bir baslangic (nispeten) olabilmesi, kurumlarin ve sahislarin birbirleriyle ilisklerinin seffaflasmasi bile bir seydir. Yoksa demokrasi zembille inecek, yarin hersey guzel olacak anlaminda degildi dusundugum. Cok sey mi istiyorum? Umarim degildir.

                *******************
                [1] Bu her konu icin boyle. Mesela istesem ben de ahbaplarimi araya koyup ulasabilirim Fethiye Cetin’e ama etik olarak buraya geri donmesini istemek sonra yanlis olur. Zira burayi ben yazdim; o destek istemek anlamina bile gelebilir, ayip olur. Boylesi daha temiz.

                Cevapla

                • Bulent Murtezaoglu Says:

                  Acracia bey, bir mecburiyet yok cevap vermek icin. Havada da kalabilecek seyler diyorum. Bu kadar mesai yaptiginiz icin de Allah sizden razi olsun. Ayrildigimiz ana nokta bence su:

                  Bunu Guney Afrika bile becerdiyse Turkiye’de neden olmasin?

                  Guney Afrika’nin problemi buranin problemi gibi degil benim anladigim. Yanina bile yaklasamaz hatta. Tarihleri yeni, yapilan zulmun mahiyeti acik vs. Burasi icin belki Italya (temiz eller temiz eller deniyor ama eller yikandiktan sonra secilip duran sirk soytarisi harami neyin nesidir?) ve Rusya/Sovyetler (reklam edildigi gibi olmadi iste, Putin sistemi peydah ettiler) bir olcu olabilir. O da belki — buranin kendine ozgu halleri, devlet/derinlik kulturu ve yapilari var. Bunu fazlaca bir sey bildigimden demiyorum, cahil gozuyle uzaktan tartarak diyorum tabii. Denecek baska seyler de var ama daha iyi bilenler desinler bence. Bahsettiginiz turden bir cabanin karsisina alacagi (kimisinin kitle tabani da olan) gucleri ancak sezgi seviyesinde algilayabiliyorum. Daha genc insanlari ilerki zamanlarda en azindan serre zimnen destek olmamalarini saglayacak sekilde techiz etmeyi daha ulasilabilir bir amac olarak goruyorum. O acidan bakilinca calismanizin (bizden daha genc olan) Y.O. hanimin dikkatini cekmesi Fethiye haniminkini cekmesinden onemli. Daha bilincli ve daha supheci bir kitlenin yetismesi gecmisi aydinlatmaz, bugunku problemi cozmez ama yarinki problemlerin sekillerini daha makul bir cerceve icinde kisitlar diye umid ediyorum.

                  Cevapla

                  • Ilhan Kemal Says:

                    Tumuyle katiliyorum. Guney Afrika’daki oyku bizde olan bitenden epey farkli. Belki Kurt meselesi konusunda benzer bir cozum onerilebilir ama o bile cok zor kanaatimce. O tur bir TRC olusumu icin taraflarin iyi niyetle, konuyu anlasarak cozme azminde olmalari ve savasi kazanip isteklerini karsi tarafa empoze etmeyi degil de uzlasmayi amaclamalari gerekiyor. Ne Turkler ne de Kurtler daha o noktada degil bence. Umarim bir gun o noktaya varildigini goruruz. Turkiye’deki Kurt meselesinde taraflarin su andaki tavri bana, Guney Afrika’dan cok, eski Rodezya’yi (Zimbabwe) hatirlatiyor. Her neyse bu zaten farkli bir konu.

                    Acracia beyin “Analiz” baslikli yorumunda ele aldigi konuya gelince, o konu TRC ile cozulecek bir konu hic degil gibi geliyor bana. Oradaki akis icinde gercegi aramak, adaleti aramak gibi bir amac maalesef goremiyorum ben. Bu davalar ve onlarin arka planinda olan bitenler ulkenin tum yasam alanlarinda suren cok keskin bir iktidar mucadelesinin yansimalari gibi gorunuyor. Bana kalirsa bu surecte taraf olanlar ne bir adalet arayisi icindeler ne de birbirleriyle anlasma derdinde. Olan bitenin ulkede demokratiklesmeyle falan da bir ilgisi yok gibi duruyor. Eski bir iktidar odagi yenisiyle gurultulu bir sekilde yer degistiriyor ve seyrettiklerimiz de yeniden duzenlenen sahnede olan bitenler. AKP-FG koalisyonu simdi sira bizde diye bakiyor hadiseye. Onlar TC’nin dekonstruksiyonunu gerceklestirmeye ve ulkenin temel dengelerini kendi degerlerine gore yeniden kurup, tum kontrolunu da bundan sonra kendi denetimleri altinda tutmaya niyetliler. Kazanan taraf olarak da karsi tarafi ezerek teslim almak, adalet duygusu falan gozetmeden kendi hukukunu dikte ederek bedel odetmek pesindeler. Yani bir anlamda “Victor’s justice” i seyrediyoruz. Hedeflediklerini becerebilecekler mi bilemiyorum. Bir sure sonra hep birlikte goruruz sanirim.

                    Tabii bunlar tumuyle benim kisisel izlenimlerim ve samimiyetle diliyorum ki ben yaniliyor olayim ve bu surec gercekten de bu blogdaki bazi yorumcularin ve basindaki bazi “liberal” kalemlerin dusundugu gibi kor-topal ilerleyen ama iyi niyetli bir adalet arayisi olsun.

                    Cevapla

                    • demokrat Says:

                      Sayın İlhan Kemal,

                      ”…Eski bir iktidar odagi yenisiyle gurultulu bir sekilde yer degistiriyor ve seyrettiklerimiz de yeniden duzenlenen sahnede olan bitenler. AKP-FG koalisyonu simdi sira bizde diye bakiyor hadiseye. Onlar TC’nin dekonstruksiyonunu gerceklestirmeye ve ulkenin temel dengelerini kendi degerlerine gore yeniden kurup, tum kontrolunu da bundan sonra kendi denetimleri altinda tutmaya niyetliler. Kazanan taraf olarak da karsi tarafi ezerek teslim almak, adalet duygusu falan gozetmeden kendi hukukunu dikte ederek bedel odetmek pesindeler. Yani bir anlamda “Victor’s justice” i seyrediyoruz…”

                      O kadar güzel özetlemişsiniz ki ne ilave edilse boş olur.Tabii burada, sayın Acracia bu ‘çatışma’nın medya tarafını ve özellikle de günümüzdeki ‘in power’ kısmını ele alıp güzel bir incelemede bulundu.Tüm bunları okurken aklıma geçmişte acaba nasıldı sorusu düştü.Bir bölümünü, özellike yakın geçmişi hatırlıyoruz,daha eskileri de yaşı yetenler hatırlar; bu ‘power struggle’ durumlarında Türk basınının vaziyeti tam bir ‘ibretlik’tir.Hafıza tazelemek adına internette iki gündür bunları araştırıyorum ; size bütün samimiyetimle itiraf edeyim midem kaldırmadı.1960-61,1970-71,1980 ve sonrası yazılanlara baktığımda aslında hiçbirşeyin değişmediğini gördüm.Demokrasi havarisi ilan ettiğimiz koca koca yazarların düştükleri durumlar içler acısı.Şunu da açık yüreklilikle eklemeliyim ki burada kolaylıkla ‘yandaş’ yaftasına maruz bırakılan mesela Hasan Cemal Cumhuriyet sonrası yazdıklarıyla en tutarlı ve cesur yazar olarak ortaya çıkıyor.(Sadece merkez medya,büyük medya bağlamında söylüyorum bu sözlerimi).Siz daha iyi bilirsiniz kuşkusuz darbe ve muhtıralar sonrası yazılanları,hepsi birer utanç vesikası olarak orada duruyor.

                      Bugün böyle rahatça yazanların gelecekte tarih ve toplum nezdinde alacakları sıfatları da tarih gösterecek.

                      Saygılar.

                    • Ilhan Kemal Says:

                      Demokrat Bey,

                      Maalesef siyaset gelenegi boyle bu topraklarda. Siyasetle ilgilenen yazarlarin kalibreside ona uygun oluyor. Bizans-Osmanli gelenegi ustunde oturdugumuzdan midir nedir bilemiyorum ama, siyaset “secretive” bir sekilde orgutlenmis cesitli guc odaklari arasinda suren ve nihai amaci iktidara el koymak olan bir hadise buralarda. Tum bu kargasada diyalog, uzlasma, adalet vs vs… gibi bir cok pozitif kavram ya oyuncularin zaten sozlugunde yer almiyor ya da iceri girerken kapi onunde birakiyorlar. Sizin yaptiginiz gibi yillar sonra geriye donup olana bitene bakildiginda da tum bu itis-kakis sonunda, mide bulandirici bir tortu tabakasi kaldigi goruluyor. Bahsettiginiz kose yazarlarinin omurgasiz tavirlarida bu tortunun katki maddelerinden birisi. O nedenle ben epeyce bir suredir ulkemizde demokrasinin nicin saglikli bir sekilde yerlesmedigi gibi konular konusulurken bizim hic tartisma gundemimize almadigimiz, hatta bir inkar icinde oldugumuz cok daha temel sosyal-kulturel meselelerimizin bunda kritik rol oynadigini dusunuyorum. Bunlar arasinda ordunun siyasete mudahale gelenegi var ve onemli ise de, bunun en temel sorun oldugu kanisinda da degilim. (Acracia beyin blog’un bu kismini derli toplu tutma istegi ve konuyu dagitmamak konusundaki hassasiyetine saygisizlik gostermek istemiyorum ama yine de konuyu uzatmaktan kendimi alamayacagim. Gevezeligime verip kusuruma bakmaz umarim.)

                      Bakiniz, batili anlamda demokrasiden uzak olmamizin nedenleri konusunda konusurken Economist dergisinde (2010 sonlarindaydi sanirim) yayinlanan ve “The Economist Intelligence Unit” in hazirladigi “Democracy Index 2010” baslikli calisma (http://graphics.eiu.com/PDF/Democracy_Index_2010_web.pdf ) iyi bir cikis noktasi olabilir kanisindayim. Bu calisma Turkiye basininda da biraz konusuldu diye hatirliyorum. Burada Turkiye 167 ulke arasinda 89. sirada goruluyor ve Hybrid (yari demokrasi-yari otoriteryen) rejimler icine yerlestirilmis. Kuskusuz bu ve benzeri “siralama” calismalarinin cok ciddi method problemleri vardir ve cok da ciddiye almaktan kacinmak gerekir, ama demokrasilerde onemli kriterler nelerdir ve bizde neler eksik konusunda bir perspektif vermesi acisindan da fena bir metin degil bence. Bu calismada ulkeler 60 kriter kullanilarak 5 kategoriye ayiriliyor: Full democracy, Flawed democracy, Hybrid regimes, ve Authoritarian regimes.

                      Bu 60 kriterde bes baslik altinda guruplanmis:
                      1.Electoral process and pluralism
                      2. Functioning of government
                      3. Political participation
                      4. Democratic political culture
                      5. Civil liberties

                      Bu kriterlere gore bizim puanimiz, siralamadaki yerimiz ve komsularimiz soyle:

                      Bangladesh 83
                      Albania 84
                      Malawi 85
                      Lebanon 86
                      Ecuador 87
                      Honduras 88
                      Turkey 89
                      Nicaragua =89
                      Zambia 91
                      Tanzania 92
                      Palestine 93
                      Bosnia and Hercegovina 94
                      Senegal 95

                      Kullanilan kriterlere bakildiginda da Turkiye’nin bu sevimsiz konumunun tek nedeninin “Ordu Mudahalesi” tehditinden ibaret olmadigini rahatlikla gormek mumkun. Bu 60 kriterden sadece ikisi (16 ve 38 numaralilar) ilgili ulkede ordunun konumu ve halkin orduya bakisi ile ilgili. Bu iki maddenin toplam puan uzerindeki agirligi da diger maddelerden cok farkli degil. Turkiye de demokrasi konusundaki eksiklerimizin nedenleri bu 60 kriterin buyuk cogunlugunu kapsiyor ve bence son derece onemli bazi temel sorunlarimiz yukaridaki 4. baslik olan “demokratik politik kultur” altgurubunda toplaniyor. Ordu ile ilgili iki maddeden birisi de (38) zaten o gurup icinde ve ordunun kendisinden cok “halkin orduya bictigi rol” ile ilgili bu madde. Bazi carpici basliklari asagiya Turkceye cevirmeden aktariyorum:

                      15. Is there an effective system of checks and balances on the exercise of government authority? (Acracia bey’in hakli olarak cok onem verdigi bir baslik bu)
                      16. Government is free of undue influence by the military or the security services?
                      18. Special economic, religious or other powerful domestic groups do not exercise significant political power, parallel to democratic institutions?
                      19. Are sufficient mechanisms and institutions in place for assuring government accountability to the electorate in between elections?
                      22. How pervasive is corruption?
                      37. Perceptions of leadership; proportion of the population that desires a strong leader who bypasses parliament and elections.
                      38. Perceptions of military rule; proportion of the population that would prefer military.
                      43. There is a strong tradition of the separation of church on state.
                      44. Is there a free electronic media?
                      45. Is there a free print media?
                      52. The degree to which judiciary is independent of government influence

                      Bunlar disinda kadinlarin, azinliklarin, etnik guruplarin konumu vs gibi onemli basliklara dagilmis diger kriterleride ana metinde bulabilirsiniz.

                      Buyuk resme bu perspektifle baktigimizda bazi politikacilarin, guruplarin ve yazarlarin Turkiye’nin gercek bir demokrasi olmamasinda ordunun rolunu surekli isitip isitip onumuze getirmelerini ve bunu gercek anlamda bir demokrasi olmamizi engelleyen temel neden olarak pazarlamalarini ben pek de ikna edici bulamiyorum. Hele darbe tehlikesi bertaraf edildiginde ulkenin kendiliginden demokratik bir rejime donusecegi havasina kapilmak en hafifinden saflik olur gibi geliyor bana. Dahasi bu havayi yayanlarin asil derdinin de demokrasi falan oldugunu sanmiyorum. Onlar mutlak iktidari ele gecirmeye calisirken yapmalari gereken bir saha temizligini yapmakla mesguller. Bunlarin asil derdinin mutlak iktidar oldugunu ve onlerinde bagimsiz yargi, bagimsiz medya, bagimsiz universite, bagimsiz ordu, bagimsiz polis… kisaca denetimlerinde olmayan hicbir guc kalmamasini amacladiklarini dusunuyorum. Gunumuzde iktidarda olan “koalisyonun” seyri de adim adim bu cizgide ilerliyor gibi gorunuyor bana.

                    • Bulent Murtezaoglu Says:

                      Ilhan bey, o konuda bir de soyle bir sey yazmisti nette ara sira konustugum ve oldukca aklinda basinda gozuken biri:

                      Eight ways to assess the quality of Turkish democracy

                    • acracia Says:

                      Rica ederim, Ilhan Bey.

                      Ben kendim cok konusunca baktim sag taraf yemyesil neredeyse sirf benim logom olmus, ben biraz geri cekilip kim ne dusunuyor benden firsat kalsin da duyabilelim diye karar vermistim. Sessizce izliyorum o yuzden, sonra yazacagim diyordum ama ben de dayanamadim simdi.

                      Sizin verdiginiz ornek, zaten tam da benim aslinda ustune bastigim sorunlarin arkaplanina bir isik daha tutuyor. Yani olay sirf ordu-sivil duzleminde ele alindiginda, aslinda cok daha karmasik bir tabloyu gozden kaciriyoruz. Bu benim en bastan beri soyledigim bir sey. Ve sizin dikkat cektiginiz noktalara bakabilmek, ilerisi icin sorun cozumune bakmak acisindan faideli. Vakit ayirip bunu girdiginiz icin sagolun. Benim nacizane karsi ciktigim, yine “ordu sunu yapti bunu yapti” diyerek olayi tekrardan benim burada ayristirmak ve arkasindaki resmi daha net ortaya koyabilmek icin calistigim sureci yine ayni basite indirgemeci duzleme cekecek diye dusundugum tur yazilardi.

                      Burada ise, bundan sonraki adimi tartismak adina onemli buluyorum bunlari. Bu yuzden hepinize tesekkur ederim.

                      Buna karsilik, Rodezya ornegi ilgincti gercekten, benim aklima gelmemisti. Ancak belki soyle bir yorumda bulunabilirim:

                      “Truth and Reconciliation Commission” bence olmayacak bir sey degil. Siz biraz daha etnik ayrim uzerinde paralellik kurmussunuz Guney Afrika’daki beyaz-siyah ile Turkiye’deki Turk-Kurt catismasi diye kabaca (ve aslinda basite indirgemeci de oluyor biraz, cunku o isin icinde cemaat, Hizbullah, PKK, vs, vs de var) adlandirilan catismalar uzerinden.

                      Benim dusuncem biraz daha farkliydi: hem siyah hem de beyazlarin bir sure sonra birbirinin kurbani haline donustugu, siddetin hukum surdugu bir yerdi Guney Afrika. Hatta zenciler cocuk ordusu kullaniyorlardi; ellerinde agir tufekler, o yasta asker olmus adam oldurmus cocuklar vardi. Cocuk deyince bu eline tufek almak 7 yasa kadar iniyor, benim en son takip edebildigim kadariyla. 76’daki (yanlis hatirlamiyorsam 76’ydi) olaylarda ortaokul/lise caginda
                      cocuklar ayaklandiginda, kanli bir sekilde bastirildi.

                      Dolayisiyla, yakin gecmisten bahsediyoruz. Ve cok kucuk yaslarda bile adam oldurmus, yaralamis, eli kana bulanmis, sokaklarda birbirini linc etmeye calisan kalabaliklardan soz ediyoruz. Evet, durumlari cok net, kimin ne taraftan oldugu belli gibiydi, ancak suclu kim diye sordugunuzda, en basta beyaz hukumet denebilir, ancak sonrasinda icinden cikilamaz bir kisir dongu. Velhasil, benim bu ornegi vermemin en onemli sebeplerinden birisi icerik olarak sorunlari degil (yani etnik/irksal sorunlar) daha cok oldukca bolunmus, birbirinin aleyhine donmus kutuplarin (mesela cok yakin bir zamanda cocukken eline silah alip belki de cinayet bile islemis bugunun yetiskinlerinin anilarinin taze oldugu) bir ortamda bir toplumsal yara sarma ornegi idi.

                      Ben bu tur bir Truth and Reconcilation Commission dedigim Gercek ve (Toplumsal) Uzlasma Komisyonu gibi bir cozumu taraflarin istemesi ve adaletin arandigini dusundugum icin degil, tam da aslinda adaleti ariyoruz diyenlerin (Bulent Bey evet o kelimeyi kullaniyorum simdi, kizmayin:) samimiyetlerini ispat etme babinda hem kimin nerede durdugunu cidden anlayabilmek icin bir test (eger cidden iddia edildigi gibi masumlarsa her konuda, mesela cemaat bunu en basta kendisi istemelidir, seffafca hep oncusu olduklarini ima ettikleri demokrasi degerlerine her zaman ne kadar sadik kaldiklari acisindan), hem de su anki gidisata bir sekilde dur demek ve toplumsal yaralarin sarilmasi icin bir olusum olarak oneriyorum.

                      Dolayisiyla, bu bir model, ancak Turkiye’ye uygun bir sekilde gelistirilebilir. Guney Afrika’daki modelde uc ayri olusum vardi, eger ilginizi cekerse diye bir link ekliyorum:

                      http://www.justice.gov.za/trc/

                      Bu tarz bir olusum ve altkomisyonlari, hem emniyet/ishbaratin icindeki yapilanma ve diger cok ciddi iddialari, hem ordu icerisindeki JITEM gibi olusumlari, hem de bu kurumlarin Kurtler, ekalliyetler, Aleviler (bunu ekliyorum cunku goreceksiniz, bu konu cetrefillesecek, sinyallerini goruyorum), vs gibi plan ve projeleri olmus mu (ki derin devlet var diyorsak en azindan bir sekliyle var diye dusunuyoruz cogumuz) diye arastirabilir. Ve bu kollardan gidildiginde, aslinda zaten
                      ortaya cikacak olan sey, bugun Turkiye’de goturuldugu iddia edilen Ergenekon adiyla anilan tablodur. Mesela baktim, simdilerde Ergenekon-PKK turlari atilmaya baslanmis. Bekliyordum zaten. Akif Beki yazmis PKK’nin icindeki Ergenekoncular diye. Neyse bu konuda yorum yapmayayim simdi.

                      Ama su sekliyle yurutulecek alt komisyonlar, zaten Ergenekon arastirmasi olacaktir. Bunun emniyet ve istihbarat kisminin da ayni sekilde arastirilmasi sarttir. Bugun dusunmemiz istendiginin aksine, sorun orduda baslayip orada bitmiyor.

                      Ancak eger Zaman ve surekasi, cemaat, ve/veya Mehmet Baransu gibi sahislar cidden demokrasi istediklerinde samimilerse, gizleyecekleri hicbir sey olmadigini defalarca tekrar ediyor hatta kendilerine karsi kara propaganda yurutuldugune inaniyorlarsa; diger taraftan sahte belgeler havada ucusuyorsa, ve her tutarsizliga isaret edildiginde ona aciklama getirme gayretiyle herseyi hic de mantiki olmayan sekillerde ifade eden ve komik gorunen “belgeler” (saibeyi vurgulamak icin tirnak icine aldim) ciddiye alinip arastiriliyor, insan haklari alenen cigneniyorsa (dusunce ozgurlugu, vs)

                      bu durumda cemaatin mesela boyle bir komisyonu en basta kendisinin istemesi lazim; mesela Hrant Dink’in, ve katl edilmis diger faili mechul kurbanlarinin ailelerinin sececegi bir kurul (ki cocuklari zaten yabanci dil biliyor cogunlukla), ve Guney Afrika’da gorev yapmis bazi yabancilardan olusmus bir komisyon, eminim Hrant Dink ve Zirve, Rahip Santoro cinayetlerine hassasiyetini neredeyse bir alnina kazimadigi kalan Zaman ve surekasi, cemaatin hararetle isteyecegi hatta sahifelerinden halka bunun icin cagri yapmak isteyecegi bir sey olacaktir.

                      Yani, kim gercek kim takiye yapiyor ortaya dokulecektir. Ve bu, acilen lazimdir. Yoksa hicbirinin buldugu delili oburu guvenilir bulmayacak, ortalikta cok acik ve net soylenenleri bile bulandiran kendisine liberal deyip bundan prim yapmaya calisanlar ile sirf kendi soyledigine cekmek icin her tur ahlaksizligi ve canbazligi yapanlar at kosturup insanlari daha da bolmeye devam edecekler.

                      Bu da Ilhan Bey’in dedigi gibi iktidari eline gecirmeye calisan gruplar gorundugu muddetce asla o guce sahip sahislar tarafindan istenmeyecektir. Ama iste demokrasilerde care tukenmez (latife yapiyorum), bu durumda sivil toplum orgutleri orgutlenip alttan gelen bir hareketle (Ergenekon’dan tutuklanmazlarsa) halki referanduma davet edebilir. O noktada zaten kim gercekten adalet istiyor, kim takiye istiyor ortaya cikacak, takke dusecek ve kel gorunecektir. Hem askeriye, hem emniyet/istihbarat, hem de
                      degisik gruplar uzerindeki plan ve projeler ortaya cikarilacaktir.

                      Elbette bunlarla calismak icin bir de Guney Afrika’daki modelde oldugu gibi bir rehabilitasyon komisyonu sart. Ben acikcasi bunu sizler gibi olmaz gormuyorum. Hatta bence aslinda belki de en saglikli cozum bu tur bir model olurdu.
                      Boylelikle de kim nedir, herkesin rengini de gormus olurduk. Rengim su, bize iftira atiyorlar diyenlerin en basta isteyecegi sey olmasi gerektigi icin, ben cemaatin elitlerinin ve Zaman ile ozellikle uluslararasi camiaya demokratikligini ispat etmeye calsian Today’s Zaman’in bunu hararet ve buyuk bir istekle savunacagini dusunuyorum. Elbette eger bize bugune kadar dedikleri dogruysa.

                    • demokrat Says:

                      Sayın İlhan Kemal,

                      Söylediklerinize esasta tamamen katılmak mümkün.Referanslarınız zaten nerede olduğumuzu gösteriyor.Daha önce basında da bir şekilde yer almıştı ama
                      gazeteler detaylara girmemişti.Teşekkürler.Tabii Economist dergisinin verilerinin tümünün ne kadar dürüst ve tarafsız hazırlandığına dair bir takım görüşler ileri sürüldü ama bu index’in çok fazla değişeceğine hiç ihtimal vermiyorum.Özellikle sınıfta kaldığımız ; Political participation ,Democratic political culture ve Civil liberties maddelerine bakarsak önümüzde alınacak çok mesafe olduğu aşikar.

                      Aslında dediğinizde haklısınız,bu durumun sorumlusu tek başına TSK değil ,ama hatırı sayılır bir yere sahip olduğunu da teslim etmek gerekir.16 ve 38 nolu
                      maddeler ‘direct’ olarak orduyu sorgulayan maddeler ama naçizane fikrim, diğer maddeler de ,Türkiye şartlarında ‘indirect’ olarak bu ‘güç’ten bir şekilde etkileniyor.

                      ”…Hele darbe tehlikesi bertaraf edildiginde ulkenin kendiliginden demokratik bir rejime donusecegi havasina kapilmak en hafifinden saflik olur gibi geliyor bana.
                      Dahasi bu havayi yayanlarin asil derdinin de demokrasi falan oldugunu sanmiyorum…” demişsiniz çok haklı olarak. Katılıyorum ,bir olguyu işaret etmeden
                      geçmeyeceğim, o da askeri vesayetin dışında aslında tüm resmi her dönem kontrol altında tutmayı başaran ‘sermaye vesayet’i. Bu ,hep böyledir güzel
                      ülkemizde, dönem dönem bocalasa da kazanan maalesef hep sermaye olmuştur.Geçenler de bir MHP yöneticisi anlatmıştı TV’de ;yanılmıyorsam 1995 seçimleri
                      öncesi,DYP ve MHP yöneticileri seçim ittifakı konusunda anlaşıyorlar,herşey konuşuluyor ve seçime ittifak halinde girilip % 30 aşılması planlanıyor,nitekim kamuoyu araştırmaları da bu birlikteliği destekliyor.Fakat seçime günler kala bu plan bozuluyor.İnan Kıraç birbirinden habersiz olarak partilere gidip;
                      ” DYP’yi ;yaptırdıkları kamuoyu yoklamasına göre % 29 oy alarak tek başına iktidar olacağına , MHP’yi ise % 15 oranında oy alacağına ve baraj sorunu
                      olmayacağına ikna ediyor.Ortaklık bozuluyor tabii.Bu arada sermayenin istikrar ve itidalli bir ekonomik bir politika istememesinin gerekçesi olarak ta ‘gümrük birliği’
                      gösteriliyor.Sayın Tansu Çiller ateşli bir gümrük adaptasyonu taraftarı…Bugün de medyada tartışılanlara bir göz atarsak,yine aynı İnan Kıraç’ın CHP adaylarını belirlemede önemli bir etkisi olup olmadığı tartışılıyor. Ne diyelim bilmem,topal demokrasi mi,sahte demokrasi mi?

                      Saygılar.

                  • Ilhan Kemal Says:

                    Acracia Bey,

                    Yasam tempomdan dolayi yanitlarim gecikiyor ve konu blogdaki guncelligini yitiriyor belki ama yine de TRC konusundaki yanitiniza geri donmeden edemedim.

                    Toplumsal yaralari sarma amaciyla bu tur bir girisim kuskusuz anlamli olabilir, ama mumkun olur mu ben hala emin degilim. Bunu soyleme nedenim bu tur girisimlerin taraflarin ictenlikle yara sarma ve birarada baris icinde yasama talebi olmasi ve/veya kavganin taraflarinin ortada bir “stalemate” hali (ya da ‘pat olma’ hali mi demek lazim?) oldugunu kabullenmeleri halinde mumkun oldugunu dusunmem. “Stalemate” hali ozellikle onemli geliyor bana, cunku insanoglu maalesef “ben kazandim” noktasina geldiginde kaybedene pek de bir hareket alani birakmak istemiyor. Daha once Rodezya derken aklimda bu vardi. Bildiginiz gibi Rodezya’da Afrikali yerli nufus ve onun lider kadrosu kolonyalistlerle olan savasi “kazandilar” ve 1980’li yillarin basindan baslayarak (yeni Zimbabwe’de) ulkede yillardir yasayan beyazlari oyun disi biraktilar. O gune dek ekonomi, tarim, saglik sektoru vb alanlara hemen tumuyle hakim olan beyaz nufus ulkeyi terketmeye zorlandi ve de 80’lerin ilk yarisinda da cok ciddi sayida bir beyaz nufus ulkeyi terketti. Sonra da tarim, saglik, ekonomi feci sekilde coktu. Hala da altindan kalkabilmis degiller. G Afrika’da ise muhtemelen Rodezya’dan olan bitenleri yakindan izlemis olmanin da katkisiyla ve kuskusuz G Afrika’daki lider kadronun daha akli basinda insanlardan olusmasi nedeniyle gelismeler farkli oldu. Her iki G Afrikali tarafta bir arada yasamanin herseye ragmen kendileri icin daha anlamli oldugunu gorup bir tur stalemate durumu var diye baktilar hadiseye diye dusunuyorum. Ve sonraki gelismeler de, TRC dahil, ona gore sekillendi.

                    Turkiye’de ise hem Kurt meselesinde hem de siyasi itis-kakisda taraflar hala oyunu “biz kazanacagiz” diye oynuyorlar. O nedenle kimse yara sarma derdinde degil daha. Bir sure daha bu uslupla gidersek kimsenin kazanamayacagini birgun herkes gorecek saniyorum ve o zaman belki de sizin dediginiz turden girisimler mumkun olabilir.

                    Peki bugun ne yapalim? Bence yapilabilecek onemli seyler hala var. Bu blog kendisi ve yorumculari ile bunun guzel bir ornegi. Bu blog’da yapildigi gibi baska adli konularda da o konular hakkinda duyarli ve ilgili insanlar yurumekte olan davalari yakindan, sakin ve titiz bir uslupla izleyen bir tur “watchdog group”lar olusturabilirler. Tek tek olusan bu guruplar insan haklari kaygisi duyulan, hukukun islemedigi ya da “abuse” edildigi dusunulen her davada ve baslikta ayri ayri olus(turul)ur ve de bir semsiye organizasyon altinda birlestirilebilirse olaganustu etkili bir sivil toplum orgutlenmesi cikabilir ortaya diye dusunuyorum. Kimi insan icin Balyoz, kimi icin Ergenekon, kimi icin KCK, kimi icin Deniz Feneri, kimi icin gazetecilere, universite ogrencilerine, kurtlere, siyasi orgutlenmelere…vs acilan davalar cok onemli, bunlar yaninda acilmayan, ustu ortulen ya da yurumeyen davalar, izinsiz dinlemeler-kasetler, adalet sistemi icindeki ama iyi ama kotu niyetle yaratilmis sorunlara odaklanan baska insanlar var ve bu sekilde herkesin ilgi alani dahilinde faaliyet gosterdigi bir cok “watchdog” gurubu kurulabilir. Bu eksende olusacak buyuk semsiyenin altina ister istemez cok genis bir siyasi-sosyal yelpazeye dagilan davalar ve onlarla ilgili kisiler katilacagi icin, bu platform ayni zamanda Turkiye’nin cok ihtiyac duydugu farkli goruslerdeki insanlarin ayni buyuk cati altinda ortak ve tanimlanmasi cok kolay bir amac (herkes icin gercek anlamda adalet talebi) icin biraraya gelmesi ve diyalog kurmasina zemin saglamasi nedeniyle de carpici ve uretken bir ortam hazirlar. Hukukcularin ve ilgili sivil toplum orgutlerinin aktif katkisinin arandigi, siyasi partilerle, ulusal ve uluslararasi ilgili orgutlerle, media ile surekli temasta olan ve ilgilendikleri konulari surekli olarak ulusal/uluslararasi kamuoyu ile paylasan bu tur bir baski gurubunun Turkiye’nin gelecegi ile ilgili cok anlamli bir rol oynayabilecegini dusunuyorum.

                    Belki bu da ham bir hayal ama benim aklima da boyle bir girisim geliyor acikcasi. Bilmem ne dersiniz?

                    Yorum tarafından acracia — 25 Mayıs 2011 @ 08:59

                    _________________________________________________________________________________________
                    Bakin bir de gecmisin haksizliklarini giderme, adeletin yerini bulmasi vs… ifadeler bir retorik olarak cok sik duruyor da bunda da sakin ve akilli davranmak lazim. Toplumlar yasayan organizmlardir. Bazan skar dokusuna dokunmamak dah uygun bir cerrahi yaklasimdir. Illa da skar dokusunu excise edecegim derseniz karsiniza daha sevimsiz acik bir yarayla karsi karsiya kalabilirsiniz. Toplumsal meslelerde de cok fazla doldurusa gelmemek lazim. Gecen yil Ispanya Ic Savasi sirasinda olen bircok insanin gomuldugu toplu mezarlarin acilip yeniden cenazelerin gomulmesi gibi bir basligin orada epeyce tartisma yarattigini hatirliyorum. Bunu soyleme nedenim Turkiye’de birakin 12 Eylul’u giderek Cumhuriyet’in kendisi ve hatta Ittihat ve Terakki ile hesaplasma retorigidir gidiyor. Biraz sakinlesmemiz lazim diye dusunuyorum. Once durup bugun olan biteni bir anlayip halletsek de sonra sakin sakin gecmise bakariz belki.

                    ____________________________________________________________________________________________________

                    Gecenlerde NYTimes’da asagidaki yaziyi okurken fena halde Turkiye’deki Balyoz davasi ve benzeri mahkemeler cagristi ve en azindan yazinin birkac paragrafini burada paylasayim istedim.

                    Op-Ed Columnist
                    Russian Justice
                    By JOE NOCERA
                    Published: May 23, 2011

                    Chances are, the three-judge panel knew going in how it planned to rule. That’s the way it works in Russia when somebody crosses the country’s ruling plutocrats. They get sent to Siberia on phony charges.

                    In China, when the country’s rulers want to get rid of a troublesome dissident, they just lock him up. There is not a lot of pretense. But Russia wants the world to believe that it abides by the rule of law. “It has a Constitution, courts, judges and established procedures,” said Pavel Ivlev, one of Khodorkovsky’s lawyers.

                    But, Ivlev adds, “You also have the reality that everything is controlled by Putin and his friends.” So when someone starts making trouble for Russia’s premier, Vladimir Putin, and his corrupt cronies, things play out a little differently. An “investigation” is begun, which leads to a series of criminal charges, which, in turn, leads to a lengthy trial. The illusion of justice is created. But the ending never varies: The defendants wind up in prison for crimes they never committed.

                    The Moscow City Court, where Tuesday’s hearing is taking place, is Russia’s equivalent of the court of appeals. This hearing is no more real than anything else in this case. Not long after the original trial judge read his verdict, one of his aides said publicly that he had been under constant pressure from his superiors to find the two men guilty. And who were these superiors? The judges of the Moscow City Court — the very ones who are now sitting in judgment today.

                    Cevapla

                    • Ilhan Kemal Says:

                      NYTimes alintisi ve oncesindeki paragrafi size yanit olarak yazmamistim aslinda. Onlari blogda baska basliklarin altina koymakti niyetim ama bir sekilde beceremedim ve boyle hep birlikte size yanit gibi cikti. Kusura bakmayin.

  22. acracia Says:

    Tesekkurler Demokrat. Bulent Bey size de katiliyorum. Buna ayrica baslik aciyorum.

    Evet, mahkeme devamda, bunlar olumlu. Ancak bu dava da *ayni* Hrant Dink davasi gibi, Adem Yavuz Arslan’in kitabi uzerine Fmerakli’nin dedigi mecraya girdi. Bunu not edelim. Yani Arslan’a servis edilen belgeler uzerine Zirve katliami davasi bu sozu edilen noktada devam ediyor, ve evet bir asker personel ile ilgili bilgi var. Bu bir.

    http://www.yeryuzuhaber.com/zirve-katliamini-jandarma-mi-organize-etti-haberi-6837.html

    Ancak, bundan dolayi Hrant Dink, Rahip Santoro cinayetlerindeki saibe *aynen* burada da mevcut. Cunku hepsi ayni kaynaktan bir nevi besleniyor gorunuyor ve baska kurumlardaki sorunlara dikkat ceken hicbir sey dogru durust dikkate alinmiyor. Alinmadigi gibi, alinmak zorunda birakildigi vakit de sorusturma izni verilmiyor. Verilmesi icin mahkemeye yapilan basvurular red ediliyor. Bu iki.

    Ayrica butun bunlar, Hanefi Avci’nin kitabinin amaci ve zamanlamasi ne olmus olursa olsun (ki yukarida da belirttigim gibi bunlarin bir onemi temelde aslinda hic yok) icerigindeki iddialar cok ciddi ve Mehmet Baransu’nun israrla uzerine basa basa kosesine tasiyarak “bakin Avci ne kadar yanlisti” dedigi ve ancak tekrar geri donup tekrar okuyunca zekam(iz)a hakaret ettigini dusundugum o Hanefi Avci’ya ait “Zirve katliami, vs’nin sorusturulmasi cemaatin elinde, derhal gorevden alinmalilardir” onermesinin, sirf butun bu asiri gayretkesliklerinden oturu dikkat cekiciligi arttigi ve istihbaratin iyice temizellervari bir sorusturmayla arastirilmasi sarttir. Hrant Dink davasina bakmakta olan savci bugun Ergenekon’a atanmis savcidir. Eger gercekten cemaat suphesi yoksa bu sahis icin, bunu gostermenin en iyi yolu Ramazan Akyurek kapsaminda detayli bir temiz eller yurutmesi ve bunu seffaflikla kamuoyu onunde yapmasi mesela benim gonlumden gecen temennilerdir. Yoksa elbette kimsenin isine karismak haddim degildir. Bu uc.

    Bu davalara da Zirve, Santoro dahildir. Istihbaratin artik bu davalarda Sabri Uzun gibi cemaatin bayrak yapip hedefine girdigi belli olan isimler haricinde cok ciddi bir sekilde bu kapsamda da incelenmesi gerekmektedir. Ama boyle degil mesela:

    “Mahkeme, Ramazan Akyürek’in İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden alınmasına gerekçe gösterilen Hrant Dink cinayeti kapsamındaki iddialarla ilgili olarak mülkiye başmüfettişleri tarafından yapılan inceleme ve araştırma neticesinde Akyürek’e isnat edilebilecek herhangi bir olumsuzluğun ortaya konulamadığı belirtildi.

    Kararda, yine Akyürek hakkında suçların önlenmesinde memuriyet görevini gereği gibi yerine getirmediği iddiasıyla ilgili olarak Trabzon Valiliğinin 4483 sayılı kanun kapsamında soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararına yapılan itirazın Trabzon Bölge İdare Mahkemesince reddedilerek kesinleştiği kaydedildi.

    Mahkemenin kararında, ”Öte yandan, davalı idare tarafından davacının İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden alınmasını haklı gösterecek başkaca somut bir bilgi ve belge de ortaya konulamadığı anlaşıldığından dava konusu atama işleminde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır” denildi.

    Söz konusu nedenlerle İçişleri Bakanlığını’n dava konusu işleminin iptaline karar verildiği ifade edildi.

    İHBARLARI İLETMEDİ İDDİASI
    Ramazan Akyürek’in adı Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle birlikte gündeme gelmişti.

    Polis muhbiri Erhan Tuncel, Dink’in öldürüleceğini o dönemde Trabzon Emniyet Müdürlüğü görevi yapan Ramazan Akyürek’e bildirdiğini söylemişti.

    Akyürek’in Hrant Dink’in öldürüleceği konusunda yapılan 11 ihbardan 1’ini İstanbul’a illettiği ortaya çıkmıştı.”

    Bu dort.

    Ancak

    Boyle manidar zamanlarda servis edilen (acaba kim etti??) belgeler kadar nedense aninda ciddiye alinmasi beklenen (cikarilmasi birileri tarafindan istenen sonuca goturecegi icin olabilir mi sorusu son derece mesrudur) imzasiz ihbarlar saibelidir. Bunun bir baska ornegi de KCK’da mevcuttur. Insanlar kendilerini aklayamamaktadir. Bu da bes.

    Simdi soyleyeceklerim de komplo teorisi baglaminda degil ancak icten bir kaygiyla dusulmus bir serh olarak okunmalidir ki bu tur cinayetler, belki de aslinda infial yaratarak asil amaclarina ulasmislardir. Su anda bu davalar uzerinden neler dondugune bakilirsa, bu soruyu yazarken bile rahatsizim, ama Turkiye’nin 70lerdeki gecmisini yakindan bilenler bu serhi neden koydugumu aci aci ve ne yazik ki cok iyi anlayacaklardir. Failler bilinmedigi gibi, belki belli bir gizli ittifak olmus olma olasiligi da mevcuttur ve bilmek su asamada mumkun degildir. Bunlarin arastirilmasi icin artik istihbaratin tabiri caizse didik didik edilerek sorusturulmasi gerekmektedir. Bunu da kimse yanlis anlamasin: saibeler kalksin diye soyluyorum. Zira cidden emniyette cemaat yapilanmasi yoksa, soylenenler cidden olmamissa, istihbaratimiz tam da istendigi gibi tertemiz ise, bundan zaten gocunmak yerine tam tersine bunu en basta en kendilerinin isteyeceklerini dusunuyorum: bu saibeden kurtulmayi *hak yoluyla* kim istemez?

    Zira bu girdikleri asiri gayretkeslik Zaman ve surekasini oldugu kadar butun cemaati bu davalar kapsaminda, en azindan saibe altinda birakmaktadir. Ustune basa basa soyluyorum, bu yaptiklariyla kendilerine gonul vermis ve yurekten bagli onca masum insani zan altinda biraktiklarini herhalde hesab etmislerdir.

    Bunu da genel olarak soyluyorum, muhatabi herkestir:
    Daha iyi ve guzel bir gelecek herkesin istedigi sey, ben bunu cemaatin en azindan bir kesimi dahil bir cok kisinin istedigine eminim; ama bu gidilen yol, o yol degildir. Bu gidilen yol, herkesin birbirinden suphe duyacagi bir yoldur. Bundan hayir cikmaz. Bugun kontrol edildigi zannedilen dusunce yarin donup baska yerlerden vurur. Maksat bir arada yasamak, daha demokratik ve cogulcu degerlere sahip cikmak olmali cemaati de solcusu da yan yana durabilmelidir. Bu potansiyeli 2000’in ilk yarisinda yakalamislardi. Ancak ben su haliyle yazik oldugunu dusunuyorum, buna da sebep buyuk olcude Zaman’in girdigi yoldur.

    Ayrica daha iyi bir gelecege gidecek bir yol da birbirimizin basini dun sen ezdin bugun ben ezeyim mantigiyla ezmeye calismamaktir. Su unutulmamalidir ki bu mantigin, bir de yarini vardir. Ve bunun sonu yoktur.

    Ben bugun 28 Subat’tan bu kadar bahsedilmesinin bir sebebinin de onun hedef aldigi kesimlerin bugun daha guclu durumda olmalarina bagliyorum biraz. Zira kimse bana 28 Subat’in 12 Eylul’den daha kotu oldugu saviyla gelmesin; hem cok farklilar hem de sonuclari cok baska. Dunun isbirlikci, ittifakcilari sonranin hedefi haline geldilerse, belki bundan onlarin da cikarmalari gereken bir ders vardir.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Not:
      Zekam(iz)a hakaret oldugunu dusundugum Baransu’nun yazdiklaridir. Avci’nin degil. Avci’nin dediklerini susturmak icin elinden gelen yapildigi gorunen su ortamda, gerisini bilmek mumkun degildir. Eger yalansa, dava acsinlar Avci’ya, kamu oyu onunde naklen yayinlansin bir kanalda, butun belgeler ifsa edilsin. Herkes rahatlasin.

      Cevapla

    • acracia Says:

      Verdigim link cikmamis:

      http://www.ntvmsnbc.com/id/25211323/

      Cevapla

    • fmerakli Says:

      Acracia,

      Adem Yavuz Arslan’i savnumak gibi bir amacla yazmadigimi belirterek bir noktaya dikkat cekecegim. Ama oncesinde neden Arslan’i savunma konumunda olmadigimi/olamayacagimi izah edeyim ki o da yanlis anlasilmasin. Oncelikle Arslan cok tanidigim, bildigim bir gazeteci degil, daha da onemlisi henuz Arslan’in yazgigi kitabi edinip okuma firsati bulamadim. Okumadigim bir kitabin icerigi hakkinda da yorum yapmayi dogru bulmuyorum.

      Soyle bir ifaden var yorumunda:

      “Ancak bu dava da *ayni* Hrant Dink davasi gibi, Adem Yavuz Arslan’in kitabi uzerine Fmerakli’nin dedigi mecraya girdi. Bunu not edelim. Yani Arslan’a servis edilen belgeler uzerine Zirve katliami davasi bu sozu edilen noktada devam ediyor, ve evet bir asker personel ile ilgili bilgi var”

      Zirve katliami ile Ergenekon (Poyrazkoy) avasi Subat 2010 tarihinde birlesti. Zirve cinayetleri ile ilgili olarak emekli albayin ve muvazzaf askerlerin tutuklamasi ise yaklasik bir ay sonra 18 Mart gunu gerceklesti. Arslan’in kitabi ise Mayis’in son haftasi yayinlandi.(Tarihlerin hepsini kontrol ettim, suphe duyan tekrar kontrol edebilir)

      Yani sizin iddia ettiginiz gibi Arslan’in kitabi uzerine bu davanin da Dink davasi ile ayni mecraya girdigi gibi bir goruntu yok, soylediginiz anakronik bir duruma tekabul ediyor zira, kitap dava zaten o seyre girdikten sonra yayinlanmis, once degil. Bu nedenle kitabin yayinlanmasi uzerine davanin Dink davasi ile benzer bir seyre girdigi argumanini yukarida verdigim tarihler dogrulamiyor. Zirve katliaminda kimi Ergenekon saniklari dahil kimi ordu mensuplarinin gundeme gelmesi Arslan’in kitabindan cok daha eski bir mesele. Ornegin ta Subat 2010’da Zirve davasinda tanik sifati ile ifade veren ve 1997-2005 yillari arasinda JITEM’de gorev yaptigini soyleyen Erhan Ozen, Dink ve Zirve cinayetlerinin Veli Kucuk, Muzaffer Tekin ve Levent Ersoz’un planladigini ve bu uc ismin bir orduevinde yaptigi bir toplantida Malatya’daki misyoner faliyetlerine yonelik operasyon karari aldigini mahkemede ifade etti. Bu iddia dogrudur, degildir onu bilmiyorum; ama Zirve cinayetinde oklarin ordu mensuplarina yonelmesi ile Arslan’in kitabi arasinda Acracia’nin kurdugu iliskinin beni pek ikna etmedigini soylemek icin yukaridaki ornegi verdim.

      Bir de Dink davasi ile Zirve davasinin ayni seyirde yurumedigini bana dusundurten bir baska onemli husus var. Zirve davasi Ergenekon ile fiili irtibat nedeni ile iliskilendirilmis ve davalar birlesmisken; Dink davasinda Ergenekon ile birlestirme talebi sanik avukatlarinin taleplerine ragmen bugune degin reddedildi. Bu anlamda da iki davanin benzer sureclerde yurudugu argumanini biraz zayif buldugumu ifade etmeliyim. Mart ayinda Tuncel’in avukati Ergenekon ile iliskinin arastirilmasini talep etmisti, ancak bu talep mahkeme heyetince reddedilmisti. Ancak bir ay sonraki durusmada esas hakkinda gorusu istenen savci Usta’nin talebi ile Dink davasi ile Ergenekon/Poyrazkoy saniklari arasinda bir iliski olup olmadiginin arastirilmasi karara baglandi, ancak bildigim kadari ile henuz bir baska gelisme yok. Yakin donemde Dink davasinda yasanan bir baska onemli gelisme ise Valilik’te Dink’i uyaran (tehdit eden mi demek lazim?) iki MIT mensubu hakkinda sorusturma izni verilmesi oldu ki hakkinda sorusturma izni verilen MIT mensuplarindan birisi, ne tesadufdir ki Ergenekon davasi tutuksuz saniklarindan birisi cikti: Ozel Yilmaz (MIT Marmara Bolge Mudur Yardimcisi). Ki bu MIT’cilere sorusturma izni daha once bu konudaki talebi reddeden Basbakan Erdogan tarafindan verildi.

      Ben senin endiselerini anliyor ve hak veriyorum, Emniyet icerisinde ihmali ve/veya dahli olanlarin da sorusturulmasi gerekiyor, ama senin yazdiklarindan sanki hic boyle bir surec yurumuyormus gibi bir oruu cikiyor ki o da pek gercegi yansitmiyor. Hakli oldugun nokta sorusturmanin derinlestirilmesinin gecikmesidir, ama su an aralarinda emniyet ve MIT mensuplarinin da bulundugu yaklasik 30 kisi icin sorusturma acilmis durumda ki bunu da kamuoyuna Dink ailesinin avukati Fethiye Cetin acikladi (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&CategoryID=77&ArticleID=1039260).

      2011/192 numarali dosya kapsamminda haklarinda sorusturma acilan kamu gorevlilerinin listesi ise soyle:

      Muammer Güler (İstanbul Valisi)
      Ergun Güngör (İstanbul Vali Yardımcısı)
      Celalettin Cerrah (İstanbul Emniyet Müdürü)
      Ahmet İlhan Güler (İstanbul İstihbarat Şube Müdürü)
      Bülent Köksal (İstanbul İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı)
      İbrahim Pala (İstanbul İstihbarat Şubesi Büro Amiri)
      İbrahim Şevki Eldivan (İstanbul İstihbarat Şubesi Kısım Amiri)
      Volkan Altunbulak (İstanbul İstihbarat Şubesi Masa Amiri)
      Bahadır Tekin (İstanbul Polis Memuru)
      Özcan Özkan (İstanbul Polis Memuru)
      Ramazan Akyürek (Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı)
      Reşat Altay (Trabzon Emniyet Müdürü)
      Engin Dinç (Trabzon İstihbarat Şube Müdürü-olaydan önce-)
      Faruk Sarı (Trabzon İstihbarat Şube Müdürü)
      Ercan Demir (Trabzon İstihbarat Şube Emniyet Amiri)
      Özkan Mumcu (Trabzon İstihbarat Şube Komiser Yardımcısı)
      Muhittin Zenit (Trabzon İstihbarat Şube Polis Memuru)
      Mehmet Ayahan (Trabzon İstihbarat Şube Polis Memuru)
      Hüseyin Yılmaz (Trabzon Jandarma Astsubay Başçavuş)
      Metin Yıldız (Bursa İl Jandarma Alay Komutanlığında görevli Jandarma Yüzbaşı)
      Ali Oğuz Çağlar (Trabzon Jandarma Asayiş Şube Müdürü Binbaşı)
      Ali Öz (Trabzon İl Jandarma Alay Komutanı)
      Hüsamettin Polat (Trabzon Jandarma Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Yüzbaşı)
      Gazi Günay (Trabzon Jandarma Başçavuş)
      Gökhan Aslan (Trabzon Jandarma Başçavuş)
      Hacı Ömer Ünalır (Trabzon Jandarma uzman Çavuş)
      Uğur Erdoğan (Trabzon Uzman Kıdemli Başçavuş)
      Önder Aras (Trabzon Uzman Çavuş)

      Bir de bir noktanin altini cizmek lazim, Akyurek hakkinda verilen goreve idare karari Idare Mahkemesi tarafindan verildi ve Akyurek’in hakkinda acilmis olan ve gorevi ihmal karari verilen idari sorusturma dosyasi ile ilgili bir karardi. Yukarida dosya numarasini verdigim sorusturma dosyasinda ismi olanlardan birisi yine Ramazan Akyurek ve bu dosya bir idari sorusturma dosyasi degil, aksine bir adli sorusturma dosyasidir. O yuzden, en azindan benim acimdan, genelde emniyet mensuplari, ozelde de Ramazan Akyurek’le ilgili olarak Acracia’nin iddia ettigi gibi bir saibe olduguna inandiracak olan gelisme, bu adli sorusturma dosyasinin ustunun ortulmesi olur. Ben bu olasiligi disliyor degilim, ama su ana degin boyle bir izlenim edinmedim; Fethiye hanim’la da en son bir kac ay once gorustum; onun da bu sorusturmayi cok onemsedigini biliyorum. Yakinda Istanbul’a gidecegim, kendisiyle tekrar gorusme imkani bulursam sorusturmanin ne asamada oldugunu ogrenir sizlerle de paylasirim.

      Cevapla

      • acracia Says:

        Fmerakli,

        madem kendisini taniyorsunuz, ve belli ki siz de bu davalari onemsiyorsunuz, neden Fethiye Cetin’e email yazip bilgilendirme babinda bu sayfanin linkini vermiyorsunuz?

        Hatta yapacak olan baskalari varsa neden yapmiyor, lutfen yapin. Zira uzerinde dusunulmesi gereken sorular. Burada ortaya konan sorulari oldugu gibi kendisi okuyup kendisi arastirmalidir kanaatindeyim. Baskasindan duyarak degil. Eger sizde emaili yoksa, belli ki o camianin icindesiniz, emailini istetiverin, buranin linkini verin, okusun. Cevabini da kabul ederse kendisi, bizimle paylasirsiniz. Biz de size tesekkur ederiz.

        Cevapla

        • acracia Says:

          Ekleyeyim: daha seffaf olur.

          Cevapla

        • fmerakli Says:

          Acracia,

          Fethiye Cetin ile farkli vesilelerle cesitli toplantilarda biraraya geldik, Istanbul’a gittigimde kendisini ziyaret etmeye calisacagim, ama Fethiye hanimin email adresi bende yok. Bir de sizin deyiminizle ‘camia’ okuyucu yorumlarindan cok emin degilim ama bu blota Dogan ve Rodrik’in neler yazdigini ekseriyetle takip ediyor, Dogan ve Rodrik analizini bir blog girisi olarak yayinladiklari icin pek cok kisi tarafindan analiziniz okunmustur. Kimbilir belki Fethiye Hanim bile okumustur. Ama ben herseye ragmen Istanbul’da guvendigim bir arkadasima linki yollayip, Fethiye Hanim’a ulastirmasini rica edecegim. Eger geri donerse, cevabi burada yayinlarim.

          Cevapla

          • acracia Says:

            Bunun icin cok tesekkur ederim. Bunu onemsiyorum. Kendisi bu kadar isinin arasinda bunu okumak zorunda degil elbette, ama bu davalar o kadar onemli ki ve o kadar cok soru isareti var ki, icten bilen birisinin yorumu baska olur. Ben isin emniyet ve istihbarat kisminin doyurucu bir sekilde arastirilabilip arastirilamadigini merak ediyordum. Benim yaptigim medya analizi idi sonucta; hukuki sureci onlar elbette daha iyi bilir.

            Ve ben bir seyi birisinin kendi gozuyle okuyup karar vermesinin, duyarak vermesinden ve aktarmasindan daha saglikli oldugunu dusunuyorum. Kimseye zahmet vermek istemem ama onemli bir nokta bu. Bu sebeple de zahmet verdigim icin ozur dilerim, ehemmiyetine inanmasam vurgulamazdim.

            Bu vesileyle bir seyi de duzelteyim (hizli yazinca bazen aciklamadigim icin gecince boyle yanlis anlama olmasin): buradaki tartismayi sivil-asker duzlemine geri cekecek yazilar konmasinin *neden* oldugunu onemsemedigimi ama bu konulara berraklikla bakabilmenin onemi adina burada mumkun oldugunca bu konuda kalmayi onemsedigimi dile getirmeye calismistim yukarida. Biraz karisiklik olmus. Netlestireyim.

            Cevapla

  23. Solmaz Türk Says:

    Herkese Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin son savunmasını okumasını öneriyorum.İddianamedeki tutarsızlıkları görünce hukukun nasıl guguk haline getirilmiş olduğunu ve gencecik bir insanın hayatının üç senesinin çalınmasını ibretle göreceksiniz.

    Cevapla

  24. acracia Says:

    Zirve hakkinda Fmerakli benim girdimin altina ekler yapmis. Sagolsun.

    Ben de kendim soyle hatirlatma babinda birkac yorumda bulunayim:

    1) Zirveyi de kapsayan kitabin iceriginden bagimsiz tartisilmasi gereken konu var, bu da baglam hakkinda: bu belgeler otantik *dahi* olsa neden bu kadar zaman sonra *simdi* servis edildigi gibi son derece mesru bir soruyu yanitlamiyor. Bi Ermeni var Mayis ayinin son haftasinda yayimlanmis diyorsunuz. Yani Nedim Sener’in Istihbarat Yalanlari diye yazdigi ve 17 yil demistim ama meger 28 yildan yargilandigi kitabindan hemen sonra.

    http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/115010-gazeteci-nedim-senerin-28-yil-hapsi-isteniyor

    Nitekim Nedim Sener’le kendisinin tartismalari (Eylul ayinda saniyorum) programlarda cikmis. Bu durumda kronolojik olarak Hanefi Avci sonra yazmis gorunuyor. Avci’nin aslinda bu kitaptan sonra Dink ve Zirve sorusturmalari cemaatin elindedir argumani aslinda kronolojik olarak bakildiginda daha mantikli bir siralamaya oturmus durumda. Gercekligini bilemem.

    Fmerakli: Bir de bu kitabin cikis tarihiyle ilgili bilginin kaynagini bizimle paylasir miydiniz? Bunu arsivlemek adina soyluyorum, derli toplu burada dursun diye, bakmak isteyen icin referanslari olan iyi bir sahife olsun diye. (Blog yazarlarindan ozur diliyorum bu arada, sonucta bu blog kendilerinin, ben de bu sahifeye iyice yerlestim tabir-i caizse, ama bu konu cok onemli bence)

    Ilginc olan diger noktalar:

    2) Bu sebeplerle, ayni kitap icindeki belgelerin, otantik dahi olsa Zirve’yi de neden kapsadigi ayri bir muamma olusturuyor. Yani soyle: eger otantiklerse, cok onemli ve servis edilsinler, buna diyecek soz yok.

    Ancak kitap tam da Ocak ve Subat’ta on plana cikariliyor Zaman ve Surekasi tarafindan (Mayis’ta ciktigi haberinden yola cikarsak) yani tam da cemaatin uzerinde soru isaretleri ucusurken, bu davalara onlarin baktiklari iddiasi surerken, istihbarati geri planda birakacak ve askeri on plana cikararak belki de resmin bir kismini tamamlayacak, ancak *eksik* bir tabloya bakmamiza istinaden yine de bu davalarin arkasindakilerin tam aydinlanamadigi gercegi degismeyecek.

    Bu sebeple de neden simdi, neden bu cemaati etkileyen davalar baglaminda bu belgeler bir arada servis ediliyor sorulari mevcut.

    Bakin bunlar hep, kitabin icerigiyle dogrudan belgesel duzeyde tartisilmayan ancak genel olarak ortaya konmasi gereken sorular. Ki ben mesela bu belgeler otantik degildir savindan hareketle yazmiyorum bunlari. Bu yuzden gelip otantiktir diye arguman yapmasin kimse; konu o degil.

    Ben bu sorular onemli diyorum.

    3) Bu davalarin birlestirilmesi alakali olduklarini da gosterebilir (Kafes acisindan soyluyorum), sahtecilerin ayni kisiler oldugunu da isaret edebilir. Sonucta bunlarin ikisi ayni da olabilir. Olmaya da bilir.

    Ancak eger

    – Arslan’a servis edilen dosyalar hem Dink hem Zirve’yi ilgilendiriyorsa, demek ki bunlar alakali diye mi dusunmemiz gerekiyor? (bakin bunlar hep belgelerin otantik oldugu varsayimindan hareketle cikan sorular),

    eger oyleyse, o zaman:

    – Dink davasinda da Zirve’de de saibeli olan gruplar arasinda o zaman sirf jandarma degil, cemaat ve
    istihbarat da oluyor, cunku cemaat alenen istihbarati kolluyor goruntusu veriyor; nitekim davalari arastiranlarin cemaatci oldugu iddiasinda bulundu Avci (hedefine oturttugu Sabri Uzun haric ki zaten o yalan Zaman haberinden sonra bekliyorum Sabri Uzun da Hrant Dink olayiyla ilgili tutuklanabilir, eger olursa, saibeyi iyice arttirmis olurlar kanimca zira kendileri hakkinda konusan herkesin basina nedense bir seyler geliyor; iddialarin icerikleri *seffaflik ve kararlilikla* arastirilmiyor)

    Bu durumda soru daha da buyur.

    Bakin sayenizde sormamis oldugum bir soru geldi aklima bu baglamda Fmerakli: Istihbarat da cemaat de saibe altindadir, bu sebeplerle. Asker masumdur da demiyorum zaten. Ama bu tabloya bakinca cikan budur.

    Ama tabii Hanefi Avci’ya oldugu gibi Sabri Uzun ve cemaat aleyhtari bir takim isimleri gunah kecisi yapma goruntusuyle degil, adamakilli seffaf bir arastirmayla ortaya cikmalidir. Insanlarin zekasina hakaret edervari tribunlere oynayan word dosyalariyla degil.

    4) Bu kitabin dayandigi ve sirf icindeki belgelerin servis edildigi zamanlama acisindan da *sorular uyandiran* baglam (yani hem icerik hem de belgelerin eksik servis edilisi ve zamanlama –bunca yil sonra neden simdi–saibesini konusmak onemli, bu yukarida da dedigim gibi butun davalar icin gecerli)
    haricinde dilerseniz bakalim, bu kitap yayimlandiktan sonra Zirve hakkinda neler olmus:

    a) Kitap TİMAŞ yayinlarindan ciktiktan sonra, eger Mayis’ta ciktiysa neden israrla Ocak-Subat ayinda ozellikle uzerinde durulmaya baslandi? Bu kitaba ek olarak Aralik 2010’da konustugu one surulen bir de gizli tanik Zirve Yayinevi Katliami’ni jandarmanin organize ettigini soylemis (bu konuya asagida c’de donecegim) — 18 Ocak 2011.

    http://www.internethaber.com/zirve-yayinevi-katliaminda-sok-iddia-322031h.htm

    b) Kitapta da yer alan, Ali Oz ile Veli Kucuk’un ayni karede yer aldigi bir fotograf yayimladi Samanyolu. — 17 Ocak 2011. Iyi de bu yeni haber degildi ki o zaman, eger Mayis’ta yayimlandiysa kitap?

    (Zaten Hrant Dink’in gercekten de Veli Kucuk’ten cekindigini ve rahatsiz oldugunu biliyoruz)

    http://www.samanyoluhaber.com/h_494469_-veli-kucuk-ile-albay-ali-ozun-birlikte-fotografi-ortaya-cikti.html

    Ancak her ne kadar Veli Kucuk’ten hoslanmasam da bu illa birbirlerini taniyan sahislar beraber boyle bir ise kalkismislar midir, bu sonuca atlamak ne kadar dogrudur bilemiyoruz. Bunun icin daha somut seyler gerekir diye dusunurken, asagidakine rastladim:

    c) 18 Ocak’ta Zaman’dan alindigi belirtilen bir haber cikti, ancak ben bunu Zaman’in web sitesinde bulamadim. Ya ben kotu bir google’cuyum, ki dikkatli bir okuyucu oldugum soylenebilir ama bu yastan sonra cok da iyi bir bilgisayarci olmayi umdugum soylenemez, ya da bu yazi yok oldu. Ama bazen hizli bakip gozden kacirabiliyorum, yaniliyorsam lutfen duzeltin–haberin tamami asagida [1].

    Bu habere gore Aralik 2010’da, Hanefi Avci’nin kitabi ciktiktan yaklasik 3-4 ay icerisinde, yillardir sessiz kalan bir gizli tanik tam da bu belgelerin servis edildigi donemin ardindan konusmaya karar veriyor. Icerigi onemlidir, ve kesinlikle arastirilmadir.

    Ayni haberde cikan Veli Kucuk’le ilgili arastirma yapildigi olumlu haberleri yine golgelenecek, zira neden Ramazan Akyurek ve istihbaratin ayni kararlilikla arastirilmadigi gercegi, bu belge ve tanikliklar otantik ciktigi takdirde dahi eksik bir resme isaret edecektir.
    O zaman da soru su olur:
    Bu eksik resmin, eksik kalmasi icin bu kadar caba niye?

    d) Askeri casusluk belgeleri Golcuk’ten cikti haberiyle Zirve hakkinda bilgilerin burada bulundugu haberi yapildi. 26 Mart 2011.

    http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1113164

    e) Zaman’da cikan habere gore, Zirve Katliami davasinda, Poyrazkoy’le baglantinin arastirilmasi sitemi Nisan 2011’in sonunda oldu.[2]

    f) Bu baglamda, Zekeriya Beyaz’a Ergenekon kapsaminda misyonerler hakkinda yaptigi faaliyetler baglantisi arastirilmasi gerekcesiyle bir arama karariyla evinde arama yapildi. O sirada kizi bu konuda hicbir belge alinmadigini, Beyaz da Gulen hakkinda kitap yazdigini ifade etti.

    “KIZI: KARAR ERGENEKON OPERASYONU KAPSAMINDA

    Ergenekon’da Zirve Yayınevi soruşturması kapsamında Esenler’deki evinden arama yapılan İlahiyat Profesörü Zekeriya Beyaz’ın kızı Gökçen Beyaz yapılan aramaya ilişkin konuştu. Beyaz’ın kızı Gökçen Beyaz, “Sabah erken saatlerinde bir arama kararıyla birlikte geldi polis arkadaşlar.Kararda Ergenekon operasyonu kapsamında, Doğu Perinçek ve Hurşit Tolon’un misyonerlikle ilgili, kışkırtıcı söylemlerde bulundukları ve babamın da bunun içinde olduğuna dair arama kararı vardı. Evden misyonerlikle ilgili hiçbir belge alınmadı. Evden sadece Sad- i Nursi ve Nurculukla ilgili çıkacak olan bir kitap vardı. Polis arkadaşlar sadece onunla ilgili bilgileri incelediler ve belgeleri aldılar. ” dedi. Gökçen Beyaz, babasının Nurculukla ilgili bir kitap hazırlığında olduğunu kaydederek, “Kararda yazan misyonerlik faaliyetleriyle ilgiliydi. Fakat o belgelerin hiçbirine dokunmadılar. Sadece Said- i Nursi’yle ilgili olan dokümanlar çok dikkatli bir şekilde incelendi. Onların hepsi teker teker alındı ” diye konuştu.

    Beyaz da soyle dedi:

    “BEYAZ: GÜLEN HAKKINDAK KİTAP YAZIYORDUM

    Polisin arama yaptığı noktalar arasında ilahiyatçı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın evi de vardı. Sky Türk televizyon kanalına bağlanan Zekeriya Beyaz, sabah saatlerinde polisin evine geldiğini söyledi. Polislerin, daha önce yaptığı misyonerlik karşıtı konuşma ve konferanslar hakkunda sorular sorduğunu söyleyen Beyaz, aramanın halen devam ettiğini söyledi. Fethullah Gülen ve Said-i Nursi’nin politik etkileri ve Türkiye’ye zararları hakkında bir kitap yazdığını belirten Beyaz, ‘Şimdi bu kitabın belge ve dökümanlarını topluyorlar’ dedi.”

    http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalDetayV3&Date=30.3.2011&ArticleID=1044584&CategoryID=77

    http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1114907

    Ramazan Akyurek konusuna gelince, onunla ilgili durum cok tuhaf gorunuyor, Fmerakli acisindan hersey net ve bir saibe olmayabilir. Asagida ayrica not girecegim.

    Cevapla

    • acracia Says:

      ****************************

      [1] Zirve katliamı’nı jandarma mı organize etti?

      Gazeteci Adem Yavuz Arslan’ın TİMAŞ Yayınları’ndan bugün piyasaya çıkan ‘Bi’ Ermeni Var-Hrant Dink Operasyonunun Şifreleri’ isimli kitabında Dink davasının seyrini değiştirecek bir fotoğraf ve bilgiler yayımlandı.

      Dink cinayetinin dördüncü yılında ortaya çıkan fotoğrafta, Dink’i tehdit eden Ergenekon sanığı Veli Küçük ile cinayet istihbaratını aldığı halde ‘sümenaltı’ ettiği öne sürülen dönemin Trabzon Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Öz birlikte görünüyor.

      Adem Yavuz Arslan’ın çalışması, yayınevi cinayetleri ile ilgili de çok çarpıcı bir gerçeği ortaya çıkardı. Geçtiğimiz yılın son günlerinde savcılara ifade veren bir gizli tanık, katliamı bizzat jandarmanın organize ettiğini söyledi. Olayların tam göbeğinde yer alan bir isim 24 Aralık 2010’da savcılara verdiği ifadede 2005, 2006 ve 2007’de yapılan ‘derin’ operasyonlar hakkında verdiği bilgilerle fotoğrafın berraklaşmasını sağladı. TSK’da istihbarat personeli olarak görev yaptığını söyleyen tanık, Ergenekon sanığı Hurşit Tolon’un ekibinde de çalıştı. Ayrıca misyonerlik faaliyetleri konusunda Levent Ersöz’den doğrudan talimat aldı. Verilen emirle Malatya Jandarma Alay Komutanı Mehmet Ülger, Malatya’da öğretim üyesi Ruhi Abat, İstihbarat Binbaşı Haydar Yeşil’in başında bulunduğu ve askeri istihbarat personelinin yer aldığı ekiple Zirve Yayınevi çalışanları hakkında da bilgi topladılar. Daha sonra ekibin katliamı gerçekleştiren kişilerle de irtibatlı olduğunu öğrendi. Ekiple yaptığı üçüncü toplantı esnasında Ülger’e Malatya’da planladıkları sansasyonel eylemin ne olduğunu sordu. Ülger, gelen emir doğrultusunda misyonerlere gözdağı vermek için Necati Aydın, Thilman Geske ve Uğur Yüksel’e yönelik bir korkutma yapacaklarını, hazırlanan projeyle üst makamları brife edeceğini söylüyor. Ruhi Abat ise Emre Günaydın’ın eylemi gerçekleştirecek kapasiteye ulaştığını belirtiyor. Kitaptaki ifadelere göre gizli tanık, 2007 yılı Mart ayı içerisinde Ülger, Kayseri Jandarma Bölge Komutanlığı’nda ve Ankara’da misyonerlik konusunda brifing verdiğini anlatıyor. Bu brifinglerden yaklaşık 1,5 ay sonra Zirve Yayınevi cinayetinin gerçekleştiğini belirtiyor. Eylemin gerçekleştiği günün akşamı ise Ruhi Abat, gizli tanığı arayarak planlanan eylemin meydana geldiğini söyleyip, “Şerefsizlere vur dedik, öldürmüşler.” diyor.

      ALİ ÖZ’LE VELİ KÜÇÜK AYNI KAREDE

      Kitapta ilginç bir de fotoğrafa yer veriliyor. Jandarma arşivinden çıkan bir fotoğraf, Ergenekon sanığı Veli Küçük’ün Trabzon Jandarma Alay Komutanlığı’nı ziyaret ettiğinde çekilmiş. Dönemin Jandarma Alay Komutanı Ali Öz’ün Küçük’e özel önem verdiği, karşısında esas duruşta beklediği ve alayın anı defterini imzalattığı görülüyor. Trabzon İl Jandarma Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Yüzbaşı Hüsamettin Polat, Dink davasında verdiği ifade­de görevli personeller Okan Şimşek ve Veysel Şahin’in Dink suikastıyla ilgili istihbaratı aldıklarını ama üst yönetimin gereğini yapmadığını söylüyordu. Polat, Albay Öz’ün, Okan Şimşek ve Veysel Şahin’in Coşkun İğci’den istihbarat aldıklarının anlaşılmaması için eski evrakların imha edilmesi talimatı verdiğini anlattı. Ali Öz’ün adı daha önce Ulucanlar Cezaevi katliamı ve Ahmet Taner Kışlalı suikastında da geçmişti. Trabzon Jandarması’nın yakından tanıdığı Aslan Aslan isimli şahıs ise ifadesinde, o döneme ilişkin ilginç bilgiler verdi. Aslan’ın kitapta yer alan anlatımlarına göre Ali Öz ile Veli Küçük, yakın görüşüyorlardı. Aslan’a göre Küçük, Dink suikastı tutuklusu Erhan Tuncel’i de gıyaben tanıyordu. Aslan ayrıca cinayet öncesi ile ilgili çarpıcı bir bilgi daha verdi. Öz’ün Dink’e ait bir konuşma CD’si hazırlattığını ve bunu Erhan Tuncel ve arkadaşlarına izlettiğini söyledi.

      ZAMAN

      http://www.yeryuzuhaber.com/zirve-katliamini-jandarma-mi-organize-etti-haberi-6837.html

      [2]

      Zirve katliamı davasında Poyrazköy dosyası istendi
      30.04.2011

      Zirve Yayınevi’nde 1’i Alman uyruklu 3 kişinin öldürülmesiyle ilgili davada mahkeme, olayın Kafes Operasyonu Eylem Planı’yla ilgili fiilî bağlantısı olup olmadığının değerlendirilmesi için Poyrazköy davasının dosyasını istedi.

      Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde biri Alman uyruklu 3 kişinin öldürülmesiyle ilgili davanın 33. duruşması Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya, tutuklu sanıklar Emre Günaydın, Cuma Özdemir, Abuzer Yıldırım, Hamit Çeker, Salih Gürler, Varol Bülent Aral, sanık yakınları, öldürülen Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske’nin eşi Susanne Geske, diğer maktullerin yakınları, Almanya’daki bazı derneklerin üyeleri ve yabancı basın mensupları katıldı. Cumhuriyet savcısının taleplerinin ardından mahkeme heyeti ara kararı açıkladı. Buna göre, gizlilik kararı bulunmuyorsa, Zirve Yayınevi cinayetleri ile Kafes Eylem Planı arasında fiilî bağlantı olup olmadığının değerlendirilmesi için İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Poyrazköy davası dosyasının onaylı suretinin istenmesine karar verdi. Birleştirme hususunun Poyrazköy davası kapsamında Zirve Yayınevi ile ilgili yapılan tutuklamalarla ilgili soruşturmanın sonucuna göre incelenmesi kararlaştırıldı. 31. duruşmada mahkemede dinlenen tanık Erhan Özen’in ek beyanda bulunma talebi çerçevesinde tekrar duruşmaya getirilmesine karar verildi. Duruşma 24 Haziran’a ertelendi. EŞREF AKGÜN MALATYA

      http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1128013

      Cevapla

      • fmerakli Says:

        Acracia,

        Oncelikle bir onceki yazida yaptigim bir hatayi duzelterek baslayayim. Senin yukarida yeryuzuhaberi sitesinden aktardigin yazinin aynisini bir baska internet haber portalinda gordum ve o sitede yayinlanma tarihi 18 Mayis idi, benim ilk yorumda verdigim tarihteki hata buradan kaynaklandi. Ozur diliyor ve duzeltiyorum, Aslan’in kitabinin yayinlandigi tarih 18 Ocak, verdigim linkin en sonunda bu bilgi yer aliyor (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1036967&Date=10.05.2011&CategoryID=77)

        Bu anlamda Zirve davasinin biri emekli albay besi muvazzaf subaylarin tutuklamasi kitap yayinlandiktan sonra gerceklesmis; bu anlamda da bir onceki yorumumu duzeltiyor, tekrar ozur diliyorum.

        Gerci bir onceki yorumda Zirve ile ilgili olarak oklarin kimisi halihazirda Ergenekon sanigi ordu icinde kimi isimlere yonelmesinin Arslan’in kitabinin yayinlanmasindan cok once basladigini 2010 tarihli bir ornekle aciklamistim, kitabin yayinlanma tarihi ile ilgili degisiklik o yondeki goruslerimde bir degisiklik yapmadi.

        Bir de kitabin yayinlanma tarihini arastirirken ilginc bir yaziya denk geldim, yazi Adem Yavuz Arslan’a ait. Siz Arslan’in kitabina bir operasyonun parcasi olarak bakma egilimindesiniz ve bunu bir takim gerekcelere dayandiriyorsunuz. Yazidan anlasildigi kadari ile Fethiye Cetin ve Dink ailesinin kitaba iliskin tavri hayli farkli, zira ailenin avukatlari kitaptaki iddialari bir dilekce ile mahkemeye tasimislar, Orhan Dink de aile adina tesekkurlerini Arslan’a iletmis, yaziyi aktarayim, devam edecegim asagida…

        ————————–

        BU ULKEDE KITAP YAZILMAZ
        Adem Yavuz Arslan, 11 Mart 2011, Bugun

        Aslında Şamil Tayyar’dan örnek alıp daha yolun başındayken vazgeçmem gerekirdi ama gazetecilik virüsü işte, yapıştı mı bırakmıyor.

        Ergenekon’u anlama ve anlatma konusunda Tayyar’ın kitapları çok önemli. Fakat Tayyar ödül yerine ceza aldı. 50 ay kesinleşmiş hapis cezası var. Tazminat cezaları da cabası.

        Suçu, tasarlayarak kitap yazmak!..

        Maalesef meslek örgütlerinin büyük bir kısmı Tayyar’a destek olmak yerine ‘oh olsun’ modunda. Çünkü Tayyar’ın yazdıkları hoşlarına gitmedi.

        Şimdi bu tecrübeyi bizzat yaşıyorum.

        Hrant Dink Cinayeti konusunda uzun süredir yaptığım çalışmaları ‘Bi Ermeni Var’ adıyla kitaba çevirdim. Kitabı yazarken boyun fıtığım azdı, geceler boyu yüzlerce sayfa raporun arasında kayboldum.

        Kitapta bugüne kadar ortaya çıkmayan bir sürü yeni bilgi ve belgeye ulaştım. Yani soruşturmayı yürütenlerin yapması gerekenleri yaptım. Hatta davanın seyrini değiştirecek ayrıntılara ulaştım.

        Nitekim Dink ailesinin avukatları kitaptaki bulguları dilekçeyle mahkemeye taşıdı. Bu arada Orhan Dink ‘aile adına’ teşekkür etti. Kitabı çok önemli bulduklarını anlattı.

        Peki ne oldu?

        Beyaz bir bere içinde 4 kaleşnikof mermisi geldi. Telefon tehditleri yağdı. Dediler ki ‘seni ve aileni Dink gibi öldürürüz.’

        Medyanın büyük bir kısmı olayı görmedi bile. Meslek örgütlerinin çoğunluğu hadiseye Fransız kalmayı tercih etti.

        Emniyet ve savcılık tehdit edenler hakkında ipucu bulamadı bile. Tehdidin ne kadar ciddi olduğunu anlattılar ve ‘kendine dikkat et’ demeyi de ihmal etmediler.

        Bir gazeteci olarak kendime nasıl dikkat edecektim acaba?

        Sonra dava yağmuru başladı. Kitap piyasaya çıkalı bir ayı geçti. Şu ana kadar tam 11 ayrı suç duyurusu, iki toplatma talebi ve bir tazminat davası geldi.

        Haftanın iki günü mutlaka adliyede savunma yazmakla meşgulüm. Neyse ki savcı kibar birisi, çay da ısmarlıyor.

        Görünen o ki kitaba daha çok dava gelecek. Çünkü iddianamede, istihbarat raporunda ya da telefon kayıtlarında ismi geçen herkes sanki bir yerlerden düğmeye basılmış gibi adliyeye koşuyor.

        Yani, Dink’i öldüren Ogün Samast çocuk mahkemesinde yargılanacak, infaz yasasından yararlanıp seneye belki de tahliye olacak ama ben cinayetin perde arkasını yazdığım için onlarca yıl hapis cezası ile karşı karşıya kalacağım.

        İstenen tazminat cezaları da cabası.

        Nedim Şener hakkında açılan bir dava için onu ‘Uluslararası basın özgürlüğü kahramanı’ yapanlar benim kitabıma sağır, davalara da duyarsız kaldılar.

        Neden?

        Çünkü kitap hoşlarına gitmeyen gerçekleri ortaya koydu. Kurdukları sanal kuleleri de yıktı. Bu yüzden tehdit edilmemi, davalarla boğuşmamı ‘hak edilmiş’ bir durum olarak görüyorlar.

        Yani, bu ülkede kitap yazmak zor iş…

        ——————————

        Evet, bu yazidan anlasiliyor ki Dink ailesi kitabi bir operasyon olarak gormemis, bu tabii kitabin bir operasyonun parcasi olamayacagi anlamina gelmiyor, sadece bir tespit yapiyorum. Arslan’in basin ozgurlugu susturuluyor diye tepki gosterenlerin kendisine acilan davalara duyarsiz kalmalari yonundeki hakli sikayeti de ilginc tabii, ama “ne bekliyordun ki?” diye de sormak lazim…

        Asagida kisa notlar almissiniz, onlarla ilgili de bir kac sey soyleyeyim. Oncelikle Akyurek ile ilgili durumda benim acimdan bir tuhaflik yok. Akyurek’in gorevden alinmasinda gec kalinmistir, ama Akyurek’in gorevden alinmasi sureci hatirlarsak, oncelikle Basbakanlik Teftis Kurulu mufettisleri ihmali oldugu one surulen kimi kamu gorevlileri ile ilgili bir rapor hazirladi ve bu raporda Akyurek cinayet surecinde istihbarat zaafiyeti, bilgileri paylasmama ve onlem almamakla sorumlu tutuldu. Bu rapora binaen Icisleri Bakanligi tarafindan acilan idari sorusturmanin selahiyeti acisindan Akyurek gorevden alindi. Bolge Idare Mahkemesi’nde alinan bu karar adli sonuclar doguran bir karar degildir, icerigi ve sonuclari itibariyle butunuyle idari bir surece iliskindir. Bu noktanin altini onemle cizmek lazim. bir de emekli bir burokrat cocugu olarak sunu da soyleyeyim ki Turkiye’de iktidarlar degistikce ust duzey burokraside koltuklarin yerinden oynamasi, koltugunu kaybedenlerin Idari Mahkeme’de gorevden alinma kararlarini iptal ettirmeleri Ankara burokrasisini taniyanlar icin bilindik hikayelerdir. O mahkeme kararlarindan da ciksa ciksa tazminat cikar, Akyurek’in goreve iade edilecegine ben sahsen pek ihtimal vermiyorum.

        Akyurek’in Dink ceza davasi ile iliskin adli sorusturmasi yukarida aktardigim dosya kapsaminda donemin Istanbul Valisi, Emniyet Muduru de dahil olmak uzere 30 kamu gorevlisi ile birlikte yurumektedir. Ayrica o sorusturma adli bir sorusturma oldugu icin idarenin iznine tabi de degildir ve ilgili bakanliklardan onay gerekmeksizin baslatilmistir.

        Bir de Yavuz Arslan’in kitabi ile ilgili olarak iceriginden (ya da icermediklerinden) bagimsiz bir sekilde kitabin surecin hangi noktasinda yayinlandigini da sorguluyorsunuz, mesela su satirlarinizda:

        “Bu kitabin dayandigi ve sirf icindeki belgelerin servis edildigi zamanlama acisindan da *sorular uyandiran* baglam (yani hem icerik hem de belgelerin eksik servis edilisi ve zamanlama –bunca yil sonra neden simdi–saibesini konusmak onemli…”

        Bu satirlari okuyunca Wikileaks’i yayimlamaya basladiklari gunlerde Taraf’ta Ahmet Altan’in yazdigi “Zamanlama Manidar” baslikli yazi aklima geldi; kisaltmaya elim varmadigi icin aynen kopyaliyorum.

        ———————

        Zamanlama Manidar
        Ahmet Altan, Taraf

        Biz ne zaman bir gerçeği ortaya koyan belge yayınlasak, artık ezberlediğimiz bir tepkiyle karşılaşırız.

        “Zamanlama manidar.”

        Üç buçuk yıl içinde “manidar” olmayan bir zamana hiç rastlamadım.

        Zamanın hangi anı bir “haberle” buluşsa aniden bir “mana” kazanıyor.

        Artık bu bizim çocuklar için eğlence haline geldi, birisi çay ısmarladığında bile “zamanlama manidar” diye dalga geçen biri çıkıyor.

        Hatta aralarından biri, “bizim logonun altındaki lafı değiştirelim, oraya zamanlama manidar yazalım” dedi.

        Tamam, bu iyice matraklaşmış bir tepki haline geldi ama bu tepkinin altında bence çok ciddi toplumsal hastalıkların işaretleri de var.

        Toplumun bir bilgiye ulaşması önemli gözükmüyor.

        O “bilginin” siyasi sonuçları, o bilginin kendisinin taşıdığı değerin ve açığa çıkarttığı gerçeklerin önüne geçiyor.

        Çünkü onlar için “gerçek” tek başına bir değer taşımıyor, o gerçeğin kimin çıkarına olduğuyla ilgileniyorlar.

        Çünkü böyle bir gazeteciliğe alışmışlar, gazeteci gibi değil siyasetçi gibi davranıyorlar.

        “Gerçekleri” siyasi amaçlarla saklıyorlar.

        Darbe hazırlıklarını bildikleri halde yazmamışlar mesela, onun için birisi “darbenin” belgelerini yayımladığında şaşırıyorlar ve bunun “birisinin çıkarı” için yapıldığını, “zamanlamanın manidar” olduğunu düşünüyorlar.

        Biz bu gazeteyi onların yapmadığı haberlerle yapıyoruz, onun için de şaşırıp hep aynı soruyu soruyorlar.

        “Niye şimdi?”

        Ben de aslında onlara bir soru sormak istiyorum.

        “Niye dün değil?”

        Niye dün yayınlamadınız bunları, niye dün bildiklerinizi açıklamadınız, niye dün bu belgeleri sakladınız, niye dün bu belgelerin peşine düşmediniz?

        Niye Taraf gazetesi çıkana kadar beklediniz?

        28 Şubat’ın içyüzünü bilmiyor muydunuz, 2004’de olanlar sır mıydı sizin için, kontrgerilladan haberdar değil miydiniz, faili meçhuller sizin için de meçhul müydü, neden bunları halka anlatmadınız?

        Pek bir manidar sustunuz, pek bir manidar susuyorsunuz.

        Bizim gazetecilik kuralımız belli, haberi bulunca yayımlarız.

        Zamanlaması da umurumuzda değildir.

        “Zamanlama” işlerini gazetecilik yapmayan gazetecilere bırakıyoruz.

        Bulduğu haberi saklamanın, bunun “zamanlamasını” yapmanın ahlaka uygun olmadığına inanıyoruz.

        WikiLeaks belgelerini yayımlamaya başlarken de hangi sırayla gideceğimizi belirlemek için konuştuğumuzda, hangi haberden başlasak, o haberin zamanlamasını “manidar” bulacak tepkilerle karşılaşacağımızı hatırlatan arkadaşlarımız çıktı.

        Sonunda en akıllımız tartışmayı noktaladı.

        “Bu tür endişelere aldırmayacağımıza inandıkları için biz bu belgeleri aldık” dedi, “kimin işine yarar, kimin işine yaramaz hesaplarına dalmayacağımıza güvendikleri için bunları bize verdiler.”

        Aramızda zamanlama endişesine kapılanlar da o endişelerinden vazgeçtiler.

        Türkiye’nin ilgisini çekecek bütün haberleri yayımlayacağız.

        Haberin yayımlandığı gün, akşamüstü o haberin belgesi hem WikiLeaks’in, hem de Taraf’ın internet sitesinde yer alacak.

        Türkçesini ve İngilizcesini kıyaslama imkanını da böylece okuyucuya vereceğiz.

        Bu belgeleri okurken hem bazı hiç bilmediğiniz olayların varlığından haberdar olacaksınız, hem de sizin de bildiğiniz bazı olayları Amerikalıların nasıl değerlendirip yorumladığını okuyacaksınız.

        İlk güne, Türkiye’nin hakkında en çok konuşulan ismi olan Fethullah Gülen’le ilgili WikiLeaks belgelerini koyduk.

        Yarın da, Irak savaşının en “üst düzeyde” yapılmış gizli pazarlıklarının “kelime kelime” yazıldığı gizli bir tutanağı yayımlayacağız.

        Biliyorum, bu belgeleri bulsalar da yayımlamayacak çok gazeteci var bu ülkede, zaten onun için “haberleri”, haberlerin “içeriğini”, ortaya koyduğu” gerçeği” değil “zamanlamasını” tartışıyorlar.

        Onları da anlıyorum.

        Sünnetçi dükkanının vitrini gibiler, garipler.

        Ne tartışsınlar?

        Cevapla

        • acracia Says:

          Fmerakli:

          Oncelikle duzeltme icin tesekkurler.

          Bu durumda kronolojik sirada asagida daha da onemli gorunuyor bu belgelerin “simdi” servis edilmis olmasi soylemleri. Peki o Poyrazkoy ile ilgili soylediginiz de gecen yil degil, bu yil olmus olabilir mi? Ben goremedim, ama Subat 2010’da Dink davasi ile Kafes’in bir araya geldigine dair haber gordum. Benim gordugum Poyrazkoy olayi Nisan sonunda Zirve baglaminda bakilan bir baglam. Ben mi kacirdim acaba? Yoksa bir yanlislik mi var?

          Onun disinda, burada hem zamanlama hakkinda, hem de emniyet/istihbaratla ilgili bir detaya dikkat cekmek isterim, kaynamasin:

          1) Zamanlama deyip icerigine bakmayip goz ardi etmek icin bahane uretmek (ki Ahmet Altan’in sozunu ettigi konu bu, benim Hanefi Avci kitabina yapiliyor diye elestirdigim de bu)

          ile,

          saibeli bir ortamda (sebepleri yukarida defalarca aciklandi) bir anda servis edilen belgelerle davanin seyrinin sirf askere odaklandirilmaya calisilmasi goruntusu ve arkasindan gelen cabalarin tek yonlu olmasi zamanlamasina

          dikkat cekmek arasinda daglar kadar fark var.

          Birisi icerigini goz ardi ederek sirf zamanlamasina dikkat cekmek (Hanefi Avci’nin kitabina yapildigi gibi); oburu icerigi ciddiye alinan, ama alindigi kismiyla tek bir hedefe odaklandigi diger kisimlari aklamaya calistigi icin–acaba kimi aklamaya calisiyor bu zamanlamayla diye saibe uyandirdigini soylemek (Adem Yavuz Arslan’in kitabinda benim soylemeye calistigim gibi).

          2) Onun disinda bir fark da zamanlamanin neye istinaden onem tasidigi:

          Eger referanduma yetissin diye bir zamanlamayla yapiyorsaniz, bu cok normaldir. Onemli de degildir o zamanlama. Zaten secim oncesi sonrasi yapilir.

          Ancak bir davanin seyrini degistirmek amacli bir kitap yazildi goruntusu verildiyse, ve kitap sadece bir hedefe yoneltiyormus gibi gorunuyorsa, ve her ne hikmetse hakkinda hicbir sorun bulunamayan istihbarat daire baskani icin gorevden alinma karari iptal edildiyse, ve tam da o sirada ordu hakkinda darbe, vs soylentileri dolasiyorsa, o zaman iste o zamanlama onem tasir.

          Zamanlamadan zamanlamaya fark var, Fmerakli.

          Emniyet/istihbarata gelince: Ramazan Akyurek’in isminde cisimlesen bir tartisma bu.
          Ben yine de o cikan sonuclardan tatmin olmus degilim, kusura bakmayin. Cunku bu davada Ali Oz dahil asker kanadi yargilandi, daha suclular varsa da yargilansin, ama emniyete/istihbarata en basindan beri dokunulamadi, devlet kurumlarindan herkes yerinde kaldi ta ki Ramazan Akyurek gorevden alinana kadar. Buna ragmen durumda tuhaflik gormediginizi soylemissiniz simdi, oysa daha once sizin acinizdan bir saibe olmadigini soylemistiniz. Durumda tuhaflik, Turkiye gerceklerini dusunurseniz olmayabilir mesela, ama saibe olmadigini gostermez. Buyrun:

          “Dink Davası Bu Gidişle Bitmez, Neden?

          Dink Cinayeti’nin üzerinde 3 yıl geçti; bugüne kadar sadece 11 duruşma gerçekleşti. Hiçbir Emniyet görevlisine dokunulmadı, ta ki, cinayetten 2 yıl 10 ay sonra Akyürek görevden alınana kadar. Devlet hem Dink’i koruyamadı hem de sorumlulara dokunmuyor.
          İstanbul – BİA Haber Merkezi
          18 Ocak 2010, Pazartesi

          İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Hrant Dink cinayetiyle ilgili gördüğü davanın 8 Şubat’taki duruşmasını da gerçekleştirdiği taktirde, üç yıl 20 gün içerisinde sadece 12 celse görmüş olacak.

          Ulusal ve uluslar arası planda örnek teşkil edecek bir yargılama için yılda dört duruşma ağır bir ritme işaret ediyor. 2 Temmuz 2007’de görülmeyen başlayan dava tıpkı cinayet işlendiği dönem İstanbul Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah’ın kanaati gibi, “cinayetin herhangi bir siyasî boyutu ve örgütsel bağlantısı yok”muş gibi ve “suikast salt milliyetçi duygularla işlenmiş” gibi bugüne kadar yol aldı.
          Tahliyelerle başladı, tahliyelerle bugüne geldik

          Müdahil avukatlar, tanık ifadeleri ve savunmalarının “tüm sanıkların varlığında” alınmasında ısrar edilmesine karşın mahkeme, daha ilk duruşmada Salih Hacısalihoğlu, Osman Altay, İrfan Özkan ve Veysel Toprak ile tahliyelere başladı; 26 Ocak’ta Tuncay Uzundal, Mustafa Öztürk ve Zeynel Abidin Yavuz ile bunu sürdürdü.

          Son iki duruşmadır duruşma savcısı, Ahmet İskender ve Ersin Yolcu’nun tahliyesini talep ediyor. Ancak bunu da mahkeme reddetti. Bugün, bu iki kişiyle birlikte bir tek Ogün Samast, Erhan Tuncel ve Yasin Hayal tutuklu durumda.
          Devletin yapmadığı AİHM’e kaldı

          Dava, gazetecinin düşünceleri nedeniyle yargılanması, saldırılarının hedefi yapılması, ölüm tehditlerine rağmen korunmaması, suçlanan Emniyet görevlilerinin yargı önüne çıkarılmaması gibi devletin yerine getiremediği birçok yönüyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınmış durumda.

          AİHM tüm davaları birleştirerek Haziran ayında Türkiye hükümetine, “Dink’i neden koruyamadınız?” diye sordu.

          Dink’e yönelik saldırı ihbarları değerlendirmeyerek “görevlerini ihmal ettikleri” gerekçesiyle bir tek Trabzon Jandarma Alay Komutanı Ali Öz, istihbarat şubesi görevlileri Yüzbaşı Metin Yıldız, Astsubaylar Gazi Günay ve Hüseyin Yılmaz ile Uzman Çavuşlar Hacı Ömer Ünalır, Önder Araz, Jandarma Başçavuş Okan Şimşek ve Jandarma Uzman Çavuş Veysel Şahin yargılanıyorlar.
          İlk görevden alma 2 yıl 10 ay sonra

          İstanbul Valisi’nden Emniyet Müdürüne, Trabzon Emniyet Müdürü’nden jandarma görevlilerine kadar hesap vermesi gereken tüm yetkililer görevlerinde kaldılar.

          İlk görevden alma, cinayetten 2 yıl 10 ay sonra, 16 Ekim’de, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’le yaşandı. Akyürek, gerekçe bildirilmeden görevden alınmadığı iddiasıyla yargıya başvurdu.

          Yargı, hedef listesindeki Hrant Dink’e koruma sağlamayan istihbarat yetkililerine, Trabzon’dan ihbarları ciddiyetle izlemeyen polis yetkilileri ve bu ihbarların İstanbul’daki ayağını araştırmayan İstanbul Emniyeti yetkililerine dokunmadı.
          Hrant Dink Cinayeti’nin üzerinde

          Mahkeme, Dink ve avukatlarına hakaretlerde bulunan, Ermenilere yönelik ırkçı söylemlerde bulunan Hayal’in avukatı Fuat Turgut’un müdafiliğine “Ergenekon sanığı” olduğu için ancak 26 Ocak 2009’da son verdi.

          Üç yıllık yargılamayla ilgili Dink avukatları, “Bu dava bu yöntemle çözülemez” diyor. 8 Şubat’ta görülecek 12 duruşma, mahkemenin geç de olsa cinayetin derinlerine inmek yönünde irade gösterip göstermeyeceğini gösterecek. (EÖ)”

          http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/119522-dink-davasi-bu-gidisle-bitmez-neden

          Tuhaflik simdi bunlari baska bir soyleme oturtma cabasi. Anlatabildim mi?

          Hem de bu asagidakinden dikkatleri baska yone cekme cabasi olarak gorunuyor:

          “Dink Avukatları Israrcı: Trabzon’daki 10 Polis Yargılansın!

          Dink Ailesi avukatları, Altay, Arslan ve Yarımel’in ifadelerinden hareketle Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nden, dönemin 10 Trabzon Emniyeti görevlisi için yargılanma yolunun açılmasını talep etti.
          Erol ÖNDEROĞLU
          hukuk@bianet.org
          İstanbul – BİA Haber Merkezi
          09 Mayıs 2011, Pazartesi

          Uzun süre basın davalarıyla hedef haline getirildikten sonra 19 Ocak 2007’de öldürülen gazeteci Hrant Dink’in ailesi, avukatları aracılığıyla, cinayet planları karşısından harekete geçmeyerek cinayetin işlenmesine imkan verdikleri gerekçesiyle Trabzon Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin yargılanmasını bir kez daha talep etti.

          Ailenin beş üyesi adına 10 avukat, Şişli Asliye Ceza Mahkemesi aracılığıyla Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nden Trabzon Emniyet yetkilileri hakkında 29 Haziran 2010’da verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasını istediler.

          Avukatlar Bahri Bayram Belen, Ergin Cinmen, Fethiye Çetin, İnci İşbulur, Ayşenur Demirkale, Arzu Becerik, İ. Cem Halavurt, Güray Dağ, Sebu Aslangil ve Hakan Bakırcıoğlu’nun 6 Mayıs’ta ilettiği dilekçede, söz konusu emniyet görevlileri için, “Dink cinayetine Ceza Yasası’nın 83. maddesinde tanımlandığı şekliyle eylemsiz kalarak iştirak etmiş ve cinayetten sonra da delilleri değiştirmiş, gizlemiş ve yok etmişlerdir” dendi.

          Eski Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay, Eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan ve Emniyet Başmüfettişi Levent Yarımel’in beyanlarının Trabzon polis görevlileriyle bugüne kadar ileri sürdükleri iddiaları doğrular nitelikte olduğunu belirten avukatlar, Arslan, Yarımel ve Altay’ın İstanbul, Ankara ve Fatih C.Başsavcılığına verdikleri ifadelerde ortaya çıkan “yeni olgular” dikkate alınarak Trabzon polis görevlileri hakkında dava yolunun açılmasını istediler.
          “Bilgilendirilseydim her türlü tedbiri alırdım”

          Altay’ın 28 Mart’ta İstanbul Fatih Başsavcılığı aracılığıyla verdiği ve Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’na ulaşan ifadesinde Dink’e yönelik saldırı planlarından haberdar edilmediğini savunuyor:

          “Dink’e yönelik cinayet hazırlıklarından hiçbir şekilde haberim olmamıştır. Bu cinayet bölgesinde, bu hazırlıklar konusunda bilgilendirilmiş olsaydım her türlü tedbiri alırdım. Fiziki ve teknik takip kararları alıp uygulamaya koyardım. Diğer illerle ve Ankara Daire Başkanlığı ile irtibat kurardım. Yoğun çalışmalar yapar, her halükarda eylemin önüne geçilmesine yarayacak her türlü tedbiri aldırırdım. Bu anlamda icap etmesi halinde Yasin Hayal ve üye olduğu belirtilen örgüte yönelik operasyonu yapardım.”

          Avuklatlar, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan rapordaki tespitler, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararı, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin TBMM Alt Komisyonundaki ve İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki beyanların da göz önünde bulunmasını istediler.

          Dilekçede, Trabzon Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü sıfatıyla görev yapan Faruk Sarı ve Engin Dinç, Trabzon Emniyet Müdürlüğü yapmış Ramazan Akyürek ve Reşat Altay ile Yardımcı istihbarat elemanı olmuş Erhan Tuncel’den dönemler halinde sorumlu olan ve görüşmeler yürüten Muhittin Zenit, Özkan Mumcu, Mehmet Ayhan ve Onur Karakaya ile daireler amiri komiser Ercan Demir ve Trabzon Terörle Mücadele Şube Müdürü Yahya Öztürk ve diğer sorumlular hakkında dava açılması talep edildi. (EÖ)”

          http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/129864-dink-avukatlari-israrci-trabzondaki-10-polis-yargilansin

          Bir de tek ihmalin sadece Erhan Tuncel’e yikildigi, Ramazan Akyurek’in filan aklandigi dava sonucu var.
          http://bianet.org/bianet/bianet/119895-dink-cinayetinde-tek-ihmal-tuncelinkiymis

          Yapmayalim yani. Tabir-i caizse, kabak gibi ortada bir sıkıntı oldugu.

          Son olarak su tehdit meselesi:

          Yine bir referans noktasi sasirtmasi midir bilmiyorum, bunu yapmak icin biraz aptal olmak gerekiyor, bundan yazarin haberi bile olmadan yapilabilir. Tipki mahkemeye mahalleli simarik bir liseli agziyla yazilmis tehdit mektubu gibi. Benim dusuncem bu minvalde dahi olsa, mutlaka sorusturulmasi gerekir, cunku %0.1 ihtimalle bile gercek bir tehdit ise, o tehlike goze alinamaz. Oysa sorusturulmuyor (ben mi kacirdim). Niye?
          Halbuki istenince hersey cok kolay bulunuyor. Istihbaratimiz cok iyi o yonden. Bunda aciz kalmalari saskinlik verici.

          Cevapla

          • Kemal Says:

            Bilemiyorum arada düzeltildi mi, gözden kaçırmış da olabilirim ama Küçük – Öz fotoğrafı Bir Ermeni Var kitabının tarihe gömülme nedenlerinden birisi.

            Kitap içerisinde bir şema var M.Z. yok (hatta Emniyet Yok!) tüm yollar jandarmaya çıkıyor. Bu arada Jandarmaya çıkan yollar sorgulanmış, ihmali görülenler yargılanmış, belki yakın gelecekte cezalarını çekmiş bile olacaklar, daha Emniyet’te benim bildiğim yargı önüne çıkarılmış kimse yok.

            Neyse fotoğrafa geleyim. Günlerce Küçük-Öz’ü ziyaret etmiş Trabzon’da, işte eylemi orada planlamış olabilirler. Bak Ergenekon burada propagandaası yapılıyor, ardından ortaya çıkıyor ki bu fotoğraf cinayetten sonra Bilecik’te (bu arada Küçük Bilecik’li anlaşılan bir ziyareti sırasında uğruyor alaya) çekilmiş meğerse.

            Bir de şöyle bir iddia var: “…Aslan ayrıca cinayet öncesi ile ilgili çarpıcı bir bilgi daha verdi. Öz’ün Dink’e ait bir konuşma CD’si hazırlattığını ve bunu Erhan Tuncel ve arkadaşlarına izlettiğini söyledi…”

            Dayanağı ne bu iddiaların? Deli Bekçi. Ciddiyim. Tam hatırlamıyorum ama (sanırım) yaşlı bir bekçinin ifadelerini dayanak kullanarak yapıyor kitabında Adem Yavuz Aslan. Kitap yanımda yok açıp bakamıyorum. Sonra hatırlarsam düzeltirim ama temelde öyle ciddi iddiaları böyle birisini ifadesine dayanarak dile getiriyor ki, elbette ciddi kimse referans olarak bu kitabı görmüyor göremiyor. Sonra niye herkes Nedim Şener’in peşine takılıyor da bizi ciddiye almıyor diye dertlenip duruyorlar. Eee yani ne diyeyim?

            Özetle kitap şaka. Nedim Şener’in kitaplarını bütünlüyor diyeceğim, orada yazılmayanları da bu kitap yazmış faydalı olmş diyeceğim ama Nedim Şener Jandarma bağlantılarına damardan girmiş zaten. Lafını esirgemeden olayı detaylı anlatmış, soruşturmalar da neticelendi diye eleği kenara asmış artık Emniyet’e yükleniyor. Ergenekon bağlantılarını da yazıyor Nedim Şener. Hiç hissettirmiyor olsa da bence kinaye yapıyor. Daha doğrusu bu kadar veriye ve bilgiye dayanan bir gazeteci o cümleleri herhalde kinaye olsun diye yazıyordur diyeceğim bir ifade kullanıyor. Çünkü henüz ortada Ergenekoncuları Hrant Dink’e bağlayan ve olağan şüpheliler olmalarının (Kemal Kerinçsiz, Veli küçük, v.b.’lrinin Hrant dink’e tavırları nedeniyle) ortada ciddi bir kanıt yok görünüyor.

            Aslında bu olağan şüpheli olmaları acaba birilerinin bu cinayete yol vermeleri için bir neden mi oluşturmuş. Bunu belki zaman gösterecek belki hiç bilinemeyecek…

            Sevgiler.

            Cevapla

  25. acracia Says:

    Bir kac not:

    1) Fmerakli’nin dedigi gibi Hrant Dink davasi ve Zirve ayni paralel surecte gidiyor demedim. Etraflarindaki soylemler ve bunlara benzer bir sekilde sahip cikmak paralel minvalde kuruluyor bu da saibe yaratiyor dedim. Saptirmayalim. Ben ne dedigimi iyi biliyorum.

    2) Ramazan Akyurek durumu tuhaf. Ama idari ama adli, karar su:

    “Kararda, yine Akyürek hakkında suçların önlenmesinde memuriyet görevini gereği gibi yerine getirmediği iddiasıyla ilgili olarak Trabzon Valiliğinin 4483 sayılı kanun kapsamında soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararına yapılan itirazın Trabzon Bölge İdare Mahkemesince reddedilerek kesinleştiği kaydedildi.

    Mahkemenin kararında, ”Öte yandan, davalı idare tarafından davacının İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden alınmasını haklı gösterecek başkaca somut bir bilgi ve belge de ortaya konulamadığı anlaşıldığından dava konusu atama işleminde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır” denildi. ”

    http://www.ntvmsnbc.com/id/25211323/

    Yani suclarin onlenmesinde memuriyet gorevini yerine getirip getirmedigine arastirma ve sorusturma acma izni verilmiyor. Buna yapilan itiraz da Trabzon’da mahkemece red ediliyor. Kusura bakmayin da:

    Bu memuriyet gorevini arastiramazsaniz, yani ihmal var mi diye, suc olup olmadigini bulamazsiniz. Dolayisiyla elbette adli duzlemde bir suc olup olmadigini bulamazsiniz. Demek bu saibe yaratmiyor sizin icin, yani bu sorusturmaya neden izin verilmedigi hic rahatsiz etmiyorsa, denecek soz benim acimdan yoktur.

    Birkac link, derli toplu dursun diye koyuyorum, Yasin Hayal’in babasindan mesela:

    http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/110200-bahattin-hayal-dink-cinayetinden-akyurek-ve-oz-de-arastirilsin

    Akyurek Dink kitaplarinin pesinde:

    http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/116997-istihbaratci-akyurek-dink-cinayeti-kitaplarinin-pesinde

    dahasi da var, bianet.org’a bakabilirsiniz. Mesela 2008’de Akyurek’in dedigine katilarak Istanbul’un arastirma yapmadigina dair avukatlarin kendisini dogruladiklari, 2009’da Dink avukatlarinin Akyurek ve diger istihbaratcilari “getirin artik” dedikleri haberi. Akyurek bu isi yapmistir demiyorum asla. Bildigi ve belki de talep ettigi seyler var. Ancak bu goruntu cok cok tuhaf, neden gorevini ihmal etmis mi diye memuriyet arastirmasi izni verilmiyor mesela? Her neyse. Bu sorular dursun.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Son bir ek: suclarin onlenmesinde, memuriyet gorevini gerektigi gibi yapip yapmadigi (benim bundan anladigim ihmal oluyor, yaniliyorsam duzeltin) arastirilamayan katip filan degil, istihbarat daire baskani.

      Ve Dink cinayeti zamaninda da Trabzon Emniyet Muduru. Zaten kendisi bazi belgeler istemis, ancak bunlarin imha edildigi soylenmis. Bu servis edilenler o belgeler midir bilemem, ancak bu, butun bunlara karsilik, bu suclarin onlenmesinde gorevini gerektigi gibi yapip yapmadigi arastirilmasina, sorusturulmasina izin verilmemesi, bunun talebenin mahkemece red edilmesi, tam da resmin eksik kaldigini isaret ediyor su haliyle.

      Cevapla

      • acracia Says:

        Aklima geldikce not dusuyorum: bir de tabii Nedim Sener’in kitabinda yer alanlar ve bunlarin icerigine sorusturma acilip inceleme baslatma yapildi mi, emniyette/istihbaratta tam olarak neler oldugu seffaf bir sekilde acikliga kavustu mu durumu da var. Bu da bir baska faktor.
        Ve saibeye ek oluyor. Neyse cok yazdim, ve gercekten yoruldum su bir haftadir. Simdilik bu kadar, Bulent Bey yazmis yukarida ama ona da ilk firsatta diyorum simdilik.

        Cevapla

  26. acracia Says:

    Yukarida zamanlama konusunda Fmerakli’yla ilgili konustugumuz kisim onemli bu sebeple buraya gireyim.
    Bir diger sebebi de yukarida Zirve hakkinda girdigim kronolojide Fmerakli’nin yanlis gormesi sonucu kitabin Mayis 2010’da ciktigini yazmam, oysa Ocak 2011 cikisli imis. Bu durumda bana gore zamanlama daha da manidar oluyor, ama daha once Hanefi Avci konusunda zamanlama onemli degil dedikten sonra kendimle celisiyor gorunmemek icin yukaridaki aciklamayi buraya tasima ihtiyaci duyuyorum:

    isterim, kaynamasin:

    1) Zamanlama deyip icerigine bakmayip goz ardi etmek icin bahane uretmek (ki Ahmet Altan’in sozunu ettigi konu bu, benim Hanefi Avci kitabina yapiliyor diye elestirdigim de bu)

    ile,

    saibeli bir ortamda (sebepleri yukarida defalarca aciklandi) bir anda servis edilen belgelerle davanin seyrinin sirf askere odaklandirilmaya calisilmasi goruntusu ve arkasindan gelen cabalarin tek yonlu olmasi zamanlamasina

    dikkat cekmek arasinda daglar kadar fark var.

    Birisi icerigini goz ardi ederek sirf zamanlamasina dikkat cekmek (Hanefi Avci’nin kitabina yapildigi gibi); oburu icerigi ciddiye alinan, ama alindigi kismiyla tek bir hedefe odaklandigi diger kisimlari aklamaya calistigi icin–acaba kimi aklamaya calisiyor bu zamanlamayla diye saibe uyandirdigini soylemek (Adem Yavuz Arslan’in kitabinda benim soylemeye calistigim gibi).

    2) Onun disinda bir fark da zamanlamanin neye istinaden onem tasidigi:

    Eger referanduma yetissin diye bir zamanlamayla yapiyorsaniz, bu cok normaldir. Onemli de degildir o zamanlama. Zaten secim oncesi sonrasi yapilir.

    Ancak bir davanin seyrini degistirmek amacli bir kitap yazildi goruntusu verildiyse, ve kitap sadece bir hedefe yoneltiyormus gibi gorunuyorsa, ve her ne hikmetse hakkinda hicbir sorun bulunamayan istihbarat daire baskani icin gorevden alinma karari iptal edildiyse, ve tam da o sirada ordu hakkinda darbe, vs soylentileri dolasiyorsa, o zaman iste o zamanlama onem tasir.

    Bu baglamda da Arslan’a servis edilen belgelerin zamanlamasi manidardir diye dusunuyorum.

    https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/05/17/bir-analiz/#comment-7100

    Cevapla

    • acracia Says:

      Bunu da ekleyeyim: Ben istihbarat daire baskaniyla ilgili bir sorun vardir demiyorum, bunun uzerine dogru durust gidilememesi saibe yaratir ve sorun da budur diyorum.

      Cevapla

      • fmerakli Says:

        Anladim, ben de diyorum ki Akyurek hakkinda donemin Istanbul Valisi ve Emniyet Muduru de dahil 30 kusur kisi hakkinda acilmis, savcilikca yurutulen bir adli sorusturma var. Eger bu adli sorusturmada Akyurek’in ya da ihmali oldugu iddia edilen diger kamu gorevlilerinin uzerine dogru durust gidilmedigi konusunda bir bilginiz/belgeniz var ise lutfen paylasin, ben de o sorusturma ile ilgili dusuncelerimi tekrar bir elekten gecireyim. Benim tek soyledigim, ben bugune degin ne basindan, ne de Dink davasini Turkiye’de benden daha yakindan takip eden arkadaslarimdan o sorusturmaya iliskin ustuunn ortuldugu kanisini uyandiracak bir bilgiye ulasmadim… Ama dedigim gibi siz bu yonde bir bilgiye sahipseniz, bizimle paylasmanizi rica ediyorum…

        Cevapla

        • acracia Says:

          Ramazan Akyurek’in sahsinda cisimlesen emniyet/istihbarat konusunu yeterince actigimi saniyordum. Bir daha deneyeyim:

          1) Hrant Dink cinayetinde istihbarattan sadece Erhan Tuncel’i hatali bulan Basbakanlik ve Icisleri raporu Ramazan Akyurek dahil, 19 emniyet ve istihbaratciyi akladi. Tarih Subat 2010. Ayrica sirf Basbakanlik degil, Icislerinin de yazdigi raporlara baktiginizda aslinda Emniyette yapilan uygulamalardaki sikintilar goze carpiyor, zira iki rapor bu aciklari goz onune seriyor. Birkac ornek:

          “Başbakanlık Raporu: İstihbarat Daire Başkanlığı suikast öncesinde haberdar olmasına rağmen iller arası koordinasyonu sağlamadı.

          İçişleri Raporu: Koordinasyon sağlama görevi İstihbarat Dairesi’nin değil, Trabzon ve İstanbul Emniyeti’nin görevidir.”
          […]
          Başbakanlık Raporu: Trabzon Emniyeti’nin Tuncel’den aldığı bilgileri İstanbul’a ve İstihbarat Daire Başkanlığı’na sürekli bilgilendirme yapması gerekirken bunu yapmadı. Trabzon Emniyeti, Dink cinayetine ilişkin olarak gelen istihbaratı Trabzon valiliği ve Trabzon Jandarma Komutanlığı ile paylaşmadı.

          İçişleri Raporu: Yasin Hayal’in Dink’e yönelik eylem yapacağı bilgisi, istihbarat teknik ve metotları ile doğrulanmadığı ve ham istihbari bilgi niteliğinde kalmıştır. Bu yüzden de planlı istihbarat operasyonu yapılamamıştır. Yönetmeliklere göre, ancak güvenilir bir haber olarak kabul edileceği anlaşılan istihbaratlar paylaşılır. Bu yüzden bilgi verilmemesi mevzuata aykırı değildir.

          Başbakanlık Raporu: Polisler Tuncel’le ilişkilerinde kuralları ihlal etti. Gereksiz samimiyet içindeydiler ve kod yerine gerçek isimleriyle hitap ediyorlardı.

          İçişleri Raporu: Tuncel’in polislerin gerçek ismini bildiği doğru değil. Böylebir samimiyet sözkonusu değil. (Radikal’in notu: Telefon kayıtlarından Tuncel’in polislere ‘Reis’ ve isimleriyle hitap ettiği ortaya çıkmıştı.)
          […]
          Başbakanlık Raporu: Tuncel, Samast’ı ihbar etmek için polisi aradı, hatta cinayetten beş gün önce emniyete mesaj çekti.
          İçişleri Raporu: Erhan Tuncel, söz konusu ifadesinin ilerleyen bölümlerinde cinayetten önceki son iki ayda neler olduğunu hatırlamadığını söylemiştir. Mesaj atmak yerine polise giderek veya 155’i arayabilirdi.

          Başbakanlık Raporu: Yasin Hayal McDonald’s’a yönelik eylemi sonrasında Trabzon Emniyeti tarafından yakalandı, sonra serbest bırakıldı.

          İçişleri Raporu: Trabzon Emniyeti’nde böyle bir kayıt bulunamadı ve Hayal’in ifadesinde de bu iddialar doğrulanmadı.
          Bilgiler yasadışı kanıt

          Başbakanlık Raporu: Bombalama eyleminin ardından Hayal’in cep telefonunun irtibat bilgileri araştırılmadı.

          İçişleri Raporu: Yasin Hayal’in yakalanmasıyla ilgili bilgilerin, düzenleme gereğince imha edilmesi gerekirdi. İmha edilmediği için Başbakanlık raporuna yansıyan bu bilgiler, yasadışı kanıt niteliğindedir.”

          Bu tutarsizliklara ragmen daha fazla sorusturulmamis, aklanmislardir.
          http://bianet.org/bianet/bianet/119895-dink-cinayetinde-tek-ihmal-tuncelinkiymis

          2) Sizin yukarida Radikal’den verdiginiz link yani emniyet sorusturmasi 7 Subat 2011 tarihli. Bu baglamda dosya numarasi verdiginiz ancak kaynak vermediginiz o listeye kendim bakamiyorum, ancak o dava 7 Subat’a link verdiginize gore 7 Subat’ta acilmis olmali. Oysa asagida 9 Mayis’ta cikan karar bulunmaktadir, ki o dava eger halen suruyorduysa nasil olup da Ramazan Akyurek’in gorevden alinmasini gerektirecek bir somut bilgi, vs bulunmadigina dairdir:

          “Kararda, yine Akyürek hakkında suçların önlenmesinde memuriyet görevini gereği gibi yerine getirmediği iddiasıyla ilgili olarak Trabzon Valiliğinin 4483 sayılı kanun kapsamında soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararına yapılan itirazın Trabzon Bölge İdare Mahkemesince reddedilerek kesinleştiği kaydedildi.

          Mahkemenin kararında, ”Öte yandan, davalı idare tarafından davacının İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden alınmasını haklı gösterecek başkaca somut bir bilgi ve belge de ortaya konulamadığı anlaşıldığından dava konusu atama işleminde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır” denildi.”

          http://www.ntvmsnbc.com/id/25211323/

          Yani, once birbiriyle celisen raporlara ragmen aklaniyorlar isin adli kismindan, ardindan, sucu onlemek icin memuriyet gorevini yerine getirmedigi iddiasiyla sorusturma acilmasina valilik izin vermiyor (neden vermiyor?), buna dair sorusturma izni verilmemesine reddi de mahkeme red ediyor (neden ediyor?) Nitekim kendisi hakkinda
          dava yururken gorevden alinma karari iptali de bunu takip ediyor.

          Bu durumda suclarin onlenmesinde memuriyet gorevini yerine getirmedigi iddiasi oyle bir katibin degil, Trabzon emniyet mudurunun gorevini yerine getirmedigi ise, durumdan anlasilabilecek benim acimdan tek bir sey var: ihmal. Ancak bunun da sorusturulma iznini valilik vermiyor. Neden vermiyor? Ustune de mahkeme de izin verilmesi talebini red ediyor. Benim gordugum bu ihmalin arastirilip sorusturulmasinin onu kesildigidir.

          Devam edeyim:

          3) Tam da 9 Mayis’ta gazeteler Ramazan Akyurek’in gorevden alinma karari yukarida (2)de alintilandigi uzere bir sorun bulunamadigi icin iptal edildigini yazarken, ayni gun
          Hrant Dink’in avukatlari dilekce verip 10 polisin yargilanmasinda israr ediyorlardi, iclerinde Ramazan Akyurek de vardi:

          “Dilekçede, Trabzon Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü sıfatıyla görev yapan Faruk Sarı ve Engin Dinç, Trabzon Emniyet Müdürlüğü yapmış Ramazan Akyürek ve Reşat Altay ile Yardımcı istihbarat elemanı olmuş Erhan Tuncel’den dönemler halinde sorumlu olan ve görüşmeler yürüten Muhittin Zenit, Özkan Mumcu, Mehmet Ayhan ve Onur Karakaya ile daireler amiri komiser Ercan Demir ve Trabzon Terörle Mücadele Şube Müdürü Yahya Öztürk ve diğer sorumlular hakkında dava açılması talep edildi. (EÖ)”

          http://www.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/129864-dink-cinayeti-icin-trabzondaki-10-polisin-yargilanmasi-istedi

          Madem butun sorusturma son ana kadar seffaf ve harika gitti ve Akyurek ile diger polisler konusunda hicbir sorun hakikaten de yoktu, ya da adli surec sizin iddia ettiginiz gibi ilerliyordu, o zaman ayni gun cikan bu iki haber size ne soyluyor?

          Yeni bilgi ciktigi icin istemis bunu Dink avukatlari. Bu bilgi daha once de cikardi, arastirilsaydi, oyle degil mi?

          Olay sirf Akyurek degil, emniyet ve istihbarattir; yukarida da dedigim gibi Akyurek’in etrafinda cisimlesen bir tartisma bu. Ustu ortuluyor da demedim. Ayni israr ve kararlilikla uzerine gidilmiyor dedim. Seffaf gorunmuyor dedim. Butun bunlar gayet acik ve net ortadayken saibe vardir dedim.

          Emniyetin uzerine bu israrla gidilmemesi, istihbaratta neler dondugu, 11 ihbardan 1’ini ilettigi iddiasi (ihmal) dururken sucu onlemekte memuriyet kusurunun arastirilamamasi, hem valilik hem mahkemenin bunu bloke etmesi, en sonunda da sizin kalkip 7 Subat 2011 Radikal haberine link vererek bakin emniyet sorusturuluyor diye iddia ettiginiz uzere eger dava hala devam ediyorduysa (dosya numaralari verince seffaflik olmuyor, Fmerakli, otorite de katmiyor kisinin yazdiklarina, baglanti kurulmadikca bir sey anlasilmiyor ondan) o zaman daha da vahimi olmustur: ya bu dava sonuclanmadan gorevden alinmasi icin bir gerek yok denilmistir–dava dosya numarasi vereceginize sonucunu bir zahmet verseydiniz bir ise yarasaydi; ya da sonuclandiysa da yine de yukarida saydigim sebeplerden sorunlar bulunmaktadir.

          Bu davalarda emniyet ve istihbaratin uzerine ayni kararlilik ve seffaflilikla gidilmemesi saibe uyandirmaktadir. Ustu ortuldu demedim. Ben bunlari soyledim.

          Laflarimi carpitmaktan vazgeciniz.

          Ne soyledigim oldukca acik ve net. Siz israrla lafi bukup baska anlam ariyorsaniz bilemem. Ben bu manzaraya baktigimda, emniyet ve istihbaratin uzerine israr ve kararlilikla ve seffaflikla gidilemedigini goruyorum. Dink avukatlari da emniyetin yeterince arastirilmadigini dusunuyor olmalilar ki 9 Mayis’ta Ramazan Akyurek’in gorevden alinmasi yolu acildigi ayni gun, onlar dilekce verip sorusturma istiyorlardi.
          Buyrun paylastim. Simdi anladiniz mi?

          Cevapla

          • acracia Says:

            duzeltmek: “gorevden alinmasi yolu acildigi ayni gun”
            yerine
            “gorevden alinmasinin *iptalinin* yolu acildigi ayni gun”

            Cevapla

          • fenerant Says:

            Sevgili acracia,

            eski bir büyüğümüzün ünlü bir sözü vardı: “Bana hiç kimse sağcılar suç işliyor(Vb) dedirtemez” diyordu .İleri demokrasimiz de “Bana hiç kimse bazı Polislerimiz suç işliyor dedirtemez” noktasına gelmedik mi?

            Cevapla

    • fmerakli Says:

      Acracia,

      Ordu hakkindaki darbe soylentileri 2000’li yillarin ortasindan beri dolasiyor, yaklasik 3 yillik da bir dava sureci var. Senin deyiminle “tam da o sirada”, yani Arslan’in kitabinin 5 ay once yayinlanmasi ve Akyurek’e iliskin daha yeni Bolge Idare Mahkemesi’nden bir karar cikmasi sirasinda dolasan soylentiler degil ki ordu hakkindaki darbe soylentileri…

      Ben acikcasi zamanlama ile o kadar da ilgilenmiyorum, eger kitapta one surulenlerin ne oldugu benim icin daha cok onem tasiyor. Kitabi henuz okumadim, ama Dink ailesinin avukatlari kitapta one surulenleri onemsemis olacaklar ki kitapta yer alan iddialari bir dilekce ile mahkemeye ulastirmislar.

      Ayrica daha once soyledigim gibi Akyurek hakkinda acilmis olan ceza sorusturmasi da devam ediyor, yine benim acimdan onem tasiyan sorusturma bu sorusturma, bolge idare mahkemesi’nden cikan karar benim acimdan tek basina bir sey ifade etmiyor.

      Bu arada yanlis anlasilmasin, bunlari yapmis oldugunuz analizi onemsizlestirmek icin yazmiyorum, sadece hemfikir olmadigimiz bazi noktalarin altini ciziyorum…

      Cevapla

      • acracia Says:

        Fmerakli:

        Oncelikle bir not: soylenen hersey, sizin genelde yaptiginiz gibi carpitilmadigi surece, birseyin degisik yonlerini gostermeye yariyorsa onemlidir. Buraya gostermeye calistigim ozen de zaten tursunu kuralim diye degil, bir nevi kollektif neler donuyor anlayalim denemesi yapabilelim diye. Yani ne sizin iskillenmenize, ne de benim egoma (“aman calismam eksildi” diye) ihtiyaci olan bir sey degil bu. Bu sebeple bir akademisyenin bir itirazini dile getirirken calismayi “onemsizlestirmek” gibi bir cumle kullanmasi hem abes hem de tuhaf geldi bana?

        Kaldi ki, soylediginiz itiraz da zaten bu tartismayi etkileyebilecek turden degil cunku kisisel bir gorusu yansitiyor, bir baglam analizini ya da analitik bir bulguyu degil.

        Soyledigim sey cok basit ama hatali okumaniz benim soylediklerimi baskalarina da yanlis okumaya actigi icin duzeltecegim:

        1) Bu tarz bir davada (Hanefi Avci gibi) “zamanlama suclamasi” konusu (hani Medya 2010’da cikmisti ya, unutmussunuz herhalde, hani orada Hanefi’nin kitabini referandumdan once yetistirelim diyordu bu da Ergenekon kapsaminda kitabinin yazdirilmasi iddiasi ile beraber mevzu bahis edilmisti; iste o) yapildigi vakit su cikar:

        a) Bu zamanlama neye istinadendir? Bu baglamda referandum.
        Referandum oy kullanilan siyasi bir surectir, bu surec icerisinde isteyen istedigi zamanlamayla yayin yapabilir. Manidar olabilir ama bunda da sakinca yoktur. Bunlari yukarida hep soyledim.

        b) Zamanlama ve kitap yazdirma soz konusu edildigi halde kitabin icerigi sorusturulmamissa,
        tutuklanan sahis kitabi Nedim Sener’e mi yazdirdi diye sorgulaniyorsa, ama icerigi hakkinda konusulmuyorsa, ortalikta zamanlama meselesi de Medya 2010 belgesiyle gozumuze sokuluyorsa, demek ki zamanlama onemli diye dusunmemizi istiyor birisi.

        c) Butun bunlara ragmen kitabin icerigi hakkinda Ankara Cumhuriyet Savciliginda sorusturma acildigina dair ufak bir haber ciktiktan sonra o konuda butun haberler yok olmussa, yani bizler bir anda icerik tartismasi yapmak yerine, referandum icin zamanlama tartismasinin ve kitabi kim yazmis tartismasinin icinde bulursak kendimizi, ben bunun bir icerikten referans noktasi sasirtmasi oldugunu dusunurum[1].

        Bu sebeplerle, *bu* baglamda zamanlama onemsizdir.

        2) Buna karsilik, simdi sizin icin onemli olmayan Adem Yavuz Arslan kitabi hakkinda Fethiye Cetin’in soylediklerine kulak verelim, Kursat Bumin’in yazisindan:

        “Cengiz Çandar aktarıyordu geçen gün (21/01/2011): “…Hrant’ın kardeşi Hosrof (Orhan Dink)’e sordum. ‘Çok yeni, daha önce hiç bilinmeyen ve önemli yeni bulgular olduğunu’ teyit etti. Avukat Fethiye Çetin ise kinayeli bir havadaydı. ‘Bu bilgilerin, başından beri devlet kurumlarının elinde olduğu anlaşılıyor. Cinayetin aydınlatılması için sunacaklarına, anlaşılan, gazetecilere kitap yazdırmak için tutmuşlar’ dedi.”[2]

        Bu durumda, oncelikle ben de Fethiye Cetin gibi dusundugumu belirteyim. Ve tabii *hangi kurum* bu devlet kurumu, bu cinayeti aydinlatma gorevini neden bu kadar sure askida tutmus, neden cinayeti aydinlatabilecek bu bilgileri paylasmayarak suc islemis, yani neden bunca zaman tutmuslar ve neden mahkemeye degil de gazeteciye vermisler? Mahkemeye verseler cinayetin onemli bir ayagi belki aydinlanacak oyle degil mi? Ama onun yerine gazeteciye vermeyi secmislerse, o zaman tabii bu kitabi neden simdi yazdirmak icab ettigini sormak gerekir.

        Yani, tekrar edeyim, zamanlamadan zamanlamaya fark var. Bir referandum oncesi Medya 2010 dosyasiyla dusunmemizi istedikleri gibi bir kitap yayimlamak suc imasi degil, normal demokratik ortamlarda hep olabilecek ve olagan bir seydir. Hele ki icerigindeki iddialara *seffaf* ve acik bir sorusturma yapilmamissa. Diger kitaba gelince, yani sizin omuz silktiginiz zamanlamaya, yani kriminal bir davanin aydinlatilmasini belki de saglayacak bir devlet kurumu bunu aydinlatmak icin mahkemeye vermek yerine gazeteciye servis ediyorsa, ben de aynen Fethiye Cetin gibi dusunuyorum. Bu sebeple de o baglamda zamanlama onemlidir. Bu kadar sene neden bekledikleri de onemlidir.

        Bu da benim bakis acim.

        ****************
        [1]
        Bir de size soru: oldukca takdire sayan bir cabayla dosya numaralarini cikariverdiginiz Akyurek’in ve emniyet hakkinda saibe olmadigini gostermeye calistiginiz o degerli dakikalarinizi, neden acaba bu c şıkkinda dile getirdigim soruya da aydinlik getirmek icin kullanmiyorsunuz? Aydinlanirdik, sayenizde. Bu konularda cok beceriklisiniz, hemen bu bilgileri bulabiliyorsunuz, ancak yukarida sordugum halde (yani bu dava acilmis ama devam ediyor mu, o davayi acan Ankara cumhuriyet savcisi yerinde mi sorusuna) mesela o konuya hic egilmemissiniz. Ancak Akyurek ve emniyet ile ilgili saibe olmadigini kanitlamak icin dava dosyalarini bir cirpida ortaya koyabilen sizin icin, Hanefi Avci kitabinin icerigindeki iddialari sorusturan Ankara Cumhuriyet Savcisina ne oldu, o sorusturma ne minvalde dondugunu bulabilmek isten bile degildir diye dusunuyorum. Vaktinizi almayayim diyordum ama Akyurek hakkinda o arastirmaya vaktiniz oldugunu gorunce yureklendim. Cunku ben bu bilgiyi gercekten de bulamadim. Neden bulamadigimi da manidar bulmaya baslamadan once belki yardima yetisirsiniz. Minnet duyarim.

        [2] http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=25.01.2011&y=KursatBumin

        Cevapla

        • fmerakli Says:

          Acracia,

          Oncelikle emniyet ve Akyurek hakkinda saibe olmadigi seklinde bir iddiam yok, hatta iclerinde Akyurek’in de bulundugu emniyet mensuplari icin adli sorusturma acildigi bilgisini buraya tasiyan, bu sorusturmaya cok onem verdigini soyleyen biri Dink davasinda emniyet ya da Akyurek sutten cikmis ak kasiktir diyebilir mi? Olur mu hic oyle sey?

          Bu arada c sikkiniza baktim, ama o sik altinda herhangi bir soru goremedim, ama sanirim Hanefi Avci’nin kitabindaki iddialar ile sorusturma baslatan savci ile ilgili olmali aklinizdaki soru. Sorunun cevabi cok ortalikta bir bilgidir aslinda… Ankara Savcisi Keles’in yerine Mart ayinda yeni bir savci atandi. Savci Keles, zamaninda Fethullah Gulen hakkinda Terorle Mucadele Kanunu kapsaminda teror orgutu yoneticisi olmaktan dava acan savci idi ki Gulen o davada Yargitay Genel Kurulu karari ile beraat etti biliyorsunuz. Savci Keles hakkindaki bu bilgiyi bulamamaniza da sasirdim, dedigim gibi cok ortalikta bir bilgi aslinda… Bir de yanlis anlasilmasin, ben Avci’nin kitabindaki iddialar sorusturulmasin falan demiyorum, ama o iddialari sorgulayacak en uygun savci, hakkinda bilinen tek bir teror/siddet eylemi olmayan Fethullah Gulen icin TMK kapsaminda teror orgutu yoneticisi olmaktan dava acmis olan bir savci midir, iste ondan cok emin degilim.

          Dink sorusturmasinin emniyet/MIT mensuplarina uzanmasi soylediginiz gibi hayli uzun surdu, ama bu gecikme onemli olcude Jandarma mensuplari icin de gecerli ve Altan beyin dikkat cektigi uzere AIHM’in karari sureci hizlandirici bir etki yapti.

          Bir de Akyurek ile ilgili olarak nasil olur da hakkinda adli sorusturma devam ederken 9 Mayis’ta idare mahkemesi o atif yaptiginiz karari verir diyorsunuz? Guzel bir soru, ama adli sorusturma su asamada halen devam ediyor, ve idari mahkeme o sorusturmadan bagimsiz olarak onundeki dosyaya bakarak karar veriyor. Verdigi karar benim de tasvip ettigim bir karar degil, ama benim acimdan cok onemli bir karar da degil, zira o karar kuvvetle muhtemelen uygulanmayacak, tazminat ile gecistirilecek bir idari surec yaratacak, yani demem o ki, o karar Akyurek’i aklayan bir ceza davasi karari degil… Dink avukatlarinin Mayis ayinda Akyurek da dahil emniyet mensuplari icin dava acilmasina yonelik verdikleri dilekce ilgili kisilere dava acilmasi yonunde bir dilekce ki kuvvetle muhtemel benim yukarida bahsettigim adli sorusturma surecinin hizlandirilmasina yonelik bir girisimdir, zira soyledigim gibi dosya hala sorusturma asamasinda, savcilik tarafindan henuz mahkemeye bir iddianame cercevesinde sunulmadi.

          Bir de son olarak bir noktaya daha deginecegim. Yukarida Nokta dergisi basilirken Ahmet Sik orada calisiyordu, Ekrem Dumanli ne yapiyordu bilmiyordum mealinde asagida verdigim alintiniz benim de merakimi uyandirdi ve Zaman Gazetesi arsivine girip o tarihlerde Dumanli bu konu ile ilgili bir sey yazmis mi diye merak ettim. Once sizden alinti, sonrasinda da Dumanli’nin Nokta dergisi basilmadan hemen once ve basildiktan sonra hangi noktada durduguna iliskin iki yazisi…

          “Ben Ekrem Dumanlı Nokta dergisi basıldığında neredeydi bilmiyorum, ama propagandacı olduğunu işaret ettiği Ahmet Şık’ın nerede çalıştığını biliyorum: Nokta dergisinde[1]. Oksimoronlara böylece bir tanesini daha katan Dumanlı iyice 28 Şubat karşıtlığına sahip çıkacağım derken, göz çıkarıyor.”

          ————————
          (http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=525264&keyfield=) (Bu baskindan onceki yazi. Sayfada asagiya aktarmadigim benzey olaylar, farkli tepkiler diye bir bolum de var; zamani ve ilgisi olanlar icin o kisim da ilginc bir okuma olur diye dusunuyorum)

          Ekrem Dumanlı

          Bu işte bir yanlışlık var, 9 Nisan 2007

          Dünyanın en temel ve genel kuralları bu ülkede adeta tersine işliyor. Mesela gazeteciliğin en mümeyyiz vasfı, özgürlükten yana tavır almasıdır. Daima demokrasiden, ifade özgürlüğünden, sivil toplumdan, şeffaf yönetimden, sorgulanabilir ve denetlenebilir icraatlardan yana bir duruşu vardır gazetecinin.

          Öyle olması gerekir; çünkü varlık sebebi budur. Bizde durum farklı. “Şartlar oluştu, ne duruyorsunuz?” nevinden yazı yazanlar bile var maalesef. Aslına bakarsanız; zekâ düşüklüğüne misal olabilecek bu tür yazılar bir yönüyle faydalıdır. Kimin demokrasiden yana, kimin faşizmden yana olduğu ancak böyle çıkar ortaya. O yüzden merd-i kıpti üslubuyla kaleme alınan yazılardaki arz-ı şecaate dikkat etmek gerekir. Çünkü bu tip yazılar sayesinde şuuraltı patlamalarını görmek mümkün olur. Bir de gizliden gizliye, çaktırmadan yapılan darbeye destek; dolayısıyla demokrasiye köstek çalışmaları vardır. Allah’tan ki son yıllarda medyanın genel temayülü demokrasi ibresinden yana. Kimi zaman o ibre titriyor. Yerinde duramıyor. İşte tam bu noktada satır aralarına serpiştirilen ilişkiler yumağı ve pozisyon seçimi ortaya çıkıyor.

          Andıç dünyanın her yerinde suçtur…

          Nokta Dergisi’nin başlattığı tartışmalar iletişim fakültesinde ders konusu olacak kadar çarpıcı gerçekleri işaretliyor. Mesela şu andıç faciası. Bu belgeler sayesinde anlaşıldı ki; Türkiye’de gazetecilik yapan herkes bir şekilde fişlenmiş. Bazı gazeteler topyekûn “akreditasyon” adıyla zaten suçlanmıştı. Aslında bu, insan hakları ihlaliydi ve Anayasa’ya aykırıydı. Şimdi anlaşıldı ki; akreditasyon uygulanmayan gazeteciler bile “TSK karşıtı” ve “TSK yanlısı” olarak fişlenmiş. Hatta fişleme yapan görevliler hızını alamamış olsa gerek ki; bazı gazeteciler için “askerî müdahale karşıtı” gibi inanılması güç notlar düşmüş. Bu arada bazı gazeteciler için de onur kırıcı laflar sarf edilmiş. Mesela başarılı bir gazeteci için “hırslı, dikkat etmek lazım” gibi sözler kaydedilmiş…

          Andıç, dünyanın her yerinde suçtur; üstelik anayasa suçudur. Bu haber Nokta’da yer alınca bazı gazeteler adeta kampanya düzenledi ve andıç belgelerinin sahte olduğunu iddia etti. Neyse ki Genelkurmay savcısı belgelerin doğruluğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Savcı bey de ilginç bir hamle yaparak, dosyanın çalındığını, ABD’ye gönderildiğini, orada bekletildiğini, bir zaman sonra gazetelere servis edildiğini iddia etti. Bu da başka bir hataydı. Güvenliğin en üst düzey olduğu bir mekândan bilgi nasıl çalınır; çalındıysa niçin ABD’ye gönderilir, orada bekletilmesi ne anlama gelir; bunların hepsi düşündürücü ve bu arada asıl konuyu sulandırıcı açıklamalar. Asıl mevzuu nedir? Yüzlerce gazeteci fişlenmiş mi, fişlenmemiş mi? Önce bu kritik soruya cevap vermek gerekiyor. Askerî savcı “evet” diyor. Peki, şimdi n’olacak?

          Sonunda Başbakan Erdoğan, gazetelere, “Savcılar neden soruşturma açmıyor? Nokta’dan başlayarak olayı soruşturmuyor?” dedi. En doğru yaklaşım bu. Spekülasyon yapacağına dava aç ve yapılanların hesabını sor. Hafta içinde “Bakırköy Savcılığı Nokta’ya dava açtı.” şeklinde bir haber yayıldı. Sonra anlaşıldı ki açılan dava fişlemeyi sorgulamıyor, Nokta’yı sorguluyor ve “vatandaşı askerlikten soğutma” üzerinde duruyor. Pes doğrusu. Dünyaya rezil olmak bu olsa gerek! Ortada fişler var, fişçiler var; suçlanan onlar değil, bu fişleri yayınlayanlar. Böyle bir adalet sistemi olur mu?

          Neyse ki Ankara Başsavcılığı yeni bir soruşturma başlattı. Bu seferki soruşturma işin aslını hedef alıyordu. Nedendir bilinmez; bazı çevreler bu haberle paniğe kapıldı. Yargıda vakıf adıyla örgütlenip her türlü siyasî çalışmayı alenen yapan bir kurumun sözcüleri Başbakan Erdoğan’a yükleniyor. Neymiş; “Yargıyı göreve davet mesajları verilmemeli” imiş. Hayret! Bu işte bir yanlışlık var. Adam, gazetecilerin fişlenmesine kızmıyor, darbe teşebbüslerine tavır almıyor; ama derin bir sessizlik karşısında Başbakan’ın soruşturma açılmasına dair davetinden rahatsız oluyor. Kendine çağdaş hukukçu diyen zevat da “Başbakan topu taca atıyor” diyor ve ofsayta düşüyor.

          Asıl üzülünülecek durum nedir biliyor musunuz, bir dergi üst üste yaptığı yayınları ile hem andıçları gözler önüne serdi; hem 2004 yılında planlanan iki askerî darbe teşebbüsünü. Bazı gazetelerde ve gazetecilerde izahı mümkün olmayan bir mahcubiyet gözleniyor. Kimi bu olaylar karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor. Kimi de kulaklarına üflenen ve hedef saptırmayı planlayan dedikodulardan medet umuyor. Bu arada “darbeci komutan” suçlamasıyla karşı karşıya kalan eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, kasım kasım kasılarak, “sivil toplum örgütü” havasıyla eylemler düzenliyor. Özden Örnek Paşa’ya ait olduğu iddia edilen günlüklerde ortaya çıkan bilgiler Eruygur’u suçlu çıkarıyor. Öyle ki Eruygur, hem kendi devrindeki Genelkurmay Başkanı Özkök’e, hem hâlihazırdaki Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’a karşı suç işlemiş durumda. Durum buysa, askerî savcının harekete geçip, Eruygur’u makamına davet edip, iddiaları sorması, bağlantılarını mercek altına yatırması gerekiyor…

          Yargıya gitmek, itibar kazandırır, kaybettirmez!

          “Halkı askerden soğutmak” bazı nahoş gerçekler gizlendiğinde ortaya çıkar, hakikatlerden kaçıldığında değil. Mesela eski Kuvvet Komutanı İlhami Erdil çok ağır suçlamalarla yargılandı. Yargı yolunu bizzat Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök açmıştı. Öyle bir dava açıldı da Türk ordusu itibar mı kaybetti? Asla. Herkesin gözü önünde gerçekleştirilen davadan ordumuz güçlenerek çıktı. Ve herkes TSK’daki bu açık yürekliliği, doğruluğu, dürüstlüğü alkışladı. Ayrıca işlenen suçun TSK’ya mal edilemeyeceğine, suçun münferit olduğuna dair kanaatler pekişti… Aynı durum, darbe tartışmaları ya da fişleme iddiaları gündeme geldiğinde niçin ortaya çıkmıyor? Düşünün, vaktiyle üst düzey görevlerde bulunmuş bir komutan yetki ve görev sınırlarını aşmış ve hata yapmış; bu durum soruşturulamaz mı; soruşturulduğunda itibar kaybı mı söz konusu olur; itibar kazanımı mı?

          İşin ilginç yanı, aslında askerî cenahtan çok, sivil cephede yaşanıyor. Çünkü askerin reflekslerine bazı açılardan anlam vermek mümkün. Ancak sivil olarak nitelenen kuruluşlara, derneklere, vakıflara, partilere vs. ne oluyor da darbe teşebbüslerinden rahatsız olmadıkları halde, darbe iddialarının soruşturulmasından bu kadar huzursuz oluyor? Bunun sadece demokrasi kültürüyle ilgisi yok; güç kazanımlarıyla, çıkar ilişkileriyle, aşiret dürtüleriyle vs. ilişkisi var. Az biraz rüzgâr esse adına sivil toplum diyen örgütlerin üstü başı dağılıyor ve içlerindeki üniformalar ortaya çıkıveriyor. Asker, bunların çoğundan daha sivil. Bugünlerde esen rüzgâra bir bakın; sonra dönüp gizli üniformalı sivillere bir bakın; göreceksiniz ki hiçbir şey göründüğü gibi değil. YÖK’ün bu günlerde giydiği kara cübbenin altında neler olduğunu görmek için özel bir gayrete gerek var mı mesela?

          ——————

          Bu da Nokta baskinindan hemen sonra yayinlanan 16 Nisan 2007 tarihli yazisi Uc Toplantinin Ortaya Cikardigi Manzara baslikli yazisindan ilgili bolum(http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=528085&keyfield=)

          Ekrem Dumanli

          Nokta Dergisi’ne reva görülen

          Bir aydır Türkiye gündemine Nokta Dergisi mührünü vurdu. Önce andıçları yazdı. Nedendir bilinmez bazı gazete(ci)ler, “Yok böyle bir şey, uydurmadır” dedi. Ancak sonradan anlaşıldı ki bu ülkedeki gazetecilerin neredeyse tamamı “TSK karşıtı”, “TSK yanlısı” hatta “askerî müdahale karşıtı” gibi ifadelerle fişlenmiş. Askerî savcı andıçları doğruladı; ancak müphem bir ifadeyle meseleyi “sızdırma” noktasına kaydırdı. Sonrası spekülasyon… Geçen hafta Genelkurmay Başkanı da andıçların taslak olduğunu, kendisinin görmediğini, TSK karşıtı veya yanlısı gibi ayrımları kabul etmediğini söyledi.

          Nokta, darbe günlüğü diye literatüre giren eski kuvvet komutanlarından Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlükleri yayınladı. Ardından 2004 yılında yapılması planlanan ve başını eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un çektiği iddia edilen darbe girişimlerini yazdı. Eruygur’dan tık yok. O dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa iddiayı zımnen doğruladı; en azından yalanlamadı ve “karşı tarafa da saygı duyulmalı” diyerek hukukî sürece dikkat çekti.

          Sonuç nedir? Darbe iddiaları sorgulanacağına, Nokta Dergisi polis tarafından basıldı, iki gün boyunca didik didik arandı. Bu bir gözdağı mıdır, hukukî bir süreç midir; bunu şu aşamada tam bilmek mümkün değil. Ancak nahoş bir durum olduğu ortada. Bir derginin bilgisayarlarına el koymuş polis manzaraları, Türkiye’yi dünyaya rezil etmeye kâfidir. Düşünün; darbe girişiminden bahseden ve bu konuda henüz muhataplarından tekzip bile almamış bir dergi, sıkıyönetim manzarasını çağrıştıran bir tarzda baskın yiyor. Darbe teşebbüsünde bulunduğu iddia edilen emekli komutan “sivil toplum örgütü başkanlığı” yapıyor ve bu ülkenin adalet sistemi buna “Gel bakalım darbe teşebbüsü suçtur; buna tevessül ettin mi?” diye sormuyor.

          Nokta’ya yapılan baskın bütün meslek örgütlerinin tepkisiyle karşılaştı. Basın Konseyi, Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği… Hepsi de yapılanın yanlış olduğunu; bu görüntünün Türkiye’ye yakışmadığını söyledi. Bu durum sadece meslekî dayanışma açısından değil; demokrasimizin gelişmesi bakımından da önemli. Çünkü “darbe müteşebbisleri”nin yargılanmadığı bir ülkede darbe iddiasına sayfalarında yer veren bir derginin hesaba çekilmesi kaygı verici bir durumdur…

          Cevapla

          • demokrat Says:

            Sayın fmeraklı,

            Hayır ODATV’yi hiç sevmem , açıkçası iddia ettikleri gibi ‘bağımsız’ değil tam da ‘göbekten bağımlı’ olduklarını düşünürüm ama şunda hemfikir olmamız gerekir ki bu yazdıklarını
            ODATV vs hakkında da yazacak ‘zaman’ı bulduğunda inandırıcılığını kanıtlamış olacaktır.

            ” …Bir derginin bilgisayarlarına el koymuş polis manzaraları, Türkiye’yi dünyaya rezil etmeye kâfidir. Düşünün; darbe girişiminden bahseden ve bu konuda henüz muhataplarından tekzip bile almamış bir dergi, sıkıyönetim manzarasını çağrıştıran bir tarzda baskın yiyor…”

            Cevapla

            • fmerakli Says:

              Dogru soyluyorsunuz, ama Zaman gazetesinin genel yayin yonetmeninden bahsediyoruz, Turk basinindaki hakim secici korlukten muzdarip onlarca kalemden birisinden…

              Ben de sirf soylediginiz nedenle bugun Sik ve Sener icin basin ozgurlugu diye ayaga kalkan kalemlerin inandirici olmaktan cok uzak olduklarina inaniyorum.

              Cevapla

          • Altan Alpay Says:

            Dink sorusturmasinin emniyet/MIT mensuplarina uzanmasi soylediginiz gibi hayli uzun surdu, ama bu gecikme onemli olcude Jandarma mensuplari icin de gecerli ve Altan beyin dikkat cektigi uzere AIHM’in karari sureci hizlandirici bir etki yapti.

            fmerakli’ya pek katılmıyorum, davayı izleyen herkezin aşına olduğu gibi ‘bayrak skandalı’ kullanılarak Jandarma daha ilk günden soruşturmanın göbeğine oturtulmuş ve Jandarma için istenen soruşturma izinleri valilik ve içişleri tarafından ivedilikle verilmişti.

            Davayı izleyenlerin farkında olduğu üzere başlandıçta medya genelde Jandarma ve Ali Öz üzerinde durmaktaydı. Zamanla Ali Öz ve ekibi görevi ihmalden yargılandı, yanlış hatırlamıyorsam ilk davada beraat ettiler, sonra emirleri altında çalışan subaylar başka bir şehire tayın olmaları sonucu baskı hafifleyince ifadelerini değiştirip daha gerçekçi itiraflarda bulundular. Sanıkların ilk ifadesinde alınan ihbarın gereğinin yapıldığı anlatılırken, ikinci ifade de kayıtlar üzerinde geriye dönük değişiklik yapıp ihmali örtpas ettikleri ortaya çıktı. Olayın Jandarma boyutunda herşey açıklığa kavuştuğunu ve zanlıların hak ettikleri cezaları aldıkları, olayın tamamen aydınlandığını kesinlikle iddaa etmiyorum ama olayın Jandarma tarafina Polis tarafı ile karşılaştırıldığında orantısızca tek taraflı olarak kurcalandığını düşünüyorum.

            Bu tür olaylarda aktörlerinin (Yargı, Medya, Hükümet) hangi unsurlara daha şevkatli davrandıkları, hangi unsurları kayırdıkları, kımleri öne çıkarmaya çalıştıkları aslında büyük resim hakkında hayli ipucları veriyor. (İngilizcede ‘favored elements’ terimi

            Başından beri hükümetin (Jandarma için baştan beri izin verip, polis için 4 senedir -AIHM kararina kadar- savsaklaması), medyanın (cemaat medyasının olayın sadece Jandarma boyutunu abartıp, polis tarafını tamamen filtrelemesi), yargının (Dink avukatlarının soruşturma izni verilmemesine itiraz için açıtıkları idari davaların hepsinin red edilmesi) resmi çok ilginç kılıyor.

            Devlet aygıtının ve bir takım medyanın benzer olaylara farklı tepkiler vermesine alıştık, artık devlet içinde ama kökü devlet dışında ‘dokunulamayan’ bir takım oluşumlar olduğu aşıkar.

            Her gün bunun başka başka örneklerini görüyoruz, mesela bugun güncel olması bakımından Baransu’yu dinleyen Askerlerin süratle yargılanıp hak ettikleri cezaları aldıklarını öğrenmiş olduk:
            http://haber.gazetevatan.com/taraf-muhabirini-dinleyen-askerlere-ceza-yagdi/379156/1/Gundem

            Bence çok güzel bir gelişme, hak ettikleri cezaları almış olduklarını görüyoruz, fakat benim itirazim resmin görünmeyen yüzü hakkında,Baransu Türkiye’de dinlenilen tek gazeteci değil. Bugun binlerce kişi cemaat oluşumları tarafından yasadışı dinleniyor, bu dinlemeler gerek medyada ifsa edileyerek, gerekse ıddanamelerde kanıt olarak kullanılıyor. Fakat yasadışı dinlemeler açısından mevzu bahıs Baransu ve sanıklar asker olunca gayet hızlı şekilde ilerleyen adaletin cemaat oluşumlarına gelince sus pus olması beni şaşırtıyor.

            Bu Dink olayında olduğu gibi ‘Yaşadışı Dinleme’ ve benzeri olaylarda işin ucu zülfiyare dokunursa sürüncemede, savsaklanan süreç, hedefte ‘unfavored elements’ olunca birden aslan kesilmesi dikkatlerden kaçmıyor.

            Diğer başka bir örnek Sabri Uzun’un ifadesiyle ilgili ve balyoz davası ile birebir ilgili olduğu için burada linkliyorum:

            http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17845462.asp?gid=386

            “Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın iddiaları üzerine emniyet müfettişleri tarafından bilgisine başvurulan eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un ifadesini mahkeme “yürümekte olan bir soruşturmanın gizliliğini” gerekçe göstererek, sanık avukatlarına vermeme kararı aldı.”

            Sabri Uzun’un ifadesi sanık avukatlarının “bütün sahte planların, sahte belgelerin nasıl üretildiğini, kim tarafından üretildiğini, bütün bu olayın detayı anlatılmış durumda” şeklinde yaptığı istek neticesinde istenmiş. Heralde ‘zülfüyare’ dokunma ihtimaline karşı sanık avukatlarına verilmemesi kararlaştırılmış.

            Belirli odakların işine gelmeyen soruşturmalar kah ‘soruşturma izni’ verilmeyerek, kah ‘gizlilik kararı’ çelmelenmesi çok manidar buluyorum.

            Cevapla

            • fmerakli Says:

              Altan bey,

              Soylediklerinizin buyuk bolumunde haklilik payi var, ama yorumunuzun giris kisminda biraz sikintili oldugunu dusundugum bir ifadeniz yer aliyor.

              Bayrak skandali kullanilarak Jandarma’nin ilk gunden sorusturmanin gobegine oturtuldugunu ifade etmissiniz, kanimca bayrak skandali nedeni ile Jandarmanin bizatihi kendisi ilk gunden kimi mensuplarini sorusturmanin gobegine oturtmustu.

              Dink davasinin ilk donemlerinde oklarin daha cok Jandarma’ya cevrildigi konusunda haklisiniz, ama ben iclerinde donemin valisi ve emniyet muduru de dahil kilit konumdaki sivil kamu gorevlilerinin hakkinda acilan adli sorusturmayi gecikmis ama dava acisindan cok onemli bir aim olarak goruyorum. Umarim bu soruusturma en kisa zamanda aciklanir ve soz konusu kamu gorevlileri hakkinda da bir iddianame duzenlenir.

              Cevapla

              • Kemal Says:

                “…ama ben iclerinde donemin valisi ve emniyet muduru de dahil kilit konumdaki sivil kamu gorevlilerinin hakkinda acilan adli sorusturmayi gecikmis ama dava acisindan cok onemli bir aim olarak goruyorum. Umarim bu soruusturma en kisa zamanda aciklanir ve soz konusu kamu gorevlileri hakkinda da bir iddianame …”

                Farkındasınız değil mi, 4.5 yıl geçmiş. Kim engelliyor? Kaya Minik mi?

                Cevapla

          • acracia Says:

            Fmerakli:

            Ramazan Akyurek hakkindaki tartismayi uzatmak niyetinde degilim, asagida da dedigim gibi. Ancak o tartisma esnasinda ortaya cikmis, en iyi ihtimalle bir yanlis anlama veya hatali okumadan kaynaklanan luzumsuz vakit kayiplarina giriyorsunuz diye uzuluyorum. Bakin aciklayayim; belki ileride iletisim kurmaya calistigimizda yol gosterici olur

            1) Nokta Baskini’nda Dumanli’nin nerede olduguna dair zahmet edip bakinip yazmissiniz.

            Yani bu sizin buldugunuzdan, benim anladigim sudur: Acracia, bakin bu adam lafinin arkasinda, Halbuki konu o degildi. Zira Demokrat beni hakli olarak uyarmisti.
            Ben de sayesinde aciklama vesilesi bulmustum.

            Soyle demisti Demokrat:

            “Yazınızın şu bölümüne katılamıyorum; baskın zamanında Ahmet Şık’ın NOKTA dergisinde çalışması ve baskını Ekrem Dumanlı’nın eleştirmesi arasında bir mantıkdışılık yok bana göre. Ahmet ŞIK’ın o dönemde orada
            çalışmasının çok bir önemi olmadığı gibi,bu baskınla bildiğim kadarıyla sadece Alper Görmüş suçlandı.Ha şöyle deseydiniz belki daha anlaşılır olurdu; Sayın Dumanlı neden diğer baskınları eleştirmiyorsunuz?”

            Ben de soyle demistim:

            “Bu soruyu sorunca, yani neredeydiniz sorusu, sanki nerede olmak onemliymis gibi
            bir vurgu cikiyor. Yani simdi konusmayin anlamina geliyor. Oysa ben o donemde Dumanli’nin nerede oldugunu bilmiyorum gercekten de, ama eger nerede olmak oyle onemliyse Ahmet Şık oradaydi diyorum. Nitekim Alper Gormus yukarida referans verdigim yazida buna cevap vermis:
            “İlk sözüm, benim itirazımı, tanıklığımı kendi dillerine tercüme edip, bundan, “Gördüğünüz gibi Ahmet Şık düşündüğünüz gibi bir gazeteci değildir” sonucunu çıkaran başta Zaman gazetesi olmak üzere bazı muhafazakâr çevrelere…
            Bir daha söylüyorum: “Darbe Günlükleri’ni yayımlayan gazeteci Ahmet Şık değildir” cümlesi, “Ahmet Şık, Darbe Günlükleri’ni yayımlayabilecek bir gazeteci değildir” anlamına gelmez. Öyle olsaydı, Nokta’da Darbe Günlükleri’nden birkaç hafta önce yayımladığımız “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gazeteci andıcı” haberinin altında imzası olmazdı.”
            ***
            Ancak bu serh bir kenara, kesinlikle size katiliyorum. Bir yerde olmak cok da onemli degil, benim de vurgulamak istedigim kendi mantigim degil, Ekrem Dumanli’nin mantigiyla dusunuldugune ortaya cikan oksimoron idi. Umarim meramimi anlatabilmisimdir.”

            Yani, Ahmet Şık kitabinin pesinden Radikal gazetesine giden polisleri elestirenlerin arkasindan kaleme almis oldugu o yazida Ekrem Dumanli “Nokta baskini esnasinda nerdeydiniz” diye sorunca, bundan da bir yerde olmanin onemli oldugu anlami cikiyor, ama bu benim mantigim
            degil (ki siz benim mantigim zannederek hemen o acigi kapamak istemissiniz, eksik
            olmayin) ama Dumanli’nin mantigiyla bakarsak Ahmet Şık oradaydi diyorum.

            “Ekrem Dumanli neredeydi bilmiyorum gercekten” kismi da sizin oyle oldugu gibi aldiginiz ve yanit vermeye zahmet ettiginiz gibi ciddi bir soru degil, retorik bir soruydu, yani arastirmaya gerek duymadigim cunku aslinda onemli olan ve vurgu olmasi gereken kisim orasi olmadigindan mutevellit, asil cumlede onemli olan kisim kendisinin Ahmet Şık kitabi uzerinden tepki verilmesine karsilik “Nokta esdasinda neredeydiniz?” minvalindeki sorunun aslinda temelinde yatan oksimoron idi. Zaten yukarida portakal diyenlere daha once aklin neredeydi diye hesap sorulmasinin aslinda bastan sakat oldugunu dile getirmistim; bu da ayni hesap.

            2) “Bir de bir noktanin altini cizmek lazim, Akyurek hakkinda verilen goreve idare karari Idare Mahkemesi tarafindan verildi ve Akyurek’in hakkinda acilmis olan ve gorevi ihmal karari verilen idari sorusturma dosyasi ile ilgili bir karardi. Yukarida dosya numarasini verdigim sorusturma dosyasinda ismi olanlardan birisi yine Ramazan Akyurek ve bu dosya bir idari sorusturma dosyasi degil, aksine bir adli sorusturma dosyasidir. O yuzden, en azindan benim acimdan, genelde emniyet mensuplari, ozelde de Ramazan Akyurek’le ilgili olarak Acracia’nin iddia ettigi gibi bir saibe olduguna inandiracak olan gelisme, bu adli sorusturma dosyasinin ustunun ortulmesi olur. Ben bu olasiligi disliyor degilim, ama su ana degin boyle bir izlenim edinmedim; Fethiye hanim’la da en son bir kac ay once gorustum; onun da bu sorusturmayi cok onemsedigini biliyorum.”

            AIHM’yi unutmussunuz. Bunun neden simdiye kadar derinlemesine arastirilamadigi saibe yaratan seydir, zaten. Satirlarca bunu yazdim. Tutarsizliklar, tuhafliklar da ek olarak verildi. Ayrica Altan Bey’in aciklamasini yaptigi AIHM boyutu da mevcut.
            Benim ne dedigim net.

            Ayrica dava dosyasi numaralarini nereden aldiginiza dair kaynagi belirtmemissiniz, onu rica etmistim. Seffaf referans verebilirsek iyi olur, isteyen kendisi bakar. Bir de daha once de dile getirdigim gibi google konusunda cok usta olmadigim icin, hangi arama kelimeleriyle nasil ulastiginizi gosterirseniz, belki bundan sonra biz de ayni kolaylikla bu tur davalarla ilgili bilgileri ediniriz. Size de zahmet vermemis oluruz. Zira verdiginiz o Radikal haberinde bu detaylar yok.

            Velhasil, asagida dedigim gibi bu konuda benim ne dedigim cok net, daha fazla uzatmak icin degil sunun icin soyluyorum:

            Bu durumda benim size “aklamak” dememi—sucsuz oldugunu iddia ediyorsunuz anlaminda okumus ve hakkindaki davayi buraya ben tasidim olur mu oyle sey minvalinde yazmissiniz. Yanlis anlamissiniz. Zira aklamak bu baglamda sucsuzdur degil, saibe yoktur demek anlamina geliyor. Ki siz de bunu yukarida diyorsunuz. Oysa isin AIHM, neden simdiye kadar geciktirildigi kisminin uzerinde durmak ihtiyaci duymuyorsunuz.

            Hatta neden bilmem, bu davanin simdi acilabilmesinin ve gecikmesinin sebeplerine degil, dava dosyalarini vererek sonuca dikkat cekmeye calisiyorsunuz, yani “evet ama o davalar acildi” minvalinde konusuyorsunuz yani baska bir yere dikkat cekmeye calisiyorsunuz izlenimi edindim.

            Bu sebeple de aklamak icin (yani davalar suruyor bir sorun yok su asamada anlamina gelen sozleriniz uzerine) gosterdiginiz cabada soz ettim. Burada da aklamak sucsuz demek degil, tam tersine sizin nereden edindiginizi bilmedigim dava dosyalari numaralari koyup tam gecikti ama suruyor o dava diyerek saibe yoktur demeniz, ve nedense AIHM olayini atlamaniz.

            Zira evet gecikmistir ama dava var gibi bir anlam cikiyor. Oysa konu bu degil. Konu
            zaten “niye gecikti”dir. “Niye bazi sorusturmalara izin verilmemistir?”dir.

            Bunlari niye yazdim? Hem yanlis anlamayi/okumayi gidermek, hem de sizin konuyu carpittiginizi dusundugum icin. Bunu bilerek yaptiginizi da soylemiyorum. Bir onemi de yok. Ama cok olan bir sey.

            Bir de bunlardan ayri bir seye gecip su eki yapayim:

            Avci kitabiyla ilgili en yukarida sunu dile getirmistim:

            “Bu konuyla ilgili Ankara Cumhuriyet Bassavciligi inceleme baslatti ancak bu dava ne oldu, o savci hala yerinde mi teyit edemedim. O yuzden ancak bu kadarini biliyorum, bilen baskasi varsa lutfen eklesin.”

            https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/05/17/bir-analiz/#comment-6957

            O yuzden tekrar dile getirdigimde “soru” dedim. Diger taraftan, bakin ben savcinin adini bile bilmiyordum. O kismi yazdiginiz iyi olmus; cok tesekkurler.

            Epey ortada olan o bilgilere link verebilirseniz, makbule gecer. Sayenizde ogrenmis olurum. Yalniz en basta bu davayi yuruten sahsin adiyla beraber haberini veren bir haber koyabilirseniz (ben yalniz bassavcilik diye gormustum ki yanlis olarak hatirlayip savcilik yazmisim, duzelteyim bu arada) ve sonrasini da, zahmet olacak derdim ama yurekleniyorum boyle baska ne tur seylere vakit ayirdiginizi gordukce. O yuzden o linkleri verirseniz makbule gecer, burasi derli toplu dursun diyebiliyorum.

            Cevapla

            • acracia Says:

              Cok hizli yazdigim icin tekrarlar olmus, ozur dilerim.

              Cevapla

            • fmerakli Says:

              Acracia,

              Dosya numarasini bir internet sitesinden bakip vermedim. Ileride olasi bir kitaba donusturmek uzere Balyoz/Ergenekon davalari ile ilgili bilgi/belge topluyorum uzunca bir zamandir. Bu dosya ile bilgileri de Turkiye’den bir arkadasim email ile yollamisti. Ama internette sizin yorumunuzu okuduktan sonra baktim, google’da dosya numarasini girerek pek cok farkli kaynaga ulasabilirsiniz, diediginizi de kaynak olarak bloga tasirsiniz. Keza Avci’nin kitabi hakkindaki sorusturma ile bilgiler de internetten toplanmis bilgiler degil. Keles’in Gulen hakkinda sorusturmayi acan savci oldugunu yillardir biliyorum, Mart ayinda gorevden alindigini da gazetelerde okumustum ama ana kaynak yine bana yollanan bir emaildi. Ama simdi baktim, NTVMSNBC’de kaynak olarak kullanabileceginiz bir haber var, buyrun linkini:

              http://www.ntvmsnbc.com/id/25196009/

              Bu arada haberde savci Keles icin Ugur Mumcu cinayetini cozen savci oldugu da soylenmis ki ben buna cok sasirdim. Ugur Mumcu cinayetinin cozuldugunden haberim yoktu. 🙂 Oglu Ozgur Mumcu’nun da haberi olmasa gerek 🙂 , zira bir kac ay once yakinlarini faili mechul cinayetlerde kaybeden aileler ile birlikte etkinlikler duzenlemisti; asagidaki satirlar da Ocak ayinda yayinlanan bir yazisindan:

              “Bugün ‘Mumcu Suikastı’ düzenleyicilerinden yargı karşısına çıkarılamayan suçun asli failleri ve azmettiricileri hakkında yürütülen soruşturma ve kavuşturmada ihmali görülen yetkililer hakkında cezalandırılmaları istemiyle suç duyurusunda bulunuyoruz.” (http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1037663&Yazar=%D6ZG%DCR%20MUMCU&Date=24.01.2011&CategoryID=97)

              NTV’nin o habere savcinin Mumcu cinayetini cozdugu seklinde bir bilgi sokusturmasi da ilginc, zira ailesi dahil pek cok kimse icin o dava Mumcu cinayetinin cozuldugu degil, asil fail ve azmettiricilere ulasmadan ustunun ortuldugu bir dava olarak kabul ediliyor.

              Bu arada savci Keles’in yerine atanan yeni savcilar Avci’nin kitabindaki iddialar ile ilgili takipsizlik karari vermisler, yillar once Yargitay’in Gulen icin verdigi beraat kararini animsatan bir gerekce ile: Terorle mucadele kanunu kapsaminda Fethullah Gulen cemaati isimli bir orgute raslanilmamistir…

              “Hanefi Avcı`ya ait kitabın tamamının ve özellikle cemaat isimli bölümünün Hanefi Avcı tarafından Cumhuriyet Başsavcıvekilliğimize verdiği ifadenin ve dosya içerisindeki diğer delillerin incelenmesinde, iddiaların soyut iddialar olup, somut herhangi bir delil ve belgenin sunulmadığı, iddiaların genel olarak yazarın kendi düşünce ve kanaatlerine dayandığı, kendisine geldiğini iddia ettiği bilgi ve belgelerin nereden, kimin tarafından gönderildiği konusunda net bilgiler vermediği, bu nedenlerle kitapta belirtilen hususların soyut iddiadan ibaret olduğu, bu nedenle şüpheliler hakkında kamu davası açmaya yeterli ve inandırıcı başka deliller de bulunmadığından, şüpheliler hakkında, `Anayasal düzeni değiştirmek amacıyla suç örgütü kurmak ve bu örgüte üye olmak` iddiaları nedeniyle kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.”

              (http://www.aa.com.tr/tr/gulen-sorusturmasina-takipsizlik-2.html)

              Cevapla

              • acracia Says:

                Fmerakli:

                Linkler ve bilgi icin tesekkur ederim. Bu sayfa bir arsiv gibi dursun istiyordum bu konuda, bunlarin girdigi cok iyi oldu.

                Cevapla

  27. Altan Alpay Says:

    Konuyu toparlamak açısından araya girip Dink Davası sürecinin kronolojik sırasına dikkat çekmek isterim, özellikle ‘zaman’lamanın ne kadar manidar olduğunu göstermesi açısından:

    2010 Temmuz – Türkiye Dink Davasında AİHM Savunmasını Yolladı (Dink’i Hitler’e benzetip,’kendi kendini vurdurtmuştur’ tarzı akıllara ziyan bu savunmanın detaylarına girmiyorum)
    2010 Eylul – AİHM Türkiye’yi suçlu buldu ve süphelilerin yargılanmasını istedi
    2010 Kasım – Dink Ailesi Avukatı Fethiye Hanım ‘AİHM kararı gereğince yeni soruşturma açılması’ konusunda özel yetkili savcılığa dilekçe veriyor
    2011 Ocak – Adem Yavuz Arslanın Kitabı Cemaat Projesi kokan sipariş üzerine aceleyle sızdırma bilgilerle yazılan kitabı çıkıyor.
    2011 Şubat – İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Ramazan Akyürek ve 30 kamu görevlisi hakkında soruşturma açılıyor.

    AİHM kararı Dink Davasını kapatılmak üzereyken ‘makus talihini’ -şimdilik- tersine çeviren mihenk taşıdır.

    Sayın fmeraklı’nın bahsettiği “Akyurek hakkinda acilmis” olan ceza soruşturması AİHM iteklemesiyle zorunlu olarak açılmış bir soruşturmadır.

    Radikal Gazetesinde Avukat Fethiye hanımın sözleri sanırım tüm açıklığıyla bu soruşturmanın neden açılmak zorunda olduğunu anlatıyor:

    Alıntılıyorum: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&Date=7.2.2011&ArticleID=1039260&CategoryID=77

    “O dilekçede dedik ki, ‘AİHM kararı gereğince dilekçemizde yazılı kamu görevlileri hakkında yeni soruşturma açılması lazım. Ve görevsizlik kararı vermeyin. Bu soruşturmaları 4483 sayılı yasaya göre yapmayın. Çünkü AİHM bu konudaki engeli ortadan kaldırmıştır ve bu kişilerin suçları esasen sizin görevinize girmektedir. Yani özel yetkili ağır ceza mahkemesinin görevine girmektedir, bu dosyayla ilişkilidir. O nedenle bu soruşturmayı siz yürütün.’ Savcılık bu aşamada her zaman yaptığının aksine görevsizlik kararı verip dosyayı göndermeyip, burada ayrı bir soruşturma dosyasıyla, bu soruşturmayı yürütüyor. Şu andaki yeni gelişme budur. Yani aralarında Celalettin Cerrah’ın da, Ali Öz’ün de, Ramazan Akyürek’in de bulunduğu toplam 30 civarında kamu görevlisi hakkında soruşturma savcılıkça yürütülüyor.”

    Ve kanımca bu yeni soruşturma hükümetin ve cemaatin Dink davası stratejisini değiştirmelerine yol açmıştır. Söyle ki Cemaat ve Hükümet 4 seneden beri soruşturma izni vermeyerek, savsaklayarak, delilleri yok ederek ve davayı zamana yayıp unutulmasını sağlamasını ummak gibi bir strateji izlerken artık sorumlu kişilerin yargılanmaktan kaçış imkanı kalmadığından dolayı bu dönemeçte ‘Cemaat’ hedef saşırtma,dosyayı Ergenekon’a veya başka bir davayla birleştirip dikkatleri dağıtma stratejine geçmiştir.

    Dolayısıyla Adem Yavuz Arslan’ın kitabını bu açıdan değerlendirirsek bu stratejiyle oldukça uyumlu olduğunu görebiliriz. iTunes’dan $6 indirebileceğiniz kitabın büyük kısmı kanımca gereksiz ve -muhtemelen- yer doldurmak için sokuşturulduğunu düşündüğüm 2002’den beri MGK kararları,misyonerlik faliyetlerine karşı alınan önlemler,misyonerler hakkında tutulan istihbarat raporları vb gibi sayfalarca alakasız detaylarla doldurulmuş, sonuna doğru Dink operasyonu gizli bir tanık ifadesi ve Veli Küçük/Ali Öz fotosuyla Jandarmaya kitlemeye çalışmış, bu esnada tutuklu polis müdürleri Sabri Uzun ve Engin Aslan’ı ‘ergenekonculukla’ suçlamış, Ramazan Akyürek’e dokunduran Başbakanlık teftiş raporuna ve R.A. zor durumda bırakan içişleri müfettişilerine çakılmış, reçeteye biraz MİT, biraz JİTEM eklenmiş amma velakin *tamamen tesaduf* ne Cemaat ne R.A. kısaca Zülfüyare dokunulmamış hatta böyle bir oluşum yokmuş gibi es geçilmiş, kısaca tam cemaat siparişi bir kitap yazmış ki kanımca bu kitabın bagımsız bir gazetecilik ürünü olmadığını ve bir proje kapsamında yazıldığını varsayarsak Hrant Dink davasının geleceği hakkında önemli ipucları verdiğini düşünebiliriz.

    Kitapta ‘Dink Cinayeti Jandarma Operasyonu’dur şeklinde çok cesur bir ifade var. Peki nasıl? Çünkü Erhan Tuncel’in ev arkadaşının tanıştığı bir Jandarma astsubay cinayetten bir gün önce istanbuldaymış! Hatta sorguda istanbul’da olduğunu hatırlamamış, kaçamak cevaplar vermiş! Şaka bir yana her bilginin mutlaka araştırılması gerektiğine inanıyorum ama Emniyetteki bazı gruplar tarafından biraz kastırma zorlama yapılıyor gibi geldi, proje kapsaminda 1-2 senedir muhtemelen Trabzon’daki tum askeri personelin iletisim kayitlari analiz edip boyle baglantilar ortaya cikartilmaya calisiyor ve en ufak parallellik bulunduğunda abartlıp zorlama deliller uretildigi kanisi oluştu bende.

    Hem Ulusalcılara hem de Cemaat’e mesafeli yaklaşan sol ve bianet’te kitap hakkında güzel analizler var, bir tanesi ‘Cemaat Dink cinayetinde polisi aklama çabasında’ diye tavsiye ederim:
    http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/cemaat-dink-cinayetinde-polisi-aklama-cabasinda-haberi-38205

    Yine AKP liberallerinden bile pek olumlu eleştiriler almamış,mesela Kurşat Bumin’in eleştirisi hayli manidar:
    http://www.timeturk.com/tr/makale/kursat-bumin/tuhaf-bir-kitap-bi-ermeni-var.html

    Buminin yazısında Fethiye hanımın kitaba çok kinayeli yaklaştığını öğreniyoruz:

    “Avukat Fethiye Çetin ise kinayeli bir havadaydı. ‘Bu bilgilerin, başından beri devlet kurumlarının elinde olduğu anlaşılıyor. Cinayetin aydınlatılması için sunacaklarına, anlaşılan, gazetecilere kitap yazdırmak için tutmuşlar’ dedi.”

    Sayın fmeraklı’nin dediği gibi Hosrof Dink bu kitaptaki bazı bilgileri önemli bulmuş olmalı ki dilekçeyle mahkemeye delil olarak sunmuş. Ama fmeraklının gözden kaçırdığı nokta bu haberden 3-4 ay sonra Nedim Şener tutuklandığında Hosrof Dink’i kah Beşiktaş Adliyesi önünde gece 4’te Nedim’in tutuklandığı mahkemenin karar vermesini beklerken,kah Nedim için Oturma eyleminde, Ahmet Şık için yapılan yürüyüşlerde hep baş rollerde gördük,kuru bir teşekkur mektubu ile karşılaştırdığınızda gerçekten durduğu yeri belli etmiş.

    Yine SOL güzel birşey yapmış Zaman gazetesi ağzıyla Hrant Dink Davasındaki tüm ‘ilginç tesadufleri’ listememiş, tarihe not düşmek açısından:
    http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/hrant-dink-utanclari-haberi-38225

    Bu listede olmayan 3 önemli noktayı da belirtmek isterim:
    – Trabzon Polisinin istihbarat elemanlari hakkinda tuttuğu dosyalar R.A’nin emriyle yok edilmiş (Devlet Sırrı teranesi) Böylece zanlılarla diğerleriyle ne zaman çalışılmaya başlanmış, ne bilgi getirmişler, hangi emirleri almışlar bilemiyoruz.
    – Polis memuru Zenit’in tüm dinlemeye takılan kayıtları yok edilmiş. (Şu meşhur Dink vurulduktan 30 dk sonra telefon açıp ‘oğlum siz mi vurdunuz lan?’ muhabbeti mesela esrarengiz şekilde yok olmuş, mahkeme kayıtlarında bile yok)
    – Yine Polis Memuru Zenit’in iletişim bilgileri emniyet istihbarat veritabanından silinmiş. Ahmet Şık’ın kitabında Hanefi Avcı’nın bu konuda yorumları var, merkezi veritabanindan bu bilgileri silmek için bilgi işlem operatorleri dahil bir çok kişinin onayı alınması gerektiğini dolayısıyla organize ve bilgi işleme kadar uzandığı için hayli yükseklerden kumanda edilen bir operasyon olduğundan bahsetmiş.

    Dink davasında bundan sonraki süreç tahminimce bir takım gizli tanık ve baskınlarda elde edilen bilgilerden yola çıkarak davanın Ergenekon’a kaktırılıp R.A’dan mümkün olduğu kadar uzakta tutulup çıkmaza sokulması ve o şekilde en az 4-5 sene kazanılması şeklinde olacak gibi.

    Bu arada Cemaatin savunma hattını ve oyun planını R.A’ya göre ayarlaması bu kişinin hiyerarşideki önem derecesini hakkına ipucu veriyor.

    Cevapla

    • fenerant Says:

      Emniyet hiç bir raporu imha etmez. İmha edilen asıllarını fotokopileridir.
      Emniyet raporları hatta salıverilen şüphelilerin gözaltı ve yakalama tutnaklarını 40 yıl sonra bile zamanı geldiğinde veya ihtiyaç duyulduğunda açıklar. Osman Kaçmaz’ın öğrencili yılllarındaki rapor örneğinde oluğu gibi. Mahkeme istese bile vermeyebilir. İşlerine gelince her türlü rapor ortaya çıkar.

      Cevapla

  28. Dramalı Rıza Says:

    Sayın Acracia,
    Öncelikle detaylı analiziniz için teşekkür eder, ellerinize sağlık derim. Herkes sizin gibi herhangi bir konuda detaylı bir analiz ve çalışma yapmayabiliyor. Örneğin bu ülkede bir insanı suçlamak için çok bir çaba harcamanıza gerek yok. Sahte belge ve tanık, bunları meşrulaştırmak için vargücüyle çabalayan yandaş bir medya ve o medyada yazan her şeye düşünmeden, sorgulamadan körü körüne inanan bir kitle.
    Ülkemizde sahte tanıklarla insanları suçlamak artık o kadar kolay ki, aklıma ortaçağ’daki engizisyon mahkemelerinde bile bu kadar kolay suçlama yapılabiliyor muydu diye bir soru geliyor.
    Haberin linkini aşağıya verdim, ama önemli kısmını da koymak istedim.Şunu da söylemek isterim, yarın bir gün bir tanık çıkıp biz sahte delil hazırladık diye yemin billah etsede bu ülkede ona değil, yandaş medyanın görüşlerine inanacak insanlar çıkacaktır.

    http://haber.gazetevatan.com/Haber/379215/1/Gundem

    …Mahkemede daha önceki ifadelerini tekrar eden Efe, “İlhan Cihaner’i 2009 yılında orduevinde sabah kahvaltıda Albay Dursun Çiçek ve rütbeli birkaç subayla gördüm” dedi. Bu sırada söz alan Dursun Çiçek ile Gizli Tanık Efe arasında ilginç bir konuşma yaşandı. Gizli tanık Efe’nin Dursun Çiçek’i ordu evinde gördüğünü söylemesi üzerine Efe’ye soru yönelten Çiçek, “Ne giyiyordum” diye sorunca ilginç bir tartışma başladı…
    D.Ç: Beni orduevinde gördüğünü söylüyorsun. Peki ben o gün ne giyiyordum?
    EFE: Üzerinde yeşil resmi bir üniforma vardı.
    D.Ç: Denizciler yeşil üniforma giymez.
    EFE: Pardon karıştırdım, beyaz bir üniforma vardı.
    D.Ç: Ocak ayında beyaz üniforma mı giyiyordum?
    EFE: Tam olarak hatırlamıyorum. Başka bir renk olabilir.
    D.Ç: Her şeyi hatırlıyorsun. Kimler olduğunu ve ne konuştuğumuzu bile hatırlıyorsun. Ne renk kıyafet giydiğimi mi hatırlamıyorsun?…
    (DramalıRıza not: Denizciler kışın siyah giyer)
    Saygılarımla

    Cevapla

    • demokrat Says:

      bir de buna bakın:

      Kamuoyunda ‘AK Parti ve Gülen’i Bitirme Planı’ olarak bilinen davanın dünkü duruşmasında ilginç bir gelişme yaşandı. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, gizli tanık Efe’nin yan odada hazır olduğunu belirterek duruşmayı başlattı.

      Bu sırada gizli tanık Efe, tanık odasında değil, kimliğinin gizli kalması şartıyla mahkeme heyetinin karşısında konuşmak istediğini söyledi. Bunun üzerine basın mensupları, sanıklar ve izleyiciler duruşma salonundan çıkarıldı. Gizli tanık Efe, 3 Aralık 2009’da savcılığa verdiği ifadede, Erzincan ve bölgesinde Albay Dursun Çiçek imzalı eylem planının bazı adlî ve askerî birimlerde görev yapan şahıslarla birlikte nasıl uygulamaya konulduğunu ve Ergenekon’un faaliyetlerini anlatmıştı.

      ‘Kaos planı’ davasının 18. duruşması İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri’de görüldü. 7 sanıklı davanın dünkü duruşmasına, tutuklu sanıklar Albay Dursun Çiçek ile Mehmet Deniz Yıldırım ve avukat Serdar Öztürk katıldı. Üye hakimlerden Hüsnü Çalmuk, gizli tanığın, kendi sesiyle konuşmak istediğini söyledi. Mahkeme Başkanı’nın söz vermesi üzerine konuşan gizli tanık ‘Efe’, “Mümkünse salondaki herkesin karşısında ifade vermek istiyorum.” dedi. Talep kabul edildi. Mahkeme Başkanı, ‘Efe’nin, kimliğini açığa çıkaracak yayınların yasak olduğunu ve yapılacak yayınlarda tanığın ‘gizli tanık Efe’ olarak yazılmasına karar verildiğini belirterek, dinleyici ve basın mensuplarının salondan çıkarılmasına karar verildiğini kaydetti. İzleyici ve basın mensuplarının dışarı çıkarılmasının ardından, sanıklar ve avukatların da bulunduğu duruşma salonunda, gizli tanığın ifadesinin alınmasına başlandı. ‘Efe’nin, savcılıktaki ifadesinin okunduğu öğrenildi. Savcılık ifadelerini kabul ettiği öğrenilen gizli tanığa Cumhuriyet savcılarının sorularının ardından diğer sanıkların soru sordukları kaydedildi. Avukatların gizli tanığa soru yöneltmesi sırasında Cumhuriyet savcısının bazı sorulara itiraz etmesi üzerine tartışma çıktığı ve mahkeme heyetinin duruşmaya 15 dakika ara verdiği öğrenildi. Aranın ardından devam edilen duruşmada, avukatların gizli tanığa soru sormaya devam ettikleri bildirildi. Duruşma bugüne ertelendi.

      Gizli tanık Efe’nin iddianamede yer alan ifadelerinden bazı bölümler şöyle: “Başsavcı İlhan Cihaner, adliye içerisinde ve çeşitli kurumlarda ‘cemaatçi, tarikatçı’ diyerek fişleme yapıyordu. Erzincan Asayiş İstihbarat Kısım Komutanı Şenol Bozkurt, Cihaner’e bir dosya ve CD’ler vererek bunların Nedim yüzbaşı tarafından gönderildiğini söyledi. Şenol bana bu dosyaların cemaat ve tarikatlarla ilgili bilgilerinden oluştuğunu, CD’lerde bakan, milletvekilleri gibi birçok kişinin ses kaydı olduğunu söyledi. Başsavcı’yı 2009 yerel seçimlerinden 15-20 gün önce (veya seçimlerden 15 gün sonra) orduevinde sabah kahvaltısında Kurmay Albay Dursun Çiçek ve rütbeli birkaç subayla gördüm.”

      http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1138033&title=gizli-tanık-gizlenmek-istemedi

      Cevapla

      • demokrat Says:

        sanki biraz eksik değil mi?

        Cevapla

        • fmerakli Says:

          Vatan’daki haberin dogru oldugu varsayimi ile eksik. Ben kendi adima mahkeme tutanaklarini beklemenin en dogru secenek oldugunu dusunuyorum.

          Cevapla

          • Dramalı Rıza Says:

            Sayın Demokrat,
            Bence haber eksik değil, en azından Zaman için. Zaten Acracia’nın anlatmak istediği de bu olsa gerek. Zaman herhangi bir konuda haber yaparken, tarafsız (en azından kısmen) bir gazete gibi değil de, bir yandaş olarak bu konuyu nasıl kendime ve cemaatime yontabilerim” şeklinde haber yapıyor. Böylece yandaşlara verilmesi (veya gösterilmemesi) gereken haberleri iletiyor, toplumun bilinç altında yalanların gerçek olarak algılanması sağlanıyor (kırk kere söylersen olur misali).
            İşim gereği her sabah bütün gazetelere bakıyoruz ve aşağıdaki Zaman ekonomi haberini sizinle paylaşmak istiyorum.
            Haberin konusu Lufthansa Türkiye Müdürü’nün röportaji ama röportajin sonunda birden konunun anlam bütünlüğü ile uyuşmayan bir yorum geliyor (aynen üniversite sınavlarında sorulan yukarıdaki paragrafta uyumsuz cümle nedir gibi).

            … Lufthansa Türkiye Müdürü, grup bünyesindeki havayollarının geçen yıl yüzde 17,2 artışla 90,2 milyon yolcu taşıdığını da söyledi. (Lufthansa 58,9 milyon, Swiss International Airlines 14,2 milyon, Austrian Airlines 10,9 milyon, bmi 6,2 milyon yolcu) Taşınan yolcu sayısının sefer düzenlenen tüm bölgelerde artış gösterdiğine vurgu yapan Wende, yolcu sayısındaki en belirgin artışın Yakındoğu ve Afrika uçuşlarında görüldüğünü söyledi. Wende, Türkiye ve Almanya gibi demokratik ülkelerde koalisyon hükümetlerinin hızlı karar alamadığını öne sürdü ve ekledi: “Bizim gibi ülkelerde koalisyonlar biraz ağır gidiyor. Oysa tek partili hükümetlerde kararlar hızlı alınıyor ve uygulamaya geçiriliyor.”

            http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1091441&title=lufthansa-antalyadan-da-almanyaya-ucacak

            Dramalı Rıza: Pardon ama bu haber şimdi insanların bilinçaltına sürekli olarak “aman koalisyon olmasın istakrar sürsün” diye işlemek değil mi?. Böyle bir habercilik anlayışı olan gazeteden nasıl bir tarafsızlık beklenebilir ki ? (not: lütfen diğer kötü gazete örneklerini vermeyin. Sui misal emsal olmaz).

            Cevapla

            • Altan Alpay Says:

              Yukarıda alıntıladığınız ve tüm yandaş olmayan gazetelerin verdiği diyalogları ZAMAN görmemeyi tercih etmiş:

              “Öte yandan, tutuklu sanık Dursun Çiçek, tanığın kendisi hakkında “Dursun Çiçek ve İlhan Cihaner, 14-15 kişilik üst düzey askeri personel ile birlikte Erzincan Orduevinde kahvaltıya katılmışlardı.” şeklinde ifadesi olduğunu hatırlattı. Çiçek, Efe’nin elbiselerin renkleri konusundaki beyanlarında yanlışlık olduğunu söyledi.”

              http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1138336&title=gizli-tan%FDk-efe-hanefi-avc%FD-ile-ili%FEkinisini-anlatt%FD

              Cevapla

              • Altan Alpay Says:

                “İlhan Cihaner’in yaptığı araştırmaya göre Fethullah Gülen Cemaatinin 12 milyon mensubu vardı” diyen gizli tanık Efe, “O, 12 milyon insanı sokağa dökmeyi hedefliyordu. Bu şekilde de 12 Eylül benzeri bir ihtilalin ortaya çıkmasını sağlayacaktı.

                Gizli tanık Efe’nin bu anlattıkları Cihaner’in değil tam anlamıyla cemaatin görüşünü yansıtıyor. Dolayisiyla Cemaat ile -sözde- Cihaner’in aynı paralelde düşünmelerini garip buldum.

                Cemaati izleyenlerin hatırlayacağı gibi cemaat Fethullah Gülen’in Amerika’ya kaçmasını ‘tutuklanirsa iç savaş çıkmasın,kan dökülmesin’ şeklinde açıklar.

                Yine senelerdir yurda dönmemesini de yargı içinde *zıpır* bir savcı çıkıp Gülen’e karşı arama/tutuklama kararıyla ortalığın karışma ihtimali ile açıklarlar. Bu bloğu yakından izleyenler Gülenci ihtimal’in bazı yorumlarında benzer düşünceleri ifade ettiğini hatırlayacaklardır.

                Geçenlerde Ali Bulaç Hocaefendinin 2011 seçimleri sonrası Türkiye’ye dönme ihtimalinden söz ediyordu, heralde yeni HSYK’nın o zaman kadar yargıdaki tüm ayrık otlarını temizleyeceğini, yargıyı Gülen için dikensiz bir Gül bahçesine çevireceğini düşünüyorlar,sanırım Bulaç dışında başka bir Zaman yazarı bu düşünceyi açık bir şekilde ifade etmişti,linkini bulamadım.

                Cemaatin Fethullah’a dokunursanız iç savaş çıkar düşüncesini devamlı tekrarlayarak insanların bilinçaltına yerleştirmeye çalışmasını çok manidar buluyorum. Aynı cemaatin Türkiye’de yazarlar / gazeteciler / politikacılar / askerler tutuklanırken ‘kimsenin ayrıcalığı yoktur, herkez hukuk önünde eşittir’ şeklinde uzun demokrasi vaazları verdiğini de mutlaka hatırlayacaksınız.

                12 milyon rakamını da çok abartılı bulduğumu belirtirim, 2007 genel seçimlerinde %46 alan AKP’nin oy sayısı 16 milyon. Bunu sallayan ya matematik bilmiyor ya dayak yememiş.

                Cemaatin büyüklüğü hakkında bence en sağlıklı bilgi ‘eşrefpaşalılar’ ve ‘hür adam’ gibi cemaati anlatan cemaat yapımı filmlerin gişesi, sanirim 300-400 bin civarinda olsa gerek.

                Cevapla

            • Bulent Murtezaoglu Says:

              Zamaninda Kremlinolog denen insanlar Pravda’yi nasil okuyorlarsa bu tur gazeteler de oyle okunmali bence.

              Bunu Turkce Zaman icin yapmak nispeten kolay, Ingilizce Zaman icin daha zor. Karsilastirmali okudugunuz zaman ise komik olabiliyor, Ingilizcesi icin calisan propagandistler bazen Turkce Zaman’da cikanlari sansurluyorlar. (Benim hatirladiklarim Turkan Saylan’in misyonerligi haberinin Ingilizce Zaman’da oyle cikmamasi, MFG’nin ‘bu milletten olmayanlar’ lafinin Ingilizce olanda sansurlenmesi ve bunun gibi seyler.) Bu insanlar ne yaptiklarini biliyorlar ve gayet iyi yapiyorlar. Hep yetismis insan gucu derdik iste bize yetismis insan gucu. Pek sevinmiyoruz bu hale nedense. Bizi de memnun etmek zor anlasilan.

              Cevapla

              • acracia Says:

                Dogru soyluyorsunuz, Bulent Bey, katiliyorum. Bence zaten ikisini ayri ayri degil bir arada okumak lazim. Yukarida soyledikleriniz icin de cok sagolun. Insallah dediginiz gibi olur.

                Cevapla

  29. demokrat Says:

    Sayın Acracia’nın tezine doğrudan katkı yapacak sürüyle örnekten bir tanesi.Zaten ilk verdiğiniz haberin diğer sitelerde de veriliş şekline bakınca gördüm ki,bağımsız siteler dışında pek ilgilenen yok gibi.Radikal ve Yeni şafak’ta haber yapmış ama görmemiş tartışmayı.
    Ben de sayın fmeraklı gibi tutanakları görelim diyorum.Zaten yavaş yavaş tüm ifadesi yayımlanıyor.Fakat ikinci parmak bastığınız haber gerçekten çok komik,yani kabak gibi ortada ıkına sıkına yaptıkları.Hayır farkında değiller mi acaba gazete olarak gülünç olduklarının ,inandırıcılıklarını erozyona uğratıyorlar,başka da bir işe yaramaz.

    Cevapla

    • Dramalı Rıza Says:

      Sayın Demokrat,
      Haklısınız, tutanakları görmek lazım daha iyi bir yorum yapmak için. Ama farkındasınızdır ki, siz, ben, sayın Fmeraklı hepimiz bu tutanakların yayımlanmasını rahat rahat hayatımızı yaşarken, evimizde bekleyeceğiz. Peki bu yalancı tanıklarla ailelerinden ve sevdiklerinden uzakta hapiste bu durumun sonlanmasını bekleyenlere ne diyeceğiz, yüzümüz kızarmayacak mı? Biraz onlara haksızlık yapılmıyor mu? (Bekara karı boşamak kolaydır misali bizim için durum rahat).
      İkinci olarak, bence zaman gazetesindekilerin gülünç olmak, inandırıcıklarını yitirmek gibi bir sorunu yok ki. Bu blogda da yüzlercesine örnek verildiği üzere utanmadan sıkılmadan yalan haber yazabiliyorlar. Eee bir de onlara kardeş gazeteler katılınca, ve insanlarımızın hiç (veya çok az) okuyarak bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğu göz önüne alınınca, amaçlanan hedefe (yani toplumun belli bir konuda yanlış bilinçlendirilip, o konuya inanmasına) ulaşılıyor. Odatv tutuklamalarını örnek alalım (konuyu odatv iyidir kötüdür tartışmasına getirmek istemiyorum, sadece örnek vermek istiyorum). Tutuklamalar olduktan hemen sonra yandaş medyada “odatv şöyle böyle, Soner Yalçın kitabında şunu demişti bunu demişti” diye haberler çıkmıştı. O zaman Soner Yalçın ve kitabı hakkında yorum yapan bir yorumcumuza sormuştum, “bahsettiğiniz kitabı gerçekten okudunuz mu? Kendisi bana cevap olarak, kitabın ne kadar igrenç olduğu ile ilgili olarak mümtaz’er türköne’nin bir yazısını göndermişti. İşten söylemek istediğim budur. Zaman gazetesini okuyarak (yani bilgi sahibi olmadan) fikir sahibi olan (ne yazik ki) milyonlarca insanın olduğu bir yerde, zaman gazetesi neden yalan habercilik yaparak utansın ki ? Bazıları onun yazarlarına körü körüne inanmaya devam ettikçe, yalan yazmada durmak yok, yola devam 🙂
      Saygılarımla

      Cevapla

      • demokrat Says:

        Rıza Bey;

        ”…Ama farkındasınızdır ki, siz, ben, sayın Fmeraklı hepimiz bu tutanakların yayımlanmasını rahat rahat hayatımızı yaşarken, evimizde bekleyeceğiz…”

        Doğru söylüyorsunuz,zaten sözkonusu tutanaklar yayımlanınca da pek birşey değişmeyecek.Burada önemli olan habere bakış açısı.Bu bakış açıları ve kamplaşma devam ettiği sürece soru işaretleri de çoğalarak artacak bu kesin.

        Diğer konuda ben biraz farklı düşünüyorum,ama bu sizin söylediğiniz gerçekleri değiştirmiyor tabii.Ben mümkün oldukça her ‘açı’yı okumaya çalışıyorum, bunun gerçekleri görme konusunda ufuk açıcı olduğunu görüyorum.Dogma , sabit fikir ve paradokslardan etkilenmemeye çalışarak kendi süzgecimi oluşturuyorum ama doğru ,ama yanlış.ODATV’yi sevmem mesela fakat bu durum basın özgürlüğünü savunmamıza asla engel olmamalıdır kanaatindeyim.

        ‘Zaman’ ise maalesef bilinçli ya da bilinçsiz sayın Acracia’nın işaret ettiği güzergahta hızla yol almaya ve kan kaybetmeye devam ediyor.Basın özgürlüğünün sınırları nereye kadar ya da var mı böyle bir sınır, en azından ahlaki bir ‘deep’ var mı hep beraber göreceğiz.

        Cevapla

  30. acracia Says:

    Degerli blog yorumculari ve okuyuculari (ve burayi boyle isgal etmeme hala ses cikarmadiklari icin, kendilerine tesekkur ettigim blog sahipleri):

    Kendim aslinda fazla mesai yapip cok konustugumu fark edince, biraz geri cekilip bu kollektif dusunme denemesi acaba baskalari icin ne ifade ediyor diyerek sessiz kalmayi tercih ettim. Tabii cok uzun surduremedim. Ancak yukarida onemli bir tartisma donuyor, kendi acimdan ekleyebilecegimi ekledim ama oradaki Ilhan, Bulent ve Demokrat Beylerin tartismasini ben baska yere cekmeden bu konuya asagida da yer acmak istiyorum.

    Ancak herseyden once, bu kucuk denemeye katkisi bulunan, ama ayni fikirde oldugum ama olmadigim butun yazarlara tesekkur ederim. Benim acimdan ne soyledigim cok net oldugu ve laf dolastirmanin anlamsizligina inandigim icin devam etmeye gerek duymadigim tartismalar mevcut. Ancak su noktada bir iki seyin altini cizmek ve gelecek icin bir oneride bulunmak adina yaziyorum; yukarida yazdigim gelecege dair oneriyi de ayri bir baslik altinda tekrar girecegim.

    Oncelikle neler soylemiyorum:

    1) Askerler sutten cikmis ak kasiktir demiyorum.
    2) Her tasin altindan askerler cikar demiyorum.
    3) Cemaat topyekun kotudur, yok olmalidir demiyorum.
    4) Her tasin altindan cemaat cikar demiyorum.
    5) Ramazan Akyurek sucludur sucu ortbas ediliyor demiyorum (Nasil diyebilirim ki? Bilmiyoruz cunku. Dink avukatlarinin verdigi dilekcede istedikleri gibi adamakilli sorusturulabilse de ogrensek. O ceza davasi konusunun AIHM “iteklemesiyle” vuku bulabildigi ilavesi icin tesekkurler Altan Bey)
    6) Adem Yavuz Arslan’in kitabinin icerigi yalandir demiyorum (herseyden once belgeler otantik mi, bilmiyorum cunku).
    7) Hanefi Avci, Nedim Sener, Ahmet Şık’in her dediklerinin arkasindayim demiyorum (tanimiyorum cunku).
    8) Emniyet kotudur demiyorum.

    Ama sunlari soyluyorum:

    1) Ortamda bir anlam kesmekesligi, tuhaf tuhaf olaylar surup gidiyor. (Bu aslinda mesela Altan Bey’in daha yukarida Ihtimal’e dedigi ornekteki gibi FBI’in herkes tarafindan Gulen’in okullari diye anildigi okullara gidip inkarla karsilasmalari, buna karsin gazetelerde yazildigi uzere Gulen’in egitim ile ilgili ozel yetenek ve katkilari oldugu icin yesil kart almasi gerektigi dilekcesi gibi, referans noktalarinin kayganligi gibi sebeplerden de kaynaklaniyor)

    2) Bu baglamda, basinin rolu cok buyuk ve ozellikle Zaman, Today’s Zaman ve surekasinin yayinlarina baktigimizda ipuclari edinebiliriz diyorum. Ve bunlari siraliyorum, ornekleriyle.

    3) Bu ipuclarina bakarak ya olmayan (KCK davasinda baskin yapilip goz altina alinan ogrencinin ders programinin orgut belgesi sanilmasi gibi) ya da sahte (Balyoz–11 nolu CD) belgelerle, veyahut da var olan ve eksik belgelerle olusturulmus anlam karmasasina ve basinda Zaman ve Today’s Zaman ile Taraf’taki bazi yazarlar tarafindan takinilan tutumlara bakildiginda su sonuclar cikiyor diyorum:

    a) Aslinda sirf hukukiligiyle kendisini ispat etmesi gereken bir dava icin bazi basinda, hemen her itirazin “sulandirmak” olarak algilanmasi icin (iyi de benim dusundugum nasil sulandirabilir ki hukuki surece girmis bir davayi? Benim ne dusundugumden kime ne?) yapilan baskilar ve Zaman, Today’s Zaman ve surekasinin yanisira gitgide Ergenekon kapsaminda suc sayilan unsurlarin dusunce sucu babinda ilerledigi guzergah (Ahmet Şık’in kitap taslagini bulundurmak Ergenekonculuktur gibi) bakildiginda kamuoyunun ne dusundugune asiri bir onem verildigi,

    b) Bu kapsamda bakildiginda, Z, TZ ve Taraf’ta bazi yazarlar tarafindan yapilan bazi yayinlarin referans noktalarini kaygan zemine tasiyip orada tuttugu, eksik bir resme odaklandirilmasina calisiyor gorunumu cizmesi,

    c) Yine bu baglamda Z, TZ ve Taraf’ta cikan bazi yazilarda hem suclarin birbirine karistirildigi (bkz Baransu’nun Karargah’in Tespih Taneleri yazisi ve Hanefi Avci’yla ilgili yanlis onerme–suc kapsaminda sorgulanan Avci’ya kitap yazdirildigi degil kitabin bir kismini kendisi yazmadigi idi, ama Baransu yazdirildi demis) hem de acikca belirli bir hedefe kilitlenilmesi yonunde soylemlerle yazilar yazdigi goruntusu verdigi,

    d) Ornegin Hrant Dink davasinda eksik resim cizilen bu tur yazilarin, odagi orduya dondurup, emniyet ve istihbaratin uzerine ayni israrla (bir kac isim disinda) gidilmemesinin, hem resmi eksik biraktigi, hem de emniyet ve istihbaratin kollandigi goruntusu cizmesi (ornek isteyenler, yukarida bol bol bulacaklardir).

    4) Ozellikle Zirve, Santoro ve Dink cinayetlerini sorusturan, kavusturan gorevlilerin cemaatten olduklari hakkinda H.Avci’nin yazdiklarindan sonra bu iddia *ayni* israrla ve kararlilikla ve seffaflikla (karsit ornek bulacagim diyenler, bu soylediklerimin aksini ispat icin, mesela Ahmet Şık’in kitabinin ardindan kararlilikla gidilmesi gibi bir ornek verirlerse dedigimin tam karsiligini vermis olurlar) sorusturulmadan, Avci’nin iceri alinmasi, kitabi baskasina yazdirdigi, ve bu baskasinin da Adem Yavuz Arslan’in tezlerini sorgulayan Nedim Sener oldugu (bir tartisma programinda cikmislar, linkini bulamadim, bulan verebilirse cok sevinirim) ve ardindan Sener’in de iceri alindigi,
    tam bu olaylarin arasinda eger gerceklerse, cinayetin aydinlatilmasi icin onemli delilleri bunca yil bekleten (bu delil karartma oluyordu, degil mi?) bir elin, sirf Hrant Dink degil ayni zamanda Zirve’ye de dokunan bazi bilgileri mahkemeye vermek yerine gazeteciye kitap yazdirmak icin vermesinin ardindaki sebebinin bunlarin gercekten aydinlanmasi mi sorulari, saibe uyandirmaktadir.

    5) Yine ayni baglamda, her ne kadar birileri hakkinda acilmis su/bu davalar da olsa, emniyet ve istihbaratla ilgili Zaman ve Today’s Zaman’da (yine her nedense cemaatin radarina girmis bazi isimler haric) demokrasi adina oldugunu ima ettikleri uzere, askerlerin uzerine gittikleri kadar gitmemeleri soru isaretleri uyandirmakta, saibe yaratmaktadir.

    6) Yine ayni baglamda, emniyet ve istihbaratin bu davalar kapsaminda uzerlerine ayni israr, kararlilik ve seffaflikla gidilmemesi (yani ben, ustu ortuluyor demiyormusum, aynen bu sorusturmalar satihta kaliyor, derinlestirilemiyor diyormusum), yok edildigi soylenen (ancak fenerant’in yukarida duzelttigi) belgeler, saibe uyandirmaktadir. Bu resmin eksik kalmasi istendigi goruntusu uyanmaktadir, dikkatleri sirf askere cekerek.

    7) Ve yine ayni sekilde birbiri ardindan patlayan telekulak skandallari, iki ayri yerde emniyet gorevlileri tarafindan bulunan ayni flashdisk, sehven yuklemeler, hep nedense belirli odaklari hedefliyor goruntusu cizen dinlemelerin kamusal alana servis edilmeleri, emniyet ve istihbaratimizi da saibe altinda birakmaktadir.

    Bu saibeler hos gorunmemektedir. Ve bu sebeple herkesi ferahlatacak bir sorusturma ve kavusturma elzemdir diyorum. Olay Zaman gibi aman Turk basini dar kapsamindan daha da buyuktur diyorum. Bunlar cozulmedikce, belki de masum insanlar da saibe altinda kalacaklardir diyorum. Bu sebeple bir an evvel seffaflikla ve kararlilikla uzerine gidilmesi gerekir bunlarin diyorum. Eger gercekten iddia edildigi gibi masumlarsa bazi kesimler, mesela Dumanli’nin yukaridaki yazisinda da ifade ettigi uzere cemaat, herkesten cok en basta onlarin bunu istiyor olmalari lazim ki, kendilerine gonulden bagli onca masum insani zan altinda birakmamis olmak icin diyorum. Bunun icin benim onerim yukarida da belirttigim gibi ulusal/uluslararasi bir komisyon kurulmasi. Bulent ve Ilhan Beyler ile Demokrat rumuzlu okuyucu bunun Turkiye’de olabilirliginden supheliler, ancak ben olabilecegini dusunuyorum. Sebebini ve nasil olabilecegini dusundugumu yukarida acikladim ancak: Dink ve diger faili mechul cinayetlere kurban gitmis sahislarin yakinlarinin sececegi bir kurul ve uluslararasi bu konularda calismis ve nam yapmis isimlerin birarada calisacagi bir komisyon.

    Bunun icin sivil toplum orgutleri (ergenekondan tutuklanmazlarsa) bir faaliyet gosterip referandum cagrisinda bulunabilirler. Buradan da emniyet/istihbarat, JITEM gibi kuruluslar, cesitli etnik ve dini gruplara istinaden yapilan faaliyetleri incelemek uzere olusturulmus alt komisyon ile bir rehabilitasyon komisyonu kurulabilir. Bunu da en basta eminim surekli masumuz diyenler isteyeceklerdir. Tabii basindan beri dogruyu soyledilerse. Ama bu, benim gorebildigim tek cikis yolu. Nasilini, detaylarini, bunun aslinda nasil bir gerceklik testi ve referans noktalarinin nihayet yerini bulmasi yolu oldugunu dusundugumu yukarida 22 nolu yorumun en altinda acikladim. Demokrat Bey’e de o yazi icin tesekkur etmeyi unutmustum, bu vesileyle edeyim.

    Vaktim olunca ve eger tartisilirsa, o tartismanin uzerinden duzelterek o yukaridaki cozum onerisini
    asagiya tekrar tasiyacagim.

    Cevapla

  31. trekking Says:

    DOKTORA TEZİ VE DANIŞMAN…

    Bir Tavşan önüne bir daktilo almış, tak tuk tak tuk birşeyler yazıyor.

    Oradan geçen bir Tilki:

    – Hey Tavşan, ne yazıyorsun?

    – Doktora tezimi yazıyorum.

    – Ha öyle mi, çok güzel, ne hakkında?

    – Tavşanların Tilkileri nasıl yedikleri hakkında.

    – Yok canım, olur mu öyle şey, hiç Tavşanlar Tilki yerler mi?

    – Olur canım, gel istersen, sana ispat edeyim.

    Beraberce Tavşanın yuvasına girerler. Biraz sonra Tavşan tek başına çıkar ve
    yine daktilosunun başına geçer, tak tuk birşeyler yazmaya devam eder.

    Daha sonra oradan geçen bir Kurt, Tavşanı görür.

    – Hey Tavşan, ne yazıyorsun?

    – Doktora tezimi.

    – Ne hakkında?

    – Tavşanların Kurtları yemesi hakkında.

    – Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde, buna kim inanır?

    – Gel istersen göstereyim…

    Yine beraberce yuvaya girerler. Tavşan biraz sonra tek başına dışarı çıkar.

    Tavşanın yuvasını merak mı ettiniz? Manzara şudur:

    Bir köşede Tilkinin kemikleri… Bir köşede Kurdun kemikleri… Diğer köşede
    ise TAVŞANIN DOKTORA DANIŞMANI ASLAN, kürdanla dişlerini temizliyor!

    ANAFiKiR VE SONUÇ:

    Doktora tezi yapmak için, tezin önemi yoktur. (ergenekon)

    Konunun da önemi yoktur. (ülkenin parçalanması)

    Önemli olan, tez danışmanıdır (örneğin ABD)…

    Hadi tavşanı da siz bulun…

    ANADOLU KARTALLARI

    Cevapla

  32. demokrat Says:

    Acracia,

    Hassasiyet ve inceliğinize gıpta etmemek mümkün değil.
    Bunu (moda idi bir dönem hatırlarsınız) yağdanlık yapmak amacıyla söylemiyorum netekim.
    Gerçek bu ve uzun süredir görmeye hasret kaldığımız bir gerçek.Varolun.

    Cevapla

  33. demokrat Says:

    ”Sağlıklı işleyen demokrasilerde eğer söz söyleme yetkinliğini kendinizde buluyorsanız,geçmişinizin de bu inançla doğru orantılı olarak şekillenmiş olması gerekir.Yoksa yazdığınız yazılar,söylediğiniz sözler bir amaca yönelik yapıldığı belli olan propagasyondan öte gitmez.İnandırıcı olamazsınız,o nedenle bazan hiç söylememeniz daha evladır.” DEMOKRAT

    ZAMAN’DAN DİĞER YAYIN ORGANLARINA DEMOKRASİ

    Bir süredir burada, bu dizin altında cemaatin ‘zaman’ gazetesinin hatalarını,çarpıtmalarını,dezenformasyonlarını inceliyor ve haklı olarak eleştiriyoruz.Sayın Acracia izin verirse eğer(zaten iki gündür blogda pek harekette yokken)
    gözüme çarpan birkaç konuyu tartışmaya amak istiyorum.Bunlardan birincisi yukarıda birkaç metinde de yer alan ODATV gerçeği.Uzun süredir bakmadığım bu siteye geçenlerde mevzubahis olunca bakma gereği hissettim.Gördüğüm bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum ki,ülkedeki basın özgürlüğünün ne boyutlara geldiğini görelim.

    ”…Sikofantik antik Yunan’dan kalma eski bir sözcük. ‘Yandaş, yalaka, kot yalayıcı, muhbir vatandaş, nüfuz ticareti yapan, sahtekar, üçkağıtçı, etek öpücü, yağcı, birilerine sorgulamadan biat eden-hayran olan, suçsuz insanları kendi siko kafasındaki hukuka göre yargılayan’ sıfatlarını tek bir kelimede birleştirmeye en uygun sözcük ‘sikofantik’. Kısaca ‘siko’da deniyor…”

    Bu tanımlama,bunu bir yere koyalım.Aşağıda bu tanımlamayı hakedenleri göreceksiniz;

    “Keneden korunmak için paçalarınızı çoraba sokun” diyen bakan,

    Bunlara burada yazmayacağım bir dolu erkan da ayrıca özenle seçilerek (genellikle hayır denemeyecek) eklenmiş.Yani araya sokulan bakanın asıl hedef olduğu ortada.Bunu da bir köşeye koyarak asıl vurgulamaya geliyoruz;

    Seçmen.Evet asıl hedef kitle, yani göbeğini kaşıyan,bidon kafalı,pijamayla pikniğe giden,ortalığa sıçan hayvan sürüsü.Yapılan yorumda akıllara seza bir örneklendirme ve bu örneklendirmeden hareketle ortaya çıkarılan %16 oranı var ki;üniversitelerde işletme fakültelerinde okutulsa yeridir.Bu arada mantık yürütme kısmına hiç giremeyeceğim,çünkü benim kısıtlı zekam almadı,belki fmeraklı IQ’su gereği çözümleme yapabilir.

    Daha sonra ise bin tür takla ve hakaret ile AKP’ye oy veren zihniyetin profili çıkarılmış ve;

    ”..Cevabı bu işte: Sizin benim bilmediğimizi AKP biliyor. AKP’nin gerçek oy potansiyeli yüzde 16, İstanbul bazında yüzde 17’dir. AKP’nin ileri demokrasi dediği demo-crazy’sine hayran, hızla islamofaşizme kayan bir rejimle yönetilmekten rahatsızlık duymayan, tuzukuru sikofantiklerin nüfusa oranı budur. Çağdaş, uygar, demokratik bir Türkiye’de yaşamak isteyenlerin oranı ise yüzde 84..”

    sonucuna ulaşılmış.Seçimlerin her seferinde hileli olduğuna özenle vurgu yapılmış ve seçim gözlemcilerine kamera bulundurmaları tavsiye edilmiş.Einstein görse kıskanırdı yani,muhteşem buluş.Alt tarafta ise hararetle alkışlayan sürüyle ‘idiot’un bravo,helal türü hezeyanları(tahmin ediyorum %84).Tabii bu arada benim ”bu ülkede muhalefet sizin gibi kerameti kendinden belli küfürbaz ‘ahmak’lara kaldığı sürece %46 da olur %56 da ” meal yorumum hiç kaale alınmamış kolayca tahmin edeceğiniz üzre.

    Şimdi ‘zaman’a vuralım, kabul ,peki bu şirretliklere ve ahlaksızlıklara ne diyeceğiz.Basın özgürlüğü.Ben istedikleri gibi yazma taraftarıyım,yanlış anlaşılma olmasın,ama bence bu ahlaksız takımı asıl zararı muhalefete veriyor,farkında değil.Ya da farkında mı dersiniz?

    Lütfen igilenenler okusun ve görüşlerini paylaşsın,hatta gülmek isteyenlere de hararetle öneriyorum;

    http://www.odatv.com/n.php?n=sikofantik-yuzde-16nin-demo-crazysi-2505111200

    Şunda muhtemelen hepimiz hemfikiriz;AKP anayasal temelde örgütlenmiş,seçimsel faaliyet yürüten,kapitalist-muhafazakar bir parti.Öyle olmasına rağmen argümanlarıyla özellikle fakir-altgelir grubuna mensup insanların Oylarını alan, almaya da devam edeeği belli olan bir parti.Hal böyleyken tüm bu olguları bir tarafa bırakıp ,toplumda vücuda gelen ortak paydayı koyu bir ‘Ulusalcı’ düşünce mantığıyla hala halkın bilinçsizliğine,üç-beş paket makarnaya ,efendim ,okyanus ötesi ilişkilere ya da salt lider hayranlığına bağlamak büyük bir hata olur.Halkın ‘oy’ verdiği/vereceği gerçeğini görmemekte ısrar ederek, sivil faşizm teraneleriyle ,halkın militer izler taşıyan hiçbir oluşumu yaşatmaya tahammülü olmadığını gör(e)memek ise ayrı bir çalışma ve tez konusu.

    AKP’yi “sivil faşizm” olarak niteleyenlere sormak gerekir seçilmiş hükümetleri deviren dört darbe ve sayısız müdahaleyi meşru mu görüyorsunuz? Bir taraftan bir takım arap ülkelerindeki ayaklanmaları halkın demokrasi isteğine bağlarken ve meşruiyet zeminine oturturken, ülkemizde seçimle işbaşına gelen iktidarı,hem de önümüzde çok yakın bir tarihte değiştirme olanağı bulunurken ‘sivil faşizm’le yaftalamak kolaycılıktır ve ikiyüzlülüktür ve hatta en kötüsü de ”yaşananlardan ders almamakta ısrar” olarak tezahür eden bir nevi ‘ahmaklık’tır.Yanlış anlaşılma olmasın yapılan yanlışları haklı bir zemine oturtmaya çalışmıyorum, sadece pencerenin diğer tarafından da bakmak gerekir diyorum.

    Daha ötesinde ise yine akıllara seza, Başbakan’ı tehdit eden ve devrik Fildiş Sahili diktatöründen beter olacağını söyleyen bir yazı var ki,demokrasi ahlakımla bağdaştıramadığım ve utandığım için buraya koyamıyorum,isteyen baksın;

    http://www.odatv.com/n.php?n=erdogan-secimi-kaybederse-koltugu-birakir-mi-2505111200

    Yazıyı kapatacağım sırada sayın Çetin Doğan’ın da bir yazısını alıntılamış ODATV,onu gördüm.Yazısı nasıl bitiyor biliyor musunuz?Benzer bir tehditle;

    ”Alçaklara kar yağdı

    Sen hiç üşümedin mi?

    Sen bu işin sonunu

    Hiç düşünmedin mi?”

    Lanet olsun böyle siyasete diyorum,alın…

    Cevapla

    • demokrat Says:

      …sizin olsun.

      şeklinde bitirecektim.Bari bir de ekleme yapayım;

      ADAM kümeste suçüstü yakalanmış. Bir cebinde civciv, diğerinde yumurtalar. Üstü başı toz toprak, elinde iki tavuk. Mahkemeye çıkarmışlar. Adam;
      – hâkim bey” demiş,
      – Avukat istiyorum.
      – Oğlum halin ortada… Civcivler, yumurtalar cebinde… Avukat gelse ne diyecek?
      – Vallahi ben de avukatın ne diyeceğini merak ediyorum …

      Cevapla

      • Dramalı Rıza Says:

        Sayın Demokrat,

        Bende bugünkü zaman gazetesinin ön sayfasından bir alıntı yapmak istiyorum.

        …”Albay Dursun Çiçek duruşmanın ilk günü gizli tanık Efe’ye “3. Ordu’da üzerimdeki kıyafetin rengi neydi?” diye sormuştu. Efe’nin bu soruya net bir şey söyleyememesi, kimi gazeteler tarafından “tutarsız açıklamalar” şeklinde yansıtıldı. Ancak, Efe’nin ikinci gün anlattıkları tereddütleri ortadan kaldırdı. Efe, Çiçek’in yüzüne karşı, “Teninizin rengi, elbisenizin renginden baskındır. Teninizin rengi oldukçe esmer ve hatırlıyorum” dedi.

        Dramalı Rıza: Sayın Demokrat, lütfen söyler misiniz, siz bu yazıyı okuduktan sonra, bir gün önce duruşmada yaşanmış tutarsızlıklar sizin için bitti mi? Aylardır fotoğrafları gazetelerde yayımlanan bir kişinin teninin esmer olduğunu bilmek de çok önemli bir kanıt mıdır? Gerçekten şaka gibi bir haber.

        Bu haberin amacı belli değil midir?. Tıpkı zaman’ın daha önce yaptığı diğer haberler gibi, bu haberin amacı söz konusu davalarda yaşanan tutarsızlıklar hakkında yandaşlarına, “sakın merak etmeyin, biz sizin için tartışmalarda kullanabileceğiniz gerekli argümanları hazırlarız” mesajı vermek değil midir? Aynen bir yandaşın bu haberi okuduktan hemen sonra, kendisine bu davadaki tutarsızlıklardan bahseden birine gidip “Ama bak gördün mü, gizli tanık adamın teninin rengini çok iyi hatırlamış, yani merak edilecek” yok demesine zemin hazırlamaktır. Bu aynen futbol tartışmalarında lehine haksız penaltı çalınan bir takımın yandaş gazetecinin, geçmiş haftalarda da rakipleri lehine çalınmış penaltıları masaya yatırıp tartışmalar için mazeret bulmak, ve körü körüne inanılan düşünceyi sorgulamadan inanmaya devam etmeyi sağlamaktır.

        Bu arada Odatv ile ilgili olarak, “Şimdi ‘zaman’a vuralım, kabul ,peki bu şirretliklere ve ahlaksızlıklara ne diyeceğiz” demişsiniz.

        Size bu konuda katılmıyorum. Odatv’nin yapmış olduğu yorumlar iğrenç olabilir ve beğenmeyebilirsiniz. Ama o yorumu zaman gazetesinin bilerek yalan yazarak insanları bir konuda yönlendirmesi ile aynı kefeye koymanıza açıkcası karşı çıkıyorum Çünkü, Zaman’ın bu güne kadar yaptığı çok çok daha vahimdir(bir tanesinden insanlar suçsuz yere hapiste yatıyor, dikkatinizi çekerim). Zaman gazetesi davalardaki tutarsızlıkları göreceğine büyük bir gayretle, hatta bazen savcılara yol göstererek, tutarsızlıklara bahane bulmakta, hedef göstermekte, ve yalanlarını bıkmadan sıkılmadan tekrarlayarak yandaşlarının bu yalanları gerçek olarak kabullenmesini sağlamaktadır.

        Bu sebeple, iğrenç bulduğunuz bir haber ile bilerek yalan söylemek arasında açıkcası çok fark olduğunu düşünüyorum.

        Saygılarımla.

        Cevapla

        • demokrat Says:

          Rıza bey,

          ‘Efe’ konusunu yukarda zaten konuşmuştuk,fikirlerimizi de söylemiştik.Burada değişen birşey yok.Dediğiniz gibi kamuoyu oluşturma çabası göze çarpıyor.Bu nedenle, niçin,

          ”Dramalı Rıza: Sayın Demokrat, lütfen söyler misiniz, siz bu yazıyı okuduktan sonra, bir gün önce duruşmada yaşanmış tutarsızlıklar sizin için bitti mi?”

          dediğinizi anlayamadım.Ben aksi birşey söylememiştim halbuki.

          Zaman konusuna gelirsek,çoğu konularda sayın Acracia’ya katıldığımı defaten söyledim,uzatmaya gerek görmüyorum.Tabii tüm bunların; benim odatv’ye yaptığım eleştiriyle ilgisi yok.Bağımsız bakmak gerek,ikisi de yanlış yapabilir,ikisi de zaman zaman doğru söyleyebilir önemli olan ‘mesleki ahlak’ bence.Yoksa ODATV’i eleştirmek Zaman’ı övmek anlamına gelmez.Tersi de doğru bunun ama.Yani ”AKP anayasal temelde örgütlenmiş,seçimsel faaliyet yürüten bir parti” demenin ona oy vermek , ya da tüm icraatlarını gözü kapalı onaylamak anlamına gelmeyeceği gibi.Biraz vicdanlı, biraz dürüst,biraz da tarafsız bakmak yeter bence.

          Saygılar.

          Cevapla

          • Dramalı Rıza Says:

            Sayın Demokrat,
            Öncelikle bir düzeltme yapayım, (ki bir başka yorumumda da belirtmiştim, her ne kadar noktalama işaretleri olsa da yazılı iletişimin sözlü iletişime karşı en büyük zaafı, söyleyenin o an için nasıl vurgu yaptığının, hangi yüz hali ile söylediğinin bilinmemesidir. Bu da verilmek istenen mesajda bazen yanlış anlamalara sebep olabiliyor).
            Ben siz aksini söylediniz demedim, sadece zamandaki haberde yer alan iddianın komikliğine vurgu yapmak için “sizin için bitti mi?” gibi bir cümle kullanmıştım Umarım anlaşabilmişizdir.

            İkinci olarak,”Yoksa ODATV’i eleştirmek Zaman’ı övmek anlamına gelmez.Tersi de doğru bunun ama.” cümlenize de katılıyorum. Bence de her yanlış eleştirilmeli, ve inşallah bir gün bir çok insan da yanlış yapabileceğini kabullenerek, yaptığı yanlıştan sonra özür dilemesini de bilmeli (bu hayatın her aşamasında herkes için geçerli).
            Yalnız, yine tekrarlamak istiyorum. Sizin odatv’de verdiğiniz haber bir yorumdur. Bir yazarın kendi düşünceleridir ki, siz çok rahatlıkla komik ve saçma bulabilirsiniz. Oysa benim örnek gösterdiğim ise bir haberdir ve gazetenin (bazen isimsiz olarak) bir muhabirinin yazdığı ve yorum içermeyen doğru olduğu varsayılan bir bilgidir. (tam olmasa bile futbola benzer bir örnek verirsem; Liverpol-Barcelona maçı 2-0 bitti ve golleri X ve Y attı diye yazılması bir haberdir. Öte yandan bir Barcelona taraftarı yorumcunun, bizim iki penaltımız yendi, hakem şuna kırmızı kart göstermeliydi, şurada ofsayttan gol oldu gibi sözleri ise bir yorumdur).
            Bu bağlamda, Zaman’ın bu zamana kadar yazdıkları, 2-0 biten bir maçı okuyucalara 2-2 bitmiş gibi aktarmasıdır (ve bunun aksini söyleyecekleri de daha şimdiden uefa karşıtı darbeci olarak) adlandırmasına benzer.
            Bu sebeple ben biraz vicdanlı, biraz dürüst bakınca ikisi arasında dağlar gibi fark olduğunu düşünüyorum (not: burada şunu söylemek lazım, olmayan penaltıdan olmalıydı diye yazan da hatalıdır ve onu da savunmam).
            Ama bir gerçeği bilerek saklamak ve hatta aksini göstermeye çalışarak, insanların buna inanmasını sağlamal çok çok daha vahimdir ve bence asıl bunu tartışmamız lazım (ki bu blogda yer alan onlarca örnek 2-0 biten onlarca maçın, yalan bir şekilde 2-3 bittiğinin bile yazıldığını gösteriyor).
            Umarım derdimi anlatabilmişimdir.
            Saygılarımla

            Cevapla

            • demokrat Says:

              Sayın Dramalı,

              ”Ben siz aksini söylediniz demedim, sadece zamandaki haberde yer alan iddianın komikliğine vurgu yapmak için “sizin için bitti mi?” gibi bir cümle kullanmıştım Umarım anlaşabilmişizdir.” Anlaştık tabii, dediğiniz gibi, aslında bu ‘vurgu’ yapma hadisesi daha önce benim de başıma gelmişti,anlamam lazımdı,yanlış anlamışım.

              Haklısınız ,şu günlerde tv ve gazetelerde her ne kadar MHP’nin iğrenç kasetleri konuşuluyor gibi görünse de( burada ki ‘hırsızın hiç mi kabahati yok’ bağlamında,ezilmiş!, haklarına tecavüz edilmiş! sayın yöneticilerin demokrasi kurbanları gibi gösterilmelerinin altında yatanı da anlayabilmiş değilim) medya da da bir çeşit günah çıkarma,arınma faaliyetleri görülmeye başlandı.Bunu özellikle ‘merkez’ (niyeyse bu merkez) medyadaki bir takım kalemlerde görüyoruz.Bana göre günahları o kadar çok ki, Papaz Zagros efendi 24 saat mesai yapsa anca 2145 senesinde biter günah çıkarma seansları.Bunu ayırım yapmadan söylüyorum dikkat ederseniz.

              Burada benim üzerinde durmak istediğim özellikle ülkede her dönem ‘medya’nın çıkar amaçlı kullanılması.Medya; yer yer patronların hükümetlere ayar verme amacına, bazan askerin iktidara ayar vermesine, bazan her ikisine, kimi gün darbeye zemin hazırlanmasına, kimi gün muhtıraların haklı görülmesi için meşru pozisyon oluşturmaya,sıklıkla cemaat aklamaya,patronlara yönelik ekonomi-politik ayarlamalar yapılmasına vs gibi yüce amaçlarla kullanılmış ve kullanılagelmektedir.Temelde bakarsanız birbirlerinden çok ta farkları yoktur.Zaten genellikle çalışma şekli ; ortamı kokla-pozisyon al-icraate geç modeli olduğundan hemen anlarsınız işin boyutunu.Eskiden de böyleydi,şimdi de.

              ”…MHP aslına rücu etti, milliyetçilik şiarını benimsedi. Bu seçim kampanyasında dincilere karşı çıkıyor. Amerika’nın güdümünde Ilımlı İslam Devleti amacına dönük olanlarla, bunların kuyruğuna takılan entel-liboş takımı MHP’den hoşnut değiller.
              Ne diyorlar? ‘Milliyetçilik yükseliyor.’ Bir ülke ki, midesiyle düşünen erbab-ı siyaset ve medya tayfası dincilikten yakınmaz, milliyetçilikten ürker. MHP, bu tayfanın uykusunu kaçırıyor…”

              Mesela yukardaki satırları kimin yazdığını tahmin edersiniz?Milliyetçi ya da milliyetçi-muhafazakar bir yazar değil mi?Hemen söyleyeyim ilhan Selçuk.
              Sonra da diyor ki;

              ”…Türkiye tehlikenin farkındadır. Tüm sağcılar, solcular, ilericiler, gericiler, vaktiyle birbirlerine diş bilemiş ve can yakmış olanlar Cumhuriyet Türkiyesi’ni yaşatmakta
              buluşacaklardır. Geçmiş geçmişte kaldı, dünden kalma kin güdüleri bugün eskimiş bakkal defterinde veresiye hesabının değerinde bile değil.
              Kan davası aydınlık ve çağdaş insana yakışmaz. Ben laik Atatürk Cumhuriyeti’nin varoluşu ve bütünlüğü için, dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal ve sade gereği sayıyorum…” Tabii bu satırları başkaları da değişik şekilde değerlendirebilir.

              Bunun tam karşıtı örnekleri de yüzlerce bulabilirsiniz , yanlış anlaşılma olmasın değişime karşı direnmiyorum tabii ki ama örnekler o kadar vahim ki ne değişim ne de başka birşeyle açıklanabilecek gibi değil.Bu bir ‘ahlak’ sorunu öyle yasayla filan da çözülemez.

              Cevapla

    • fmerakli Says:

      Demokrat,

      ilk yorumunuzu “alin…” diye bitirince sanki baska bir sey yapilmasini oneriyormussunuz gibi bir dusunce hasil oldu bir an icin, ama megerse “alin… sizin olsun” diyecekmissiniz… Tabii uc noktanin o ilk anda aklima getirdigi seyi yazmayacagim.. 🙂

      Neyse ben Odatv’deki yaziyi goruslerimi iletmekten ziyade, sizin onerinize uyup soyle agiz dolusu bir guleyim diye okudum, vallahi ise de yaradi. Benim bu gune kadar gordugum en sacma analizlerden biri. Ben kantitatif yontemlerle pek istigal etmedigimden, Odatv’nin AKP’nin gercek oyunun %16 oldugu sonucuna vardigi asagidaki rakamlari yorumlamayi isin uzmanlarina birakiyorum. Iktisatci olduklari icin istatistiki yontemleri daha yogun kullanan Dogan ve/veya Rodrik, tepe yonetiminde kendi ifadeleri ile “doğru haber yapmaktan başka endişeleri olmayan iki gazeteci”nin yer aldigi Odatv’de cikan bu analizin bilimsel bir degerlendirmesini yapsalar da biz de faydalansak keske. Neyse Turkiye’de %16, Istanbul’da %17 suradan geliyormus, kisaltarak alintiliyorum:

      – Sınavların adil ve dürüst yapıldığını düşünenlerin oranı, yüzde 17.

      – Nisan 2011’de Gallup’un yaptığı araştırmaya göre Türk halkının kendisini ‘mutlu’ olarak tanımlayan kısmı: sadece yüzde 16.

      – Mart 2011 TÜİK verilerine göre konut satışlarında artış oranı yüzde 16,51.

      – Bu yılın Ocak-Mart döneminde… kurulan şirket sayısının geçen yılın aynı dönemine göre artış oranı: yüzde 16. Sadece İstanbul için artış verisi yüzde 17.

      – cep telefonu trafiğinin 2010 yılındaki artış oranı: yüzde 17.

      – AVM’lerin aylık alışveriş cirolarındaki artış: yüzde 17.

      -THY’nin yolcu sayısında son 1 yıldaki artış yüzde 16.

      – Türkiye’de gelirinden tasarruf edebilenlerin oranı da yüzde 16-17. ”

      Istatistikten anlayanlar duzeltsin, ama Odatv’nin bu analizinin dogru olabilmesi icin sanirim iki sey gerekli:

      1. AKP secmeninin ayni anda hem sinavlarin adil yapildigini dusunmesi, hem kendisini mutlu hissetmesi, hem yeni ev satin almis olmasi, hem yeni bir sirket kurmus olmasi, hem cep telefonunu daha yogun kullanmasi ve AVM’lerden daha sik alisveris etmesi, hem THY ile ucuyor olmasi, hem de geliriyle tasarruf edebiliyor olmasi, aksi taktirde bir gruba dahil olup diger gruplara dahil olmayanlarin varligi %16’yi yukariya dogru itecektir

      2. tum bunlardan daha onemlisi analizde istatistiki hata payinin gayet comert belirlenmesi lazim; %100 gibi mesela… 🙂

      Dogru haber yapmaktan baska endiseleri olmayan insanlarin kurdugu bir basin organinda boyle bir analiz cikiyor ise, baskalarina hic kizmamak lazim… 🙂

      Demokrat’in yazisindan bir bolumu de hem bir kez daha dikkat cekmek hem de altina imza atmak icin asagida alintiliyorum:

      “AKP’yi “sivil faşizm” olarak niteleyenlere sormak gerekir seçilmiş hükümetleri deviren dört darbe ve sayısız müdahaleyi meşru mu görüyorsunuz? Bir taraftan bir takım arap ülkelerindeki ayaklanmaları halkın demokrasi isteğine bağlarken ve meşruiyet zeminine oturturken, ülkemizde seçimle işbaşına gelen iktidarı,hem de önümüzde çok yakın bir tarihte değiştirme olanağı bulunurken ‘sivil faşizm’le yaftalamak kolaycılıktır ve ikiyüzlülüktür ve hatta en kötüsü de ”yaşananlardan ders almamakta ısrar” olarak tezahür eden bir nevi ‘ahmaklık’tır.”

      Demokrat’in Cetin Dogan’in o felaket yazisindan alintiladigi son cumle de yasananlardan ders almamakta israr edildiginin acik bir kaniti aslinda. Cetin Dogan’in o yazisi apayri bir tartismayi gerektirse de ben iki noktaya dikkat cekmek istiyorum. Birincisi Dogan’in Demirel’i nasil tasvir ettigi:

      “günahı ve sevabı ile tarihe mal olmuş, özellkile 9. Cumhurbaşkanımız olarak demokrasimizin korunması ve ülkemizin kaosa sürüklenmemesi için önemli bir misyonu başarı ile yerine getirmiş, aktif siyasetin dışında olmaya özen gösteren Sayın Süleyman Demirel”

      28 Subat’ta Demirel’e postmodern darbenin Cumhurbaskani olarak gerceklestirdigi misyonu kim yuklemisti acaba diye sorasi geliyor insanin…

      Ikinci ilginc alinti ise su:

      “… dünya ülkeleri içerisinde devrimlerini kansız denecek kadar çok az kanla gerçekleştiren tek ülke Türkiye’dir.”

      Dogan’in tarih bilgisi liselerde okutalan tarih dersi kitaplarindan mutesekkil olsa gerek. Istiklal Mahkemeleri’nde alinan kararlar ile infazi gerceklesmis binin uzerinde idami bir yana birakalim, net sayisi bilinmemekle birlikte tahminen 50 bin Dersim’linin olumu ile sonuclanan Tunc Eli Operasyonu da Dogan Pasa’nin gozunden kacmis olsa gerek. Bilmem, belki de Dersim’de Kurt kani akmis oldugu icin dokulen kan kaale alinmamis ya da cok az diye nitelendirilmesinde bir sakinca gorulmemis olabilir.

      Bu arada yeri gelmisken Riza Bey’in yorumuna da kisaca cevap yazmak isterim. Zaman’in konu ile ilgili haberinden bir alinti yapmissiniz. Zaman’da konu ile ilgili haberde su satirlar vardi:

      ——————

      “İfadelerin ikinci bölümünde gizli tanık efe elbise rengi üzerine gelişen tartışmaya son verecek cevabı verdi. Duruşmanın ikinci günü Çiçek ve avukatları yine elbise rengi üzerine tanığa sorular yöneltti.

      Gizli tanık Efe şu cevabı verdi: “İlk günde soruldu. Dursun Çiçek’in üzerendeki kıyafeti yeşil ya da beyaz olabilir dedim. 3. Ordudaki albaylar toplantısında masada 12-13 rütbeli vardı. Farklı farklı renkte resmi elbiseler giymişlerdi. Yeşil beyaz mavi gömlekliydiler. Bunlardan bazıları ceketli bazıları da gömlekliydi.” Efe bu açıklamasının üzerine sanık Çiçek’e “Siz siyah elbisenin altında siyah gömlek mi giyiyorsunuz? Sorusu üzerine Çiçek, “Hayır” cevabını verdi.

      Bunun üzerine Efe, Erzincan’daki semire katılan askerlerden bazılarının ceketlerini çıkardıklarını, Çiçek’in de muhtemelen bunlardan biri olduğunu ve üzerinde beyaz gömlek giymiş olabileceğini söyledi. Efe’nin bu açıklamaları karşısında Çiçek ve avukatları sesiz kaldı. ”

      ————

      Ilk gun gizli tanigin Cicek’in elbisesinin rengi ile ilgili celiskili ifadesini mansetten veren basta Vatan gazetesi olmak uzere Hurriyet, Milliyet ve benzerleri gizli tanigin ikinci gun verdigi bu ifadeleri icin ne yaptilar: Koca bir hic. Islerine gelmiyordu, gormezlikten geldirler, tipki ilk gun Zaman gazetesinin yaptigi gibi. Neden boyle yaptilar biliyor musunuz, cevabi sizin yorumunuzdan bir cumle ile verecegim: okurlarinin “körü körüne inanılan düşünceyi sorgulamadan inanmaya devam” etmesi icin yaptilar. Hicbiri sutten cikmis ak kasik degil yani… Benzer bir sekilde Odatv’yi mazur gostermeye yonelik ifadelerinize katilmadigimi da ifade edeyim. Demokrat’in ifade ettigi gibi Odatv’yi elestirmek Zaman’i ovmek anlamina gelmez. Ayrica darbe planlamaktan sanik olan Dogan’in Erdogan’i “sen bu isin sonunu hic dusunmedin mi?” seklinde tehdit etmesini hos gormek, Demokrat’in hakli tespitine tekrar gonderme yaparsak, “”yaşananlardan ders almamakta ısrar” olarak tezahür eden bir nevi ‘ahmaklık’tır…”

      Cevapla

      • Dramalı Rıza Says:

        Sayın Fmeraklı,

        Ben katılmadığınız bazı yorumlarım için Sayın Demokrata bazı cevaplar verdim, yukarıda okuyabilirsiniz. Detaya girmeyeceğim ama ben odatv’yi mazur göstermeye çalışmayıp (ayrıca o haberi de hoş görmeyip) sadece iki haber tipi arasında çok fark olduğunu anlatmak istediğimi tekrarlamak isterim. (lütfen hangi cümlem ile tehdit haberini hoş gördüğümü de gösterirseniz çok sevinirim, emin olun öyle bir anlaşılma varsa özür dileyeceğim).

        Bu arada, sizin ise benim odatv’yi mazur göstermeye çalışır olduğumu iddia ederek, hemen üstüne de Zaman gazetesinden “peki bundan niye bahsetmediler” gibi örnekler vermeniz için ben bu sefer, “siz zaman gazetesini mazur göstermeye mi çalışıyorsunuz” desem sizce yakışık alır mı?

        Size bir konuda katılıyorum, her gazete kendi işine gelen haberi yazmakta ve okuyucularını yönlendirmektedir. Bu çok çok yanlış ve o konuda emin olun hemfikiriz. Ama yalan haber ile iğrenç yorumlu haber arasında hala çok fark olduğunu düşünüyorum.

        Bu arada, alıntı yapmış olduğunuz habere dönersek. “Çiçek’e “Siz siyah elbisenin altında siyah gömlek mi giyiyorsunuz? Sorusu üzerine Çiçek, “Hayır” cevabını verdi. Bunun üzerine Efe, Erzincan’daki semire katılan askerlerden bazılarının ceketlerini çıkardıklarını, Çiçek’in de muhtemelen bunlardan biri olduğunu ve üzerinde beyaz gömlek giymiş olabileceğini söyledi. Efe’nin bu açıklamaları karşısında Çiçek ve avukatları sesiz kaldı”

        Lütfen bana söyler misiniz, bu haberin neresinde bir önceki gün söylenen iddiayı çöpe atan bir bilgi vardır. Ne gömlek giydiğini bilemeyip, sonra beyaz gömlek giymiş olabileceğini iddia etmek gibi çok muallâk konuşan, fakat maşallah diğer her konuyu zehir gibi bilen birinin bu dedikleri hala biraz saçma ve tutarsız değil midir? (Bence gazeteciler bu haberi de konu yapmalı ve tanık, bir önceki sorulara hala doğru düzgün cevap veremedi denilmesi gerekirdi, o ayrı bir konu).

        Size içtenlikle soruyorum, siz bu haberi okuduktan sonra artık tüm dava tutanaklarını görmenize gerek kalmadan gizli tanık Efe’nin tüm söylediklerinin doğru olduğuna mı inanmaya başladınız?

        Aylar sonra gizli tanık Efe’nin yalan söylediği aşikâr olduğunda, sizce zaman gazetesi okurlarının kafasında bu zamana kadar anlatılmış yalanlar mı kalacak, yoksa gazetenin bir köşesinde küçük puntolarla çıkan bir tekzip yazısı mı?

        Saygılarımla

        Cevapla

        • acracia Says:

          Zaman gazetesi konusunu “aman bizim basin” diyerek gecistirmek dogru degil zaten. Bulent Bey Pravda’dan bahsetmisti, o bile dusundurmeye yeter.

          Cevapla

          • Bulent Murtezaoglu Says:

            Evet. “Aman bizim basin” tarzi su acidan dogru olabilir. Nasil baktiginiza bagli olarak islerin ‘dogru’ tarafinda olanlar da ‘yanlis’ tarafinda olanlar da yalandan ve carpitmadan kacinmiyorlar. Bunu biliyoruz bu memlekette yasayan veya burada buyumus insanlar olarak. Hakikati bulmak anlatmak yerine okuyucuyu bir yerlere goturmek pesinde basinimiz, isleri bu. Diger taraftan basin boyle bile olsa davranislarindan hakikatle ilgili bilgiler almak kabil. Mesakkatli oluyor bu. Bir suru safsatayla ugasmak, envai turlu crufa gomulmus bir seyleri (tali konu dahi olsa) kazip cikartmak gerekiyor bunu yapabilmek icin. Kremlinologlar oradan aklima geldi.

            Cevapla

            • acracia Says:

              Bu dediginize zaten nasil karsi cikabilirim ki? Bir zamanlar Hurriyet’in bugun elestirdigimiz cizgisinden ne farki var diyeceksiniz. Zaten amacim Zaman uzerinde istisnai bir durum yaratmak degil. Benim, dilerim kendileri mazur gorurler, ama cidden icerledigim sey, bu tarz yayinlarla yaratilan tuhaf durumun, kendilerine gonulden bagli masum insanlara da supheyle bakilmasina sebep olmalarinin yani sira, bunu yaparken demokrasi, vs gibi retorikler kullanarak yapmalaridir. Yoksa Zaman elbette ki basina bakildiginda istisnai bir durum teskil etmiyor.

              Cevapla

              • Bulent Murtezaoglu Says:

                Mutabikiz. Ben baska — daha basit — bir sey de demek istemistim aslinda biraz daha acayim. Basinin yalan soyluyor olmasi veya manipulasyon yapmasi durdugu tarafi yanlis yapmiyor. Ne bileyim ‘darbe plani yoktur’ diyenler ahlaksizlik yapinca darbecilik var olmuyor, ‘darbe plani vardir’ diyenler ahlaksizlik yapinca da darbecilik yok olmuyor. Oradan darbeyle ilgili bilgiyi alamiyoruz aslinda, basinla — belki genel halimizle[1] — ilgili bilgi/teyid aliyoruz. Belli orgutlere bagli basin icin oldugunda o bilgiler de degersiz degiller, cunku — sizin de bu konuda yapmaya calistiginiz gibi — eger basin reklami yapilan degil de asil isi oldugunu anladigimiz manipulasyon isini iyi yapiyorsa o cozumlemeden manipulasyonun istikameti hakkinda bilgi edinip o basini destekleyen gucun gayeleri hakkinda fikir yurutebiliyoruz. Bunlar seffaf duzenler, duz anlamiyla durust tartisma oramlari filanda asgari seviyeye cekilmeleri beklenen seyler tabii. Bize oyle haller yok pek, o yuzden aklim hep eski/yeni Rusya vs. memleketlerdeki hallere ve Pravda vs. yayinlara, onlarin cozumlemecilerine filan gidiyor. Bu yeni nesil yukselen gazeteler daha ehil bu islerde, Hurriyet filan daha sig ve komik olabiliyordu.

                [1] Nette ve yuz yuze bazi sohbetlerde de olur bu. Bazen bildiginiz konuda ve belki tasvib edeceginiz bir pozisyonu almak isteyen biri sizi ikna etmek icin dogru olmayan seyler soyler. Ben bu durumlarda — eger konuyu biliyorsam — bazen muhatabima soruyorum beni tam neye ikna etmek istedigini ve yaymak istedigi gorusun arkasini doldurabilecegi dorgu/gercek seyler bulmaya calisiyorum. Cok duz ornek: Erdal Eren’in yasini askerler buyutmediler mesela. Ille de bunu soylemek isteyen aslinda o donemin korkunclugunu anlatmak istiyor ve Eren’in idamina varan surecte olan gercek hadiseler (filmi nereye geri sararsaniz sarin) aslinda o yas buyutme iddiasindan daha korkunc. Yani arkasini dogru doldurmak hem mumkun hem verecegi bilgi sadece dogru degil — o devirdeki ve belki simdiki genel halimizi de anlattigi icin — daha degerli. Hic ellemeyip duz bakarsaniz, bu insan uyduruk bir sey soyluyor denip gecilebilir tabii.

                Cevapla

                • acracia Says:

                  “Ben baska — daha basit — bir sey de demek istemistim aslinda biraz daha acayim. Basinin yalan soyluyor olmasi veya manipulasyon yapmasi durdugu tarafi yanlis yapmiyor. Ne bileyim ‘darbe plani yoktur’ diyenler ahlaksizlik yapinca darbecilik var olmuyor, ‘darbe plani vardir’ diyenler ahlaksizlik yapinca da darbecilik yok olmuyor.”

                  Bulent Bey,
                  Yani yaptiklari yanlis dahi olsa, soylediklerini itibarsizlastirmamali mi diyorsunuz (ikinci ornek), yoksa yalan soylemek veya manipulasyon yapmak bir seyi var ediyor olmuyor mu demek istiyorsunuz? Ya da dipnotta verdiginiz gibi, carpitmanin boyutlari aslinda isaret edilen seyin kendisinin yanlis oldugu anlamina gelmeyebilir mi demek istediniz? Tam anladigimdan emin olamadim.

                  Cevapla

                  • Bulent Murtezaoglu Says:

                    Yani yaptiklari yanlis dahi olsa, soylediklerini itibarsizlastirmamali mi diyorsunuz (ikinci ornek), yoksa yalan soylemek veya manipulasyon yapmak bir seyi var ediyor olmuyor mu demek istiyorsunuz?

                    Ikisini de demiyorum. Dediklerinin yanlis olmasi soylediklerini itibarsizlastiriyor ama hakkinda konustuklari konuda almak istedikleri pozisyonu dogru/yanlis yapmiyor. Yalan soylemek veya manipulasyon yapmak da bir seyi var edebiliyor. Var ettigi sey bize o yalani soyleyen ve o manipulasyonu yapanin maksadiyla ilgili bir bilgi aktarimi.

                    Mudafiileri bilincli/bilincsiz yalan nekleden bir gorus dogru olabilir, hele bizim ortamda bunu bilmek zor. Sedece yalanin soylendigi konuda aktarilan bilgi yanlistir.

                    Sunlar olmasin istiyorum:

                    Zaman veya Taraf yalan yaziyor veya yalana kuryelik yapiyor diye — duz bakisla — ustlerine almis gozuktukleri misyon tamamen yanlis olmuyor. O askerler degil baska askerlerdir. Oyle darbe degildir baska mudahaledir. TSK degildir, daha kapsamli bir ‘derinlik’tir mesela.

                    Yalani, carpitmayi, isin belli bir tarafina yonelik obskurantizmi — sizin de Dink isi icin sezdiginizi ve bize gosterdiginiz gibi — bilgi degeri sifir olarak almak da yanlis olur. Yapanlarin ilginc maksatlari olabilir.

                    Ya da dipnotta verdiginiz gibi, carpitmanin boyutlari aslinda isaret edilen seyin kendisinin yanlis oldugu anlamina gelmeyebilir mi demek istediniz?

                    Evet. Orada demek istedigim, tarz olarak yalan uretmeye ve yaymaya yatkin oldugumuz ve bazen yayilan yalanin sadece o tarzin bir tazahuru olabildigi idi. Hakikatle aramizda kurumsal veya toplumsal kara kutular (ki film oynatiyorlar!) veya sis bulutlari, seraplar filan giriyor, bazen o bulutlari ve kutulari gozlemlemek bir takim farkli ve ilginc maksatlar hakkinda bilgi veriyor ama bazen de vermiyor. O bulut bulut cikiyor sadece, verdigi bilgi de bu memlekette boyle sis ureten ikmlimin olabildigi.

                    Cevapla

                    • acracia Says:

                      Bulent Bey,

                      Sanirim simdi daha iyi anladim, aciklamaniz icin tesekkur ederim. Su farki acmak isterim yalniz:

                      -miş gibi yapildigi goruntusu cizilen bir durusla (demokratik, vs gibi soylemler uretip aslinda cogulculuga toleranssiz yaklasmak)

                      o durusun kendisi (demokratik, cogulculuk) bir degil, haklisiniz.

                      Yine yukarida Zaman ve Baransu’dan orneklerini verdigim “derin devlete karsiyiz” minvalinde bir havayla aslinda bir tek hedef gosterip (askeriye) onun icin baska bir derinligi gizliyor olabilir mi sorulari uyandiran yayinlar (ki icyuzunu bilemeyiz, ancak cok mesru oldugunu dusundugum sorulari uretebiliriz su asamada ve kanimca bunlarin sorusturulmasi mutlaka gerekir), derin devlete karsi olmak gerektigi gercegini degistirmiyor.

                      Ya da Hrant Dink cinayeti cozulmelidir diye sahip cikiyor goruntusu altinda yine istihbarat ve emniyeti es gecen (ya da belli isimler disinda es gecen) yayinlarin olusturdugu tuhaf goruntu, bu davanin cozulmesi gerektigi gercegini degistirmiyor.

                      Eger kastiniz bu idiyse, mutabikiz. Yani eger dogru anladiysam, o -miş gibi yapanlardan bagimsiz dusunerek yaklasmaliyiz belirli duruslara (derin devlete karsi olmak gibi) diyorsunuz, bu duruslarin onemini zedelememeli diyorsunuz. (Yaniliyorsam lutfen duzeltin)

                      Ancak burada farkli dusunuyor olabilecegimiz nokta (ki emin degilim) su: bu tur -miş gibi yapmalar, aslinda o duruslarin icini bosaltip ona en cok zarari verenler. Burada ucuncu sahislara (okuyucular?) bunu unutmamalari soylenebilir elbette. Ancak asil sorunlu olan o -miş gibi yapanlarin verdigi zarardir bana gore. Bu sebeple Zaman ve Taraf’in aslinda eger uzerlerine aldiklarini ifade ettikleri misyonla yaptiklari yayin arasinda aciklar varsa, asil uzerlerine aldiklari misyon nedir gibi bir soru cikiyor o zaman ortaya, orasi da at kosturulabilecek kadar genis bir alan, komplo teorilerinden cok temiz olmayabilecek ittifaklara kadar yolu var.

                      ******
                      Ittifak deyince:
                      Ben mesela su BBP isini merak ediyorum. Yasin Hayal, Ogun Samast vesaire mahkemede BBP propagandasi yapmis, arada Muhsin Yazicioglu olmus, Madimak-BBP-Ergenekon uzerine yazildi, vs. Eski Vakit Gazetesi de Alperenler’e epey hitap ediyor gorunuyor (Idil Biret olayi). Bu yuzden mesela ben bu guruhun durumunu merak ediyorum gercekten. Bunlar ayni insanlar da degil ustelik ama baglantilari ayni olusum uzerinden. Aklimda bu ornek vardi yazarken, zira kollaniyor gorunumundeler en azindan Dink cinayetinde. Olmaya da bilir, tabii. Tek yapabilecegimiz soru sormak su asamada.

                    • acracia Says:

                      Unutmadan da duzeltme yapayim: Zaman ve Taraf bu guruhla ittifak icindedir demek istemedim. Eger oyle bir anlam ciktiysa ozur dilerim. Demeye calistigim genel olarak ne tur olaylar donuyor, ittifaklar var mi diye olusabilecek sorulara bir yanitimizin su asamada olamadigi idi. Tabii bunlar da bazi komplo teorilerine zemin teskil ediyor, o baska. Bu sebeple bazi tuhaf yayinlarin olusturdugu manzaranin arkaplaninda baska misyon mu var sorulari soranlara da ne denebilir bilemiyorum. Sizin dediginiz gibi demokrasiden yana olmak veya derin devlete karsi olmak yanlis degil diyebiliriz, ama bu sorularin cevabi cikmadikca sorular da mesrulasiyor. Umarim meramimi anlatabilmisimdir.

                    • Bulent Murtezaoglu Says:

                      Acracia bey,

                      Eger kastiniz bu idiyse, mutabikiz. Yani eger dogru anladiysam, o -miş gibi yapanlardan bagimsiz dusunerek yaklasmaliyiz belirli duruslara (derin devlete karsi olmak gibi) diyorsunuz, bu duruslarin onemini zedelememeli diyorsunuz. (Yaniliyorsam lutfen duzeltin)

                      Evet oyle demek istiyorum. Aslinda soylenmesinin gerekmesi dahi ayip olan bir sey bu, ama bunu cok yasadik burada (memlekette) bence. Biraz daha genis bakip sikayet edecek olsak su da denebilir belki: Entelektuelligi ‘entel’lere, liberalligi ‘libos’lara, aydinlanmaciligi cahillere, uzar gider bu… mundar ettirdik ve simdi iki kere iki kabilinden seyleri anlamakta ve birbirimize anlatmakta zorlaniyoruz. En azindan bana oyle geliyor.

                      Ancak burada farkli dusunuyor olabilecegimiz nokta (ki emin degilim) su: bu tur -miş gibi yapmalar, aslinda o duruslarin icini bosaltip ona en cok zarari verenler. Burada ucuncu sahislara (okuyucular?) bunu unutmamalari soylenebilir elbette.

                      Burada ayriliyor olabiliriz, ben de emin degilim cunku net bir yere varamiyorum. Daha dogrusu kendi kafamda vardigim yer net de makul oldugundan emin degilim. Ben — belki tahmin ettiginiz gibi — sivrilenlerin sivriltenler yuzunden sivrildiklerini dusunup Taraf’a kizacaksam asil Taraf’i reklam edenlere tepemize cikartanlara kiziyorum. Bu makul degil, cunku altinda yatan onemli bir sey ‘o da metin bu da metin, o X markasi ile geldi diye nicin muteber olsun, ben yazamasam da Taraf okuyucusu daha iyisini/dogrusunu yazar, bu kadar fakir degiliz, bu adamlara muhtac degiliz’ tarzinda belki bir ucu ulasilabilirlik bakimindan netin esitleyici tarafina dokunan bir — muhtemelen carpik — algi. Diger taraftan iyice azip ‘bunu diyemiyorsak nicin demokrasidan bahsetmek manali oluyor, coban secmece ve suru yaristirmaca midir bu kadar abartilan’ filan da diyebilirim ama o hinzirlik olur — bunun olmadigini biliyoruz zaten.

                      Ancak asil sorunlu olan o -miş gibi yapanlarin verdigi zarardir bana gore.

                      Evet, bende bunun kabahatini o zarari verenlere degil o zarari — en azindan yanlis dusunmeye sevkedildikleri icin — gorenlerde de bulmak gibi bir tavir olabilir. Ayriliyor olabiliriz belki fikren degil de gordugumuze verdigimiz tepki acisindan.

                      Bu sebeple Zaman ve Taraf’in aslinda eger uzerlerine aldiklarini ifade ettikleri misyonla yaptiklari yayin arasinda aciklar varsa, asil uzerlerine aldiklari misyon nedir gibi bir soru cikiyor o zaman ortaya, orasi da at kosturulabilecek kadar genis bir alan, komplo teorilerinden cok temiz olmayabilecek ittifaklara kadar yolu var.

                      Bu cok onemli bir soru. Bir ilerisi boyle bir yari-karanlik veya ‘derin’ misyon varsa bunu ustune alanlar ne yaptiklarinin ne kadar farkindadirlar sorusu. Ilk soru basimiza ne geldigi ile alakali, ikincisi insan kaynagimizin durumu ile. Uzun vadede ikincisi daha onemli olabilir.

                    • acracia Says:

                      Bulent Bey,

                      Bu baglamda cok fikir ayriligimizin oldugunu sanmiyorum. Zaten Zaman ve Taraf benim kafamda farkli yerlerdeler. Daha once bir tartismamizda siz de o minvalde bir sey soylemistiniz (yaniliyorsam lutfen duzeltin).

                      Burada tabii sizin koydugunuz bir serh var, anladigim kadariyla, bir sahsin icinde kendini buldugu durumdan ne kadar haberdar olabildigi ile ilgili. Ancak ben bir gazetede yazan sahislardan bagimsiz, yayin politikalarindan ve kurumsal duruslarindan dem vuruyordum.[1]

                      Ancak Taraf gibi bir kurumun reklamini yapmak demek, zaten o kurum hakkinda bir soylem olusturmak demek. Taraf’in etrafinda olusan o soylem ise ozgurlukculukle (ki aslinda bu terim uzerinde bugunku siyaset felsefesi icinde muhafazakar bir durus anlamina gelir babinda tartismalar donuyor) askeriyeye karsi olmanin esdeger oldugunu sananlardan, derin devleti statik ve hic degismeyen bir grup olarak dusunenlerden baska daha once de dedigim gibi yazar kadrosunun cevresinden de kaynaklanan bir seydi.

                      Ben bu soylemin olusmasinda, mesela Ragip Duran’in da uzerinde durdugu gibi kendilerine sizdirilan bilgilerle haber yapmak ile gazetecilik arasindaki farki insanlarin goremedigini dusunuyorum. Cunku o sizdirilanlari arastirici ve teyit edici gazetecilik etigine sahip bir yayin politikasi icinde olduklari intibaini bende yaratmadilar, ozellikle NTV olayinda. Agresiflikleri de cesaret gibi algilandi zannediyorum.

                      Ancak, ben bu soylemleri kuranlarin biraz da kendileri oldugunu dusunuyorum. Yani o sozunu ettiginiz insan kaynagi sorusu oldukca onemli, ancak dedigim gibi bir de resmi yayin cizgileri var.

                      Bir de bunlardan bagimsiz (ya da bagli, nasil baktiginiza gore degisir) bence Zaman ve surekasinin rakamlara yonelik bir zaafi var. Bu da tribunlere oynamak gibi bir sey, Zaman’in bir taraftan bedava dagitilip bir taraftan esnafa dayatildigini burada Taylan soylemisti bir ara, bir de
                      o yukarida alinti yaptigim Ekrem Dumanli yazisinin sonunda haftalik tirajlarini vermisti Dumanli ve sizin soylediklerinizle alakali gordugum icin alintilayacagim su sozlerle bitirmisti:

                      “Kendilerini fareli köyün kavalcıları gibi gören bazı kişiler bir cemaat teranesi tutturup herkesi hipnoz edebilir. Öteden beri faşist uygulamalara sinsice destek verenler meşru hükümeti sivil diktatörlük ile yaftalayabilir. Derin çetelerin çarkına çomak soktuğu için pek çok devlet görevlisine cemaat suçlaması yaparak onları pasifize etmeye kalkabilir. Hatta bazen bu yoğun ve kara propaganda bazı iyi niyetli insanları da bir uçtan öbürüne savurabilir… Ancak şu gerçeği bilmeleri şart: Bu ülkede öteden beri yaptıkları gibi artık kamuoyunu hokus pokuslarla yönlendiremeyecekler. Toplu hipnozlar karşısında kamuoyu artık kendinden geçmeyecek. Kimin hangi akla hizmet ettiğini, nereden talimat aldığını, demokrat görünen bazı kişilerin bu ülkenin sevdalılarını hangi merkezlere gammazladığını artık herkes gayet iyi biliyor.

                      Sevgili Zaman okurları! Yaşanan onca hadise tekrar tekrar ispat ediyor ki bu gazetenin tirajı artık milyonları aşmalı ve herkes tarafından dikkatle okunmalı. Okunmalı ki karanlık odalarda hazırlanan psikolojik harp taktikleri boşa çıkarılabilsin…

                      Malumunuz, abone kampanyamız geçen hafta başladı. Üstelik bu sefer yeni bir heyecanla Bismillah dedik; Yeni Bahar Dergisi heyecanımıza heyecan kattı. Tanıtım sayısından sonra bize ulaşan bilgileri değerlendiriyoruz. Umuyoruz ki Yeni Bahar evlere, yuvalara, işyerlerine yeni bir aydınlık iklim getirsin ve yıllık abone uygulamasıyla okur daha kalıcı ve istikrarlı hale gelsin. Bugün yapılan çalışmalar inanın bir gün tarihe geçecek. Şu yaşanan keşmekeşe bir bakın lütfen; eminim yüreğinizi sımsıcak bir heyecan kaplayacak ve ‘İyi ki Zaman var!’ diyeceksiniz. Görünen o ki önümüzdeki günler daha değişik sınavlardan geçecek bu ülke ve onun karasevdalıları. Ve Zaman’a daha büyük ihtiyaç duyulacak. Tarihi fırsatlar için mevsim çok uygun; Allah yolumuzu açık eylesin…

                      Ilginc.
                      **********
                      [1] Nitekim Andy Finkel ile Sevan Nisanyan’in bu iki kurulustan ayrilma durumlarina bakarsak bu durus hakkinda bir fikir sahibi olabiliriz.

                    • acracia Says:

                      Duzeltme:

                      En sondaki “Allah yolumuzu acik eylesin” tirnak isaretiyle bitecekti. Koymayi unutmusum.

        • fmerakli Says:

          Riza Bey,

          Bir onceki yorumda kendimi iyi ifade edememisim, ben tehdit mektubunun yayinlandigi yaziyi mazur gostermeye calistiginizi soylemek istememistim, Odatv’nin %16 haberine iliskin yaptiginiz yoruma katilmadigimi ifade ettikten sonra, size yonelik olarak degil, demokrat ile tartismayi da icine alan daha genel bir kapanis cumlesi yazayim demistim, ama bir paragraf yapsam iyi olacakmis. Sizin yerinizde olsam ben de ayni seyi dusunurdum. Demem o ki, o cumle size hitaben yazilmamisti, ama oyle anlasilmaya musait bir sekilde yazmisim, ozur diliyorum.

          Riza Bey, ben Zaman’in ikinci gun yayinladigi haberde onceki haberi cope atan unsurlar var demedim, o ornegi gazetelerin haber vermek degil, okurlarini yonlendirmek, doktrinize etmek gibi bir amacla hareket ettiklerini ve bundan, hemfikir oldugumuz uzere, Turk basinin genelinin muzdarip oldugunu ifade etmek icin verdim. Ayrica bu elbisenin rengi hadisesi de benim icin tali bir tartismadir, onu da soyleyeyim. Mesela ben Ciller’in televizyonda verdigi bir mulakatta “Gul ve Erdogan’i egitip merkeze cektik” dedigini dun gibi hatirliyorum, ama o gun ustunde ne vardi diye sorsaniz hatirlamam. Ya da ne bileyim, e-muhtiranin ertesi gunu muhtiraya cevap niteliginde bir konusma yapan Cemil Cicek’in genelkurmay’in basbakanliga bagli bir kurum oldugunu soyledigini hatirliyorum, ama o gun ustunde ne renk takim elbise vardi, gomlegi ne renkti hatirlamiyorum.

          Sorun nihayetinde benim gizli tanigin soylediklerine inanip inanmamam meselesi degil. Gizli tanik kendi ifadesi ile o donem o bolgede gorev yapmis bir savci, ve orada gorduklerini/yasadiklarini dile getiriyor. Soylediklerinin hangisi dogru, hangisi yalan onu yargi surecinde gorecegiz. Ama benim acimdan kiyafetin rengini karistirdiysa kesin yalan soyluyordur gibi bir tavir cok anlamli degil, zaten o tavri alanlarin kim olduguna baktigimda da gizli tanigin ne soylediginden bagimsiz olarak onun her halukarda yalan soyleyecegine inanmis olanlari goruyorum…

          Cevapla

          • acracia Says:

            Ben de bu giysi konusunda argumanin zayif oldugunu dusunuyorum genelde. Buradaki durumda bir detayi not etmek istiyorum yalniz:

            Cemil Cicek taninan ve kamuya mal olmus birisi. Yuzunden tanirsiniz. Bu Efe adindaki sahis onceden Dursun Cicek’i taniyor muymus emin olamadim. Cunku teshis etmek icin o durumda uniformasina da dikkat etmis olmasi, o teshisin bir parcasi olmus olmaz mi diye dusundum. Cunku Dursun Cicek’i hem sahis hem de uniformali birisi olarak (yani ordu icinde muvazzaf bir subay) teshis edip taniklik ediyor kendisi. Bu baglamda yapmis oldugu baska hatalar oldugu iddialari dogru ise, ilginc bir detay olarak bu da goze carpabilir; kendi basina bir anlam tamamen ifade etmese de o tarz bir baglamda tuhaf durabilir.

            Cevapla

      • demokrat Says:

        Bu ülke halkının ‘mazlum’un (ya da mazlumu oynayanın) yanında olduğunu bile bile hala ‘tehdit’ etmek ne fayda sağlar ki? Bunu vurgulamaya çalıştım.Yani hem Demirel’den örnek vereceksiniz hem de bu ‘mazlum’ gerçeğini görmeyeceksiniz?
        Beyaz gömlek olayını ise siz söyleyene kadar okumamıştım açıkcası.
        Bir de şu ‘devrim’ konusu var , ‘devrim’den kasıt gerçekten devrim ise bu ülkede tek gerçek ‘devrim’ yaşandı diye biliyorum, yazıda ‘çoğul’ olarak devrimler şeklinde kullanılması tuhafıma gitti, yapıldı da biz mi duymadık,görmedik?Yoksa bugün yıldönümü olan darbe mi kastediliyor?Ya da diğerleri.
        Gene aynı şahıstan olacak ama(ne yaparsınız O’nun yazılarıyla büyüdük) İlhan Selçuk yazmıştı 12 Mart ertesi ”kahraman Silahlı Kuvvetler devrim yaptı” diye,sonrasında beraber kutladılar ziverbey’de.

        Cevapla

  34. demokrat Says:

    Bu arada hazır medya demişken Radikal’in kişilikli duruşunun da hakkını vermeden geçemeyeceğim.

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1050631&Date=26.05.2011&CategoryID=77

    Cevapla

    • Bulent Murtezaoglu Says:

      Ben o haberden bir sey anlamadim. Savci beraat istemis deniyor ama mahkeme tutuklulugun devamina karar veriyor. Savcilik orada nakledilen goruste ise, bu davayi kim acmis? ‘Durus’a belki denecek bir sey yok da haberin kendisi okuyucunun kafasini karistiriyor. En azindan bu okuyucununki karisti.

      Cevapla

  35. demokrat Says:

    Sayın Murtezaoglu,

    Daha önceki suçlama ve iddianamede bağlı oldukları Gençlik Federasyonunun, yasadışı DHKP/C örgütünün gençlik fraksiyonu olduğu savlamasıyla suçlandılar.Bu üçüncü dava,yalnız ben de iddianameyi kim hazırladı,savcı aynı mı,aynıysa eğer anayasal haklar aklına yeni mi geldi, yoksa bir yerden ”ileri demokrasiye geçilecek,geç” komutu mu aldı çözemedim, benim de aklım karıştı.Savcı değişmiş olabilir bir ihtimal ama tabii mevcut haber bunları belirtmiyor.Güzel bir derleme-haber olmuş yine de.

    Cevapla

  36. Altan Alpay Says:

    [Spam filtresine takıldığını düşündüğüm için tekrar yolluyorum ediyorum]
    Balyoz Davasının Hava Kuvvetlerıne sıçraması mutlaka dikkatinizi çekmiştir:
    http://gundem.milliyet.com.tr/generaller-ifadeye-cagrildi/gundem/gundemdetay/26.05.2011/1395122/default.htm

    Farkındaysanız Türk Yargısında artık bariz şekilde davalar ve savcılar ikiye ayrılıyor.

    Bilirsiniz dünyanın her yerinde iki tür savcı vardır, yerine göre kullanılırsa ikisi türde fevkalade kullanışlıdır: kanırtan savcılar ve kapatan savcılar. İşin püf noktası her savcıyı yeteneğine doğru yerde kullanmaktır.

    Birinci grupta
    * Ergenekon
    * Balyoz
    * Casusluk ve Santaj
    * Poyrazköy
    * Cihaner Cemaat Davası
    * Dursun Çiçek ve Gülen’i Bitirme Planı
    * ODATV
    * Nedim Şener & Ahmet Şık
    * Hanefi Avcı

    Bu davalar genelde Muhammed Ali gibi ‘kelebek gibi uçan, arı gibi sokan’, Bruce Lee gibi hızlı, Malkoçoğlu gibi cesur savcılar tarafından yönetiliyor. Sabah vakti ansızın kapıyı çalan, çıkmamış kitabı toplatan, ‘Ulusal Kanal’ gece bülteninde yayınlanan Tayyip Kasetini ertesi gün sabah 6’da teslim almaya gelen, geldi mi 30-40 bilemedin 50 kişiyi 4-5 ilde eş zamanlı operasyonlarla içeri alan, içeri aldıklarına bir daha çıkmak nasip olmayan arslan savcılar bakar. Bu savcıların her nedense ihbarcılar ve gizli tanıklar açısından çok sevilirler. E-Posta kutuları ihbar mektupları ile dolar taşar. Ne zaman bir dava çıkmaza girse hoop bir yerden bir ihbar mektubu çıkıp doğru yolu gösterir, yada gizli tanıklar kapıyı çalar.

    İkinci grupta
    * Deniz Feneri
    * Dink Davası
    * MHP Kasetleri
    * Baykal Kaseti
    * KPSS, ÖGS ve Polis Okulu Sınavlarında kopya İddaları
    * Kayseri
    * Hanefi Avcının İddaları

    Bu davaların savcıları pek ortalarda görünmez, zaten dosyayi alir almaz hemen bir gizlilik kararı çıkartılır, dava hakkında yazıp çizenin vay haline. Genelde ‘bakıyoruz, araştırıyoruz’ tarzı yuvarlak ifadelerle günler haftaları,haftalar ayları,aylar yılları kovalar! (Deniz Feneri!) Bu davaların savcıları çok kibardır, nadir de olsa birinin ifadesini almak zorunda kalırlarsa ‘davet’ ederler. Bu davalarda sabahları kapıya sadece ‘sütçü’ gelir, tutuklama zaten istisnai bir tedbirdir, bu davalarda tutuklu kimse de yoktur. Şüpheliler ve Sanıklar ileri demokraside yaşamanın derin hazzı içindedirler.

    Konuyu MHP kasetlerine getirirsek, bugun itibariyle 15 parti yöneticisi istifa etmiş, 10 tane kaset yayınlanmış. Zaman Gazetesi yazarı Fethullah Gülen’in sağ kolu Hüseyin Gülerce’ye malum olduğuna göre yeni kasetlerde yoldaymış. MHP seçimden çekilmek zorunda kalabilirmiş.

    Bu sefer durum Baykal kasetinden çok daha vahim, tahminen 15-20 MHP yöneticiyi en az 1 senedir adım adım dinleyen ve izleyen bir organizasyon/proje söz konusu. Böyle bir proje ekibi her bir kurbana 4-5 ‘resource’ ayrıldığını düşünürseniz en az 50-100 kişilik bir ekipten bahsediyoruz. Bunun dinleme kısmı var, hepsi eşzamanlı dinlenip ilişkileri hakkında ipucları toplanıyor,bağımzısız değerlendirme yapan analiz kısmı var, ilgili şahışları 24 saat izleyip adresleri tespit eden ‘fiziki takip’ yapan sokak ekipleri var. Belirlenen mekanlara girip kameraları yerleştiren teknik ekibi de hesaba katarsaniz ‘proje’nin büyüklüğü ve insan kaynağı boyutu ile göze çarpar.

    Diğer taraftan bu kadar büyük bir organizasyon suikast yaparlar diye askeriyenin aşçılarını/pastaçılarını bile adım adım izleyen kahraman Türk polisinin nasıl gözünden kaçmış heralde tamamen ‘duygusal’ bir açıklaması vardır.

    Ergenekon yapmıştır diye düşünmüyor değilim ama Ergenekon Örgütünün üyelerinin ağzı çok gevşektir. Bir halt karıştırdıkları zaman en ince detaylarına kadar ihbar mektubu yazmak gibi kötü huyları vardır. Öyle detaylı bilgiler verirler ki hangi döşemenin altında ne var, hangi incir ağacından kaç adım ötedeh hangi silahlar gömülmüş detaylı şekile yazılır. Eğer kendilerini ihbar mektupları ile ifade edemediklerini düşünürlerse bizzat gelip ‘gizli tanıklık’ yaparlar.

    Peki Bu kadar büyük bir organizasyonu yapsa yapsa kim yapar? Metin Münir cevabını vermiş:
    Tabiki Lord Voldemort!

    http://ekonomi.milliyet.com.tr/-o-ki-adi-soylenemez-in-gizli-hafiyeleri/ekonomi/ekonomiyazardetay/25.05.2011/1394398/default.htm

    Cevapla

    • demokrat Says:

      ”MHP’nin içinde olmadığı bir Meclis büyük bir olasılıkla AKP’nin içinde istediği gibi at koşturacağı bir Meclis olur.”

      İlk bakıldığında mantıklı bir tespit olarak görülmesine rağmen, durum öyle basitçe karar verilecek bir düzeyde değil.İnce ince,hesap kitap yapılası bir vaka söz konusu.
      MHP’nin söylendiği gibi barajın altında kalması demek en iyimser ihtimalle %5-7 aralığında oy kaybetmesi demektir.Bu durumda illere göre milletvekili dağılımı AKP lehine(büyük çoğunluk) değişecektir ama bu arada MHP’nin kaybettiği varsayılan oyların ,bu tabanın iktidara olan tepkisi dikkate alındığında, büyük ihtimalle CHP’ye gideceği kesin gibidir.Burada tabii hesap-kitap ,bu işlere fazla kafamız çalışmıyor ama dediğim gibi AKP’ye yarar kesin de diyemiyoruz.AKP kurmayları bunları mutlaka düşünmüştür.

      Cevapla

  37. medyatakibi Says:

    Bir Analizde ben yaptım. 🙂 Çok link olduğundan ve çok uzun olduğundan buraya tamamını getiremiyorum. Dileyen tamamına medyatakibi.wordpress.com adresinden erişebilir. Nitekim linkleri ve formatı v.s. buraya getiremiyorum…

    Aşağıya aldığım kısım söz konusu yazının sonlarına doğru olan bir kısım. Orjinal yazı Yusuf GEzgin (Hanefi Avcıya göre Emniyet’in İmamı) yazılarının derlemesi. Oradan yola çıktım buraya vardım anlayacağınız…

    İlginize.

    İrticayla Mücadele Eylem Planı

    Bir diğer yaygın kullanılan adıyla, Islak İmza’lı belge ya da AKP ve Gülen’i Bitirme Planı bana hep garip gelmiştir. Bir kere sanki Ak Parti oraya zorla iliştirilmiş gibi gelmişti ilk okuduğumda. Hani daha çok cemaatle mücadele planı gibi duruyordu belge ama Ak Parti de kenara bir yere yazılıvermişti üzerine. Öte yandan bu belge öyle ilginç bir belgeydi ki, eğer cemaatten birisine yaptırsanız, cemaat için bu kadar faydalı olacak bir metin oluşturamazdınız.
    Bir kere kamuoyunda cemaat dışı kesimlerin dillendirdiği bütün eleştiriler metinde kara propaganda faaliyetleri olarak sıralanıyordu. Yani hafızinallah eğer böyle bir belge cemaatin eline geçecek olursa, kendisine yöneltilen eleştirilerin tamamına yakınının TSK içerisindeki belli bir odağın kara propaganda faaliyeti olduğuna dair kanıt olarak kullanabilirdi. Öte yandan Dursun Çiçek’in tanıdığını dahi sanmadığım kişiler (Ömer Öngüt, İskender Evrenosoğlu v.b. – ki bunlar cemaatle itikadi olarak bir çekişme içerisindeydi) isim isim our guys şeklinde ifade ediliyordu. Bu da doğal olarak bu kişilerin kara propaganda faaliyetleri çerçevesinde kripto ecnebilerle iş birliği yaptığının kanıtı olacak ve doğal olarak derin yapılanmanın açığa çıkarıldığı bir soruşturma kapsamında değerlendirilmesi gereken bir kanıt olacaktı.
    Yani bana bu belge hep tuhaf gelmiştir.
    Hanefi Avcı kitabında emniyet içerisindeki yapının deliller ürettiğini, bunları bir takım yerlerde buluyormuş gibi yapıp üzerinden soruşturmalar yürüttüğünü dile getiriyor. Peki İrticayla Mücadele Eylem Planı gerçekten de böyle bir metin olsaydı yani birileri tarafından oluşturulmuş ve Dursun Çiçek’e yamanmaya çalışıyor olsaydı, böyle bir metni oluşturan kişiler çeşitli izler bırakmış olabilir diye düşünüyorum
    İnsanlar yazılarını yazarken doğal olarak bilgilerini kullanırlar. Bugün bu blogu yazarken kullandığım dil, yazdığım konular, ifade ediş şekillerim hep benim şu ana kadar biriktirmiş olduğum bilgiler ve kelimeler üzerinde vücut bulur. Peki ben geçen sene bugünden ne kadar farklıydım? Yani geçen sene yazdıklarım bu blogda yazdıklarımdan dramatik bir şekilde farklı olur muydu? Elbette bir miktar farklılıklar olacaktır. Ama temelde mutlaka örtüşecek bir şeyler olurdu.
    Lafı çevirdiğimin farkındayım. Çünkü yazacaklarım, iftira sayılabilir endişesindeyim. Bilmenizi isterim ki maksadım bu değil. Yani kimseyi elimde gerçek anlamda bilgi-belge olmadan suçlamak istemem. Bu yüzden bu yazdıklarımın sadece spekülatif ve ilginç ayrıntılar olarak algılanmasını rica edeceğim. Yusuf Gezgin’i okurken bazı cümleler bana çok tanıdık geldi. Bunlar sanki İrticayla Mücadele Eylem Planında yer alan bazı cümlelerle çok yakın ifadelerdi. Bunun yanı sıra Yusuf Gezgin’in çizdiği genel çerçeve derin devlet – kripto ecnebiler ve onların Kara Türklerin mücadelelerini etkisiz kılmak için yaptığını iddia ettiği şeyler hep söz konusu planda dile getirilen ve yapılması gereken faaliyetler olarak sıralanıyordu.
    Demem o ki, eğer Islak İmzalı belge gerçekten de derin devletin TSK içerisine yerleştirdiği ajanları tarafından oluşturulmuşsa Yusuf Gezgin düşmanını gerçekten çok iyi tanıyordu. Peki eğer değilse? Yani eğer söz konusu belge başka bir yapı tarafından oluşturulmuş, derin devletin kripto ecnebileri eğer TSK’ya sızsa nasıl bir belge oluştururdu, bizde öyle oluşturalım diyen birileri tarafından oluşturulmuşsa, şu kadarını söyleye bilirim ki, bu kişilerin arasında iyi bir Yusuf Gezgin okuru olma olasılığı hayli yüksek.
    Neyse, artık kısa keseyim ve neden böyle düşündüğümü dört madde halinde açıklayayım:
    1-
    26 Ekim 2006 tarihli Sınırlar ve Sinirler Zorlanabilir başlıklı yazısında Yusuf Gezgin şunları yazıyor
    “…11 Eylülden sonra yaygınlaşan “istihbarat oluşturma” yöntemi bütün hızıyla devam etmektedir. Süflörler, dublorler, kurgular vasıtasıyla “en uçuk senaryolar” bile sahnelenebilmektedir. Suç ve terör örgütleri oluşturulabilmekte, bu örgütlere “paket suçlar” sipariş edilebilmektedir. Haber oluşturma, servis etme ve kamuoyunu ikna konusunda senkronize çalışmalar yapılabilmektedir.
    İstihbarat alanında sıçrama denilebilecek bu gelişmelerin en ileri teknikleri ülkemizde de denenecektir. İstihbari yenilikler “Dünya ile aynı zamanda” hizmetimize sunulmaktadır artık…”
    Yani haber oluşturma, servis etme ve kamuoyunu ikna konusunda senkronize çalışmalar…
    Islak İmzalı belgede şöyle diyordu:
    “…Faaliyetler birbirleriyle senkronize şekilde üç bölümde icra edilecektir:
    a) Planlama ve genel faaliyetler
    ….
    b)Medya faaliyetleri

    c) Kara Propaganda faaliyetleri…”
    Medya faaliyetleri kapsamında yapılacak 9 adımlık bir planlama söz konusu. Bu 9 adımda sırasıyla aşağıdaki faaliyetler yapılacak:
    1- …söylemler yaptırılacak…
    2- …bu açıklamaların basında geniş yer bulması sağlanacaktır.
    3-…haberler yaptırılacak…
    4- …TV programlarında…açıklamalar yapması sağlanacaktır.
    5- …haberler yaptırılarak…
    6 -…haberler yaptırılarak..
    7- …haberler yaptırılarak..
    8- …haberlerin medyada yoğun olarak yer alması sağlanılarak…
    9- …kamuoyu bilgilendirilecek…
    10-…haberler sürekli gündemde tutularak…
    Yani kabaca servis etme işlevi olarak adlandırılacak faaliyetler gerçekleştirilecek.
    Kara Propaganda faaliyetleri kapsamında yapılması öngörülen faaliyetlere dair ise 7 madde söz konusu.
    1- …gibi gösterilecek, ama dinleyicilerin bizi haklı bulacağı tarzda…düzenlenecek.
    2- …şeklinde ifade vermeleri sağlanacak…basında duyulduktan sonra … olumsuzluklarıyla ilgili haberler yaptırılacaktır.
    3- …gibi düşünülmesi sağlanacaktır.
    4- …ev baskınları yaptırılarak…FGcilerle irtibat kurulması istenen oluşumlara (Yahudilik, CIA,Mossad, Humeyni, v.b.) ait objelerin aynı ortamda bulunması sağlanacaktır.
    5- Ev baskınları kapsamında Alevi düşmanlığını körükleyici bilgi ve belgelerin bu evlerde bulunması sağlanacaktır.
    6- …Canlı yayında bağlanılarak…tahrik olmuş bir F.G.ci gibi…Bizimle uğraşmaya kimsenin gücü yetmez şeklinde açıklamalar yapması sağlanacaktır.
    7- …çelişkili açıklamalar yaptırılarak…anlaşmazlık ve bölünmeler yaşanıyormuş şeklinde algılanması sağlanacaktır
    Yani planın bu bölümüde doğal olarak ikna etme çalışmalarını kapsıyor.
    İlk bölüm olan Planlama ve Genel Faaliyetler kapsamında yapılacak işler ise bu ikisi kadar Yusuf Gezgin’in şablonuyla yani haber oluşturma işleviyle tam olarak örtüşmüyor. Bu bölümde yapılması planlanan çalışmalar 7 maddeden oluşuyor. İlk iki madde ise çalışmanın çerçevesi çiziliyor. Birinci maddede icra edilen eylemlerin dine karşı olmadığı temasının işlenmesi, ikinci madde de Ergenekon davasının gündemi değiştiriliyor havası oluşturulmamasının gerekliliği ifade ediliyor. Diğerleri ise gerçektende haber oluşturma çalışmaları kapsamında değerlendirilecek çalışmalar.
    1-…
    2-…
    3- …FGciler gemi azıya aldılar, doğrudan TSK’ya saldırıyorlar” teması işlenecek, bu kapsamda muhafazakar vatandaşların bile “Pes doğrusu, bizde Elhamdüllilah Müslüman’ız ama FGciler resmen TSK’ya saldırmak için provakasyon yapıyorlar” dedirtecek çalışmalar yapılacaktır.
    4- …dair ihbar çalışmaları yapılacak…müteakiben…ilgili haberler yaptırılacaktır.
    5- ….korkutucu propaganda geliştirilerek, bu kişilerin hata yaparak tespit edilmeleri veya kendiliğinden çözülmeleri sağlanacaktır.
    6- …yapılacak ışık evleri baskınlarında, …materyal bulunması sağlanarak, FG grubu…kapsamına aldırılacak…askeri yargı kapsamında yürüttürülecektir.
    7- Ilımlı İslam vurgusu özellikle vurgulanacak, FGcilerin ABD güdümünde hareket ettikleri ve İslam’ın orjinalini bozmak istedikleri hususu yoğun olarak dile getirilecektir.
    Özetle faaliyetlerin gerçekten de “…birbirleriyle senkronize şekilde üç bölümde…” yapılması öngörülmekteymiş.
    2-
    Yusuf Gezgin’in 26 Aralık 2007 tarihinde yazmış olduğu Şiddete Çekilen İslamcı Gruplar yazısında şu cümleler yer alır:
    “…11 Eylül sonrası dünyada Müslümanlara karşı başarıyla uygulanan tahrik et, terörize et ve ez formülüne bizim derin cenahlar daha bir iştahla öykünmeye başlamışlardır. Ancak Türkiye”deki gurupların makul ve mutedil davranışları sebebiyle bir türlü istedikleri ortamı yakalayamamışlardır. Güdümlü cemaatler ve silahlan-dırılmış İslamcı(?) guruplar hariç hiçbir dini gurubu, cemaati tahrik ve terörize edememiş, dolayısıyla ezme imkanı bulamamışlardır.
    Ancak, sevgili derin odaklarımız İslamcı gurupları şiddete bulaştırma meselesinde ısrarcıdırlar. Yöntem değişikliğine giderek, kontrol edemedikleri bu gurupları mutlaka şiddete, silaha bulaştırmak istemektedirler.
    Son zamanlarda, ılımlı İslamcı guruplar içine güdümlü mürit yerleştirme çabasını hızlandırmışlardır. Cemaatler içine yerleştirilen bu elemanlarla hem cemaat ve tarikatları sabote etmeyi, yönlendirmeyi; hem de silahlı, şiddet içerikli eylemler yaptırarak bu kesimleri şiddet sarmalının içine çekmeyi deneyeceklerdir.
    Cemaatler güdümlü müritler tarafından yapılan eylemleri kabullenmeseler ve kınasalar dahi, eylemciler kendi içlerinden çıktığı(!) için kendilerini aklayamayacaklar, güdümlü medya tarafından linçe tabi tutulacaklardır. Bu şekilde birkaç olay çıkarıldıktan sonra kamuoyunda fırtınalar koparılacak, irtica tehdidi bütün boyutlarıyla masaya yatırılacak, tedbirler düşünülecektir. Oluşturulan genel hava üzerine elini hiç kana bulamamış tarikatlar, cemaatler mizansenlerle ezilmeye, imha edilmeye çalışılacaktır.
    Cemaat ve tarikatların etkinliğini, güvenilirliğini kırmak için düşünülen yöntemlerden birisi de, bu kesimlere ve önde gelen isimlerine iyi kurgulanmış, inandırıcı iftiralar atılmasıdır. Bu cemaat ve tarikatların asıl maksatlarından saptıklarını, yozlaştıklarını, menfaat gurupları haline geldiklerini gösterir malzemeler üretmektir.
    Yusuf Gezgin’in 10 Şubat 2009 tarihli KEK Türkler yazısında ise şu cümleler vardır. (Bu yazıyı aklınızın bir köşesinde tutmanızı rica edeceğim. Birazdan tekrar döneceğim bu yazıya.
    Bu yazı neden özel? AZ SONRA.:)
    KEK Türkler – 10 Şubat 2009
    “…Ama her türlü hokkabazlığı, madrabazlığı meslek edinmiş bu cenahlar pek çok Kek-Türk’e kendilerini “milli”, kendileriyle mücadele edenleri ise “ABD uşağı”, “gayrı milli” diye boyayıp pazarlayabilmektedirler.
    Şimdi de İrticayla Mücadele Eylem Planı belgesindeki şu satırlara bakalım:
    (b) Medya Faaliyetleri:
    (1) İskender Evrensoğlu, Ömer Öngüt gibi hazirda beklettigimiz elemanlara medyatik eylemler ve söylemler yaptırılacak ve bu kisiler FG’ciler basta olmak üzere diger irticai gruplarla ozdeslestirilerek, kamuoyunun tüm bu gruplar arasinda benzerlik kurmasi saglanacaktir
    (4) Nurettin Veren gibi isimlerin TV programlarında FG grubu hakkında bizim istediğimiz temalar doğrultusunda açıklamalar yapmaları sağlanacaktır.
    (7) Ilımlı İslam konusu özellikle vurgulanacak, FG’cilerin ABD güdümünde hareket ettikleri ve Islam’ın orijinalini bozmak istedikleri hususu yoğun olarak dile getirilecektir.
    KEK Türkler yazısına geri dönelim. Ama “AZ SONRA” anonsumla kastettiğim bu değil. Halen AZ SONRA geçerli anlayacağınız 🙂
    KEK Türkler – 10 Şubat 2009
    Kek Türklere ve aldatılan, milli duygularına hitap edilerek dolmuşa bindirilen kara Türklere tavsiyem: bari Ergenekon’dan içeriye tıkılanların hayatlarına, akraba bağlantılarına, geçmişlerine, yaptıklarına bakın! Ortalama Anadolu insanı Müslüman kara Türklerle ortak paydaları var mı ona bakın!
    Bazı Tarikatlar 100 yıldır kendilerine kötek atan, her ihtilal, muhtıra sonrası sorgusuz sualsiz dindarları kodese tıkan, irtica sopasını milletin sırtından kaldırmayan bu zihniyet değilmiş gibi, Ergenekon operasyonlarını “devletin bütünlüğüne zarar veriliyor, devlet yıpratılıyor” diye değerlendirebilmektedirler.
    KEK TÜRKLER Türk’ün beş bin yıllık en eski kurumu Türk ordusunu, 1908 den sonra eline geçiren çapulcu ecnebilerden ibaret sanıp, kripto yapıların temizlenmesini “asker karşıtlığı” olarak görebilmektedirler. TSK’nın gerçek manada bir Türk ordusu olması için çetelerden, kanun dışı yapılardan temizlenmesinden rahatsızlık duyanlara şahit olmaktayız.
    Milletin kendine dönüş çabasının bir sonucu olan “bağırsak temizleme mücadelesini” bir guruba, bir cemaate mal ederek meseleyi hem sulandıran, hem de küçük gösterenlere şaşırıyorum.
    Bu arada Yusuf Gezgin, KEK Türkler gibi rahatsızlık duyduğunu ifade ettiği bir başka grubu 5 Şubat 2008 tarihindeki Düşmanlık Fikri Değil Cibilli başlıklı yazısında şöyle tanımlar
    “…Asıl problem “bende Müslümanım ama” diye söze başlayan, münafıklığı meslek edinmiş iki yüzlülerden kaynaklanmaktadır…”
    10 Şubat 2009 tarihli KEK Türkler yazısından iki-üç hafta sonra da 28 Şubat 2009’da TSK’yı Kim Yıpratıyor? başlıklı bir yazıda şunları yazar:
    “…TSK’ya bir şekilde bulaşmış suçlular ve suçlar gündeme getirilip sorgulandığında, konunun aydınlatılması ve problemin üzerine gidilmesi yerine birileri; “TSK yıpratılıyor!” diye feveran ediyor…”
    “…Bir siyasinin, bir sivil bürokratın sakatatları, itirafları ortalığa saçıldığında bu kesimler “vay be! Neler çevirmişler!” diye taaccübünü belirtiyor, ama dökülenler bir askerden, TSK’den olunca askerler yıpratılıyor, ordumuz yıpratılıyor diye basıyorlar vaveylayı…”
    Şimdi de İrticayla Mücadele Eylem Planına bakalım orada ne var?
    (b) Medya Faaliyetleri:
    (3) “Fethullah Gülen (FG) ‘ciler gemi azıya aldılar, doğrudan TSK’ya saldırıyorlar. ” Teması islenecek, bu kapsamda muhafazakar vatandaşların bile “Pes doğrusu biz de Elhamdülillah Müslüman’ız ama FG’ciler resmen TSK’ya saldırmak için provokasyon yapıyorlar. ” dedirtecek çalışmalar yapılacaktır.
    Öte yandan 23 Kasım 2007 tarihli İktidarın Çürüttüğü Mücahitler başlıklı yazısında şunları yazmaktadır:
    “…Eski mücahitler müteahhit oldu cümlesi ihale peşinde koşan Milli Görüşçüler için kullanılır. Bu ifade biraz siyasi rekabet, biraz da hazımsızlık kokuyor. AKP hükümetini yıpratmayı düşünenler bu argümanı sıkça kullanıyorlar.
    “… Belediyelerde görev alan bürokratlar iktidarın nimetlerinden nasiplenmenin derdindendirler…”
    “…AKP”nin ikinci defa ve daha güçlü şekilde iktidara gelmesi AKP”li siyasetçilerin bastırılmış duygularının ve arzularının hortlamasına neden olmuştur. Muhaliflerin ve derin odakların korkusunun aksine AKP rejimi tehdit edecek mücahitler yerine, ikinci karıyı almış, lüks arabalara kurulmuş, imkânlarını genişletmiş müteahhitler çıkarmaktadır. Anadolu sonradan görme, suiistimallerin ağında 3. Sınıf AKP”li taşra siyasetçisinden geçilmez haldedir. Partide halkın güvenmediği, pragmatist, parti teşkilatına yalakalık içinde pek çok çakal barınmaktadır.
    “…AKP taşra teşkilatlarına acilen çeki düzen vermek zorundadır. Dün başka partilerde kendine yer bulamamış vasıfsız pek çok siyasetçi bu gün Anadolu”da AKP”nin önde siyasetçileridir…”
    “…Yeniden ve daha güçlü iktidara gelme, halkın teveccühü başbakanın ayaklarını yerden kesmiş görünüyor. Eğer başbakan padişah gibi davranmaya, başkalarının fikir ve katkılarından müstağni davranmaya devam ederse büyük hatalar kapıda demektir. Derin odakların, provakatif kurmacaların yıkamadığı başbakan egosunun altında kalıp yıkılabilir…”
    “…Ülkenin en büyük talihsizliklerden birisi de AKP karsısında gerçek bir muhalefetin olmayışıdır.Şu anda AKP”ye en büyük muhalefet bürokratik (Asker, Yargı, YÖK) ve aristokratik elitlerden (beyaz Türklerden) ve güdümlü medyadan gelmektedir. CHP muhalefet değil kavga etmektedir. Milletin temel değerlerine ve demokratik kriterlere rağmen yapılan bu tür muhalefet AKP”yi mağdur, mazlum duruma düşürerek güçlendirmektedir.
    Ben AKP”nin siyasi ve ideolojik muhaliflerine, derin odaklara; mukaddesat karşıtı, milleti tehdit kabul eden muhalefet yapmaları yerine, AKP”nin ve belediyelerin yolsuzluklarıyla, usulsüzlükleriyle ilgilenmelerini salık veririm. Böylece hem daha çok malzeme bulacaklar, hem de millete sevimsiz olmayacaklardır. Ayrıca yararlı bir iş yaparak hükümetin icraatlarının kontrolüne vesile olacaklardır.
    Mağduriyetin avantajlarını iyi kullanarak seçimlerden galibiyetle çıkan AKP yönetimi ihale kovalayan, ikinci-üçüncü karıları alan, sündü-rül-müş fetvalarla usulsüzlükleri meşrulaştıran taşra teşkilatlarına, belediyelere ve şişirilmiş egolarına mukayyet olamazsa önümüzdeki seçimlerde kendilerini muhtıralar da kurtaramayacaktır.
    Anlaşılan İrticayla Mücadele Eylem Planını hazırlayanlar Yusuf Gezgin’in salık verdiği şeyleri dinlemişler ve plana şu maddeyi eklemişler (Unutmadan, planda Ak Partiye yönelik yapılması öngörülen tek faaliyet de budur!):
    (b) Medya Faaliyetleri:
    (9) AKP mensuplarının ülkemizde ekonomik krizin etkisini ciddi olarak hissettiği bir dönemde, lüks yaşamlarından taviz vermedikleri yönünde haberler yaptırılarak bu durumun hem “İslam anlayışıyla çeliştiği”, hem de uygulamaya çalıştıkları halk adamı yaklaşımlarının gerçeği yansıtmadığı konusunda kamuoyu bilgilendirilecektir.
    Yukarıdaki yazısından yaklaşık 1.5 yıl sonra, İrticayla Mücadele Eylem Planının fotokopi halinin bulunduğu baskından ise üç hafta kadar önce, yani 16 Mayıs 2009’da AKP’yi Eleştirme Vakti başlıklı yazısında şunları yazar:
    “…Seçimlerden önce AKP’ye yapıcı uyarılarımız oldu ise de, hatalarını, eksikliklerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktan uzak durduk…”
    “…Gerek yerel siyasetçilerde gerekse Ankara siyasetinde kirlenmişlik, yolsuzluk, akçalı işlere yönelik söylentiler çok fazladır. Zaman içinde insanlar koltuklara alışmakta, imkânlardan daha fazla yararlanmak için hukuk, usul ve ahlak dışı yollara tevessül edebilmektedirler. Akçalı işlerde suiistimale alışan kimseler, sonrasında her türlü ahlaksızlığı işleyebilmektedir. AKP zaman geçtikçe kirlenmekte, hukuk-ahlak dışı işlere bulaşmaktadır. AKP ve başbakan bu meydanda kalıcı olmayı istiyorsa bağırsaklarını temizlemeli ve yolsuzlukla-ahlaksızlıkla etkin mücadele yöntemleri geliştirmelidir. AKP’yi muhtıralar, darbe planları, medyanın insafsız saldırıları, CHP’nin ve laikçilerin muhalefeti yıkamaz, hatta güçlendirir; ancak gayrı ahlaki ve akçalı işler AKP’yi ve hükümeti bitirir. Özellikle akçalı işler konusunda başbakan dâhil, pek çok AKP’li hakkında vatandaşın kafası karışıktır. Başbakan gelecekte iyi anılmak istiyorsa, geniş imkânlarla yaşamaktan fedakârlıkta bulunmalı, en azından Bülent Ecevit kadar dürüst ve temiz kalmayı başarabilmelidir…”
    “…CHP’ye kaptırdıkları belediyelerden yakında kokular çıkmaya başlar. AKP, amme hakkı, devlet malı, yetim hakkı gibi Müslüman her insanın duyarlı olması gereken konularda beklenen duyarlılığı sergileyememiştir….”
    Ne diyeyim…
    Yusuf Gezgin’in 12 Haziran 2007 tarihli Türkiye Irak’laştırılıyor yazısından bir alıntı yapalım:
    “…Kur’an öğretilmesinden rahatsız olanlar, Kutlu Doğumu tehdit görenler, namaz kılan çocukları esrar satıcısına eş tutanlar, Türk tarihinin en şanlı sayfaları Osmanlı’dan, Selçuklu’dan rahatsız olanlar Türkün milli birlik ve bütünlüğünü ne kadar sağlayabilirler? Bu iddiaları ne kadar inandırıcıdır? …”
    Gerçekten de İrticayla Mücadele Eylem Planında namaz kılan çocuklar meselesi de ihmal edilmemiştir:
    (b) Medya Faaliyetleri:
    (8) Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okul öğrencilerine ait ibadet görüntü ve haberlerin medyada yoğun olarak yer alması sağlanılarak Milli Eğitim Bakanı kamuoyu önünde yıpratılacaktır.
    Yusuf Gezgin’in 20 Aralık 2008 tarihinde yazmış olduğu Ermeni Sorununun Çözümüne “Özürlü” Darbe başlıklı yazısında şu ifadeler yer almaktadır:
    “…Üretilmiş” pek çok problemde olduğu gibi, Ermenilerle ve Rumlarla yaşadığımız sorunların temelinde de “Beyaz Türk” denilen kripto vatandaşlar vardır. Ama bu konulara “Türkçü”, “milliyetçi” zarflarıyla yaklaştıkları için bazı Kara Türkler, “Türk devleti ve Türk milletinin hakları savunuluyor!” zannederek Ermeni ve Rum düşmanlığına destek vermektedirler…”
    İrticayla Mücadele Eylem Planında Medya Faaliyetleri Madde 10 da bu konuya ayrılmış görünüyor:
    (b) Medya Faaliyetleri:
    (10) Ermenistan ve Yunanistan ile ilgili kamuoyunda tepki uyandıracak haberler sürekli gündemde tutularak milliyetçi partilerin tabanının genişletilmesi sağlanacaktır.
    Hani pek çok yazısını okumamış olsam Yusuf Gezgin Ergenekon’un elemanı, Islak İmza metninin oluşturulmasında kripto ecnebilere yardım etmiş diyeceğim ama böyle bir şeyin söz konusu olmadığını elbette biliyorum…
    3-
    Albay Dursun Çiçek, mahkemedeki savunmasında şunları söyler:
    “…”Bu planda bir sürü boş yer var. Ben bunu 3 sayfada bitirirdim” diyen Çiçek, “Biz düşman unsuru değil, ‘düşman kuvvetleri, dost kuvvetleri, bilgilendirme ve bilinç faaliyeti, bilgi ve evrak güvenliği’ deriz. Faraziler geçekleşmezse o plan çöpe atılır. ‘Dursun Çiçek şerefsiz albay plan yapmış’ diyene o şerefsizliği iade ediyorum” şeklinde konuştu.
    Çiçek, “Biz, Fethullah Gülen, AKP falan demeyiz. Özel isimleri kullanmayız. Kullanırsak adli müşavirlik imzalamaz. Çünkü suç unsuru olur” dedi.
    Belgedeki bazı ifadelere sinirlenen Çiçek, “Bunu kurmay söyledi diyenin anlını karışlarım. Türkçesi varken yabancı kelime söylemek yasaktır. Komutanı, belgeyi albayın yüzüne atar” şeklinde konuştu…”
    Bu unsur meselesi benim de Yusuf Gezgin’in yazılarını okurken dikkatimi çekmişti. Yusuf Gezgin’in en sevdiği aşikar olan kripto, Ecnebi, Ermeni ve Alevi kelimeleri dışında sıklıkla kullandığı kelimelerden birisi unsur. Aşağıda referans verilmeden farklı yazılarında kullanmış olduğu ve içinde unsur geçen cümleleri listeliyorum. Hangi yazı olduğunu bulmanız için söz konusu cümleleri google’lamanız yeterli olacaktır sanırım. Bu arada daha pek çok farklı şekilde (yani bir diğer unsur, tehdit unsuru, v.b.) kullanımlarını listeye dahil etmedim. Sadece bir insan grubuna yönelik olarak kullanılmış olan unsurlar listeye dahidir.
    “…Sünni, Şii ve Kürt unsurları bir arada tutmanın…”
    “…kavgalı hale getiren yabancı unsurlarla mücadele etmeleri…”
    “…hem diğer unsurları tahrik etmek, hem de Türk unsurunu…”
    “…Hükümetlerin sistemdeki dengeleyici unsurlarla kontrolü…”
    “…ülke sınırlarının dışına sürülmesi” gereken unsurlar değil;…”
    “…bir ülkeye konuşlandırdığı ve kontrol ettiği unsurlardır…”
    “…Enjekte edilmiş yabancı unsurlarla mücadele ediyor…”
    “…Terörist imha edilmesi gereken bir unsur olsa bile…”
    “…ülkücüler arasında pek çok Türk dışı unsur bulmak mümkündür. MHP…”
    “…asli unsur olduğu iddia edilen Türkler…”
    “…deşifre edilen gayrı meşru derin unsurların yerine…”

    4 –
    Hatırlarsanız Yusuf Gezgin’in kripto Ermenilerin, kripto aleviler şeklinde ordu içersine sızdığını ve TSK’nın Güneydoğu’daki kötü muamelelerini bu unsurların yaptığına inandığına dair çeşitli örnekler vermiştim. 2006 ve 2009 yılında yazdığı iki yazıyla bir hatırlayalım isterseniz:
    Ezdik Bitmedi; Versek Kurtulur muyuz? – (28 Aralık 2006)

    “…Dağa kaldırmalarla, köy yakmalarıyla, faili meçhul operasyonlarla, kontra-Hizbullah cinayetleriyle, asayiş amaçlı?! bombalamalarla, hayatı dar eden muamelelerle karşılaşan bölge insanı hızla ayrılıkçı düşüncelere kaymıştır. İnsan haysiyetine ve devlet anlayışına sığmayan, Türk askerine ve devletine bu insanları düşman eden muamelelerin kökeni karışık kimselerce “ezdikçe çoğalsın” düşüncesiyle kasten yapıldığı artık bilinmektedir…”
    Kripto Ermeniler Ergenekon’un Neresinde? – 3 Ağustos 2009
    “…Mesela ben “acaba Kürtleri PKK ve Kürtçülüğün kucağına itmek, bin yıllık kardeşlerimizle arada bir husumet oluşturmak için silahlı güçlere konuşlanmış bazı kripto ecnebilerin planlı ve özel gayretleri, işkenceleri, zulümleri, ötekileştirmeleri var mıdır?” diye hep düşünmüşümdür. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ermeni yetimler neden başka bir yere değil de askeri okullara yerleştirilmiştir? Bunu yapanlar bundan ne ummuştur? Daha sonra bu hayati kuruma ne kadar (gizli) Ermeni sokulmuştur? Bunlar hangi rütbe ve makamlara gelmişlerdir?” hep merak etmişimdir.
    İrticayla Mücadele Eylem Planı (fotokopi olanı) Av. Serdar Öztürk’ün ofisine (daha doğrusu Ocak 2009’dan itibaren, o sırada avukatlığını yapıyor olduğu Levent Göktaş’ın duruşmaları için İstanbul’a geldiğinde kullanmaya başladığı, sahiplerini Ocak 2009’dan önce tanımadığı ama Levent Göktaş’ın yakını bir şirketteki masasına, detaylar için AKP ve Güleni Kurtarma Planı başlıklı kitaba bakabilirsiniz) yapılan 4 Haziran 2009 tarihli baskında ele geçiriliyor. Serdar Öztürk, kitabında aslında kendisinin hedef olmadığını, sadece Levent Göktaş’da bulunduğu iddia edilen ve içerisinde mahrem görüntülerin olduğu 51 Nolu DVD’nin (hani adli emanette kırılmış olan) kimler tarafından üretildiğini bulmaya yönelik çeşitli çalışmalar yapmaya başlamasıyla dikkatlerin üzerine çevrildiğini, Şubat ayı içerisinde kendisi hakkında sahte belgeler kullanılarak dinleme kararı alındığını belirtiyor.
    Kitapta, daha doğrusu savunmasında, anlattığı olaylardan birisi şöyledir: (sayfa 91)
    ( O sırada Öztürk daha henüz dava kapsamında sanık değil de Levent Göktaş’ın avukatıdır) “…3 Mart 2009 tarihinde İstanbul TEM’de gözaltındayken 4. kata çağırıp: “bize bir general ismi ver. Bir olay anlat. Seni burada bırakalım. Rıdvan Özden’i Silahlı Kuvvetler öldürdü. Biz biliyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri eşittir Ergenekon” gibi bir sürü ipe sapa gelmez iddialarda bulunan kimliği meçhul emniyet görevlileri …” hakkında suç duyurusunda bulunduğunu yazar (sayfa 91)
    Bu sorgudan üç ay kadar önce (28 Kasım 2008’de) Yusuf Gezgin Kurşun Adres Sorar mı? başlıklı yazısında şunları yazmaktadır:
    “…1995’te öldürülen Mardin il jandarma komutanının (Rıdvan Özden) JİTEM tarafından öldürüldüğü ve karısının talebine rağmen otopsi yapılmasına müsaade edilmediği medyada yer aldı…”
    Anlaşılan sorgucular arasında iyi bir okuru bulunmaktaydı.
    Kitapta sıklıkla tekrarladığına göre anlaşılan bayağı içerlediği bir konuyu dile getirir. 16 Mart 2009 tarihinde Serdar Öztürk, subay olarak 90’lı yılların başında Güneydoğu’da Silopi’de görev yaptığı sırada tanımış olduğu ve anlaşılan etkili bir korucu olan (Ankara’ya geldiğinde bakanlar ağırlarmış) Koçero Saluci’den telefon alır. Koçero Saluci kendisine bir-kaç gün önce Silopi Emniyet’ten polislerin geldiğini ve o sırada henüz Serdar Öztürk’ün avukatlığını yapmakta olduğu dosyada gizli tanıklık yapmasını teklif ettiklerini söyler. Kabul etmediğini ama adamın kendisini çok sıkıştırdığından şikayet eder. Silopi Cumhuriyet Savcılığına da suç duyurusunda bulunmuş olduğunu da söyler Koçero Saluci. Neyse, Koçero Saluci bir sonraki gün dilekçesini fakslar Serdar Öztürk’e. (sayfa 97)
    “…okudum ve dehşete kapıldım. Böyle bir saçmalık yok. Silopi’de görevli bir emniyet amiri: “1990-1994 yılları arasında burada görev yapan subaylar Ermeni kökenliydi. O yüzden size eziyet ettiler.” Diyor. Başbakan burada Ermeni açılımı yapıyor. Silopi’de ki Emniyet Müdürü de Ermenileri aşağılayan ifadeler kullanıyor. Halka, bu subayları korumak Ermenilere hizmet etmektir bize yardım edin 1990-94 yılları arasında burada görev yapan subaylar kimse, ne yaptılarsa onlarla ilgili bilgi verin diyorlar. Sonuç; bilgi yoksa iftira
    Anlaşılan o dönemin Silopi Emniyet Müdürü (Anlaşılan Serdar Öztürk şikayetçi olur, tazminat davası açar ve görevden alınır) de sıkı bir Yusuf Gezgin okurudur. Güneydoğu’da bir dönem halka yapılmış olan kötü muameleleri kripto Ermeniler’in yaptığının bilincindedir.
    Yukarıda 10 Şubat 2009 tarihli KEK Türkler yazısını sizlere tekrar hatırlatacağımı söylemiştim.
    KEK Türkler – 10 Şubat 2009
    “…Dün Sebatayların, Siyonistlerin yapılandırdığı, Türkçü soslara sahip akım ve görüşlerin içinde bu gün maalesef (kripto) Ermeniler çok etkin ve etkilidirler. Türkçü”, “ulusalcı” görünen pek çok şahsiyetin üstü hafifçe kazındığında altından Ermeni kimlikler çıkmaktadır. Ergenekon örgütünün son dönemde medyaya düşen pek çok aktörü enteresan bir şekilde Ermeni kökenlere sahiptirler. Sayın KEK-TÜRKLER sloganların, içi boş hamasi söylemlerin peşinden sorgulamadan koşma dönemi hala bitmedi mi? Adının sağına soluna bol “Türk”lü unvanlar kondurmuş münafıkların izinden gözü kapalı yürümeyi ne zaman bırakacağız?…”
    Sizce kimi kastediyor? Elbette bu yazı sadece ilginç bir tesadüf de olabilir. Henüz Öztürk yeni dikkat çekmeye başlamıştır o dönemde…
    Neyse artık burada kesiyorum. Savunmasından bir kaç ufak şey daha aktarayım. Öztürk’ün parmak izi kendisine isnat edilen suçlara delil olan hiçbir ve tabii ki İrticayla Mücadele Eylem Planı belgesinde bulunmaz. Bu arada savcılık sorgusunda ilginç bir durum yaşanır (7 Haziran 2009) kendisine isnat edilen suçlar arasında Kişisel Verileri Hukuka Aykırı Kaydetmek yani fişlemek de vardır. İlginçtir ama baskın sırasında ele geçen belgeler arasında böyle bir suç işlendiğini gösteren bir belge bulunmamaktadır. Söz konusu savcılık sorgulaması ıslak imzalı bir belge olarak kaydedilmiş durumda.
    Peki neden böyle bir isnat vardır? Kısa zaman sonra anlaşılır. Bir süre sonra kullandığı ofiste çalışanlar fişleme olarak değerlendirilebilecek bir belge bulurlar. Baskını yapan polis belgeyi bulamamıştır. Ortada bir suç isnatı vardır ama belgesi henüz ortada yoktur! Baskının kamera kayıtları sırasında gerçektende bir polis söz konusu belgeyi alır, bakar ama anlamaz ya da anlamsız olarak görür ve yerine geri koyar.

    Cevapla

  38. fmerakli Says:

    Asagida Radikal’den Ezgi Basaran’in Orhan Kemal Cengiz ile yaptigi roportaj var. Acracia’nin analiziyle iliskili kimi noktalara temas etmesi nedeniyle bu sayfada dursa fena olmaz diye dusundum.

    Bu arada Ezgi Basaran’in “Balyoz sanıklarının dava bitmeden AİHM’ye başvuru yapabileceğini söylüyorsunuz. Nasıl oluyor?” seklindeki sorusunu da garipsedim, sanki bu mumkun degilmis gibi bir durum var da Cengiz aksini iddia ediyormus gibi bir tavir var soruda. Son donemde yazdigi yazilar ile Balyoz davasi ile ilgilendigi izlenimi veren bir gazetecinin AIHM’nin halihazirda uc Balyoz saniginin basvurusunu kabul ettigini bilmesi gerekirdi. Cengiz ozunde surecin 3 ay kadar surecegini soyluyor ki uygulamaya baktigimizda o kadar bile surmedigini goruyoruz. Tugamiral Gurdeniz ve Cakmak ile Tumamiral Cetin’in 24 Subat’ta yaptiklari basvuru sadece 5 hafta sonra 30 Subat’ta kabul edildi.

    Ergenekon davasi ile ilgili olarak Cengiz su tespitinin hayli onemli oldugunu dusunuyorum:

    “Dava dosyalarında geçmişte işlenmiş suçlarla ilgili bir altın madeni görüyorum. Özellikle Kürtlere ve gayrimüslimlere karşı işlenmiş suçlar açısından. Bunların hiç birinin üstüne gitmedi savcılar ve hâkimler. Çünkü bence Ergenekon’un arkasındaki siyasi iktidarın öyle bir derdi yok. Yani AKP’nin asıl derdi kendisine yönelmiş tehdidi durdurmaktan öteye geçmiyor. Arjantin ve Şili’de olduğu gibi, “Biz bu toplumu temizleyelim, bir geçiş dönemi adaleti sağlayalım. Geçmişte yapılan kitlesel insan hakları ihlallerinin faillerini ortaya çıkaralım” gibi bir fikirle harekete geçilmedi.”

    Belki su asamada konusmak icin erken ama 12 Eylul davasinda da benzer bir egilim soz konusu olabilir. Basina yansiyan haberler Evren ve hayattaki diger Konsey uyelerinin ifadeye cagirilacagi, ama sorusturmanin bu isimlerle sinirli olacagi seklinde. Evren ve arkadaslarinin o donemde yasanan tum insan haklari ihlallerinden sorumlu tutulmalarini desteklemekle birlikte o ihlalleri isleyen asker, polis ve sivil kamu gorevlilerinin de adalet onune cikarilmamasi gerekiyor.

    Bu arada Dogan ve Rodrik, Cengiz ile ilgili yazilarini “sozde liberal demokratlar” kategorisinin altina yerlestiriyor. Dogan ve Rodrik bir zaman once asagidaki satirlar kaleme almislardi:

    “AKP ile TSK arasında bir uzlaşma ve siyasi mutakabat yapılabilir, AKP ve destekçilerinin orduyu siyasi olarak etkisizlestirme amacına demokrasiye ve ülkenin diğer kurumlarına daha az zarar vererek ulaşması sağlanabilirdi. Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.”

    “Darbe disinda Ergenekon’da ortaya cikan suc iz ve emareleri savcilar tarafindan izlenmedi” gibi elestiriler getiren birisi sozde liberal demokrat oluyor; ona bu etiketi yapistiran ozde liberal demokratlar da AKP ile TSK siyasi mutabakat saglasin, ordu “vallahi bir daha darbe yapmayacagim” desin, karsiliginda da Ergenekon/Balyoz davalari dusurulsun diyor…

    Dana neler gorecegiz kimbilir….

    ——————-

    Siz Malatya Katliamı mağdurlarının avukatısınız. Dava kesin olarak Ergenekon’la birleşiyor değil mi?
    Birleşmek üzere, bekliyoruz. Bu çok önemli çünkü biz başından beri o cinayetleri sadece sanık olan o 5 çocuğun yapmadığını biliyoruz. Onların arkasındaki derin devlet ağını ortaya çıkarmamak adil yargılama getirmez. Ergenekon’un işin arkasında olduğu besbelli artık.

    Gizli tanık ifadesine dayanarak mı böyle diyorsunuz?
    Tabii. JİTEM’in kullandığı başçavuş itiraflarda bulundu. Ve anladık ki Malatya çok hayati bir öneme sahipmiş. 2004-05 yılları arasında çok sayıda ulusalcı örgüt kuruldu. Pıtrak gibi. Kuvayı Milliye’den Ayasofya derneğine… Bu derneklerin hepsinin arkasında çekirdek bir Ergenekon kadrosu var. Hepsinde aynı isimleri görürsün. Sanık haklarına saygımdan ötürü o isimleri zikretmek istemiyorum. Ama o kişiler aynı zamanda Hrant Dink, Orhan Pamuk ve Elif Şafak’a açılan davaların da arkasındalar. Hem bu dernekler hem de bu kişiler Türkiye çapında çok ciddi bir misyoner-karşıtı faaliyet yürüttü. Ergenekon bakımından misyoner çok önemli bir araçtı. Çünkü Türkiye toplumunun kolektif bilinçaltına hitap ediyordu.

    “Dışarıdan gelen yabancı bir unsur ülkeyi karıştırmak istiyor” hissiyatını besliyor çünkü değil mi?
    Aynen öyle. Bu hissiyatla dindarları da ülkücüleri de ulusalcıları da harekete geçirebilirsiniz. Çok iyi bir katalizör. O yüzden Malatya katliamının Ergenekon açısından çok ciddi bir stratejik adım olduğunu düşünüyorum. Bakın Malatya davasının bir numaralı sanığı Emre Günaydın, yakalandığında, Malatya’da 40 tane kilise olduğunu ve yabancıların Türk kızlarına tecavüze hazırlandığını sanıyordu. Çünkü o dönemde böyle bir paranoya pompalanıyordu. Santoro, Dink ve Malatya katliamlarını takiben Samsun, Diyarbakır, Adana ve İzmir’de yine misyonerlere karşı hareketlenmeler vardı. Teşebbüs aşamasında kaldılar çünkü polis engelledi. Yoksa aslında biz şuna tanık olacaktık: Birer ay arayla Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde Hıristiyanlar öldürülecekti. Böylelikle hem Türkiye gündemi işgal edilecekti hem de tüm dünyaya “Dindar bir hükümet geldi, Hıristiyanlar kesilmeye başlandı” mesajı verilecekti.

    Polis bazı cinayetleri engelledi ama özellikle Hrant Dink ve Malatya Zirve Yayınevi katliamlarında ise ciddi ihmaller yok mu?
    Tabii ki. Bence bu cinayetler JİTEM ve polisin göz yumması ve işbirliği olmadan işlenemezdi. Birinin hazırlaması diğerin göz yumması gerekirdi ki bence öyle de oldu. Malatya’daki katliama baktığınızda 8 aylık bir hazırlık süreci olduğunu görüyorsunuz. Aşırı milliyetçi bir grup 8 ay boyunca sürekli gözetim altında tutulan bir misyoner grubunun içine sızmaya çalışıyor. Tıpkı Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi. Bence polis istihbaratı bu iki katliamı da izliyordu ama umurlarında değildi.

    Geçmiş suçlarla ilgili altın madeni

    Ergenekon davası, Ümraniye’de bulunan 27 el bombasından bugüne, faili meçhullerle ilgili neler aydınlattı? Geçmişle nasıl hesaplaşıldı?
    Dava dosyalarında geçmişte işlenmiş suçlarla ilgili bir altın madeni görüyorum. Özellikle Kürtlere ve gayrimüslimlere karşı işlenmiş suçlar açısından. Bunların hiç birinin üstüne gitmedi savcılar ve hâkimler. Çünkü bence Ergenekon’un arkasındaki siyasi iktidarın öyle bir derdi yok. Yani AKP’nin asıl derdi kendisine yönelmiş tehdidi durdurmaktan öteye geçmiyor. Arjantin ve Şili’de olduğu gibi, “Biz bu toplumu temizleyelim, bir geçiş dönemi adaleti sağlayalım. Geçmişte yapılan kitlesel insan hakları ihlallerinin faillerini ortaya çıkaralım” gibi bir fikirle harekete geçilmedi.

    Neyle geçildi?
    Savcı bence başlangıçta neyle uğraştığını bilmiyordu. Biraz ilerledikçe siyasi iktidarın desteği geldi. Aslında AKP, Ergenekon’u çok önceden biliyordu. Zaten Ergenekon-Gladyo adıyla ilk kez Ecevit tarafından telaffuz edilmişti. Turgut Özal da biliyordu. Can Dündar’ın yıllar önce hazırladığı programlarda da söz ediliyordu. Ama kimse üzerine gidemedi çünkü uluslararası konjonktür izin vermiyordu. AKP döneminde ise tüm uygun koşullar bir araya geldiği için örgütün çökertilmesi için dava başladı. Destekleyen siyasi irade kendisine yönelmiş darbe tehditlerini izole etmek istedi, o kadar.

    Bu yeterli olmadı mı diyorsunuz?
    Aslında çetelerin hep aynı adamlardan oluştuğunu gördük. Bu nedenle 2007’den beri cinayet işlenmiyor. Misyonerler üstündeki baskı da azaldı. Ama bu AKP’nin planladığı bir şeyden öte, o karanlık kişilerin demir parmaklıklar ardında olmasından kaynaklanıyor.

    Bu davada herkes kendi suçlarından mı yargılanıyor? Örneğin ‘Ergenekon üyeliği’ Veli Küçük’ün tüm suçlarını karşılıyor mu?
    Elbette hayır. Veli Küçük, Ergenekon’un üyelerinden biri olmakla suçlanıyor ama dava onun somut suçlarını kapsamıyor. Zaten Ergenekon davasını kadük kılan da bu. Sen JİTEM’in kurucularını içeri almışsın ama Diyarbakır’da küçük bir davayla yargılıyorsun. Sanki JİTEM senin davanın bir yan ürünü! Olamaz böyle bir şey. Bunun gibi çok örnek var. Ergenekon iddianamesinin eklerinde Ege Ordu Komutanlığı’nın misyonerleri nasıl fişlediği var. Bir bakıyorsunuz ki o fişlemelerin olduğu her yerde Hıristiyanlar saldırıya uğramış. Normal bir ülkede bunun araştırılmasını beklersiniz ama bizde yapılmıyor. Darbe dışında Ergenekon’da ortaya çıkan suç iz ve emareleri savcılar tarafından izlenmedi.

    Savcılara “İzleme, darbe teşebbüsüyle sınırlı kal” mı dendi?
    Siyasi iradeyi arkasında bulamadı savcılar çünkü AKP geçmişin hesabıyla ilgilenmiyor. Öyle olsa, Hrant Dink’i İstanbul Valiliği’ne çağıran adamı Malatyadan milletvekili adayı yapmazdı değil mi? Ama sadece AKP değil davanın arkasında olmayan. Kürtler, Aleviler, solcular destek vermedi. Halbuki mesela Kürtler’in bu davayla yatıp kalkması gerekirdi. Onların köyleri yakıldı, faili meçhul cinayetlere kurban gittiler. Baskı yapmaları gerekirdi, “Bu dava asıl buralara gelirse anlamlı olur” diyerek. Alevi dedelerine suikast planları vardı, ortaya çıkması için Alevilerin bu davaya destek vermesi lazımdı. Ama onlar da sırtlarını döndü.

    Niye böyle oldu sizce?
    Çünkü herkes sahip çıkmaları durumunda bundan AKP’nin prim elde edeceğini düşündü. Bir de merkez medya başından beri Ergenekon davasını çok küçülttü, onun da etkisi var. Böyle bir davayı savcıların üstünde pozitif bir baskı yaratmadan sürdüremezsiniz. Bir tarafta Ergenekon yoktur diyen kalemşorlar, diğer tarafta da Ergenekon’u sadece darbe teşebbüsüyle sınırlayan başka bir medya grubu olunca olmuyor.

    Ergenekon bir örgüt ve zihniyet

    Ergenekon örgütünün önemli isimlerinin içeride olmasına rağmen şu anda iddia edildiği gibi PKK ile işbirliği nasıl yapılabiliyor? Eylemler nasıl sürüyor?
    Birinci konu şu: Ergenekon diye çekirdek bir örgüt var ve onun çekirdek kadrosu şu anda içeride. Savcıların hatası darbe iddialarının Ergenekon örgütüyle somut bağlantısını kurmadan hepsini bir torbanın içerisinde toplamak oldu. Örneğin askerin bütün suçlarını Ergenekon örgütü üyeliği başlığı altında topladılar. Bu da insanların kafasını karıştırdı. İkinci konu ise şöyle: Ergenekon diye aslında bir zihniyetten de bahsediliyor.

    Zihniyet yargılanıyor mu diyorsunuz?
    Bu benim hiç taraftar olmadığım bir durumdur. Zihniyeti deşifre edersin ama somut suçları yargılarsın. Zaten bu davanın örgüt üyeliği gibi muğlak bir tanım üzerinden yürümesi çok sakıncalı. Savcılar insanları örgüt üyeliğinden içeri atma kolaycılığından çıkıp somut suçlarını tespit etmeli ve o somut suçların izlerini takip ederek bu davayı genişletmeliydi. Özel yetkili mahkemelerin eski DGM’ler olduğunu unutmayalım. Hem Ergenekon’da hem de KCK davasında bu kolaycılığa başvuruyorlar. PKK’nın içindeki Ergenekon meselesine gelirsek; uzun süren kirli savaşların hepsinde böyle işbirlikleri olur. İlla aralarında organik bağ olmasına gerek yoktur. Çünkü bu iki örgütün eylemleri birbirinin işine yarar.

    Dani Rodrik arkamdan mail atmayacaktı Balyoz sanıklarının dava bitmeden AİHM’ye başvuru yapabileceğini söylüyorsunuz. Nasıl oluyor?
    Balyoz sanıkları da Türkiye’deki yargı yolları tükenmeden, ‘Sahte delillerle tutuklandım’ diyerek suç duyurusunda bulunabilir. Eğer savcı reddederse Ağır Ceza’ya itiraz edersiniz. Tüm bunlar 3-5 ayda tamamlanır ve iç hukuk yolları tükenmiş olur. Böylece AİHM’ye gidersiniz. Ama sanık avukat ve yakınlarının bunları yapmayıp sürekli dava üzerinde şaibe yaratmalarını yanlış buluyorum.

    Çetin Doğan’ın damadı Dani Rodrik’le aranızda tatsız bir olay yaşanmış galiba. Nedir iç yüzü?
    Harvard’a azınlıklar hakkında konuşmaya gittim. Beni çağıranlara ‘Tıpkı Mahçupyan gibi Cengiz de taraftır, onu çağırmanız doğru değil’ diye mail göndermiş. Keşke arkamdan e-mail atmak yerine ben konuşurken gelip muhalefet etseydi.

    ‘Başkanlık’ demokratik yürümez
    Türkiye’nin bugünkü düzeni 1923’te değil, 1915’te kuruldu. Gayrimüslimleri kovduğumuz gün başka bir siyasi iklim oluştu. AKP, Ergenekon davasıyla özellikle amaçlamasa da bu iklimi dağıttı. AKP, İslami burjuvazi ve Gülen cemaati bir blok oluşturdu ve Kemalist ittihatçı bloku dağıttı. Sonuçta demokrasi geldi ama geldiği gibi de gidebilir. Erdoğan’ın çok ciddi otoriter eğilimleri var. Kafasında da başkanlık sistemi… Türkiye’de bu sistemin hiçbir altyapısı olmadığı için demokrasi gidebilir diyorum. ABD’de bu sistem işliyor çünkü orada bizde olmayan her şey var: Düşünce özgürlüğü, güçlü medya ve güçlü yerel demokrasi. Erdoğan bugün bile kendisini eleştirenlere tahammül edemiyor. Yarın o kadar güçlüyken tahammül edeceğine hiç ihtimal vermiyorum. Türkiye’de Başkanlık rejiminin demokratik biçimde yürümesi mümkün değil.

    (http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1051049&Yazar=EZG%DD%20BA%DEARAN&Date=30.05.2011&CategoryID=96)

    Cevapla

    • demokrat Says:

      OKC’nin görüşlerinin oldukça içten ve faydalı olduğunu düşünüyorum.Düşüncelerini bir entellektüel gözüyle anlatmış,yalnız birkaç yerde tespit ettiğiniz üzre bilgi eksikliğinden doğan zaafiyet var.Bir de ben şöyle bir durum tespit ettim,(tabii bu konu biraz da önceleri işaret edilen bilgi karmaşasından ve iddianamelerin ”en kapsamlısını yapalım derken çorbaya döndürülmesinden” kaynaklanmış) çelişkili gibi görünen cümleler mevcut..Yani karmaşa herkesin kafasında var.

      ”…Ergenekon diye çekirdek bir örgüt var ve onun çekirdek kadrosu şu anda içeride…” derken ardından,
      ”…Zaten bu davanın örgüt üyeliği gibi muğlak bir tanım üzerinden yürümesi çok sakıncalı…” ve ”…Aslında
      çetelerin hep aynı adamlardan oluştuğunu gördük…” gibi birbiriyle çelişiyor görünen ifadeler kullanılmış.
      Demek istedikleri belli ama gene de anlamak istemeyenler için çelişki gibi görünebilir.
      Asıl vermek istediğini şurda vermiş ve bence en önemli konu ve herkesin talebi bu;”…Bu benim hiç taraftar olmadığım bir durumdur. Zihniyeti deşifre edersin ama somut suçları yargılarsın. Zaten bu davanın örgüt üyeliği gibi muğlak bir tanım üzerinden yürümesi çok sakıncalı. Savcılar insanları örgüt üyeliğinden içeri atma kolaycılığından çıkıp somut suçlarını tespit etmeli ve o somut suçların izlerini takip ederek bu davayı genişletmeliydi.” Çok önemli burası.

      Sayın fmeraklı’nın yukarıda bahsettiği “AKP ile TSK arasında bir uzlaşma ve siyasi mutakabat yapılabilir, AKP ve destekçilerinin orduyu siyasi olarak etkisizlestirme amacına demokrasiye ve ülkenin diğer kurumlarına daha az zarar vererek ulaşması sağlanabilirdi. Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.” tartışmasını daha önce görmemiştim çok şaşırdım açıkcası; bunun telaşla yapılmış bir hata olduğunu düşünüyorum yoksa böyle bir ifşaat çok vahim.Ne tarafa çekerseniz o tarafa gidecek bir ifade.Hukuk pazarlık yapmaz bir,peşinen suçu kabul edersiniz iki,bu basitlikte konuşursanız ciddiye alınmama durumuyla
      karşı karşıya kalırsınız üç.İlginç.

      Cevapla

      • Kemal Says:

        Sevgili Demokrat,

        “Hukuk pazarlık yapmaz bir” cümlesi ki zaten temel argumanınızı oluşturuyor bence tamamen doğru bir cümle.

        Peki ortamda hukuk yoksa?

        Aşağıdaki cümleler Hanefi Avcı’nın kitabından

        ““Aslında herkes biliyor ama kimse dillendirmiyor. Ben bu kitapla birlikte açıkça ifade ediyorum ki tüm bu işleri cemaat yapıyor, bunu artık herkes bilsin. Son zamanlarda gündemi meşgul eden tüm iddiaları yayan cemaattir, onlardan bilgi alan da, onlar adına konuşan da cemaatin adamlarıdır. Tarafsız basın mensubu, devletin polisi, savcısı numarasını artık kimse yutmasın, bu işler Emniyet ya da hukuk adına yapılmıyor, cemaatin planı ve programı doğrultusunda cemaatin talimatıyla gerçekleştiriliyor.”

        Bana bu blogu takip eden birisi desin ki, ben bu devleti, yapılanları Hanefi Avcı’dan çok daha iyi tanıyorum. Bu söylenenlerin hiç birisi doğru değil. Hanefi Avcı yanılıyor. Ben de iddiamı geri çekeyim.

        Sevgiler.

        Cevapla

        • Kemal Says:

          Hanefi Avcı’dan:

          “Şu çok açık ve net: Bir örgüt, cemaat adalete sızmış, kendi kurallarını uyguluyor, kendi operasyonlarını yapıyor. Ortada hukuk yok, kimsenin numara yapmasının, bilmiyoruz demesinin manası yok. Bütün avukatlar, gazeteciler, polisler verilecek kararların ne olacağını merak dahi etmiyor, zira kararı net olarak davaya hangi savcı ya da hâkimin baktığı belirliyor; Herkes bu durumun farkında, ama hala kralın ne kadar güzel bir elbisesi var diyoruz. Kral Çıplak! Tarafsız hâkim ve savcılar hukuka göre davranırken, cemaat taraftarları örgütlü ve hukuka göre değil, cemaatin talimatına göre davranıyor. Cemaatin istemediği kişiler serbest bırakılınca bu defa cemaatin etkilediği medya o savcı ve hâkimi topa tutuyor, haksız itham suçlamalar, linç kampanyaları ile hakim ve savcılar taciz ediliyor, çalıştırılmaz hale getiriliyor.”

          “…Olay bir örgütün, cemaatin devlet içerisindeki elemanları vasıtasıyla yürüttüğü örgütsel bir faaliyettir, karşımızdaki kişiler polis, hâkim ve savcı değil, örgütün / cemaatin elemanlarıdır. Devletin hukukunu değil, cemaatin talimatlarını yerine getirmektedirler…”

          Cevapla

      • Kemal Says:

        Öte yandan Hukuk meselesinde tutarlı olan birisi varsa bence ilk taşı o atsın…

        Ak Parti kapatma davası söz konusu olunca bu hukuk değil siyasi denecek ama başka bir dava da hukuk bırakın işini yapsın…

        2008’de Sinan Aygün’ün aracılığı Zaman gazetesinde Nuriya Akman’la röportajında anlatılıyor…

        Türkiye’de hukuk olsaydı zaten bu blogda yazılanların çoğunun yazılmasına bile gerek kalmayacaktı. Neden bahsediyoruz? Neyi tartışıyoruz? Niye tartışıyoruz. Bu yazdıklarıma cevap yazacak kişi lütfen ilk cümlesine Türkiye’de Bağımsız ve Tarafsız Mahkemeler VARDIR diye yazsın da en azından tarihe not düşelim bir gün hatırlatmak için. Bunu söyleyemeyecek kişiler neye cevap verebilmiş olurlar ki?

        Röportajdan alınır (ilgili kısım)

        -Enis Berberoğlu’nun yazdığı bir haber var. Sizin telefon konuşmalarınız var. Ak Parti’nin kapatılma döneminde. Yaşar Büyükanıt ile Cemil Çiçek arasında haber getirip götürüyorsunuz.

        -Onu söylemem. Onu söyleseydim cezaevine girmezdim zaten. Savcı da sordu söylemedim, hakim de sordu söylemedim.

        -Niye yaptığınız bir şeyi anlatmıyorsunuz?

        -Dostlarım zarar görür.

        -Hangi dostunuz? Büyükanıt mı, Çiçek mi?

        -Çiçek. Bizi darbecilikle suçluyorlar. O sırada Ak Parti’nin kapatılacağı kesin.

        -Neye göre kesin?

        -1 milyon 523 tane Ak Parti’nin kapatılacağının makalesi vardı elimde. Kapatılmayacak diyen var mı?

        -Gazeteciler mi karar veriyor buna?

        -Bol toto oynuyorlar. Hasan Celal Güzel karar sekize üç kapatılma yönünde çıkar diyor. örneğin. Saadet Partililer Ak Parti kapatılacak, diyor. AKP’liler ak parti kapatılacak, diyor. Hepsinin haberleri var. Söyleyen adamlar ciddi. Biz ne yapıyoruz? Bu parti kapatılacak. Bir kaos çıkmasın diyoruz. Yirmi kişi, otuz kişi cezaevine girecek. Ama yine Ak Parti devam edecek. Düşünün o günkü atmosferi. Biz ne yapıyoruz? Ak Parti’nin devamı devam ederken de istikrarlı hükümet devam etmesinin yollarını arıyoruz.

        -Hükümetin yoluna sağlıklı devam etmesi sizin üzerinize vazife mi?

        -Hükümet başsız kalsaydı ne olurdu o gün? Çok kötü şeyler olurdu. Bu ülkenin vatandaşıyım. Ve bir sivil toplum örgütünün başkanıyım. Her zaman istikrardan yanayım. Hükümetsiz kalmak bir ülkeyi ne hale getirir? Döviz piyasası, dolar piyasası, para piyasası

        -Yaşar Büyükanıt niye sizi seçti bu mesaj trafiğinde?

        -Onları ona soracaksınız. Cemil Çiçek’e sorun.

        -Yaşar Büyükanıt ile dostluğunuz neye dayanıyor?

        -Protokoldan. Yemeklere, kokteyllere, açılışlara. Korgeneralken tanıdım Yaşar Büyükanıt’ı. Özel oturup baş başa bir kere yemek yemişliğim yoktur benim.

        -Cemil Çiçek?

        -Cemil Çiçek yirmi senedir dostumdur, abimdir. Çok severim kendini.

        -Peki bu konuşmalar bir işe yaradı mı?

        -Ak Parti kapatılmadı ki yarasın. İddianamede cumhurbaşkanının da benden ricası var, parti kapatılmasın diye. Onu niye görmedin?

        -Abdullah Gül’ün mü?

        -Abdullah Gül’ün, evet. İki tane tanıdığı var Anayasa Mahkemesi’nde. Aman onlarla görüş de, parti kapatılmasın diyor iddianamede.

        -Yaptınız mı bunu, görüştünüz mü?

        -Hayır. Çünkü ben partinin kesin kapatılmayacağını biliyordum.

        -O arkadaşlarınızla görüştüğünüzde mi öğrendiniz bunu?

        -Hayır hayır. Kamuoyundan öğrendim. Türkiye’nin konjonktürü açısından öğrendim.

        -Biraz evvel dediniz ki kamuoyuna göre kapatılıyordu. Şimdi kapatılmayacağını kamuoyundan öğrendim diyorsunuz.

        -Bir gazetenin yazmış oldukları var. Bir de benim Ankara politikası olarak gördüklerim var. Cumhurbaşkanı bir kitap attı, Türkiye ne hale geldi. Kitaptan dolayı oldu deniyor. Anayasa mahkemesi Ak Parti’yi kapataydı, döviz iki buçuk, üç milyon lira olaydı Türkiye’de tam bir kaos ortamı olurdu. Bunun müsebbibi Anayasa Mahkemesi olurdu. O yüzden her ne kadar medya bunun kapatılacağı yönünde görüş bildiriyor, yönlendirme yapıyorsa da Ankara’da aldığımız koku bunun kapatılmayacağı yönündeydi.

        -Siz Yaşar Büyükanıt’a gittiğinizde aman efendim kapatılmasın. Türkiye mahvolur mu dediniz?

        -Ona yakın bir şey söyledim.

        -O ne dedi?

        -Biz bu işlere karışmayız, dedi. Biz siyasete karışmayız dedi.

        -Siz de bir kahkaha attınız herhalde.

        -Bu konu bu kadar. Kimseye konuşmadım bu konuda. Enis Berberoğlu bile yazdı, yok dedim böyle bir şey. O zamanki konjonktürde öyle söylemem gerekiyordu. Ortalığı daha karıştırmanın alemi yok. Biz Ak Parti düşmanı değiliz. Ak Parti’nin politikasına karşıyız.

        -Kapatılmamasında sizin de rolünüz var mı?

        -Hayır. Hiçbir rolüm yok benim kapatılmamasında. Benim kapatılırsa Türkiye’nin başsız kalmaması konusunda düşüncelerim vardı.

        -Kim olacaktı baş?

        -Bilmiyorum.

        -Cemil Çiçek ile konuştunuz ya bunu.

        -Cemil Çiçek benim dostum. Diğer AKP’lilerle de diyaloglarım çok iyiydi. Beni bir tek Sayın başbakan sevmedi. Abdullah Gül 94’ten beri benim dostum.

        Cevapla

        • demokrat Says:

          Kemal Bey,

          Hep aynı hatayı yapıyoruz,birilerinin kanıtsız yada sahte kanıtlarla yargılandığını söylerken öte taraftan verdiğimiz örneklerle aynı yanlışa düşüyoruz.Hanefi Avcı’nı kitabını okumadım,okumayı da düşünmüyorum ama okuyanlardan/yazanlardan edindiğim izlenim kanıtsız olarak suçlamalarda bulunduğu yönünde.
          O nedenle daha önce tartışılan bu konuyu tekrar ısıtmak gereksiz bence.Daha önce zamanlamanın manidar olduğunu söylemiştim,bu, kitapta söylediği herşey yalandır anlamına gelmesin ama sonuçta hep aynı şeyleri konuşup bir sonuca varamıyoruz.Muhtemelen çoğu söylem doğrudur ama en iyisi tarihe bırakmak.Bu gibi durumlarda en iyi yorumu sayın Murtezaoğlu yapıyor bence.

          Daha sonra verdiğiniz biri asker diğeri odacıyı içeren örnek için yorumda bulunamayacağım,afedersiniz Allah bir deseler şöyle bir durup düşünürüm.Zaten röportajdaki tutarsızlıklar ve (muhtemel) abartı / yalakalıklar da çok dikkat çekici.

          Saygılar.

          Cevapla

          • Bulent Murtezaoglu Says:

            Hanefi Avcı’nı kitabını okumadım,okumayı da düşünmüyorum ama okuyanlardan/yazanlardan edindiğim izlenim kanıtsız olarak suçlamalarda bulunduğu yönünde.

            Ben okudum, hakkinda yazilanlarin bir kismini da okudum. Avci ve kitabi hakkinda atip tutanlarin cogu Avci’nin kitabinda olan kusurlari kat kat asan ahlaksizca isler yapiyorlar. (Soyle diyeyim, fesmekan seyi demis yaziyorlar, siz “Allah Allah ben niye gormedim bunu?” diye kitaba bakiyorsunuz ve goruyorsunuz ki adam ya o deneni dememis ya da tersini demis! Bu hasbelkader okudugum herhangi bir kitap icin bizim basinda gordugum umumi bir pis hal. Ozellikle yapmalari gerekmiyor, o alt kultur oyle galiba. Mesela birbirleriyle ugrasirken de tirnak icinde “soyle dedi” diyorlar, gidip netten bakiyorsunuz ve anliyorsunuz ki o ifade yok. Birbirlerine de o kadar kizmiyorlar galiba, cogu oyle cunku. Evlerden uzak.) Neyse, kitapta ‘kanit’ olarak verilen en onemli sey emniyetteki yapilanma ile ilgili bir mektup. 5-6 sayfa bir sey, belki nette vardir o kismi.

            Kitabin ilk kismi, yahut birinci kitap diyeyim, mevcut kutuplasmadan bagimsiz olarak — ozellikle bir polis muduru yazdigi icin — ilginc. Niye ilginc oldugunu hakkinda acilan sorusturmada kusurlu bulunan ifadelere bakarak anlayabilirsiniz. Mufettisler bizim icin ilginc yerlerin ozetini cikartmis ve altlarini cizmis diye dusunmek de kabil. Bunu da OdaTV yayinladi (bazen ise yariyorlar iste!). Su linkte (altta) verilen dort sayfalik resmi dokumani ozet niyetine okumanizi tavsiye ederim: http://www.odatv.com/n.php?n=hanefi-avciya-imami-sormadilar-2909101200

            Cevapla

            • demokrat Says:

              Teşekkür ederim,
              Okudum ,bu arada tam sizlik birşey buldum yorumlarda…
              Yorumcunun bir bilmişi şöyle demiş…

              ”Bu adamı nasıl müfettiş yapmışlar? Daha Türkçe yazı yazmayı bile bilmiyor. Bakın; Eskişehir Eski Emniyet Müdürü diye yazılmaz, doğrusu şöyledir; Eskişehir Emniyet Eski Müdürü. bu şekilde yazılmalıydı.”???

              Cevapla

            • acracia Says:

              Avci’nin fazla belge yayimlamadan yazdigi ve bu konuda sorulara maruz kalmasina ragmen, elindekileri aciklamak uzereyken tutuklandigi gercegini de not edelim. Bir sekilde kendisinin santaja maruz kalmis olabilecegi de ihtimal dahilinde. Yoksa herkes 12 Eylul’de yaptiklarinin ustunu ortmeye calisirken kendisinin cikip acikca iskence yaptigini soyleyebilen birisinin kolay kolay susacagina ben ihtimal veremiyorum. Ancak su asamada ancak soru sorabilir ve baska bir sey de bilemeyiz.

              Cevapla

        • Kemal Says:

          Sevgili Demokrat,

          Bu kanıt yok meselesi tam hedef şaşırtma.

          Bülent Bey’in bahsettiği mektup gerçekten pek çok şeyi izah edebilen bir belge. Cemaat içerisinden birileri cemaatin imamından şikayet ettiklerini anlşılan hocaefendiye bir mektupla bildirirler. Tek tek madde madde bir sürü şey yazılı mektupda. Yazılmayan maddelerde var. Ama kanımca içerik bile değil onu önemli kılan. Bu mektubun Hanefi Avcı’da olması. Nasıl eline geçiyor? Benim anladığım Hanefi Avcı’nın söz konusu yapılanma içerisinde haber kanallarının iyi olması. Sadece Hanefi Avcı da değil. Sabri Uzun da aynı pozisyonu tutuyor. Bunların yanına Mustafa Gülcü ve Emin Arslan’ı koyun. Bu isimler 2009 yılının sonuna kadar Emniyetin en tepe isimleri. Ellerindeki bilgi ve belgelerin haddi hesabı yok…

          Hanefi Avcı ve Sabri Uzun whistleblower konumundalar. Kendileri bizatihi kanıt. Şöyle diyeyim, eğer yürütülen davalarda ne idüğü belirsiz (hatta belirli!) kişiler gizli tanık değil de atıyorum Çetin Doğan gibi söylediklerini bilerek söyleyecek birisi kalkıp “Olay budur budur” diye tanıklık yapsa (suçlamaları kabul etme bağlamında) daha ne kadar belgeye ihtiyaç kalır dı?

          Hanefi Avcı cemaat tarafından en sevilen emniyetçilerin arasındaydı. Söylediklerini bilmeden söylediğini, uydurduğunu mu sanıyorsunuz?

          Kaldı ki, söylediklerinin doğruluğunun nasıl belirlenebileceğini de gayet detaylı bir şekilde dile getirmiş.

          Emniyetin imamı Yusuf Gezgin aktifhaber’de yazıyor demiş. Oturun geçmiş yazılarını okuyun Yusuf Gezgin’in. Öncelikle inanılmaz bir ideolojiye sahip olduğunu görürsünüz. 200 yıldır ülkede kripto yahudiler derin devleti yönetiyor, cumhuriyet dönemiyle kripto ermeniler de bu yapıya katılıyor, bu ermeniler alevilerin arasına sızmışlar, orduya ve yargıya hakimler, bütün melanetten onlar sorumlu en temel tezi. Bu tezi Fethullah Gülen de bir konuşmasında dillendiriyor.

          Bu ideoloji Ergenekon, İrticayla Mücadele Eylem Planı, Balyoz, …bilimum bütün soruşturmalarda sorgulanan kişilerin karşısına çıkarılıyor. İrticayla Mücadele Belgesinin ofisinde bulunduğu iddia edilen Serdar Öztürk 2009 Mart ayında eski görev yaptığı yer olan Silopi’de tanıdığı koruculara Silopi Emniyet Müdürünün “90’lı yıllarda burada görev yapan askerler ermeniydi, onları niye koruyorsunuz,anlatın bütün yaptıklarını” diye itirafçı olmalarına yönelik baskı yapıyor. Yusuf Gezgin ne yazmışsa, nasıl düşünmüşse ülkede sarsıntı yaratan davalarda emniyetin ve savcılığın çizdiği çerçeveye denk düşüyor. Ben bu davalrdan birisinde sanık olsam Yusuf Gezgin okurdum ve sorulan soruların kaynağını direk görürdüm. Öyle bir ideolojiki Allah bir gibi inanmış. Bugün sabah gazetesinde 4 PKK’lı üzerinden Madımak’ı Ergenekon yaptı iddiasına inanmamızı istiyorlar. Bu ülkeyi öyle şeylere inandırdılar ki, şaşırtıcı olmaz hani buna da inanmamız. Sanki o davada suçlular yakalanmadı, yargılanmadı cezalarını çekmedi. Eğer ideolojiniz tüm taşın arkasında kripto yahudi aramak olursa, bu da size müridi olduğunuz bşrş tarafından öğretilirse başka türlü düşünülmesi mümkün mü? Komik olanı, sizin hocanıza bilgiyi siz taşıyorsunuz, doğal olarka ne taşıyorsanız öyle öğreniyor ve öğretiyor, sonra da hoca dedi diye siz daha da inanıyorsunuz yorumunuza.

          Yusuf Gezgin’in yazdıklarından alıntılar ( http://medyatakibi.wordpress.com/2011/05/27/simonlarin-imami-kurtlar-vadisi-ergenekon/ ) adresinde var. Dipnotlar kısmında Hanefi Avcı’ının kitabından da alıntılar var. Okumak istememek tabi sizin tercihiniz ama emin olun bir dönemin gerçeklerini anlatıyor kitap.

          Öte yandan kitaptan benim anladığım Hanefi Avcı’nın dün de bugün de vesayete karşı olduğu, dün de bugün de dindar olduğu, dün de bugün de cemaate karşı olmadığı. Kitaptan benim anladığım dün cemaat yapılanmasının kendisini devlete paralel bir yapı halinde örgütlemediğini düşünmesi, bugün ise artık devlet kurumları yerine idame edilebilecek bir hüvviyete bürünmüş olduğunu görmesi.

          Türkiye’de Ak Parti içerisinde birileri ne zaman TSK, MİT, Cumhurbaşkanlığı v.s. ile birliktelik geliştirse Türkiye’de bir olay patlıyor. Bir gün İrticayla Mücadele Eylem oluyor, bir gün KCK, bir gün Erzurum Özel Yetkili Mahkemesi MİT’e baskın yapıyor, bir gün de Balyoz…Devletin üst kademesinde ne zaman normalleşme, birliktelik, karşılıklı sınırları kabullenme olsa bir kaset patlıyor, bir operasyon yapılıyor…

          yukarıda adresi verilen blogdan alıntı:

          “21 Eylül 2009 tarihinde Başbakanın yakın danışmanı Yalçın Akdoğan ilgi çekici bir yazı yazar. Bu yazıda açılım sürecine dair

          “..Asker bu işin ne başında ne de dışında. Eğer bu sürecin önemli bir ayağını terörün bitirilmesi oluşturuyorsa, süreç içinde askerin rolü de kritik önemdedir. Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un geçen yıldan itibaren verdiği bir kısım mesajlar meselenin algılanma biçiminde bir farklılık olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim, yılbaşından sonra “tarihi fırsat” şeklinde olumlu bir ortam oluştuğu düşüncesinin yaygınlaşmasında bu söylemlerin de etkisi vardır…” diyerek Aslı Aydıntaşbaş’tan daha önce alıntı yaptığımız gibi TSK ve hükümetin yeni bir uyum ortamı içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Islak İmza krizinde ve diğer bir takım operasyonlarda bir araya yol bulunmuş görünmektedir.

          Ama Yusuf Gezgin böyle düşünmemektedir. 15 Eylül 2009 tarihinde yazmış olduğu PKK’nın Devlete Paralel Yapısı – “KCK” başlıklı yazıda yüksek mahfillerde öngörülen sürecin anlamsızlığını sarih bir dille bütün nedenleriyle ifade eder.`

          Aralık 2009 ve Ocak 2010 ayları oldukça ilginç bir ay oldu anlayacağınız. KCK operasyonu, Bülent Arınç’a suikast, kozmik oda aramaları, Erzincan davası kapsamında Erzurum Özel Yetkili Savcısının MİT baskını, Emniyet Genel Müdür Yardımcılarının uzaklaştırılması, Balyoz Davası’nın başlayacağı bavulun Taraf gazetesine gönderilmesi hepsi bu iki ay içerisine sığdırılabildi. Emniyet’in bir kesimi ve Özel Yetkili Mahkemeler bu kadar işlerinin arasında aynı dönemde Yoldaş Devrimci Hanefi Avcı için de dinleme kararı almayı ihmal etmiyorlardı!”

          Demem o ki MİT-TSK-İçişleri Bakanı hatta BDP’li birileri “Çok güzel şeyler olacak diyor”. Yusuf Gezgin ve Cemaate yakın bir takım yazar kripto ecnebilerin Kürt eli, o kesilmeden bir şey olmaz diyor (tabii Ergenekon eli kesilmi durumda o sırada) ve yukarıdaki kurumların tamamını Ergenekoncu ilan edebiliyor, emniyet hepsine baskın yapıyor ve KCK’lı herkesi ipe dizip içeri alıyor…

          Bu ülkeyi kim yönetiyor? Ülke kime oy verdi de iktidar yaptı?

          Daha da ileri gideyim, 2008’de de bir yakınlaşma oluyor devletin birimleri arasında, kapatma davası sorunu çözülüyor (yukarıda nasıl çözüldüğünün ipuçları olan röportaj var Sinan Aygün’le yapılan) herşey güzel, Mehmet Ali Kışlalı 8 kasım 2011’de TSK ve hükümet arasında iş birliği var, Güneydoğu sorununa yönelik diyor, 21 Kasım 2011’de Yusuf Gezgin Başbakan nerede duruyor diye yazı yazabiliyor:

          “Eğer sizi bir tarafınızdan yakalamışlar ve bunu kullanma mukabili bir şeylere zorluyorlarsa, hatanızı siz itiraf edin ve milletten özür dileyin!(bunu Clinton bile yapabildi) Ama ülkeyi bunlara ipotek ettirmeyin! Ellerinde bazı dosyalar varsa, kendinizi kurtarma adına memleketi ve milletin geleceğini tehlikeye atmayın!

          Başbakanın son dönemde kendisiyle ve politikalarıyla çatışan söylemlere girmesine ve dağıtmasına neden olan ikinci ihtimal, Tayip beyin zehirlenmesi veya bir ilaçla etki altına alınması durumudur.

          Bu durumda en büyük görev Emine hanıma düşmektedir. Başbakana göre daha uyanık, temkinli bir kişiliğe sahip olduğunu bildiğimiz Emine hanım First Leydi olmanın sarhoşluğundan kurtulup kocasını ve ülkenin başbakanını koruyabilir. Zehirlenmesine veya muhakeme yeteneğini yitirmesine neden olan ilaçlara, müdahalelere maruz kalmasına engel olmalıdır.”

          http://www.aktifhaber.com/author_article_detail.php?id=4192

          bir ay sonra Levent Göktaş’ın ofisinde (daha sonra her ne hikmetse adli emanette kırılmış olan ve içerisinde “..e ’İrticai faaliyette bulunduğu tespit edilen kamu personeli’ başlıklı dokumanda 5 bin 763 kişiye ait özel ve kişesel bilgilerin, Başbakan dahil bazı bakanlar ve bürokratlar hakkında da özel ve kişisel bilgilerin, bazı hakim ve savcıların ’mahrem ilişkilerini’gösteren fotoğraf ve kamera kayıtlarının bulunduğu öne sürüldü…” olan meşhur 51 no’lu DVD bulunuyor. Söz konusu Ergenekon dalgasının ardından sular durulmuyor, durulacak gibi oluyor pat Islak imza, durulacak gibi oluyor pat KCK, Kozmik Oda, Balyoz, ne zaman durulacak olsa pat kaset, pıt operasyon…

          Bu ülkeyi kim yönetiyor bilen var mı?

          Cevapla

          • Kemal Says:

            Şu Sabah’ta çıkan habere dair ufak bir ek yapayım.

            İlginçtir ki Gizli Tanık 20 Mayıs 2009’da Sivas Emniyetine gidip ifade veriyor. Yani MİT-İçişleri-TSK’nın Kürt sorunu kapsamında cemaatsiz bir çözüme dönük adım attığı tarihler. Cumhurbaşkanı Gül “Çok güzel şeyler olacak” ha dedi ha diyecek. Daha İrticayla Mücadele Eylem Planı bulunmamış. KCK’lar ilk dalga başlamış ama sonra durdurulmuş yani turpun büyüğü halen heybede. Ama kripto ecnebilerin KCK elini kesmeden çözüm olmaz diye tutturan bir Emniyet imamı var.

            Benim anladığım bu gizli tanıkla Alevilerin PKK-KCK çizgisine duyduğu tepkileri kızıştırmak var. Şimdi söz konusu habere bakalım:(Temelde Şok Bilgiler aşğıdakiler)

            “…Hareketleri oldukça şüpheli bulunan bu 4 kişinin peşine düşen savcılık 2 yıl süren çalışmaların ardından şahısları deşifre etti. ..”
            “…İsmi belirlenen bu 4 kişiyi aileleri de teşhis etti. Ancak bu 4 teröristin şu anda hayatta olmadığı belirlendi. Özel Yetkili Savcılık, yaşadıkları dönemde bu dört ismin irtibatlarını mercek altına aldı. 4 kişinin tamamının PKK’nın üst düzey bir ismiyle irtibatlı olduğu ortaya çıktı. Adı geçen üst düzey PKK yöneticisinin Sivas merkez olmak üzere Alevi ve Sünni kesime yönelik çapraz eylemlerin organizatörü olduğu iddia edildi. Özel Yetkili Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı, o dönem Sivas’ta aktif olduğu iddia edilen İşçi Partisi’nin faaliyetlerini de soruşturdu. Savcılık, deşifre edilen 4 PKK’lının o dönem İşçi Partisi Sivas sorumlularıyla bağlantılı olduğunu tespit etti.

            Yani

            1- Şüpheli hareketler
            2- 4 kişinin tamamının PKK’nın üst düzey bir ismiyle irtibatlı olduğu ortaya çıktı.
            3- Adı geçen üst düzey PKK yöneticisinin Sivas merkez olmak üzere Alevi ve Sünni kesime yönelik çapraz eylemlerin organizatörü olduğu iddia edildi.
            4- Savcılık, deşifre edilen 4 PKK’lının o dönem İşçi Partisi Sivas sorumlularıyla bağlantılı olduğunu tespit etti.

            1- Neymiş bu şüheli hareketler?
            2- O kalabalık içerisinde kaç tane sivil polis vardı acaba? Video kayıtlarından bunları belirlersek mantıklı sonuç ne olur? Emniyette mi olayın içinde denilir?
            3- Demekki Sivas bölgesinden 4 PKK’lı eylemi takip ediyor. Bu kişiler kime bağlı olacaktı? Elbette Sivas yöresi sorumlusuna öyle değil mi?
            4- Bakalım buradan ne çıkacak?

            29 Mayıs’tan yani gizli Tanık itiraflarından 4 gün sonra (bir benzerini bir yıl sonra Önder Ayraç’ın yazdığı) Sosyal olaylarda kaldıraç uygulamaları başlıklı bir yazı yazıyor Yusuf Gezgin. http://www.aktifhaber.com/author_article_detail.php?id=4478

            Çeşitli alıntılar:

            “…Kaldıraç yöntemi; toplumun belirli bir kesimini bir manivela, kaldıraç gibi kullanarak; tahrik ederek, rahatsız edici tavır ve söylemler içine sokarak, o kesimin karşıtlarını harekete geçirme yöntemidir. Karşı tarafı (kaldıraç etkisiyle) harekete geçirmesi istenen kesim genelde kontrol altındaki kişilerden oluşur. Bazen de düğmeye kontrollü basılır, sonra kontrolsüz kitlelere sıçratılarak, toplumda cepheleşmeler oluşturulur…”

            “…Avrupa ülkelerinde İslam’a ve Müslümanlara yönelik bazı karikatürler, Selman Rüşdü gibi adamların kitapları, yazıları bu kabilden çarpıcı örneklerdir. “Mum söndü” den bahsedilmesi, Madımak otelinin yakılması ve Gazi olayları da Alevileri harekete geçirmek için kullanılan kaldıraçlardır. Kaldıracın ucuna birileri şuurlu olarak basar ve karşı tarafı ayağa kaldırır. Bazen spontane gelişen olaylar maniple edilerek kaldıraç haline getirilir…”

            3 Ağustos 2009’da ise Kripto Ermeniler Ergenekon’un Neresinde? başlıklı bir yazı yazar.
            http://www.aktifhaber.com/author_article_detail.php?id=4596

            “…Ergenekon terör örgütünün tutuklu en önemli sanığı hiç şüphesiz Veli Küçük’tür. Veli Küçük kanaatimce bu örgütün beyni değildir; ama icracısıdır. Veli Küçük’ün defteri oldukça kabarıktır. Madımak katliamında Sivas’ta görev yapan Veli Küçük, ormandan her gün cesetlerin çıktığı dönemde Sakarya jandarma komutanı idi.Sakarya jandarma komutanı idi. Güneydoğu’da görev yaptığı dönemde ise, kurduğu paramiliter güçlerle terör estirmiş, pek çok faili meçhule karışmıştır. Yani, Veli Küçük bölge insanını Türk’e ve Türk devletine düşman etmek için bütün araçları ustaca kullanmıştır, hem de “devlet” ve “Türklük” adına!”

            Ardından köken sorgulaması ve bingo Veli Küçük Ermeni. Levent Göktaş’ın baba tarafı Ermeni, anne tarafı Rum. Ardından Doğu Perinçek (yukarıdaki haber de İşçi Partisi mi diyordu? 🙂 ) köken sorgulaması gene bingo Ermeni. O Ermeni, duayen hukuçu Sabetay, rektörler Ermeni derken aşağıdaki alıntıyı yapalım:

            “..Bir Kürt olsaydım da “acaba bu kadar (bazıları Kürt Alevi görünümünde) kripto Ermeni Kürtçü örgütün (PKK) içinde tehcir döneminin intikamını almak için mi bulunuyorlar, bizi bize kırdırıyorlar” diye düşünürdüm.

            Acaba birileri “kaldıraç yöntemiyle” toplumun bir kesimini diğer kesimine karşı sürekli tahrik ederek, ülkeyi gergin ve gerilimli mi tutuyor?

            Acaba kripto Ermeniler asker içine girerek Kürtlerden, PKK içine girerek Türklerden mi intikam alıyorlar? (Nasıl olsa ölenler Türk-Kürt Müslüman Anadolu insanı oluyor.)..”

            İki yazıda geçen kaldıraç yöntemi aslında haberde geçen “…Alevi ve Sünni kesime yönelik çapraz eylemlerin…” cümlesinin anlattığı sanırım.

            Ne eksik kaldı? Veli Küçük. O nerede? Ben size yarın ki özel haberi söyleyeyim “Dün yoğun ilgi gören haberimizi derinleştiren muhabirlerimiz Veli Küöük’ün de izine ulaştı”.

            Şaşırır mısınız? Ben şaşırmam…

            Cevapla

            • Kemal Says:

              Bugün bir bomba daha patlatmış Sabah gazetesi:
              http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/05/31/madimakin-sirri-daglicada-sakli

              Benim gördüğüm kadarıyla temelde “Kaldıraç Yöntemini” açıklamakla geçiştirmişler bugünü ama…

              “…’Alevileri devlete ezdirirsek kendi tarafımıza çekebiliriz’
              Yücel Halis hakkında bilgi veren gizli tanıklardan biri şunları anlattı: “Yücel Halis Alevi kökenlidir. Örgüt içindeki Alevileri ajite ederdi. Sünni köylere yönelik eylemler gerçekleştirdi. Hamu Çimen olarak bilinen bölgedeki köye saldırı düzenlendi. Alevi vatandaşları ayrıldı, 4 Sünni öldürdü. ‘Sünniler zaten devletin tarafındadır, safları bellidir. Aleviler de devlete yakınlaşıyor. Alevileri devlete ezdirerek taraf olmaya zorlamak lazım. Alevileri devlete bu şekilde ezdirirsek Alevileri tarafımıza geçeriz’ diyordu.” PKK’da yer almış başka bir şahıs da şunları söyledi: “1994’de Selimiye köyüne yapılan baskın talimatını Abdullah Öcalan bizzat ALİŞER KOÇGİRİ (kod) Yücel Halis’e verdi. Bu eylem yapılmadan önce Alişer “Madımak Otelinin yakılması olayına karışanlardan bir tanesi bu köylüdür. Bu köy Sünni Türk köyüdür, Aleviler yalnız değil, onlara sahip çıkılması lazım. Bölgede Alevilerin güçlü olduğunu ispatlamak amacıyla bu eylemin yapılması gerekiyor. Yani bölgede Alevilerle Sünnilerin birbirleriyle çatışması gerekiyor” dedi.” Selimiye köyüne gidildiğinde, köyde bulunan koruculardan dokuzu bir araya topladıktan sonra bu şahıslardan bir tanesinin eline saz verilip sazı çalması istendi. Şahıs sazı çalarken yanındaki 9 kişiyle birlikte tarandılar ve hepsi öldü.”

              Vallahi olayı Veli Küçük’e bağlamasınlar da şaşırtsınlar beni. Allah’tan ümit kesilmez. Yoksa artık asıl bomba haberi yarın yaparlar. 🙂

              Sevgiler.

              Cevapla

              • demokrat Says:

                Kemal bey,
                Bizim yerimize de yorum yapıyorsunuz sağolun,
                Yollardayız birkaç gündür,ilgi gösteremiyoruz kusura bakmayın.

                Saygılar.

                Cevapla

                • Kemal Says:

                  Estağfurullah. Ne haddime. Fikri takip yapıyorum sadece. Bu arada size iyi yolculuklar. 🙂

                  Bugün Sabah gazetesinde haberin devamını göremeyince ne yalan söyleyeyim vallahi şaşırdım. Ama bu yazdıklarımın, altına yazılmakta olan başlığa (Zaman Gazetesinin Yalanlarıyla Mücadele Zamanı üzerine analize) daha uygun olsun diye sanırım ilahi bir el olaya müdahil olmuş ve bayrağı Zaman gazetesine devretmiş! Eee doğal olarak bombayı onlar patlatmış…:)

                  http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1141172&title=i%FEte-mad%FDmakta-pkk-izinin-i%FEaretleri

                  “…Tanıkları ortadan kaldırmak isteyenler, bu kişileri susturmak için harekete geçer. Bu dönemde bölgeden sorumlu olan Ergenekon tutuklusu Veli Küçük’tür. PKK militanlarına diye operasyon yapılır. Aktaş ve Altınay’la birlikte 7 kişi örgüt üyesi öldürülür. Bu konu Ergenekon İddianamesine de yansıyor.”

                  Öte yandan Zaman gazetesinden öğreniyoruz ki Sabah’ın Özel Haberi meğer Temmuz 2009 (2009’un ikinci yarısı amma şenlikli zamanlarmış. Kıymetini bilemedik) Aksiyon haberiymiş. Yani ortada meğer özel haber de yokmuş!!! 🙂

                  Şaka gibi ama Aksiyon’un haberini iki yıl sonra Sabah Bomba Haber diye patlatıyor:

                  “..Ancak öldü denilenlerin Madımak yakılırken olay yerinde oldukları da gözden kaçmaz. Bu kişilerin şimdi ortaya çıkan ancak hayatta olmayan PİRAN (kod) Ahmet Aydın, Küçük Müslüm (kod) Erdal Yıldırım, Cudi (kod) Sinan Kaya ve Med (kod) Müslüm Şanlı oldukları tahmin ediliyor…”

                  İşin Özü:

                  Bir ideoloji var. Türkiyeyi kripto Yahudilerin, kripto Ermenilerle birlikte, ki bu kripto Ermeniler Alevi olarak Ordu ve Yargı’ya sızmışlar yönetiyor. DHKP-C onlar, Hizbullah onlar, Ergenekon onlar, KCK onlar, PKK onlar, Balyoz onlar, Yargı onlar, TSK onlar…Daha doğrusu bütün bu örgüt/kurum v.b. yapılarda karar verici onlar, uygulayanlar ise Kek Kara Türkler.

                  Polat Alemdar bu yapıyı deşifre edip, karatürkleri refaha ulaştıracak. Her olay bu yapının can çekişirken yarattığı kaos ve karmaşa ortamı oluşturma kaygısının sonucu. Polat Alemdar, tutmuş yılanın başını yılan kıvranıyor. Bıraksak da kahraman Polat olayı çözüverse.

                  İnanılmaz geliyor değil mi? Üç-beş aklı evvele bu ülke teslim mi edilmiş yani deniyor. Paranoyadır bu deniyor. Üç-beş aklı evvel öyle kritik yerleri tutuyor ki diledikleri gibi at koşturuyorlar.

                  Bana da inanılmaz geliyor ama yaşananları açıklıyan bir model gibi gözüküyor bu iddia. Sabah gazetesine iki sene sonra bomba haber yaptıracak kadar kuvvetli bir konuma sahipler. Başka ne açıklar koca gazetenin yaptığı bu haberi? Mit’e, İçişleri Bakanlığına ve TSK’ya aynı anda hatta KCK’ya bile eş zamanlı (2009 Aralık-2010 Ocak) operasyon düzenleyebilmeye muktedir bir güçten bahsediyoruz. Kim bunlar? Polat Alemdar’dan başkası aklıma gelmiyor…

                  Bunu kenara koyalım.

                  Hrant Dink Cinayetine dair bir kaç şey yazayım. Nedim Şener İstihbarat Yalanları kitabının son baskısının önsözünde de (2010 Ekim), Kırmızı Cuma’da da, Hrant Dink cinayetinde HanefiAvcı’dan farklı düşünüyor ve bunu belirtiyor.

                  Hanefi Avcı’ya göre 3-5 genç, çevrelerinden aldıkları destekle bu eylemi planlar, Emniyet’in Yardımcı İstihbarat Elemanı (Erhan Tuncel) bu 3-5 gencin merkezindedir, Yasin Hayal’in de Erhan Tuncel’in de telefonları dinleniyordur. Buna rağmen cinayet gerçekleşir. Gerek cinayetin gerçekleşmesinde gerek daha sonra emniyet istihbarat’ın bu olaydaki merkezi rolünün üstünün kapanması sırasında ciddi ihmal ve görevi kötüye kullanma rolü vardır. Üstelik ihmali olanlar cinayeti Ergenekon’a bağlamak için delil uydurmaktadır. Durum da budur diyor. Arkasında bir el aramayın. İhmaller ve ardından görevi kötüye kullanmadan öte bir durum değildir diyor.

                  Nedim Şener, farklı düşünüyor. Aslında yukarıdaki tabloyu genel olarak kabul ediyor. Ama 2006 yılında olanların (yani YİE bu kadar bilgi sağlarken, telefonlar takip altındayken, v.b. bir durumda bile eylemin gerçekleştirilmesi için bu kişiler harıl harıl uğraşırken, kimsenin müdahil olmaması) sadece ihmal değil başka bir şeydir diyor. Benim satır aralarından anladığım kasttettiği göz yumma.

                  Kimsenin açıktan söylemediği bir şüphe olarak dile getirilen üçüncü bir olasılık ise müdahil olma ve organize işerlinde yardımcı olma senaryosu.

                  Yani Emniyet’in cinayetteki rolü olarak özetle ihmal – göz yumma – bir fiil müdahale etme gibi üç olasılık söz konusu.

                  Sadece ihmal denilmesi durumunda açıklanması gereken sorular aşağıda:

                  1- Ramazan Akyürek Mayıs başı Ankara’ya Daire Başkanı olarak atanıyor. Ardından Trabzon İstihbarat Şube Müdürü ED Afyon’a tayin oluyor. MZ ise Bayburt’a tayin oluyor (Haziran 16). MZ bir sonraki sene Ankara Dairesini yazışma adresi olarak gösteriyor. Bu üç isim Erhan Tuncel’i YIE yapan imza silsilesindeki üç isim.

                  Temmuz ayından itibaren YIE olmasına rağmen Erhan Tuncel’in ve Yasin Hayal’in dinlenmeye başlanıyorlar. Erhan Tucel’in YIE’likten çıkarılması süreci de bu dönemde başlıyor ve Kasım ortasında ilişkisinin kesilmesine dair imzası Akyürek tarafından atılıyor. Ama kendisinin bundan haberi yok. Cinayet sonrasında bile kendisini YIE zannediyor Erhan Tuncel.

                  Bu arada 2005- Nisna 2006 tarihleri arasında Erhan Tuncel tarafından verilen bilgilerin raporlandığı 9 raporda Erhan Tuncel deneme sürecindeki YIE olarak nitelenirken (Haberi veren Kaynak bölümünde), 10. Rapor olan Haziran 2006’da mutemet YIE olarak niteleniyor.

                  Sorular şunlar,

                  a- Daha yeni mutemet olmuş bu kişinin ilişkisi niye kesiliyor?
                  b- Onu YIE yapan kişiler neden teker teker tayin olarak ayrılıyor. Tesadüf mü? Tayin dönemlerimi gelmiş.
                  c- MZ çok uzağa değil de dağın arkasına Bayburt’a gönderiliyor. Yakn olması özellikle mi istenmiş. Kendisi mi oraya gitmek için dilekçe vermiş. Bu arada anladığım kadarıyla ailesi ERzurum’da bir sebep bu olabilir…
                  d- Cinayet sonrasında Ankara İstihbarat dairesindeki bütün bilgi İstanbul’a aktarılması gerekirken neden tam tersine hem Trabzon’dan hem İstanbul’dan saklanıyor?
                  e-Hatta olay net olarak açığa çıktığında Erhan Tuncel’in bağlantısı olan MZ Erzurum’a aile ziyaretine gidiyor. Trabzon Emniyet Müdürü telefonla MZ’ye ulaşıp İstanbul’da Erhan Tunceli sorguluyorlarmış, seni çağırıyorlar git diyor, o da tamam gidiyorum diyor ve gitmiyor!
                  f- 17 Şubat 2006’da henüz söz konusu ekip Trabzon’dayken Erhan Tuncel’in söylediklerinden yola çıkarak yazılan raporun İstanbul’a giden halinde niye Yasin Hayal büyük eylem yapacak yazılıyken, Ankara’ya gönderilen raporda öldürecek yazılı? Kaldı ki Erhan Tuncel ben açıkça söyledim kafasına sıkacak diyor ifadelerinde ve bu reddedilmiyor.

                  Bütün bunlar sadece ihmal iddiası çerçevesine uymuyor gibi. Sanki cinayetin yapılacağı kesinleşmiş (ki Emniyet raporlarında yazılı olan durum bu) ve Erhan Tuncel’in çevresi boşaltılıyor (tayinlerle) ve Erhan Tuncel’in de Emniyet’le ilişkisi kendisine haber verilmeden kesiliyor.
                  Yani bu yukarıdaki soruların cevaplarını bilmeden ihmal çizgisinin aşılıp göz yumma çizgisine varılıp varılmadığını bizim bilmemiz olanaksız. Benim hislerim Nedim Şener’e daha yakın bir durum olduğunu söylüyor.

                  Öte yandan iki tane soru da var ki bunlar yanıtlanmadan göz yumma ve müdahil olma durumlarından hangisinin geçerli olduğunu bilemeyeceğiz.

                  1- Olay günü Akbank kameraları 12.48 öncesi kayıtları yok. Neden? İstanbul Emniyeti Ankara İstihbarat daire başkanlığına kayıtları yolladığını, ve oradan bir daha geri döndürülemez şekilde silinmiş olarak geldiğini söylüyor. Neyi, kimi gizlemeye çalışıyorlar?
                  2- Olay günü bir şahit genç kız var ve iddiasına göre Ogün Samast’ın yanında iki kişi var. Bu iddia ne kadar güvenilir bir iddia?

                  Özetle Nedim Şener bir noktada haklı. Halen aydınlatılmamış karanlık noktalar var. 4.5 yıldır bir cinayet halen bu kadar karanlıkta olur mu? Oluyor işte. Sen olayda ihmali olduğundan dolayı suçlanan birisini bu ihmalin soruşturulduğu kurumun başında tutarsan oluyor. Peki niye? Memlekette adam mı kalmadı?

                  Bir ideoloji var. Polat Alemdar virüslerle, kan emicilerle mücadele ediyor. Polat’ı eleştirirsen sende sülüksün zaten. Birileri ya da kendileri emniyete ağ analiz programı geliştirmiş. Zaman ve mekan bağlamında çarpraz analizler yapılarak kim hangi numarayı kullanıyor, nerede ne zaman bulunmuş analizleri yapılabilen bir program. Ayrıca ilişki analizi de yapabiliyor. Kimler kimlerle bağlantılı, yerel merkezler kimler şeklinde analizler. Bu oyuncağı çok sevmişler anlaşılan ama kimse onlara small world theorem’ini anlatmamış. Ya da ihmal etmişler. Buldukları bağlar ideolojiyi destekliyor ya, yemişim üçüncü basamakta zaten onbinlerce kişiye ulaşılacağını deyip bir Hrant Dink – Ergenekon Şeması hazırlanmış. Bu şema yıllarca temel alınarak operasyonlar düzenlenmiş. Bu şema temel alınarak onlarca haber yaptırılmış. Sonuç? Sıfır. Nerede bu şema artık? Niye kimse artık bu şemayı kullanmıyor? Hani Ali Bayramoğlu’na Arkadaşınızın Kanı yerde kalmadı. Her ne kadar hukuki delil bulamıyorsak da arkadaşınızı bu yapı öldürdü bunu kesin olarak biliyoruz diyenler?

                  Bir büyük adam demişki eğer ilk düğmeyi yanlış iliklersen sonrası düzelmez. Doğru demiş. Birileri öncelikle kafalarıdaki ideolojiyi Polat Dünyaya karşı bakışını formatlamazsa ya da başka birileri bu ideolojiye sahip olanların artık köşe başını tutmalarını engellemezse biz daha çooook bu forumda yazılar yazarız.

                  Sevgiler.

                  Cevapla

                • Kemal Says:

                  OdaTV’de Mürtaza Demir bu konu üzerine yazmış. Saf saf soruyor:

                  http://www.odatv.com/n.php?n=madimakta-4-pkkli-ve-isci-partisi-0106111200

                  “…Benzin getiren, paçavrayı benzine bulayıp tutuşturan, çerçevelere tırmanıp içeriye atan, oraya gelen itfaiyenin önüne yatıp mani olan, Aziz Nesin’i itfaiye merdivenlerinden aşağı atan, linç etmeye kalkan; Paşa Camisinden çıkıp otel önüne gelen ve katliam gerçekleşinceye kadar bir daha oradan ayrılmayan, tempo tutan, slogan atan cami cemaati PKK’lı mıydı? RP’li Temel Karamollaoğlu ve yine RP Belediye M. Üyesi Rafet Erçakmak da mı PKK’lıydı? Ya Paşa Camii İmamı; o da mı PKK’lıydı? Bunca insanı toplayıp katliamı organize edenler dört PKK’lı ile İşçi Partililerdi he mi? Savcı iddia etti, yazdı, size servis etti, siz de buna inandınız?..”

                  Ne sanmıştı?

                  Tabii ki RP’nin içine sızmış kripto ecnebiler, Kek Karatürkleri kullanarak bu eylemi yapmış olabilir. Ya da Kaldıraç Teoremiyle RP’liler tahrik edilmiş ve bu sonu hazırlayan Kripto Ecnebiler viski kadehlerini boğazda tokuşturarak televizyondan izlemiş olabilir. Hatta New York ikiz kulelerinden “En ılımlı Müsülümanlar bile böyle, siz daha dialogdan bahsedin” Vatikan’a telefon bile etmiş olabilirler (Ama durun bakiyim 1993 yılı daha diyalog dönemi değil, Zaman gazetesi o dönemde henüz “Ne diyalogu ulan, bütün dünya bize düşman. Pis siyonistler ve misyonerler” yazıyordu henüz değil mi?”).

                  Eee artık gerçekleri de Erzurum Özel Yetkili mahkemeleri önümüzdeki yüzyıl içerisinde ortaya çıkarmayı başaracaktır. Murtaza Demir daha uyusun bakiim…

                  Sevgiler.

                  Cevapla

                • Kemal Says:

                  Dün Birgün Gazetesi’de de bu konuda bir yazı çıkmış. Bugün de bir köşe yazısı. Bütünlük olsun diye buraya alıyorum. Anladığım kadarıyla Zaman’ın yukarıdaki haberi bir önceki gün yayınlanmış (internet ortamında, basılmış mı bilemiyorum bugün)

                  Neyse dünkü Birgünden:
                  http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1306831253&year=2011&month=05&day=31

                  “..‘BURADA ASKER VAR MI?’, ‘YOK PAŞAM’
                  Katliamı yaşayanlardan olan Balkız, asıl suçlunun kim olduğuna ilişkinse şunları söyledi:
                  Buradan bir Ergenekon çıkarmaya çalışıyorlar. Biz kafamızdaki soruların yanıt bulmasını tabi ki isteriz ama biz bu tür soruşturmaların nasıl yürütüldüğünü, her türlü bulgu, olay, bilginin nasıl deforme edildiğini biliyoruz. Bunu bildiğimiz için soruşturmanın, faturayı etkinliği düzenleyen Alevilere, İP’lilere, PKK’lilere yükleme çabası taşıdığını da görüyoruz. İBDA-C’nin, Hizbullah’ın , Menzil tarikatının, Faziletçilerin, İşçi Partisi’nin ve PKK’nin bir araya gelip böyle bir olayı sahnelemiş olması mantığa sığar mı? PKK Alevilerle Sünniler çatışsın ben de menfaat elde edeyim niye desin, özellikle kadrolarının önemli bir kısmının kürt alevisi olduğunu biz de biliyorken. Size sadece birkaç anekdot aktarayım; Sabah 6 civarında bizi kurtarmak için Kayseri’den gelen polis ekibinden birisi bize ana avrat söverek içeri girdi. Belediye hoparlöründen anonslar yapılıyordu: ‘sayın halkımıza saygıyla duyururuz’, etkinlikler iptal edilmiştir’, her ‘saygıyla duyurulur’ cümlesi sonrası o sayın kitle daha da coşuyordu ve bu bir diri tutma müziği haline gelmişti. Zaten durduk yerde söylemedi sözünü belediye başkanı Karamollaoğlu ‘Gazanız mübarek olsun’ diye. Biz binadayken bizi loş alana çeken bir polis, ‘burada polis var mı’ diye sordu biz, yok deyince gitti. Bir yüzbaşı ‘burada asker var mı’ dedi, yok cevabı alınca çekti gitti. Peki kimdi bunlar? PKK mi?”..”

                  NOT: Haberde yer alan aşağıdaki liste ne kadar doğru bilemiyorum ama kısmen bile doğruysa oldukça çarpıcı:

                  Madımak’ı AKP’nin içinde bulmak mümkün
                  1993 Sivas-Madımak katliamının avukatları, konumları ve siyasi sığınakları:
                  – Av. Celal Mümtaz Akıncı, AKP oylarıyla Anayasa Mah. Üyesi.
                  – Av. Hayati Yazıcı, AKP Hükümetinde bakan oldu.
                  – Av. Ali Bulut, AKP Maraş Mv. Anayasa Kom. Üyesi.
                  – Av. Haydar Kemal Kurt, AKP Isparta Mv.
                  – Av. Zeyid Aslan, AKP Tokat Mv. Başbakan Erdoğan’ın eski avukatı.
                  – Av. Faik Işık, Başbakan Erdoğan’ın ve Süleyman Mercümek’in avukatı.
                  – Av. İbrahim Hakkı Aşkar, 22. Dönem AKP, Afyon Mv.
                  – Av. Bülent Tüfekçi, AKP Malatya İl Bşk.
                  – Av. Halil Ürün, RP Kayıp trilyon davası sanığı, AKP, 2008 Yılı Afyon Bel. Bşk. adayı.
                  – Av. Mevlüt Uysal, AKP İstanbul Başakşehir Bel. Bşk.
                  – Av. Nevzat Er, AKP Eminönü Eski Bel. Bşk.
                  – Av. Suat Altınsoy, AKP Konya İl Bşk. Yrd.
                  – Av. Tayfun Karali, İstanbul Büyükşehir Bel. Darülaceze Md.
                  – Av. Ferruh Aslan, İst. Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü.
                  – Av. İbrahim Kök, AKP Elazığ Mv. Aday Adayı.
                  – Av. Ali Aşlık, AKP İzmir eski İl Bşk. 2011, ll. Bölge Mv. Aday adayı.
                  – Av. B. Ali Dönmez, N. Erbakan’ın kayıp trilyon davasının avukatı.
                  – Av. Bedrettin İskender, AKP Ümraniye Belediye Bşk. Adayı,
                  – Av. Ahmet Özer, 1998 yılı RP Konya-Meram Bel. Bşk. V.
                  – Av. Ekrem Bedir, Sakarya AKP Hendek Bel. Mec. Üyesi.
                  – Av. Eyüb Karagülle, İst. Saadet Partisi Eski İlçe Bşk.
                  – Av. Faruk Gökkuş, İst. AKP, Kâğıthane Bel. Bşk. Aday adayı,
                  – Av. Fuat Sağıroğlu, Sultanbeyli Belediye Başkanı Yahya Karakaya ve N. Erbakan’ın “kayıp trilyon” davasının sanığı Süleyman Mercümek’in avukatı.
                  – Av. Hasan Hüseyin Palan, AKP İst. İl Disiplin Kurulu Üyesi.
                  – Av. Hurşit Bıyık, AKP Trabzon İl Bşk. Yrd….

                  Bugün Ümit Alan birgün’de yazmış
                  http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1306917118&year=2011&month=06&day=01

                  “…SENARYO GÜNDEME GÖRE Mİ REVİZE EDİLİYOR?
                  Sabah’ın yeni haberinde ise iki yıl önceki Sivas katliamında Ergenekon parmağı haberlerinden farklı bir senaryo var. Sabah’a sızdırılan yeni haberde Ergenekon sorumluluğu tamamen işin içinden çıkarılarak katliam bir PKK işi gibi sunulmuş ve farklı isimler kullanılmış. Böyle sunulurken 2 yıl önce gündeme gelen katliamdaki Ergenekon parmağına hiç yer verilmemiş elbette. Daha önceki haberlerde Sivas Katliamı’nı JİTEM ve dolayısıyla Ergenekon komutasında Şemdin Sakık’ın yaptığı iddia edilirken, şimdiki haberde Yücel Halis’in komutasındaki PKK’lılardan söz ediliyor ve olay tamamen PKK’ya mal ediliyor.

                  YANGINDI, KATLİAM OLDU
                  Geçmişte Sivas Katliamı’nı mümkün olduğunca küçük görmeye çalışıp iç sayfalara atan, Sivas Olayları yahut oteldeki yangın diye geçiştiren hükümete yakın medyanın PKK iddiasıyla birlikte şahlanışı da son operasyonun bir başka boyutu. Canlı bir örnek vermek gerekirse, 3 Temmuz 2009 tarihli haberinde Sivas Katliamı’nı “2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde yangın çıkmış, aralarında otel görevlilerinin de bulunduğu 37 kişi ölmüştü.” şeklinde anlatarak otelde çıkan basit bir yangına indirgeyen Zaman gazetesinin dünkü “Madımak Katliamı’nda PKK Terör Örgütü Parmağı” başlıklı haberi, ortadaki ikiyüzlülüğü belgelemesi açısından son derece anlamlı. Yani olayın katliam olup olmadığına bile yeni karar veriliyor. 37 kişinin yakılarak öldürülmesinin katliam olduğuna, ancak kendi çevreleriyle ilgisi olup olmadığına baktıktan sonra emin olanlar için söylenecek fazla bir söz yok. Yeni icraatlarına hazır olmak ve her dem teyakkuzda olmak gerek…”

                  Ümit Alan yanılıyor. Sabah Ergenekon’a değil PKKya bağlamış diyor. Halbuki ikisini de kullanan el aynı, ama tabii cahilliğinden bunu bilemiyor. 🙂

                  Cevapla

                  • demokrat Says:

                    Kemal bey,

                    Merhaba, ilginç ve detaylı çalışmalarınız için teşekkürler.Durup dururken niçin Sivas tekrar gündeme getirildi diye düşünürken sizin de işaret ettiğiniz üzre detaylar yavaş yavaş şekilleniyor.Şimdi bu yazıların bir yerden kumanda edilerek yazdırılmış olduğu açık ama gaye ne açıkcası karar vermekte zorlanıyorum.Madımak olayı herkesin hemfikir olacağı üzre bir ‘organizasyon’.

                    Bir taraftan bu organizasyonu ; aslında bakın ‘gerçek dindarlar’la hiç bir alakası yok düzleminde formatlamaya çalışırken, bir ucundan da ‘ergenekon’a irtibatlandırıp bir taşla iki kuş hatta arka
                    faktör boyutları da düşünürsek üç, dört kuş vurma amacı güdüldüğü öze indirgenmiş bir açıklama olabilir.Evet organize bir provakasyondur ama kim ,niçin yapmıştır?Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın bugünki ‘ergenekon’ denilen ve aslında bir örgütten ziyade ‘zihniyet’ yansıması olarak ortaya çıkan oluşumla ciddi bir bağlantısı şu an itibariyle tespit edilmiş değildir(zaten ergenekon başlıbaşına
                    içinden çıkılamaz bir sorun yumağı olmuşken) yazılanlarsa biraz iğreti durmaktadır.Dolayısıyla bu olayı tekrar gündeme getirip/ısıtıp ortaya atmakta başka ne gibi faydalar olabilir,buna bakmak gerek.Kuşların ikisini zikretmiştik,üçüncü kuş misal hazır seçim ortamına girilmişken yüzlerce yıl herçeşit vesayetten muzdarip alevi kökenli yurttaşlarımızın gönlünü(oyunu) almaya çalışmak yollu izah edilebilir mi acaba diye düşünmüyor değilim.
                    Mesela şu haber hiç şaşırtmadı beni;
                    http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=7965&Itemid=43

                    Bu arada Veli Küçük adının bir şekilde geçmesi ,görev bölgesi olması ve hemen ardından PKK’lı oldukları söylenen kişilerin bir baskınla öldürülmesi ortaya yanıtlanması zor sorular çıkarmaktadır.
                    Ardından gelen Başbağlar katliamı ise daha çok soru işaretleriyle dolu.Özellikle Başbağlar olayında herkes provakasyon olduğuna hemfikir.
                    Peki planlayanlar kimler?
                    İşçi Partisi’nden Erkan Önsel, “Sivas katliamını yapan merkezle Başbağlar katliamını yapan aynı merkezdir.” demiş.
                    Başbağlar Davası’nın avukatlarından AK Parti Konya Milletvekili Hüsnü Tuna, “Başbağlar ve Sivas, devletin içinde yerleşmiş yasa dışı güçlerce planlandı. Taşeron örgütler PKK, DHKP-C ve Dev-Sol’a işletildi. Bu kadar açık ve net.” demiş.
                    Başbağlar Köyü’nde 33 köylünün kurşuna dizilerek öldürülmesine ilişkin dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit de “Başbağlar katliamının perde arkasında hangi dış güçlerin eli varsa,
                    Sivas katliamında da aynı güçlerin eli vardır” ifadesini kullanmış.Bunu da not etmek gerekir.
                    1993 yılı tamamen,başlıbaşına sorularla dolu zaten.

                    Seçimlerin yaklaşması , artan gerginliğin yarattığı bir hırçınlaşma ve güç gösterme politikası (isteyerek ya da istemeden) gündeme hakim oluyor..Mesela Hopa olayları çok şey anlatıyor bu konuda…
                    http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/hopada-gece-baskinlari-haberi-43104
                    Ardından ölen öğretmen konusunda söylenenler çok daha vahim;
                    ”Tabi bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gereğini duymuyorum kalp krizi sonucu ölmüş.”
                    “Orada bir pankart var CHP’nin. Pankart şu CHP’nin hemen yanındaki pankart: “Tek yol sokak, tek yol devrim.” Altında Halkevleri. Bununla ne demek istendiği zaten ortada.
                    Biz bunlara sadece sandıkta gereken cevabı vereceğimizi söyledik. Fakat enteresan olan şu CHP Genel Başkanı şu açıklamayı yapıyor ölen kişinin evini ziyaret edecekmiş.”

                    Bütün bu yaşananlar çok sağlıklı bir sürece girmediğimizin göstergesi gibi.

                    saygılar.

                    Cevapla

                    • demokrat Says:

                      Bu arada çok zekice bir tespit hakkını vermeden geçmek istemem;
                      ”..3 Temmuz 2009 tarihli haberinde Sivas Katliamı’nı “2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde yangın çıkmış, aralarında otel görevlilerinin de bulunduğu 37 kişi ölmüştü.” şeklinde anlatarak otelde çıkan basit bir yangına indirgeyen Zaman gazetesinin dünkü “Madımak Katliamı’nda PKK Terör Örgütü Parmağı” başlıklı haberi, ortadaki ikiyüzlülüğü belgelemesi açısından son derece anlamlı…”

                    • Bulent Murtezaoglu Says:

                      Ilgileniyorsaniz haberin kendisi su: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=865485

                      Oradaki ifade daha ilginc: “2 Temmuz 1993’te gerçekleştirilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli’nde yangın çıkmış, aralarında otel görevlilerinin de bulunduğu 37 kişi ölmüştü.”

                      Gordugunuz gibi senlik sirasinda cikmis o yangin.

                    • Kemal Says:

                      Gene 2009’da yangın demişler.

                      1995: “Sivas Olayları” denmiş http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=330426
                      1996: “Sivas Olayları” denmiş http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=438902
                      1997: “Sivas Olayları” http://arsiv.zaman.com.tr/1997/07/03/guncel/politika/17.html
                      1998: “Sivas Madımak Otelinde Yanarak Ölmek” http://arsiv.zaman.com.tr/1998/07/03/guncel/16.html
                      1999: “Madımak Oteli Yangını Olayı” gibi bir kalıp http://arsiv.zaman.com.tr/1999/07/03/guncel/25.html
                      200-2002 Erişemedim
                      2003: “Sivas Olayı” “Madımak Oteli Yangını” http://arsiv.zaman.com.tr/2003/07/03/haberler/h20.htm
                      2004: Madımak Oteli Yangını ve Madımak Olayı http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=65755
                      2005: Olaylar sonucu çıkan Yangın http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=188734
                      2006: Madımak Oteli Yangını http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=299857
                      2007: Madımak Oteli Yangını ve Çıkan Olaylar
                      2008: Madımak Oteli Yangını http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=709473

                      Bu arada 2008’de ana habere ek olarak Tahir ile yapılan röportajda başlık “İlginç iddia: Madımak’ın arkasında Ergenekon vardı” tahmin edin metnin içerisinde nasıl anılıyor olay? 🙂

                      Sivas Katliamı!

                      http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=709474

                      2009: Başlığa dikkat “Madımak provokasyonuna karanfilli anma” http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=865485

                      2010: Olaylarda yakılarak katledilenler http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1002221
                      Nereden nereye…

                      2011. Bekliyoruz:

                    • Kemal Says:

                      Linklerle çımıyor ama yıllar içerisinde Zaman’ın 3 temmuz günkü haberlerşnde kullanılan ifadenin değişim öyküsü:

                      1995: “Sivas Olayları” denmiş
                      1996: “Sivas Olayları” denmiş
                      1997: “Sivas Olayları”
                      1998: “Sivas Madımak Otelinde Yanarak Öldüler”
                      1999: “Madımak Oteli Yangını Olayı”
                      200-2002 Erişemedim
                      2003: “Sivas Olayı” “Madımak Oteli Yangını”
                      2004: Madımak Oteli Yangını ve Madımak Olayı
                      2005: Olaylar sonucu çıkan Yangın
                      2006: Madımak Oteli Yangını
                      2007: Madımak Oteli Yangını ve Çıkan Olaylar
                      2008: Madımak Oteli Yangını

                      Bu arada 2008’de ana habere ek olarak Tahir Hatipoğlu ile yapılan röportajda başlık “İlginç iddia: Madımak’ın arkasında Ergenekon vardı” tahmin edin metnin içerisinde nasıl anılıyor olay? 🙂

                      Sivas Katliamı!

                      http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=709474

                      2009: Başlığa dikkat “Madımak provokasyonuna karanfilli anma” http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=865485

                      2010: “Olaylarda yakılarak katledilenler”

                      Nereden nereye…

                      2011. Bekliyoruz:

                    • demokrat Says:

                      Teşekkür ederim sayın murtezaoğlu,
                      Okudum.1993 tarihli haberi bulamadım yalnız,arşivde görünmüyor.

                      Bu arada ilgimi çekti,
                      ”Madımak Oteli’nin tam karşısında bulunan Alperen Ocakları bürosunun penceresinden merhum BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu posterinin asılmasına etkinliklere katılanlar tepki gösterdi. Kalabalıktan bir grup büroyu pet şişe yağmuruna tuttu. Ayrıca, Yazıcıoğlu’na yönelik hakaret içeren provokatif amaçlı pankartların taşınması dikkat çekti. 1993’teki olaylar sırasında Madımak’ın hemen yanında bulunan BBP binasındaki görevliler, Yazıcıoğlu’nun talimatıyla aralarında Aziz Nesin’in de bulunduğu yaklaşık 40 kişinin hayatını kurtarmış ve parti binasına geçmelerini sağlamışlardı. Etkinlikleri izleyen Sivaslılar, bazı miting katılımcılarının Yazıcıoğlu’na yönelik bu hareketini nankörlük olarak niteledi.”

                      Yanlış hatırlamadıysam Arif Sağ da doğrulayıp teşekkür etmişti.

                    • Kemal Says:

                      “…Başbağlar Köyü’nde 33 köylünün kurşuna dizilerek öldürülmesine ilişkin dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit de “Başbağlar katliamının perde arkasında hangi dış güçlerin eli varsa,
                      Sivas katliamında da aynı güçlerin eli vardır” ifadesini kullanmış.Bunu da not etmek gerekir….”

                      Nereden başlasam ki düzeltmeye, Dönemin Başbakan Yardımcısı 4 sene sonra Başbakan Yardımcısı olacak 1997’de…

                      Haberin kaynağına bakayım dedim adam gibi tek bir site yok hepsi cemaatle ilişkili siteler.

                      Ne zaman demiş, kim demiş bu sözü? Bilen yok. Varsa paylaşsın da yorum yapalım…

                      Birileri kendisine Eceviti şahit göstermiş maşallaha anlaşılan tutmuş…

                      Özetle dezenformasyon sınır tanımıyor.

                      Sevgiler.

                    • Kemal Says:

                      Bülent Ecevit’in 1997 yılında söyledikleri

                      http://www.milliyet.com.tr/1997/09/15/

                    • demokrat Says:

                      Sayın Kemal Bey,

                      Biz atlamışız,herkesi kendimiz gibi dürüst sanıyoruz,ama şöyle ders verir gibi ”neresinden başlayayım düzeltmeye” tarzı da yakışmamış size sanki.Hayır ortada 68 tane konu da yok sadece bir tane. Sağından,solundan,altından,üstünden düzeltseniz de yazıyla bir…

                      Evet sayın Ecevit’in böyle bir beyanda bulunduğuna dair bir veri bulamadım,bunu tabii sayın Hüsnü Tuna’ya sormak gerek,tüm siteler O’nun beyanlarını kullanarak haber yapmış.Bu arada ‘dönem’ sözcüğü de biraz geniş açıyla kullanılmış,ama sonuçta bunlar tali olgular.Bu tali olgular ‘Sivas’ ve ‘Başbağlar’ gerçeklerini ortadan kaldırmıyor.Evet hiçbir açıklama o
                      PKK’lıların niçin Sivas’ta bulunduğunu anlatmıyor,ayrıca takip eden olayları da izah edemiyor.

                      Ecevit derken;

                      ”1974’deki Başbakanlığım sırasında, zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, Başbakanlığın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için, birkaç milyon lira istedi. O yıllarda milyonlar büyük paraydı ve benden istenen miktarda örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı. Üstelik ben, örtülü ödeneği ancak sosyal yardımlar için kullanıyordum ve mecbur
                      olmamakla birlikte, bu kaynaktan yapılan tüm ödemeleri belgelere bağlatıp, Başbakanlık Müsteşarı’nın kasasında
                      saklatıyordum. Onun için Genelkurmay’dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım.Özel Harp Dairesi için dediler. O güne kadar böyle bir Daire’nin adını bile duymamıştım. Duyduklarım karşısında kaygılanmam son derece doğaldı”

                      ”Ben Başbakan olduğumda soruşturma başlattım. Önce karşımıza engeller çıktı. Bunları aşmak için uğraştığımızda ise
                      önümüze koca bir duvar çıktı. İşte o duvar Gladio’dur.”sözlerini hatırlamadan geçmek olmaz.

                      Hasan Fehmi Güneş;”O dönemde kuşkularımı Başbakan Bülent Ecevit’e de söyledim. O da bana bu konuşma içinde Özel Harp
                      Dairesi ile ilgili bilgilerini aktardı. Benim bu kuşkularımı onaylayan, takviye eden bir tarzda konuştu.”

                      Cüneyt Arcayürek’ten bir alıntı;

                      Eski CIA başkanlarından William Colby, kontrgerillanın kurulmasına önayak olduklarını itiraf ediyor ve bunun nedenini de açıklıyordu: “… NATO üyesiolması dolayısıyla Türkiye’de de -Gladio- benzeri bir kurumun varlık ihtimali bulunuyor…
                      Türkiye’nin komünistlerin eline düşmemesi için CIA’nın antikomü-nist kuruluşlara destek vermis olması ihtimali
                      vardır…”demiş. (Bu arada İçinde bulunduğumuz 2000li yıllara kadar özellikle Cumhuriyet yazarlarının binlerce kez gladyo/kontrgerilla/özel harp/derin devlet yazıları/kitapları yazmalarına rağmen bu yazıların artık kesilmesi de aklımda hep soru işareti olarak kalacaktır.)

                      Süleyman Demirel 1977 de “gizli, zata mahsus” bir mektup yazar Ecevit’e;

                      “CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in 3 Haziran 1977 günü İstanbul Taksim Meydanı’ndaki CHP mitingi sırasında, Sheraton Oteli’nin üst katlarındaki odalardan birinden uzun namlulu ve dürbünlü bir silah ile ateş edileceği, bu teşebbüsün 29 Mayıs 1977 günü İzmir-Çiğli Havaalanı’nda cereyan eden olayla birlikte, l Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda vukua gelen olaydan cesaret alan, iç barışı büyük ölçüde sarsabilecek kanlı tertiplere karar veren ve ayrıca 5 Haziran 1977 tarihinde yapılacak olan seçimlerden bir fayda ummayan, seçimlerin yapılmasını arzulamayan veya seçimlere gölge düşürmek isteyen illegal komünist – terörist örgütlerin yanı sıra memleketimizi iç meselelerle uğraştırmak İsteyen yabancı kuruluşların ve uluslararası tedhiş teşekküllerinin muhtemel suikast ve sabotaj eylemleri ile özellikle vazifelendirilmiş kimseler
                      tarafından yapılmak istendiği alınan haberler meyanındadır.”

                      Ama rastlantıdır belki ,3 Haziran günü Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun, alışılmışın dışında bir
                      biçimde emekli edilir!

                      1975-76-77 yıllarında bilinen üç suikast girişimi olur Ecevit’e.(Gerede,New York,İzmir)

                      Yine Veli Küçük 25 AĞUSTOS 1996 tarihinde Aydınlık dergisin bir sorusuna ”Bu soruya doğrudan cevap veremem. Eşref Paşa Amerika’ya çok karşıydı. Avrupa’ya yakındı. Ölümü ABD’nin işi. Bizimkilerin parmağı var. Genelkurmay emretmeseydi soruşturma kapanmazdı.”

                      ”Eşref Paşa Jandarma Genel Komutanlığı’ndakileri değil, Kuzey Irak ve Güneydoğu’da faaliyet yürüten yardım
                      kuruluşlarındaki CIA’cı ve Özel Harpçileri de engelledi. Bunların yaptığı her şey denetim altına alındı. Bunların Kuzey Irak’a Silopi’den giriş çıkışlarını engelledi. Gıda yardımı adı altında konteynırlarla Barzani ve Talabani’ye verilen silahları ilk yakalatan da Eşref Paşa’dır. O silahlar daha sonra Güneydoğu’daki PKK’lılarda çıktı”demektedir.

                      Aynı Aydınlık dergisinin ‘Amerika Erbakan yerine ‘Tayyip Erdoğan’ı hazırlıyor iddiası’ bir şekilde doğrulanmıştır.Hatta hala şunları yazabilmektedir Perinçek;

                      ”Gladyo’nun en aktif olduğu ülke: Türkiye
                      Gladyo, hiçbir NATO ülkesinde, Türkiye’deki kadar iş yapmadı. Gladyo olgusunu bir türlü kabul edemeyenler, Türkiye’yi 1980 öncesinde hangi örgütün istikrarsızlaştırdığını ve 1990 sonrasında da Uğur Mumcu’dan Org. Eşref Bitlis’e kadar Kemalist Devrimcileri hangi örgütün, hangi amaçlarla yok ettiğini cevaplandırmalıdırlar. 1 Mayıs, Kahramanmaraş, Sivas, Başbağlar
                      katliamlarını ufoların yapmadığını biliyoruz…”

                      1993 karanlıklar yılı demiştik;sadece bir kısmını alıyorum uzatmamak için;

                      Uğur Mumcu 24 Ocak’ta evinin önünde arabasına bomba yerleştirilerek katledildi.
                      işadamı Jack Kamhi’ye 28 Ocak’ta suikast düzenlendi.
                      Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis17 Şubat’ta , bindiği askeri helikopterin düşmesi sonucu yaşamını yitirdi.
                      Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal 17 Nisan’da kalp yetmezliğinden dolayı sabah saatlerinde yaşamını yitirdi.
                      25 Mayıs’ta PKK’lılar Bingöl-Elazığ karayolunu kesti: Otobüslerden indirilen 33 er kurşuna dizildi.
                      2 Temmuz’da Sivas’ta birtakım insanlar , kendi ülkelerinin sanatçılarını, şairlerini,yazarlarını,entellektüellerini
                      yakarak öldürdü.
                      5 Temmuz 1993’de, Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar Köyü’ne PKK tarafından baskın düzenlendi, 33 sivil
                      öldürülüp köy ateşe verildi.Abdullah Öcalan (olaydan habersiz olduğunu ve olayın sorumlusunun Dr. Baran kod adlı bir PKK sorumlusu olduğunu ifade ederek) katliamı PKK’nın düzenlediğini kabul etti.
                      33 sayısının özelliği ve bırakılan saçma bildirilerle olay Sivas’ın rövanşı gibi gösterilmek istendi.Eylemi yapanlar ise
                      idiot oldukları için buna göz yumdu hatta öldürdükleri köylülere öbürdünyada kullanmaları için sloganvari nutuklar
                      attılar.
                      22 Ekim’de Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın,şehit edildi.
                      Sayısız baskın ve çatışmalar yaşandı,asker ve kürtler çatışmayı derinleştirdi.
                      4 Kasım 1993’de Ankara Elmadağ’da Ahmet Cem Ersever’in ceseti jandarma tarafından bulundu.

                      Tüm olayları aklıselim bir şekilde stratejik boyutlarıyla ele aldığınızda çok açık olan bazı olgular var ki görmemek için 65 derece miyop olmak lazım:

                      Aleviler üzerine oynanmış ve alevi-sünni çatışması çıkarılmak istenmişir.
                      Çözüme yaklaşılırken asker-kürt çatışmasının körüklenmesi desteklenmiş,bu uğurda tüm iyniyetiyle çalışan insanlar birden bire hastalanmış/kuşkulu birşekilde hayatını kaybetmiştir.
                      Aydın ve yazarlara gözdağı verilmiş(Uğur Mumcu,Sivas) korkup sinmeleri hedeflenmiştir.
                      Azınlıklara keza gözdağı verilmiştir.
                      Halka ,ülkede huzurun kalmadığı,hiçkimsenin can güvenliğinin olmadığı mesajı verilmiş,büyük ölçüde başarı sağlanmıştır.

                      Geçmişte yaşanan katliamların tümü belirli çevrelerce,birtakım hedeflere ulaşmak için yapılmıştır.Tartışılacak daha doğrusu cevap aranacak soru bunlara kimler bilerek katılmış,kimler kurban olmuştur yani kullanılmıştır.Sık sık
                      vurgularım,öyle komplo teorilerine/kökü dışarda söylemlerine her daim inanan bir insan değilim ama…
                      Saygılar.

                    • Kemal Says:

                      Sevgili Demokrat,

                      Bilgisayarı kapatmadan önce aceleyle yazılmış (aynen şimdi olduğu gibi) bir yazı. Orada canımı sıkan ve o cümleleri yazmama neden olan asıl aktör siz değilsiniz. Ecevit’e atfedilen cümlelerden bir kısmını alın, tırnak içerisinde google’da taratın toplam 89 tane site göreceksiniz. Bu sitelerin tamamı copy-paste bilgi kirliliği yaratmak için var olan siteler.

                      Bakın bu gün bir haber çıktı. Birileri Baransu’yu tehdit etmiş. Kaseti varmış. Neyse haber7 çıkışlı bir haber. Ses kaydının kendisi yok. Sadece döküm. 3-5 saat önce google’da “ses kaydı” baransu diye taratınca 200 civarında sitede haberi görüyorsunuz. Hiçbiri kaynak göstermiyor. Dökümü copy-paste getirmişler. Peki insan emin olmadığı haberi niye sitesinden duyurur? Söz konusu sitelerle yukarıdaki haberin yayınlandığı siteler büyük tesadüf olsa gerek çoğu ortak. Kimisi kapanmış diye bugün haber yapmamış, kimisi de o zaman yokmuş herhalde o gün haber yapmamış.

                      Demem o ki, olay sadece Zaman- Bugün – Star – Taraf değil. Ortamda ciddi bir dezenformasyon yoğunluklu haber sitesinin varlığı söz konusu. Bu siteleri üç gün zaman ayırsanız yüzlerce yalan yanlış çarpıtılmış haber bulursunuz.

                      Size de sitem var o satırlarda. Çünkü bir kere daha olmuştu benzeri bir durum. Hani ders vermek istemem ama sizden ricam söz konusu sitelerden alıntı yaparken söz konusu sitelerden alıntı yaptığınızı bilerek alıntı yapın. Hatta sizden ricam alıntı yaptığınızda alıntı yaptığınız kaynağıda bizimle paylaşın ki, en azından ben de bileyim bu haberin arka planında ne olduğunu.

                      Öte yandan dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye yakışmayacağını bildikleri için onun ağzından aktarmamışlar. Dönem sözüne takılmışsınız geniş bir tabir diye. Ama Bülent Ecevi’in başbakan yardımcılığı dönemi geniş değil. Hepi topu Haziran 97-Ocak 99bir buçuk yıl. Başbağlar ecevit diye dilerseniz Milliyetin dilerseniz Zaman’ın o gün yazmış olduğu yazılar arasından aratırsanız görürsünüz ki böyle bir söz o dönemde de söylenmemiş…

                      Sonuç olarak Öcalan mahkemede Madımak’a misilleme olarak yaptıklarını söylüyor. Kendilerinin eylemi tasvip etmediğini de eklemeyi ihmal etmiyor. Benim yorumum Alevilere bak devlet sizin yanınızda değil sizi korumadı biz sizin kanınızı yerde komadık, düşün arkamıza mesajı vermek amaçlanıyor. Sünniler ayağa kalksa onlar misilleme yapsa yemede yanında yat durumu olacak…

                      Olay o değil. Olay birileri alternatif tarih yazıyor. Sayın Başbakan’da bu tarihi dillendiriyor netekim.

                      Bahriye Üçok’tan Madımak’a, Uğur Mumcu’dan Turan Dursun’a bu memlekette kimse din adına kan dökmediye inanmamız bekleniyor. Hrant Dink’i de Danıştay’ı da basanlar, tetiği çekenler olmasa bile çektirenler hep kripto ecnebiler. Yıllardır süren davalar, devletin bütün teknik ve hukuki imkanları ortada adam gibi bir tane kanıt var mı? Yok! Neip Hablemitoğlu’nu kim vurdu? İlhan Selçuk mu?

                    • Kemal Says:

                      Son olarak

                      “Çözüme yaklaşılırken asker-kürt çatışmasının körüklenmesi desteklenmiş,bu uğurda tüm iyniyetiyle çalışan insanlar birden bire hastalanmış/kuşkulu birşekilde hayatını kaybetmiştir.”

                      demişsiniz ya, bu sayfada yazmıştım. 2009 yılında MİT-TSK-İçişleri Bakanlığı çözüm için bir araya geliyor, KCK’yı başlatıp, MİT’e baskın yapıp, İçişleri Bakanı’nı Ergenekoncu olarak suçlayıp, 3 Emniyet Genel Müdür Yardımcısının ayağını aydırıp, TSK’ya da Balyoz’u oturtan, bütün bunları da 2009 Aralık – 2010 Ocak ayları içerisinde başaran kişilerin kim olduğunu gayet biliyoruz…

                      “Aydın ve yazarlara gözdağı verilmiş(Uğur Mumcu,Sivas) korkup sinmeleri hedeflenmiştir…”

                      Artık kurşuna gerek yok Nedim Şener’den Balbay’a, Ahmet Şık’tan Tuncay Özkan’a ve tabii diğer onlarcasının hepsini Silivriye yollayan iradenin de kim olduğunu biliyoruz.

                      “…Azınlıklara keza gözdağı verilmiştir…”

                      İşte bunu da bu sayfada tartışıyoruz. Emin değiliz belki ama çeşitli kuşkularımızı da dile getirdik farklı yorumcular olarak…

                      sevgiler.

                    • demokrat Says:

                      Kemal bey,

                      Öncelikle benim yazımda dile getirdiğim hususlardan ,göreceli olarak bu dezenformasyon kaynaklı bölümü alıntılamanız tuhafıma gitmişti.Yazıda ve takibeden yazılarda çok daha önemli ,bilgi paylaşılacak (bilenlerin katkıda bulunabileceği ki- zaten bunu arıyoruz- kısımlar vardı.Konuyu da zaten bir şekilde Sivas-Başbağlar ekseninde siz açmıştınız.

                      “Çözüme yaklaşılırken asker-kürt çatışmasının körüklenmesi desteklenmiş,bu uğurda tüm iyniyetiyle çalışan insanlar birden bire hastalanmış/kuşkulu birşekilde hayatını kaybetmiştir.” göndermesi 1990 sonrası gelişen olaylar eksenindedir , dolayısıyla çok yakın geçmişle bağdaştırmak pek doğru değil.

                      Gene o yıllara yapılan göndermede yer alan “Aydın ve yazarlara gözdağı verilmiş(Uğur Mumcu,Sivas) korkup sinmeleri hedeflenmiştir…” tespitimin teorik olarak sonuçları bağlamında benzeşiyor gibi görünsede günümüz olaylarıyla özdeşecek bir yanı yok.Kaldı ki ölüm korkusunun öyle kolayca açıklanacak bir tarifi de yok!

                      ”Sonuç olarak Öcalan mahkemede Madımak’a misilleme olarak yaptıklarını söylüyor. Kendilerinin eylemi tasvip etmediğini de eklemeyi ihmal etmiyor.” Buna inanmak için saf olmak bile yetmez daha başka şeyler lazım…!

                      ”Bahriye Üçok’tan Madımak’a, Uğur Mumcu’dan Turan Dursun’a bu memlekette kimse din adına kan dökmediye inanmamız bekleniyor. Hrant Dink’i de Danıştay’ı da basanlar, tetiği çekenler olmasa bile çektirenler hep kripto ecnebiler. Yıllardır süren davalar, devletin bütün teknik ve hukuki imkanları ortada adam gibi bir tane kanıt var mı? Yok! Necip Hablemitoğlu’nu kim vurdu? İlhan Selçuk mu?”

                      Ben neresini düzelteyim demeyeceğim çünkü anlayamadım bile.

                      ”Bahriye Üçok’tan Madımak’a, Uğur Mumcu’dan Turan Dursun’a bu memlekette kimse din adına kan dökmediye inanmamız bekleniyor” diyebilmeniz için bu cinayetlerin din adına yapıldığını hissetmeniz/bilmeniz/duymanız/kanıtlamanızgerekir ki,bunu yapamadığınız anda o dezenformasyoncuların konumuna siz düşersiniz.Her türlü derin komplo teorisini duydum ama bu cinayetlerin din adına işlendiği teorisini ilk sizden duyuyorum.Belki Turan Dursun’a yamanabilir biraz o da yersek tabii.Bu kadar basit mi sanıyorsunuz gerçekten?Niye uğraşıyoruz o zaman, ülkücü/alperen aptalın teki gaza gelip vurmuş işte Hrant’ı diyelim bitsin.

                      ”Necip Hablemitoğlu’nu kim vurdu? İlhan Selçuk mu?” demişsiniz ya valla çok güldüm.Hayır olasılık sıralaması yapsak kesin İ.Selçuk diğer hissettirmeye çalıştığınız olasılıklardan daha kuvvetli çıkar kanaatindeyim.Anlaşamayacağız netekim,size göre bu ülkede gladyo/derin devlet/kontrgerilla falan yok (o konularda yorum yapmayıp,sözü her seferinde dinci kesme bağladığınıza göre).Ayrıca teessüf ederim beni hiç istemediğim bağlamda savunma yapmak zoruda bıraktığınız için.

                      Sevgiler.

                    • Kemal Says:

                      Sevgili Demokrat,

                      ”Bahriye Üçok’tan Madımak’a, Uğur Mumcu’dan Turan Dursun’a bu memlekette kimse din adına kan dökmediye inanmamız bekleniyor” diyebilmeniz için bu cinayetlerin din adına yapıldığını hissetmeniz/bilmeniz/duymanız/kanıtlamanızgerekir ki,bunu yapamadığınız anda o dezenformasyoncuların konumuna siz düşersiniz.Her türlü derin komplo teorisini duydum ama bu cinayetlerin din adına işlendiği teorisini ilk sizden duyuyorum.

                      Demişsiniz. Umut Davası diye bir şeyi ilk defa mı duydunuz?

                      http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=3665554

                      Yargıtay da onadı.

                      http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5411789

                      Benim elimde bilgi bir tek bu var. Gerisi dedikodu. Birisi aksini kanıtlamadığı müddetçe de elbette hukuken de mantıken de bu kararlar geçerli. Adamlar biz yaptık diyor, olay yeri incelemesinde savcının bilerek yaptığı yanlışları düzelterek olayın parçası olduğu kanıtlanıyor, ben bu kararı temel alıp bir şeyler söylüyorum dezenformasyon, ama Başbağlar katliamını yapanlarla Madımakı yakanlar aynı kişiler diyen tartışılmaya değer düşünce.

                      Turan Dursun’u öldüren İslami Hareket Örgütü’de aslında Akdeniz Fokları için eylem yapıyordu desem gerçekten daha ikna edici bir şey mi söylemiş olurum?

                      http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=58128

                      “Çözüme yaklaşılırken asker-kürt çatışmasının körüklenmesi desteklenmiş,bu uğurda tüm iyniyetiyle çalışan insanlar birden bire hastalanmış/kuşkulu birşekilde hayatını kaybetmiştir.” göndermesi 1990 sonrası gelişen olaylar eksenindedir , dolayısıyla çok yakın geçmişle bağdaştırmak pek doğru değil.

                      demişsiniz. Neden? Bu konuda bu sayfada bir iki kere yorum yaptım. 2009 ikinci yarısında KCK’yı tamamen imha etmeden ve cemaatin dışarıda bırakıldığı bir çözümü engellemek için ortamı bulandıranların yaptıklarını yok mu sayacağız? Derin devlet derken hangisini kastediyoruz? 80 öncesi mi, 90lar mı, 2005 sonrası mı?

                      Hrant Dink cinayetine yönelik üç olasılığıda bu sayfada yazmıştım. Üç beş alperen/Emniyet İhmal birinci olasılık. Üç bei alperen / Emniyet göz yumma ikincisi. Üçüncü olasılık ise tasarlı ve dahil olunulan bir operasyon. Üç beş alperen benim aklıma en fazla yatan olasılık. Bu üç beş alperenin bu eylemi yapacağını Emniyet istihbaratın bildiğine de büyük ölçüde inanıyorum. Yani ikinci olasılık aklıma yatanı.

                      Danıştay’ı yamamak istedikleri Ergenekonist 🙂 yapılanmaların, Hrant Dink’in olağan şüphelileri olacağını bildiklerinden bence göz yumma söz konusu olabilir. Ama bu sadece bendeki şüphe. Bu arada Hrant vurulduktan bir-iki gün sonra Veli Küçük-Alparslan Aslan’ın sonradan yalan olduğu fotoğrafının piyasaya sürülmesi de “olağan şüphelilerin” üzerine projektörlerin yakılması için yapılmış bir dezenformasyonmuş meğerse. Bu operasyonu yapanlar ergeneokinst yapılanmanın hakkında kötü bir imaj mı yaratmak için yapıyorlardı, yoksa Hrant Dink bağlamında elde etmeyi düşündükleri sonuca yönelik bir işlem miydi emin olun bilemiyorum. Elbette merak ediyorum. Öte yandan son olasılık yani birilerinin üç beş alperen eylemine dahil olması meselesi ise benim bugün iddia edemeyeceğim bir şey. Tabii yukarılarda bir yerde yazmıştım Akbank kameralarının görüntülerinin Ankara Emniyet İstihbarat Dairesinden dönüşünde neden geri dönüştürülemez bir şekilde silinmiş olduğunu birisi bana açıklarsa. Bir de bir şahit meselesi var

                      https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/05/17/bir-analiz/#comment-7231

                      Size mantığınıza bir şey sormak istiyorum. Senelerdir takip edilen bir eregenekonist yapı var. Bir de içerisinde sizin elemanınızın olduğu suikast planlamakta olan üç-beş alperen var. Danıştay cinayeti olmuş ve Ergenekonist yapıyı siz sorumlu tumuşsunuz ümüklerine bastırdıkça bastırıyorsunuz. Sonra alperenler suikasti yapıyor. Bu arada tetikçi de silah da Danıştay cinayetinden sonra bulunuyor. Aradan beş sene geçiyor. devletin bütün teknik ve hukuki olanakları elinizde. Beş senenin sonunda bütün tarafların içerisinde olduğunuz (Evet, ergenekonist yapının içinde de ajanlar, ajan/provakatörler/muhbirler ve itirafçılar var…) bu cinayette iki yapı arasında eli yüzü düzgün bir bağ kuramamışsınız. Bu adamlar telepatiyle mi anlaşıyordu?

                      Kimse amcamın oğlu değil. Ama kusura bakmasınlarda eğer bir şeye inanmamı istiyorlarsa zeka özürlü, ırkçı ve indirgemeci ideolojilerinden değil somut verilerle desteklenmiş cümleler kursunlar.

                      Son olarak benim sözlerim size değil. Taa ilk baştan beri ben size yazmıyorum aslında. Ben söyleniyorum. Ben bu yapılanmadan tiksindim de ona söyleniyorum. Benim sizinle bir alıp veremediğim yok. Kocaman bir yapı jkurulmuş ve ortalığı sel gibi basıyorlar. Yalanla dolanla bu ülkeye demokrasi gelmez ki. Adam mı kandırıyorlar?

                    • Altan Alpay Says:

                      Sayın Demokrat,

                      Kontrgerilla/Gladio/Derin Devlet/SüperNato konusunda yazdıklarınızdan kafanızın karışık olduğu düşünüyorum. Zaten Ergenekon sürecinde hedeflenen de kafaları karıştırıp arka plandaki yönlendirici güçleri gözden kaçırmak.

                      Bu konuyu Amerikan çıkarları ve CIA’i göz ardı ederek teorik çerçeveye oturtmak ancak dezinformasyondan başka bir amaca hizmet etmez.

                      1955’den Özel Harp Dairesi ve MAH (sonra MIT oldu) ile başlayan derin devlet yapılanması her zaman CIA kontrolunde süre gelmiş ve şu anda da devam etmektedir.

                      Süreçte sadece aktörler/uşaklar değişmiş, Amerikan çıkalarlarına hizmet eden derin devlet olgusu baki kalmıştır.

                      Kısaca derin devlet makas değiştirmiştir, efendisinin yeni stratejisine göre yeniden yapılanmış, kendini güncellemiştir.

                      TSK’nın içinden Emniyet’e kaymıştır, Cemaat saflarında zuhur etmiştir. Artık derin devletin operasyonel gücü Cemaat’tir.

                      Soğuk savaş dönemi tarzı JITEM/Hizbullah/Özel Harekat vasıtasıyla yapılan kanlı operasyonlar demokrasi devrinde sürdürülemez hale gelmiş, yeni strateji/konsept gereği yeni çağa uygun kansız operasyonlarla (Ergenekon/Balyoz) Amerikan çıkarlarına ters unsurları berteraf edebilecek yeni bir derin devletin oluşturma gereği ortaya çıkmıştır.

                      CIA’in açtığı yeni ‘derin devlet’ aktörü ihalesini özellikle 28 Şubat sonrası Emniyet’te örgütlenme başarısı ve insan kaynakları sayesinde öne çıkan Cemaat almıştır.

                      Gladio’nun ‘kostüm’ değiştirme sürecinde işi biten eski unsurların bir kısmı deşifre edilip iğdiş edilmelere izin verilmekte, tasfiye ederken de tüm faturayı onlara çıkartıp yeni unsurların temiz bir başlangıç yapması sağlanmaya çalışılmaktadır, bir nevi PR çalışması denilebilir.

                      Bu süreçte Amerikan çıkarlarına hizmet etmeyenler tepelenmiş olması, Amerika ile hareket edenlerin yıldızı parlaması resmi belirginleştirir.

                      Söyle ki (özellikle 99 sonrası) Irak savaşına soğuk bakan Ecevit/Bahçeli hükümeti krizle indirilmiş, Milli Görüş parçalanmış, ABD ile uyumlu AKP/Cemaat koalisyonu iktidara gelmiş tezkere için samimi gayret sarfetmiş, Irak savaşı sonrası PEW raporlarına göre Amerika’nın imajının yerlerde süründüğü ve ulusalcılığın tepe yaptığı noktada Ergenekon süreci tektiklenmiş, sonuç itibari ile Ulusalcıların kökü kazınmış, TSK’da Amerikan çıkarlarına tehdit oluşturan unsurlar temizlenmiş, YAŞ’a yapılan mudahalelerle ‘uyumlu’ unsurların önü açılmış, CHP ve MHP kaset operasyonlarıyla yıpratılmış, bağımsız muhalifler sindirilmiş, Milli Görüş yere serilmiş, Amerika’nın öteden beri rahatsız olduğu İşçi Partisi/Doğu Perinçek,Cumhuriyet/İlhan Selçuk gibi isimlerin ayakbağı olmaları önlenmiştir.

                      Binlerce sayfalık Ergenekon iddaanamelerini incelerseniz yakın tarihteki her olayın açıklandığını ve bir şekilde Ergenekon’a bağlandığını fakat CIA gibi yabancı unsurların etkisinden hiç bahsedilmediğini fark edersiniz. Kısaca pek ‘zülfiyare’ dokunulmamış ancak ve ancak resmi tamamlar.

                      İronik olacak ama Ergenekon’a bakarak ‘tam bağımsız Türkiye’ idealinin en azından ‘derin devlet’ açısından gerçekleştirildiğini sonuçunu bile çıkartabiliriz. Öyle bağımsız bir derin devletimiz varmış ki kendi kendine ortalığı karıştırmış!

                      Diğer taraftan başka absurtlukler de var, ilk aklıma gelenlerı listelersem:

                      – Kontragerillanın barsaklarını ortalığa çıkartan adam Doğu Perincek meğerse aynı oluşumun parçasıymış.
                      – JİTEM’i ortaya çıkartan,faili meçhullerin ilk olarak üzerine giden Soner Yalçın’da bu oluşumun içindeymiş.
                      – 1991-1995 arasında faili meçhüllerin ve kontrgerillanın tavan yaptığı,köylerin yakıldığı,’kurşun atanın’ kutsandığı bir ortamın aktörleri Tansu Çiller(ve Özel Örgütü), Doğan Güreş, Mehmet Ağar, Mehmet Eymür meğerse masummuş!

                      Hatta daha da ironik, o yıllarda kontrgerillanın merkezindeki Çakıcı ve Çatlı’nın kankası Mehmet Eymür (sonradan Amerika’ya yerleşip CIA merkezinde ders vermeye başladı tesaduf işte) Ergenekon savcılarına bizzat yardım ettiğini davanın eklerinden görüyoruz. Alıntı yaptığınız atın.org’da Eymür tarafından yönetiliyor, ne absürtlük ki bu site senelerdir Perinçek aleyhinde yayın yapar)

                      Yine ‘Bizim çocuklara’ 12 Eylül’ü yaptıran ve yeşil kuşak projesinin mimarları Paul Henze, Graham Füller, Henri Barkey gibi isimler de yok Ergenekon iddanamelerinde, fakat bu isimleri ‘akademisyen’ kimlikleriyle kah Fethullah Hocaefendiye Referans mektupları yazarken, kah cemaat konferanslarinda akıl verirken zırt pırt görebiliyoruz.

                      Bu arada OKC hakkında arama yaparken dikkatimi çekti, bu ‘insan hakları savunucusu’ ve ‘muhalif’ (!!) arkadaş iki farklı panelde Graham Fuller ve Henri Barker gibi malum zatlarla bir araya gelip Türkiye’deki ‘vesayet’ rejimi hakkında dinleyicileri aydınlatmışlar! Şaka gibi ama gerçek! Bu bile OKC’nin söylemlerinde ne kadar samimi olduğu hakkında bir ipucu veriyor. Burhan Altıntop’un dediği gibi ‘pabucumun Rockçısı’ pardon ‘pabucumun insan hakları savunucusu’!

                    • demokrat Says:

                      Sayın Alpay,

                      Bana bir açıklama boçlusunuz,alacağımı da hemen istiyorum,evet hangi konuda kafam karışık ve sizi bu yargıya götüren cümleler nedir?
                      Bu arada verdiğiniz siteyi daha önce duymuştum ama ilk kez ziyaret ettim sayenizde…

                    • fmerakli Says:

                      Haklisiniz Bulent Bey,

                      Erdogan’in Hopa’da hayatini kaybeden gosterici ile ilgili yaptigi aciklama cok yanlisti. Bu arada KCK davasina yaptiginiz gondermeyi de yerinde ve cok dogru buluyorum. Tabii Hopa’da konvoyu taslayan gostericileri yolun kenarinda seyreden jandarma fotograflari da hayli ic acitiydi. Tipki Sivas’ta oldugu gibi seytermekle yetindiler…

                  • Kemal Says:

                    Sevgili Demokrat,

                    ”Bahriye Üçok’tan Madımak’a, Uğur Mumcu’dan Turan Dursun’a bu memlekette kimse din adına kan dökmediye inanmamız bekleniyor” diyebilmeniz için bu cinayetlerin din adına yapıldığını hissetmeniz/bilmeniz/duymanız/kanıtlamanızgerekir ki,bunu yapamadığınız anda o dezenformasyoncuların konumuna siz düşersiniz.Her türlü derin komplo teorisini duydum ama bu cinayetlerin din adına işlendiği teorisini ilk sizden duyuyorum.

                    Demişsiniz. Umut Davası diye bir şeyi ilk defa mı duydunuz?

                    http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=3665554

                    Yargıtay da onadı. (Link limiti nedeniyle vermiyorum)

                    Benim elimde bilgi bir tek bu var. Gerisi dedikodu. Birisi aksini kanıtlamadığı müddetçe de elbette hukuken de mantıken de bu kararlar geçerli. Adamlar biz yaptık diyor, olay yeri incelemesinde savcının bilerek yaptığı yanlışları düzelterek olayın parçası olduğu kanıtlanıyor, ben bu kararı temel alıp bir şeyler söylüyorum dezenformasyon, ama Başbağlar katliamını yapanlarla Madımakı yakanlar aynı kişiler diyen tartışılmaya değer düşünce.

                    Turan Dursun’u öldüren İslami Hareket Örgütü’de aslında Akdeniz Fokları için eylem yapıyordu desem gerçekten daha ikna edici bir şey mi söylemiş olurum?

                    http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=58128

                    “Çözüme yaklaşılırken asker-kürt çatışmasının körüklenmesi desteklenmiş,bu uğurda tüm iyniyetiyle çalışan insanlar birden bire hastalanmış/kuşkulu birşekilde hayatını kaybetmiştir.” göndermesi 1990 sonrası gelişen olaylar eksenindedir , dolayısıyla çok yakın geçmişle bağdaştırmak pek doğru değil.

                    demişsiniz. Neden? Bu konuda bu sayfada bir iki kere yorum yaptım. 2009 ikinci yarısında KCK’yı tamamen imha etmeden ve cemaatin dışarıda bırakıldığı bir çözümü engellemek için ortamı bulandıranların yaptıklarını yok mu sayacağız? Derin devlet derken hangisini kastediyoruz? 80 öncesi mi, 90lar mı, 2005 sonrası mı?

                    Hrant Dink cinayetine yönelik üç olasılığıda bu sayfada yazmıştım. Üç beş alperen/Emniyet İhmal birinci olasılık. Üç bei alperen / Emniyet göz yumma ikincisi. Üçüncü olasılık ise tasarlı ve dahil olunulan bir operasyon. Üç beş alperen benim aklıma en fazla yatan olasılık. Bu üç beş alperenin bu eylemi yapacağını Emniyet istihbaratın bildiğine de büyük ölçüde inanıyorum. Yani ikinci olasılık aklıma yatanı.

                    Danıştay’ı yamamak istedikleri Ergenekonist 🙂 yapılanmaların, Hrant Dink’in olağan şüphelileri olacağını bildiklerinden bence göz yumma söz konusu olabilir. Ama bu sadece bendeki şüphe. Bu arada Hrant vurulduktan bir-iki gün sonra Veli Küçük-Alparslan Aslan’ın sonradan yalan olduğu fotoğrafının piyasaya sürülmesi de “olağan şüphelilerin” üzerine projektörlerin yakılması için yapılmış bir dezenformasyonmuş meğerse. Bu operasyonu yapanlar ergeneokinst yapılanmanın hakkında kötü bir imaj mı yaratmak için yapıyorlardı, yoksa Hrant Dink bağlamında elde etmeyi düşündükleri sonuca yönelik bir işlem miydi emin olun bilemiyorum. Elbette merak ediyorum. Öte yandan son olasılık yani birilerinin üç beş alperen eylemine dahil olması meselesi ise benim bugün iddia edemeyeceğim bir şey. Tabii yukarılarda bir yerde yazmıştım Akbank kameralarının görüntülerinin Ankara Emniyet İstihbarat Dairesinden dönüşünde neden geri dönüştürülemez bir şekilde silinmiş olduğunu birisi bana açıklarsa. Bir de bir şahit meselesi var

                    https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/05/17/bir-analiz/#comment-7231

                    Size mantığınıza bir şey sormak istiyorum. Senelerdir takip edilen bir eregenekonist yapı var. Bir de içerisinde sizin elemanınızın olduğu suikast planlamakta olan üç-beş alperen var. Danıştay cinayeti olmuş ve Ergenekonist yapıyı siz sorumlu tumuşsunuz ümüklerine bastırdıkça bastırıyorsunuz. Sonra alperenler suikasti yapıyor. Bu arada tetikçi de silah da Danıştay cinayetinden sonra bulunuyor. Aradan beş sene geçiyor. devletin bütün teknik ve hukuki olanakları elinizde. Beş senenin sonunda bütün tarafların içerisinde olduğunuz (Evet, ergenekonist yapının içinde de ajanlar, ajan/provakatörler/muhbirler ve itirafçılar var…) bu cinayette iki yapı arasında eli yüzü düzgün bir bağ kuramamışsınız. Bu adamlar telepatiyle mi anlaşıyordu?

                    Kimse amcamın oğlu değil. Ama kusura bakmasınlarda eğer bir şeye inanmamı istiyorlarsa zeka özürlü, ırkçı ve indirgemeci ideolojilerinden değil somut verilerle desteklenmiş cümleler kursunlar.

                    Son olarak benim sözlerim size değil. Taa ilk baştan beri ben size yazmıyorum aslında. Ben söyleniyorum. Ben bu yapılanmadan tiksindim de ona söyleniyorum. Benim sizinle bir alıp veremediğim yok. Kocaman bir yapı jkurulmuş ve ortalığı sel gibi basıyorlar. Yalanla dolanla bu ülkeye demokrasi gelmez ki. Adam mı kandırıyorlar?

                    Cevapla

                    • demokrat Says:

                      Kemal bey,

                      Merak etmeyin ben umut davasını da Çağırıcı’yı da iyi biliyorum ama siz sanki son 30 yılı Türkiye de yaşamamış gibisiniz,ne diyeyim siz tetikçi fokları kovalamaya devam edin malum ,önemlidir foklar da tetikçiler de.Çevreci yürüyüşler yapar fokları kurtarırsınız ,tetikçi mahkum edip memleketi…

                      “4 Eylül 1990’da Turan Dursun vurulduktan 40 -45 dakika sonra polis geliyor. Çok daha erken gelen siviller evi darmadağan ediyor. Bir çok eseri ve çalışması siyah poşetlere konuluyor, onlar çıkarken de resmi giysili polisler içeri giriyor. Biz sivil polislerin götürdüğü eserleri ve çalışmaları Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak istedik. Ama 9 yıldır bu girişimimizle ilgili hiç bir sonuç alamadık. Kuran ansiklopedisinin 2000 sayfası, ‘Kulleteyn’ isimli kitabın ikinci ve sonraki ciltleri yok. Her şeyi götürmüşler. Bir yaşam boyu büyük emekle ortaya çıkarılan her şeyi. Bütün bunlar sivillerin eve girmesinden sonra kayboldu. Devlet içindeki bazı güçler, yasadışı devlet odakları bu eşyaları alıp gitti.”

                      Kim diyor bunları,Abit Dursun,ne diyor foklar evimizi dağıttı…

                    • Kemal Says:

                      Sevgili Demokrat,

                      Aslında siz yorulmayın, tetikçiler ve tetiği çektirenler farkını boş yere yazmayın diye bir örnek verecektim ama unutmuşum yazmayı.

                      Varsayalım ben Aziz Yıldırım’a kızdım, aramızda bir çıkar sorunu var. Tuttum üç-beş FB’li taraftar liderini fıştıkladım ve GS’lilerin üzerine saldım. İki ölü üç yaralı. Sonra da piyasaya olay çıkaran taraftar liderleriyle Aziz Yıldırım ilişkisini belgelyen fotoğraları sürdüm ve Aziz Yıldırım istifa etmek durumunda kaldı.

                      Ne yorum yapacağız?

                      Bu ülkede futbol için kan döken fanatikler yok mu diyeceğiz?

                      Sevgiler.

                    • Kemal Says:

                      ODATV – Murtaza Demir, gene olayın perde arkasına değilde kabak gibi önde duran kısmına takılmış…

                      http://www.odatv.com/n.php?n=savcilar-kimleri-aklama-niyetinde-0406111200

                      04.06.2011 13:10
                      Karakter boyutu :

                      30.05.2011 tarihli Sabah ve Star Gazetelerinin iddiasına göre, Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı; “iki yıl çalıştıktan sonra, Sivas/Madımak Katliamında, 4 PKK’lı ve İşçi Partisinin ortak rolü olduğunu tespit etmiş!”

                      Haberi, 01.06.2011 tarihinde Odatv’de çıkan yazıyla eleştirmiş ve sormuştum:

                      “Nasıl bir rol?”

                      Rollerini (?) yerine getirdikten sonra nasıl kaçmışlar; kaçmalarına kimler/neden göz yummuş; göz yuman kamu görevlilerine hangi yasal işlem yapılmış?

                      Şöyle anladım: “tanık gizli; sorumlular gizli; şüpheliler de ölmüş!” Eee; bağışlayın ama Özel Savcılığın sızdırdığı belgenin mesajı da şaka gibi değil mi: “Komşu komşu hu, hu; inek nerde, dağa kaçtı; dağ nerede, yandı bitti kül oldu!”

                      “Alevi ve Sünni kesime yönelik çapraz eylemleri organize eden PKK’lılar,” bu katliamı Sivas’ın merkezinde nasıl organize etmiş, onbinlerce insanı nereden getirmiş, nasıl yapmışlar?

                      Yani, yani şu: şeriat düzeni isteyenlerin, katliama göz yumanların, katilleri koruyanların, Madımak Oteli önüne mevzilenip, katliamı gerçekleştirinceye değin oradan ayrılmayan şeriatçı güruhun/örgütlerin suçu yokmuş!.. Benzin getiren, paçavrayı benzine bulayıp tutuşturan, çerçevelere tırmanıp içeriye atan, yangını söndürmeye gelen itfaiyenin önüne yatıp mani olan, Aziz Nesin’i itfaiye merdivenlerinden aşağı atan, linç etmeye kalkan, tempo tutan, slogan atan, Temel Karamollaoğlu, Rafet Erçakmak…

                      Ve…

                      Valinin “dağıtın” emrini dinlemeyen polis, “bana ne” deyip giden asker… Kolluk güçlerinin elini kolunu bağlayan KANLI İRADE, katliamın sütre gerisi sorumluları olan Demirel, Çiller, Doğan Güreş, Mehmet Gazioğlu, Mehmet Ağar, Ahmet Karabilgin, Tuğgeneral Ahmet Yücekök, Doğukan Öner… Hepsi, hepsi suçsuzmuş…

                      Yazıdan çıkan sonuç öyle…

                      Peki ya kim suçlu? “ 4 PKK’lı, İşçi Partililer, Sivas’a giden bizler ve yakılarak öldürülenler!..”

                      ****

                      ÖZEL YETKİLİ SAVCILIK “NEYİ” NEDEN GÖRMÜYOR?

                      Yanılmıyorsam geçen Mart ayıydı. Bir emniyet amiri ve bir komiser, “bilgimize başvurmak” üzere Erzurum’dan gelmiş, Sivas katliamına dair sorular sormuşlardı. “Katliamın arkasındaki gerçeği bulsanız bile görmek istemezsiniz. Zira o gerçeği ararsanız, karşınızda; devlete, yürütmeye ve yargıya hükmeden muktedirleri bulursunuz” demiştim. Dediğim gibi dosyayı açtılar ve muhtemelen açtıklarına pişman oldular. Çünkü katillerin zihniyeti de partileri de belli… ve seçmen şimdi çok önemli…

                      Öyleyse “bir şey yapmalı!” Bir gizli tanık bul, ölüleri suçlu göster; ölüler konuşmaz!

                      Liberal maskeli beslemeler, bir önceki yazıma karşın görüyorum ki, ellerindeki medya gücüyle, yalanlarını sürdürmeye ve kamuyu yanıltmaya devam ediyorlar. Şimdi; Sabah, Star, Zaman, Taraf Gazetesi zihniyetinde olan ve hükümeti her koşulda kayıtsız-şartsız destekleyen yazılı-görsel medyanın kamuoyunu yanıltmayı ısrarla sürdürmesi karşısında aşağıdaki aleni itirafı-belgeyi koymak durumunda kaldım.

                      İşbu belgeyi, tarafsız-bağımsız yargımıza; cumhuriyetimizi ve cumhuriyet değerlerimizi korumakla mükellef olan ve bu mükellefiyetleri “hukuk adamı” nosyonuyla tescil edilmiş olan savcılarımıza, özellikle de Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığımızın bilgilerine;

                      gereğini yapmak üzere arz ederim.

                      Katliamı sahiplenen, onaylayan ve üslenen İBDA-C isimli şeriatçı örgütün, “Taraf” isimli dergisinin 1993 Ağustos (30. Sayı) sayısının 6. Sayfası:

                      “Geçen ay (Temmuz 1993) çok hareketli ve bereketli geçti. 70 yıllık Cumhuriyet tarihinin en büyük direnişlerinden biri 2 Temmuz’da Sivas’ta yaşandı…

                      Sivas’ta insanlarımız, yargılama ve cezalandırma hakkını kullanmıştır. Yargılama ve cezalandırma hakkı ancak Müslümanlarındır; bunun lamı cimi yok. ‘Yasadışı’ TC’nin hiçbir hakkı yoktur…

                      İslam’ın önüne çıkanların tepelenmesi çok normaldir. Fakat bu topraklarda yaşayan Müslümanların asıl hedefi TC’nin ta kendisidir; bu asla unutulmamalıdır.

                      2 Temmuz’daki Şanlı Sivas Kıyamından sonra İBDA Cepheleri taarruzlarına devam ettiler. İstanbul’da Çeliktepe, Gültepe, Sanayi Mahallesi taarruzları, Yalova çıkartması, Konya taarruzu ve diğerleri…

                      Yurdun her yanı alev alev… Alevler TC’yi yıkıp, kül edeceğe benziyor. Alevlerin bize tedaisi, azgınlık ve kokuşmuşluğun sembolü Pompei Şehrinin, yanardağın altında kalarak tamamen yanması. TC, Pompei’nin son günlerindeki gibi…”

                      SOMUT İLİŞKİ

                      Sanıklardan Cafer Tayyar Soykök, Orhan Demir, Ali Kurt, Erol Sarıkaya, İlhami Çalışkan, Muhsin Erbaş, Tufan Caymaz, Süleyman Kurşun ve Ahmet Onar’ın “Tüm Sivaslı Tutuklular” adına Afyon Cezaevi’nden bu örgüte gönderdikleri mesaj, adı geçen Derginin 33. sayısının 18. sayfasında yayınlanmıştır. 20 ve 21. sayfalarda, Dergi yöneticilerinin 4 Ekim 1993 tarihinde Afyon cezaevine giderek, “Sivas Gazileri” ve “Şanlı Sivas Kıyamı Sanıkları” olarak nitelendirilen Tufan Caymaz, Yalçın Kepenek, Ali Kurt, Cafer Tayyar Soykök ve Zafer Yelok ile görüştükleri kaydedilmiştir. Adı geçen sanıkların, Taraf dergisinin takipçisi ve destekçileri olduğu belirtilmiştir.

                      ***

                      İşbu belge, müdahil avukatları tarafından, 1994 yılında dilekçe ekinde mahkeme heyetine sunulmuş ve dosyaya konulmuştur. “Özel” DGM Savcısı Nusret Demiral “ölürüm de görmem; bu itirafı delil kabul etmem” diyerek ayak diremiş, görmemiş, soruşturma açmamıştı…

                      Ama “sen cemaati nasıl soruşturursun” diyerek, Erzincan C. Başsavcılığını basıp, Başsavcı İlhan Cihaner’i yaka paça alıp götüren ve iki ay içerde tutan Erzurum Özel Yetkili Savcılığı, bu açık itirafı görür mü bilmem…

                      Söz konusu belge, tam 18 yıldan buyana; kamuya, basına ve savcıya avaz avaz bağırmaya devam ediyor; “beni görün, beni görün, beni görün; buradayım; katil benim; ben yaktım!!!

                      İçim acıyor, uykularım kaçıyor, yüreğim kanıyor!

                      Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’i sevgi ve saygıyla anıyorum: “… kör olasın demiyorum, kör olma da gör beni…”

                      Murtaza Demir

                      Odatv.com

                    • fmerakli Says:

                      Kemal Bey,

                      Aktardiginiz yazida onemli bir cumle var, Madimak katliamini anlamak ve yorummlamak icin hayli onemli:

                      “Valinin “dağıtın” emrini dinlemeyen polis, “bana ne” deyip giden asker…”

                      Polise mudahale eetmeyin emerini veren donemin emniyet muduru idi, Dogukan Oner. Asker de olaylari kelimenin tam anlami ile seyretmisti, oysa binlerce askerin bulundugu tugay komutanligi otelin oldugu yere sadece birkac dakika uzaklikta idi. Bu anlamda Demokrat’in ifade ettigi gibi Turkiye’nin son otuz yilinda neler olup bittigini gorebilenler icin askerin ve polisin tavri Madimak katliaminda devletin derinliklerinin golgesidir. Ki bu golge, dava surecinde de kendisini gostermistir; devlet hem yargilayan hem kollayan bir tavir almistir. Davanin ilk donemin olayda kullanilan kimi masalara verilen 3-5 yillik cezalarla ortbas edildi. Ama sonrasinda, ozellikle MGK eli irtica ile mucadele birden gundemin en tepesine yerlestirilince MGK talimati ile yeniden pozisyon alan “bagimsiz yargi” daha once aklanan kimi isimler bu sefer idamla yargilanmaya basladi ve 33 kisi idamla, bazi saniklar da agir hapis cezasi ile cezalandirildi. Ama tabii yine perdenin arkasindaki asil sorumlulara dokunulmadi. Bu arada olayin kilit isimlerinden donemin Sivas Belediye Meclisi uyesi Rafet Ercakmak hala yakalanamamistir, bu bile uzerinde durulmasi gereken bir soru isaretidir. Ercakmak’in kacmasi ya da bugune kadar yakalanamamasinda devletin derinliklerinin bir rolu olup olmadigi onemli bir soru isaretidir…

                    • Bulent Murtezaoglu Says:

                      Hah Fmerakli bey, anlasacagimiz bir nokta bulduk.

                      Polise mudahale eetmeyin emerini veren donemin emniyet muduru idi, Dogukan Oner. Asker de olaylari kelimenin tam anlami ile seyretmisti, oysa binlerce askerin bulundugu tugay komutanligi otelin oldugu yere sadece birkac dakika uzaklikta idi.

                      Bunlar herhalde kabaca dediginiz gibidir. Sildigim yerde isaret ettiginiz seyler de [ozelikle ‘sag’ denebilecek kitle cinnetlerinde] bildigimiz veya suphelendigimiz seyler. Zaten ‘derinlik’ supheleri hem o kalabaliklarin ortaya cikmalarindaki ihmaller veya dogrudan o kalabaligin ortaya cikmasi icin gosterilen cabalarin ustune, kalabalik biriktikten sonra kolluk kuvvetlerinin mudahelesinin ya olmamasi ya da kifeyetsiz/gunulsuz kalmasi uzerine. Burada mutabikiz herhalde.

                      Yalniz isin devami var. Yukarida Kemal beyin isaret ettigi mac/futbol sapikligi gibi kalabaliklarin delirebiliyor olmalari basli basina problem. (Herhalde 78-82 arasi maclarda hem dipcik hem cop yemis biri olarak soyluyorum, devlet bana vurdugu zaman hakli olmasa da mazur gorulebilir sekilde hareket ediyordu. Yani ‘sapik’ dedigim zaman ucu bana da dokunuyor. Alinacaklara duyuruyorum. Ben kimseye tas da atmadim kimseyi de dovmedim, ama tas atanin elini tutmadim doveni veya dovmeye gideni de engellemedim. Genclik/cocukluk filan demek kabil ama o adamlarin vurusmasi neticesinde ‘alinan’ kapilardan stata girip kapalinin ortasinda oturup mac seyretmek ‘cocukluk’ degil zimnen de olsa sapik hesaplar yapmaktir bence.)

                      Sivas konusunda kitle hakkinda arastirma yapan var mi bilmiyorum. Sadece netten veya karsi karsiya konustugum bir takim (hepsi degil ama azinlik da degil) mutedeyyin insanlarin tepkilerini biliyorum. Mesela ‘provokasyon’ deniyor ama destiginiz zaman Sivas’ta o gun Aziz Nesin olunmasinin bizatihi provokasyon oldugu dusunulebiliniyor. Kolluk gucunun pasif kalmasinda bir ‘derinlik’ olabilecegini soylediginizde ‘evet tabii’ deniyor ama gorulmek istenen manzaranin devletin solculari dagitirken yaptigi (su sIkma, sopa, gaz vs.) olacagini soylediginizde tepki aliyorsunuz. Tekbir getiren bir kalabaligin sopalanmasina sicak bakilmayabiliniyor. ‘Derinlik’ probleminin ustune bindigi baska bir problem de var orada yani. Bu insanlara ‘katil’ veya ‘geri’ yahut herhangi bir asagilayici bir sey soylememiz gerekmiyor elbette ama bu hali de bilmek lazim.

                      Bana gercekci ve kolay gelen, bu problemi zamana cozdurmek ve o arada devletin kolluk gucunun vazifesini yapmasi. AKP iktidari bir takim kitleleri ya iktidar nimetlerine kavusturdu yahut da ‘haksizliga ugramis olma’ hircinligini torpuledi. Merhum Yazicioglu Alperenleri, Bahceli de Ulkuculeri sokaktan cekmeye calisti. Bunlar hayirli seyler. Geriye bir takim ‘sol’ orgutler ve PKK kaliyor ki zaten — farkindaysaniz — hukumetin cekindigi de onlar uzerinden kotarilacak bir kitle karisikligi. Bu acidan bakilirsa gidisat ve tavir dogru. Icraat biraz itici olabiliyor tabii. Vatandasi olmus basbakandan bekledigimiz tepki ustune basa basa ‘ilgilenmiyorum’ demesi degildir mesela. Yalniz bu ifadeyi kullanacak olanlarin Hopa’nin yerine Diyarbakir’i koyup kulaklarina nasil geldigine bakmalari da isabetli olabilir. Basbakanin hali genel/bildigimiz devlet tavrindan cok da farkli degil.

      • Bulent Murtezaoglu Says:

        ”…Ergenekon diye çekirdek bir örgüt var ve onun çekirdek kadrosu şu anda içeride…”

        Bunu nereden biliyor acaba? Ben bunu bilmiyorum. Derinlik diye anladigimiz seyin bir tane veya bir turlu oldugunu dahi bilmiyorum. Yine 2007’den beri cinayetler bitti demis bu arada, hangi cinayetleri kastettigi tam acik degil ama dendigi sekliyle dogru degil. Bir suru tekinsiz/kanli is oldu o zamandan beri. Neyse, bu yeni tureyen guruh da boyle konusuyor iste, buna bizim yapabilecegimiz pek bir sey yok. Bari sizin sasirdiginiz ifadeye link vereyim. Surada geciyor: https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/02/02/bundan-sonra-ne-olacak/

        Cevapla

        • demokrat Says:

          Bülent bey,

          çok teşekkür ederim,hızlıca okudum hepsini,sona gelince başı kaçırdım bazan ortayı unuttum(konu aslında çok güzel tartışılmış)aklımda kalan, evet saçmalamışlar bir miktar ve düzeltme de yapma gereği duymamışlar.Onun dışında tüm yazarlar çok güzel yazmış düşüncelerini,oradaki linklere daha sonra bakacağım.

          Hoş benim için röportajın şu bölümü önemli,söylemiştim,bu herkesin isteyeceği bir durum olurdu diye düşünüyorum; ”..Zihniyeti deşifre edersin ama somut suçları yargılarsın. Zaten bu davanın örgüt üyeliği gibi muğlak bir tanım üzerinden yürümesi çok sakıncalı. Savcılar insanları örgüt üyeliğinden içeri atma kolaycılığından çıkıp somut suçlarını tespit etmeli ve o somut suçların izlerini takip ederek…”

          Saygılar.

          Cevapla

          • fmerakli Says:

            Demokrat,

            Evet soyledigin gibi Dogan ve Rodrik o ifadeleri ile ilgili olarak bir duzeltme geregi duymadilar.

            Soyledigin gibi Balyoz/Ergenekon davalarinin bir zihniyet yargilamasina donusmemesi gerekiyor, gerci saniklarin da bu konuda cok ‘yardimci’ olduklarini maalesef pek goremiyoruz. Dogan Pasa’nin yazisinin sonundaki tehdit, suclari degil zihniyeti yargilamaya tesne olanlara kullanabilecekleri koz vermekten baska bir ise yaramaz diye dusunuyorum.

            Cevapla

            • demokrat Says:

              Doğrudur,ben de zaten böyle bir şeyi neden yazmış diye çok düşündüm,aklıma sadece sizin de parmak bastığınız üzere, olayları tam ters istikamete çekmek(zihniyete doğru çekmek-kişiselleştirmemek)amacı olabilir fikri düştü.

              Cevapla

            • ihtimal Says:

              Evet, bu noktada Alper Gormus un analizi baya onem kazaniyor. Gormus Ergenekon(sanirim balyozu da dahil etmekte bir sorun yoktur, varsa da herseyse olmasada olur) olayini “zihniyet” ve “teskilat” olarak ikiye ayriyor ve sanirim baya guzelde bir tespit. Bir sekilde “zihniyet” agirlikli olarak CHP ve kismen geri planda MHP olarak ortaya cikiyor, kaldi ki bunu da gayet normal goruyorum ve bir siyasi tercih olarakta gormekte yarar oldugunu dusunuyorum. Zaten butun anormalliklerin basladigi noktada “teskilatin” yargilanmasinin onune tas konulmasi.

              **Uzun zamandir takip etsemde yazamiyordum. Sonunda Turkiyedeyim ve tahmin edin bakalim gumruk kapisinda ne yaptim? 🙂 Tayyip Amcaya bir 4 daha yol vermek boynumuzun borcuydu, her ne kadar yetmez desekte az is yapmadi! Eglenceli politik gelismeleri sonra aktaririm! Ozellikle fmerakli ve acracia ya tesekkurler 😉

              Cevapla

              • demokrat Says:

                Sevgili İhtimal,

                Bence gerek OKC gerekse Alper Görmüş’ün tespitleri bir noktada çakışıyor gibi görünse de aslında bu demokratikleşme kapsamında görüşülen davaların zihniyet kavramı altında birleştirilmesi/öngörülmesi zaten varolan karmaşayı iyice içinden çıkılamaz hale getirir kanısını taşıyorum.Ergenekon davalarının iddianameleri ortada.Hakeza balyoz da yeteri kadar muamma ve absürdlüklerle dolu.Diğer davalar deseniz öyle.Bence OKC alıntıladığım bölümde – her ne kadar sevgili Acraia ”basite indirgenmiş çıkarımlar diyerek katılmasa da – bir çözüm yolu önermiş.Sanıyorum bu önermenin hayata geçirilmesi zor göründüğü için şimdiye kadar yeterli ilgiyi görmedi veya bu şekil karmaşa birilerinin işine geliyor.Ya da baştan hatalı başladı ve bir daha geri dönmek mümkün olmadı.

                Tekrarlıyorum bence bu çıkarım çok doğru ve işleri rayına oturtacak bir çıkarımdır.Ama bu saatte sonra mümkün mü,çok zor bence.

                ”Bu benim hiç taraftar olmadığım bir durumdur. Zihniyeti deşifre edersin ama somut suçları yargılarsın. Zaten bu davanın örgüt üyeliği gibi muğlak bir tanım üzerinden yürümesi çok sakıncalı. Savcılar insanları örgüt üyeliğinden içeri atma kolaycılığından çıkıp somut suçlarını tespit etmeli ve o somut suçların izlerini takip ederek bu davayı genişletmeliydi. Özel yetkili mahkemelerin eski DGM’ler olduğunu unutmayalım. Hem Ergenekon’da hem de KCK davasında bu kolaycılığa başvuruyorlar.”

                Cevapla

  39. acracia Says:

    Bir ek daha yapayim: OKC konusunda titiz davranmamin sebebini bu sahifeleri ilk kez okuyanlar anlamamis olurlarsa diye aciklama ihtiyaci duyuyorum, kendisi bu blogdaki bazi yorumculardan epey tepki cekmisti hem bazi seyleri karistirdigi icin hem de fevri davranip dogru olmayan seyler ileri surdugu icin. Fmerakli’nin Ezgi Basaran’da yadirgadigi AIHM’ye basvurusu kabul edilmis Balyoz saniklari oldugunu OKC de bilmiyor gorunuyordu yaptigi yorumlarda. Bu tartismalari merak edenler var ise, Orhan Kemal Cengiz baslikli girdilerle Zaman gazetesi hakkindaki onceki girdi basliklarina bakabilirler.

    Cevapla

  40. fmerakli Says:

    Acracia,

    Soyle bir ifaden var:

    “[Cengiz] Balyoz icin AIHM’ye gidin diye tutturdugunda (Dani Rodrik’e), bunu bilmeden atip tutuyor oldugunda yadirgamayalim ama, oyle degil mi”

    Cetin Dogan’in AIHM’ye bir basvurusu oldu da ben mi kacirdim acaba. Cengiz’e bilmeden atip tutuyor dedigine gor AIHM’ye basvuru yapilmis olmali. Benim boyle bir gelisme oldugundan haberim yoktu, bilginin kaynagini paylasirsan memnun olurum.

    Cengiz’in uc Balyoz saniginin basvurusunun AIHM tarafindan kabul edilmis oldugunu bilmiyor olmasini ya da biliyor idiyse de o soruyu cevaplarken bunu telaffuz etmemis olmasini hep birlikte yadirgayalim, ama bu soyledigi seyin, yani 3-4 ayda dosyanin AIHM’de olacagi (ki uc sanikta bu 5 hafta surmus) seklindeki tespitinin yanlis oldugu anlamina gelmiyor ki. Diger Balyoz saniklarini bilemem, ama lafi sayin Rodrik’e getirdigin icin, en azindan Dogan Pasa’nin henuz AIHM’de basvuru yaptigi konusunda bir bilgi sahibi degilim, ama sen basvurunun yapildigini gosteren kaynagi paylasinca ben oturur tekrar bir dusunurum.

    Cevapla

    • acracia Says:

      Fmerakli:

      Bu konuyu yeniden tartismaya acmayi luzumsuz goruyorum. Ama hafizayi yeni okuyucular icin tazeleyelim ki bu konusmayi baglamina oturtalim: OKC’nin soylediklerini pek yadirgamamistiniz. Hatta Dani Rodrik’e “butun Ergenekon saniklarini aklamak icin giristigi caba”dan [1] bahsederken de Ezgi Basaran’i yadirgadiginiz gibi yadirgadiginizi duymak isterdim; boyle bir seyi ancak karsinizdaki size hatirlatinca genelde evet oyle olmasi gerekirdi ama minvalinde bir seyle gecistiriyorsunuz.

      Kendisi burada blog yazarlari bu belgeleri polisler uretti diye yanlis beyanda bulundugunda da, kendisine Can Acar alenen boyle olmadigini soylemis oldugu halde (twitter’da) yine de OKC’nin bunu blog yorumcularinin yapmis olduklari yorumlardan edindigi minvalinde bir aciklamaya getirmeye calistiniz.
      https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/05/09/zaman-gazetesinin-yalanlariyla-mucadele-zamani/#comment-6999
      https://cdogangercekler.wordpress.com/2011/05/09/zaman-gazetesinin-yalanlariyla-mucadele-zamani/#comment-7004

      Kendisi Dani Rodrik’i butun Ergenekon saniklarini aklamak icin giristigi cabalarla suclarken ayni konusma esnasinda Dani Rodrik’e giristigi bu savas icerisinde propaganda yapmak yerine hak arasaydi AIHM’ye giderdiniz diye de eklemisti.[2]

      Dolayisiyla siz sirf Cetin Dogan algilamissiniz, ama konu kendisinin Dani Rodrik’i Ergenekon saniklarini aklamaya savunan adeta avukatliklarini yaptigi minvalinde olunca, yani Ergenekon ile Balyoz’u karistirip bir de bu sekilde suclayinca, ben acikcasi sirf Cetin Dogan’i degil burada da yorum yapildigi uzere Balyoz davasinin saniklarini dusundum. Kendisi Dani Rodrik’e sirf Cetin Dogan uzerinden degil, Balyoz’u da biraktim, Ergenekon saniklarini aklamaya, adeta avukatliklarini yapmaya soyundugu uzerinden bir suclamayla yazmisti cunku.

      Sonuc olarak, tablo bu iken, Ezgi Basaran’i yadirgayan siz, Orhan Kemal Cengiz’e ayni standardi uyguluyor gorunmuyorsunuz. Hepsi bu. Bu soyledigim de cok basit. Boyle gorunsun istemiyorsaniz, belki daha once yazdiklarinizi gozden gecirmek istersiniz. Yok sizin icin onemi yoksa, bunun da bir onemi yok zaten.

      Bu arada sunu da soylemeden edemeyecegim: Can Acar’i daha once size bir “sen” bir “siz” dedigi icin uyaran siz, ayni seyi bana surekli yaptiginizin farkindasinizdir. Siz kendinize yapildiginda onemsediginizden cifte standard olmasin yine diye soyluyorum. Ya size yapildiginda yakinmayin, ya da baskalarina da yapmayin. Bu arada bana da isterseniz surekli “sen” deyin, hic fark etmez. Ben kendi adima size her zamanki gibi siz demeye devam edecegim, ben bu etiketi hic bozmadim.

      Son olarak, blog yazarlarindan, Yildirim Turker’in yazisi altina KCK ile ilgili girdigim kisa yorumu silmelerini isteyecegim. Istemeden baska bir grubu zan altinda birakabilecek bir yorum olmus. Lutfen silin, rica ediyorum.

      ****
      [1] “orhan kemal cengiz
      orkece orhan kemal cengiz
      @
      @rodrikdani Asil siz bir bilim adamı olarak, biraz objektif olup, butun Ergenekon saniklarini aklamak icin giristiginiz cabayi gorseniz.
      5 May
      orhan kemal cengiz
      orkece orhan kemal cengiz
      @
      @rodrikdani o kadar militan tarafgirsiniz ki, Turkiyeden gelen misafirleri insanlarin dinlememesi icin kampanya yurutuyorsunuz.
      5 May”

      [2] orkece orhan kemal cengiz
      @
      @rodrikdani da hazir gorunuyorsunuz. insanlari yalancilikla suclamak yeribe donup kendi pozisyonunuza bor bakin.
      6 Mayorkece orhan kemal cengiz
      @
      @rodrikdani sunuz, hakikatide aramiyorsunuz. Sizin icin bu buyuk bir savas, bu savasta her turlu yalani doylemeye ve o yalanlara inanmaya
      6 May
      orhan kemal cengiz
      orkece orhan kemal cengiz
      @
      @rodrikdani cokerdi. tabi amaciniz propaganda yapmak yerine gercekten hak aramak olsaydi butun bunlari yapardiniz. siz hak falan aramiyor
      6 May”

      Cevapla

      • fmerakli Says:

        Acracia,

        Dani ile OKC arasindaki tartismanin AIHM ile ilgili kismini hayli farkli anlamisiz. Ilginctir bu sefer Rodrik ile ayni noktada bulusmak da bana nasip oldu, zira o da benim gibi AIHM ile ilgili tartismayi sizden farkli olarak Cetin Dogan ekseninde yurutmus:

        “By the way, we have been consulting with numerous experts on the European Court of Human Rights, and are following up on all avenues that can be pursued.”

        Eger sizin ifade ettiginiz gibi AIHM tartismasi tum Balyoz sanikklari ekseninde yurumus olsa idi, diger Balyoz saniklari zaten AIHM’ye basvuru yapmis ve basvurulari kabul edilmisken Rodrik yukaridaki cumleyi yazmazdi.

        Cevapla

        • acracia Says:

          Fmerakli:

          Ben bunu soylerken, Cetin Dogan basvurdu ve ben mi kacirdim minvalinde sordugunuz soruya istinaden ve bu blogda o tartisma esnasinda iyi de AIHM’ye basvuru olmustu Balyoz saniklari arasindan minvalinde soylenen sozlere atifta bulunurken, ayni zamanda da bu tartismayi neden sizin bir onceki mesajinizda sirf Cetin Dogan diye algiladiginizi anlayamadigim icin, tartismanin ne meyanda donmus oldugunu anlatmaya calismistim.

          OKC ile ilgili yaziyi o tartismalarin altina alsaydik daha anlamli olurdu dememin sebebi de o baglam icerisinde ele almanin daha saglikli degerlendirmelere yol acacagini dusundugum icindir. Yoksa o buraya, bu buraya demek icin degil.

          Ben de OKC’nin yaptigi basite indirgenmis cikarimlarina katilmamakla birlikte, daha Balyoz ile Ergenekon’u birbirinden ayirt edemeyen birisinin, Ergenekon’un cekirdek kadrosunun iceride oldugunu nereden bildigini merak ettigimi ifade edeyim. Tabii Ergenekon ile Balyoz’un ileride birlestirecegi mustusunu veriyorsa, o baska. Tabii o zaman da onu nereden biliyor sorusu cikar ortaya ama henuz oyle bir sey yok tabii, bekleyelim.

          Cevapla

          • fmerakli Says:

            Buna mustu denir mi bilmiyorum ama Dogan ve Rodrik aylar once Ergenekon ile Balyoz’u bir cirpida birlestirivermislerdi. Yukarida alintilamistim, ama hatirlatmak icin AKP ile TSK’nin siyasi bir mutabakat saglayip, ordunun bir daha mudahalede bulunmayacagi yapmayacagi taahhudu karsiliginda Balyoz/Ergenekon davalarini dusurmesinden bahsediyorlardi sayin Dogan ve Rodrik. Balyoz ve Ergenekon’u karistirin bir tek OKC degil yani…

            Cevapla

        • acracia Says:

          Evet ve o zaman da bu konuda konusmustuk epey. Bulent Bey de o linki verdi zaten.
          Herhalde OKC aylar once yazilmis o girdiyi aradi buldu, okudu da bu anlami cikardi demiyorsunuzdur Fmerakli.

          Cevapla

          • fmerakli Says:

            Hayir oyle bir sey demiyorum, Ergenekon ve Balyoz’u karistiran sadece OKC degil diyorum. Fenerant’in hakli ifadesi ile o garabet otesi satirlarinda yaptiklari tam da buydu.

            Cevapla

            • acracia Says:

              Aramizdaki bu konusmanin sonucunda ne yaptiginizin farkindasiniz, degil mi?
              Asagi yukari su oldu:

              Siz: Ezgi Basaran’in Balyoz’dan AIHM’ye basvuru yapmis sahislar oldugunu bilmemesini
              “yadirgamistiniz”.

              Ben: Sizin, OKC’nin daha beter yapmis oldugu karistirmalari (Ergenekon ve Balyoz) ile AIHM’ye zaten gitmis Balyoz saniklari oldugu gerceginden yola cikarak sorunlar OKC’yi hic yadirgamayip EB’yi yadirgamanizi yadirgadim.

              Siz: Cetin Dogan ne zaman AIHM’ye basvurdu dediniz.

              Ben: Balyoz saniklarindan dem vurdum. OKC’den ornekler vererek nedenini acikladim.

              Siz: Dani Rodrik’ten (yine baskalarindan istediginiz nezaketen ozeni gostermeyip bir anda babanizin oglu olup “Dani” olmus; Orhan Kemal Cengiz’e Orhan demiyorsunuz da; tabii ikisini de tanimadiginizi varsayarak soyluyorum, ben ikisiyle de tanismadim henuz mesela) ornek verip OKC tarafindan kast edilenin Cetin Dogan oldugunu ima etmissiniz. Tabii OKC’nin Balyoz ve Ergenekon’u karistirip sacmaladigini, Dani Rodrik’in *butun* Ergenekon saniklarinin avukatligina soyundugu imalarini es gecerek, Dani Rodrik’in sirf kendi adlarina konusabilecegi gercegini goz ardi ederek. Zaten baska Balyoz saniklari adina konussa, aynen OKC’nin dedigi pozisyondan konusmus olmaz miydi? Yani baskalarini temsil ediyormuscuscasina (haa, Acracia, nerede gecti o temsil derseniz, butun Ergenekon saniklarini aklamaya calisiyorsunuz demek, birilerini temsil ediyorsunuz demektir, adeta avukatliklarini yapar gibi) konusmak olurdu. Ama tabii huyunuz, alistik artik, oyle bir ince dusunce beklemek yanlis olur sizden. Isinize ne gelirse cimbizlamak, hep yaptiginiz islemlerden.

              Ben: Ergenekon ve Balyoz’u OKC karistirmis diyorum. Hani ayni Ezgi Basaran’i yadirgadiginiz gibi OKC’yi yadirgamamaniza, bu cifte standardiniza gonderme yapiyorum aklim sira. Anlarsiniz diye.
              Yok. Anlamiyorsunuz. Cunku ne diyorsunuz?

              Buyrun:

              Siz: Dogan ve Rodrik de karistirmisti Ergenekon ve Balyoz’u birbirine diyorsunuz. Yani sirf OKC degil.

              Asil konu neydi? Sizin cifte standard uygulayip yalniz isinize gelenleri yadirgamaniz. Aslinda Ezgi Basaran’i filan yadirgadiginiz da yok. Ustunluk kurup, itibarsizlastirmaktir sizin yaptiginiz, boylece bunu bilmeyen daha nasil sunu bilsin demeye getirmektir. Eger boyle olmasaydi, OKC’ye de benzer sozlerle laf ederdiniz.

              Eger boyle olmasaydi, Hrant Dink konusunda da sikintili gorunen bir manzaraya yok emniyet, yok Ramazan Akyurek yargilaniyor, su oldu bu oldu gibi ayak suruyerek sanki bu davanin bu kadar uzamasi normalmiscesine konusmazdiniz. Siz bir tek tarafi goruyorsunuz. Gerisini af etmeniz cok kolay. Belki ben de bu yuzden daha anlayisla bakabilecegim seylerin, sizin bu tek tarafli israriniz yuzunden sirf obur tarafin sesini vermek adina altini cizmeyi bu kadar elzem gormezdim.

              Belirli kutuplara gosterdiginiz anlayisin onda birini baskalarina gosterebilme gudusune sahip olabilseydiniz, su anda ilk basta size gosterilmis olan, sonra bir sure cepten yediginiz ve su anda hepten kaybettiginiz saygiyi gorurdunuz. Onun yerine abuk sabuk bir arguman kuruyorsunuz azizim.

              Ezgi Basaran’i yadirgayan siz, Ergenekon ve Balyoz’u karistiran OKC’yi yadirgamiyorsunuz deyince, cevabiniz iyi de tek karistiran o degil, Dogan ve Rodrik de karistiriyor diyorsaniz, benim size diyecek bir seyim yok. Buyrun efendim, cizdiginiz manzaraya kendiniz bakin. Hos ben artik gorebildiginizi de sanmiyorum.

              Cevapla

              • acracia Says:

                Sunu da acayim: RA kapsaminda, davanin uzamasi normalmiscesine konusmaktan kastim da yukarida acikladigim gibi davanin emniyet ve istihbarati ilgilendiren kisminin ustune dort yildir gidilememesini, evet derinlestirilememistir ama davalar acildi deyip (ki o arada gayet usturuplu bir sekilde bu davalarin AIHM iteklemesiyle acilabildigini es gecip) bu konuda saibe yoktur benim acimdan minvalinde bir aciklama yapmanizdir.

                Bu arada RA’dan da ozur diliyorum; kendisi suclu/sucsuz mudur bilmiyorum. Bu kadar israrla bu konuyu ortaya getirmemin sebebi, hem bu dile getirdigim saibeler, hem de maalesef bu tartismalarin kendisi etrafinda cisimleserek neredeyse polis ve istihbaratin, belirli isimler haricinde (yukarida acikladim ne demek istedigimi bundan merak eden okuyabilir) sorusturulmasinda, Ahmet Şık’in kitabinin uzerine gidildigi kadar israr ve kararlilikla gidilmedigidir. Ama tabii, Fmerakli acisindan bu da saibeli durum degilmis, cunku bu davalar acilmis (yani sonuca bakalim sirf demek oluyor bu). Her neyse, ben bu aciklamayi da yapayim, laflarim yine carpitilmasin.

                Cevapla

              • fmerakli Says:

                Acracia,

                Eger yazdiklarimi okumus olsaydiniz yukaridaki yorumu yazma geregi duymayacaktiniz. Yine Basaran’i yadirgadigim ama OKC’yi es gectigimi ifade etmissiniz; size cevaben su satirlari yazmistim yukarida:

                “Cengiz’in uc Balyoz saniginin basvurusunun AIHM tarafindan kabul edilmis oldugunu bilmiyor olmasini ya da biliyor idiyse de o soruyu cevaplarken bunu telaffuz etmemis olmasini hep birlikte yadirgayalim…”

                OKC ile Rodrik arasindaki AIHM tartismasini tum Balyoz saniklari cercevesine oturtma girisiminiz de hayli zorlama bir girisim, yukarida ifade ettim, mutabik olmak durumunda degiliz, ama Rodrik’in de tartismayi boyle bir cercevede yurutmedigi yazdiklarindan net olarak anlasiliyor.

                Ergenekon ve Balyoz’u karistirma meselesinde soyledigim gayet net. Olaya daha once de muzdarip oldugunuzu ifade ettigim secici korlukle bakiyorsunuz. AKP ile TSK arasinda siyasi bir mutabakla ERgenekon/Balyoz davalarinin dusurulmesi blog sahiplerince dile getirildiginde, OKC’ye aldiginiz gibi bir tavir almiyorsunuz. Bugune kadar ornegin sayin Fenerant ile belki bir kez mutabik olmusuzdur, o da Fenerant’in o ifadeleri “garabet otesi” seklinde tanimlamasi ile gerceklesmistir. O garabete suskun kalan bir yorumcunun beni saygi terazisine koymasi da, terazinin ne tarttigi da benim icin onem tasiyan hususlar degil.

                Yukarida alintiladigim cumlelerinde Dogan ve Rodrik’in Balyoz ve Ergenekon’u birbirinden ayirt ettigini dusunuyorsaniz benim de size diyecek bir sey yok….

                Cevapla

                • acracia Says:

                  Sizin bana diyecek bir seyiniz yok, cunku laflarimi carpitiyorsunuz. Ben onlar ayirt etti etmedi demedim. Ben size, ancak birisi size hatirlatinca “evet yanlis ama…” mealinde bir suru cumleler kurdugunuz icin (ki bu da silinmesini istedigim yorumun bir parcasi idi) “yadirgadiklariniz” hep belirli sahislar oluyor. Yoksa size hatirlatmak gerekiyor. Bu yuzden merak etmeyin, okudum yazdiklarinizi, ama artik bu sebepten oturu sizi ciddiye almam zor maalesef. Saygidan kastim da budur. Farkli fikirlerde olmak degil, sizin bu isguzar tekgudumlulugunuzdur bu sonucu doguran. Bir de kalkmis bana utanmadan, eger blog yazarlari Ergenekon ile Balyoz’u ayirt ettigini dusunuyorsam mealinde cumleler kurarak hitab ediyorsunuz. Ben o zaman da soyledim, yukarida da acikladim, o konuda soylenecek seyler soylendi vakti zamaninda. Ayirt etmisler gibi bir laf kullandim mi? Orada ifade ettikleri goruslerden farkli anlamlar ciktigi, benim de sahsen katilmadigim seyler oldugunu daha ilk basta ifade etmistim. Iyi de, konu bu degil ki!

                  Oncelikle, bakin yine ayni seyi yapmissiniz burada. Buyrun: ben Ezgi Basaran’i yadirgayan siz, daha ilk basta kendiliginizden (yani size kimse hatirlatmadan) OKC’nin benzer seyler soylediginde neden ayni sekilde kendiliginizden (tekrar edeyim, belli ki anlamiyorsunuz: yani kimse size hatirlatmadan) yadirgadiginizi soylemediginiz gibi daha onceki tartismalarda da OKC’nin soyledigi bazi seylere neredeyse sebep olarak okuyucu yorumlarini alintilayarak adeta hedef gosterircesine yazabildiniz. OKC’nin okumadigini dusundugum bir email uzerinden yaptigi laflara karsilik gelip burada Dani Rodrik’e yuh cektiniz (bunlar sizin nazik kelimeleriniz, benim degil).

                  Simdi sadede gelelim, belli ki anlamamissiniz: Dolayisiyla Ezgi Basaran’i yadirgayan siz, neden OKC’de benzer tepkiyi kendiliginizden (yani burada benim yaptigim gibi baskalari size hatirlatmadan) vermediginizi soyledigim zaman verdigim ornek Ergenekon ile Balyoz’u karistirmasi idi, siz de aniden olayi blog yazarlarina cevirip olayi *kendiliginizden* OKC gibi duruslari yadirgamadiginiz icin tek tarafli goruntu verdiginiz elestirisine ayni benim getirdigim elestiriye ornek teskil edecek bir davranisla, iyi de OKC karistirdiysa blog yazarlari da karistirmis diyorsunuz.

                  Tekrar edeyim Fmerakli: sizin Balyoz ve Ergenekon hakkinda soylediginiz net falan degil, cunku bu konu itibariyle anlamli degil, Cunku konu bu degil. Konu, sizin belirli duruslardaki sahislari *kendiliginizden* (yani kimse size hatirlatmadan) elestirmediginiz. Balyoz degil. Ergenekon degil.
                  Bunlar bu konuyu anlatmak icin misaldi. Hele ki konu, sizin her yol Bagdat’a cikar misali surekli saldirdiginiz blog yazarlari su noktada hic degil.

                  Bu bizimle bayila bayila paylastiginiz 140 IQnuz hani Turkce olsaymis test 150’nin ustunde cikardi demisler ya size, analitik zekayi olcmuyor anlasilan. Bunu da size zekasiz demek icin degil, okuduklarinizi israrla anlamamaniza istinaden soyluyorum. Bosuna vakit kaybidir su sacmalik.

                  Cevapla

                  • acracia Says:

                    Duzeltme: “Ben size…” diye baslayan cumle “ben size… hep belirli sahislar oluyor demeye calisiyordum” olacak.

                    Cevapla

                  • fmerakli Says:

                    Acracia,

                    Laflarinizi carpitmiyorum, siz isinize geldigi gibi anlamaya calisiyorsunuz yazdiklarimi, ama bir ise yaramiyor.

                    Bu arada Dogan ve Rodrik’in ifadesi ile ilgili olarak o ifadelere katilmadiginizi en basta ifade ettiginizi soylemissiniz. Acin bir okuyun bakalim “Bundan sonra ne olacak?” baslikli blog yazisinda boyle bir ifadenizi gorebilecek misiniz. O blog girisi 2 Subat gunu yayinlanmis ve siz 2-3 Subat gunleri benim Dogan ve Rodrik’i o ifadeleri nedeni ile elestirdigim blog girisini yapana kadar yazdiginiz yaklasik on yorumda o garabat otesi ifadeler ile ilgili tek bir cumle bile etmemissiniz. Peki ben o ifadeleri elestirince ne yazmissiniz:

                    “… Pinar Dogan ve Dani Rodrik Ergenekon kulliyen dusmelidir diye nerede soylediler, onu anlayamadim? Bir alinti paylasabilirseniz sevinirim.”

                    Yani Dogan ve Rodrik olabilecek en acik sekilde, onlarin kelimeleri ile AKP ile TSK arasinda bir siyasi mutabaktan, ordunun mudahalede bulunmayacagini taahhut etmesinden ve karsiliginda da Ergenekon/Balyoz davalarinin bir sekilde dusurulmesinden bahsetmelerine ragmen siz hala bunu nerede soylediklerini gormeyip benden alinti istediniz. Ben blog girisindeki yazilarindan o cumleyi tekrar alintilayinca ne yaptiniz, Dogan ve Rodrik’i elestirdiniz mi? Yukarida yazdiginiza bakilirsa oradaki ifadeden farkli anlamlar ciktigini, sahsen katilmadiginizi soylemissiniz. Bilmiyorum, belki de analitik zekam sizinki kadar guclu olmadigi icin ben oyle bir sonuc cikarmamistim su uzun ve teferruatli cevabinizdan:

                    “Tesekkur ederim. Simdi ne demek istediginizi daha iyi anlamis oldum.

                    Yorum tarafından acracia — 03 Şubat 2011 @ 02:07 | Cevapla ”

                    Hani isguzar tekgudumluluk demissiniz ya, dinime kufreden musluman olsa demekten baska ne gelir elden…

                    Cevapla

                    • acracia Says:

                      Fmerakli,

                      Hangi ise yaramasina calistigimi dusunuyorsunuz bilmiyorum ve dogrusunu isterseniz, ilgimi de cekmiyor. Ama sizin konuyu bambaska bir mecraya cekmeye calistiginiz gercek. Bakiniz, cok basit bir sey soyluyorum:

                      Ben size ancak belirli durusta sahislara kendiliginizden tepki gosteriyorsunuz dedim.[1] Bu da Orhan Kemal Cengiz’in sonrasinda geri cekmek zorunda kaldigi Zaman’da cikan yazinin bir “yanlis anlama”ya dayali oldugunu soyledigi halde mesela tepki vermemeniz, Dani Rodrik’e butun Ergenekon saniklarini aklamak icin cabalara giristigini soylediginizde bunu yadirgamamanizla ilgili bir elestiri idi.

                      Yani ben sunu dedim:
                      Balyoz’la ilgili bir konuda (bilgi hatasi, ya da eksik bilgi) Ezgi Basaran’i yadirgadiginizi soyleyen siz, benzer konularda (Balyoz ile ilgili bilgi hatasi, bkz Balyoz ile Ergenekon’u karistirmak) hata yapan baskalarina ayni tepkiyi kendiliginizden vermiyorsunuz.

                      Sizin cevabiniz ise sirf OKC mi Ergenekon ile Balyoz’u karistiran, bakiniz Dogan ve Rodrik dediniz.

                      Benim cevabim, konu bu degil idi.

                      Sizin cevabiniz, yok efendim benim Balyoz ve Ergenekon hakkinda soylediklerim cok acik oldu.

                      Ben de cevaben yine konunun Balyoz ve Ergenekon karistirmak olmadigini, konunun sizin yaklasim tarziniz oldugunu ve bununla orneklendirdigimi ifade ettim. Ayrica kotu niyetli dememek icin analitik okuyamiyorsunuz herhalde diye de ekledim. Benim nezdimde kotu niyetli olmak, okudugunu anlamamaktan cok daha kotudur. Sizin adiniza bu ikincisi oldugunu umid ediyorum.

                      Simdi ise utanmadan bu sefer de bana bulasiyorsunuz. Ben konu degistirmeye calisiyormusum ama ise yaramiyormus oyle mi?

                      Benim ne soyledigim gayet acik ve net. Linkleri de veriyorum. Isteyen okur. Sizinle ayni anlami cikarmamakla birlikte, eger sizin demis oldugunuz o anlam cikabiliyor ise bu elestiriyi ifade etmenin onemli oldugunu, ama bunu da yaparken usluba dikkat etmek gerektigini soylemistim. Bu kadar dikkatli hareket etmemin sebebini de soyleyeyim: daha o zamandan sizi fazla gudumlu buluyor bu yuzden okumalarimi sizinkinden mumkun oldugunca bagimsiz tutmaya calisiyordum. Ancak cok istiyorsaniz tekrar edeyim: eger yazilandan kasit sizin dediginiz anlam idiyse, hayir o soyleme katilmiyorum. Ama o yazilandan ne kast edildigini bilmiyoruz, zira tam da sizin blog yazarlarini TSK temsilciligiyle sucladiginiz zamana denk geliyor bu yazilanlar. Blog yazarlarinin yerinde ben olsaydim, duzeltecegim varsa da sizin su sergilediginiz tutumla muhatap olmamak adina duzeltmeyebilirdim. Onu da soyleyeyim. Bu sebeple sizin sacmaliklariniza karnim tok, kusura bakmayin. Konu zaten bu da degil. Bosuna vakit kaybettiriyorsunuz insana. Yukarida soyledigim elestiriye icerikli bir yanitiniz varsa soyleyin. Yoksa soyledikleriniz sadece konu saptirmasidir.

                      **********
                      [1] Zaman gazetesini ornek vermissiniz baska yerde, kusura bakmayin, o kadar Dani Rodrik’i alenen hedef alip Harvard’a sikayet eden mesaja tepki vermis olmaniz sizin tarafsiz oldugunuzu gostermez.

                    • acracia Says:

                      duzeltme: “Dani Rodrik’e butun Ergenekon saniklarini aklamak icin cabalara giristigini soylediginizde bunu yadirgamamanizla ilgili bir elestiri idi.” demisim,

                      “Dani Rodrik’e butun Ergenekon saniklarini aklamak icin cabalara giristigini *soylediginde* bunu yadirgamamanizla ilgili bir elestiri idi.” olacakti.

                      Duzeltirim.

                    • fmerakli Says:

                      Acracia,

                      O yazilandan ne kastedildigini bilmiyoruz demissin. El insaf, asagidaki satirlardan ne kastedilgidini anlamak icin gelismis bir analitik zekaya bile gerek yok:

                      “AKP ile TSK arasında bir uzlaşma ve siyasi mutakabat yapılabilir, AKP ve destekçilerinin orduyu siyasi olarak etkisizlestirme amacına demokrasiye ve ülkenin diğer kurumlarına daha az zarar vererek ulaşması sağlanabilirdi. Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.”

                      Benim bu konuda ne dusundugumden, nasil bir elestiri getirdigimden kendinizi bagimsiz tutmaya calismaniz, bu denli acik bir sekilde AKP ile TSK arasinda siyasi bir mutabakatla ordunun mudahalede bulunmayacagi taahhudune karsilik olarak Ergenekon ve Balyoz davalarinin bir sekilde dusurulmesinden bahsediliyor oldugunu anlaminizin onune gecmis anlasilan. Yukaridaki satirlardan ne kastedildigini bilmiyoruz demissiniz, daha acik nasil soyleyeceklerdi, isim isim saniklarin isimlerini mi vermeleri gerekiyor anlamaniz icin? Ama bir noktada hakli olabilirsiniz. Blog yazarlari yukaridaki yoruma acik olmayan, acaba oyle mi soylediler, boyle mi demek istediler diye ustunde tartisilmasi bile yersiz son derece acik ifade edilmis sozlerini duzeltmediler. Siz de o ifadeleri ben elestirmis oldugum icin inadina duzelmeyebileceginizi soylemissiniz. Belki onlar icin de ayni durum soz konusu oldu ve hisleri akillarina galebe caldi. Hepimiz insaniz sonucta, hata insana mahsus, bazen insanin hisleri aklin gozunu kor edebiliyor…

                      Beni tarafsiz olmakla suclamaniz da, CHP kongresinde Kilicdaroglu’nu masalarin ustunde alkislayan gazetecilerin, iktidara yakin gazetelerde calisanlari yandas diye nitelendirmesine benzemis; komik yani!

                    • acracia Says:

                      Bakiniz, Fmerakli, carpittikca carpittiginiz bu konu aslinda cok basit:

                      Oncelikle, yarattiginiz anlam kirliligini temizleyelim. Size ilettigim bir suclama degil, elestiri idi. Tonu sert olabilir, ama ben en basta size boyle yazmiyordum. O saygiyi, hatali yorumlarla (cok sık basimiza geldi bir ara, hani bana da hatali olarak eksi sozluge bel bagladigimi soylemistiniz), yanlis ve/veya eksik bilgilerle (AIHM kismini atlayip emniyetin yargilanmasinda sizin acinizdan bir sorun olmadigini soylemeniz veya kitabin basim tarihini yanlis girmeniz gibi), soylediginize otorite katsin diye yaptiginiz yanlis gondermelerle (Demirel’e bana milliyetciler adam olduruyor dedirtemezsiniz dedirtimeyi basardiginiz gibi), gudumlu buldugum yazilarinizla (blog sahiplerini TSK’nin temsilcisi olmakla suclayip sonrasinda ozur dilemek zorunda kalmaniz veya OKC’nin bile kendisinin yanlis anladigini soyleyerek geri aldigi bir yazinin sozlerinin gectigi twitter’daki okuyup gelip burada Dani Rodrik’e yuh cekmeniz ve sonra gordugum kadariyla ozur dilemediginiz gibi), konuyu simdiki gibi sonsuz donup dolastirmalarinizla, verdiginiz alintilari gidip kontrol ettigimde anlami degistirebilecek cimbizlamalarinizla, artik sizin yazdiklariniza kaybettigim guvenle (bknz yukaridaki AIHM ve Ramazan Akyurek olayi, hani sizin acinizdan bir sorun yokmus ya), okudugunuzu artik anlamadiginizi dusunduren alintilarinizla, siz kendi yazdiklarinizla kaybettiniz. Bunlarin hepsine daha da bir suru ornek saymak mumkun.

                      Bakin, ecnebilerin deyisiyle aylarca size “kredi” vermisim, yani yok herhalde oyle demek istememistir demisim. Yakistiramadim demisim. Sonra sonra, biraz daha dikkat edin hos durmuyor demeye baslamisim. En sonunda olay bu raddeye kadar gelmis ve sizin yazdiklariniz benim acimdan inanilirligini ve guvenirligini kaybetmis. Bunlar bir iki degil. Cok ornek. Begenmiyorsaniz, yazdiklariniza ceki duzen verirsiniz. Bu benim sorunum degil. Sizin sorununuz.

                      Simdi kalkmis bana “e insaf” filan diyorsunuz. Deyin tabii. Size vermis oldugum “kredi”yi (bunu da mecazi soyluyorum, simdi kalkar bana ne zaman kredi vermissiniz de dersiniz siz, aciklayayim dedim)
                      yani, herhalde oyle degildir oyle demek istememissinizdir diyerek yaptigim yaklasimin aslinda *aynisini* blog sahiplerine de gosterdigim icin beni elestirmeye calisiyorsunuz. Oysa benim tutumumda bir tutarsizlik yok. Ayni sizin yazdiklariniza ilk basta yapmis oldugum gibi, oyle demek istememis olabilirler diyerek yaklasiyorum. Ha, begenmezsiniz bu tutumumu. O da sizin bileceginiz is. Benim sorunum da yine degil.

                      Buna karsilik, orada ve yukarida da dile getirdigim gibi, farkli anlamlar cikabilecegini soylemistim zaten. Bu tur okumalara acik oldugunu sizin dile getirmenizin iyi oldugunu da o zaman dile getirmistim. Simdi de tekrar edeyim: zaten sizin dediginiz anlamda bir seyi kast etmislerse, benim o fikre katilmadigimi da yukarida adli aninca soyledim. Daha once de, her dedikleriyle ayni fikirde olmak zorunda olmadigimizi soyleyerek dile getirmistim, ama tabii sizin anlayabileceginiz sekilde acik olmamis anlasilan. O yuzden soyleyeyim: o, o demekti.

                      Ha simdi asil konuya donersek: siz kendiliginizden, belirli duruslarda oldugunu dusundugunuz kisiler disindakine ayni tepkileri vermiyorsunuz. Bakin tarafsiz olmak bence su hayatta mumkun degildir. Ama ozel hayatta. Sahsen bu derece onemli konularda hele ki kitap yazacagim iddiasiyla, akademisyenim diye kendinizi ve mesleginizi ortaya atarak yaziyorsaniz, yazdiklariniz daha fazla etik ozen ister. Sizde ise ben bunun e’sini bile goremiyorum. Sorun bu. Bu kadar basit. Bundan sonra da eger maruz kaldiginiz elestiri ve tonlamadan hoslanmiyorsaniz, o etik kurallarini belki biraz daha dusunur, daha dikkatli bilgi verir, eksik bilgilerle (AIHM gibi yukarida) yaniltici olmaz, insanlarin soylemediklerini soylemis gibi alintilamaz (Demirel ve Hakim Akcay orneklerinde oldugu gibi), baktiginiz bilgileri de kontrol ederek verirsiniz. Yok vermiyorsaniz, zaten su anki durumda bir degisiklik olmaz. Ama zaten bu da benim sorunum degil, derdim hic degil.

                    • demokrat Says:

                      Yorumum 42 numarada çıktı ,nasıl oldu anlamadım!

                    • fmerakli Says:

                      Acracia,

                      Bu blogtaki yazismalarimizda karsilikli yorumlar ile hallestigimizi, benzetme yerindeyse faturali hat misali bir iliski surdurdugumuzu dusunuyorsum, megerse siz kredi usulunu benimsemissiniz; bilseydim ara sira “her sey de su melanet zaman gazetesinin basinin altindan cikiyor” mealinde yorumlar yazar sizin nezdinizdeki kredime kontur yuklemesi yapardim.

                      Bir de beni yazdiklarima ceki duzen vermeye davet etmissiniz. Kusura bakmayin ama boyle bir istekte bulunmaya hakkiniz oldugu hissine nereden kapildiginizi merak ediyorum. Cengiz ile ilgili Ingilizce blog girisinin altinda yazisirken benim gecmiste Dogan ve Rodrik’in ordunun casusu oldugunu soyledigimi ve bu yuzden gecmiste onlardan ozur diledigimi yazmistiniz. O gun size bu sozlerinizin gercekle alakasi olmadigini, Dogan ve Rodrik’e ordunun casusu olduklari seklinde bir ithamim olmadigini, bu sebeple onlardan boyle bir sey soyledigim icin ozur de dilemedigimi fazla analtik zeka gerektirmeyecek sekilde anlasilir olduguna inandigim bir dille ifade etmistim. Bana soylemedigim bir seyi soyletmis olmanizdan, dilemedigim bir ozru diletmis olmanizdan dolayi bir ozur dilediginizi hatirlamiyorum. Bir de karar verseniz ben Dogan ve Rodrik’ten ordunun casusu olduklarni soyledigim icin mi, yoksa ordunun temsilcisi olduklarini soyledigim icin mi ozur dilemisim? Ingilizce yazarken casus deyip, Turkce yazarken ifadeyi torpuleyip temsilci kelimesini kullanmissiniz yukarida ama ne fayda. Tipki casus carpitmanizda oldugu gibi, torpulenmis bu yeni carpitmanizda da ayni durum soz konusu. Ben Dogan ve Rodrik’e ordunun temsilcisi olduklarini soylemedigim gibi, onlardan bu sebeple herhangi bir ozur de dilemedim. Asagida alintiladigim gibi benim ne icin ozur diledigim son derece acik, ama siz bu ifadenin onlardan casusluk ya da temsilcilik (ki benim bu yonde bir ifadem yok) yaptiklarini soyledigim gibi bir anlam cikartiyorsaniz yine hislerinizin akla ve mantiga galebe caldigini soylemekten baska yapacak bir sey yok. Bana etik versi dermeyi biliyorsunuz, ama bana soylemedigim seyleri soyletmekte, etmedigim ozurleri ettirmekte etik acidan bir sikinti gormuyorsaniz. Hal boyle olunca da sizin etik dersi vermeniz tabiri caizse Kenan Evren’in demokrasi dersi vermesine benziyor; bir baska komiklik yani!

                      Bir de benim dil surcmesi ile Demirel’in ifadesinde sagcilar yerine milliyetciler dememi yine gundeme getirmissiniz ki siz beni duzelttikten sonra ben de hakkinizi teslim etmis idim. Nihayetinde tartisilan konular acisindan tali oneme bile sahip olmayan basit bir dil surcmesini beni elestirdiginiz hemen her yorumda kullanmaya baslamanizin hatali oldugunu ilk baslarda soylemistim. Ilhan beyin bir sure once blog sakinlerini sigaya cektigi hakli yorumundan bir sure sonra bunu hala yapmaya devam etmenizin Ilhan beyin getirdigi nitelendirme ile ciglik oldugunu ifade etmistim. Yukarida bunu yine gundeme getirmissiniz, kelimeyi sizden odunc alarak bu yaptiginizin artik utanmazlik oldugunu soylemek durumundayim.

                      Fenerant’in deyimi ile Dogan ve Rodrik’in garabet otesi ifadesi ile ilgili yorumlariniza link vermissiniz. Yaptiginiz yorumlardan cikan temel sonuc Dogan ve Rodrik’in ifadesinden Ergenekon ve Balyoz davalarinin toptan dusmesi yonunde bir anlam cikarmaginiz yonunde, bu nedenle de Dogan ve Rodrik’e o garabet ifadeleri nedeni ile herhangi bir elestiri getirmemenizin kanimca onlara acmis oldugunuz engin kredi ile bir ilgisi yok, zaten asagida tekrar alintiladigim ifadeden siz Ergenekon-Balyoz bir sekilde dusurulsun anlami cikarmamissiniz. Bu sizin ifadeniz:

                      “[Dogan ve Rodrik’in ilgili ifadesine] farkli anlamlar verilmesi isiginda da “topyekun Ergenekon dussun” anlamini ben cikarmadim, cunku bundan anladiklarimiz cok karmasik”

                      Hatirlatma baabinda o ifade:

                      “AKP ile TSK arasında bir uzlaşma ve siyasi mutakabat yapılabilir, AKP ve destekçilerinin orduyu siyasi olarak etkisizlestirme amacına demokrasiye ve ülkenin diğer kurumlarına daha az zarar vererek ulaşması sağlanabilirdi. Kısaca, şöyle bir anlaşma yapılabilirdi: TSK, siyasi iradenin otoritesini kabullenip, artık müdahelede bulunmayacağını taahüt eder, bunun karşılığında da Ergenekon-Balyoz davalarının bir şekilde düşmesi sağlanırdı.”

                      Yukaridaki ifadeden kirli ve gayrimesru bir pazarlikla “topyekun Ergenekon dussun” anlami cikarmamis olmanizin, ifadenin karmasik olmasi ile ya da ifadeden ne anlasilabilecegine iliskin bir karmasikligin soz konusu olmasi ile ilgisi oldugunu da dusunmuyorum, zira son derece acik bir sekilde ordu ve AKP arasinda gayrihukuki bir pazarlikla Ergenekon-Balyoz’un bir sekilde dusurulmesinden bahsediyorlar. Gazetelerde gorunce kanim donuyor dediginiz Veli Kucuk’un sanik oldugu davanin siyasi bir pazarlikla dusurulmesinden bahsedilmesini, yani Veli Kucuk’un kaninizi donduran faaliyetlere geri donmesine imkan taniyacak bir seyin dile getirilmesini elestirmemek, bunu da ifade son derece net oldugu halde “bundan ne anladigimiz cok karmasik” diyerek yapmak tabiri caizse topu taca atmaya calismaktan baska bir sey degil…

                      Hisler akla galebe caldikca topu oyun alaninda tutmakta hayli zorlanacaksiniz…

                    • fmerakli Says:

                      Ozur ile ilgili alintiyi vermeyi unutmusum:

                      ““Acikca ifade edeyim ki bu surecte Dogan ve Rodrik’in acik olmayan kaynaklardan edindikleri bilgiyi kullanmalarini sanki yanlis bir seymis gibi gostermek amacim da yoktu. Boyle anlasildigi ise Dogan ve Rodrik’ten de ozur dilerim.””

                      Bu ifadeden Dogan ve Rodrik’e ordunun casusu ya da temsilcisi olduklarini soyledigim icin ozur dilemekte oldugum anlamini cikartmis olmaniza bir kez daha sapka cikartiyorum. Sapkadan tavsan cikarmak kadar zor birseydi yaptiginiz….

  41. Kemal Says:

    Orgeneral Balanlı tutuklanmış…

    Son üç senedir en az iki kere TSK bu tuzağa düşüyor ve hükümetle mücadele eden konumuna geliyor. Bu da doğal olarak asıl mücadeleyi vermekte olduğu yapılanmanın işine geliyor. Hemen hükümete dönüp “Bak seni ham yapacaklar” diye başlıyor bağırmaya.

    TSK’nın bu durumlardaki hassasiyeti biliniliyor ve kullanılıyor. Benim gördüğüm kadarıyla (ya da umduğum kadarıyla) seçim sonrası sürprizlere gebe. Sandık sonuçları bağlamında değil. Siyasi sonuçları bağlamında. Ak Parti, söz konusu yapılanmanın çok eleştirmekte olduğu kişilerden vazgeçmedi, aday gösterdi ve onların istediği kadar da o yapıdan aday göstermedi. Tahminim seçim sonrası söz konusu yapılanmayla daha da fazla araya mesafe koyabilir RTE. Elbette o yapılanma da bunun farkında ve emniyet ve yargı içerisinden operasyonla TSK’yı kışkırtmaya çalışıyor.

    TSK’nın yerinde olmak istemezdim. Asimetrik savaş diye adlandırdığı, kendisinin sinir uçlarına dokunan, gururunu inciten bütün hamleler yapılıyor. Bu konuda yapılacak tek şey var o da bu ülkede öyle ya da böyle iktidarın seçilmiş hükümette olduğu herşeyden onların sorumlu olduğu ve kendisini bu kadar rahatsız eden operasyonlar yapılıyorsa bile sineye çekmesi gerektiği gerçeği. Yani kuzu gibi boynunu kasaba uzatacak. Kasap okşar mı keser mi bilemem ama…

    Yani, Ak Parti – cemaat ittifakı dağılır mı bilemem. Benim yukarıda yazdıklarım belki de öngörü bile değil sadece temenni. Ama TSK eğer sesini çıkarırsa bu ittifakın dağılmayacağı kesin. Çıkarmazsa belki dağılır, belki de TSK dağılır. Bu risk alınmazsa ama TSK’nın dağılacağı gene kesin…

    Demem o ki ilginç zamanlarda yaşıyoruz.

    Ne yapılacaksa arka kapı diplomasisi ile yapılmalı. Kapının önüne çöp atmaya çıkılsa bile bağırmaya hazır bir medya köşede bekliyor.

    Ülke de normal olan bir şey yok ki, sivil-asker ilişkileri normal olsun. Bir de bu sürece normalleşme demiyorlar mı!

    Tam şenlik.

    Cevapla

  42. Altan Alpay Says:

    Çetin Doğan Aydınlık gazetesindeki köşesinde Fethullah Gülen ve Kozanlı Ömer hakkında verilen takipsizlik kararın değerlendirmiş, Balyoz ve Ergenekon davaları ile karşılaştırmalı olarak. ODATV’den alıntılıyorum:
    http://www.odatv.com/n.php?n=sonun-baslangici-0206111200

    Benzer bir yorum yazmayı planlıyordum ama sanırım pek gerek kalmadı. Hatırlarsanız önceki yorumlarımda gündemi meşgul eden davaları ve soruşturmaları ikiye ayırmıştım, ‘Kanırtılacak Davalar’ ve ‘Kapatılacak Davalar’ şeklinde. Gözümüz aydın, kapatılacak davalardan bir tanesinin üzerine check atabiliriz. Darısı artık Dink Davasına, kazasız belasız onu da bir kapatabilsek tüm cemaat rahat bir uyku uyuyabileceğiz.

    Yazıya dönersek Çetin paşa çok herşeyi kibar bir uslupla yazmış. Mesela Gülen soruşturmasında adalet sisteminin şüphelilere ‘çok nazik’ davrandıklarını ifade etmiş.

    Tarihlere bakarsanız göreceksiniz:

    20 Ağustos 2010 – Avcı’nın kitabı yayınlanmış
    25 Ağustos 2010 – Avcı’nın iddaaları hakkında soruşturma açılmış
    25 Ekim 2010 – Tam 2 ay sonra Kozanlı Ömer beyin evine ve iş yerine teşrif edilmiş!

    Tabiki bir bakmışlar, ev bomboş!

    Balyoz’da 16:48’de gelen ihbar mektubu üzerine Sabah 6’da Eskişehir’de gözaltı/arama yapabilen ‘hızır acil operasyon’ mekanizması bu sefer çalışmamış,heralde ‘ekipler’ yaz tatildeydi kimbilir!

    Bu arada süpheli arkadaşın cemaat içindeki rütbesi çok yüksek olduğu izlenimine kapıldım çünkü benzeri davalarda yakalama ve tutuklama kararı alınır, şüpheli kafasına bastırılarak medya ordusuna kelepçeli olarak teşhir edildikten sonra gözaltı süresi dolana kadar 3-4 gün Emniyetin konforlu nezarethanesinde misafir edilir. Bu sefer şüpheli arkadaş ifadeye davet edilmiş, ne kibar ve nazik adalet sistemimiz var, başbakan boşuna ‘ileri demokrasi’ demiyor!

    Bu noktada benim en çok dikkatimi çeken ve şaşkınlıktan ağzımı açık bırakan bu soruşturmada iletişim tespit kayıtları ve dinlemelere gerek duyulmamış olması!

    Önceki yorumlarda bahsi geçmişti, başka davalarda (Ergenekon,Balyoz,Islak İmza,Dink) bir takım ‘şebeke analizi’ yazılımları kullanarak şüpheliler arasında 3. veya 4. dereceden bağlantılar kurulup suç isnat edilmesini tartısmıştık. (Az biraz sosyal bilimlerle ilgilenler “six degrees of separation” teorisinin ve biraz daha kastırsalar Obama dahil herkezi bu davalara dahil edebileceklerinin farkındadırlar sanırım)

    Emniyet ve Savcılığın olağan çalışma yöntemi bu şekilde olduğu sabitken, Emniyet’i yönettiği söylenen bir şüphelinin geçmişe dönük iletişim kayıtlarının incelenmesine gerek olmamasına mantıklı ve iyi niyetli bir açıklama getiremiyorum.

    Eğer birisi bir takım kişileri yönetiyorsa bir çeşit iletişim aracı kullanmak zorundadır. Artık Osama gibi kurye mi kullanır, yoksa telefon mu, email mi bilemiyoruz ama vahiy yoluyla haberleşmediklerine göre iletisim kayıtlarını bakmak gerekmez miydi?

    Ergenekon davasında savcıların “falanca kişiyi 108 kez arayıp ne konuştunuz?”, “şu gün telefonunuz filanca kişiyle aynı semtte sinyal verdiğinden yüzyüze görüşme yaptığınız anlaşılmıştır. Oradaki görüşmenizde neler konuşuldu?” şeklinde soruları hala kulağımı tırmalayor.

    Hatta yeni çıkan bir kitapta Erhan Tuncel’in ev arkadaşının samimi arkadaşı olan bir Jandarma’nın telefonu cinayet günü Ogun Samast ile aynı semtte sinyal vermesinden yola çıkarak Dink cinayetini Jandarma’nın işlediği sonuçuna varılırken Kozanlı Ömer’in es geçilmesi tabiki tesaduf değildir, çünkü ifadesinde ‘yok öyle birşey hepsi iftira’ demiş, Kozanlı Ömer yok diyorsa yoktur!

    Cevapla

    • Kemal Says:

      Altan Bey,

      “Emniyet’i yönettiği söylenen bir şüphelinin geçmişe dönük iletişim kayıtlarının incelenmesine gerek olmamasına mantıklı ve iyi niyetli bir açıklama getiremiyorum.”

      demişsiniz ya, orada sanırım kilit kelimeler GEREK OLMAMASI. Arkadaşlar o analizi yapınca ne bulacaklar sanıyorsunuz? Analizi yapmadan da zaten bildiklerini… 🙂

      Bilemiyorum mantıklı bir açıklama oldu mu? :))

      Sevgiler.

      Cevapla

  43. demokrat Says:

    Sayın Acracia,

    Selamlar, tartışmanızı izliyorum,bence ‘niyet’ anlamında biraz haksızlık ediyorsunuz sayın fmeraklı’ya.Mesela Demirel yazısının sehven yazılmış olabileceğini düşünüyorum(bir açıklama var mı bilmiyorum,tekrar okumaya da üşeniyorum açıkcası)kaldı ki bu kelime hatası bir insana tartışma ortamında stratejik üstünlük yaratacak bir ‘çarpıtma’ gücünde değil kanımca.Diğer konuda ise ;hakikaten aceleyle yazılmış bir ucube var,yani bunu kimse inkar edemez.İşin kötüsü eğer davada savcı ve suçlananlar olmak üzere iki tarafı da ele alırsak herkesi rahatsız edecek bir tarz ve teklif söz konusu.Bir kere hukuk pazarlık yapmaz işin bir boyutu bu,diğeri ise suçsuz olduklarını iddia edenler böyle bir pazarlığa girmez,bunu kabul etmek bir şekilde suçu kısmen kabul etmek anlamına gelir ki olacak şey değil.Muhtemel kendileri de pişman olmuştur yazdıklarına.
    İki çok değerli insanın gereksiz gurur ve polemiğe girmesi bizi de üzüyor aslında.
    Selamlar.

    Cevapla

    • fmerakli Says:

      Demokrat,

      Tesekkur ederim yorumunuz icin. Demirel ile ilgili Acracia ile son derece kisa olan yazismaminiz asagiya kopyaliyorum. Dediginizde haklisiniz, soz konusu kelime hatasi tartisma ortaminda stratejik ustunluk yaratmaktan cok uzak, hem de onun bir anlik kelime hatasi oldugu kabul edilmisken, Ancak Acracia bunu kucuk hatayi uzun zamandir beni elestirdigi hemen her yazida dile getiriyor, malzeme kitligindan olsa gerek… Bunu yapmasi, yapmaya devam etmesi ile ilgili ne dusundugumu asagida Acracia’ya verdigim cevapta aciklamaya calistim. Acracia ile boyle bir polemige girmis olmaktan ben de hosnut degilim, ama Dogan ve Rodrik’e ordunun casusu dedigim ve bu nedenle onlardan ozur diledigim gibi hakkimda gercekler ile ilgisi olmayan seyler yazan birinin bana etik dersi vermeye kalkismasinin yersiz ve anlamsiz oldugunu da bir sekilde ifade etmem icap etti…

      Dogan ve Rodrik’in ifadeleri ile ilgili bir tespitinizin son derece yerinde oldugunu da soylemeliyim, haklisiniz sucsuz olan ya da sucsuz olduguna inanan boyle bir pazarliga girmez. Hatta boyle bir pazarliga girilip davalar dusurulurse saniklar “aklandim, sucsuzum” diye de gezemezler; adaletin onunden kirli ve gayrimesru pazarliklarla kacanlar aklanmak bir yana kamu vicdaninda mahkum olurlar… Dogan ve Rodrik bu yazdiklarindan pisman oldular mi bilinmez, bugune degin boyle bir emare gormedik. Pinar Hanim’i pek tanimiyorum ama okudugum, takip ettigim, calismalarina saygi duydugum Dani Rodrik’in zaten ben boyle bir seyi inanarak soyleyecegine imkan ihtimal vermiyorum.

      Cevapla

  44. demokrat Says:

    42.Sayın Acracia,

    Selamlar, tartışmanızı izliyorum,bence ‘niyet’ anlamında biraz haksızlık ediyorsunuz sayın fmeraklı’ya.Mesela Demirel yazısının sehven yazılmış olabileceğini düşünüyorum(bir açıklama var mı bilmiyorum,tekrar okumaya da üşeniyorum açıkcası)kaldı ki bu kelime hatası bir insana tartışma ortamında stratejik üstünlük yaratacak bir ‘çarpıtma’ gücünde değil kanımca.Diğer konuda ise ;hakikaten aceleyle yazılmış bir ucube var,yani bunu kimse inkar edemez.İşin kötüsü eğer davada savcı ve suçlananlar olmak üzere iki tarafı da ele alırsak herkesi rahatsız edecek bir tarz ve teklif söz konusu.Bir kere hukuk pazarlık yapmaz işin bir boyutu bu,diğeri ise suçsuz olduklarını iddia edenler böyle bir pazarlığa girmez,bunu kabul etmek bir şekilde suçu kısmen kabul etmek anlamına gelir ki olacak şey değil.Muhtemel kendileri de pişman olmuştur yazdıklarına.
    İki çok değerli insanın gereksiz gurur ve polemiğe girmesi bizi de üzüyor aslında.
    Selamlar.

    Şeklinde yorumum olmuştu,anlamadığım bir şekilde 42 de çıktı.
    Bu arada biraz yatıştırayım sizleri, youtube’da TKP reklamları var,seçim temalı,eğlenirsiniz,sinemasal değeri yok ama idare edin işte…

    Cevapla

    • demokrat Says:

      Gene buraya çıktı yahu,
      iyi saatte olsunlar geldi.
      özür.

      Cevapla

      • fmerakli Says:

        Demokrat,

        Bu blog girisi biraz sirazesini kaybetti, yorumlar alakasin yerlerde cikiyor. Ben de bir onceki size cevaben yorumumda Demirel ile ilgili kismi alintilamayi unutmusum. O da asagida:

        ————————-

        “Demirel’in bu sozunu daha once duymamistim, ancak “bana milliyetciler adam olduruyor dedirtemezsiniz” demisligi de vardir Demirel’in…

        Yorum tarafından fmerakli — 26 Şubat 2011 @ 13:09 | Cevapla

        o dediginiz “sagcilar” degil miydi?

        Yorum tarafından acracia — 26 Şubat 2011 @ 18:49 | Cevapla

        Dogru agzindan cikan kelime sagcilar idi, ben zihnimde biraktigi izi yazmisim…”

        Cevapla

        • demokrat Says:

          Bence size artık tartışmayın öbür taraflara da bakın demek istiyorlar.Cemil Koçak ve ODATV atışmasını taşıdım mesela.
          Selamlar.

          Cevapla

  45. acracia Says:

    Bunu buraya ekleyelim, dursun:

    “Dink cinayeti davasında başa dönüldü

    Selahattin GÜNDAY

    Mahkeme, TİB’in inceleme şartlarını sıraladığı yazısını, ‘gereğinin yapılmak üzere’ İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne iletti. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayetinin işlendiği bölgedeki telefon görüşmelerinin kayıtlarını iki kez istemiş, TİB ise iki kez olumsuz yanıt vermişti.

    İlk yazısında kayıtları göndermeyi “Özel Hayatın Gizliliği” ni gerekçe göstererek reddeden TİB, ikinci cevap yazısında da şartlarını sıralayarak “Arayan numara, aranan numara arama tarihi, arama saati, dakikası ve arama süresinin açıkça yazılarak gönderilmesi halinde gereği yerine getirilecektir.” dedi. “Talep edilen baz istasyonu sorgusunun yapılabilmesi için yazıda belirtilen şartlar çerçevesinde temsili görüşme yapılması gerekmektedir.” diyen TİB’in yazısı, olumlu cevap bekleyen mahkemenin eline kolunu bağladı.

    TİB’in ikinci yazısı karşısında çözüm bulamayan mahkeme, çareyi söz konusu yazıyı ‘gereği yapılmak üzere’ emniyete gönderdi. TİB’in cevabı ile birlikte ‘gereği yapılmak üzere’ konulu üst yazı yazan mahkeme, konuyu İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne iletti. Mahkeme ile TİB arasındaki anlaşmazlığı çözmek ise emniyete düştü. (DHA)”

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1066048&Date=11.10.2011&CategoryID=77

    Elbette. Dussun. Ancak su yukaridaki tartismalarin isiginda maalesef saibesi doyurucu bir sekilde giderilmemis bir istihbarat ve ozellikle terorle mucadele ve emniyet birimlerimiz dururken yeniden saibeli bir hedef saptirma olacaktir bu.

    Ozel hayati ihlal etmemek son derece saygin bir tavirdir. Bu boyledir, sayet, her alanda ve her kesime ve herkese esit olarak uygulaniyorsa elbette. Yoksa BIM, butun bu saibeler isiginda birilerini mi korumaya calismaktadir? Ozellikle yukarida gostermis oldugum gibi emniyet ve istihbarat uzerindeki saibeler giderilmemisken, bu gelisme en hafif deyimiyle tuhaftir.

    Cevapla

  46. acracia Says:

    Bunu da buraya ekleyelim: Eger yazilanlar dogruysa, Hrant Dink’in adini kullanarak birisini itibarsizlastirmaya calismanin, Hrant Dink’i olumunde bile rahat birakmamanin yeni bir ornegi:

    Müjde Ar, Altın Portakal Film Festivali’nde Tarık Akan’ı sahneye davet ederken “Sinemada kazandığı tüm birikimlerini yarattığı okuluyla, öğrencileriyle paylaşan, onlarla yeri geldiğinde çocuk gibi olan birisi” dedi.

    Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı da bu sözden yola çıkarak kaleme aldığı yazısında Akan’la ilgili çarpıcı bir iddiayı gündeme getirdi.

    Dumanlı, ünlü oyuncunun mafya babası Dündar Kılıç’ı araya sokarak Taş Mektep’i Hrant Dink’in elinden aldığını öne sürdü. Ayrıca Akan’ın kira yüzünden Rum Vakfı’yla mahkemelik olduğunu yazdı.

    Hürriyet’te yer alan habere göre; iddialara Tarık Akan, Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink ve Bakırköy Aya Yorgi Rum Kilisesi Vakfı Başkanı Niko Atanasyadis’ten yanıt geldi.

    İDDİA 1: Dündar Kılıç aracı oldu
    YANIT 1: Dündar’ları karıştırdılar
    Tarık Akan: Bunlar iddialarını yalan üzerine kurmuşlar. Duyunca şoke oldum. Hepsini mahkemeye vereceğim. Yok öyle bir şey, nereden çıkarmışlar anlamıyorum. Biz bu okulu kurduğumuzda benim bir ortağım vardı, adı da Dündar Uçar’dı. Ortaklığımız yedi yıl önce sona erdi. Kendisi o dönem Özel Okullar Derneği başkanıydı. Ben eğitimciliği ondan öğrendim. Bunlar Dündar Uçar’ı Dündar Kılıç diye yazıyorlar.

    İDDİA 2: Hrant Dink tehdit edildi
    YANIT 2: Gönül rızasıyla verdik
    Orhan Dink: Tarık Akan’a yüklenmek istiyorlarsa, bunu ağabeyim Hrant Dink üzerinden yapmasınlar. O yazılanlar bizim açımızdan doğru değil. Biz 90’lı yıllarda Taş Mektep’i kiraladık ama daha önce Tarık Akan’a söz verildiğini öğrenince gönül rızasıyla okulu ona verdik. Tarık Akan o okulda iyi bir eğitim yapıyor. Olayın bizi ilgilendiren bir yönü yok.

    İDDİA 3: Rum Vakfı ile mahkemelik
    YANIT 3: Kirayı zamanında öder
    Niko Atanasyadis: Özel Taş İlköğretim Okulu, bizim vakfındır. Tarık Akan’ı yıllardır tanıyoruz, uyumlu bir kiracımızdır, çok sevdiğimiz iyi bir arkadaşımızdır. Kiralarını hep zamanında öder. Kira artışı yaptığımızda da bizleri anlar. Şimdiye kadar mahkemelik olacak bir olay yaşamadık. Aramızda bugüne kadar hiçbir problem çıkmadı.

    http://gundem.milliyet.com.tr/tarik-akan-icin-3-iddia-3-yanit/gundem/gundemdetay/19.10.2011/1452548/default.htm

    Cevapla

fmerakli için bir cevap yazın Cevabı iptal et